Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Canraşit

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Canraşit tarafından postalanan herşey

  1. Şimdi bu ifadeler aşağılama olmuyor, öyle mi ?
  2. Siyanür, siyano grubu (-C≡N ), bir carbon ve ona üç bağlı azot içeren kimyasal bileşiklere verilen addır. Organik ve inorganik çeşitleri bulunmakta yahut endüstriyel prosesler ile üretilmekte ve kullanılmaktadır. Organik bileşikleri nitril grubu altında isimlendirilir ve çoğu zehirli olmaktan uzaktır. Citalopram , fadrozol ve ledrozol gibi ilaçlar bu gruba örnek olarak gösterilebilir. ( tr.wikipedia.org ) Demek ki siyanür bile doğru kullanıldığında yararlı olabiliyormuş.
  3. Bu arkeolojik keşfin ne biyolojik evrim ne de kültürel evrim olgusunu yanlışlayan bir yanı yoktur. Yalnızca, Neolitik Çağ ( Cilalı Taş Devri ) ile Paleolitik Çağ ( Taş Devri ) arasındaki sınırda bir değişikliğe neden olmuş, Neolitik Çağ'ın 2000 sene önceye kaydırmıştır. " Evrimci " ( ne demekse ) sanki bir suç işlemiş gibi itiraf falan etmez. Şu " Evrimci " Hodder ve Daniel Nadel diye takdim edilen bilim adamları kim bilir neler söylemişlerdir de, bu Evangelistler yine bir cümlesini cımbızlayıp evrimi çökertmişler. Mesela, kazıyı yapan Dr. Klaus Schmidt'ün bu keşif üzerine kendi deyişi ile "Önce tapınak geldi, şehir sonradan geldi" demesi, daha önce şehirleşme ile tapınakların inşa edildiği gözlem ve bulguya dayalı olgusunun yanlışlandığı, tam tersinin de olabildiğini bilimsel bir tespit olarak ortaya koymasıdır. Evrim olgusu ne Tanrının yokluğunun ne de varlığının kanıtı olmadığı gibi, Tanrının yokluğunu kanıtlamak için de üretilmiş bir varsayım falan değildir. Adı üstünde bir olgudur. Yani; gözlem, deney ve ve bulgularla kanıtlanmış bir varsayım olan bilimsel bir olgudur. Evrim Teorisi ise bu olgunun nasılını, mekanizmasını açıklayan yeni gözlem, deney ve bulgularla halen yanlışlanamamış bir bilimsel teoridir. Nasıl ki, " Serbest düşme ", yani; cisimlerin yere bırakılınca düşme süreci bir olgu ise ve bu sürecin nasılını, mekanizmasını açıklayan teori Newton'un Klasik Mekanik teorisi ise, nasıl ki " Evrenin Genişleme süreci " bir olgu ise ve bu sürecin nasılını, mekanizmasını açıklayan teori Big Bang Teorisi ise, işte bir olgu olan evrim sürecinin nasılını, mekanizmasını açıklayan teori de Evrim Teorisi, bugünkü adıyla Modern Evrimsel Sentez Teorisidir.
  4. Şu anda tepemizde sallanan kılıç dincilik diye her konuyu dine getirip, dinin yalanlığından dem vurmak doğru ise, başka bir an tepemizde sallanan kılıç ırkçılık olsa, her konuyu ırka getirip, o ırkın " aşağılığından " dem vurmak mı doğru olacaktı, yoksa ırk gibi, din gibi etik değerlerin siyasileşmemesi gerektiğinden mi ? Nazi Almanya'sında yaşayan bir Yahudi olsanız, Alman Irkını siyasileştiren Nazilerin ırkı olan Alman ırkını aşağılamak, Yahudi ırkının üstün olduğunu savunmak mı doğru olur, yoksa ırkçılığın yanlış bir şey olduğunu savunmak mı ? Kürt etniğini siyasileştiren Kürtçüye karşı, Kürt etniğini aşağılamak, Türk etniğinin üstün olduğunu savunmak mı doğru olur, yoksa etnik siyasetin yanlış bir şey olduğunu savunmak mı ?
  5. Laikliği tesis etmek için vatandaşların çoğunluğunun Ateist olması gibi zorunluluğun olduğu saçmalığı, Laikliğin ne olduğunun bilinmediğinin göstergesidir.
  6. Her şeyin, hatta rastlantının bile bir nedeni vardır. Hitler'i SSCB'ye karşı destekleyen, savaş öncesi ABD'de kendi Alman asıllı vatandaşlarını bile örgütleyen, Almanya'ya gitmeye teşvik eden ABD'dir. Aynen, El-Kaide'yi Afganistan'ın SSCB işgaline karşı destekleyen, CIA kamplarında örgütleyenin de ABD olması gibi. Aynen, Ilımlı İslamcılığı, El-Kaide'ye karşı bir alternatif olarak pazarlayanın ABD olması gibi.
  7. Güncel tehdit emperyalizmdir. Emperyalizmin doymak bilmeyen kar hırsı ve sömürü bilinci ile mücadele etmek, kimliklerin üzerine gitmek ile olmaz. Çünkü, kimliklerin üzerine gidilirse, kimliklerin tehdit altına girdiği hissedilirse kimlikler radikalleşir. Radikalleşme ile de Emperyalizmin amaçlarına ve yöntemlerine daha elverişli hale gelir.
  8. Canraşit şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Modern Huluk anlayışında cezaların caydırıcılık veya kısas mantığı ile değil, topluma kazandırma amacıyla verilmesi gerektiğinden, ama Psikopat Katiller için bu mümkün olmadığından en uygun olan topluma zarar vermesini engellemek için onları toplumdan tecrit etmektir.
  9. Emperyalizmin doymak bilmeyen kar hırsı ve sömürü bilinci ile gerçekleştirdiği darbe, iç savaş, işgal, sömürgeleşme, bölünme, parçalanma olmasa zihinlerin dini dogmaya köle olduğu, laikliğin bulunmadığı yerler olmazdı. Çünkü, kimliklerin üzerine gidilirse, kimliklerin tehdit altına girdiği hissedilirse kimlikler radikalleşir. Fakat, zihinlerin dini dogmaya köle olduğu, laikliğin bulunmadığı yerler olmasaydı da, Emperyalizmin doymak bilmeyen kar hırsı ve sömürü bilinci ile gerçekleştirdiği darbe, iç savaş, işgal, sömürgeleşme, bölünme, parçalanmalar yine olurdu. Örnek; Vietnam, Kore, Latin G.Amerika, eski Çekoslavakya, eski Almanya vs.
  10. Sahi niye sordunuz o zaman ? Tasarımı delil gösterenlere verilen klasik cevap : “ Tasarım varsa Tanrı var diyorsanız, Tanrının da bir tasarlayıcısı olmalı o da Yanrudur. Onun da tasarlayıcısı Zanrudur…böyle sonsuza kadar gider. Bu anlamsız olduğundan tasarım yoktur “ gibi... Fakat, Sonsuzluk, Sonsuz İrade yine Tanrının tanımına ait olduğundan bu argüman geçersizdir. ( Teizmin kendi içindeki tutarlılığı ) Nedensellikten gidilirse, “ Her şeyin bir nedeni vardır, Evrenin Oluşumunun nedeni de ilk neden olan Tanrıdır. “ diyenlere verilen klasik cevap : “ Tanrının da bir nedeni olmalı, onu da oluşmasına neden olan bir şey olmalı. O halde Tanrı diye bir şey yoktur. Sonsuza uzanan nedensellikler vardır“ Oysa, Nedenselliği de yaratan Tanrı olduğuna göre, yarattığı kurala kendisi uyması gerekmiyor. Bu argüman da geçersizdir. ( Teizmin kendi içindeki tutarlılığı ) Bir de " Tanrı varsa da kendi kendine evrimleşerek Tanrı olmuştur, dolayısıyla ona Tanrı denemez o da bizim gibi bir varlıktır " önermesi var. Bu da Tanrının yokluğuna delil olmaz. Zira, evrimleştikten sonra Evreni, İnsanı vs.yi yaratmış ise yine Tanrı tanımına uyar. İnsanın bir robotu veya bir bilgisayar oyunundaki bir karakteri yaratması gibi. Görüldüğü gibi, Tanrının varlığına delil olarak gösterilenler gibi karşı deliller de mantıksız ve basittir. Dolayısıyla, ne Tanrının varlığı ne de yokluğu bilimsel ve mantıksal olarak kanıtlanamaz. Tanrı kavramının inanç boyutunda olması da bu nedenledir.
  11. Kahrolsun demokrasi yaşasın petro-dolarlar Mısır’da general Sisi’nin komutasında kanlı bir darbe gerçekleşti. Ordu Müslüman Kardeşler’in lideri Cumhurbaşkanı Mursi’yi iktidardan indirdi. Bu darbenin haksızlığı ve uyguladığı şiddet ise bazı hakikatlerin üzerini örtmeye başladı. Özellikle Türkiye’de çok “derin” bir psikolojik harekat yürütülüyor. Mısır’da darbe ile iktidardan uzaklaştırılan Müslüman Kardeşler’in İslami kimliğine vurgu yapılarak sanki İslamcılara karşıseküler bir ordu darbe yapmış gibi bir hava estiriliyor. Türkiye’de darbeyi protesto eden kimi İslami çevreler nedense darbeci Sisi ve ekibinin Müslüman ve İslamcı kimliğini sürekli gizlemeye çalışıyorlar. Oysa Mısır’da darbeyi yapan da darbeye uğrayan da İslamcı hatta darbeye hiç gecikmeden ilk destek veren Selefi Nur Partisi İhvan’a kıyasla daha radikal İslamcı bir gelenek… Yani darbeyle indirilen İhvan darbecilere kıyasla ılımlı Müslüman… Darbenin arkasındaki en önemli ülkenin Müslümanların kutsal şehri ve Kabe’yi yöneten Suudi Arabistan olduğu nedense unutturulmak isteniyor. Suudi Arabistan kralı Abdullah darbeye desteğini açıklarken ordunun Mısır’da teröristlere karşı mücadele ettiğini açıkladı. Türkiye’de daha dün Fatih’te Mısır’daki darbeyi protesto eyleminde “Kahrolsun Sisi kahrolsun demokrasi, geliyor hilafetin sesi” diye bir pankart” açıldı. Türkiye’de İhvan’a desteği arttırmak adına bilinçli bir propaganda yürütülüyor. Darbeyi yapanlar seküler demokratlar, darbeye uğrayanlar ise ümmet için mücadele eden müslümanlarmış gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Oysa gerçek hiç de öyle değil. Mısır’da darbeci yönetimin belirlediği yeni anayasada ilk madde şeriat oldu. Mısır’da El Sisi komutasındaki ordunun atadığı Adli Mansur’un 33 maddelik geçiş anayasasında şeriat tanımı ilk maddeye kondu. Yeni “şeriat maddesi” şöyle: “Mısır Arap Cumhuriyeti; sistemi demokratik olan, vatandaşlık ilkesine dayanan, devlet dininin İslam, resmi dilin Arapça olduğu bir devlettir ve İslam Şeriatı’nın ilkeleri (genel delilleri, temel ve fıkhi kuralları ile ehl-i sünnet vel cemaat öğretilerinde tanınan kaynakları da dahil), yasamanın ana kaynağıdır.” “Mısır’da müslümanlar zulüm görüyor” şeklinde yapılan propaganda ile madalyonun diğer yüzü sürekli örtülüyor. Müslümanlara zulmü Mısır’ın kendi eşi de başörtülü ve gayet koyu bir İslamcı olan general Sisi ile onu destekleyen İhvan dışı diğer İslamcı fraksiyonlar yapıyor. Ayrıca Mısır’da yaşanan bir Şii- Sunni mezhep çatışması da değil. Mısır’da darbeyi yapan da darbeye uğrayan da Sunni… Mursi’nin tüm çabalarına rağmen İhvan ile masaya oturmayan Mısır’daki Selefi Nur Partisi’nin lideri Yunus Mahyun, devlet televizyonunda darbecilerle samimi bir şekilde görüntü vermekten hiç çekinmedi. Türkiye kamuoyuna yönelik sürekli darbeye karşı ümmetin direnişinden, müslümanların dayanışmasından bahsedenler Mısır’daki darbecilerin İslami kimliğini gizleyerek gerçeklerin üzerine örtüyorlar. Tıpkı Ortadoğu’da olduğu gibi Mısır’da da İslami fraksiyonlar birbirlerine düşmüş durumdalar. Bu Ortadoğu’da mezhep çatışması olarak yaşanırken Mısır’da ise Katar ve Suudi Arabistan eksenli bir çatışma olarak yaşanıyor. Mısır’daki darbeci yönetimi ilk kutlayanlar Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri oldu. Katar’ın Müslüman Kardeşler ile olan ilişkileri Körfez ülkelerini birbirine düşürdü ve gerilim Mısır’da bir darbe ile sonuçlandı. Yani körfezin petro-dolar zengini İslam oligarkları Mısır’da birbirlerine düştüler. Körfezin petrol iktidarları Sunni İslam dünyasında kim lider olacak kavgasına tutuştular. , Türkiye’de ise birileri ısrarla sanki İslamcı bir harekete karşı seküler bir ordu darbe gerçekleştirmiş gibi bir algı yaratmaya çalışıyor. Bu kesimler sürekli cami, namaz gibi semboller üzerinden Türkiye’de düzenli “mağdur müslümanlar” propagandası yapıyorlar. Oysa Mısır’daki darbeci ordu da en az İhvan kadar abdestli, namazında ve cami merkezli bir ordu… Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da doğalgaz ve petrol üzerinden yaşanan büyük bir kavga var. Enerji üzerinden oluşan büyük pasta bölgenin İslamcı oligarklarının iştahını kabartmş durumda ve bu nedenle bölgede liderliği birbirlerine kaptırmamak üzere kanlı bir kavgaya tutuşmuş haldeler. Batı ülkeleri ve İsrail ise bu kavganın tam ortasında duruyorlar çünkü bu birbirlerine düşmüş İslam oligarklarının mallarını satacakları yağlı müşteriler onlar… Bu İslam oligarkları ülkelerindeki doğal zenginliklerin üzerine çöreklenmiş bildiğiniz bir tüccar sınıfı… Kendi halkları yoksulluk içinde yaşarken daha doğrusu varlık içinde yokluk yaşarken, bu petro-dolar zenginleri halkın elinde kalmış tek değerini yani inançlarını ipoteklemiş durumdalar. Asıl yatırımlarını dini yönetmek üzerine yapmış olan bu tüccarların en büyük ticari başarıları dini tekelleştirebilmiş olmaları… Mısır’daki darbe de işte bu halkın tüm kutsal değer ve inançlarını ticaretlerinin sponsoru haline getirmiş İslam oligarklarının halk üzerinde uyguladığı zulmün bir parçasıdır. Türkiye’de cami çıkışlarında tekbir getirerek zulmü protesto eden müslümanlar kimin kime zulmünü protesto ettikleri üzerine de biraz düşünmek zorundadırlar. Düşünmek iktidarların korktuğu en büyük eylemdir. Sendika.org/ Eren Eğilmez
  12. Ah işte, sizin bu soruyu soracağınızı bilseydi hayvancağız, yatar vaziyette ölmez ayakta ölüp fosilleşirdi.
  13. Tabii ki açıklarım. Yalnız, siz de bana mesela Kurt nasıl Köpek olmuş, Yabani Meyvalar nasıl bildiğimiz Meyva olmuş onu bir açıklayın. Bence bilimsel konuları böyle karikatürize etmeye çalışmak yerine önce bir anlamaya çalışmak daha doğru bir yaklaşım olur. Mesela, daha önce uyarmış olmama rağmen hala Lamarck'ın Varsayımını, Darwin'in ki ile karıştırıyorsunuz . Kullanılmayan organlar körelir, kullanılan organlar gelişir ve bir sonraki nesle bu özellikler veya eksiklikler taşınır varsayımı geçersiz ve yanlış bir varsayım olan ve Evrim Teorisinin doğrulanmış varsayımı ile ilgisi olmayan bir varsayımdır. Kullanılarak gelişen organlar, yaşam mücadelesinde avantaj sağlar, kimi durumda hayati önem taşır. Dolayısıyla, alet yapımı ve kullanımı ile geliştirilebilen hem el anatomisi, hem de el becerisini sağlayan beyin ve onun ürettiği alet yapma kültürü sayesinde buna genetiği müsait olanlar bir popülasyonda avantaj sağlamış, daha fazla yaşama olanağı ile birlikte daha fazla üreme şansı da elde etmişlerdir. Dolayısıyla, Doğal Seçilim ile birlikte, Kültürel Evrim de paraleldir. Doğal seçilim, sonraki neslin hem genetiği bu el anatomisini geliştirmeye daha müsait bireylerin çoğunlukta olmasını sağlar, hem de kültürel aktarımla el becerisi daha da geliştirilerek dolaylı yoldan beyin ve el anatomisinin daha da gelişmesine sebep olur. Ondan sonraki nesil ise böylece daha rafine bir kültür ve anatomiye sahip olurlar.
  14. Efendim, iyi çarpıtmalar ! Nasılsınız ? İşler nasıl, çarpıtmalar nasıl gidiyor ? Bugünün çarpıtması bu muymuş. Beyninize sağlık çok güzel olmuş. İşin aslı şudur hanımlar, beyler : Doğada Siyanür Siyanür doğal olarak oluşur.Bitkiler ve hayvanlar tarafından üretilir ve kullanılır. Hidrosiyanür (HCN) bileşeni birçok meyvede sebzede istiridye ve de kuru yemişlerde bulunur.Örnek olarak kayısı, fasülye, soya, fındık, kiraz, kestane, tahıl ,mecimek, nektarin, şeftali, fıstık, antepfıstığı, patates, ceviz vs. 2000 ceşitten fazla doğal siyanür kaynağı vardır. Eklembacaklılar, böcekler , bakteriler, yosun , mantarlar , ve bitki türleri gibi. Yonca ve şeker pancarı gibi bitkilerde insanlarda ve evcil hayvanlarda siyanür zehirlenmesine yol açabilir. Günlük yaşamımızda siyanür bileşenleri ile temas sigara dumanında ,araba ekzosunda oluşan gazlar ve tuz ile sağlanmaktadır. Siyanürün Endüstriyel Kullanımı. Siyanür büyük oranda kimya sanayiinde kullanılmaktadır. Üretilen %80 siyanür vitrilen , naylon ve akrilik plastik üretiminde kullanılır. Diğer endüstriyel kullanım alanları boya ve metal işleme fotoğraf uygulamaları ,sentetik kauçuk, deri işleme, tarım ürünleri ve hayvancılık ilaçları,sentetik ve metalurjik kaplama ve deterjanlar, vs. Siyanür ilaç imalat sanayiinde kullanılır.Örneğin kanser tedavisi için laetrile ve hipertansiyon için nitroprusside. Siyanür bileşenleri cerrahi sargılarda kullanılır.Bu bileşenler tedavi ve ağrı azaltıcı özelliğe sahiptir. Siyanür üretiminde sodyum siyanür %20 oranında üretilmektedir.Katı ve briket olarak üretilen sodyum siyanür daha güvenli ve kullanımı daha kolaydır. Bu miktarın %90 (yani toplam üretimin %18 i) metalurjide ve altın kazanımı için kullanılır.
  15. Homo habilis (Latince yetenekli insan), soyu tükenmiş hominid türlerinden biridir. Günümüzden yaklaşık 2.5 ila 1.8 milyon yıl önce Pleistosen'nin başlangıcında yaşamıştır. H. habilis genellikle homo cinsinin ilk örneği kabul edilir. Homo türüne dahil canlılar arasında muhtemelen insana en az benzeyenidir. Kısa boylu, uzun kolludur. Ancak yüzü fazla çıkıntı yapmaz, yani modern insana benzer şekilde basıklaşmaya başlamıştır. Australopithecinenin soyundan geldiğine inanılır. İnsansı maymunlarabenzeyen ve h. habilisden daha iri olan homo rudolfensisin ise yakın atalarından olduğu düşünülmektedir. H. habilisin beyni modern insanın beyninin yarısından biraz küçüktür. Buna rağmen fosil kalıntılarının yanında çoğunlukla taş aletlere rastlanır. Daha uzun boylu ve daha beyni daha gelişmiş olan homo ergasterin de atası olduğu düşünülmektedir. Homo ergaster modern insana oldukça benzeyen homo erectusun atasıdır. Homo habilisin modern insanın doğrudan atası olduğu mevzuu hala tartışmalıdır. Homo habilisten 100 - 200 bin yıl önce australopithecus garhi de taştan aletler yapmıştır (yaklaşık günümüzden 2.6 milyon yıl önce). Homo habilis taştan aletler ve silahlar yapmış olduğu halde avcılıkta torunları kadar usta olduğu söylenemez. Daha çok leş yiyici olduğu, silahları savunmada ve et sıyırmada kullandığı düşünülmektedir. Kendini savunabiliyor olması, daha tehlikeli ortamlarda diğer primatlara oranla hayatta kalmasına daha fazla imkân vermiştir. Homo habilis buluntuları H. habilis, Tanzanya’da Olduvai Boğazında bulunan fosilleriyle tanınır. Bu fosillerin bulunduğu yerler I. Yatak ve II. Yatak olarak adlandırılır. Türe bu ad, 1964 yılında verilmiştir. Bu fosillerin bulunduğu I. Yatak’ta ayrıca Australopithecus boisei kalıntıları, yontulmuş taş aletler ve dericilikte kullanılan bir alet bulunmuştur. II. Yatak olarak adlandırılan kazı alanında Homo erectus kalıntıları da ortaya çıkarılmıştır. Burada bulunan ve Homo habilis olarak adlandırılan birey sayısı yedidir. Homo habilis’in insan evrimindeki yeri kesinlik kazanmamıştır. Bir görüşe göre Homo habilis,Australopithecus africanus türünden çok az farklılık gösterir. Bu arada homo habilis ileHomo erectus’un ayrı evrim çizgisi izlediğini savlayan bilimadamları da vardır. ( tr.wikipedia.org )
  16. Dişlerin yapısının karşılaştırıldığının farkındasınız değil mi ? Bu çalışmadan bu sonucu çıkartanların da Evangelistler olduğunun : Amerikalı antropolog Holly Smith'in 1994 yılında yaptığı detaylı analizler de yine Homo habilis'in aslında "homo" yani insan değil, maymun olduğunu gösterdi.
  17. Şimdi, bu Evangelistlerin mantığına göre, Carroll'un, bu canlının "kara üzerinde güçlü bir hareket yeteneğine sahip olduğunu" belirtmesi onun balina olmadığını gösteriyormuş. Fakat, bu canlıya balina diyen yok ki zaten. Yalnızca, balinanın evriminde bir ara tür. Zaten, bu canlı hem karada hem de denizde yaşıyor. Elbette ki, karada da güçlü olacak. Karada yaşıyor zaten ama fosilin bulunduğu katman denizde de yaşadığını gösteriyor. Timsahlar denizde yaşamaz. Ayrıca, bu yorumu yapan Evangelist hiç Timsah pençesi görmemiş herhalde. Timsahların dış kulakları vardır bunun kulakları içte. Timsahların kafatasında solungaç yarıkları yoktur, bunun var. Timsahlar tuzlu suda yaşamaz, bunun dişlerinde yapılan analizde tuz bulunmuştur.
  18. İda, Ardi ve Austrolapithecus Sediba da sahtekarlık söz konusu değildir. Tiktaalik Roseae'ye gelince, sizce müzede bulunan bu fosil ve canlandırması hiç timsaha benziyor mu ?
  19. Neandertal bir insan ( Homo Sapiens Sapiens ) ırkı değildir. Zaten ismi Homo Sapiens Neanderthalensis tir. Evrim içindeki konumu insana paraleldir. Dolayısıyla, beyin büyüklüğü zeka için bir ölçüt olmamakla beraber ( Zira, mesela Fil beyni 5000 gr.dır. Beynin büyüklüğü kaslarla alakalıdır ), insanla aynı zekada hatta daha zeki de olabilir. Bu evrimi yanlışlayan bir durum değildir. Burada karşılaştırması yapılmış : Fiziksel farklarNeandertaller ile ilk modern insanlar arasındaki en önemli fark güçlülük ve dayanıklılıktır. Neandertaller de tıpkı diğer tarih öncesi insan türleri gibi modern insandan daha güçlü ve dayanıklı canlılardı. İlk modern insanların üst kolları ve baldırları -günümüz insanına nazaran kalın olmakla birlikte- Neandertallere göre daha inceydi. İlk modern insanların ellerinin anatomisi tutmayı daha hassaslaştıracak şekilde değişti. Bacaklar gücünden fazla bir şey kaybetmedi zira tüm Pleistocene dönemi avcı-toplayıcı topluluklarında hızlı hareket etme önemliydi. Ön dişler küçüldü, yüz kısaldı, çene sivrildi, kaş çıkıntıları küçüldü. Beyin boşluğu daha yukarıya çıktı, yuvarlaklaştı ancak büyümedi. Bunun yanı sıra Neandertallerin geniş kafatasının farklı bir beyin şekli dolayısıyla da farklı bir düşünme yapısına işaret ettiği, bu yüzden de modern insandan daha zeki olabilecekleri yorumları yapılmaktadır.[4]
  20. Emeksiz hiç bir şey hak edilmez. Emek ile Kazanılanın orantılılığı önemlidir. Emeğinize göre az kazanıyorsanız sömürülüyorsunuz demektir. Aynı şekilde emeğinize göre fazla kazanıyorsanız sömürüyorsunuz demektir. Doğada sömürü yoktur. İhtiyacı karşılamak sömürü değildir. Her canlı emeği ile orantılı olarak kendisine fayda sağlar. Faydanın üst sınırı da ihtiyacı olandır. İhtiyaç fazlası diye bir şey yoktur doğada. Aslan, Ayı vs. zorunlu ihtiyacını karşılamak için EMEK harcar ve ihtiyacı olanı kazanır. Aslan, Ayı sürekli olarak aynı ceylanın, aynı arı kovanındaki arıların kendisine yavru ceylan, bal vs. getirmesini emretmiş olsa bu sömürü olur. Ama böyle bir şey yok. Çünkü bu sömürü bilinci hiç bir canlıda yok insan dışında. Sömürü insan icadıdır. Sömürü için Sömürü bilinci, Üretim Aracı Mülkiyeti ve Orantısız Emek şarttır. Kölecilikte efendiler, arazisini işleyen, orada sebze vs. yetiştirip gıda üreten kölelerin emeği ile orantılı fayda elde etmesine izin vermez. Kendi emeği olmadan yalnızca araziye yani üretim aracına sahip olduğu için o ürüne el koyar, SÖMÜRÜRLER. Feodal dönemde Soylu Ağa, Bey, Lord, Baron, Dük, Grandük, Kral vs. gibi Aristokratlar yine aynı şekilde yalnızca araziye yani üretim aracına sahip oldukları için Köylülerin ( serfler ve diğerleri ) emeğini çalarlar, SÖMÜRÜRLER. Burjuva demokrasilerinde de, Büyük ve Küçük Burjuvalar ( Patronlar ve Esnaf ), yalnızca araziye / fabrikaya / dükkana yani üretim aracına sahip oldukları için yanında çalıştırdıkları ücretli kölelerin emeğini çalarlar, SÖMÜRÜRLER. İlkel Klanlarda ise kan bağı vardır. Tıpkı bir ailedeki gibi paylaşım esastır Paylaşmamak dışlanma nedeni olur, ayıptır. Ailede Baba reis bile olsa, etin yağlı tarafını yeme hakkına sahip değildir. Bilakis çocuklara en iyi besin verilir. Çünkü onların daha çok ihtiyacı vardır. İlkel Kabile Şefi ile Aile Babası özdeştir, Kapitalist Sistemdeki Yönetici ( Müdür, Şef ) değil. Kendi sömürü bilincinin bilincine varmak da iki seçenek sunar insana, ya sömürüyü hak görüp sömürmeye devam eder, ya da vicdanının sesini dinleyip sömürüden vazgeçer.
  21. Canraşit şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Birisini hapsedip burnundan fitil fitil getiren bir PSİKOPATa -sizin anlayışınıza göre Adalet açısından -aynı muameleyi yapmak, yani; psikopat gardiyanların olduğu, hukukun olmadığı bir hapishanede hapis cezası vermek İdamdan daha adaletli olmaz mı sizin mantığınıza göre ? Yok o kadar da değil diyorsanız, idam kesinleşinceye kadar, yıllarca hapisteyken ona yapılan muamele hukuk dairesinde bile olsa, suçlunun burnundan fitil fitil gelmez mi ? Herhalde idamı evinde beklemeyecek, değil mi?
  22. Canraşit şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Hukuk felsefesi Kendi içindeki her bir akımca farklı olarak tanımlanan ve içeriği oluşturulan hukuk felsefesi, felsefenin hukuka ilişkin bir alanıdır. Felsefenin temel dallarından bir olan aksiyoloji içindeki etik başlığına bağlanır. Temel problem alanları; hukukun kaynağı, amacı, adalet, mevcut hukuk düzenlerinin (pozitif hukuk) meşruiyeti vb. gibi ortaya konabilir. Ancak pozitivist yahut realist hukuk teorileri açısından bakıldığında bu tanımlamalar eksik hatta yanlış kalacaktır. Hukuk felsefesi, hukukun daha çok adaletin gerçekleşmesi olgusuyla bağdaştırılarak başlıyor kabul edilse de Hans Kelsen gibi pozitif hukuk öncüleri tarafından, hukukun adalet gibi soyut, bilimsel olmayan tanımlar ile ilgilenmemesi gerektiği de savunulmuştur. Hukuki pozitivizm, formel bir bakışla hukukun bir normlar sistemi olduğunu ve kaynağının da devlet olduğunu ileri sürmektedir. Dolayısıyla hukuku kendi içinde tutarlı ve anlamı belirlenmiş bir bütün olarak ortaya koymanın gerekliliği üzerinde durmaktadır. Yinefelsefi pozitivizme koşut olarak adalet, hak, ahlâk gibi kavramların metafizik, spekülatif ve bilinemez (kimine göre yok) olduklarını dolayısıyla hukukun dışında tutulması gerektiğini ileri sürer. Hukuki realizm ise, bir yanıyla sosyolojik bir karakterdedir ve uygulamaya, mahkeme içtihatlarına büyük önem verir. Bu teoriye göre hukuk büyük ölçüde fiilen mahkemelerde cereyan eden şeydir ve yasa koyucunun rolü sanıldığı kadar büyük değildir. Bunlardan önce ve spekülatif anlamda felsefe içinde değerlendirilebilecek asıl hukuk felsefesi akımı doğal hukuk yaklaşımıdır. Bu düşünce hukukun Tanrısal yahut akıl kökenli olduğunu ve insan düşüncesinden bağımsız a priori değerlere dayandığını ileri sürmektedir. İnsan, hukuku icad eden değil keşfeden konumundadır ve zaten yapması gereken tek şey de budur. Doğal hukuk en temel problem olarak adalet değerini ele alır. 20. yüzyılda büyük önem kazanmış insan hakları düşüncesinin kaynağında da bu düşünce yer almaktadır. Hukuk Hukuk, birey, toplum ve devletin hareketlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini; yetkili organlar tarafından usulüne uygun olarak çıkarılan, kamu gücüyle desteklenen, muhatabına genel olarak nasıl davranması yahut nasıl davranmaması gerektiğini gösteren ve bunun için ilgili bütün olasılıkları yürürlükte olan normlarla düzenleyen normatif bir bilimdir. Hukuk, birey-toplum-devlet ilişkilerinde ortak iyilik ve ortak menfaati gözetir. Etik Etik veya en yalın tanımıyla töre bilimi. Etik terimi Yunanca ethos yâni "töre" sözcüğünden türemiştir.Aksiyoloji dalı olan etik, felsefenin dört ana dalından biridir. Yanlışı doğrudan ayırabilmek amacıylaahlâk kavramının doğasını anlamaya çalışır. Etiğin batı geleneği zaman zaman ahlâk felsefesi olarak da anılmıştır. Türkçe ahlâk bilimi olarak da anıldığı olmuştur. Ayrıca Türkçe'de etik sözcüğü ahlâk sözcüğüyle eş anlamlı olarak da kullanılır. Halkın kendi kendine oluşturduğu hiçbir yazılı metine dayanmayan kanunlara Etik Kanunları denir. İnsan davranışının etiksel temelleri her sosyal bilime yansır: antropolojide bir kültürün bir diğeriyle ilişkilendirilmesinde yer alan karmaşıklıklar yüzünden,ekonomide kıt kaynakların paylaştırılmasını içerdiği için, politika biliminde (siyaset bilimi) gücün tahsisindeki rolü nedeniyle, sosyolojide grupların dinamiklerinin köklerindeki yeri itibariyle, hukukta etik yapıların ilke ve kanunsallaştırılması nedeniyle, kriminolojide etik davranışı öven etik olmayan davranışı kötüleyen hali ve psikolojide de etik olmayan davranışı tanımlayış, anlayış ve tedavi edici rolüyle mevcuttur. Etik sosyal bilimler dışında kalan çeşitli bilim dallarına da yayılmıştır. Örneğin biyolojide biyoetik adıyla, ekolojide ise çevresel etik adıyla önemli bir yer teşkil eder. Analitik felsefede, etik geleneksel olarak üç ana alana ayrılır: Meta-etik, normatif etik ve uygulamalı etik. Etik ve ahlak arasındaki bir farktan bahsetmek gerekir. Etik daha çok ahlak üzerinde konuşur, sorgular, tartışır, düşünür, yargılar. Ahlak yöresel, Etik ise evrenseldir. Etik, evrensel kabul gören kurallardır. Uygulamalı etik Uygulamalı etiğin bir şekli, normatif etik teorilerinin belirli (spesifik) tartışmalı meselelere uygulanmasıdır. Bu durumlarda, etikçi savunulabilir bir teorik yapı benimser ve sonra teoriyi uygulayarak normatif tavsiyeler türetir. Fakat, çoğu kişiler ve durumlar, özellikle de geleneksel dindarlar ve hukukçular, bu yaklaşımı ya kabul edilmiş dînî doktrine karşı bulur ya da var olan yasa ve mahkeme kararlarına uymadığı için uygulanamaz ve pratikten yoksun bulurlar. Bunun dışında uygulamalı etikte kullanılan farklı yöntem ve yaklaşımlar da vardır. Bu yöntem ve yaklaşımlara safsatalar (veya safsatacılık) örnek olarak verilebilir. Her ne kadar uygulamaları etikte incelenen soruların çoğu kamu politikasını içerse ve doğrudan kamusallaşmış uygulama ve olaylara dâir olsa da, uygulamalı etik başlığı altında farklı sorularda incelenebilir. Örnek vermek gerekirse: "Yalan söylemek her zaman yanlış mıdır? Eğer değilse, hangi zamanlarda izin verilebilirdir (caiz)?" Bu tip etik hükümleri oluşturmak her türlü normdan önceliklidir. Uygulamalı etiğin farklı uzmanlıklardaki etik sorunları inceleyen bazı alt dalları (disiplin) mevcuttur, örneğin: iş etiği, tıbbi etik, mühendislik etiği ve yasal etik gibi. Her alt bu uzmanlıkların etik kuralları içerisinde ortaya çıkan yaygın meseleleri karakterize eder ve bunların kamuya olan sorumluluklarını tanımlar. Kürtaj, yasal ve ahlâkî meseleler Hayvan hakları Biyoetik İş etiği Kriminal adalet Çevresel etik Feminizm Eşcinsel hakları İnsan hakları Gazetecilik etiği Tıbbi etik Faydacı etik Faydacı biyoetik
  23. Canraşit şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Bir ülkede, sosyalist ekonomi uygulanarak insanlar arası sömürü kaldırılır, ulus içerisindeki sınıf farklılıkları ortadan kaldırılır ve böylece kar güdüsünü öncelleyen kapitalist mantık doğal olarak ortadan kalkmış olur. Planlı ekonomiye geçilerek ulusun tüm ihtiyaçları bilimsel olarak daha verimli biçimde karşılanır. Böylece, insanların eğitim ve kültür faaliyetlerine daha fazla zaman ayırmalarına olanak sağlanır. Sosyalist programın uygulandığı bir ülkede, insanlar ürettiği kadar tüketme hakkına sahiptir. Kominizm'e geçiş ancak ve ancak dünyadaki her ulus içerisindeki bireylerin eğitimli hale gelmesi, bilinçlenmesiyle, tüm dünyadaki sosyalist ekonomi uygulanarak sınıf farklılıkları ortadan kalkmış bütün ülkelerin birleşmesi sonucu mümkün olacak bir sistemdir. İşte o zaman, Komünizmde her birey, herkesin gücü, yeteneği oranında ürettiği mal ve hizmetlerden ancak ihtiyacı oranında yararlanır. Yani, üretim ilişkileri tıpkı bir ailede olduğu gibi, tıpkı ilkel bir kabilede olduğu gibi kardeşliğe dayanır. Devlet ihtiyacı sönümlenerek yok olur ve yerini başka organlara bırakır.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.