Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

karçiçeği_m

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.930
  • Katılım

  • Son Ziyaret

karçiçeği_m tarafından postalanan herşey

  1. karçiçeği_m

    Sibelce

    İLK AŞK Hayatın bütün yollarını düz bilirdim. Lirik bir güz yorgunluğunda, Yokuşlarda buldum kendimi. Denize gidecektim. Yokuştu. Dağa çıkacaktım. Yokuştu. Sana gelecektim. Yokuştu. Bir gece bir kuş... Öyle bildiğim gibi değildi. Arzın en dar yeriden uçtu mağmaya. Ter içindeydim. Havale çıkmazlar yakaladı gecemi. Çarşafım ilk defa böylesi kırıştı. Uyumak istedim. Yokuştu. Uyanmak istedim. Yokuştu. Arzın en dar yerinden uçan, Bir deli kuştu. Ateş renkli rüyaların yokuşlarında, En zirvede duruyordu. Kan ter içinde ilk varışımdı. Dengem, dengesizliğime yenik düştü. İlk düşüşümdü. Aşktı. İlk kez yanıyordum yangınsız. Meğer bir kez olurmuş insan. Ateşsiz bir yangının tam ortasında, Bu kadar aşık. MURAT SERKAN ÖNDER
  2. Öyle Sanma ki Sana baktığımda Aklımdan aşklar gelip geçiyor... Sana bakınca Kendimi soyut bir aynada Seyrediyor gibiyim... Nasıl ki karşılıklı iki ayna Çoğalıp gider... Öyle... Sırtımda bir şüphe küfesi Sürüyorum... Tam ıssızlığımın kavşağına gelince Sanma ki aklımdan Aşklar geçiyor. Kendimi kendimden sıyırıp Sarılıp Doyasıya öpmek istiyorum Nasıl ki karşılıklı iki ayna Çoğalıp gider Öyle... Fikret KIZILOK
  3. karçiçeği_m

    Benim Gibi

    Yalnızca yağmur yağdığında seviyorum bu şehrin insanlarını.. Herkesin yüzü gözü ıslak, Başları eğik omuzlarının arasında.. Yağmur yağdığında... Herkes.. Benim hep olduğum gibi... Ceyhun Yılmaz
  4. karçiçeği_m

    Sibelce

    İSTANBUL GİBİ GELDİM KAPILARINA Zarif bir aşığın sevdiğine sunacağı nazenin bir gülü, solar korkusuyla öpemeyip etrafındaki havayı koklaması gibi narince vuruyor dalgalar duvarlarına. O dalgalar ki, âşıkların figanlarından yorgun düşünce; kuş tüyü yastık gibi uzatırlar boyunlarım senin kıyılarına. İşte şimdi ben kurak iklimlerin toprağı gibi çatlayan dudaklarımla bir solgun gül gibi geldim kapına. Öp beni, kokla ve yeşert asırlardır bağrımda nadasa bıraktığım aşkları. Çünkü ben dinmeyen bir yürek sızısıyla, solgun bir gül gibi geldim kapına. Senin kıyılarına habersizce vuran midyeler, gözlerinin büyüsüne tutulur ve ıstıraplarından bir damla gözyaşı dökerler. 'İnci' dese de insanlar, o gözyaşı senin yoluna sunulmuş biçare bir aşığın adağıdır. İşte şimdi ben adanmış bir kurbanın sevinç gözyaşlarıyla, bir midye gibi geldim kapına. Okşa saçlarımı ve inciler çoğalt içimde. Çünkü kırılgan bir şarkıyken gözlerim, bir midye gibi geldim kapına. Nicedir içinde sakladığın türküleri fısıldadığın martılar şaşkın şaşkın dönerler Kâbe misali başında. Tutsağın; gönlü yanık şehzadeye tutkun nedimenin, gül dudaklarından güneşin batışıyla dökülen ağıtları dinletirler gelip geçen gemiler. Umutsuz âşıklara keder verir, hasrete bulanmış bir kalple gemileri bekleyen kadınlara elem sunar sözlerin. İşte şimdi ben acıyla doğurduğum güneşin hatırına, şaşkın bir martı gibi geldim kapına. Gönlüme fer saran türküler söyle bana. Çünkü ben talan edilmiş gemilerde salınan nazlı bir sancakken, şaşkın bir martı gibi geldim kapına. Senin sarp bakışlarına yakalanmak korkusuyla usulca yanı başından süzülüveren rüzgârın eteğine tutunur İstanbul. Bir zamanlar ahşap konakların çerçevelediği taşlı yollarda salınan ve fidan boylu, baygın bakışlı, al yanaklı hanımefendilere yollanan mendilleri taşıyan yiğit elçi rüzgâr, artık uzak iklimlerin hüzün yüklü mevsimlerini getirir kapına. İşte şimdi ben, şehirlerin padişahı ve yüreğini verecek namlı bir güzel bulamayan... İstanbul gibi geldim kapına... geçit vermez sur ol kalbime ve ulubatlar gönder kara bulutlar çöktüğünde sineme. çünkü ben, sürgün olduğum gözlerine aşklar adayarak, mağrur İstanbul gibi geldim kapına. işte şimdi ben, geldim kapına ey yar. tutsak et beni gözlerinin kulesine. alıntı...
  5. Daha ne kadar derin yaralara ev sahipliği yapacak kalbim bilemiyorum. Kokunu özleyeceğim en çok biliyorum..... Bir tek kokudur geçmeyen zamanla Her duyulduğunda biraz daha keskinleşen..... Hala burnumda seni düşündükçe içimi yakan kokun... Birde gözlerin, güneş açınca deniz rengini alan gözlerin, Sen bilmezsin bakmaya doyamazdım gözlerine, Şimdi gözlerime ağlamayı öğrettin Bu yaşlar utangaç boynumun kolyesi olsun... Bana sarıldığında vücudumu saran sıcaklığın yerini hiç birşey alamayacak biliyormusun? Sen giderken en çokta beni götürdün yanında, bu üzüyor, bu yıkıyor belkide en fazla bu acıtıyor canımı... Çaresiz olmak, geç kalmış olmak, elini uzatsan tutabilirsin beni, elimi uzatsam tutabilirim seni, ama o eli uzatamıyor olmak, sevdiğin için, sevildiğin için vazgeçmek çok ağır geliyor. Ben hiç sevdiklerimden vazgeçmedim ki, Hiç bir sevenim benden vazgeçmedi ki..... Hergeçen gün biraz daha çocuklaştığımı hissediyorum, biraz daha çaresiz, biraz daha mutsuz, biraz daha üzgün... Buda geçer diyenleri umursamıyorum bile, bildiğimi değil bilmediğimi söyleyenler lazım bana... Yada susanlar sadece dinleyenler, sevemedim ki hiç yorum yapanları. Hangi bahane avutur beni, Hangi günahın bedeli bu, Kandırmıyor ne gündüzüm, ne gecem Böyle yalnız kalınmaz..... Çok mu fazla bu sitem, Ağır değil mi bu ceza Söyle kim çok gördü seni bana Böyle intikam olmaz... Şimdi yanımdaki herkese seni anlatıyorum, nedenlerimi,neden seni sevdiğimi, bir başkasını değilde neden seni sevdiğimi... Bilmiyorum nedensiz sebepsiz birşey bu, sorgusu suali yok... Belkide açtığım zaman o kilidi sende uçup gidiceksin, belkide hiç hatırlamayacağım seni... ama anahtarım yok açamıyorum... Aşıklar ve sarhoşlar sır tutamaz Sırsızım Anlattım seni herkese Rahatlamadım.... Şimdi seni nasıl unuturum, senden nasıl vazgeçerim sorularının cevaplarını arıyorum, bulamıyorum, sen geliyorsun aklıma vazgeçiyorum. Gözlerin geliyor, ellerin geliyor, beni sevişin geliyor aklıma en basitinden, çıkarsız sevişin, sadece ben olduğum için, sadece seninle olduğum için, sadece sen olduğum için sevişin geliyor, vazgeçiyorum. Senden geçmeye çalıştıkça Seni geçiriyorum aklımdan İnadıma İsteyerek yapıyorum... Seni sevmek, belki yanlızca beynimde bilinmedik bir patlama olarak kalacak, korkmuyorum. Ben seni sensizde yaşarım..... Gün olur sana çoğalırım, seni üretirim aynı güzelliğinle, ve binlerce sen içimde, binlerce sevda...... Her biri özleminle dağlayan gözlerimi.Her biri bana gelen, karanlığın ışığı yırtması gibi uykularımda..... Gün olur, kahırlar bedenimi damla damla eritir, tükeniriz, içimdeki senle birlikte tükeniriz, kimseler bilmez.... BeN sEnİ sEnSiZdE YaŞaRıM...... Ağlamak zoruma gitmez, hesapsız sevmelerdir gerçek kimliği aşkların. Unutma; BeN sEnİ sEnSiZdE YaŞaRıM...... Gün olur teslim olurum belki korkularıma, görmezsin beni. Seni korkularımla yaşarım. Gecenin bir yarısı kan-ter içinde uyanırım düşlerimden, kimbilir kaçıncı yitirişimdir seni, hakedilmemiş yenilgilerimde. SeNi YaLnIzLıKlArImDa YaŞaRıM Alıntı...
  6. karçiçeği_m

    Sibelce

    Gün Batımında Başlar Özlem... Günbatımında başlar özlemler. El ayak çekilmeye başlayınca bu yalancı kentten, kalırsın baş başa bir sen, bir yalnızlığın, birde özlemlerin. Ellerin üşümeye başlar yoksa sevgilin yanında. En büyük özlem de onadır ya Kendini hep yarım hep eksik hissedersin. Duvarlar üstüne gelir Onun yokluğunda. Yaktığın sigara bile senin gibidir biraz acı biraz kederli yanar. Sonra bir şarkı tutturursun yada geliverir aklına. Söylersin ama O duymaz, istersin gelmez. Özlersin onu. Sonra bir bakmışsın iki damla yaş akmış yanaklarından ona doğru. Süzülürken yaşlar yanağından dudaklarına, öper de yollarsın o yaşları Ona. Özlemişsindir. Sonra ardından bir sigara daha yakarsın sonra bir tane daha bir tane daha... Baktın olmuyor, bulamıyorsun bir çare atarsın kendini yatağa uyuyup kurtulmak için bu özlem acısından. Önceleri acı zannedersin ama, sonra anlarsın ki o senin sevginin ateşi, sevginde onun oksijeni. Ama bilemezsin ki her şey daha ağır daha acı olacaktır şimdi. Kapatırsın ışığı girersin yatağa. Bir de bakmışsın bedenin yalnız, bedenin buz gibi. Ararsın beklersin bir dokunuş, bir sarılış. Uyurken duymak istersin o sıcak nefesin verdiği huzuru ama, sende bilirsin ki sağın karanlık solun karanlık. Hani alışmıştır kulakların duymak ister iyi geceler sözünü, küçücük masum bir öpücük istersin. Yalnızsın ne duyarsın ne hissedersin. Bir serseri mayınsındır artık. İçin özlem yüklü yüreğinde bir derin yara beklersin uykuyu bir sağa bir sola dönüp. Dedim ya yalnızsın ne uykun gelir ne sızısı diner gönlünün. Uyumak için kapatırsın gözlerini gözünün önüne mutlu anlar gelir, gülümser sana. O tebessüm ettikçe senin yüzün asılır. Sonra haykırmak istersin içinden ama, olmaz. Sonra bir küfür sallarsın yalnızlığına bir isyan edersin özlemine. Kızıp durursun sonra uyuya kalırsın. Sabah kalktığında geceden kalma hüznün hala damarlarında dolaştığını hissedersin. Sonra iş güç derken uzaklaşıverir damarlarında dolaşan bu serseri hüzün. Rahatlarsın. Ama unutmuşsundur ki, gün batımında başlar özlemler... Alıntıdır...
  7. karçiçeği_m

    Sibelce

    Rüzgarda ve ateşlere, hasretinde yaktım da, Bir seni yakamadım beni yaktığın gibi. Çölde su, mahpusta gün, oruçta ekmek gibi bekledim seni. Sense, sense araya korkular koydun, yasaklar koydun, Bitmez tükenmez engeller koydun. Şimdi, şimdi neredesin diye sakın sorma, Sen çağırdın da ben gelmedim mi. Sen varken darılmazdım çiçeksiz baharlara, Yağmurlu havalara, bu kasvetli akşamlara darılmazdım. Sen varken bakıp içlenmezdim Tren istasyonlarına, otobüs duraklarına. Sen varken ayrılanlara ağlamazdım, Yıkılmazdım biten sevdaların ardından. Gidenlere küsmezdim, kalanlara acımazdım. Sen varken, sen varken böyle üşümezdim, titremezdim. Masumdum çocuklar gibi, böyle delirmezdim, kükretmezdim. Hele ölmeyi, hele ölmeyi hiç düşünmezdim. Şimdi soruyorum sana, Adı sevdaysa bu cehennemin Sen yaktın da ben yanmadım mı ? Biliyorsun bütün acılarına yeşil ışık yaktım olmadı, Bütün korkularına arka çıktım olmadı, Dağlara merdiven dayadım olmadı, Haziranda kar oldum yağdım avuçlarına olmadı, Sevdim olmadı, yandım olmadı, taptım olmadı. Benden artık pes. Bu aşkın biletini istediğin gibi kes. Nasılsa, nasılsa gidiyoruz biliyorum git, Ama ardında ağlayan bir çift göz, Paramparça bir yürek, Ve yıkılmış bir dağ görmek istemiyorsan, Çek silahını daya sırtıma. Titrersem namerdim. Sen vurdun da ben ölmedim mi, Sen vurdun da ben ölmedim mi. Ahmet Selçuk İlkan
  8. karçiçeği_m

    Sibelce

    Hayatın sana sunduğu herşeye alışmalısın. Bırakıp gidenlere ve geride bıraktıklarına da. Çünkü kendimden biliyorum, eninde sonunda kazanan hayat oluyor ve bize düşen istesek de inat etsek de unutmak oluyor veya alışmak.... Sevmeyi öğrenmemek en iyisi, biliyor musun? Belki hayat tatsız tuzsuz bir yemeğe benziyor ama kalbin yanmıyor en azından. İlk defa bu acıya düştüğümde yüreği elinde bir delikanlıydım. Aşkın kendisi zaten tüm damarlarımızdaki kanı çeken bir dertken ben daha kötüsünü yaptım, canımdan çok sevdim. Bir kat arttı çektiğim acı. O zamanlar bir daha cesaret edeceğime inanmazdım asla, ama bir defa öğrenmeye gör. Zihnini bulandıran esrar gibidir. Bir kere de tiryaki olursun ve bile bile dalarsın acının içine yeniden. Bir kere öğrendin mi aşık olmayı, hiç yapamazsan yoldan geçenlere aşık olursun. Ve bir defa alıştın mı aşk acısına yoldan geçen hepsinin arkasına bile dönüp bakmazsın, acısı içinde kalır yine de. Ve kalbin alışmıştır aşık olmaya, kaybetmeye. Giderek daha delice aşklar bulur seni, zamanla anlarsın ki aşık olunan çok da önemli değildir. Bizzat aşkın kendisidir aşık olduğun. Duymadığın, görmediğin, dokunmadığın ve koklamadığın -belki de bunları ummadığın bile- birine aşık olmak nasıl bir şeydir. Aşk değişir. İşte sen tam da o günlerde buldun beni. Ve onun için çok sevdim seni. Onun için aşık oldum. 18 yaşımın sonuna gelmişim ve aşk deyince acıdan başka bir duygu yaşamamışım. Aklımda aşktan kalma bir kucak dolusu kaçış, terkedilmişlik ve aldatılmışlık var. Yine de bile bile düşüyorsam, bu aşk değil. En azından adı aşk gerisi ruhu değil. Sen geldiğinde de biliyordum. Ya senden kaçacaktım ya sen de gidecektin. Sahi bu defa hangisi oldu? Onu bilemedim. Aslında tüm bu yaşadıklarımız benim "kader" diye anlattığım bir hayat sahnesi. Bizden habersiz kuruluyor sahne, oyun oynanıyor ve biz de oyunun baş aktörleriyiz belki, sonra perde kapanıyor. Böyle bir şey. Seni bulmak ne kadar güzelse, seni kaybetmek de o kadar güzel. Hayır yanlış yazmadım. Çünkü içinde sen varsın. İçinde sen varken bir şey nasıl kötü olabilir? Belki bir gün okuma fırsatın olur, ama sana yazıldığını bilmeden. Buraya bir işaret koymalıyım diye düşündüm, bir kelime. O kelimeyi okuduğunda kalbin burkulsun ve anla ki bunu yazan benim, hikayesi bizim hikayemiz... Alıntı
  9. karçiçeği_m

    Sibelce

    Gözlerin kayIyor gözlerimden , sözlerin birer bIçak gibi ; karnIma saplanIyorlar teker teker. sen anlatmaya devam ederken , ben asLInda seni dinlemiyorum. kokularIn anlatIyor bana gidecegini , simdiden gitmeye basladILar bile. ellerini bir yukarI, bir asagI hareket ettirirken bile gözlerin yükselmiyor yerden.sürekli aynI kelimeleri seçiyorum cümlelerinden "olmadI." "olmaz." , bir döngü halinde 2 cümlede bir kendilerini tekrar ettiriyorlar , sen benim gözlerime hala bakamazken. bütün oda dagILmIs , kitaplar yerlerde , yastIgIm kucagImda , bIraktIklarIn ise yatagIn üzerinde duruyorlar ; dokunulmamIs. kIrIk kapImIn hemen berisinde durup bana bakIyorsun , agzIna gelen her lafI söylerken. ben seni dinlemiyorum ki ; sadece ileriye geriye sallanIyorum. kokularIn gidisinin yasInI tutuyorum. uzun bir sessizlikten sonra "bir seyler söyle" lafInla bozuluyor sessizlik. ne diyebilirdim ki sana ; ellerim titrerken , ben yastIgIma sarILmIs ileri geri sallanIrken.diyecek gücüm mü vardı ki? hatta , sana bir "gitme" diyebilecek gücüm bile yoktu. yastIgI sIkIyordum ben bütün gücümle ve senden kalanlar yatagIn üzerinde duruyordu. sen beni "hiçbir seysizlik" ile suçlarken , ben seni dinlemiyordum ki. sen benim "imkansIzLIk"larımdan bahsederken , ben seni hiç mi hiç dinlemiyordum. sen bana küfür ederken , ben senin gözlerine son bir kez daha bakmaya çaLIsIyordum. ki , sanIrIm basarIsIz oldum. çünkü ; sadece gözlerim anlatabilirdi sana ne oldugunu. ne hissettigimi , neden yaptIgImı , o gün ne olduğunu , kapImI neden kIrdIgImI , neden sürekli tIrnaklarImI yedigimi , neden iç çektigimi , neden oldugum yerde saydIgImI. ama sen benim gözlerime hiç bakmadın ki. hiçbir kelime anlatamazdI sana , seni ne kadar çok geri istedigimi , eskisi gibi. ama sana dur da diyemedim , gücüm yoktu. yitiktim , kötü bir sekilde düsmüstüm. ve bu sefer kaldIran bir "sen" yoktun. sen orada senden geri kalanlarI çabucak toplarken , ben yastIgImI IsIrIyordum , ileri geri sallanIyordum. içimden "gitme" diye bagIrIyordum , gözyaslarIma engel olmaya çaLIsarak. "hala bir sey söylemeyecek misin?" derken parçalandI içim , kendimi bir türlü inandIramadIgIm "senin gidecegin" gerçegini artIk beynim de algILamaya baslamIstI. ne diyebilirdim ki. gitme demeye cesaretim ve gücüm yokken ; "hosça kal" çIktI agzImdan. sen benim KIrIk kapImI vurup çIkarken , ben yastIgIma sarILIyordum yere yatIp , kIrILmIs camlarIn üzerine , ilk ve son yas töreni için. sana , "gitme" diyecektim. ama sen benim gözlerime hiç bakmadIn ki..
  10. karçiçeği_m

    Sibelce

  11. karçiçeği_m

    Sibelce

    Ankara biraz durgun geldi bana....yaza gelde beraber takılalım yine.Adres barın sensiz tadı çıkmıyor beee ama yinede çok seviyorum bu şehri...bu şarkı ikimize gelsin... Ankara Akşamüstü hüzün çöker Ankara’nın çehresine Işıkları çabuk düşer Evlerinin perdesine Benim derdim bana yeter Behey hatıralar, behey sevdalar. İlk, orta ve liseyi küçük bir şehirde, Yüksek okulu Ankara’da okumalı insan Einstein’ı, Georges Politzer’i Ankara’da öğrenmeli Öğrenci yurdunun kapıları kapanırken anlamalı Nazım Hikmet’i Dost dost diye nicesine sarılırken insanlar, Sakarya’nın esmer yüzünü görmeliydi Aşık Veysel. Daha ağır çalınmalı misket, halaylar susmalı Konsoloslukların güvenliği sağlanmalı Eskortlara yol açılmalı meclis kavşağında Perişan olmalı kredi yurtların harç kuyruğunda Akşam da “haraca bağlmalı Beytepe Öğrenci Yurdu’nu” Sonra utanmalı, arkadaş olmalı “zengin çocukları”yla Cuma geceleri öğrenci sokağında bir meyhaneye gitmeli, otobüs bileti garantiye alınıp, kalan paranın ¼ ’üyle bira içmeli, sonra da iki adım ötede bir çorbacıya dalmalı, az çorba söyleyip iki ekmek yemeli “ İşçiler, memurlar, öğrenciler Ankara’da yürümeli” Alış veriş yapmalı daha sonra, sinemaya gitmeli Ve Ankara’da aşık olmalı insan.Okul bitince de çekip gitmeli, bir daha da dönmemeli. Servet Kocakaya
  12. karçiçeği_m

    Sibelce

    UNUT BENİ CAN Bu kaçıncı gece hasretinle yandığım Kaçıncı gece yıldızları yıkadığım göz yaşlarımla? Mesafeler yırtıldı hıçkırıklarımla Bosnalı kadınlar duydu feryadımı. Sen, sen duymadın mı can? Ne vardı bu kadar uzak yerlerde açacak? Benden uzak o iklimlerin, Benden uzak o şehrin, Kahrolası o kalabalıkların Benim kadar ihtiyacı mı vardı sana, Benim kadar hasret çekti mi Kahrolası o şehrin semaları, Benim kadar yandı mı? Ne vardı can? Ne vardı uzak iklimlerde açacak? Ne vardı Kendimizi bu kadar kahredecek? Kara trenler umut olmamalıydı, uzayan yollarda kalmamalıydı bakışlar. Dünya, bir tek nokta olmalıydı can... Bir tek noktada doğmalıydık. Dönüp dönüp sana varmalıydı yollar, Ben, hep hasret türküleri söylememeliydim, Sen, hep hasret şiirleri okumamalı. Hasret diye bir söz olmamalıydı lügâtlarda Geceler boyu hergün göz yaşlarımla ıslanmamalıydı yıldızlar. Gönlüm bu sevdaya dar gelir oldu Boğuyor karanlıklar can... Mesafeler kurşun oldu amansız, Feryadıma şahit oldu yıldızlar Can... Can... Hasretin ağır bir yük omuzlarımda. Ben çekmekten usandım, sen usanmadın mı? Bildim, bitmeyecek bu hasret! Uzak iklimlerde açmış iki çiçeğiz. Hangimiz gelsek diğerinin yanına, Kuruyup, kaybolacağız. Ben, kıraç topraklara döndüm can, Ben, kurumuş dereler gibiyim. Issız mağaralarda kaldı umudum. Belli bu sevda kahredecek bizi, Unut be can... Unut bu sonu gelmez sevdamızı... bırak yeni güneşler doğsun semalarında bulutlar gizlemesin yıldızlarını yeniden başlasın herşey yeniden doğ bensiz şafaklarda. Unut can, unut senin için yazdığım sevda şiirlerini. De ki; bir rüya idi bitti. De ki; bir hayaldi, solgun aynalarda yansıyan. De ki; bir romandı, sonu koskoca bir hiçle biten. Unut beni can, Unut vakit varken... Bırak hasretin bana kalsın. Varsın cehenneminde kavrulsun gönlüm. Ben yine her gece saçlarını koklayayım uzak yıldızlarda. Gözlerimde takılı kalsın hayalin. Sen unut can, sen unut! Kahredersem, Milyon kere kahrolayım! Mehmet Taş
  13. karçiçeği_m

    Sibelce

    Kareli kâğıda, inci gibi yazmış, “Kitabınızı iki saatte, soluk soluğa okudum” diyor mektubunda: “Ama sonundan pek bir şey anlamadım.” Uzaktan bakıyorum: Bazıları hızlı hızlı okuyor kitapları, sonuna varmak için. Son sürat yaşıyorlar aşkı da. Yaşıyor ve tüketiyorlar. Sevgililerinden ayrılınca bir fast-food restoranından çıkmış gibi hissediyorlardır herhalde; tok ama tatmin olmamış. Bense yavaşlığımla meşhur olduğumdan, bu hız duygusundan korkuyorum. Çünkü hayat bize sunduğu aşktan başka hiçbir şeye değmiyor. Sadece öyküyü anlamak ve sırrı çözmek için âşık oluyoruz bazen. O zaman ağır ağır, tadını çıkara çıkara yazıyoruz öykümüzü; tenimizi ve ruhumuzu kâğıt yerine kullanarak. İstiyoruz ki günün birinde ayrılsak bile gururla hatırladığımız satırlar kalsın geriye. Her sevişmenin girişi, gelişmesi, sonucu var. Sevgilimizin bizim için neler hazırladığını; o, kapıdan girene kadar merak ediyoruz. Sevişmek bu yüzden sürükleyici, akıcı bir şey; bir sayfadan öbürüne, soluk soluğa geçildiği için. Çünkü hiçbir şeye değmiyor hayat, bize sunduğu aşktan başka. Çünkü sırf öyküyü anlamak için âşık oluyoruz bazen. Âşık olunca gizli bir elin yazdığı öyküde hissediyoruz kendimizi. Her şey bir yazar tarafından düşünülmüş gibi geliyor. Hissettiklerimiz, bilgisayar tuşlarına arka arkaya basan ve yüzü ekranın donuk ışığıyla aydınlanmış o dalgın adamın eseri. Bütün insanları, evleri ve kedileri öykümüzü daha iyi anlatabilmek için yaratmış. Esas kız biziz şimdi. Esas oğlan biziz. O kurgunun sonunda bizi neyin beklediği belli değil ama. Bazıları işte bu yüzden nefes nefese çeviriyor sayfaları. Çünkü onlar öykünün sonunda ne olacağını merak eden okurlar. Bütün öyküyü, sonunu öğrenmek için okuyor ve maalesef kaybediyorlar sırrı. Son sayfaya ulaşmak için o kadar acele ediyorlar ki, yol boyu sıralanmış güzellikler gözlerinden kaçıveriyor. Tabii öykünün sırrı da kaçıyor bu arada. Bu yüzden ağız tadıyla yaşayamıyorlar aşkı: Sonunu merak ederek okudukları için. Sayfalarını yutarcasına çevirip onu son sürat tükettikleri için. Oysa unutuyorlar: Telaşla finiş çizgisine varmak zorunda olduğumuz bir yarış pisti değil aşk. Sindire sindire yol alabileceğimiz ağaçlı bir yol. Canımız çekerse bir taşın üstüne oturabilir, elimizi sevgilimizin omzuna atıp manzaraya uzun uzun bakabiliriz. Tabii bu arada öpüşebilir, hatta etrafta kimse yoksa sevişebiliriz bile. Üstelik aceleye de gerek yok. Çok şükür kimse kronometreyle başımızda dikilmiyor. Yolun sonunda ne olduğunu öğrenmek için koşturmaya zorlamıyor bizi. Hem ister harikalar diyarı olsun, ister bir bataklık: Yolun bittiği yerde ne olduğuyla ilgilenmeyebiliriz. Sevişmenin tadını çıkarmak, kuş seslerini, yaprakların hışırtısını dinlemek daha önemli olabilir. İster ayrılsın âşıklar, ister düğün yapsınlar: Öykünün sonunda ne olduğu o kadar önemli değil aslında. Her güzel cümlenin keyfine varmak, okuduğumuz anlamlı bir sözden sonra pencereden dışarı, yaklaşan sonbahara bakmak dururken. Peki bizi böyle acele ettiren ne? Hayatın rüzgârları bugünlerde niye Aşiyan yerine İstanbul Park dolaylarından esiyor? Oysa Formula arabalarından çok önemli bir farkımız var bizim. Onlar işlerini ne kadar çabuk bitirirlerse, o kadar çok puan alıyorlar. Bizse aşkın ve sevişmenin tadını çıkarabilirsek kazanıyoruz. Aşkı son sürat tükettiğimiz zaman hayatın sihirli eczası da uçup gidiyor avcumuzdan. Öyküyü anlamadan, sırrına varamadan okuyup bitirmiş oluyoruz. Mektubunda, “Kitabınızı iki saatte okudum ama sonundan hiçbir şey anlamadım” diyen okuyucunun aradığı yanıt kendi cümlesinin içinde belki de. Sırf sonunu merak ettiği için okuyunca, hiçbir öyküyü doğru düzgün anlamıyor ki insan. Aslında macera filmlerini bile iki kez seyretmek lazım. İlk heyecan yüzünden kaçırdığımız ayrıntıları görebilmek için. Oyuncunun yüzündeki bir ifadeyi, dekordaki bir inceliği, zarif bir jesti... “Gerçek yolcu, sadece gidebilmek için gidendir” diyor, şairlerin en gizemlisi Baudelaire. Sadece gidebilmek için gitmek... Yolcu olmanın tadını çıkarmak... Dönüp baktığımız zaman, “İyi ki yaşamışım lan, aferin bana” diyebileceğimiz aşklardan geçmek yol boyunca... Ve sonunu merak etmeden yaşamak; hayatı da, kitapları da... Tuna Kiremitci
  14. doğum günün ktlu olsun
  15. karçiçeği_m

    Sibelce

    walla ne kadarda iğğğ öğğ böğğ desemde çok komiklerdi.emeğine sağlık
  16. seni yine formda gördüm 10bine az kalmış ha gayret
  17. karçiçeği_m

    Sibelce

    Bazen yar gider… Gidişiyle yollara bölünür yüreğimiz.Ve tarifsiz yaralar en mahrem köşelerimizi işgal etmeye başlar. Adını koyamadığımız hüzünler attığımız her adımda habersiz çıkıverir karşımıza. Gidişiyle yürek kentimizin bütün bütün sokakları param parça olur ve attığımız her adımla garip bir gurbetin ummanına demir atarız. Tanıyamadığımız bir kalbimiz vardır artık. Ve hasrete dair yoldaşlık eden türkülerimiz. Göz bebeklerimiz birçok noktaya bakar ama aslında gördüğümüz o gelmeyen ve bir türlü gelemeyen ve beklide bir daha hiç göremeyeceğimiz yarin endam-ı hayalidir. Kulaklarımız birçok sesi işitir işitmesine de aslında duyduğumuz hep yarin sesidir. Şimdi bir sessizlik vardır yürek kentimizin en işlek caddelerinde bile bir ıssızlık. Bir evin terkedilmiş ilk günü gibiyizdir artık. Garip bir izdihamın hengamesinde bir oraya bir buraya gayr-i ihtiyari sürükleniriz. Nedendir bilinmez ama aynalardan saklarız kendimizi ve o açık sözlü, sözünü esirgemeyen camlara bakmayı istemeyiz. Korkarız beklide aynalara bakmaktan. Çünkü orada şahit olacağımız suret ayrılığı yaşayan ve ayrılığı koklayanın suretidir… Bazen yar gider…. Gidişiyle yeni bir mevsime gebe kalır gönül. Atılan her adım ve geçen her yeni gün yeni gurbetlerin haberciliğine soyunuverir. Yeni yaralar demektir yeni mevsimler. İlaç olacağı düşünülür zamanın fakat akan her saat an be an özlemi tattırır. Bu deli firak yüreğin dört bir yanını işgal ederken yare benzetilir nereden geldiği bilinmeyen meçhul bir yüz. Bir an yürekte nihayetsiz bir sürür peyda olur. Gözlerim bakışındaki dalgınlığa ve kalpteki bu masum titrekliğe bir isim bulunmaz. Ve bu nihayetsiz yürek atışları garip bir zamana sürükleyiverir farkındalığımızın tamamen dışında bizi. Fakat bütün bunlar zamanın durduğu ve bu mefhumun adeta sukut-u mutlak ettiği bir anda zuhur etmektedir. Ve benzetilen o meçhul yüz hiçbir zaman yarin yüzü olmayacaktır. O hiç gelmeyecek ve biz gözlerimizi biraz daha kısarak ve yüreğimizi biraz daha burkarak sessiz göz yaşlarıyla umutsuz umutlara koşacak ve ağlamaya devam edeceğizdir. Gariptir ama aşığın vuslatı biraz haric-i imkandır. Ağlamak ve herdem özlemek ona daha bir yakışmaktadır. Çünkü o artık bir çileler vadisinin gönüllü erlerinden biridir. Çeker de çeker. Sızım sızım sızlarda kimselere belli etmez arz-ı halini. Bunun için tabib dahi istemez kendine. Ve gelen tabibe el çek yaramdan diye türküler yakar. Aşk derdiyle hoşem tabib el çek yaramdan…. Bazen yar gider…. Gidişiyle azgın bir ırmağın sularına kapılır kalbimiz. Ve simsiyah geceler eline aldığı kalın bir kırbaçla insafsız tokatlar atar yüreğimize en vurgun saatlerde, hasret ve özlem kokulu. Bir sistir, bir buğudur kaplar yollarımızı. Hiç tabela rehberlik edemez olur bize. Hiçbir yeşilin, hiçbir mavinin bir kıymeti ve bir albenisi kalmaz gözlerimizde. Bir yangındır sarar içimizi, bir alevdir kor misali yangından yangına sürükler bizi… Bazen yar gider…. Gidişiyle yürek kentinin bütün kasabaları bir bir işgal edilir. Nedensiz ve sebepsiz sıkıntılar tıpkı bir eylül insafsızlığıyla tarif-i meçhul acılara sürükler bizi. Bir gönül eri ararız, bir muptelay-ı aşk ve bir hüzn-ü meczub… Fakat kimseler anlamaz bizi. Kimselere anlatamayız arz-ı halimizi. Bu ağır ahval içinde biz bir kere daha anlarız ki; bu aşk denilen mefhum hasretle yoğrulmuş, acıyla pişirilmiş ve ayrılıkla sunulmuş çileler vadisinin köle sultanlığından başka hiçbir şey değildir….
  18. Nasılda aldanıp sevmişim seni Nasılda ömrümü vermişim sana Aşk yalanmış sevda yalan Keder oldu bana kalan Bir masalmış bu yaşanan Yalanmış yalan Yalanmış bakışın gözler yalan yalanmış Yalanmış gülüşün sözler yalanmış
  19. Şahrut ve Seyduna türkülerinde var bu parça ve gerçektende çok beğenerek dinlerim.senin merakın niye peki yani ilk kez mi dinledin bu bayağı eski bir parçada.ve son bişi senin yorumun ne parçayla ilgili
  20. karçiçeği_m

    Sibelce

    bitmek için başlar bazı sevdalar Bitmek, tükenmek ve beklemek.... Sevdalara özne olmuştur, yüklem olmuştur, sıfat olmuştur çoğu zaman... Bitmek için başlar bazen sevdalar... Kaderler anlaşma imzalar daha masaya oturur oturmaz.... Son durağına bilet alamazsın... Ya hiç binmeyeceksindir sevda trenine yada bir ara istasyonda bırakıp gideceğini kabul edeceksindir.... Gözlerinde kaybolurken umutların, doyasıya bakmak istersin, bir gün hasretiyle yanıp tutuşsanda bakamayacağın o gözlere.... Lanet edersin zamana, tutmak istersin akıp gitmesin diye avuçlarından... En dipsiz kuyulara hapsetmek istersin ayrılığı, gelip yerleşmesin diye yüreğine acısı... Olmayacaktır avuçlarında bir gün o sıcak elleri. Bunu bilerek daha sıkı tutarsın ellerini... Acıtır içini her saniye... Bilirsin az zaman kaldığını... Yalancı gülüşler aşina olmuştur acıyla ısırdığın dudaklarına. Gülen gözlerinde yalancıdır içinin nasıl yandığını söylemeyen yüreğin gibi... Her bakış, her dokunuş yakar kavurur acılardan yorulmuş kalbini.... Tükenirsin yavaş yavaş.... İsyan edersin ayrılıklara.... Öleceği günü bekleyen bir hasta gibi beklersin ayrılığı... Umutların kar misali erir gider avuçlarından. Kuramadığın hayallerin küser birer birer. Sevgiler azar azar yitip gider. Esen her rüzgar yanaklarında kurutur gözyaşlarını... Sevmek bu kadar zormudur... Acıtmakmıdır yüreğini amansızca aşkın kuralı... Beklemekmidir yaşamak yerine en güzel masalları... Her sevda bir ayrılık hikayesi mi olmalı... Bitmek için başlayan hikayeler vardır alır seni hayatın köşesinden ansızın... Yüreğindeki acılara kendinden de ekler bir kaç hançer yarası. Savurur ayrılığın kokusunu sardığı bedenini gökyüzünde. Yıldızlar ortak olur gözyaşlarına. Ve getirir bırakır usulca hayatın başka bir köşesinde... Usulca çıkar gider hayatından düşünmeden arkasında bıraktığı acıları... Sevdalar bitmek için başlar, tükenir yavaş yavaş yüreğin ve bekler sessizce batan kabullendiği vedayı... Dilin lanetlemese de yüreğin lanetler her soluk alışında bitmek için başlayan sevdaları...
  21. karçiçeği_m

    Sibelce

    Gidenlere...... gitme demelerim yetmeyecek biliyorum..., ama gitmee Dur demelerim fayda etmeyecek bu kez bu kez dinlemeyeceksin gideceksin senden tek istediğim hani olur da aklına gelirsem eğer gülümsemen yüzünde gülümseme olarak kalmak istiyorum gitme demeler yetmeyecek biliyorum desem de gideceksin yalvarsam da gelmezsin senden istediğim şarkımız çalarsa , işitirsen bir yerlerde; durup dinlemen öylece dinlemen ve sadece geçirdiğimiz güzel günleri düşünmen bu gidişin gidiş değil bu bakışın hayır değil bu öpüşün mevsimi değil bu bilmeler faydamı sanki avutmuyor hiçbir şey artık sende anla dindirmiyor yaramı susturmuyor beni durdurmuyor hiç belki gözyaşı dökmüyorum ama içimdeki haylaz durmuyor daha hızlı çarpar oldu daha bir özler oldu seni gitme demeyeceğim desem de gideceksin atsam kendimi düştüğüm zifiri karanlıktır sadece tutsam ellerini çatlamış derilerdir öpsem dudaklarını yitip de gidişlerimizdir baksam gözlerine donuk iki renktir bitti işte son çırpınışlarımızdı belki yenik düştük zamana bizde yenildik aşka
  22. ilahi obelix bende kendine avatar aradığını sanmıştım.şimdi faRkettim birini aradığını.walla dediğin avatarı bende hatırlıyorum ama kimdeydi unutmuşum her konuyu didik didik edip bulcan artık hem bu arada bir taşla iki kuş vurmuş olursun kolay gelsin şimdiden
  23. karçiçeği_m

    Sibelce

    Kısa bir mola vermek istiyorum, izin verir misin hayat... Acıyan yerlerimle kelimelere sığınma vakti şimdi, Uzak şehirler arıyorum yüreğimin yabancı olduğu. Keşfetmediğim, görmediğim, bilmediğim bir yer olmalı... Hatırlatmamalı seni bana... Demek ki deniz olmamalı.... Vedalaşmamalıyız seninle, Sana bu iyiliği yapmamalıyım! İlk kez nefretin eşiğindeyim, ama... Senden vazgeçemem... Bilir herkes... Acıyan yerlerimle düşlere sığınma vakti şimdi, ne olur yakmayın ışıkları, ben herşeyi çizerim düşlerimle... Neden yine yabancılaştım? Bu senin suçun... Herkes kendi ipini çeker, Herkes kendi akıtır gözyaşını, Ama... Sen ben yok aramızda... Bilir herkes... Senden ricalarımı anlatmam zor sana... Ne olur çok görme bana hayatı. Ne olur dokunma... Acıtma... Gülümsememi sever en çok, bari ağlatma... Kısa bir mola vermek istiyorum, izin verir misin hayat... gerçekler sancı yapıyor, az bir düş alıp döneceğim!
  24. Aşk,İş İlişkileri ve Modern Zamanlar ''Hoşçakal sakin kafam Hoşçakal kanaatkâr ruhum...” Bilin bakalım Shakespeare ne zaman söyletir bu sözleri Othello’ya? Ülke yönetmeye kalkışmadan biraz önce mi? Ticarete girip hesapları karıştırdığında mı? En yakın dostlarının ihanet ettiğini anladığında mı? Hayır! Hayır! *** Aşk kapıyı çaldığında böyle seslenir Othello. Çünkü bilir; aşk hem çok ateşli hem çok kırılgandır. Sanıldığının aksine huzurla değil, huzursuzlukla kardeştir. Ve aşk mutluluk değildir; âşık olunanın varlığından mutlu olmaktır. Peki modern insan nasıl? Biliyoruz... Onca “kendiyle barışık olma” arayışına; parayla saadet satın alma kültürüne; Ferrarisini satıp bilge olma gevezeliğine karşın modern insanın ne kafası sakin, ne de ruhu kanaatkâr! Ne zihni durmak biliyor modern insanın, ne de ruhu doymak! O halde... Shakespeare’in ünlü kahramanı gibi hepimiz âşık mıyız? Kalplerimizdeki bu bitmek tükenmek bilmeyen kımıltı, aşk yüzünden mi? Bir bakıma, evet! Ama durun, durun... Öyle değil. Othello gibi değil yani... Modern insan âşık ama işine âşık! Şunları bir düşünün bakalım. Yoğun arzu, tutku ve bağlılık, kalp kırıklıkları, mutluluk ve mutsuzluk med cezirleri, kuşku nöbetleri, ateşli sayıklamalar... Bütün bunları modern insan nerede yaşıyor? Çalışma hayatında yaşıyor daha çok. Sevdiği tarafından terk edilmeyi kaldırabiliyor ama iki yıldır beklediği terfi gelmeyince kendini “terk edilmiş” hissedip yataklara düşüyor. Geceleri uyuyamıyor; aklı hep işinde oluyor; işiyle sevişiyor. Tatminsizlik bütün ruhunu sarıyor, bütün eylemlerini yönetiyor. Kıskançlıklar, kuşkular, hayal kırıklıkları deseniz... Neredeyse hepsi işiyle, işyerindekilerle ilgili. *** O halde gerçek aşka ne kalıyor? Hadi aşkı da geçtik ama aşka benzer flörtlere; içinde bir parça aşk olsun diye adaklar adadığımız ilişkilere ne kalıyor? Pek bir şey kalmıyor. O durumda kimse kimsenin kafasını bozmasın; çok “arıza” çıkmasın isteniyor. (Oysa aşk başlıbaşına “arıza”dır, bu dünyaya başka bir dünyadan “emanet” ciddi bir uyumsuzdur; tersini söyleyen yalancıdır.) Acaba aşk şarkılarına, aşk şiirlerine vurgun fakat kendini üstünkörü flörtlerin; akılcı beraberliklerin; “seviyeli” evliliklerin sakin denizlerine bırakmayı tercih eden insanlar olmamızın nedeni bu mu? Enerjimizin başka bir alanda tükenip gitmesi mi sebep? *** Aşk meşk denilen şey, kabul edelim ki çoktan işten arta kalan zamanlarımızda hoşnutluk-haz-kafa dinleme-eğlenme kaynağımız olup çıktı. Ağır rekabete dayalı iş hayatı ve başarı kültürü içimizdeki binlerce yıllık “ateşi” yavaş yavaş kendi alanına çekiyor. Şiirler direniyor bir tek! Ama dikkat edin; şiir sevgisiyle dalga geçen “akılcı”lar da çoğalıyor. Şarkılar direniyor bazen. Ama damardan şarkıları hor gören; müziği oyalanma vasıtası olarak değerlendirenlerin alaycılığı baskın çıkmaya başlıyor. *** Tablo açık. Ekonomi global, aşk git gide yerel. Arzular zengin ve dizginlerinden kopmuş, aşk yoksul ve zincirlenmiş. Hayat genel, aşk istisna. Herkes yalandan bilge, aşk hâlâ deli divane. Göreceğiz bakalım, ne olacak sonu(muz)? Alıntı Haşmet Babaoğlu
  25. karçiçeği_m

    Sibelce

    Hani olmaz ya, olsun istiyorum!!! Çık gel, istiyorum!!! ONCA ACIYI, ONCA SIZIYI, BU ANI GÖRMEK İÇİN YAŞADIN DEMENİ İSTİYORUM!!!... Ansızın öyle bir gel ki, hasretinle deli olmadan, seni gördüğüm an delireyim istiyorum!... DELİRMEMİN BİLE SENLİ BİR SEBEBİ OLSUN İSTİYORUM!... Anladın mı, SENLİ BİR SEBEBİ... Nasıl özlemektir ki bu, aynadaki gözlerimde bile senin gözlerini görüyorum... Mevsim ne olursa olsun, her sağanak yağmurda, sana koşuyorum ben, yalın ayak bir çocuk masumluğunda... Yüreğime sığmayan aşkını, beynim almıyor!...Geçen bunca zamana rağmen, içimde küllenmeyen aşkın!!! Seni görsem, seni duysam, bunca özleminle hasretinle doluyken, olduğum yere düşer bayılırım herhalde!... Sen bilirsin yüreğimin kumdan kalelerini!!! Güçlü gözüken ama bir o kadar da duygusal yürek kalelerim... Özgürlük diye satır satır bağırırken, ömrümün en büyük esaretini senin aşkınla giyinmişim üzerime!!! Hasretin çekilecek dert değil, Sevgiliiiiiiiiii!!!... Rüzgarlar kokunu getiriyor burnuma, hasret kilitliyor kalp kapılarımı... Dağ tepesinde kekik kokusu, gün ortasında yağmurla gelen toprak kokusu, geceleri parmaklarıma sinmiş sigara kokusu oluyor kokun!!! Hasretin beyaz sayfalardaki mürekkep izi, gözümden akıp ağzıma gelen gözyaşlarımın tuzlu tadı oluyor!... Sen geliyorsun rüyalarıma, hasretin düşüyor, en yıldızsız gecedeki dolunayın gözlerine... Sesin geliyor kulaklarımaa... Gecenin en sessizliğinde, yüreğimi delip geçen bir mermiye benzeyen sesin... Kulağıma gelen senin sesin mi yoksa, hasretinle yüreğimde kopan fırtınaların sesi mi, inan bilmiyorum!!! Gözlerini görüyorum, gözbebeklerimde... Hasretinle baştan ayağı sen olmuş hallerimde! Hani olmaz ya, olsun istiyorum!!! Çık gel, istiyorum!!! ONCA ACIYI, ONCA SIZIYI, BU ANI GÖRMEK İÇİN YAŞADIN DEMENİ İSTİYORUM!!!.. Ansızın öyle bir gel ki, hasretinle deli olmadan, seni gördüğüm an delireyim istiyorum!... DELİRMEMİN BİLE SENLİ BİR SEBEBİ OLSUN İSTİYORUM!... Anladın mı, SENLİ BİR SEBEBİ... -Alıntıdır-
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.