Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

karçiçeği_m

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    1.930
  • Katılım

  • Son Ziyaret

karçiçeği_m tarafından postalanan herşey

  1. Akşamın kızıllığına serpiştirilmiş yangın yerleri Küçük küçük Her aşık ufka baktığında çizer bu resimleri Hangi duygu Hangi doğa kanunu Açıklayabilir bu kanatsız uçuşları Kim ipe dizdirir bu kelimeleri Nefes nefese çıktığım yokuşları acıya doğru Sevdiren nedir Aşktır Aşk başka bir şeydir
  2. HANİ KURŞUN SIKSAN GEÇMEZ GECEDEN Yiğit harmanları, yığınaklar, Kurulmuş çetin dağlarında vatanların. Dize getirilmiş haydutlar, Hayınlar, amana gelmiş, Yetim hakkı sorulmuş, Hesap görülmüş. Demdir bu... Demdir, Derya dibinde yangınlar, Kan kesmiş ovalar üstünde Mayıs... Uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde, Çelik kadavrası korugan'ların. Ölünmüş, canım,ölünmüş Murad alınmış... Gelgelelim, Beter, bize kısmetmiş. Ölüm, böyle altı okka koymaz adama, Susmak ve beklemek, müthiş Genciz, namlu gibi, Ve çatal yürek, Barışa, bayrama hasret Uykulara, derin, kaygısız, rahat, Otuziki dişimizle gülmeğe, Doyasıya sevişmeğe,yemeğe... Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri, Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret Ve asıl biz biliriz kederi. İçim, bir suskunsa tekin mi ola? O Malta bıçağı,kınsız,uyanık, Ve genç bir mısradır Filinta endam... Neden, neden alnındaki yıkkınlık, Bakışlarındaki öldüren buğu? Kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri... Nasıl da almış aklımı, Sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan, Dost, düşman söz eder kendi kavlince, Kınanmak, yiğit başına. Bu, ne ayıp, ne de yasak, Öylece bir gerçek, kendi halinde, Belki, yaşamama sebep... Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu. Hani, kurşun sıksan geçmez geceden, Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık... Ve zehir - zıkkım cıgaram. Gene bir cehennem var yastığımda, Gel artık... AHMET ARİF
  3. karçiçeği_m

    Sibelce

    BU ZİNDAN, BU KIRGIN, BU CAN PAZARI Gördüler Yedi cihan, İn, cin Kaf dağının ardındakiler, Kıtlık da kıran da olsa Gördüler analar neler doğurur Aman aman hey... Dünyalar vardır elvan, Bir su damlasında, bir kıl ucunda, Meyvalar vardır, meyvalar, Ağacı, omcası yok, Sana vurgun, sana dost. Beride Kabil'in murdar baltası Ve kan değirmenleri, Kader kahpesi. Beride borazancıları o puşt ölümün, Hazır ırzını vermeğe Yiğitler vuruldukça. Timsah kısmı çünkü yavrusunu yer Akarsu duruldukça. Cadı, yalan hamurunu dağ - dağ yoğurur Aman aman hey Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı, Macera değil. Yaşamak, sade "yaşamak" Yosun, solucan harcıdır. Öyle açar ki murat. Susuz, güneşsiz de kalsa, koparılsa da Şavkı, bulut güllerinden daha bir suna, Daha bir burcu - burcudur. Bu zindan, bu kırgın, bu can pazarı Macera değil Sardığım toprağımın altın sabrıdır. O sert, erkek hüznüdür lahza başında Cıgara değil. Ve sevgilim uykusunda bağrır Aman aman hey... Meltemin bir tadı, ustura ağzı Biri, kız memesi, tılsım, Yağmurun bir damlası süzülmüş küfür, Bir damlası, aşk. Senin uykuların hayın, Düşlerin kardeş. Duyar mısın, anlayıp sızlar mısın ki? Gece, samanyollarında rüzgar çıkıncaya dek, Mısralarım kardeş - kardeş çağırır Aman Aman hey... Serabın bir sonu vardır, Ufkun, sıradağın sonu. Uçarın, kaçarın bir sonu vardır Senin sonun yok. Mandaların, kavakların pazarı olur, Senin pazarın olamaz. Sensiz nar çatlamaz, bebek gııı demez. Beni böyle şair, divane etmez, Kızımın çatal göğsü. Senin yüzün suyu hürmetinedir Buğdalara, cevizlere yürüyen Kara toprağın ak südü... Bir bilsen kimlere tasa, kedersin, Anlar mısın, şaşırıp ağlar mısın ki? Bir bilsen kardeşlerim ne can çocuklar Ve bilsen nasıl vurur beni bu duvar. Akşam - akşam, kara sevdam ağarır Aman, aman hey... AHMET ARİF
  4. Bir Ses Gönder Ay Balam Başımı bulutlara dayadım sesimi rüzgarlara oturup penceremin kıyısında geçen trenlere ağladım yıldızlar ektim uzak çığırlara ince sızı yalnızlıklar hangi türküye durduysam yaşamak yaşamak kanadım bir uzak diyar bir bilinmez yolda kaldım kuşlar uçtu yüreğimden ben kuş olup uçamadım bir ses gönder ay balam bir nefes darda kaldım Nuri Can
  5. Paylaşımın için teşekkürler arkadaşım.... ...................................... en umarsız anlarda çıktım yola..Arkama bile bakmadan uzaklaştım bu şehirden..Bana acı veren,beni hüzünlere boğan,beni en köhne hastahanelerin en soğuk morglarına terketmiş bu şehre veda bile etmedim ben! Leş kokan her köşesi,beni binlerce kez yalnızlığa sürükledi..Batıp çıktım karanlıklara.. Bir asır önce doğmuştu son güneş..Ben yetişemedim...Bir daha hiç göremedim güneşle denizi bir arada..Sonra unuttum bunları..Unutturdu bu şehir..Bütün insanlar kapatmıştı gözlerini..Söndürmüştü ışıklarını bu şehir diğerleri parlasın diye..Karanlığa doğdum kimsenin haberi yoktu.Karanlığı yardım geçtim aydınlığa,kimsenin ruhu duymadı..Çırpındım kurtulmak için,kimsenin umrunda olmadı..Sevdim bu şehri,şehrin ışıkları yine yanmadı.. Vazgeçtim İstanbul!! Sen güneşini hapsetmişsin karanlıklara..Vazgeçtim senden! Denizlerini kurutmuş senin insanlar..Islak kanlar dökülmez olmuş yollara,bunun bile amacı savaşmış!! İstanbul,Vazgeçtim senden!!
  6. karçiçeği_m

    Sibelce

    Tam kapıdan çıkacakken,durdum bir an. Yaşadığımız onca şey,kalbimden geçti. Kalbimden sen geçtin. Kalbime saplanıp sırtımı parçalayarak çıkan bir kurşun gibi… İçim dondu,bir an. Sonra açtım gözlerimi ve yoluma devam ettim. Her gün binlercesini yaşadığım böylesi anlardan biriydi sadece.. Zamanın dışına çıkıp sonra yeniden hayata girdiğim…Önce hücrelerime dağılıp sonra yeniden aynı bedende buluştuğum o krizlerden biriydi.. Ölüp yeniden dirilmek gibiydi. Küçük detaylar.. Anlar,uçup giden… Hangi defterimi açsam,sana yazdığım bir cümle,bir şiir var.. Hayatım seninle mi geçti? Ben senin için mi doğdum? Bir başka erkeğe aşıkken sen, seni nasıl sevebilirim?Gerçek aşk,bu mu? Oysa,nasıl da yabancıyız,birbirimizin acılarına… Nasıl da umutsuzuz;birbirimize… Seni anlayabilseydim.. Seni basit kıskançlıklardan arınarak sevebilseydim.. Zaman daralıyor.. Yaşlanıyorsun. Yaşlanıyorum. Geçen zaman hayatımızdan çalınıyor.Nasıl da buluşur,yollar.. Sonra ansızın bir sapağa döner,birisi.. Diğeri,bırakıldığı yerde bir ömür boyu donakalır arkasından!.. Bana hayatı anlat!.. Bana aşkı anlat..Bütün ezberim bozuldu.. Kapılarında kalırdım.. O kapıdan içeri hiç giremedim mi ben? Hala orada bekliyor muyum? Biliyorum,bir başkasıyla birleştirdin hayatını.. Neden şaşırıyorum detaylara.. Anılarımız çoğalıyor.. Yolculuklar,kırgınlıklar;yeniden kavuşmalar sevişmeler.. Bu kadar uzağımdayken mi yakınsın bana? Bu kadar uzağındayken mi içindeyim? Sevgi başka bir şey mi? N’olur,anlat,bana! Neyim var ki sığınacak? Başka savunmam yok, ”Beni arama,görüşmeyelim!” demekten başka.. Terk edilmiş birinin, ”Beni arama!” demesinden daha zavallıca,ne olabilir ki… Bana hayatı anlat!.. Çöz beni.. Bütün acılarımı silip beni baştan yarat!.. Sonra,nereye gidersen git!..Beni parçalarıma böldün…Beni hücrelerime dağıttın.. Şimdi biçim ver ki nefes alabileyim yeniden! Bana bir kılıf yarat,yeniden! Yaralarımla çok çirkinim. Kırıcıyım. Çirkinim. Nasıl da acımasız şu zaman!.. Son sürat,bir delilikte sürükleniyor hayat.. O kapının önünde,öylece,donmuş,bakıyorum,yıllardır. Neye yarar sözcükler!.. Kalpleri kanatmaktan başka!.. Beni sevdiğini söylemen neye yarar!.. Neye yarar beni bir daha arasan ya da aramasan !.. Neye yarar acı çeksen.. acı çeksem… Kaybettik birbirimizi. Kirlendik. Hayat gibi.. Bana beni anlat!.. Bana hayatı,anlat!.. İnançlarım geri ver bana!.. Yıllar önce seni sevebilen o gececik kızın heyecanını,hayata bağlılığını,aşka inancını geri ver!.. Bana geri ver artık.. Bana seni ver!.. N’olur,aç artık,o kapıyı! Gece,soğuk.. İstanbul,damla damla yağıyor,aşkımızın üzerine.. Bu ev senin soluğun olmadan ısınmıyor… Kim bilir,nerdesin? Hangi gözlerin içinde kaybetti,kanayan yüreğimi?.. “Bir kente,aşkın için gelmek ne güzel ama sakın,aşk için bir kenti terk etme!” demişti birisi.. ”İstanbul bunu hak etmiyor,sen,hak etmiyorsun!” demişti… Oysa,bilinmezliğin yolculuğuna biletimi çoktan kestirdim ben… Gidiyorum… Kaçıyorum… Yorgunum…
  7. karçiçeği_m

    VAR MISIN ?

    Biliyorum şaşıracaksın Son sözler gibi gelecek kulağına Yoo yanılmıyorsun. Son sözler bunlar. Bu uzaklığı kaldırmak için ortadan Sadece bir ufacık his'tik, sen bana ben sana İki satır lâf, iki mısralık şiirdik Bir gülücüktük Bir soru isareti Oysa daha fazlasını istemek bencillik mi? Anla artık! Sözler var ama satırlar yetersiz Düşünceler var ama sayfalar yetersiz. Duygular var ama mısralar yetersiz. Anla artık biliyorum bir sen var, bir de ben Uzak uzak yerlerde ayrı ayrı şehirlerde. Ama desem ki, sana: Biz demeye var mısın? Desem ki, ne sen olsun, ne de ben. Bir biz olalım. Var mısın ?
  8. Sevgil karçiçeği_m

    Şiirlerini takip ediyorum ve tümünde duygu ve düşüncelerini buluyorum sanki...

    Şimdilik katkı sunamıyorum ama sanıyorum en kısa zamanda siz şiir sever şiir insanlarına mutlaka ekleyecklerim olacaktır... :)

  9. karçiçeği_m

    SARIKAMIŞ ŞEHİTLERİ..

    Sarıkamış: Facia mı, Destan mı? Özhan Eren, son albümü, “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” ile beni kalbimden vurdu. Daha önce “Kara tren gecikir, belki hiç gelmez” diye hüzne buladığı yetmiyormuş gibi, şimdi sürpriz bir acıyla savurdu beni. Bu kez karşıma bir tarihçi olarak çıktı. Zihnimin çok derinlerinde yarım yamalak bir şekilde “Allahuekber Dağları’nda bir gecede 90 bin askerin, tek kurşun atamadan donduğu savaş” olarak yer alan bir faciayı, bütün detaylarıyla hatırlamaya çağırdı. Görsel olarak inanılmaz zarif bir kitabın içinde yer alıyor CD. Yoğun bir emek harcanmış içeriğine. Kitapta yazılanları, CD’deki 8 parçanın eşliğinde okurken, her satırında kâh üşüdüm, kâh kavruldum. Yaşanmasının üstünden 88 yıl geçtikten sonra Eren’in davetiyle o insanları gözyaşlarıyla selamladım. Şimdi ben de sizleri bu CD’yle buluşmaya davet ediyorum. “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” fikri ilk nasıl çıktı ortaya? 11 Ekim Perşembe, 2001, saat 3 civarında. Bu kadar kesin; çünkü o sırada çekilmiş bir fotoğrafım var. Geçen sene Kars’a gittim bir konser için. Durduk yere bir hüzün başladı daha yoldayken. Kars’ta işlerimizi hallettik. Öğleden sonra dediler ki, “Meraklısına Sarıkamış seferimiz var.” Sarıkamış’a gittik, o hüzün orada daha da arttı. Çamlarla dolu bir tepeye çıktık. O sıra kar başladı, rüzgâr da var. İçim ürperdi duyduğum seslerden... Orada yaşanan facianın seslerini mi duydun, yoksa daha sonra albüme girecek parçaları mı? Galiba ikisini de. İçimden, ‘buralarda bir şey var’ diye geçirdim. Aşağı inerken çok hüzünlüydüm. “Sarıkamış üstünde kar, kar altında Mehmedim var” diye iki satır söz ve onun müziği... “Sarıkamış Türküsü” o gün çalmaya başladı içimde. Oraya giderken, Sarıkamış’ın hikâyesini biliyordun tabii. Şu kadarını biliyordum: Birinci Dünya Savaşı’nın başında, bir harp için bizim Mehmetçikler gidiyorken, Allahuekber diye büyük bir dağı aşamamışlar ve harp bile edemeden, bir gecede 90 bin kişi o dağda donarak ölmüş... İstanbul’a geldim ve Sarıkamış Türküsü’nün izini sürmeye başladım. İş Bankası Yayınları’ndan Köprülülü Şerif İlden’in, “Sarıkamış İhata Manevrası ve Meydan Muharebesi” diye bir kitabından haberdar oldum. Albümünden öğrendik; Köprülülü Şerif Yarbay, Sarıkamış Harbi’nde, 9’uncu Kolordu’nun kurmay başkanlığını yapmış bir emekli yarbay. Evet, “Sarıkamış Harbi ile ilgili yazılmış en iyi hatıra kitabı” olarak da tanımlanıyor yazdığı kitap. O kitapla başlayan macera inanılmaz bir yolculuğa dönüştü. İstanbul’da Sultan Aziz’in hallinden 93 Harbi’ne, Trablusgarp, Balkan harpleri ve oradan Köprüköy ve neticede Sarıkamış Harbi’nin bitişine kadar epeyi uzun bir yolculuk. Bu harbin İstanbul’la bağlantısı ne? Sarıkamış, 93 Harbi’yle Ruslara geçer. 93 Harbi malum, İstanbul’u da çok fazla sarsan bir harp olmuş, Yeşilköy’e kadar gelmiş Ruslar. Doğu Anadolu’ya da saldırmışlar; Sarıkamış, Kars, Ardahan harp tazminatı olarak onların olmuş. Ve o zamandan 1914’e kadar yaklaşık kırk yıl insanların ıstırabı “Başımıza Gelenler”, “Kara Günlerimiz” gibi kitaplara konu olmuş. “Yaşlılarımız ‘Ah Kars!’ diye ağlayarak öldüler”, diyorlar. İstanbul’da meşrutiyetin yeniden ilan edilmesinden herkes bir şeyler ummuş, doğudakilerin bir kısmı için de kaybedilen ata topraklarına kavuşma imkanı olarak görülmüş. Oradaki âşıkların da dile getirdikleri çok sıkı bir hasreti hissediyorsun. Yani bu, düz bir harp seferi değil. Öyle görünüyor. Tabii epeyi bir politik, ekonomik gerekçelerden bahsediliyor işin ön planında; ama tek tek insanlara baktığımız zaman kimi için de bir sevda hikâyesi gibi. Teğmenlerden biri var mesela, o hep içimi acıtan bir cümledir. Harp sırasında esir düşüyor ve alalım diye mücadele ettikleri Sarıkamış’a Rus askerlerinin eşliğinde götürülüyor ve hatıra kitabında bu bölümü anlattığı yerin başlığı, “Böyle mi gelecektim sana?” Yani, bunu insan, çok sevdiği bir insana diyebilir. Sen hüzünlere çok açık bir adamsın, o yüzden mi bunlar gelip gelip seni buluyor? Ah bir bilsem? Çok yatılı okudum ben, çok ayrı düştüm, ondan mı, yoksa zaten böyle biri olduğum için mi hüzün peşindeyim? Ama doğru, “hüzün alıcıları” vardır bende. Baba tarafım, Azerbaycan’dan gelme 1917’de. Kim bilir, belki 19. yüzyılda Kafkaslar’da Ruslardan kurtulmak için göç edenlerdendi büyük dedelerim. Babadan oğula nasıl bir müzik kabiliyeti geçiyorsa, genlerle belki bir dönem yaşanmış hüzünler de geçiyor. Mesela Balkan Harbi, Sarıkamış Harbi’nden iki sene önce oluyor. Balkan Harbi’nde ordu, tam anlamıyla bozguna uğramış, İstanbul koleradan kırılmak üzere. Subayların çoğunluğu, “Balkan Harbi rezaletini üzerimizden atmak için, şimdi bu harpte muvaffak olmalıyız” diye düşünüyor. Bilmiyorum ki Sarıkamış’ta rastladığım hüzün belki İstanbul’da yaşananları da hissedilir kıldı bana, yani aynı damardandı zaten ikisi de. O yüzden “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” İstanbul’dan başladı herhalde. Yolculuk sürdükçe de, albüm tamamlandı. Bu albümde sanki hikâyeyi anlatmak ihtiyacın ön planda. Öyle de diyebiliriz; ama bu planlı–programlı bir iş olmadı, tamamen kendiliğindendi her şey. Mesela Stephan Lausan’ın “Hastanın Başucunda” diye bir kitabı var. Balkan Harbi sırasında dolaşan, İstanbul’u anlatan bir yazar. Ben onu okuyordum. Televizyonun karşısında uyuyakalmışım. Ve okuduğum bölümde de artık Bulgarlar İstanbul’a girmek üzereler. Televizyondan gelen, “sokak çatışmaları başladı” diye bir haberle uyandım. Toparlandım, hava kararmış, gözlerim dolmuş. Evdekilere neredeyse “Hadi hazırlanın, geldiler!” diyeceğim. Haberin İstanbul’la filan bir ilgisi yok tabii; ama ben Balkan Harbi günlerinde daldım ya? ONLARLA YAŞAMIŞ GİBİYİM Bu kadar kaptırmışsın kendini yani? Hem de nasıl! İki üç gün sonra, stüdyodaydım, çok bunaldım. Bir hava alayım diye çıktım, “Ey şehr–i İstanbul” şarkısı bitmiş olarak döndüm. Böyle şeyler çok olur mu bilmiyorum ama, o insanlarla yaşamış gibiyim o dönemi. Sanırım “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” tarzında bir çalışma daha önce yapılmadı... Bildiğim kadarıyla ilk kez yapıldı. Derler ya işte, bir ülkeyi tanımak için ana yoldan ayrılmak lazımdır, benimki de öyle oldu galiba. Bir Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman’a döndüm, tam döndüm. Mesela oradaki insanlardan biri Ethem Albay. 1905 rakımlı Çobandede tepesini, Ruslardan geri alıyorlar. Diyor ki, 1914 Kasım ayının ilk günlerinde, “Ben, son bir asırda ilk defa Rus ordusunu bizden kaçıyorken gördüm ya, bu bana yeter!” Onur harbine dönmüş mesele neredeyse. Böyle bir sevda. Toprağın sevdası yani? Tabii ki toprak sevdası. Kaç kişi için geçerliydi bu, bilemem; ama bu “Kafkasya’yı fethedeceğiz” gibi ideolojik bir şeyin de dışındaki duygu gibi göründü bana. Devlet politikalarının ötesinde, çok insani bir şey. Yani “Ah Kars!” diye ağlayan dedelerin torunu olarak bir şey yapmak istemiş kimisi. Eksi kırk derecede, mektep bebeleri, yaşlı insanlar, sırtlarında erzak çuvallarıyla böyle bir sevdanın peşine düşülmüş; ama olmamış. Çok sarstı gerçekten beni, tanımadığım insanlar tanıdım. Bu benim için “tarihimizi öğrenmek” konusunun çok ötesinde bir şey oldu. Ben şimdi böyle “tarih” filan dedikçe bir taraftan da rahatsız oluyorum, çekiniyorum. Niye çekiniyorsun? İnsanları, yaşadıklarını, yolculuklarını, duygularını izledim ben. Kayserili Katipzade Ragıp Efendi’den Enver Paşa–Naciye Sultan aşkına kadar, Yavuz Zırhlısı’na kadar ne bulabildiysem. İşin tabii ki çok ciddi bir “ilim” yanı da var; ama onlar aşkın, hüznün kimyasını tahlil etmek gibi geliyor bana, çok rahat hissetmiyorum kendimi o yüzden. Ne zaman “Sarıkamış” desem, içimde “Sarıkamış’lı Geçmiş Zaman” çalıyor. Şimdi, içimde o müzikler, hele ki Sarıkamış Türküsü çalarken ben kalkıp da işin tarihi boyutundan, politik boyutundan ya da askeri stratejilerinden filan bahsetmeye kalksam, örtüşmüyorlar. Biri benim işim değil, teknik bir şey, diğeri ise içime çöreklenmiş bir “Ah Sarıkamış!” hüznü, kanayan bir yara. Tıkanıp kalıyorum. Üstelik ben müziğimin söylediklerini önemsiyorum. İçinde albümümün olduğu kitap da, tamamen müziklerimle ilgili. Nelerden haberdar oldukça yapmışım bu müzikleri, neyin hatırasıdır bu müzikler, insanlar onu bilsin istedim. Zaten kitabın çok önemli bir bölümü o insanların hatıraları. Tabii ki çok önemli, çok şey anlatan hatıralar da var diğer kitaplarda. Mesela 4 Ocak’tan itibaren, Sarıkamış’ın alınamayacağı kesinleşince başlayan bir geri çekilme var, yaklaşık bir ay süren. Askerlerimiz hem kendileri kurtulmaya çalışıyorlar hem de ellerindeki topları taşımaya çalışıyorlar, o karda kıyamette buzlu derelerden aşırmaya çalışıyorlar, düşmanın eline geçmesin toplarımız diye. Zaten fukara millet. Ya da 26 Aralık gecesi Allahuekber Dağları’nda yakalandıkları tipi... Allahuekber Dağları’nda 90 bin ölüm kesin bir rakam mı? Ramazan Balcı’nın doktora tezinde bütün Sarıkamış Harbi kayıplarının 30 bini bile bulmayacağı yazılı. Yıllar önce General Fahri Belen’in verdiği rakam da o civarda, ‘esirlerimiz dahil 40 bin kayıp’ diyor. Mareşal Fevzi Çakmak ise ‘60 bin’ olarak söylüyor. Üstelik bütün bir ordunun Allahuekber Dağları’nda bir gecede donarak ölmesi filan diye bir şey yazmamışlar, bütün detaylar var o kitaplarda. Tabii ki Sarıkamış Harbi’nin kendisi zaten facia. Facia bütün bir orduyu zaten perişan etmiş. Ama kayıp sayısı olarak bildiğimiz 90 bin değil de 30 bin ise, ordu Allahuekber Dağları’nda donmamışsa, Sarıkamış’ı ele geçirmek için yapılan o insanüstü mücadelenin kıymeti azalmış mı olacak? Ya da facia mı daha azalacak? Tabii ki azalmaz...… Biz “Cemal’im” diye, “Hekimoğlu” diye birçok “tek kişi”ye türkü yakmış insanlarız. Harp filan bir yana, eksi kırk derecede günlerce yürümek bile tahammül edilebilir bir şey mi? Allahuekber Dağları’nda bir gecede donarak ölmemeleri, yer yer haftaları bulan bir harpte ellerindeki imkânsızlıklarına rağmen Ruslarla mücadele etmeleri... Ama ‘Ruslar hiç kayıp vermemiş, biz tek kurşun bile atamamışız’ diye anlatıldı bize hep? Ruslara 30 bin civarında bir kayıp verdirdiğimiz yazılı kaynaklarda. Bunların iki veya üç bin kadarı da aldığımız esirler. Başlarındaki komutan bile kaçıyor harbin ilk günlerinde. Rus kaynaklarında da, diğer yabancı kaynaklarda da var Sarıkamış Harbi’nde yaşananların, oradaki direnişimizin kahramanlık örneği olduğu. Hatta Fahri Belen Paşa, o “tek kurşun atmama” hikâyesi bir yana, “Eşi az bir kahramanlık destanı.” diyor. Albümün yanında verdiğimiz kitapta da yer aldığı için bahsedeyim, Rusların başkomutanlarından Nikolski de “Tahammülü çok zor şartlardaki kahramanlıklar...” olarak tanımlıyor Sarıkamış Harbi’mizi. Düşünün ki Sarıkamış Harbi’nin ilk günlerinden sonra Rusların komutanı Mişlayevski kaçıyor, ‘hepimiz imha olacağız’ diye, soluğu Tiflis’te alıyor. Sarıkamış’a giriyoruz birkaç kere, avucumuzdan kayıyor. UZUN BİR TRAJEDİ Galiba bize anlatılanların dışında çok farklı bir Sarıkamış Harbi hissettin sen? Bildiklerimizin dışında o kadar çok ayrıntıları olan bir dönem ki, şimdi düşün: 1914 Kasım ayının ilk günlerinde Karadeniz’deki baskının hemen sonrasında Samsun civarından yürüyerek yola çıkan bir kolordu var; 10. Kolordu, yaklaşık 40 bin kişi. Bir tümeni de Amasya’dan gidiyor harbe. Şimdi ben bunu ilk öğrendiğimde Kaymakam Selahattin Bey’in yazdıklarından, önümde harita, bütün safahatı çözmek için epeyi bir uğraştım. E, ne de olsa hemşehrilerimin hatıraları, belki içlerinde akrabam olanlar bile vardır. Çok uzun bir yolculuktan sonra da, bir aydan fazla karda kışta yürüyerek Erzurum’a geliyorlar, ne araba var ne de tren ve hemen arkasından 22 Aralık’ta Sarıkamış harekatına katılıyorlar. Oltu’yu alıyorlar, Allahuekber Dağları’nda olmadık facialar yaşıyorlar, Sarıkamış’a iniyor bir kısmı. 4 Ocak’a kadar Sarıkamış civarında harp ediyorlar, yaralanıyorlar, şehit düşüyorlar, esir düşüyorlar, kurtulanlar geri çekiliyor. Uzun bir trajedi... Tabii Enver Paşa sorumlu bütün bunlardan değil mi? Enver Paşa, yaptıkları veya yapmadıklarıyla zaten çok tartışılan bir lider. “Her harp komutanın hanesine yazılır” derler, Sarıkamış Harbi’nin baş sorumlusu da Enver Paşa’dır tabii ki. Ama diğer yandan 120 bin kişilik bir ordunun yaşadıkları da var... Sadece askerler de değil, Erzurum’daki insanlarımız, harp bölgesindeki kasabalarda, köylerde yaşayan insanlarımız var. Cepheye Rize’den, Kastamonu’dan erzak, malzeme yetiştirmeye çalışan insanlarımız var, aç açık. Hele bir de tifüs... En çok ne etkiledi seni? En üzüldüğüm şeylerin başındadır, Sarıkamış için onca mücadele eden, son mermisini tüketene kadar siperini savunan insanlardan bu zamana kadar habersiz olmam. Memleketleri için, çocukları için, topraklarına ve kendi değerlerine saygıları için ya da Şevket Süreyya’nın deyimiyle “bir borcu ödemek için” harp eden, yaralanan, hastalanan, esir düşen, şehit düşen on binlerce insan... Nasıl gömmüşler onca insanı? Harp bittikten sonra. Bölge yeniden Rusların hakimiyetine geçiyor, ağır kış şartlarının tesiriyle defnedilemeyen; çünkü toprak donmuş bir vaziyette ve kazmak mümkün değil, binlerce şehidimiz bütün bir kışı kar altında geçiriyorlar. Ancak baharla beraber defnettiriyor Ruslar, mart ayında. Civar köylerden imamlarımız eşliğinde, toplam 23 bin şehit defnediliyor, Sarıkamış ve çevresindeki mezarlıklara... Hepsinin ruhu şâd olsun. Aziz hatıralarını, kahramanlıklarını ömrüm boyunca unutmayacağım. Alıntı
  10. karçiçeği_m

    GiTTiĞiN YeR

    gittiğin yer bir yağmur damlası kadar yakın gittiğin yer bir uçurum kadar uzak herkes yeniden yazgısına kanacak gittiğin yer kalbimde hep kan kadar sıcak gittiğin yeri anlamak gittiğin yeri ağlamak bir çerçevede yarım bir gülüş ve yalnız bir fotoğraf bırakarak yine bahar açacak, güvercinler uçacak gittiğin yerlerde sana kimler bakacak? gittiğin yer bir yağmur damlası kadar yakın gittiğin yer bir uçurum kadar uzak seni benden zaman, seni ölüm alırdı ancak gittiğin yer hasretimin kavalyesi olacak... Y.Odabaşı
  11. AYRILIK VAKTİ Vakti geldi ayrılığın Ne yapsak boş Kurtulamaz bu sevda Bu amansız rüzgardan Anla beni Geçmişteki günlerimiz Birer birer hayal oldu Birer birer yalan Gözlerindeki yaşı sil canım Beni burda bırak git Gereksiz artık anlamı yok sözlerin Bu aşk gömülmeli Oysa senle Çok zamanlar paylaşırdık Acıları umutları Hiç usanmadan Yüreğimde saklı kalan anılarla Gidiyorum bu şehirden Sevgilim hoşça kal
  12. karçiçeği_m

    Sibelce

    EZO Sordum seni yıldızlara ay ışığına Dediler : " Tam bin yıldır görmedik onu" Sordum kadim kitaplara tozlu raflara Dediler : " O bizden önce buralardaydı" Mağrur bir uçurum oldu kalbim Sen gittin gideli buralardan Ayrılık ne yaman bir ateşmiş Ne olur dön gel Ezo Oy Ezo ! Yalnızlık ezım Ezo Oy Ezo ! Görmüyor gözüm Ezo Oy Ezo ! Tutmuyor dizim Ezo Tükendim dön gel Ezo Ceylanları emziren bir peri gibi Kollarında uyut beni İblis'e inat Hey ! Rüzgarın sevgilisi , orman çiçeği Hasretim sensin , gurbetim sen , günışığım sen Mağrur bir uçurum oldu kalbim Sesin döner içimde kurşun gibi Ayrılık ne yaman bir ateşmiş Ne olur dön gel Ezo Nurettin Rençber
  13. karçiçeği_m

    Sibelce

    Unutamadığıma Güzele vurulmak kolaydır derler. Benim için çok çok güzeldin ve sana tutulmak çok kolay oldu . İnkar edemem çok mutlu oldum. Ama kısa sürdü. Ama biliyorum senin aradığın bu değildi. Uzakta olduğum için sana zarar vermezdim. Canın sıkıldığında aradığın bir değişikliktim senin için. Bana hayır deme gerçekçi olalım. Beni aramıyorsun sağol. Ama lütfen haftada birde olsa , iki kelimede olsa bana yazma. Bilmiyorsun acı çekiyorum. Bana aşkım diyorsun . Senin için çok kolay düşünmeden yazılmış bir kelime ama beni sabahtan beri delirtiyor. Belki buna benzer şeyleri daha önce de yazdım sana, ama tekrar yazıyorum. Bildiğim bir şey var AŞK öyle hafta da bir aklına gelip iki kelime yazmakla olmaz. Aşk birbirine destek çıkmaktır. Aşk derdini paylaşmaktır. Aşk yanında olmaktır. Aşk saatlerce konuşup dertleşmek,sayfalarca yazmaktır. Bunu yazayım mı yoksa yazmayayım mı diye düşünmeden içinden gelenleri dökmektir . Sen bana aşık falan değilsin. Artık kendini kandırma. Ben senin için arada çerez niyetine iki kelime yazdığın, boş vaktin olursa telefonlarıma cevap verdiğin ama hiç aramadığın kuru yemişinim o kadar . Bilirsin kuru yemişin ne açlığa faydası vardır , nede tokluğa . Yesen de olur , yemesen de. Genelde vakit geçirmek için kullanılır. İşte ben bunda yokum. Çünkü ben sen gibi değilim. Fazla duygusalım belki de. Ben tüm kalbimle hissettiğim şeyleri söyledim sana. Ben de açtığın yarayı onarmaya çalışıyorum. Lütfen sende üstüne maillerinle tuz biber olma. Ama şunu bil, seninle üniversite yıllarında tanışmış olsaydım; elimden kolay kolay kurtulamazdın. Çünkü o zaman yanında olurdum. Başka şehirde uzakta değil. Seni kazanmak için elimden geleni yapardım. Her neyse. Görüyorsun yine uzun uzun yazdım . Aslında sadece içimden geçenleri yazdım... Senin hiç yapmadığın gibi. Çok uzak bir yerlerde unutulmadığını ve unutulmayacağını bil... Her zaman mutlu ol.
  14. Kalp Ağrısı İşte yine başbaşayız içimin acısı yine birlikteyiz ver elini sus ve ne olur incitme beni Ey kalbimin ağrısı ver elini çıkalım seninle soluksuz kalmadan sessizce bu karanlık ve uğultulu ormandan İçimin acısı, kalbimin ağrısı, aşkım işte yine başbaşayız ver elini sus ve ne olur incitme beni Şair : Cezmi Ersöz
  15. karçiçeği_m

    Sibelce

    Senin Gemin Camdan Sevgili Duydum ki yine umudunu kesmişsin insanlardan, dostluklardan... Duydum ki yine acımaya başlamışsın kendine... Yolunu kimselerin bilmediği, bilmek de istemediği sevginin o hayal ülkesinde birilerini beklerken çok üşümüşsün... İnsan ancak kendisine sevgili olabilir, diyormuşsun. Şimdi artık yollarda ve binbir hayalin peşinde sürüklediğin ve yıprattığın sevgine minnet borcunu ödeyecekmişsin... Acıyan sevgini şımartacak, onu örtülere saracakmışsın. Onu kendini güçlü ve korunaklı olduğunu hissetmediğin hiçbir yerde ortaya çıkarmayacakmışsın... Sevgini yırtıcı bir kuş gibi yetiştiriyormuşsun. En iyi savunmanın saldırı olduğunu ve yokolmamak için yoketmek gerektiğini öğretiyormuşsun ona... Ona onu, sabırlar, merhametler ve inceliklerle değil, hazlar, hayranlıklar ve kıskanç ilgilerle besleneceğini vadediyormuşsun. Her gece uyumadan önce arkasında Che Guevera’nın resmi olan aynanla konuşuyormuşsun: Bir sen varsın önemli olan, bir sen varsın gerçek olan... Hem onca acıya rağmen hala güzelim... Ve artık kendime yasaklıyorum başkalarına acımayı ve hayatın acısını... Aynadaki nefesinin buğusunu görüyorum buradan. Gözlerinle gözgöze gelemediğim için tutup aynadaki buğuyu öpüyorsun. Yaralı kendini öpüyorsun... Çekmeceden cüzdanının çıkarıp içindeki kredi kartlarını seyrediyorsun zoraki bir hayranlıkla. İçinde sevgini sakladığğın kaleyi daha da güçlendirmeyi geçiriyorsun aklından. Kredi kartlarını yalıyorsun dilinle ve onların zehirli tadını içine akıtıyorsun. Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen ölüm çığlıklarına alıştırmak istiyorsun kendini böylece. Hem senden güçsüzlerin ölümü, hem bu ölümleri gizleyen ve bütün katliamları anında temize çeken teknolojinin zehirli tadı sarıyor şimdi sevginin yaralarını. Bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen çocukların ve kimsesizlerin ölüm çığlıklarına dayanamadığını hissettiğin anlar, senin için hayatta sadece annenin babanın ve kardeşlerinin önemli olduğunu söylüyorsun kendine ve akşam iş dönüşü onlara hediyeler alarak evine dönüyorsun... Ve eskiden, sevgini bir kalenin ardına saklamadan önce sadece kendi çocuklarını sevenleri kınadığını unutmak içinse bu defa başkaları değil kendin kanatıyorsun sevgini. Sonra küçük, tüylü bir köpek almak istiyorsun kendine. Köpegi severken, kucaklarken sana acımasızlık eden dostlarının, seni sevginin o hayal ülkesinde yıllarca bekletip düşlerini ve ömrünü çalan sevgililerin yüzleri geçsin istiyorsun karşından. Onların yüzleri geçtikçe sahibin olduğun için senden başka kimseyi sevmeyecek ve bağlanmayacak olan köpeğine daha da sıkıca sarılmak istiyorsun, öpüp koklamak. Kendini öper gibi, yaralı ve belki de artık hiç iyileşmeyecek olan kendini. Hiç iyileşmeyeceğini artık kendinden bile saklayamadığın böyle anlarda para kazanmak istiyorsun, iş kurup daha çok para kazanmak. Böyle anlarda bir kalenin ardında gizlediğin herşeye yanlışlarla dolu olsa da senden izler taşıyan tarihine bile düşman oluyorsun. Seni bu hale getirenlerle bir olup bu belki de artık hiç iyileşmeyecek yaralı kendini yoketmek istiyorsun... Sonra yorgun düşüyorsun... Artık dinlenmek istiyorsun. Yarına daha dinlenmiş ve korkularından kurtulmuş olarak uyanmak istiyorsun... Ve uykuya dalmadan önce vitrinlere bıraktığın dalğınlığın geliyor aklına...Kendine bir kez daha acıyorsun ve bu yüzden pahalı bulup da almadığın giysileri almaya karar veriyorsun. Bu pahalı giysiler sayesinde ilgilerin kölesi değil, ilgilerin merkezi olmayı istiyorsun. Bu giysiler sayesinde sızlayan sevgilerini örtmek, örtmek, örtmek istiyorsun. Görünmez olmak istiyorsun. Oysa senin gemin camdan sevgili... İşte güçlü balığın güçsüz balığı yokettiği kanlı denizin her tarafından seni görebiliyorum... Sadece ben değil dost düşman herkes uykuya daldığını görebiliyoruz buradan. Çünkü senin gemin camdan sevgili. Sıkıntından yediğin tırnaklarının kenarlarını... Korkulu bir rüya gördüğünde birden silkinişini... Yaralı sevgini korumak için aldığın onca kötücül karara rağman nasılsa hep masum kalan sayıklamalarını görüp duyuyorum buradan... Kaleni ve kalenin ardında sakladığın yaralı sevgini. Boşuna saklama sevgini. Senin gibiler hiç örtünemez sevgili... Seni bu kanlı deniz ve düşmanların da dostların da hemen tanır. Ya benzerini bulup gidersin buralardan. Ya da seni yokederler sevgili... Herkes gibi ve herşeyi bilerek yaşamaszın sen Senin gibiler örtünemez... Bu kanlı denizde senin gemin camdan sevgili. Şair : Cezmi Ersöz
  16. Biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle içinde güvensizlik ağaçları, küstüm otları kendini saklama çiçekleri Özlem kirlibir kan gibi yüreklerimizi boğmasın yalnızlık karanllık bir orman gibi çökmesin içimize diye biz aşk bahçemizi küçük tuttuk seninle Önümüzde dokunuşlardan uzak, İnsafsız ve çok uzun bir kış var diye koca bir yaz kendini saklama çiçeklerini suladık durduk yalnızca Biz aşk bahçemizi küçük çok küçük tuttuk seninle... Cezmi ERSÖZ
  17. olur tabi....ama nette sınırlı kalmayıp yüz yüze tanışınca dahada güzel oluyor...da yinede çabuk bitiyor .....
  18. karçiçeği_m

    Armanca...

    Merhaba gülen gözlü arkadaşım, dudağındaki tebessümü kaybetmemişsin daha. Ne güzel dünyaya gülen gözlerle bakabilmek ve insanlara tebessümler saçabilmek senin gibi. Biliyorum, üzülüyorsun donuk gözlerle karşılaşınca. Ne yapalım arkadaşım, herkes senin gibi olamaz . Duyabiliyorum " Hayır olmalı" dediğini. Haklısın arkadaşım, aslında bütün insanlar senin gibi olmalı. Bilseler bir tebessümle neler yapabileceklerini, bir çocuğun gözlerindeki ışıltıyı bir tebessümle nasıl görebileceklerini, sıkıntılarla dolu bir insana nasıl dünyaları vereceklerini bilseler ve gülen gözlerin buzları nasıl erittiğini, kalpleri nasıl birleştirdiğini bilseler, eminim onlarda senin gibi olmak isterlerdi... Ve sevgi saçıyorsun gülen gözlerinle arkadaşım. Saf ve hiç bir beklentisi olmayan bir çocuk gibi. Hayır arkadaşım, sevgi, sadece sevgiliye duyulmaz . Sevgi evrenselliktir.. Hiç kimse altın yığınları gibi kasasına kilitleyemez onu. Onun yeri kalplerdedir. Bir annenin kalbindedir, onun yeri çocuğuna verebilmek için. Onun yeri bahçıvanın ellerindedir, sevgi tohumları saçabilmek için. Evet... Sevgi her yerdedir.. Yeter ki sen onu bulmak iste. Sevgiyi bulmak kolay... Zor olan onu elinde tutabilmekte. Unutma arkadaşım, sevgiyi duyabilmekle de iş bitmiyor... Sevgiyi göstermek de gerekir. Hayat kısa arkadaşım bugün olan yarın yok. Sevgiyi göstermek beklemeye gelmez, yarın çok geç olabilir. Elindekini kaybetmeden kıymetini bilmelisin. Biliyorum arkadaşım, bana hak veriyorsun. Şimdi koş sevdiğinin yanına.. Önce, ona gülen gözlerle sımsıcak bir gülümse ve "Seni seviyorum" deyiver içinden gelen en sıcak sesinle. Hayır bunlar komik şeyler değil arkadaşım.. Seni seviyorum anne, baba, kardeşim, arkadaşım vs. demek komik değil. Bu senin gibi bütün canlılara karşı sonsuz bir sevgi duyan bir insan için hiç de zor değil sadece biraz cesaret arkadaşım. Bu, yalnızca yüreğinin buz kapladığını, taşlaştığını zanneden insanlara biraz zor gelecektir ama onlar da senin gösterdiğin cesareti gösterdiklerinde, kalplerinde sevgi kıpırtılarını hissettiklerinde ve ağlamayı öğrenebildiklerinde inan her şey onlar için ve bütün insanlar için daha güzel olacak. Evet arkadaşım, gülmek varken surat asmak niye, güldürmek varken ağlatmak niye, güzel sözler söylemek varken kalpleri kırmak niye? Hayat çok kısa arkadaşım.. Ve bu dünyadaki hiçbirsey kırılan kalplere değmez . Şimdilik hoşçakal arkadaşım yine gel. Yanına senin gibi gülen gözlü, yüreği sevgi dolu insanları alıp yine gel olur mu? Beni fazla bekletme... Çünkü yarın burada olamayabilirim. SEVDİKLERİNE "SENİ SEVİYORUM" DEMEK İÇİN GEÇ KALMA ! ...
  19. karçiçeği_m

    KaYBeDeRSiN

    Hiçbir şeye yetemediğin anLar vardır. Yaşadığın her şeyin sabun köpüğü oLduğunu anLadığın, BaLoncukLar teker teker patLarken, Her şeyi kaybettiğinin farkında oLup da, hiçbir şey yapamadığın. BinLerce cevapsız soru içinde, hayata cevapsız kaLdığın, KimseyLe konuşmak istemeyip, kendine çağrıLarını biLe meşguLe aLdığın. "Ben güçLüyüm" yaLanını her söyLediğinde aynaya, Yüzün kızarır böyLe zamanLarda. Hayat güçLüdür. Gerçeği biLmek kimseye bir şey kazandırmayacağından, Herkes kendi gücüne inanmak ister. Sonra bir anda, sessiz bir sabaha gözLerini açarken; "Hayır," dersin, "güçLü faLan değiLim ben". Bir anda tüm mücadeLeden vazgeçersin. Tüm kavgaLarından. Her şeyi oLduğu gibi bırakmak, ayak uydurmak ister, Sessiz bir kabuLLenmişLiğe bürünürsün. "OLduğu kadar" cümLesi girip yerLeşir hayatına; "OLmaLı" keLimesi terk edip gider cümLeLerini.. "OLduğu kadar" yaşamaya başLarsın "oLduğu kadarıyLa". BekLentiLer, hayaLLer boş geLmeye başLar artık. Kimse senden bir şey bekLemesin istersin, Sen hayattan bir şey bekLemezken. YorgunLuğun, yıLgınLığın arttıkça zincirLer seni, Bırakıp kaçma, yeni hayaLLer kurma, Yeni bir şeyLere başLama hevesi yaşamından uzakLaştıkça; AsLa bitmeyecek yorucu yokuşLar gibi, isteksiz bırakır seni hayata karşı. "Ben buyum" dersin. "OLduğum kadarım" "ÇabaLamanın anLamı yok daha fazLası için" dersin. Ve... Kaybedersin
  20. karçiçeği_m

    Sibelce

    YOĞURT KAPLARI Sabah buLaşık yıkarken eLLerimin annemin eLLerine ne kadar benzediğini fark ettim. Benzemekten de öte; tıpatıp aynısı oLmuşLar.. ****** ergenLik çağLarımda (hakikaten çekiLmez bir yeniyetmeydim) annemin eLLerine sinir oLurdum. Ya da şöyLe diyeLim: Sinir oLduğum bir miLyon sekiz yüz kırk aLtı şeyden biri de annemin eLLeriydi. Kadıncağızın beni sinir etmek için eLLerine özeL oLarak yapüğı bir şey de yoktu. Uzun kırmızıya boyanmış cadı tırnakLan faLan veya Lime Lime oLmuş tırnak etLeri gibi bir durum da yoktu. Sadece şekiLsizdi. Yani güzeL değiLdi. Ve ben buna sinir oLurdum. "Hah" dedim kendi kendime "şimdi senin de bir sıpan oLsaydı o da sinir oLacaktı eLLerine. Yeterince güzeL değiLmiş diye.." Şimdi ise o eLLer biraz daha eLimin içinde kaLsın diye ne numaraLar çekiyorum... Yok üşüdüm, tutsana eLimi, yok kremi fazLa sürdüm, aLsana birazını, tırnakLarın uzamış, törpüLeyeyim mi.. AsLında düşününce, eLLer dışında da anneme her geçen gün daha çok benziyorum. Eskiden çok umurumda oLmazdı şimdi evde ufacık bir dağınıkLık oLsa sıkıLıyorum. Sabah kaLkar kaLkmaz temizLik yapmaya başLıyorum. Hesapça çay demLeninceye kadarki vakti değerLendirmiş oLacağım. Çay zift oLuyor, ben hâLâ bir yerLeri siLiyorum. Aynı annem gibi ben de masa örtüLerini düzeLtmeden yanLarından geçmiyor, hoh yapıp siLmeden aynaLara bakmıyor, yerden gübür topLamadan iLerLeyemiyorum artık. Aynı onun gibi sabah kaLkınca uzun uzun camdan dışarıya bakmadan güne de başLayamıyorum. EsnafLa iki keLimenin beLi kırmazsam aynı onun gibi eksik iş yapmış sayıyorum kendimi. Daha az süsLeniyor ama tıpkı onun gibi daha çok bakım yapıyorum. Eskiden tek bir nemLendiriciyi üç kereden fazLa kuLLanamayan ben artik her gün sabah akşam sürüyorum. ÜsteLik fındık tanesi kadar miktar oLdu artik ceviz tanesi kadar! RimeL ise kurumak üzere.. Bu kadarLa kaLsa yine iyi.. ArkadaşLarımdan çok bitkiLerimLe konuşmama ne diyorsunuz? Ya da yaLnızsam on iki dedi mi en şahane fiLmi biLe seyrediyor oLsam kapatıp cup yatağa giriyor oLmama? Veya çantamda vızıLdayan bir çocuğa veriLmek üzere BONBON taşımaya başLamama? Ben de şaşırıyorum ama gerçek. Annemde daLga geçtiğim ne kadar şey varsa hepsini ben de yapıyorum artik!... Tek kaygım şu: Bir gün ben de YOĞURT KAPLARINI biriktirmeye başLayacak mıyım acaba? AkLımın aLmadığı tek şey bu. Bütün doLap içLeri yıkanmış, kuruLanmış yoğurt kapLarıyLa doLu. Hepsi küçük kuLeLer şekLinde üst üste diziLmiş, kuzu kuzu bekLiyorLar.. KapakLan da eLbette mevcut. OnLarca değiL yüzLerce! Ne diyeyim... Bir gün eLimdeki yoğurt kabını deterjanLarken anLanm herhaLde kap biriktirmenin esbab-ı mucibesini... Bu yazıyı geçen sene yine bu günLerde yazmıştım.. "AnneLer günü" vesiLesiyLe biraz değiştirerek yeniden yayınLamak istedim.. Çünkü hatırLatmak istedim ki anneLerimizde kızdığımız, kırıLdığımız, daLga geçtiğimiz, hafife aLdığımız, Lüzumsuz gördüğümüz, saçma buLduğumuz ne kadar huy, aLışkanLık, arzu, istek varsa bir gün hepsini kendimiz de edineceğiz. Şakanızı, siteminizi yaparken bunu unutmayın istedim. ÜsteLik bazen sadece aLışkanLıkLar değiL bahtLar da anneLerden kızLara miras kaLabiLiyor. İyi veya kötü.. OnLarı eLeştirirken, yargıLarken bunu da düşünün istedim.. Çünkü.. Ben.. Artık.. Yoğurt kapLarını biriktirmeye başLadım.. ALıntı...
  21. benide özlermiş...niye yazmıyor diye sitemde edermiş kardeşlerin bitanesi;) sen çağırdında ben mi gelmedim...ama biliyorsun artık ben asistan oldum öyle senin gibi boş zamanım yok yinede uğramaya çalişiciğim
  22. ne kadar acıdırki teker teker yıkıyorlar kurduğun herşeyi ATAM....sıra heykellerinede gelecek.Ne zaman bu milletin gözleri açılıpta bu gidişe dur diyecekler merak içerisindeyim.umuyorum çok geç kalmayız
  23. Temmuz ayında gitmiştim ama ilk fırsatta tekrar gideceğim....görülmeye değer muhteşem bir yapıt
  24. Unutmayacağım ve hayata inat ağlayacağım sana…. Seni kalbimde taşıyacağım… yarınlarımda saklayacağım… Savrulup gittiğinde ömrüm Son nefesimde seni sayıklayacağım…. Unutmayacağım…. Hayata inat seni…. Yıllar bendeki beni çürütse de …ben kalbimi ayrı tutacağım Çünkü seni taşıyacağım orada…. Rüzgarlara inat, güneşte bakacağım kalbimdeki sana… Anılarımıza inat bugünümde hissedeceğim aldığım her nefeste Sana dokunamadığımda.. kalbinin atışlarını duyacağım kulağımda Sen benden uzaktasın diye… ben seni unutmayacağım Sen sana kavuşmanın imkansızlığını fısıldadığında meleklerle Ben meleklere inat geleceğim sana …. Geldiğim gün ölüm olduğunda Yaşama inat ben yeni başlayacağım doğmaya... ..... Ölmek zamanı bu bahar desem; Durur muydu tükenmiş kalbim bir anda Simsiyahlığın içinden gelen parçalar sardığında etrafımı sorgusuzca Sonsuz bir düşten uyanabilir miyim ölmek zamanı olduğunda… Bir bilmece belki de çözümü olmayan bir düğüm Etrafında beni bağlayan sımsıkı kollarıyla Nefesim yetercesine haykırdığımda Yüreğimden kopan bir gün, bir gece bir dakika olduğunda Ölebilir miyim bu bahar ölmek zamanı olduğunda? Gölgelerden kopan bir siluet durduğunda karşımda Bilirim o ben değil.. oysa işittiğim bir yürek Hissettiğim bir nefes üzerimde gezen.. Canım acır.. gözlerimden çıkarmak istercesine hıncını Boğazıma gelir yerleşir sımsıkı bir düğüm Gözler belirdiğinde simsiyah penceremde Gidebilir miyim diye yalvarırcasına uzandığımda Ben kaybolabilir miyim karanlıkta ölmek zamanı olduğunda… Hisseder parmakların resimler üzerinde gezerken bir bir Geçmişe karışmış saatleri günleri ve hayata anlam vermiş gülüşleri.. Parmaklarının ucundadır oysa kaybolmuş bir dünyanın parçası Geri dönmek belirir önünde oysa gerçek her an ileriye gitmektir.. İsyan dediğinde bir an hissedersin o güzel bahar havasındaki sakinliği Yine aynı soru ürpertirken küçücük kalmış bitkini kalbini Tek bir şeyi merak edersin.. dile getirmekten korktuğun Önce vazgeçersin üstün bir çabayla Sonra sorarsın yeniden bıkmadan usanmadan defalarca İzin ister, yalvarırcasına.. Gidebilir miyim ben; bu bahar ölmek zamanı olduğunda? alıntıdır.....
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.