
Radya tarafından postalanan herşey
-
GODZİLLA ve RUA Ortak Anı Defteri
- GODZİLLA ve RUA Ortak Anı Defteri
Onlar kaç kalori senin haberin var mı Beni götüreceksen bile ben seyir bakarım onlara- Ne kadar vaktimiz var..
Çok şükür,çok şükür var Dayı Ne demek istediğinizi anladım sanırım- Günün Sözü
Kötüler kendilerine tahammül edildikçe daha çok azarlar. Tolstoy- İŞİMİZ BU;YAŞAMAK
Birer birer kayıp giderde her bir sevilen, yenisi gelmez Eline geçmez hele ki değeri hiç bilinmeyen, yürekte varsa Sevgiden de ötesi Sen ağlasan da boş, ışıkta yaksan nafile, odan karanlık Hep loş, hayatın emri hep koş, bayağı bir bekledim boş Yaşantım sanki bir savaş ve hoşta bazen, ama ateş Kesildiğinde ve de sular durulduğunda, yoksa hep gülerdi İnsan, hep kalırdı masum, saygıda bir kusur ettiğinde Minnetinde değeri yok, kafalarda hesaplar yapılır ve Mesafeler konur, fakat bu kalp unutmaz, unutamaz ki zaten Her kalp yıkılır ancak yenisi bulunamaz bir mesken, her Anım birini özler, rüyada yolunu gözlediğim, düşünceler ve Benliğimle canlanır tüm hatıralarım, bitince yalnızım Gözümü açtığımda kalmışım yanımda ailem ve birde Arkadaşlarım Şimdi boşuna bakma saate zaman geç oldu, dün annem elimi Tutarken bugün 29'da doldu, vakit can almaz ancak can Yakar Fakat bir bekle bak, knock out olursan çok sakat Mücadeleyle geçen hayatta son round, kazanmak herkes ister Ne istediğini bilmektir önemlisi var mı listen Hayallerin, hırsın, cesaretin, sabır selametimse intikam Felaketimdir Ne mektebimde vardı huzurum, ne vardı evde, çıkıp bir Başıma ağlamaktı belki caddelerde, hayallerin kurulduğu ve Düşlerin yok olmadığı, bu gözlerinse dolduğu, zamanın Donduğu bir yerdeyim, düşünceler dumanlı dağlar aynı Gözse puslu, bir bakmışım mesafeler uzun ve tozlu, benimse Yol yürür gider bir seyyah olurum, ne paranın bir değeri Vardır aslında, ne de şerefle onurun Ameleydim eskiden şafak sökerdi her gün işe giderken Cebimde yoktu bir kuruş ve üsküdar'ımın her bir yeri Yokuş Her gün yeni bir suç, ittiler fakat ben olmadım tuş Kanatlı doğmamış kuş, vakit hiç geçmemişti, ben hep aynı Yerde saydım Ekmekle vardı kavgam daha bir sertti günler, ve geçmişeydi Saygım, gelecekti kaygım, kelebekti kalbim Akar giderdim olsa bile bir derdim hep gülerdim, ve Ağladığımı görebilen bir annem birde ben, inceden bir Perde vardı gözlerimde Göz görür fakat dilim susardı, ayaklarım, elim, kolumda Bağlı, hayat bu dile kolay velakin her bir yerine ağrı Ve kimi zaman düşündüm, aslında hiç üşenmedim ben hep Düşündüm, hayata karşı dört silahşör hep güler sanmıştım Bu öyle lanet olası tos bir pembe ki bir baktım her şey Ciddi ve hemen uyandım Gelsin hayat bildiği gibi gelsin, işimiz bu yaşamak Unuttum bildiğimi doğarken, umudum ölmeden hatırlamak- .....::Radya::.....
Geldim geldim,tamircinin gözünü fena korkuttum heralde sabah 9da bende almış soluğu Teşekkür ederim godzi Aynı resimdeki gibi gülümsetiyorsun beni,iyi ki varsın- .....::Radya::.....
Bu Sezen Aksu'nun dimi Sardunyam Teşekkür ederim- Ne kadar vaktimiz var..
Kimdir elalem? Sizin hatalarınızı,kayıplarınızı,mutsuzluklarınızı görmek için pusuda bekleyen, gördüğü an da da kıs kıs gülen,ellerini mutlulukla oğuşturan insan kılığına bürünmüş şeytandır bence... Bazen komşunuz, bazen arkadaşınız, bazen de çok acıdır maalesef akrabanız(ki bu türlere akbaba diyorum ben)kısacası dört duvarınız dışında ki herkesdir elalem Burayı okumak istersiniz belki Dayı http://www.turkish-media.com/forum/index.php?autocom=blog&blogid=635&showentry=4819- Ne kadar vaktimiz var..
İnsanların öle komik hırsları var ki Dayı, kendinizi bir anda bır savaşın ortasında buluveriyorsunuz Kırmızı kurdele isterim (benimki de latifeydi )- Ne kadar vaktimiz var..
Pembe yalanda mı yok Annem küçükken bana derdi ki; "Küsleri barıştırırken ve savaş sırasında yalan serbesttir" Savaş çıksa bile mi- Ne kadar vaktimiz var..
Bu sözünüz bana dün kendi kendime bir sayıklamamı hatırlattı Arabamızla tam şuradan geçiyorduk: "Ne güzel" dedim."Keşke Dünya'yı böyle şakır şakır yıkayabilsek"(gerçi artık su da yok ya ) "Ama yok"dedim sonra da.Dünya'yı her mana da kirleten bizleriz önce kendi içimizi pisliklerden arındırmalıyız"...Olabilir mi bu? Çok mu polyannaca- Günün Sözü
Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir. Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir. Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir. Bacon- Herşey bir merhabayla başlarmış!
Radya şurada cevap verdi: Şahnaz başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımEvet öle demek istemiştim Merhabalar size de- Herşey bir merhabayla başlarmış!
Radya şurada cevap verdi: Şahnaz başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi TanıyalımHoşgeldiniz Ne güzel bir hemşo daha katılmış aramıza- GODZİLLA ve RUA Ortak Anı Defteri
Amannnnn hemen alıp kaçayım yemeğim de azdı yırttım gene Allah senden razı olsun ablacım tabi tabi erkek milletine bahane çok, erkek olmaları yetiyor zaten yemek yapmamak için- GODZİLLA ve RUA Ortak Anı Defteri
Ruacım hoşgeldin.Biz de seni özledik- Ne kadar vaktimiz var..
Ne iyi etmiş de gelmişsiniz bu gezegene... Dışarıdan bakıldığında SEVGİ ile yoğrulmuşluğunuz rahatlıkla görülebiliyor.Yüzünüzde ki tebessümün hep daim olmasını dilerim Dayı Dün okuduğum bir yazının bu başlığa çok yakışacağını düşünüyorum.Belki kimilerine fazlaca argo bir anlatım gelebilir ama ben yine de paylaşmak istiyorum sizlerle... Kim sevdi ölesiye bizi? Ya biz kimleri sevdik ölesiye? Kime kızıyon öyle? Sevgi Rahman’ın adıydı hani? Çocuklarının arkadaşlarına sarkan sübyancı popçulardan bu yana, “yolu sevgiden geçenler” nefrete saptı gayrı… Yakında acı ve şiddet satın almaya başlayacak insanlar, koskoca adamların birbirilerini boyalı toplarla ‘şakadan’ öldürdüğü oyunlar da kesmeyecek… -Abi şuradan bela verir misin bana? - Tabi canım! Allah ********! Kendinden nefret ediyorsun unutma! İnsan kendine kahreder, kendine katlanmakta güçlük çeker en çok… İmajdan kurulmuş kimlik kaleleri, sahte bağımsızlık manifestoları, otoriteye tapınmanın sanal özgüveni… ‘Ah’ diyorsun, büyüdükçe çıkıyor acısı değil mi? Herkeste bir gerginlik, herkeslerde agresif bir ruh hali. Konuşmaya mecali kalmadı öfke bilemekten milletin. Burnumuzdan soluyoruz. Evlerden, caddelerden, ofislerden, toplumsal mekanlara kadar seç beğen nefret al. İster kitlesel histeri, ister bireysel sıyırma. Toplu cinnet, toplu linç, bireysel şiddet öyküleri duymadığımız-görmediğimiz gün yok. –Bu da bireysel başarı öyküleri, mutluluk şablonları attıran yayınevi ve iş dünyası dergilerine karşı hayatın garip ironisi olsa gerek- Sevgi Rahman’ın adıydı hani? Sübyancı bilinçaltları ile çocuklarının arkadaşlarına sarkan popçu babaların pörtlemesinden bu yana, “yolu sevgiden geçenler” nefrete saptı gayrı… Yakında acı ve şiddet satın almaya başlayacak insanlar, koskoca adamların birbirilerini boyalı toplarla ‘şakadan’ öldürdüğü oyunlar da kesmeyecek artık… -Abi şuradan epey miktar da bela verir misin bana? Parasını aldıktan sonra şöyle ‘hizmet’ sunacak satıcı kim bilir: - Allah ********! Biz dergahlardan çıkıp Anadolu’nun efsunlu dağlarında garibe-düşküne, börtüye-böceğe, paşaya-kadıya, anaya-bacıya, öksüze-yetime sırf Yaradandan ötürü sevgi saçan dervişlerin torunları olduğumuzu ne çabuk unuttuk böyle! Ne zaman öğrendik, Kurtlar Vadisi’nde aslan kesilmeyi, otoriteye yavşamayı, hiç tanımadığımız birine ölesiye öfke bilemeyi? Ana-babamız ya da dostlarımız için candan vazgeçecek kadar kutsal sevgilerimiz, delikanlılığın ılık baharlarında mı kaldı? Otoriteyi ilk ne zaman sevdik? Satıldığımızı hissettikçe içimiz kanadığında mı? Satmayı öğrendikçe, balta gibi kendine yontan argümanlarımızın çokluğuna şaşırdığımızda mı? Ne zaman? Kim sevdi ölesiye bizi? Ya biz kimleri sevdik ölesiye? Dünya ne zamandan beri etrafımızda döner oldu hatırlayanımız var mı? Kimlere kızdın en çok? Kimden nefret ettin en fazla? Kişisel nedenlerle mi, ekonomik kaygılarla mı, yoksa ideolojik gerekçelerle mi etini, tırnağınla yolmak isteyecek kadar kin duydun birine! Hayata karşı kaç soru sorabildin de, şimdi yanıt alamayınca “öldürmemek işten değil be” diyebiliyorsun. Kendi ‘kutsal’ varlığın dışında nefret ettiğin, iğrendiğin, yok etmek istediğin o ‘yabancı’, aslında hiç de yabancı değil sana! Sen kendinden nefret ediyorsun unutma! Sevmediğin sensin! İnsan kendine kahreder, kendine katlanmakta güçlük çeker en çok… İmajdan kurulmuş kimlik kaleleri, sahte bağımsızlık manifestoları, iskambilden karakter tripleri, otoriteye tapınmanın sanal özgüveni… Büyüdükçe çıkıyor acısı değil mi? “Keşke çocuk mu kalsaydım” diyorsun yine, fark etmez böğürme! O zaman da “mızıkçı”nın tekiydin şimdi de! Ahmet Zeki Gayberi- En cok sevdiginiz uye kimdir?
GoGoCan http://www.turkish-media.com/forum/index.p...;showentry=4878- GOGOCAN KİMDİR?
Kelimelerin hücümuna uğrar mı sizin beyninizde! Allah Allah Allah naralarıyla bin atla, dört nala koşarak hücum etti mübarekler bana bu sabah! Ya gidin kardeşim uyuyacam diyorum ama dinleyen kim! Bacımla günü ağartmışım sabah olmuş ben olmuşum umurları değil.Sonunda dellendim çarptım yere yastığı attım kendimi buraya! Ya bismillahhhhhhhh.............. Siz hiç kendi şehrinizin sabahını görmeden başka bir şehrin sabahını gördünüz mü?Seviyorum ben bu interneti, ben bugün İstanbul'la ve bacımla sabaha merhaba dedim. Go ile yani Go da nekine...? Yani GLORİA...Eeee neden Go? Soru:Forumda en çok sevdiğiniz üye kimdir? Bu kadar kazık soru sorulur mu, teessüf ederim İki tane ennn sevdiğin üye olunca ben oracıkta apışıp kalıyorum tabi Onları ne yanyana ne de altlı üstlü yazabilirim.Her iki şekilde de hangisini üste ya da başa yazacağımı belirlemem de imkansız.Çünkü birinden biri kırılır gücenirse ben öleyim daha iyi Aslında bir tanesi uysal ama diğerini napmalı? Beni bir kere kendinden bile kıskanmıştı çozutuk.E peki radya'da çareler tükenir mi? Hayatta tükenmez... İkisinin rumuzunda "G" var "O" da var, aldım onları koydum yanyana.oh beeee işte bu kadarrrr! Cevap:GoGoCan Nolur kimseler darılmasın bir insan yüreğine bir sürü sevgi sığdırabilir.Benim bu forumda çok sevdiğim üye var.Kardeşlerim,arkadaşlarım,dostlarım var.Rinacığım neredeyse 20 yıllılk dostum örneğin.Tengerin öz kardeşimden farksız, vallahi onu öz kardeşimden daha çok görüyorum. Ama bu GoGo lar neyin derseniz? Onlar kısaca "BEN" aslında Ben onlara baktığımda kendimi görüyorum artık.Her yazdıkların da her düşündüklerinde, kendimden br parça buluyorum çünkü.Farklı bedenlere ayrılmış tek ruh, tek yürek sanki Dün gloria ile tel'de konuşuyoruz,mutfakta tiremusu yapıyorum bi yandan.(Biz ikimizde tatlıyı çok tatlı sevmiyoruz.) "Sen keki ıslattığın nescafe'yi acı mı hazırlarsın tatlı mı"? diyor. Ben acı koyarım çünkü benim tarifimde ki krema tatlı.O kırılsın diye acı nescafe ile ıslatırım kekimi. Gloria;"ben kremasına hiç şeker koymam diyor.Ama nescafe'yi tatlı yapıp ıslatırım keki" Yaniii yöntem farklı olsa da hedef aynı Biz birbirimize ne zaman ihtiyacımız olduğunu biliriz, benim seslenmeme hiç gerek yoktur. Buna birbirine CAN olmak denir bence. Şu şarkıyı söylediğimde alacağım cevap bellidir: Susulsam kusur olsam Ağızdaki küfür olsam Doğuştan esir olsam Yine de oynar mısın benimle EVET EVET EVETTTTTTTTTTTTT Ana babanızdan,evladınızdan,eşinizden başka kaç kişi sizin üzüntünüze üzülür size karanlığı yasak eder.Tabi ki CAN biri.(diğer Go)Godzi tabi ki senden bahsediyorum.(Ay kızarırsın şimdi sen hahaha) Kendi derdini tasasını bir kenara bırakıp yoldaşlığından asla vazgeçmeyen sen değilmisin? Beni dünyalara sığdıramazken kendinin nasıl güzel bir insan evladı olduğunun farkındamısın İnsan silüetine büründürülerek bana gönderilmiş doğaüstü bir koruyucumusun yoksa Gogocanlarım benim sizin için daha söylenecek çok şey var.Ama azcık daha yazarsam ağlıyacam galiba- Gönül Yarası mı? Dil Yarasa mı?
İnişler çıkışlar, kırılıp dökülmeler bazen sevgimizi ölçmede belirleyici olabilir. Kırılıp dökülenleri küreğe süpürüp çöpün başına geldiğimizde onları çöpe atmadan uzuuuunca bir düşünmek lazım. Bu kürektekiler rastgele bir vazomu yoksa çok değerli antika bir vazomu? Rastgele bir vazoysa at gitsin.Ama diğeriyse hemen başla parçaları biraraya getirmeye... Tamir olmaz ki deme Sevgi en güçlü yapıştırıcıdır herşeyi tamir eder...- Marilyn ve Rabia
Marilyn ve Rabia Marilyn Monroe, ölümünün üzerinden geçen yarım yüzyıla rağmen hâlâ bir efsane. Gayri meşru olarak dünyaya gelen ve annesini tımarhanede yitiren Marilyn’nin, mutsuz bir çocukluk geçirdiği ve bakımevlerinde istenmeyen bir eşya gibi görülme duygusuyla yaşadıkça didiştiği bilinir. Rabia’yı ise, Diyarbakır’da bir aşiret reisi olan Hacı Hüseyin’in kızı olmasına rağmen, aile çevresi dışında kimseler tanımaz. Rabia, Marilyn’e kıyasla, annesiyle birlikte mutlu bir çocukluk geçirmiş, beş kardeşin en güzeli ve en küçüğü olarak bir dediği iki edilmemiştir. Bu iki kadının Hollywood kökenlisi, gençlik yıllarından itibaren ünün doruğunda, baş döndürücü bir popülerlik ve servet edinmiş, dilediği erkekle birlikte olup fırtınalı aşklar yaşamıştır. Rabia ise, ergenlik dönemine geldiğinde taliplerinden ilki olan Sefer’e, töre gereği -başlıkla- gelin edilmiştir. Marilyn, üç kez evlenip onlarca erkekle flört ederken, Rabia ise eşi Sefer’e varlığını armağan edip, o günden itibaren yazgısına itaatle boyun eğmiştir. Kocası Sefer, bir ömrün yoksullukla geçmeyeceğine karar verip, birkaç yıl içinde Alman’ ’dan zengin bir adam olarak döneceğine Rabia’yı ikna etmiş ve Almanya’da otomotiv sektöründe işçi olarak çalışmaya başladığında, Rabia ise kaynanası ve iki çocuğuyla acı dolu günleri, yılları saymaya koyulmuştur. Marilyn, geniş salonlarda onlarca erkeğin iltifatlarıyla şuh kahkahalar atarken, Rabia ise şirret bir kaynananın bekçiliğinde her gün ağlamayı yazgı bilmiştir... Rabia, evinin perdelerini açamaz, dış kapısının önünü bile -bir başka erkeğe bakmasın diye- süpüremez olmuştur. Kaynanası ve kayınları, Rabia Sefer’i “namusuyla” (!) beklesin diye onu birkaç günde bir tokatlamayı da huy edinmişlerdir. Bütün gazeteler Marilyn’in bir “narsisist” olduğunu yazarken, Rabia’nın ise hiç seçmeden, hiç istemeden bir “mazoşist” olabildiğini kimseler bilmemiştir... Üç yıl sonra Almanya’dan döneceğine söz vererek giden sefer, her yıl sadece on beş ila yirmi günlüğüne tatile gelebilmiş ve Rabia’nın bütün sitemlerine, sabırsızlığına rağmen “iki daire ve bir ekmek fırını parası biriktirmeden Diyarbakır’a dönemeyeceğini” söyleyerek ona sadece “sabır” dilemiştir... Marilyn, fırtınalı yaşamından dolayı psikolojik tedavi görmeye başlarken, Rabia ise bir kaynana ile dört duvar arasında silik ve dingin yıllar geçirmekten psikolojik bir vaka haline gelmiştir. Onu tedavi eden de olmamış, aradan upuzun on yıl geçmiş ve Sefer, iki daire, bir de ekmek fırını parası biriktirip nihayet Almanya’dan dönmüştür. Kaynanası ve kayınbiraderleri görevlerini yapıp (!) tam on yıl boyunca Rabia’nın yanına bir erkek sineği bile yaklaştırmayarak, onun bedenini Sefer adına bir yetkiyle korumuşlardır. Bedenini korumuşlardır ama, Rabia’nın ruhsal durumu ise artık yaşadığı intihar boğuntularıyla paramparça kılmışlardır… Marilyn, çevresinde şöhreti ve parası için dolaşan yüzlerce insandan hangisinin gerçek dost, hangisinin sevgili olduğunu bir kalabalığın kuşatmasında anlayamadığı için tedavi görürken, Rabia ise on yıl süren upuzun bir yalnızlıkta sadece Sefer’in adını sayıklamaktan bir şizofrendir artık... Marilyn, Saint Exupery, Dostoyevski, Miller okurken ve Miller’le flört ederken, ilkokul çıkışlı Rabia ise Sefer’i beklediği günlerdeki yalnızlıkta çocuklarının hikâye kitaplarını okumuş, radyo programları, haberlerden vb bir yerlerden Napolyon’un, Gorbaçov’un kim olduklarını öğrenmiştir. Diyarbakır’a yıllar sonra dönen Sefer, artık Rabia’yı tanıyamamaktadır; çünkü Rabia, her sabah Napolyon Bonapart’ın selamını Gorbaçov’a ulaştırmak üzere evden çıkmakta ve Sefer’in Almanya’dan getirdiği fötr şapkayı giyip, dudaklarının kıyısına da bir sigara iliştirerek düşsel olarak kurguladığı ordulara kendince komutlar vermektedir. Belki de kendini yıllarca arzuladığı bir özgürlüğün kollarına böyle bırakmaktadır; artık şuursudur... Rabia’yı bir süre gözleyen Sefer, anasına, artık Rabia’nın kendisine kadınlık yapamayacağını, bu yüzden yeni bir evlilik için genç ve güzel bir kadın bulmasını söyler. Başlık parası fazlasıyla ödenir ve kırk beş yaşındaki Sefer’e on yedi yaşlarında bir kız bulunur civar köylerden; incecik, gencecik bir kız... Rabia, otuz beş yaşına gelmiş ve yıllarca evde oturmaktan hayli kilo almış bir delidir artık(!) Sefer, küçük bir oda tutar Rabia ve çocuklarına; kendisi de genç eşiyle yeni aldığı daireye çekilir. Rabia’yı bağlamak da bir çözüm getirmez ve kaldığı evin duvarları dışında ne varsa her şeyi paramparça ederek dışarı, sokaklara kaçar durur... Rabia, artık Diyarbakır’ın muhtelif semtlerinde kâh Napolyon’un askerlerine komutlar verirken, kâh yollarda, kaldırımlarda oturup bir başına ağlarken görülmektedir. Artık kocası Sefer’in hiçbir işine yaramayan Rabia’nın onuru, ne kaynanasının ne kayın biraderlerinin umurunda bile değildir... Rabia, bir gece Diyarbakır’ın Dağkapı semtinde SSK hastanesi bitişiğindeki askeri karargâh civarında yürürken, nasılsa kırmızı şapkalı kızın büyükanne kılığına giren kurt tarafından yenilmek üzere olduğunu düşler. Kırmızı şapkalı kızın kulübesi ise, askeri karargâhın içindeki karanlık alandadır. Rabia, arkasında yürüdüklerine inandığı Napolyon’un askerlerine komut verir ve kırmızı şapkalı kızı kurtarmak üzere tel örgülerle çevrili yasak alana girer... Nöbetçi askere, karargâha parolasız girmeye kalkan olursa vurması emredilmiştir. Asker uyarır, bağırır, ama kırmızı şapkalı kızı Napolyon’un ordusuyla kurtarmaya giden Rabia, o an hiçbir şey duymaz... Önce bir, ardından üç kurşun Rabia’nın gövdesine boşaltılır. Yığılıp düşerken hâlâ Napolyon’un askerlerine geri çekilme komutları vermektedir. Namlusundan dumanlar çıkan nöbetçi er, onun konuştuklarından hiçbir şey anlamaz... Hakkında bildiği tek şey, “dur” ihtarına uymadığıdır... Er, siyasal gerilimin alabildiğine boyutlandığı o günlerde olağanüstü hal bölgesindeki nöbetinde, aklınca kendisine verilen “emre itaat” etmiştir(!) Rabia, sonraki gün belediye tarafından sahipsizler mezarlığına gömülür ve o yılın insan hakları kurumlarının yıllıklarının Güneydoğu’daki “yargısız infaz”lar listesinde adı geçer. Oysa ki ölümü değil, asıl Rabia’nın yaşamı bir yargısız infazdır... Bu iki efsane kadın, benim kalbimde yıllar yılı ev sahibi gibi oturup kalmışlardır ve daha kalmaktalardır... Çünkü Marilyn, biricik platonik aşkım, Rabia ise teyzemdi benim... Sevgili Marilyn, “şimdi cehennemde Nietzsche’nin metresi olmalıdır”; anamın kara gözlü bacısı Rabia ise, belki şimdi cennette bile hâlâ Sefer’i sayıklamaktadır... Yılmaz Odabaşı Ankara, 1997 “Düş ve Yaşam” adlı kitabından.- tuttu tuttmadi :)
Tuttu Ev ekmeğinin üstüne salça sürüp yemeği seversin(nerden geldiki şimdi aklıma )- Haz alarak okudugum karma şiirler...........
- BIG BANG
Ben falı malı bilmem canım Blog benim ama yazıyı yazan gloria o daha iyi bilir ona soralım istersen- Haz alarak okudugum karma şiirler...........
Dişlerim uzamak istiyor ben bastırıyorum,tırnaklarım gittikçe sivriliyo engel olamıyorum Vaşak dışarı çıkmak için çırpınıyor,onunla boğuşurken buldum - GODZİLLA ve RUA Ortak Anı Defteri
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.