mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey
-
ORTA ÇAĞ KARANLIĞI İKTİDARDA
Sayın Semazen, 1400 yıl önce ki doğma düşünceler olarak nitelediğiniz bir dine olan bakışınız karşısında tek yazacağım size ve düşüncelerinize olan saygımdır.Yalnız bu düşüncenizlerden hemen sonra gelen çağdaşlaşma,bağlantılı olarak ilerici- gerici ile ilgili düşüncelerinize aynı şekilde yaklaşamam.Bu yazıyı aylar belki de yıllar önce okumuştum.Mutlaka bu yazıyı paylaşmalıyım dedim,sonunda da buldum.Lütfen beraber okuyalım.Teşekkkür ederim. Bengül Güngörmez - “İlerici”liğin “gerici” retoriği II.Meşrutiyet’ten bu yana süregelen bir tartışma olan “ilerici – gerici” meselesi son günlerde politik gündemi çok fazla meşgul etmeye başladı. İlericiler var, gericiler var. Bir de ne ilerici ne de gerici olanlar. Hem entelektüellerin hem de politikacıların zihnini meşgul eden ilerici – gerici ayrımının bizatihi kendisi “gerici” bir ayrımdır. Bu ayrım, yüzeyselliği ve keyfiliğiyle tarihin çöp kutusuna atılmayı hak etmiştir. Bununla birlikte böyle bir yazıyı kaleme alan kişinin kendisine sorması gereken ilk soru şudur: İlerici – gerici ayrımının “gerici” bir ayrım olduğunu söylemek de bir gericilik biçimi midir? Bunu iddia etmekle “gerici” mi sayılmalıyım? “İlerici – gerici” meselesinin Meşrutiyet’e kadar giden tarihsel serüvenini elbette burada ayrıntılarıyla ele alamayız. Ancak bu ayrımın belirsizliği, ayrımın kendisine ilişkin bazı tespitlerle kısmen de olsa açıklığa kavuşturulabilir. “İlerici – gerici” ayrımının en bariz özelliklerinden birisi ayrımın taraflarının birbirlerinin karşıtı olmalarıdır. İlerici, gerici olmayan, gerici de ilerici olmayandır. İlericiler olmasaydı gericiler olmayacaktı. Ancak burada bize karşıtlıkmış gibi görünen şey, aslında bir yanılsamadır. Çünkü karşıtlık tarafların aynı statüde olmasını gerektirir. Gericiler ve ilericiler aynı statüye sahip özneler değildirler. Zira gericileri tanımlayanlar ilericilerdir; onları adlandıranlar ya da sınıflandıranlar ilericilerdir. Sınıflandırmaya hakim olanlar, sınıflandırmanın kendisini belirleyenler ve anlamlandıranlar ilericilerdir. Gericiler ve ilericiler birbirinin eşiti olan karşıtlar değillerdir. Buradaki karşıtlık ilericilerin zaferi, kendilerini doğrulama biçimidir. Gericiler, ilericiler tarafından “tasarlanmış” olanlar, zoraki dışlanmışlar, ilericiler ise kendilerini doğrulamak için bu “tasarlanmış”lara ihtiyaç duyanlar, bağımlı olanlardır. İlerici kendi başına ilerici, gerici kendi başına gerici değildir. İlerici ancak gerici karşısında ilericidir. Bu yüzden ilericilik koşula bağlıdır; gericiliğin olma koşuluna. “İlerici – gerici” ayrımının ikinci özelliği diğer sınıflandırma eylemleri gibi bir sınıflandırma eyleminin ürünü olmasıdır. Her sınıflandırma eylemi, bir dahil etme ve bir dışlama eylemidir. Dahil olanlar ve dışlananlar, içerde olanlar ve dışarıda kalanlar dünyayı ikiye bölen bir eylemin ürünüdürler. Sınıflandırmak güç uygulamaktır. Sınıflandırmak kontrol etmektir. Çünkü her sınıflandırma böler ve ayırır. İlericiler ve gericiler sınıflandırması da dünyayı ikiye bölen bir eylemin ürünüdür. İlericiler dahil olanları, gericiler dışlananları oluşturur. Dışlananlar dahil olanların ötekisidirler. Gericiler, ilericilerin ötekisidir. Onlar, sınıflandırma işleminde sonradan gelenler, arkada kalanlar, takip edenlerdir. Arkadan geldikleri için de itibarsızdırlar. Varlıkları ilericiler için utanç kaynağıdır. Gericiler, gerici olduklarını ilericilerden öğrenirler. Kimlerin gerici kimlerin ilerici olacağına, gericilerin ne zaman gerici ne zaman ilerici sayılacağına ilericiler karar verir. Çünkü icadı ilk onlar yapmışlar, ilk onlar sınıflandırmışlardır. Taraflardan ilki ikincisine kendini doğrulamak için ihtiyaç duyarken, ikincisi birincisine varlığını, adını, statüsünü borçludur. Sınıflandırma eylemi dilde gerçekleşir. Dolayısıyla “ilerici – gerici” sınıflandırması da dilde gerçekleşir. Ancak bu dilsel durum karşılıklı diyalogun olmadığı bir durumdur; yani, diyalogun gerektirdiği, birbirini dinleyen ve birbirlerinin ne söylediğini anlamaya çalışan taraflar, bir başka deyişle özneler yoktur. Bu yüzden sınıflandırma dilsel şiddet içerir. Sınıflandırmak için güce sahip olmak gerekir; güce, yani iktidara. İlericiler sınıflandırma/adlandırma gücüne sahiptirler; yani, iktidardakilerdir. Gericiler ise sınıflandırılanlar, yani güçsüzler, iktidara sahip olmayanlardır. İlericiler iktidarlarının keyfini çıkartırken gericiler “politik iktidarsızlık” durumunda yaşarlar. Üçüncü olarak, “ilerici – gerici” sınıflandırması zamana ilişkin bir sınıflandırmadır. Gericiler, zamanlarının gerisinde kalanları, ilericilerin deyişiyle “kendi zihinsel tasavvurlarının ürünü olan bir tarihe” inananları, eskide yaşayanları, ilericiler ise çağlarının “şimdi”sinde ve gelecekte yaşayanları tasvir eder. Bu sınıflandırma tarihin düz bir çizgi halinde kesintisiz olarak ilerlediği fikrine dayanır. “İlerici – gerici” ayrımı, ilk defa ülkemizde değil, Batı toplumlarında ortaya çıkmıştır ve ayrımın kaynağı Aydınlanma düşüncesidir. Aydınlanma düşüncesinin geleneksel düzenle hesaplaşmasının bir sonucu olarak ortaya çıkan “ilerici – gerici” ayrımı, Aydınlanmacıların modern şemaya direnen fenomenleri, bilhassa da dinsel fenomenleri “gerici” olarak isimlendirmesiyle ortaya çıkmıştır. “İlerici – gerici” ayrımı, temelde, on dokuzuncu yüzyılda Aydınlanma düşüncesiyle egemen olan “ilerleme” fikrine dayanır. On dokuzuncu yüzyılda zirvesine ulaşan, yirminci yüzyılda ise taraftarlarının büyük ölçüde terk ettiği bir fikir olan, ilerleme fikri basitçe, insanlığın geçmişte ilerlediğini, halen ilerlemekte olduğunu ve gelecekte de öngörülebilir bir geleceğe doğru ilerleyeceği düşüncesini içerir. İlericiler, ilerleme fikrinin çizdiği şemaya uymayan, bu hattan sapma gösteren veya şemaya direnen fenomenleri gericiler olarak adlandırırlar. Ülkemizde, ilk defa Meşrutiyet zamanında ortaya çıkan “ilerici – gerici” sınıflandırması ise, Türk aydınları ve devlet adamlarının on dokuzuncu yüzyılda, Aydınlanma düşüncesiyle yaptıkları aşksız evliliğin çocuğudur. “İlerici – gerici” sınıflandırmasının zamana ilişkin bir sınıflandırma oluşu en büyük handikaplarından biridir. Çünkü, bugün kendilerini ilericiler olarak tanımlayan kesim, yarının gericileri konumuna düşebilir, geçmişin gericileri ise bugünün ilericileri olarak adlandırılabilirler. Tarihimiz bu durumun ilginç örnekleriyle doludur: “Meşrutiyet’i, Kanuni Esasi’yi savunanlar, Meşrutiyet’in ilanının ardından, Milli Mücadele’ye destek verenler Cumhuriyet kurulduğunda, Demokrasiyi savunanlar, çok partili hayata geçişten sonra mürteci konumuna düşmüşlerdir.” Yine “1950’lerden başlayarak 1970’lerin sonlarına kadar ‘komünizmle mücadele’ eden dini söylemin zaman zaman, siyasal iktidar tarafından tahkim edilmesine karşın, sol düşünce tehdit olmaktan çıktıktan ve dini söylem giderek daha fazla toplumsal talep ve tepkileri temsil etmeye başladıktan sonra, irticanın baş düşman ilan edilmesini bu şekilde anlamak kolaylaşır.” Önceden komünist söylem gerici sayılırken sonraki dönemlerde dini söylem gerici sayılmıştır. “İlerici – gerici” sınıflandırmasının diğer handikapı ise sınıflandırma yetkisine, yalnızca iktidarı elinde bulunduran kesimin sahip olmasıdır. İktidarda olanların ve iktidardan düşmüş olanların toplumsal sirkülasyonuna göre “ilerici – gerici” ayrımının tarafları da değişebilir. Belirli bir zamanda, iktidara göre gerici ya da ilerici sayılan kesim iktidar değiştiğinde tanımlanma sırasında birbiriyle yer değiştirebilir. Yine bu handikapın diğer bir uzantısı, bir toplumda ilericiler olarak adlandırılan kesimin, dünyanın toplumsal hiyerarşisinde en üst mevkiyi işgal eden toplumlar, ya da statüko tarafından “gerici” olarak adlandırılabilmesi ihtimalinin söz konusu olmasıdır. Nitekim, AP Dış İlişkiler ve İnsan hakları Komitesi Türkiye Raportörü Arie Oostlander’in, hazırladığı raporda, “Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki engel Kemalizm’dir” tesbitinde bulunması bu çerçevede değerlendirilebilir. Batı toplumsal hiyerarşisinin zirvesinde bulunanlar, Batıya dahil olmak isteyen, Batı dışındaki bir toplumun “ilerici” kesimlerini “gerici” olarak adlandırabilmişlerdir. Bununla birlikte ayrımın, sanki mutlakmışçasına sunumu ve kabulünün, yukarıda sözünü ettiğimiz türden sakatlıklara yol açması, kendisine kaynaklık eden ilerleme fikrinin tarihsel konteksinde değerlendirildiğinde anlam ifade eder. İlerleme fikri ortaya çıkışından itibaren, tarih boyunca Batı toplumlarının fikirler hiyerarşisinde farklı konumları işgal ederek günümüze kadar gelmiştir. Grek düşünürlerinden (henüz baskın bir fikir değilken) Ortaçağ’ın Hristiyan düşünürlerinin miras aldığı ilerleme fikri, on dokuzuncu yüzyılda sekülerleşerek, entelektüel arenada zirvesine ulaşmış, yirminci yüzyılda ise ihtişamını yitirerek taraftarlarını büyük ölçüde kaybetmiştir. On dokuzuncu yüzyılda, insanlığın mutlak surette ilerlediğine inanılırken, yirminci yüzyılda bu inanç yerini pesimizmin güçlerine terk etmiştir. Yirminci yüzyılın, Hiroşima, Yahudi Soykırımı ve Gulag Kampları gibi büyük olayları ilerleme fikrine inanan entelektüellerin bu fikri terk etmelerine neden olmuştur. Böylece Batı entelektüelleri arasında, “ilerleme” olarak kutsanan şeyin bir “çöküş”, “dejenerasyon” ve “yabancılaşma” ile sonuçlandığı düşünülmeye başlanmıştır. Bugün Batı’da “ilerleme” fikri itibarını büyük ölçüde yitirmiş olduğu halde, entelektüel ve politik hayatımızda “ilerici – gerici” ayrımına hala prim veriliyor olması, en azından entelektüel(lerimizin) ayıbı(dır)mızdır. Eğer gericilikten illaki söz edilecekse, bu “gericilik” tam da Batı toplumlarının çoktan terk etmiş oldukları fikirleri hala savunuyor olmamız, üstelik bu entelektüel atıkları kendimizi bir de “ilerici” diye isimlendirerek savunuyor olmamızdır. “Gericilik”, böyle güdük, yüzeysel ve aşırı basit şemalarla toplumsal sorunlarımızın üzerini örtmek, kamuoyunu gerçek sorunlardan uzaklaştırarak, günü kurtarmaktır. “Gericilik” dünyada “müzakereci demokrasi”, “radikal demokrasi”, “çokkültürcülük”, “postmodernizm” tartışmaları yapılırken toplumsal farklılıklarımıza, bir başka deyişle renklerimize gösterdiğimiz demokrasinin ruhuna uygun olmayan hoşgörüsüzlüğümüz, farklı olanı tecrit etme, dışlama politikalarımızdır. “Gericilik” sekülerleş(e)memiş toplumsal kesimleri suçlayarak, onların sorunlarıyla ilgilenmemek, onlarla diyaloga girmeyi reddetmektir. Politik gündemimizin, bu türden ucube ve modası geçmiş ayrımların kirliliğinden kurtulması, problemlerin çözümüne giden tartışma yollarının temizlenmesi demektir. “İlerici – gerici” ayrımı terk edilmesi gereken politik bir klişedir[b]. Bugünkü kısır tartışmaların ve gereksiz çekişmelerin arkasında, “ilerici – gerici” ayrımının bizatihi kendisinin “gerici” bir ayrım olduğunun hala fark edilememiş olması yatmaktadır. [/b]Bu farkındalık, bizi Batı toplumlarına şimdikinden daha fazla yaklaştıracak ve sağlıklı bir demokrasinin gelişmesinde etkili olacaktır. “İlerici – gerici” ayrımı için söylenebilecek en anlamlı şeyi bize Fransız ünlü düşünür Jean Baudrillard söyler: “Tarihsel ve entelektüel atıklar sanayi atıklarından daha büyük ve ciddi bir sorun yaratır. Yüzyıllar sürmüş olan saçmalıkların çökeltisinden bizi kim kurtaracak?” Bize şunu sormak kalıyor: Bu sözü söylediği için Baudrillard da bir “gerici” miydi?
-
Diyete başlıyoruz a dostlar
Kilonuz kaç
-
Diyete başlıyoruz a dostlar
ben karar verdim,diyet yapacam ne bu yaf,beşi geçtik
-
CYRANO ile röportaj yayında !
herkes sen mi
-
Faili Meçhuller...
Değerli dostum, Olmaması gerekenler ayrıca "gerekmeyenlerdir." Olması gerekmeyenler de "ama" lara yer yoktur.Kontgerilla yada başka bir ad;tüm illegal yapılanmalar devleti yok sayar,yıpratır. Şunu açık açık yazayım,benim yaşadığım bölge de insanlar büyük bedel ödedi.Diyarbakır başta olmak üzere tüm faili meçhuller yine bu bedelin örneğidir.Cehalet yada yobazlık demeyeceğim,çıkarların Hizbullah'ı yine bu zihniyetin bedelidir. Bakınız,siz diyorsunuz ki her ülkenin bir karanlığı vardır(Önce ki yazılarınıza bakarak bu yargıya vardım,umarım yanılmamışımdır) ve siz yine diyorsunuz ki bu ülke de,dinde ki fanatizm(dincilik) ve etnisyenlik(Kürt milliyetçiliği) en büyük tehlikelerdir.Ne zaman ki birbirini desteklerse,o zaman yaşanılacak yıkımların önüne geçilemez. Haklısınız. Gladio,Werwolf.Auxiliary Units,Gal...ve daha niceleri.Kurum ve kuruluşlarıyla işleyen bir devleti yüce kurtarıcıları.Kirli hesapların döndüğü kapı(!)Ulusal çıkarlar için kendi insanlarını,insana ait tüm değerlerini ezip geçen zihniyetin karanlığı... Sayın Politika'ya da yazmıştım.Tüm bunlarar birer gerçek olabilir,ama gereklilik değil. İnsan her gerçeği kabul etmek zorunda değildir.Bir insanın beynine kurşunu sıkmak bir gerçektir.Peki bunun gerekliliği nedir? Abdullah Çatlı'ya bakın;kendi ailesi bile kim olduğuna vakıf olamamıştır.Yeşil'in yaptıklarının haddi hesabı yoktur.Aygan sokakta gezen gençleri nasıl da güzel hallettiklerini büyük bir aksiyonla anlatır. İŞTE BUNLAR DA BİZİM KARANLIĞIMIZ.ÖLDÜRDÜLER,VATAN DEDİLER.VATAN İÇİN UYUŞTURUCU,SİLAH KAÇAKÇILIĞINI MEŞRU GÖRDÜLER.DEVLETİMİZ DEDİLER,DEVLETLERİNİN GÜCÜNDEN ŞÜPHE ETTİLER.SÖYLEYİN NEDİR BUNUN MANTIĞI? 12 EYLÜL 1980'ler de bu karanlığın ürünüdür.Yıllardır patlayan bombalar,çözülemeyen sorunlar da bu karanlığın ürünüdür. Birileri diyor ki;"kardeşim,bu devlet işe yaramaz,düşman saarmış dört yanı,ülke elden gidiyor,vatan mı millet mi...?" ve alıyor silahı eline.Karanlığı yazıyor dostum,karanlığın gerekliliği nedir? Benim için PKK neyse KONTGERİLLA odur.Küçük de olsa bir farkı yok.Hepsine lanet olsun. Ayrıca dostum,gencecik öğretmenleri öldürenlerde o karanlıktır.Öldürmedi mi diyeceksiniz.Öldürmedi diyeyim sizin için,öldürmediyse de öğretmenler ölmesin diye başkalarını öldüren de bu karanlıktır. saygılar. Dostum,ben koruyucu dediğim zaman;beni samimi olmamamakla suçlayanlardan biridiydiniz.Şimdi "kontgerilla" dediğimde de eminim aynı tepkiyi vereceksiniz. Ama ne tepki ne de korku;şahit olduğum zulmü bana unutturmaz. O zulmü yapanlardan biri de sizin kontgerillanınız. Cyrano çok iyi örnekler vermiş zaten,eklemeye gerek duymuyorum.Evleri basanlar,talan edenler,öldürenler....hepsi de kendi kanında boğulmaya mahkumdur.Ya Yeşil gibi devlet ile muhasebeye girecektir yada Ersever gibi kendi zihniyetine kurban verilecektir. Kontgerilla,bildiğim kadarıyla daha çok sol örgütlenmeleri tehlike olarak gören ülkelerde ki yasadışı yapılanmalardır.Forumdaşlarımız tarafından bir gerekilik olarak nitelenen bu yapılanmalara daha sonra devletler de söz geçirememiştir. Bu aslında bir nevi "yeniçeri" idi,padişahı tahttan indiren. Ülkemiz de de bu yapılanmalar maalesef kara sayfalar içinde ki yerini almıştır.PKK sizin için gerillaysa,o zaman buyrun KONTGERİLLA. Geride olan bu kontgerilla,gerillanın yapamadıklarını çok iyi yapıyor zaten;adam öldürme,bombalama vs...
-
Mavi olmayan gökyüzü ile röportaj Yayında !
Sevgili Direniş, vallaha ben çok yerim,sen hazırla ben gelip yiyem ayrıca,üzülme,yemedin mi verirsin ben bilim
-
İtiraf Ediyorum
düşünemeyecek kadar yorgun,konuşamayacak kadar komik bir ruh halim var iş hayatını sefmiyom
-
Mavi olmayan gökyüzü ile röportaj Yayında !
vallaha gelem bende bu durumdan heç hoşnut değilim,hergün gören yene soruyor; "yav niye bu kadar zayıflamışssın"deye (şeytan diyor,çak surata,nese ) şaka bi yana,mutlaka almalıyım 2 ay sonra bekle beni sağlıklı yaşam...
-
Mavi olmayan gökyüzü ile röportaj Yayında !
yok yok 46 kiloymuş,aman dr abiye gittim,bi 46 bi 47 bi...değişiyor dakka başı valla yoğun bi iş gününde bu kilo muhabetti çok iyi geldi
-
26 Yıl Sonra Gelen Sakıncalı Mektup
bu zihniyeti,tekrar alkışlıyorum.
-
Faili Meçhuller...
dostum,siz bunu yazdınız. Dostum, Terörle mücadale ne zamandan beri bilimsel tezlerle açıklanıyor.Olsa olsa teknik dersiniz,ki bu da bilim değildir. Benim için "devlet" i,felsefi bir bakışla anlatmaya çalıştım. Dedim ki devlet,farklı insanları aynı çıkarda buluşturan,insani hak ve özgürlükleri,sınırlıkları bir "toplumsal sözleşme" ile açıklayan,kurum ve araçlarıyla yapay bir varlıktır. Özellikle dikkattinizi çekiyorum;kurum ve araçları ile... Terörle mücadale güvenlikten geçer.Bu ülkede bir Genelkurmay Başkanlığı var,asker var,polis var... Bu kurum ne için var? Bu kuruma aktarılan para,ne için aktarılıyor? Diyorsunuz ki,illah kontgerilla.Ben de diyorum ki,olmaz olmaz.Korkuyorsunuz,güvenmiyorsunuz. Bana gerçeği değil gerekliliği yazın.
-
Faili Meçhuller...
dostum,siz bunu yazdınız. Dostum, Terörle mücadale ne zamandan beri bilimsel tezlerle açıklanıyor.Olsa olsa teknik dersiniz,ki bu da bilim değildir. Benim için "devlet" i,felsefi bir bakışla anlatmaya çalıştım. Dedim ki devlet,farklı insanları aynı çıkarda buluşturan,insani hak ve özgürlükleri,sınırlıkları bir "toplumsal sözleşme" ile açıklayan,kurum ve araçlarıyla yapay bir varlıktır. Özellikle dikkattinizi çekiyorum;kurum ve araçları ile... Terörle mücadale güvenlikten geçer.Bu ülkede bir Genelkurmay Başkanlığı var,asker var,polis var... Bu kurum ne için var? Bu kuruma aktarılan para,ne için aktarılıyor? Diyorsunuz ki,illah kontgerilla.Ben de diyorum ki,olmaz olmaz.Korkuyorsunuz,güvenmiyorsunuz. Bana gerçeği değil gerekliliği yazın.
-
Diyete başlıyoruz a dostlar
yok yok,gerçek ama. hemen,hemen.tutmeyin beni lem,ben 4 kg alcam. hakettim,ben hepsini hakettim(masumiyet bu olsa gerek) aaaaaaaaa,dün demeden gitmişim.
-
Diyete başlıyoruz a dostlar
bi daha mı,asla tamam,kızmayın ya,gidiyorum işte
-
Diyete başlıyoruz a dostlar
Sarı Lalem, bi kere Sercan arada sizi kızdırmak için habire az kilom var diyor.Bak,ben ne kadar usluyum.46 kilo olmuşum,ama demiyorum neden,maksat vermeye çalışanlar kıskanmasın ben kalkıp kadayıf yiyeceğim
-
DİRENİŞE DİRENİŞ DİYEBİLMEK...
Sevgili Evlin,galiba haklısın. Ödenen bedeller bize herşeyden önce hala yaşayayabileceğimiz bir dünya bıraktı.Bedel ödeyenleri,direnenleri unutmuş olsak da. sevgiler.
-
Faili Meçhuller...
*"Yapma bir varlık ve araç olarak devlet. Klasik temsilciğini Rousseau, Hobbes ve Locke'un yaptığı bu anlayışa göre, insan mutlak bir özgürlük durumu içinde var olamaz. Mutlak bir özgürlük durumunda, insanı dışarıdan belirleyen ve sınırlayan hiçbir güç olamayacağından, her insan neyin iyi olduğuna kendisi karar verir ve kendi çıkarlarını hayata geçirmeye çalışır. Bu ise, tam bir çıkar çatışmasına, hatta insanlar arasında bir savaşa yol açar. Fakat böyle bir durum, tüm insanlara zarar vereceğinden, insanlar bir araya gelerek, aralarında bir sözleşme yaparlar. İnsanlar toplum sözleşmesi adı verilen bir uzlaşma ve anlaşmaya dayanarak, ortak iradelerini temsil edecek bir gücü, kendileri için hakem ve yönetici olarak tayin ederler. Buradan da anlaşılacağı gibi, söz konusu anlayışta devletin doğal bir temeli yoktur. Bu yaklaşımda devlet, insanları birbirlerine karşı koruyacak ve kendilerini geliştirmelerine imkan verecek bir araç olarak ortaya çıkar." Mutlak yada sınırsız bir özgürlük...farklı beklentiler ve düşünceler...ve akaibinde birarada yaşamak zorunda kalan insanlar arasında ki hak ve ödevleri belirleyen bir "toplumsal sözleşme" Yapma olan, "yapma"lığın da doğal bir gereklilik olan devlet,kurum ve araçlarıyla hizmettir. Devleti ben kendime bu kelimelerle özetliyorum. Peki,siz değerli dostlar? Devletinizi nasıl tanımlıyorsunuz ki,o devleti yetersiz buluyorsunuz? Gerçek de olsa,olmaması gereken illegal yapıları kabul sınırlarınıza hangi mantıkla oturtuyorsunuz? Gerçekler ve kabuller çok farklıdır.Zulüm de gerçektir;kabul değil.Savaş da gerçektir;kabul değil. En azından benim için. ve dostum,siz devletinize güvenmiyorsunuz. güvenseydiniz;"terör ile savaşmanın yolu kontgerilladır" demezdiniz.Mantığını bile sorgulamaya gerek yok.saygılar. *devlet felsefesi ve devlete bakışlar
-
Günün Türküsü
Sevgili Direniş,şimdi İlkay dedik ya,bu şarkı da bizden günün türküsü olsun.Son albümlerinden,oldukça anlamlı ve güzel...yalnızca size Ardımda bırakıp Gül çağrısını Ayrılık anı bu sisli şarkıyı Irmaklar gibi akıp uzun uzun Terk ediyorum bu kenti Ah ölüler gibi Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi Sonsuz bir yangın gibi Sevmesem öyle kolay çekip gitmek Yaralı bir kuş gibi Kumral bir çocuğun Yaz öyküsü bu Şarkılarla geçtim aranızdan Yalnızlar gibi susup uzun uzun Terk ediyorum bu kenti Ah bir aşk gibi Şarkılar bir çığlığa sığınmaksa şimdi Sonsuz bir yangın gibi Sevmesem öyle kolay çekip gitmek Yaralı bir kuş gibi Düşlüyorum bu kenti Son bir aşk gibi
-
Doğrulayanlar...öldürülenlere hesap verelim.
Sevgili Gugukcuk, Bu yazıyı en çok eleştirenler benim en yakın arkadaşlarımdı.Söylediklerim onlara,partilerine ve mücadalelerine ters gelmişti.Samimi olmayan bendim. Samimiyet nedir? İnsanı,değerleri sorgularken kendinizi yazmak mıydı,yoksa kendi pencerenizden tüm olanlara ahkam kesmek mi? Yoksa,temsilcim dediğim kişilerin kendi hesapları mıydı? ..... Ben insan ırkını"öldürülenler ve bunu doğrulayan,bununla da kalmayıp,onurlandırılmayı bekleyen" diye ayıran Camus'u okurken,önce çırpınanlara haksızlık dedim. Üçünçü ırk dediğimiz o çırpınanlar olabilirdi. Sonra şunu farkettim;çırpınanlar da bedelin alasını ödeyenlerdir.Ölüm,zaten başkaları için savaşırken,bırakıldığın yalnızlık da değil mi? Bunu okurken,sinirlenecek sevgili dostlarım var burda.Bunu yazmak istemezdim,bedel ödeyenler umut derken ben "bedel ödemeden umutsuzluk " dedim.Özür dilerim. Samimiyetimi üçünçü ırka bıraktım.Olmayan ama umut edilen...sevgileri benden Sevgili Gugukcuk.
-
DİRENİŞE DİRENİŞ DİYEBİLMEK...
Sevgili Direniş, "memleket isterim" demiştin ya,tam o sırada bu yazıyı okuyordum. o an dedim,ekleyeyim. Direnişe direniş diyebilmek...okurken,yazarken aklıma düşenlerdendi.Onun için Direniş'e diyecektim ki;sonra öm ile belirtmem gerekliliğini hisettiğimden vazgeçtim. Madem,direnişe direniş diyenlerdensiniz;direnişe dair tüm özel duygularla selamlar...sevgiler!
-
DİRENİŞE DİRENİŞ DİYEBİLMEK...
Eskiden takmıyordum. Ama şimdi, ‘merkez’ hacıyatmaz şilebinin burnunu ağır ağır çeviriyor. Yeni ‘çıkar rotasını’ çiziyor. Sana bana taktığı isimle, aslında rejime bir isim, dahası bir nişan takmış oluyor. Birileri ‘liberal’ olabildiğine göre, epey ‘demokratik’ bir ortamda yaşıyor olmalıyız. Hile yapıyor. Sahtekârlık yapıyor. Türkiye’de hiçbir yere oturamayan anlamları, hep ayakta sıra beklemeye mahkûm kavramları döküyor masanın üzerine. Bir bakmışsın sen ben o, ‘liberal’ olmuşum. Buna niye bu kadar takıyorsun diyeceksin? Ben anlamıyorum mesela Mussolini İtalyası’nda ‘liberal’ ne demektir? Yani insanın bir hayvan sürüsü gibi ‘birlik’ halinde yönetildiği bir rejimde, ‘liberal’ olmak ne demektir, anlamıyorum. Ne kadar okusam, hiçbir yerde cevabını bulamıyorum. Benim üzerimden, gıyabımda, bana taktığı isimle, rejimi, felaketi parlatıyor, reklamını yapıyor. Ben kendimi altı üstü bir tür ‘direnişçi’ olarak görüyorum. Bir direnişçinin en önemli siyasi organı gözleridir. Gördüğüne tepki verir, direnişçi. Bakınca görülebilir bir felaket vardır çünkü. Bir direniş söz konusuysa, kılavuz gördüğünüzdür. Ve görmüş olduğunuzdur. Hafızanızdır. Ve tepki verme tarzınız da, refleksi andırır. Mesela televizyonu açtınız. Uğur Dündar, Ergenekon’da gözaltına alınmış, sonra nedense alelacele salınmış bir generalle röportaj yapıyor. General sözün bir yerinde, tam bir dakika boyunca, ‘ordunun bağımsızlığından’ bahsediyor. Ve bu bağımsızlığın ‘ne olursa olsun’ korunması’ gerektiğinden. İşte gördünüz. Memlekette hak hukuk kalmamış. Allahtan bir yerlerden telefon konuşmaları dökülüyor. Darbe günlükleri sökün ediyor. Avukat diyor ki halk jürisine, dikkate almayın, ‘özel hayata’ müdahaledir bu deliller. Garip adamın biri konuşuyor, ama her konuştuğu doğru çıkıyor. Avukat diyor ki, kale almayın, dikkate almayın, bu adamın aklı başında değil, örnek bir Türk vatandaşı değil. ‘Örnek Türk’ vatandaşının, mesela İlhan Selçuk’un ifadesi alındığında, hemen soruluyor, ne hakla örnek Türk vatandaşının ifadesini alıyorsunuz diye? Onu da dikkate almayın. Vatandaş jüri olmuş, dinliyor. Önüne gelen her delil, ‘demokrasi’ açısından dikkate alınmaması gereken bir delil. Halbuki orada ‘demokrasinin yokluğu’ yargılanıyor. Peki şahit kim?.. Şahit, yok olan, yok edilmiş demokrasi. Nereden bulup getirmişlerse, getirmişler mahkeme salonuna. Şehadet için özel koruma altında saklıyor olmalılar yıllardır. Ya da mezardan çıkarmış olmalılar. Biraz garip değil mi?.. Deliller dağ gibi yığılıyor. Aralarında halk jürisinin dikkate alması gereken ‘demokrat’ bir delil bir türlü çıkmıyor. Dikkate alırsanız eğer, ‘çakma entelektüeliniz’ sizi yalnızca liberal olmakla değil, bir de üzerine faşist olmakla suçlayacak. O zaman da, direndiğin bu güzel rejimin adı mutlaka ama mutlaka ‘demokrasi’ olmalı. ‘Delillere’ demokrasi getirdiğimize göre, hür ‘deliliğimize’ dönebiliriz, şahidimiz ‘demokrasiyi’ de tekrar mezarına gönderebiliriz. Anlam ithal edilebilir. Çok kolaydır. Amazon’dan ısmarlarsınız kitabı. Yanına da bir sözlük. Kitapla birlikte içindeki kelimeler anlamlarıyla kucağınıza düşer. Ama bir kelimenin referansı, yani o kelimenin işaret ettiği hakikat, 10 dolara gelmez. Bunun için bir bedel ödenir. Merkezin bu memleketteki siyasetinin adı tam bedelsiz siyasettir. Diğer adıyla oportünizm. Ben oportünizmin bu kadar derinleştirildiği, içselleştirildiği, bu kadar entelektüelleştirildiği bir başka yer bilmiyorum. Hayal de edemiyorum. Değişimin bedelini ‘kendi için’ sıfırlamanın adı, değişimin bedelini ‘millet için’ düşük tutmaktır burada. İtidaldir. Öngörüdür. Bilgidir. İnsanlığını bu kadar derine gömmüş okumuşlar sürüsü görmedim ben. Sanki kaç kitap okumuşlarsa, o kadar derine gömülmüş. Ulus’ta bomba patlıyor, 2007 yılında. Genelkurmay başkanı çıkıyor, “Böyle patlamalar olabilir. Olacaktır demiyorum, olabilir diyorum,” diyor. Ne o gün bir tepki var. Ne bugün bir takip. Dikkate almayın. Kayda geçirmeyin. Gözlerinizi bırakmayın ki, baksınlar. Gözlerini bakmaya bırakmanın adı, liberallik. Allahaşkına bedeli ödenmemiş isimlerden vazgeçin artık. Benim bildiğim bir cisme tanımak için isim konur. Burada her cisim, bir çakma isimle yok ediliyor, tanınmaz hale getiriliyor. Büyük bir ‘direniş’ var. Olan biten budur. Direnen, direniyor. Bu direnişin nasıl bir ‘değişime’ dönüşeceği de hâlâ bir muamma. Çünkü direniş, değişime otomatik bir ‘mecra’ yaratamıyor. Zaten şu anda merkezin ve askerin ayıldığı yeni pozisyon bu. Direnişi ister istemez kabul etmek, ama değişimin mecrasının oluşumunu engellemek. Ya da bunu son derece yavaşlatmak. 28 Şubat süreci ancak ve ancak ‘değişimin mecrası’ tam olarak oluştuğu anda biter. Mahkûm bir siyasi parti de tek başına bir ‘değişim’ mecrası değildir. Hele hele ‘bizim Çalık’ın partisi’. Olsa olsa büyük bir direnç ‘noktası’ olabilir. . Evet değişim hâlâ bir muamma, ama direnmeyip de ne yapacaksın? Bunun dışında her ahlaki tartışma, tuhaf bir şekilde pek turfanda geliyor bana. Bunun adına basitçe ‘direniş’ denmezse, bu nasıl ‘hakiki’ bir siyasete dönüşebilir, nasıl karşısına aldığı ‘rejim’ gibi, nüfuz etme kabiliyeti olan her yere nüfuz edebilir, benim aklım havsalam almıyor. Gökhan Özgün.... Tüm hesaplarının demokrasinin yokluğunda beslenmesi,şahitliğin yok olan demokrasi ile tartılması...Özgün'ün bu cümlelerini okurken kendi adıma düşünmekten vazgeçtim. Olmayan demokrasiden öte her daim benliğimde sarsıntılar oluşturan "olmayan hukuk" a direniş adını verdim bende.Yanlış yada doğru,gerçek yada ütopya.Onaylarsanız yada onaylamazsınız! Kavramlar,anlamlar...zaman ve mekan kavramı kendi içinde törpülüyor.Kavramın kaderi bu.Kaderi kendi olamamak olan kavrama bir de ithal edilen anlamları ekleyin.Vay halimize. Vatanı "vatansever-vatanhaini" ile resmetmek oldukça basit.Uymadı mı kritere,basarsınız etiketi. Asıl zor olan,törpülenmiş de olsa kavramın özünü görebilmek,onu kendisiyle ifade edebilmek... "hey,ideal vatandaş sınırını aşan,sen bir suçlusun..." diyebilmek basit,"direnişe direniş diyebilmek.." ise gerçekten basit değil. arada ki farkı bana anlatan böylesi güzel bir kalemin varlığı bana "herşeye rağmen umut" dedirtiyor,teşekkürler Sevgili Özgün!
-
Sevgili Radya bu senin eserin...
yaf ben şimdi çözdüm ŞİRİNİ canım,gel senle ben de ortaklaşa bir blog açalım
-
AZ SONRA...........
ben zati yüzde doksan ç dışıyım yakalana aşk olsun ya şaka bi yana tatlım,görürsem seni yazarım ben tv eşliğinde güzel bi çay
-
ORTA ÇAĞ KARANLIĞI İKTİDARDA
Değerli forumdaşım, Yanılmıyorsam biz burada sansürcü zihniyetlerin tahammülsüzlüğü hakkında ki düşüncelerimizi paylaşıyorduk.Konunun özü buydu. Özüne dair yazdıklarımın özeti;kendisi dışında olmayanları sansürleyen,yok sayan bu zihniyetler hiçbir şekilde hoşgörülemez. Dostum,tüm yazdıklarıma "çok şey yazıp birşey anlatamamak bu olsa gerek" şeklinde bir cümle ile yaklaşmanız,özür dilerim sizin beni anlamadığınız anlamına gelir.Ben burada bir dini,ideolojiyi yazmadım.Kimsenin bayraktarlığını yapmadım.Siz dediniz ki; ben de dedim ki,duralım burda.Bunu söylemeye kimin hakkı olabilir ki? Bakınız,bunu ikinci defa yazıyorum.Birileri kalkıp diyor ki;"yok efendim bu Darvin bize uymuyor,basalım sansürü" .Bunun adı nedir? Bana sorarsanız cehalettir,tahammülsüzlüktür,haddini bilmemezliktir.Hiçbir şekilde meşrulaştırılamaz.Darvin Teorisinin doğruluğu yada yanlışlığı değil,sadece bu yasakçı zihniyetin kendini bilmezliğidir bu ayıbı meşrulaştırmayan. Daha önce korku demiştim.Yazdıklarınızı okuyunca,yine korku dedim.Çünkü,siz dediniz ki;"kimsenin örtüsüyle değil sorunumuz,sadece yapılmak istenenlerle..." Bu bir korkudur. Bana özümseyemediğiniz dediğiniz tüm düşüncelerin temelinde korkularınız var.Haklı yada haksız. Değerli forumdaşım. Ben burada İslam'ı değil,sadece insani hak olarak kişinin kendi kıyafetini seçmede ki özgürlüğünü yazdım.Vicdan özgürlüğünü de değil,sadece bir kadın olarak kendi özgürlüğümü. İran'da kadınlar örtülere mecbur bırakılırken,benim ülkemde o örtülere el uzatılıyor.Soruyorum,bir kadın ve insan olarak;hangi hak? Siyasiler elinden bir araça dönüşmüş bu örtü.Namus denilen bir kavramın,cehaletin belki de çoğu zaman zorbalığın silahı oluvermiş bu örtü... BENİ İLGİLENDİREN BU LANET OLSAI HESAPLAR DEĞİL,SADECE AMA SADECE İNSAN! İNSANI YOK SAYAN,KENDİSİNE VE DÜŞÜNDÜKLERİNE YASAKLAR KOYAN ZİHNİYETİN SONUNA KADAR KARŞIYIM. ............ Siz diyorsunuz ki; "1400 sene önce yazılmış dogmaları insan hakları , özgürlük diye dayatan zihniyetlerle , bunun aksini düşünen zihniyetleri bir terazinin iki kefesinde olduğunu varsayalım." Evet,varsayalım.Ama öncesinde kendi düşündüklerimizi bir tarafa bırakalım.Terazinin doğru işlenmesi,tarafların ağırlığına sizden birşey katılmamasına bağlıdır. Örneğiniz biraz ağır geldi.Anlamak için bir daha okumalıyım.Güzel bir örnek Dinin kendisini açıklayacak kadar bilgili değilim,bilmediğim bir konuda atıp tutmak gibi bir derdim de yok,ki haddime düşmez. Ama ileri-geri,çağdaşlaşma konularında ekleyeceklerim var...şimdilik hoşçakalın.
-
MELİS KAYA...evet benim babam bir kere öldü,13 yaşındaydım!
Değerli dostum, Az önce sağ-sol-Dersim yöresine ait düşünce yelpazelerine dair onca şey yazmama rağmen,tüm yazdıklarımı sıfırlayan bir bağlantı hatasına o kadar bozuldum ki,şimdi konunun özüne dairler için önce yazılanları toparlamalıyım.Ya da durun,zaten taraflar kendini ifade ediyor,ben kendi yazdıklarıma döneyim. Konunun başlığı...Melis Kaya(evet benim babam bir kere öldü,13 yaşındaydım!) Konunun özü,Kaya'nın görsel ve yazılı basında hakaret sınırlarını zorlayan basitliklere olan tepkisi. ................ Ve Ahmet Kaya... Siz de mutlaka duymuşsunuzdur.Ajda Pekkan,Kürtçe şarkı söyledi.Yanında da Aynur vardı.Büyük olay.Tüm manşetler ve haberler dalga dalga Kürt'lere yapılan bu resti alkışlıyor,Pekkan adeta bir barış elçisi olarak süreçteki yerini alıyor.Akşam gazetesinden Atılgan,oldukça ilginç olan bu duruma oldukça içerlenmiş ki,içinden geçenleri köşesinde bizimle paylaşmış. "Sean Penn, Oscar ödül töreninde dalgasını geçiyordu: 'Ah benim Hollywood'um, meğer komünistleri ne kadar severmişsiniz,' diye..."diye başlıyor yazısında.Çelişkinin,mantık kurallarını yıktığı bir anın en iyi tanığı olan bu cümlelerle ve devam ediyor; "'Kürtçe türkü söylenecekse onu da biz söyleriz,' ideolojisi uyarınca aniden Ajda Pekkan'ı buluverdik karşımızda: New York otel salonlarında vakt-i zamanında, 'Ben bir albay kızıyım, lara lara lam,' diye şarkı söyleyen Ajda Pekkan, 'Keçe Kurdan'ı Kürtçe terennüm ediyor." dedikten sonra da; "Kürtçe yasakken de Ajda Pekkan; Kürtçe serbestken de Ajda Pekkan dinlemeye mahkumsak eğer, 'değişmeyen tek şey değişim' değil, değişmeyen tek şey, o bildik dar çevre iktidarının ta kendisi, demektir." şeklinde düşüncelerine noktayı koyuyor.(merak edenler için,Atılgan Bayar,13 Mart 2009 / Akşam Gazetesi) Dostum,evet Ahmet Kaya'yı konuşalım. "...ben yakında Kürtçe bir klip çekeceğim,biliyorum ki bu klibi yayınlayacak cesur kişiler var..." şeklinde başlayan cümlelerin bedelini yasaklarla,bölücü olmakla ,sürgünde ölüme mahkum olarak ödedi. Sürgünde iken,yaşam şartlarını zorlayan,buna rağmen her cümlesinde "ben ülkemi özledim" diyen,anlaşılmayan yine oydu. Uç noktalar,onu kendine benzetmeye çalışırken,kimi kendinden sayıp "bedelimiz" derken,kimi ise onu "ötekileştirirken" sadece "Kürt Realitesi" diyen o güzel sesde oydu. Öncesinde nasıl bir Kaya vardı Kaplan, Ben çok iyi biliyorum;kimin,ne olduğunu.Yaşanan sürece az çok tanıklık ettim."Başkaldırıyorum" diyen Kaya,Kürtler için değil,sistem için başkaldırdı.Bu sadece şarkılarında kaldı. Sevgili hemşom. Diyorsunuz ki,"biz üç kişiydik" şiiri,başka göstereceğiniz örnek var mı? Bunun yanında yaşanan süreçleri,kendi şartlarında değerlendirememek bizi yanılgıya götürür.Dönem,çalkantıdır,sol-sağ gibi ideolojilerin çatışmasıdır.Dönem Jitemdir,Gazi'dir....Dönem,"başım belada,biz üç kişiydik,ağladıkçaénın söyleneceği vakittir. Kim ne derse desin,Ahmet Kaya hakettmedi o bedeli ödemeyi.O bedeli sadece bir klip ile ödedi.Bugün KAYA,Kürtçe söz konusu oldu mu akla gelen ilk isim. Çünkü vicdanlar rahat değil.Çünkü alışkanlık sadece Ajda Pekkan'ın söyleyeceği sisteme işliyor.Çünkü,Kürtseniz en temel istemler bile bölücülük olabiliyor. Şimdilik,sadece "ödül gecesi" öncesi Kaya'yı konuşalım...selamlar ayrıca dostum,ben yazdıklarıma kendi varlığım kadar inanıyorum,inanmasam burada saatlerce yazmazdım.