mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey
-
()()()() Deniz_Kızı ()()()() Anı Defteri......,,
bu Denizin gıcık kızına...şaka şaka ben de lahmacun yedim bi kere mantı mı
-
YAYAMAZ KAYIMCA NIN YERI!
Geçenlerde telefon diğer ucunda Sercan...dakikalarca yüreğimizde apayrı yeri olan canımızdan bahsettik;o şimdi burada...hoşgeldin Yayamaz'ım
-
VICDANI RED!
Sevgili hemşom,zaten sizi tenzih ederek yazdım;işin aslı saygı konusunda;bu forumda en çok tartıştığım forumdaşlarla değil;arada bir yazıştığım kişilerden gelen bir rahatsızlık oldu.Onları muhattap almayacağım bir daha;onun için burada yazma gereği hissetmiştim. İnanın ki;eğer ki tüm yazdıklarım aynı kapıya çıkartılacaksa;bir daha burada yazmam.Çünkü boşa harcayacak zamanım yok.Neyse bunu geçelim;çok teşekkür ederim.Özür dilememesi gerekenler büyüklüğünden özür dileyenler olur.Teşekkür ederim. Kendimi tekrarlamadan şunu ifade edeyim; -ben "vicdani ret" olayını haklı buluyorum.çelişki olarak sunulan noktaya açıklık getirmeye çalışmıştım;yine getireyim.Askerlik kavramının getireceği tüm dayatmalara sonuna kadar karşıyım;vicdanen red edenlerin yanındayım.Ama hayalperest değilim;dünya şartları bunu gerektiriyorsa;benim isteklerim değil düzen işler.İşte bende işleyen bu düzen de kaldıramayacaksak da dayatmaları;bireye alternatifler sunalım diyorum.
-
AZ SONRA...........
arkadaşlarım gelmeden masayı toparlayacağım;iş çıkışı önce güzel bir yeme;sonra sinema ve ev ders çalışma olmasa ev muhteşem ama)... sevgiyle kalın:)
-
.....::Radya::.....
mavi olmayan gökyüzü şurada cevap verdi: sEn EsTiKçE bEn TiTrErİm... başlık Anı Defteri - DefterleriHeyyyyyyyyy,var mı nulen bize yan bakan çok geçmiş olsun canım,bu çorbayı ben yaptım sana geldiğinde içerin;aman soğukta çok kalma
-
fenerbahce
mavi olmayan gökyüzü şurada cevap verdi: t-fun başlık Spor - Futbol - Basket -Voleybol ve Diğer DallarBJK'lı olarak "imza mı atsam?"
-
BACA KENARINA KEDİ OTURTTUM
Çöpmüüüüüüüü duymamış olayım Kim yazdı gerçekten bilmiyorum,şiiri bir edebiyat sitesinde bulup okudum,şiirin altında bir isim yoktu,sadece siteye ekleyen kişi büyük ihtimalle ama emin olamadıgım için alıntı yazmayı tercıh ettim... Beğenmene sevindim şiir çok güzeldi...ama ben kedilerden çoooook korkuyorum;çöpe değil hapise atsak:) Ay Allah muhafaza ağzından yel alsın Evet azcık huysuz olurlar ama ıyıdır kediler hayır bir kere:(Radyam onlar nankörmüş,valla millet diyo
-
fenerbahce
mavi olmayan gökyüzü şurada cevap verdi: t-fun başlık Spor - Futbol - Basket -Voleybol ve Diğer Dallarahanda bi tane daha Merve boşver sen imamı,ben sana Türkiye Kupası atim
-
DEMOKRASİ VE BIZ
Estağfurullah,valla gayet ciddiydim
-
DEMOKRASİ VE BIZ
Efendi, siz beni yanlış mı anladınız.İnanın ki;başımda o kadar iş varken;bu yanlış anlaşılma olayında ki tepkiniz de apayrı "olmaz be" dedirtti. bir daha okuyun
-
BACA KENARINA KEDİ OTURTTUM
Çöpmüüüüüüüü duymamış olayım Kim yazdı gerçekten bilmiyorum,şiiri bir edebiyat sitesinde bulup okudum,şiirin altında bir isim yoktu,sadece siteye ekleyen kişi büyük ihtimalle ama emin olamadıgım için alıntı yazmayı tercıh ettim... Beğenmene sevindim şiir çok güzeldi...ama ben kedilerden çoooook korkuyorum;çöpe değil hapise atsak:)
-
fenerbahce
mavi olmayan gökyüzü şurada cevap verdi: t-fun başlık Spor - Futbol - Basket -Voleybol ve Diğer Dallaryaf hepsi bi acayip bunların adama bak ya
-
Beşiktaş
mavi olmayan gökyüzü şurada cevap verdi: AsiMeLek başlık Spor - Futbol - Basket -Voleybol ve Diğer DallarEveeeeeeeeeeeeeet;bende bu hatunu neden sefiyordum diyodum Canım feda olsun Kartala..............Çok karizmayız ya
-
ay ben hiç erkekleri bilmemkiiiii
ay ben bu insanları hiç anlamam ki yafu kardeş(bay-bayan farketmez) evlisin;saya ne başka güzellerden,yakışıklılardan millet düşünme gücünü kaybettikçe saçmalıyor
-
DEMOKRASİ VE BIZ
Teşekkürler Efendi; kafa karışıklığımıza iyi gelecek bilgiler! İhtiyacımız vardı;birkez daha bunları okumaya Demokrasi,aşığım ben ona "Demokrasi ancak şu temel ilkelere saygı gösterilirse kurulur ve yaygınlaşır: - Katılımcılık - Hukukun Üstünlüğü - Denetim - Uzlaşma Kültürü - Fırsat eşitliği - Laiklik - Bilime saygı: - İnsan sağlığına ve doğaya saygı" işte bunun için...
-
VICDANI RED!
Bu ileti,bu konuda yazdığım üçünçü ileti iş yoğunluğuna rağmen,o kadar çok şey yazdıktan sonra;forumdan kopunca Sevgili hemşom(Kaplan) Kendini tekrarlamak gibi olacak ama ben yine başa döneceğim.Nitekim ne dediğim anlaşılmamış.Şunu baştan belirteyim;ben askerlik kavramının getirdiği tüm dayatmalara karşıyım.Ölme,öldürme,silah altına alınma vs... Altını çiziyorum;askerliğin getirdiği tüm dayatmalara... İşgalci olduğumuz bir dünya da(bunu Demirefe kullanmıştı;oldukça hoş) ikinci bir işgale susamış beyinler!Bu dayatmayı zorunluluğa dönüştüren asıl etken bu olsa gerek.Askerlik olmalıdır;yalnız bu askerliğin güzelliğinden ve faydasından kaynanklanan bir gereklilik değil;dünya üzerinde yaşayanların zorunluluğa dönüştürdüğüdür. Dilediğimiz dünya da ne silah ne kan ne de ölüm var;dilediklerimiz ise sadece ütopya.Hal böyleyken;"kaldıralım şu askerliği" deme lüksü bana düşmez. Çelişkiler diyorsunuz,Kaplan;çelişki değil yazdıklarım.Sadece dilediklerim... ASKERLİK,GÜVENLİK KİSVESİ ALTINDA SUNULAN,HABİL VE KABİLDEN ARDA KALAN DÜŞMANLIĞI TAŞIYAN,ÖLDÜREN VE ÖLDÜRÜLEN... Tüm bunlar bana;askerlik olmamalı dedirtenler... BUNUN YANINDA KANA DOYAMAMIŞ İNSANLAR,HAK İHLALLERİ,ÇIKARLAR,DENGELER... Tüm bunlar bana askerliğin olması gerektiğini çok net gösteriyor. Gelelim benim demek istediğime; Kaplan, ben askerliği kaldıralım demedim;bunu çok istesemde! 20 yaşına gelmiş gencecik çocukların eline verilen silah beni rahatsız ediyor,3 aylık gibi bir eğitimle operasyonlarda kullanılan acemilik beni rahatsız ediyor.Verin bakalım,20 yaşında ki o gencin eline silahı;git öldür deyin. Bunları tartışmalıyız.30 yaş değil mesele,sadece olması gerekenler... İşgal;binlerce kez lanet okuduğumdur.İŞGALİN OLDUĞU BİR YERDE;SİZE AİT HİÇBİR DEĞER YOKTUR. Ezan(inananlar için) kutsaldır;Değer olarak sunacaksanız o vatani görev denilen dayatmaları;işgal bir vatani görev değildir;ayrıca işgal eden de o ezanlar ile işgalini haklı kıılamaz mı?Bakınız,Osmanlı Devleti...çok iyi bir örnek!umarım ne demek istediğim anlaşılmıştır. Vicdani ret;ahlaki ve politik gerekçelerle temellendirilebilinir.Ahlaki olarak onaylamasak da buna alternatif üretme yerine;olmadık yaklaşımlarla rencide etmek hiçbir mantığa sığmaz.Politik nedenlerle yada silahı elime almak isteniyorum(ki ben bunu derdim) gerekçesiyle;"vicdani ret"çi olanları afaroz misali "tokatlama" yerine bu vatani görevi başka yollarla yerine getirme olanağını sunabiliriz. Vicdani retçiler;özellikle öldürmem diyenler...onlar ile eminim daha güzel bir dünya olabilir! Politik cevap olarak nitelenen düşüncelerime gelince;siz beni hiç tanımamışsınız.Sosyal yaşamda yada gerçek hayatta beni bilenler;politik değil de samimi olduğumu çok net görebilir.İnanın ki düşündüğüm gibi yazar;düşündüğüm gibi konuşurum.Sizinle bşir yerler de oturup,tüm bunları konuşabilme;kendinizi anlatabilme;anlayabilme...kimbilir bu eksiklikten kaynanklanıyor tüm bu anlaşılmazlıklar. Ben savaştanda,onu kutsallaştıranlardan da nefret ederim.Ne Kürt halkım için diyerek silaha saldıranları,ne de vatanım diyerek öldürenleri asla hoş görmem.Bir insan olarak da hakkımı helal etmem;en azından dünyamı kirlettikleri için. İşgal;olursa en başta ben işgalciye haddini bildiririm;Irak değil mi?O işgale susanlar dediğiniz gibi buna da susacaklardır;farkında olduklarım;izin vermeyeceklerim... Söylemlerimden,yazdıklarımdan rahatsız olabilirsiniz;ama lütfen(bu yazılanları, Kaplan'ı tenzih ederek ifade ediyorum) doğrunuzu gösterme yerine;kendinizce kılıflar uydurmayın. Ben yanlış yaptığım yerde;özür dilerim.Herşeyi bilemem;bilgi kimsenin tekellinde değildir.Onun için suçlama yerine anlatın da ben de öğreneyim. Bunu sık sık yazmak zorunda kalıyorum;çünkü her yazdığım iletide belki de Kürt olduğum iöçin olmadık yaftalar yapıştırılyor.Beni rahatsız falan ettiğinden değil;sadece hakkınız olmadığından;lütfen bana size göstrerdiğim saygıyı siz de az da olsa gösterin. Çok uzun oldu;aslında daha önceki iletimde bunları yazmamıştım;affola.Kısacası;ben ütopyalardan sıkıldım;kurdukça batıyorum.En azından, ütopyalar gerçekleşmese de "insana ait olan bir dünya da" bazı alternatiflere beraber öncülük ederim.
-
Bush yüzüne ayakkabıyı yedi
Suheyla, ilk defa bu forumda birileri benim yaklaşımımı Türk milliyetçiliği olarak algıladı "hey forumdaşlar,baken bakeyim buraya" diyesim geldi sabah sabah. İnanın ki Suheyla,ben hala dediklerini anlayan ama bunu neden burada söylediğini anlamayan bir forumdaşınım sadece.Seni şucu bucu ilan etmek mi?Haddime düşmez. Yalnız,arkadaşım;çok ilginç bir çıkışınız var;bunu bize açıklama yerine "sorularıma cevap veremedeniz" demeye devam ediyorsunuz. Sizin cevabınızı verecek kişi;en azından herhangi bir ifadesinde;"efendim,dünyada olup biten herşeyinin tek sorumlusu şu kişidir,bunu yapan ..... düşmanıdır." bakınız bu bile sizin yaklaşım ve sorularınızı oturtmaya yetmeyecektir. anlamaya çalışıyorum sizi;Suheyla toplumdan,tepkisizlikten şikayetçi diyorum çoğu zaman;ama şimdi nerden çıktı bu sorular;ya siz derdinizi anlatamadınız;ya biz anlatamadık ya da ... Suheyla ben yanıtımı verdim;duymak istediğin yanıt olmayabilir;ki bunu duymayınca bizi kavimci ilan etmişssiniz(beni bu ilan ettiğiniz şeklinde ki ifadenizi bizi ilan ettiğiniz ile açıklamaya çalışmanız;kusura bakmayın ama hoş değil) ben bu sorunun yanıtını gerçekten çok merak ettim. "kimi tartışıyoruz,neyi anlatıyoruz ki bize ısrarla başka zulümler ile kıyaslama yoluna giderek cevap veriyorsunuz ?" emin olun ki vereceğiniz yanıt;birbirimizi anlamamız açısından çok önemli. Suheyla,eğer yanıtınız yine aynı olacaksa;ben noktayı koyayım.
-
Bizim adımıza özür size mi düştü ****? seçilmişer...!
"Kağıda dokunan kalem, kibritten daha çok yangın çıkarır."der,S.Fobes.Asıl yangınları kendimizde aramamız gerek;yangınları kalmelerimizle,bildiklerimizle anlatmak gerek... keşke...birilerini yaftalayacağımıza;neden ve niçinleri de anlatabilsek... Ne diyor Dilber Hala;lafı ortaya attım,isteyen alır,isteyen... saygılar!
-
hangi şarkıyı dinliyorsun?
Ahmet Kaya.... öyle bir yerdeyim ki...bir yanım çığlık çığlığa...
-
SAVAŞ VE BARIŞ...
27-06-2008 Radikal Türker Alkan Eskiden komünist olmak çok zordu. Mersin Lisesi’nde Türkiye’nin en iyi ressamlarından biri olan Haşmet Akal hocamızdı. Bir gün Peyami Safa’nın köşe yazısında ‘Haşmet Akal komünisttir, resimlerinde gizlice orak çekiç simgelerini kullanır’ sözleri çıkınca, herkes Haşmet beye karşı cephe almıştı. Komünizmin nasıl belalı bir iş olduğunu ilk kez orada gördüm. İkinci kez de Nâzım Hikmet’in şiirlerini gizli gizli okumak zorunda kalınca. Sonradan farkına vardım ki Türkiye’de zor olan başka şeyler de var: Eşcinsellik, özellikle kadınsı olan erkeklerin durumu. Dinsizlik, ateistlik. Ve vicdani retçilik. Gerçi demokratikleşmeyle birlikte komünizm, eşcinsellik, dinsizlik ve ateizm üzerindeki baskılar, kısıtlamalar tümüyle kalkmasa bile bir ölçüde azaldı. Geçen gün eşcinsellerin yapacağı bir yürüyüşün ilanı ilişti gözüme. 20-30 yıl önce olsa böyle bir ilan vermek bile mümkün olmazdı. Tabii çok sıkıntıda olan bir küme ‘vicdani retçiler’. İnsan öldürmek, silah kullanmak istemedikleri için, orduya yazılmayı kabul etmeyenler! Vicdani retçilerin (‘pasifistler’ de denebilir sanırım) itirazlarını ciddiye almamak mümkün değil. Savaşmak, insan öldürmek (amaç ne olursa olsun) kabul edilmesi zor şeyler. Vicdani retçiliğin en zayıf tarafı bireysel bir çıkış olması; ulusal, bölgesel ve küresel sorunlara çözüm getirmemesidir. Savaşlar salt kültürel ve ahlaksal sorunlar değildir. Savaşların arkasında ekonomik, stratejik, ideolojik.. pek çok sorun yatar. Buna karşın, vicdani ret hareketi savaşların ahlaki yönüne dikkati çekmesi bakımından son derece önemlidir. Hele savaşların gittikçe yaygınlaştığı, cephe gerisine kaydığı, sivilleri de etkisi altına aldığı bir ortamda. Sivil retçilere karşı yöneltilebilecek en sert eleştiri, romantik olmaları, gerçekçilikten uzak kalmalarıdır. ‘Devlet’ diye bir aygıt oldukça ve ‘uluslararası hukukun’ yaptırım gücü olmadıkça, savaşların kökünü kazımak mümkün gözükmüyor. İkincisi, vicdani retçilik bireysel bir çıkış olarak kaldığı sürece uluslararası sorunları çözmenin (ulusalcı ideolojinin hâlâ egemen olduğu bir ortamda) pek mümkün gözükmemesidir. Üçüncüsü, görünüşe göre vicdani retçiler (Amerika’da olduğu gibi) başarıya ulaşsalar bile, bu başarının savaşlara ve şiddete son vermek için yeterli olmadığıdır. Vietnam Savaşı sırasında ABD’de zorunlu askerlik geçerliydi ve çok güçlü bir ‘vicdani ret’ hareketi gelişti. Bunun üzerine Amerika savaştan sonra 1973 yılında profesyonel orduya geçti. Savaşmak istemeyenler orduya katılmadı. Ama bu değişiklik savaşlara engel olmadı. Şu farkla ki, eskiden bütün gençlerin savaşma ve ölme olasılıkları eşitken, şimdi fakir çocukları cephede ölüyor. Irak burnumuzun dibinde. Şiddet uygulama, işkence etme bakımından profesyonel ordunun çok daha acımasız olduğunu gördük üstelik! ABD’de Cumhuriyetçi Parti’nin başkan adayı olan John McCain profesyonel ordudan çok memnun olduklarını, zorunlu askerlik düzenine geçmeyeceklerini söyledi geçenlerde. Vicdani retçilerin Amerika’daki başarısı silahları susturmaya yetmedi. Bizde de yeteceğini sanmıyorum. Ama öyle de olsa vicdani ret hareketi devam etmelidir. İki nedenle. Birincisi, ahlaki olarak doğru yanda olduğu için. İkincisi de, her şeye rağmen geleceğin umut tohumlarını barındırdığı için devam etmelidir.
-
Eylül 2008 Hak İhlalleri Raporu
Diyarbekir Zındanında Kadın Olmak-N.Ç.MARAŞLI 03-07-2003 Her zamanki gibi doğal ihtiyaçlardan men edildik. Akşam sayımında işkenceci ekip zil zurna sarhoş, kahkaha atarak, zincirlerle hücreye geldiler. Alay olsun diye zaman zaman isimlerimizle seslenir nurancığım, sakineciğim, gönülcüğüm, ayselciğim" derlerdi. BİA Haber Merkezi 02/07/2003 Nuran Çamlı MARAŞLI BİA (İstanbul) - Son günlerde, 12 eylül sonrası Diyarbekir zindanında yaşanan vahşet, bazı Internet sitelerinde gündem oluşturuyor. Neşe Düzel’in 3 yıl Diyarbekir zindanında yaşayan Selim Dündar ile yaptığı röportaj, konunun gündemleşmesine neden oldu. Ardından Mehmet Altan ile Ahmet Taşgetiren, Düzel’in yazısına ilişkin birer makale kaleme aldılar. Sanıyorum, Neşe Düzel’i de bir süre önce Hasan Cemal’in yazmış olduğu “Kürtler” isimli kitap harekete geçirdi. Peki acaba, Hasan Cemal’i 20 yıldan sonra bunları yazmaya sevk eden neydi? Yukarıda adı geçen yazarlar -ve aynı kulvarda yer alan diğerleri- o dönemde acaba Türkiye’de yaşamıyorlar mıydı? Duymuyorlar mıydı olup biteni, inanmıyorlar mıydı, yoksa her şeyin farkındaydılar da ifade etmeye mi çekiniyorlardı? Diyarbekir vahşeti tanıkları tarafından sürekli yazıldı çizildi, ama Türk medyasının ilgisine mazhar olmadı. Çoğunlukla örtbas edildi. O dönemler dünya basını, bütün yasaklara rağmen gerek duruşmalarda, gerekse cezaevindeki olup biteni anlamak için çalmadıkları kapıyı bırakmazken, Türk “aydın gazeteci” takımı burunlarının dibindeki vahşet karşısında 3 maymunu oynadılar: Duymadım, görmedim, bilmiyorum. Ben de bu vahşet dönemlerinde Diyarbekir zindanında tutsaktım. Yazılanları okuyunca Diyarbekir zindanıyla ilgili tanıklıklara ben de katkıda bulunma ihtiyacı hissettim. Bunları kısmen de olsa okurlarla paylaşmak istiyorum. İsterseniz şampuanlı odaya Üç saate yakın arama ve kayıt adı altında yaptıkları işkenceden sonra biz iki kadını diğer arkadaşlarımızdan ayırıp bir hücreye götürdüler. Kısa bir süre sonra E.Oktay tekrar geldi. “Odanızı beğendiniz mi, isterseniz sizi avukatlarınız gibi şampuanlı odaya da gönderebiliriz. Bu gece burada kalın sonra oraya gönderirim. Sizin namusunuz ben ve askerlerimden sorulur. Askerlerimin size karşı bir yanlışını görürseniz bana söyleyin. Askerlerim yanlış bir şey yapmaz, ben ne dersem onu yaparlar. Biz hepimiz namuslu, evli, çocuk sahibi erkekleriz.......” le başlayıp saatler süren bir nutuk çekti bize. Konuşmasından sonra askerlere hitaben “Ne yapacağınızı biliyorsunuz..” diyerek hücreden ayrıldı. Sabaha kadar falaka, dayak E.Oktay’ın hücreden ayrılmasıyla, ellerinde kalın kalaslarla işkenceci ekibi, Kara Bela, Laz Mevlüt, Ömer Çavuş, Posta Eyüp, Horoz adlarındaki azılı gardiyanlar onun yerini aldı. Bize akıllarına ne gelirse, yığınla abuk-sabuk sorular sorup, cevabını beğenmediklerine “olmadı” deyip, ceza olarak her defasında ellerimize coplarla her bir elimize en az yirmişer defa vuruyorlardı. Bu kez başka bir gardiyan “yine olmadı kız, **********” diyerek falakaya çekiyordu.. İlerleyen saat karşısında uykusuz kalınca iyice kudurmuşlardı. Sabaha kadar falaka, dayak devam etti. Ellerimiz ayaklarımız mosmor kesilmişti, acıdan-sızıdan bağırıyorduk. Beton kadından görünmüyor (…) 25 kişilik koğuşta 75 kişi kalıyorduk. İkişer kişi ranzalarda, geri kalanlar tek battaniye ile yerlerde ranzaların arasında yatıyorduk. Beton zemin kadınlardan görünmüyordu. Her koğuş duvarında –iç koridora bakan kısımda- altışar küçük mazgal ve bunların üzerinde üç üstten, üç tane alttan olmak üzere altı gözetleme deliği bulunuyordu. 24 saat bu mazgallardan gözetleniyorduk.Askerler istedikleri saatte bu mazgal deliklerinden bizleri izleyebiliyorlardı. Bir ay sürekli dayak ile geçen hücre ve tecrit cezası bitiminden sonra ilk koğuşa çıkarılışımızda belleğime kazınan bu mazgallar olmuştu. Uyurken hepimizin yüzü mazgallara dönük, sağa-sola dönmek yasak ve sırt üstü yatmak zorundaydık. Öyle ki, asker bizi görmek istediğinde direkt yüzümüzle karşılaşabilmeliydi. Ağız burun kanlar içinde (…) Hakimlerin karşısında da esas duruşta durmak ve onlara “Komutanım” diye hitap etmek zorundaydık. Bize tıpkı gardiyanları hatırlatır biçimde tuzaklı sorular yöneltiyor, evet ya da hayır gibi kısa cevaplar vermemizi bekliyorlardı. Mahkeme sorgusu yanılmıyorsam iki gün sürdü. Sorguların bitiminde Şeref Abi, hasta olduğunu ve duruşmadan “vareste” tutulmasını talep etti. Sorulanın dışında bir şey söylemeye, istemeye kalkışmak mahkeme için büyük bir “vukuattı”. Askerler Şeref Abi’yi hemen orada hakimlerin gözü önünde coplarla, yumruklarla yere çökerttiler; ağzını burnunu kan içinde bıraktılar. Çok kötü durumdaydı. O haline yüreğim sızlamıştı. Şeref Abi, dönüşte kariyerin içinde de, sen nasıl mahkemeden bir şey istersin diye feci şekilde dövüldü. Cezaevine getirilince de guruptan ayrılıp merdiven altında yine dayağa alındı. İkinci gün de merdiven dayağı Ruşen Abi’nin (Ruşen Arslan) başına geldi. Zincirlerle sarhoş gardiyanlar hücreye (…) Bir gün benimde içinde olduğum yedi arkadaşa – Sakine Polat (Cansız), Gönül Atay, Cahide Şener, Fatma Çelik, Aysel Çürükkaya, Nuran Çamlı ve Halide (Halide’nin soyadını hatırlayamıyorum) keyfi olarak iki gün hücre cezası verildi. Koğuşta temiz bir falaka faslından sonra hücreye indirildik. Her zamanki gibi bütün doğal ihtiyaçlardan men edildik. Akşam sayımında işkenceci ekip zil zurna sarhoş, kahkaha atarak, ellerinde zincirlerle hücreye geldiler. -Alay olsun diye zaman zaman isimlerimizle hitap eder, “nurancığım, sakineciğim, gönülcüğüm, ayselciğim” derlerdi. O akşam, böyle hitap etmeye karar vermişlerdi. Hepimize öncelikle 20-20 el falakasıyla seansımız başladı. Kadınlık onurumuzu aşağılayıcı sohbetlerinden sonra kendi aralarında bir mahkeme kurdular. 50 ayak falakası talepli mahkeme Kara Bela hakim, Ömer çavuş savcı, diğerleri kah infaz memuru kah savcı oluyorlardı. Sırayla isimlerimizi söyleyip, hakkımızda verdikleri cezaları tarafımıza tebliğ ettiler. Şöyle ki; Kara bela: “Hepsi için 50’şer el, 50’şer ayak falakası talebiyle duruşmayı açıyorum.” Laz Mevlüt itiraz ediyor: “50’şer az bulunduğundan, sayı 100’e çıkarılmıştır.“ Bu kez kara bela itiraz ediyor: “75’te anlaşalım, ne acelen var ***********, nasıl olsa sabaha kadar kızlarla beraberiz 100’de geçeceğiz, ne güzel eğleniyoruz.” Tırnaklarımızın ucundan kanlar akıyor Bu cezada karar kılıp uygulamaya geçtiler. Her bir elimize yetmiş beşer olmak üzere toplam 150 el sopası yedik. 10 copu çektikten sonra ellerimiz dirseklerimize kadar uyuştu, morardı. Cop inip kalktıkça moraran ellerimiz patlayıp kan akmaya başladı. Öyle ki artık ellerimizi açamaz hale geldik. Yine de sayı tamamlanmadı diyerek bu kez ellerimize –köpeklerin patilerini yukarıya kaldırdığını düşünün- o halde vurmaya devam ettiler. Ellerimiz bileklerden bağımsız olarak kendiliğinden düşüyor, tırnaklarımızın ucundan kanlar akıyordu. Bir süre sonra ellerimizi kaçırmaya başladık, bu kez içi demir olan coplarla rasgele vurdular. Tamamen güçsüzleşmiştik, coplar bedenlerimize indikçe boğazımız yırtılırcasına çığlık atıyor, bağırıyorduk, seslerimiz birbirine karışıyordu. Çığlıklarımız gecenin geç saatinde havalandırmada yankı yapıyordu. Durmaksızın vurarak verdikleri ceza sayısını bitirdiler. Banyo kapısında erkek gardiyan (…) İki günlük hücre cezamızı, ilk günün tempo ve işkenceleriyle bitirdik. Koğuşa götürülmeden E.Oktay hücreye geldi. Yüzümüz dahil, görünen her yanımız şiş ve morluk içindeydi. Görüntümüz Esat’ın çok hoşuna gitmişti, en yakınındaki askerin başını okşayarak (E.Oktay, verdiği emirler -dayak, falaka- istediği gibi yerine getirilmişse, askerlerine mükafat olsun diye başlarını okşar, memnuniyetini dile getirirdi.) “ellerinize sağlık, güzel olmuş” deyip bize dönerek “nasılsınız kızlar, akıllandınız mı?” diye sordu. Banyoya götürülmemiz, yıkanmamız emrini verdi ve hücreden ayrıldı. Gardiyan tek sıra halinde bizi banyoya soktu, banyo bitene kadar kendi de kapının dışında bekledi. Büyük olasılıkla kapıyı açıp bizi izliyordu. Birimizin durumu iyi değildi ki, diğerine yardım etsin. Tutmayan ellerimizle üzerimizdeki pislikleri yıkayıp, temizlenip koğuşa öyle çıktık. E.Oktay ve ekibi karşıladı. Koğuştakilere gözdağı olsun diye Esat bizi içtimaya sokmayarak orta yerde tutup, her zaman ki nutkunu attı, koğuşa dönüp yüzlerimizdeki morlukları kastederek, “renkli yüz görmek iyi oluyor değil mi kızlar, arkadaşlarınıza ilaç sürün yarına bir şeyleri kalmaz” diye bir de “babalık” yapmaya çalışıp koğuştan toplu halde ayrıldılar. Mektubu ye emri (…) E.Oktay, Meryem’in Ailesine mektup yazarken saçlarının kesilmesinden bahsettiğini ve bunun ağır bir suç olduğunu belirtiyordu. Cebinden çıkardığı mektubu da sallayarak nutkuna devam etti ve mektubu hemen orada Meryem’e yedirmesi için gardiyan Ömer Çavuş’a uzattı. Ömer Çavuş mektubu üç dört parçaya böldükten sonra sıradaki yerine dönmüş olan Meryem’in ağzına tıkamaya çalıştı. Meryem kaşlarını çatmış, kararlı bir biçimde başını iki yana sallayarak bu işleme direniyordu. Ama nafile! İki üç gardiyan gencecik kızın çenesine yapışarak kağıt parçalarını zorla ağzına tepiştirdiler. Çiğnemesi için de ağzını açıp kapatarak zorladılar. Güzelim Meryem bir yandan çatık kaşlı direngen tavrını sürdürüyor, ama bir yandan da gururu kırılmış olarak gözünden sessizce sicim gibi yaşlar boşanıyordu. Gardiyanlar bunun için de birkaç defa daha vurdular Meryem’e ve E. Oktay’ın nutku bitene kadar mektubu çiğneyip yutması için başında beklediler. (NÇM/NM)......
-
Siyasiyim...mülteciyim...açım...YENİ DÜNYA DÜZENİ!
Polis Abdoullah Jamal'in Mülteciler Günü'nü Kafasına Çekiçle Kutladı Bir yıl bir aydır Türkiye'de olan Abdoullah Mouhammed Jamal'le Mülteciler Günü'nden bir gün önce tanıştık, hikayesi şiddet içerikliydi: "Sivil polisler beni telefon kulübesinden aldılar Eminönü'ne götürüp çekiçle dövdüler, sonra sahile attılar." BİA Haber Merkezi - İstanbul 19 Haziran 2008, Perşembe Nilüfer ZENGİN Sıraselviler'den Cihangir'e doğru inerken Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nin duvarının önünde siyah bir erkek yerde yatıyor: Kolu ve eli alçıda... Alçıdan görünen parmak uçlarında kan kurumuş... Alnında küçük bir bandaj var, başında delikler açılmış... Muhabirimiz Bawer Çakır ve ben duraladık, diyaframı inip çıkıyor, yani nefes alıyor... Oradan geçen onca insan arasından yalnızca biri daha bu manzaraya bakıp, geçip gidemedi, durdu... Hep birlikte uyandırdık, kim olduğunu ve ona ne olduğunu anlatmasını istedik. Abdoullah Mouhammed Jamal dün Taksim'de bir telefon kulübesinden telefon ederken, “sivil polisler” gelip pasaportunu sormuşlar... Jamal'in bir pasaportu yok, ne yazık ki iki ay önce zamanı dolmuş olan polisin verdiği bir oturma izni var... Jamal sivil polislere "Bana pasaportumu sormayın gerekiyorsa Kumkapı'daki Yabancılar Misafirhanesi'ne götürün" demiş.. Onlar da "vay sen misin bize böyle söyleyen" diye almışlar, Eminönü'ne getirmişler, öldüresiye dövmüşler, başına bedeninin her yerine çekiçle vurmuşlar... Çekiç var ya, çekiçle dövdüler... "Do you know hammer? They beat me with hammer"... (Çekiç var ya, çekiçle dövdüler beni). Jamal bir yıl bir ay önce Türkiye'ye gelmiş. Pasaportu yok, polisin verdiği oturma izni nisanda bitmiş. Kumkapı'ya giderse, hapise konulacağından korkuyor. "Polis sokakta yakalayınca dövüp bırakır" diyor... Sahile bırakıp gitmişler Abdoullah'ı telefon kulübesinde dövmeye başlayan polisler onu Eminönü'ne götürmüşler, orada dövmeye devam etmişler. Sonra da sahile atıp gitmişler. Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne kendisi gelmiş dün akşam, bugün de öğlen kontrol için gelmiş, onu bekliyordu. Cami avlularında dilenerek yaşamını sürdürmeye çalışıyormuş. "Belki de polisler yalnızca Müslüman olduğum için beni öldürmeden bırakmışlardır" diye düşünüyor... Onunla hastanenin bahçesine girdik, gölge bir yerde biraz oturduk, konuştuk... Oturarak duramıyordu, her tarafı ağrıdığı için, hastaneden ağrılarını dindirmek için bir ilaç da vermemişler... Onu, hukuki yolculuğunda gerekli desteği alabileceği sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkiye soktuk ama hastane bahçesinde insanların "dışarıda tutan, yadırgayan" bakışlarından koruyamadık... Orada bırakıp işe dönmek zorunda kaldık. Öykünün güvenlik yetkililerini ilgilendiren tarafını yarın izlemeye devam edeceğiz. Bu, mülteciler gününde Sıraselviler'de uzanıp yatan yaralı, örselenmiş, hırpalanmış bir mültecinin iniltisi yalnızca. (NZ/EZÖ) "Mülteci Kimdir?"e Sokaktan Cevap: Mülteci Kaçandır Mültecilerin Sesi "Mülteci kimdir?" diye sormuş, kimisi "Zenciler, Farslar, Araplar, Cezayirliler; Yunanistan’dan kovuldukları için Türkiye’ye geliyorlar", kimisi de "Afrikalılar çok efendi, edepli ama sarışın beyazlardan bıktık" demiş. BİA Haber Merkezi - İstanbul 19 Haziran 2008, Perşembe Mülteci'nin Sesi'nin Bahar sayısında gazeteci Hayyan Ramadan İstanbul sokaklarında "Mülteci kimdir" diye soruyor. Yanıtlara bakınca insanlar aslında onların "keyiften değil mecburiyetten" yollara düşüp başka ülkelere sığınmak istediklerini biliyorlar, hatta Avrupa'daki Türkiyeli işçilerle mülteciler arasında benzerlik kurup, "empati" gösteriyorlar ama yine de "birşeyler" eksik... "Mülteci nedir?" sorusuna yanıtlar... "Biz Avrupa’ya neden gidiyorsak onlar da (Afrikalılar) o yüzden buraya geliyor.", Adem, 40 yaşında. esnaf, Tarlabaşı "Mülteci kaçandır.", Asaf, 34 yaşında, çalışmıyor, Kumkapı "Zenciler, Farslar, Araplar, Cezayirliler; bu mülteciler Yunanistan’dan kovuldukları için Türkiye’ye geliyorlar.[...] Zenciler, bunlar Yunanistan’a gidiyor. Ama Yunanistan atıyor bunları denize. Mülteci bunlar.", Emin, 28 yaşında, esnaf, Kumkapı "Afrikalılar çok efendi, edepli. Afganlar savaştan kaçmışlar. Afrikalılar çok iyi; ama sarışın beyazlardan bıktık. Alınteriyle çalışanlar kalsın; ama gayrimeşru yollardan çalışanları sınır dışı etsinler.", Ayşen, 33, aktivist, Kumkapı "Biz Avrupa'ya neden gidiyorsak onlar da o yüzden buraya geliyor" "Biz Avrupa’ya neden gidiyorsak onlar da (Afrikalılar) o yüzden buraya geliyor.", Adem, 40 yaşında. esnaf, Tarlabaşı. "Esrar satıyorlar, fuhuş, hırsızlık, kapkaççılık yapıyorlar diye duyum alıyoruz. Duyduklarımız bunlar. Bunları yapmak için geliyorlar. Buraya gelen aç kalınca ne yapacak? Ben de aç kalsam yaparım.", Metin, 55, kuyumcu, Tarlabaşı. "Mültecinin tam anlamını bilmiyorum, kaçarak gelmişler... Tarlabaşı’nda çoğunlukla Afrikalılar var, iş amacıyla geliyorlar. Oradaki durumları iyi değil. Ekonomik nedenlerden geliyorlar. İş imkanı yok. Burada imkan var. Kimse karışmıyor onlara. Boyacılık, kağıtçılık yapıyorlar. 2. el ev eşyası satıyorlar... Ben üzülüyorum. Camilerde dileniyorlar. Sabah, 4-5’te kalkıp, balık pazarına gidiyorlar, balık artıklarını topluyorlar... Ben dilenenleri görünce, zenciye daha çok acıyorum. Düşünüyorum, acaba bizden gidip, yurt dışında böyle olanlar var mıdır diye.", Saffet, 24, esnaf, Tarlabaşı. "Devrimci" biliyorum ama "mülteci" kime denir bilmiyorum. [...] Aaa, o zaman Iraklılar gibi. Ya şimdi ölücem, ya 2 saat sonra ölücem diyor. Onun için kaçıp geliyor Iraklılar… Ermeniler orada geçim sağlayamıyorlar, onun için geliyorlar. Afrikalıları bilmiyorum. Türkiye çok güzel diyorlar, herhalde gezmek için geliyorlar. Zencilerin paraları çok, herhalde. Gelip geziyorlar. Türkiye’yi seviyorlar, kalıyorlar. Sonra herhalde paraları bitiyor. Onun için de çalışıyorlar.”, Erdem, 18, internet cafe sahibi, Kumkapı. "Afrikalıların hepsi çalışıyor" "Afrika çok sıcak, Türkiye serin diye geliyorlar. Bir de burada iş imkanı var. Orada böcek möcek var. Onun için geliyorlar herhalde.", Ziya, 16, bakkal çırağı, Kumkapı. "Mülteci, sonradan TC vatandaşı olmuş kaçaklara deniyor... Orada aç kaldıkları için geliyorlar. Çoğu buranın vatandaşı olmuş. (Afrikalılar) Orada odun kesip 5 saatte kazanacağını, burada bir saat satıp kazanıyorlar. Afrikalıların hepsi çalışıyor. Aylak gezeni yok.", Fatma, 35, çalışmıyor, Kumkapı. (NZ/EZÖ) ** Mülteci W.S.: Günde Bir Kez Yemek Yiyerek Hayatta Kalabiliyorum Mültecilerin Sesi'nin bu sayısında mülteci W.S: "Hareket etmeyerek enerji harcamıyorum. Isınmak için çay içiyoruz, sıkılmamak için kağıt oynuyoruz. Artık insan filan değiliz. İnsan bir kere ölür, ben günde bin kere ölüyorum." BİA Haber Merkezi - İstanbul 19 Haziran 2008, Perşembe Üç ayda bir yayımlanan Mültecilerin Sesi'nin Bahar 2008 sayısında arkadaşlarıyla Aksaray'da yaşayan W.S. "ev hayatını" anlatıyor, dergide kalabalık yaşanan evlerde sağlıklı kalabilmek için yapılması gerekenler anlatılıyor. 17 yıldır İstanbul'da yaşayan bir mültecinin deneyimlerini VE Sudanlı bir mültecinin de ülkesinde kadın sünneti uygulaması üzerine izlenimlerini bu sayıda okuyabilirsiniz. W.S'nin hikayesi "Böyle Yaşıyoruz" şöyle: "Ben ülkemden eşimle birlikte kaçtım, burada bir süre kaldıktan sonra tüm param bitti. Eşim beni terk edip gitti, şimdi nerede olduğunu bilmiyorum. Zaten oradan kaçma nedenim karımdı. Şimdi artık hiçbir şey düşünemiyorum. Günümü nasıl geçireceğimi düşünmem gerektiğini biliyorum ama sadece ne yiyeceğimi düşünüyorum. Ben çok güçlü bir adamım ama kimse beni çalıştırmıyor, daha doğrusu beni çalıştırmak için izinleri yok. "Karım beni terk ettikten sonra sokakta, deniz kenarında yatıyordum; kalacağım yer yoktu. Sonra arkadaşlarla tanıştım ve onlarla kalmaya başladım. BM görüşmesinden sonra beni İzmir’e gönderdiler ama ben gitmedim. Konyalı bir adamla tanıştım bana yardım edeceğine söz verdi; bana bir ev, bir iş bulacağını söyledi. Bu sayede karımın bana döneceğini düşündüm. Bana Ceylan Grup’ta işe alınmam için bir belge verdi. Ben de bu belgeyi alıp Ankara ofislerine gittim ve başvuruda bulundum. Ama beni işe almadılar ve İzmir’e gitmem gerektiğini söylediler." Günde bir defa yemek yiyorum, gündüz hareket etmiyor daha az enerji harcıyorum "Ben İzmir’de yaşayamam… Gitmeyeceğim. Arkadaşlarla gündüz yatıyoruz, akşam kalkıyoruz. Çünkü günde bir defa yemek yiyorum ve gündüz hareket etmeyerek daha az enerji harcıyorum. Bu şekilde hayatta kalabiliyorum. Biz duş alırken ne yapıyoruz biliyor musunuz? Tuzu suyla karıştırarak yıkanıyoruz, bunu neden yaptığımızı anladınız mı? Ben nargile içiyorum tütününü kendim hazırlıyorum, Isınmak için de çay içiyoruz, sıkılmamak için kağıt oynuyoruz. Allah’a inancım var ama açıkçası biz artık insan filan değiliz. İnsan bir kere ölür, ben ise günde bin kere ölüyorum." (NZ/EZÖ)
-
Eylül 2008 Hak İhlalleri Raporu
Aslında yazılacaklar halihazır yazılmışken,yazmayı düşündükleriniz birbirine dolanıveriyor bazen.Düşünmeye çalışırsınız,çok düşünecekler varken,yarım kalan düşünceleriniz kargaşalara davetiye çıkarırır. Nasıl bir toplum olduğumuzu hiç düşündünüz mü?Ben çok düşündüm.Yarım kaldı tüm düşündüklerim.Toplum eleştiri getirdiğidi;toplum eleştirirken dönüştüğümdü.Gördünüz mü?Eleştirirken dönüşmek...vay vay demezler mi böyle çelişkiye. Yolda yürürken,acelesi olan biri sizi görmeksizin itekler geçer,sırada beklerken o pastırma misali yolculuk yapacağınız dolmuşlar için;uyanıklar kolayını buluverir;ortada kalırsınız ne olduğunu anlamadan... Alanlarda "hak nerede" diyesiniz gelir,sizi korumak için orada olanlar;sizi çok güzel yaka paça polis araçlarına atar.1 Mayıs'ta "işçiyim,emekçiyim"dersiniz,birileri nedense üstünüze kurşunları sıkar. Gözaltına alınırsınız,işkencelerde geçirilirsiniz.İşkence de ölmemişseniz "oooo,ne şans" dedirtecek cinstendir tüm yaklaşımlar.... ................... İnsan hak ihlallerin en fazla olduğu bir coğrafya da;toplumu eleştiren bizler o topluma dönüşürken...arda kalan...oğlunu işkence de kaybeden annenin çığlığı,,,dur ihtarına uymadığı için kurşun sıkılan Baran'ların babasına kalan öfkeler...
-
T-M.COM Web Pilav (he he) Günü :) - Eski - Yeni - Gelen - Gelmeyen
ben olsam olmaz mı başka emriniz yaf Yakışıklı,sen o akşam burda ol da sana kopye veririm oyunu saat 21 olarak kullan ha,rica
-
''Ya sev ya terk et'' ile taçlanan Korkunun Cumhuriyeti...
Dünyahepimizin,artık ne diye düşünmeye başladım biliyor musunuz? Devlet kendi dışında ki yada kendi içinde ki yapılanmaların farkında yada farkında değil gibi sorulardan çok;devlet istediği için o yapılanmalar var!eee yani devlet adam öldürmemeli değil mi?