Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ENGİN_DENİZ

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    61
  • Katılım

  • Son Ziyaret

ENGİN_DENİZ tarafından postalanan herşey

  1. ENGİN_DENİZ doğum gününüz kutlu olsun!

  2. hepinizi seviyorum arkadaşlar natalı senide seviyorum müşterim geldi çıkmam gerkli akşam veya yarın görüşürüz burcum akşam görüşürüz güzelim
  3. natali seni sevmiyorum bana az puan verdin sen
  4. burcu sizleride seviyorum arkadaşlar
  5. sözümün eriyim endamımda profilimde mevcut boy istersen 180 klo istersen 75 gözünün önündede endamımı yürüşümü sen canlandır
  6. kaynaşılmayan bir yer değil burası ben bazı insanlar gibi gerçek adını kimliğini saklayan bir kişi değilim adımda resmimde kimliğimde bellidir arkadaşlar böyle bir şeye gerekçem yok yinede saolun neysem oyum
  7. tamam engin mesajını aldım akşam görüşürüsss

  8. sevgi dolu canayakın yüreği kadarda güzel yüzlü burcu için iyiki tanıdım seni imza eklemeyi bilmiyordum ve bana tarif eden kardeşim yeşim için her zaman papatyalar gibi beyaz kalman dileğiyle Bütün üye arkadaşlar için
  9. ENGİN_DENİZ

    NEFRETİMSİN

    bu yazıları gördükçe kendi bloğuma şiir yazasım geliyor sadece senin için
  10. ENGİN_DENİZ

    KÖPEĞİM KADAR OLAMADI

    kime yazdın bunu burcu bana değildir umarım
  11. ENGİN_DENİZ

    HAK EDENLERE?

    Beni kırmadın ve tanıma fırsatı verdin ne desem azdır yüreğin kadar yüzünde güzel
  12. ENGİN_DENİZ

    Formula 1 tasarım harikası mı?

    Direksiyonundan motoruna, ayakkabısından kaskına ve tabii pistlerinden organizasyonlarına kadar her türlü detayı ince elenip sık dokunan Formula 1, 21 Ağustos’ta ülkemizde start aldığında ona bir de tasarım gözlüğünden bakın! İşte karşımızda dünyanın en çok ilgi çeken motorsporları organizasyonu Formula 1... 21 Ağustos'ta canlı canlı izleyebileceğimiz Formula'da limitlerin yüksekliği ve kullanılan teknolojilerin yollardakinden ileride olması ''tasarım eserleri'' yaratmaya bahane oluyor. Formula 1'de kullanılan teknolojik tasarımların en önemli özelliği asla hata toleransı bulunmaması. Boğaziçi Köprüsü'nden geçmiş olmasına kanmamak gerek; o, şovun bir parçasıydı. Bu tasarım eserlerinin yaşama adapte edilmesi hala birkaç ışık yılı uzağımızda. Zaten ''dönen paralar'' da herşeyin alıştıklarımızdan/bildiklerimizden farklı olduğunun göstergesi: Formula 1'de orta sıralardaki bir takımın iddiasız yarışabilmesinin maliyeti bile en az 1.5 milyar dolardan başlıyor, 10 milyar doları bulabiliyor. Ferrari, Renault ya da Mercedes McLaren gibi pilotlar ve takımlar şampiyonasını kovalayan ekiplerin bütçeleri ise 15 milyar doları aşıyor Limitlerin bu denli uçlarda olması, birkaç yarış izlemekle algılanamayacak, birkaç cümleyle tanımlanamayacak tasarım detaylarıyla güçlü bağlar anlamına geliyor. Bu detaylar sadece yarışan otomobillerin yapısı ya da teknolojilerinden ibaret değil. Öyle ki, otomobillerin üzerinde ilerlediği asfaltın bileşiklerindeki maddelerin yüzde oranından başlayan detaylar, pilotların içinde bulunduğu kabinin, kullandığı kaskın hem darbelere karşı yüksek dirençli, hem de aerodinamik direncinin düşük olmasına, hatta giydikleri ayakkabıları oluşturan yanmaz ultra hafif malzemelere kadar uzanıyor. Formula 1'de boy gösteren Ferrari, Mercedes-McLaren, BMW-Williams, Sauber Petronas, Toyota ve sezonun gözde takımı Renault, tasarımlarını IBM tasarım yazılımı CATIA ile yapıyor. Sponsor firmaların milyonlarca dolar akıtmasıyla yürüyen ar-ge merkezlerinde geliştirilen otomobillerse teknolojik tasarımlara mecbur; zira hızın böylesi cömert kullanıldığı bir alanda şovun güvenliği için bilmediğimiz motor, fren, süspansiyon teknoloji ve tasarımları kullanılmak zorunda. Böylesi teknolojilerin başta saydığımız limitlerde sergilendiği sahneler olan ve her biri ünlü mimarların elinden çıkma pist tasarımlarındaki konseptler ise başlı başına birer mimarlık harikası. Pistler daha tasarım aşamasındayken, otomobillerin nerede hangi hıza ulaşacağı ve frenleme mesafelerinin hesabı yapılıyor. Pist genişliği ve virajlar buna göre düzenlenirken, pistin asfaltı da özel bir madde ile kaplanıyor. Tabii ki tehlike durumlarında olası riskler de tasarıma dahil; kaza yapan otomobillerin sürükleneceği alanlar bile belli. ''İstanbul Park'' adını alan Formula 1 pistimizin Alman mimarı Hermann Tilke, Hockenheim ve Malezya'daki Sepang pistlerinin de mimari projesine imza atmış bir füturist. Tasarım çizgileri, ev sahibi ülkenin kültüründen de ipuçları taşıyan pist mimarları İstanbul'u, ''geçmiş 10 yıl ve gelecek 10 yılın en iyi pisti'', olarak niteledi. Böylesi görkemli bir birikimin sonucu olan müthiş gösteri için geriye saymaya başladık. Bundan sonra geriye, -hala varsa- bir bilet edinip tadını çıkartmak kalıyor.
  13. ENGİN_DENİZ

    Dışarı'daki işler

    Türk mimarlar, son yıllarda, başka coğrafyaların simgesi olacak nitelikte, başarılı işlere imza atıyor. Yurtdışında uygulanmış veya yarışmalarda derece almış ‘bizim’ projeleri bir araya getirdik. BRÜKSEL KRALİYET ANTREPOSU YENİLEMESİ Emre Arolat Mimarlık, Brüksel'in kuzeyinde bulunan tarihi Kraliyet Antreposu'nun yenilenmesini üstlenerek, endüstriyel bir yapının günümüzde nasıl kullanılabileceğine örnek nitelikte bir proje hazırlamış. Mimarlar Gonca Çırakoğlu ve Emre Arolat, ''eskiyi yeni gibi göstermek'' yerine, varolan yapıyı koruma ve tarihsel ''iz''leri okutma konsepti üzerinden gitmişler. Tuğla duvarlar üzerindeki yazıların bile temizlenerek göz önüne çıkarıldığı projede, yapısal elemanlar da korunmuş. Kraliyet Deposu'na uygulanan tüm yeni eklemeler ise mevcut dokudan yükseltirilerek veya koparılarak ayrılırken, cam ve metal gibi ''eskiyi'' örtmeyecek malzemeler tercih edilmiş. Yüz yaşını aşkın yapının zemin katı yeme-içme alanları olarak, üstteki dört kat ise kiralık ofisler için düzenlenirken, sanayi döneminin ruhunu yansıtan tren rayları ve galeri boşluğu öne çıkarılmış. SHIBUYA DOSTLUK ANITI Japonya'nın ''Türk Yılı'' olarak kutladığı 2003'te, mimar Han Tümertekin, Tokyo kentinde bir ''Türk Dostluk Anıtı'' projesine imza attı. Mimar, Tokyo'nun dev ekranlarla kaplı, fazlasıyla hareketli ve gürültülü Shibuya bölgesinde, kentin karmaşası içinde kaybolmayacak bir tasarım oluşturmayı amaçlamış. Kent hızında tüketilemeyecek anıt önerisi olarak da üstü açık, çıplak beton bir silindir tasarlamış. Yapının iç yüzeyi, lale desenli İznik çinileriyle kaplanmış. Japonya'nın yapı ve deprem yönetmeliklerince, boyutu önceden belirlenen ve ağırlığının dört ton olması istenen anıtın, yer altındaki taşıyıcı sistem ızgarasıyla örtüşmesi de ayrı bir ön şart olarak verilmiş. 2 m çapında ve 4 m yüksekliğindeki silindir için, yüklenici firma, birer metrelik dört parça halinde karbon fiber takviyeli prekast beton üreterek, beklenen ağırlığın aşılmamasını sağlamış. ANADYR'E KÜLTÜR MERKEZİ Erginoğlu & Çalışlar Mimarlık, Rusya'nın en doğusunda yer alan Anadyr kenti için tasarladıkları kültür merkezi projesini, 2003 yılında tamamlamış. Kışları sıcaklığın -50 derecelere düştüğü Anadyr'in iklim şartları, proje tasarımında en belirleyici rolü oynamış. Anadyr Kültür Merkezi'nin programında bulunan müze, gece kulübü, konser salonu ve eğitim merkezi, başlangıçta buz kütlelerini andıran sert hatlara sahip dört blokta tasarlanmış. Ancak, karar proje değerlendirmelerinde tamamen değişikliğe uğramış ve tek bir kütle altında toplanmış. Bu hakim kütlenin ana konsepti konser salonu olarak belirlenirken; diğer fonksiyonların bu birime eklenmesiyle rüzgar yoluyla kar biriktirebilecek birleşim noktaları ortadan kaldırılmış. İklim ve coğrafya dışında çevrede projeyi şekillendirecek kentsel doku karakterlerinin bulunmadığını belirten Hasan Çalışlar ve Kerem Erginoğlu, tamamen tek renk ve doku üzerinden giderek, rüzgar ile biçimlenmiş bir proje ortaya koymuş. Rus-Türk ortak yapımıyla hayata geçirilen çelik strüktür yapının tüm parçaları Gebze'de imal edilmiş; gemilerle önce Vladyvosvok'a, oradan da Anadyr'e taşınmış. BARIŞA ADANMIŞ PİRAMİT Kazakistan, 2004 yılında, başkenti Atsana'da barışa adanmış bir piramit yaptırmak üzere harekete geçmiş. Barındırdığı 100 etnik topluluk, 40 farklı din ve inancı bir çatı altında toplamak isteğiyle ''Palace of Piece'' (Barış Sarayı) projesi için davetli bir yarışma düzenlemiş. Yarışma sonucunda, Tabanlıoğlu Mimarlık, diğer finalist İngiliz mimarlık ofisi Foster&Partners'la, projeyi ortak olarak üstlenmiş. Programı zaman içinde değişen proje, kültür müzesi, üniversite ve kütüphane fonksiyonlarına 1500 kişilik opera salonunu da ekleyerek tamamlanmış ve temeli atılmış. 2006'da bitirilmesi düşünülen ''Barış Sarayı'' için Tabanlıoğlu Mimarlık, bir ekibini Londra'da bulunan Foster & Partners'a yollamış, onların ekibini de kendi ofisinde projeye dahil etmiş. Murat Tabanlıoğlu, ''Bizim için bu projenin en büyük avantajı yabancı bir firmanın çalışma biçimini yakından görmekti'', diye belirtiyor. Dışardan mücevher gibi algılanmasını istedikleri piramitin iç çözümünde teraslamalar yapılarak, mekanlar arası akıcılık sağlanmış. VIRGINIA'DA BİR ''GECEKONDU'' Mimar Gökhan Avcıoğlu, New York'ta sürdürdüğü üretimlerinin sonuncusunda Türkiye'den bir konuyu, 'gecekondu'yu ele alarak, onu Kuzey Amerika'daki ekonomik konut edinme yöntemleri için yorumlamış. ABD'nin Virginia kentinde yaşayan bir aile için tasarlanan prefabrik konut, ''bir gecede inşa edilen''den yola çıkarak, yeni teknolojilerle hızlı ve ucuz konut edinme yöntemlerine bakıyor. Neredeyse tamamı fabrikada hazırlanıp, dört parça halinde arsaya getirilen ve burada montajı yapılan birimler, modülerliği sayesinde, bir yatak odalı, tek katlı ya da üç yatak odalı, iki katlı olabiliyor. Yapı kullanışlılığının sağlanmasının yanısıra, ''ev'' duygusunu verebilmesi için kullanıcının istekleri doğrultusunda modifiye edilebiliyor. Birimlerin iç ve cephe düzenlemeleri kullanıcının değişiklikler yapabilmesi için serbest bırakılıyor. Pencerelerin ve elektrik tasarrufu sağlayacak güneş panellerinin düzenleri kişiye göre değişebiliyor. Gökhan Avcıoğlu'na göre, GAD Architecture'ın Virginia için hazırladığı proje, bölgesel malzeme seçimleri ile değişebilen aynı büyüklükte bir yapının, farklı kültürlerden kullanıcılara göre nasıl yorumlanabileceğini görmek açısından da önem ROMANYA'YA BİR SİMGE YAPI Mimarlar Tatsuya Yamamoto ve Gökhan Aktan Altuğ'un 1995'te kurdukları Tago Mimarlık, şu sıralar Romanya'da inşa edilecek ''Tender Tower'' projesi üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Romanyalı Tender Holding'in talebi üzerine tasarımına 2002 yılında başlanan ''Tender Tower'', Timşora kentinde bulunan büyük bir yerleşim projesinin parçası. Ana fonksiyonu ofis yapısı olarak belirlenen projenin içinde kongre merkezleri ve 6 katlı otopark dahil olmak üzere çeşitli servis birimleri bulunuyor. Tago Mimarlık, yapının formunu, müşterilerinin Timşora kentine bir ''simge yapı'' kazandırma isteğini göz önünde bulundurarak belirlemiş. 60 ofis ve 6 otopark katına sahip olan 65.000 m2'lik proje, çelik konstrüksiyon sistemiyle hayata geçirilecek.
  14. Uyandırdıkları dokunulabilirlik hissiyle, tasarım konseptleri ve ayrıntılarının kullanıcı tarafından kolay algılanmasını sağlayan küçük yapılar, amaç ya da fonksiyonları her ne olursa olsun, hem psikolojik hem de fiziksel açıdan kolay ulaşılabilirlik hissi yaratır. Tarih boyunca pek çok mimar tıpkı deney yapar gibi küçük ölçeklerde konstrüksiyon detayları, malzeme kullanımı ve formlarla oynamaktan ve çözümler üretmekten büyük keyif aldı. Bu araştırmaların belki de en eski ve en müthiş örneği Rönesans mimarlığının son dönemlerinin manifestosunu yansıtan ve 17.yüzyılın ilk yarısında mimar Bramante tarafından Roma'da yapılan San Pietro Tapınağı'ydı. Bu yapı, her nekadar ölçek olarak minyatür denebilecek boyutlarda olsa bile, Hümanizm, Paganizm ve Hıristiyanlık öğretilerini tek bir çatı altında uzlaştırmak gibi büyük bir misyonun da sembolüydü. Bramante'nin tapınağı, evrensel ruhu kutsayan ve yerkürenin de yansıması olan basit bir dairesel plan üzerinde karmaşık bir matematiksel formülle yükseliyordu. Yaklaşım biçimleri ve tasarımları ne kadar farklı olursa olsun, küçük yapı üretme arayışı kentsel ve global yaşam biçiminin hakim olduğu günümüze kadar türlü şekillerde devam etti. Kırsal yerleşimlerde küçük yapıların varoluşu doğayı kutsayan ve ona saygı duyan bir tavırla daha estetik yaklaşımlı bir biçimlenme gösterirken, kentsel bütünlük içinde bunun tam tersi olarak küçük hacimlerde genellikle fonksiyona odaklanan bir arayış sergilendi. Fonksiyonun çok da önemli olmadığı kırsal bir peyzaj içinde yaratılan küçük yapılar, daha kolay farkedilebilir gibi gözükseler de, aslında kentsel atmosferde gökemli yapılarla kıyaslama olanağı nedeniyle çok daha çarpıcı bir kimlik kazandılar. Bugüne kadar çeşitli amaçlarla üretilen mikro yapılar, dünyanın değişik bölgelerinde konut ya da işyeri gibi fonksiyonların dışında en çok doğanın içinde rahatlama veya meditasyon alanları, bazen sadece estetik bazen fonksiyonel kentsel objeler ya da eğlence veya barınma amaçlı taşınabilir örtüler oldular. Özellikle çağdaş yaşamda gürültülü ve yorucu kentlerden zaman zaman uzaklaşıp rehabilite olmak isteyen insanın bu arayışına yanıt veren bir diğer yapı tipolojisi de doğanın içindeki küçük hacimli meditasyon alanları oldu. Kent atmosferinde doğal yaşamdan giderek uzaklaşan insanoğlu artık doğayla yeniden buluşmak için yüksek ya da geniş binalardan kaçarak onu kutsayacak ve parçası olacak biçimde tasarlanmış küçük barınaklara sığınma ihtiyacı duyar oldu. Bu tür amaçlarla yaratılan kimi yapılar malzemesiyle ya da formuyla doğayı tekrar eden bir arayış sergilerken, kimileri de kendi farkını belli edecek kadar ayrıksı duran bir tasarımla sergilediler doğaya saygılarını. Bu duygu kimi zaman doğal ışığın içerde spiritüel bir tarzda kullanımıyla, kimi zaman da panaromik açıklıklarla sağlandı. Amerika'nın Massachusetts eyaletinde Berkshire dağları eteklerinde konumlanan ve Artifact Design + Construction firması tarafından yaratılan ''Sauna Pavilyonu'' bunun en başarılı ve çağdaş örneklerinden biri. İlk bakışta aynı zamanda göl kenarında konumlanmış basit bir dağ evi gibi görünen bu yapı gerek malzeme kullanımı, gerek doğayla kurduğu iletişim, gerekse çok küçük bir hacimde başarıyla hizmet veren sauna fonksiyonuyla benzerlerinden kolayca ayrılıyor. Doğa içinde yeralan bazı küçük yapılar da sadece malzemesini ya da ışık kullanımını deneyimlemesi için yakınından geçeni içeriye davet eden heykelsi objeler olarak yaratılıyor. Mimar Thomas Heatherwick tarafından İngiltere'nin Northumberland bölgesinde Belzay Estate'in bahçeleri için tasarlanmış ''Sitooterie'' isimli kiosk da bunun en ilginç örneklerinden biri. Uzaktan dev boyutlu bir kirpi gibi görünen heykelsi yapı adını İngilizce'deki ''sit-outerie''den gelen ve ''dış oturma alanı'' diye de tanımlanabilecek eski bir İskoç deyiminden alıyor. Doğa içinde yeralan bazı küçük yapılar da sadece malzemesini ya da ışık kullanımını deneyimlemesi için yakınından geçeni içeriye davet eden heykelsi objeler olarak yaratılıyor. Mimar Thomas Heatherwick tarafından İngiltere'nin Northumberland bölgesinde Belzay Estate'in bahçeleri için tasarlanmış ''Sitooterie'' isimli kiosk da bunun en ilginç örneklerinden biri. Uzaktan dev boyutlu bir kirpi gibi görünen heykelsi yapı adını İngilizce'deki ''sit-outerie''den gelen ve ''dış oturma alanı'' diye de tanımlanabilecek eski bir İskoç deyiminden alıyor. Gerek iletişim teknolojilerinde gerekse yaşam biçimlerinde müthiş bir hız ve devinimin yaşandığı çağımızda, mimaride mobilite ve çevreye adaptasyon yeteneği her geçen gün daha çok önem kazanıyor. Konut deyince akla artık sadece dört duvar ve bir çatıdan oluşan kalıcı yapılar gelmiyor. Konteyner kabinler, ağaç evler, karavan benzeri mobil evler hareket halinde yaşayan insanların geçici barınma sorununun klasik çözümleri olarak biliniyor. Mimarlar mobil ev sorununa artık daha yaratıcı, kullanışlı ve çağdaş çözümler getiriyorlar. İster kent ölçeğinde isterse doğada olsun, insanoğlunun en temel ihtiyacı olan barınmadan daha ikincil konumdaki eğlence, dinlenme ve estetik arayışlarına kadar pek çok fonksiyona yanıt veren küçük yapılar mimarlık gündeminde her zaman varlığını sürdürecek gibi görünüyor.
  15. Ve ''zoomorf''lar geri döndü... Frank Gehry ve Santiago Calatrava gibi çağdaş mimarinin en önemli isimlerinin yapılarını ısrarla balık ya da kuş biçimindeki inanılmaz formlarla biçimlendiriyor olmaları bir tesadüf mü sizce? Peki ya, üstüste iki kez Stirling ödülüne layık görülen Wilkinson Eyre ya da ''London Eye''ın yaratıcısı Marks Barfield gibi en teknokratik İngiliz mimarların bile büyük metropolleri dev hayvan heykellerini andıran yapılarla dolduruyor olmaları? Norman Foster'ın Londra'daki 40 katlı ofis binası ''Swiss Re''den herkes ''erotik salatalık'' diye söz etse de, yapı sebzeden çok bir hayvanı çağrıştırmıyor mu? Foster, mimarlıkta ''zoomorfik bir hareket''in varlığından çok da emin olmadığını düşünüyor, ama ''Strüktürel formlar kimi zaman çok daha organik ya da akışkan olabilir'', demekten de kendini alamıyor. Kimi mimarlık otoriteleri bu yeni zoomorfik trendi ''kötü bir şaka'' olarak tanımlıyor. Ama doğal formlardan etkilenmek kültürler tarihinde oldukça eski bir gelenek. Bu trend mimaride dönem dönem yükseldiyse de, hiçbir zaman uzun soluklu olamamış. Belki de bu yüzden pek çok mimarlık eleştirmeni de diğer meslektaşlarının aksine, 21. yüzyılın başında yeniden nükseden bu eğilimin bu defa kesinlikle kalıcı olacağı görüşünde. Eero Saarinen'in projelendirdiği New York'taki ''TWA Terminal'' havalimanı ve Calatrava'nın Lyons, Satolas'taki tren istasyonu dev betonarme kanatlarıyla bu eğilimin en güncel örneklerinden bazıları. Mimarlık dünyasında hayvan formlarına analojiye yönelimin çok çeşitli nedenleri bulunuyor. Bunların başında da mimarlık ideolojilerinin eski kuramlarının artık çoktan geçerliliğini yitirmiş olması geliyor. Artık hiçbir mimar kendisini, ne modernizm ne de postmodernizm saflarından birine dahil olmak, düz çatılı ya da üçgen alınlıklı yapılar üretmek zorunda hissetmiyor. Tasarım yaparken hayalgüçlerini sınırsız ölçüde zorlayabiliyor, kendilerini teknoloji ve etik değerlerin belirleyiciliği dışında tamamen özgür bırakabiliyorlar. Kısaca teknolojik ve kültürel koşullar bir aradayken, zoomorfizmin geçici bir heves olmaktan çok daha ötelere gidebileceğinden emin olmak hiç de zor değil. Yapının inşa edilebilir olmak zorunda olması onun biçimini belirleyen en önemli faktörlerin başında geliyor: Çünkü yerçekimi düşey duvarları seviyor. Fakat artık dijital dünyanın olanaklarından biri olan sofistike tasarım programları, bilgisayar ekranında yaratılabilecek hemen her formu düşleyebilme imkanı tanıyor mimarlara. Teknolojinin bugün geldiği nokta mimarlara standart malzemelerin dışına çıkabilme, hatta o yapıya özgü yeni malzemeler tasarlayabilme imkanı sunuyor. Yapının kullanımıyla ilgili bazı pratik zorunluluklar da mimari tasarımın belirleyicileri arasında. Örneğin, eskiden mimarlar bir yapıyı tamamen şeffaf cepheli tasarlarken, camların temizlenmesi için özel bir çözüm üretmek ya da camlara ulaşılabilecek bir geçit yaratmak zorunda kalabiliyorlardı. Artık yapışmaz film yüzeyle giydirilmiş, kendi kendini temizleyebilen camların geliştirilmesiyle bu sorun tarihe karıştı. Mimarları doğal organizmalardan esin almaya yönlendiren sadece teknolojik gelişmeler değil; kültürel değişimler ve algı biçimleri de mimarinin biçimlenmesinde etkin bir rol oynuyor. İleri teknolojide üretim yapan sektörler artık ürünlerinin tanıtımını yaparken mühendislik söyleminden tamamen uzaklaşıyorlar. Sanat ve moda dünyası da -geçen yüzyılın- makine sevdasından çoktan uzaklaştı; artık, sağlıklı yaşam, insan bedeni ve doğaya dönüş gibi temalar daha çok tercih edilir oldu. Biyoloji, tüm terminolojisi ve imgeleriyle kültürel söylemi istila adeta etti. Bu dönüşümün en iyi örneklerini reklamcılık sektöründe izleyebilmek mümkün. Örneğin, bir otomobil firmasının reklamlarında, yeni model, DNA sarmalı imgesiyle tanıtılırken; bir diğerinde otomobil biçim değiştiriyor ve yolda ''yüzerken'' benzin almak üzere petrol istasyonuna uğrayan bir balığa dönüşüyor. Ya da bazı reklam sloganlarında o otomobilin ''genetik'' mühendisliğiyle yaratıldığı iddia edilebiliyor... Mimarinin doğaya öykündüğü en safkan akım olan Art Nouveau'nun da, egzotik flora ve faunayı Batı dünyasıyla tanıştıran botanik parkların ve hayvanat bahçelerinin neredeyse müthiş bir coşkunlukla yaygınlaştığı 19.yüzyılda ortaya çıkması hiç de tesadüf değildi. Yine de Art Nouveau'nun doğayı kutsayan tavrı mimarlık dünyası tarafından uzun süre izlenemedi. Hatta diğer akımlarla kıyasla bu stilde üretilen bina sayısı oldukça azdı. Çünkü istenen etkiyi uyandırmak için işlenmiş demire ya da cama elle şekil vermek hem üretim hızı hem de bütçesi nedeniyle pratik ve verimli değildi. Günümüzde ise mimarlar, üslupsal bir doktrini denemek için önlerinde hiçbir engel olmaksızın hareket edebiliyorlar. Adeta bir şantiye sahasına dönüşen bilgisayar ekralarında kompleks formların en ince ayrıntılarına kadar tasarlanabilmesi de böylece çok daha pratik ve ekonomik bir biçimde mümkün oluyor. Art Nouveau stili yapılarda, hayvan ve bitki motifleri sadece dekoratif bir öğe olarak kullanılıyordu. Oysa günümüzdeki zoomorfik formlar stilistik arayışlardan çok fonksiyonel bir nitelik taşıyor. Peki neden fonksiyonel bir yapının herhangi bir organik formu çağrıştırması gerekiyor? Gateshead Millenyum Köprüsü'nün tasarımını yapan Wilkinson Eyre mimarlık ofisinden Chris Wilkinson bu soruyu ''Bu sadece tesadüfi bir esinlenme değil; hayvanların organizması ile yapının strüktürü arasındaki paralellikleri araştırıyoruz'', diye yanıtlıyor. Yani zoomorfik mimarlar doğaya sadece biçimsel anlamda ilham almak için bakmıyorlar. Belki de sadece, doğanın çok önceden keşfettiği bazı gerçekleri onun izinden giderek bulmaya çalışıyorlar.
  16. ellerinize sağlık hepsi birbirinden güzel
  17. hoş bulduk hımm iyi sende hoş geldin o zaman saolasın teşekkür ederim
  18. şuanda tanıştığım tek kişi burcu en çok sevdiğim üyede kendileridir
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.