Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

KesKiNkAleM

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    995
  • Katılım

  • Son Ziyaret

KesKiNkAleM tarafından postalanan herşey

  1. tutmadı miyopum sende bıktın herşeyden
  2. KesKiNkAleM

    ANAYASADA KILIK KIYAFET

    Sayın Demirefe Tam yerinde tespitler. Beri taraf uyudu, beri taraf bişey olmaz dedi. Şimdi durumu toparlayamıyor toparlanmasıda zor. Bir grupta ortada kafası karışık vatanmı dese, dinmi dese.
  3. Ölüm iyiki var ve iyiki cehennemde var. Başka türlü bu insanlığın kiri temizlenmez. Arıtma merkezi. Bir aydın şöyle demişti: Allah'a şükürler olsunki cehennemi yarattı. Yoksa biz hiç olmayacaktık.
  4. Allah Rahmet Eylesin Mekanı Cennet Olsun. Gerçek bir Türkçe aşığıydı dilimizi en güzel şekilde kullanırdı. Bir Cumhuriyet evladıydı. Sanatçıydı. Sanatı iyi icra ederdi. Kendi devrinin devrimcisidir. Allah taksiratını affetsin. Hala ondan daha güzel bir ses dinlemedim. Özellikle sanat musikisinde. en sevdiğim şarkılarından biri Şimdi uzaklardasın gönül hicranla doldu Hiç ayrılamam derken kavuşmak hayal oldu ve Zeki Müren'i anıp onu dinlememek olmaz güzel sesiyle şimdi söylüyor. kahır mektubu ne zaman iki satır yazmaya kalksam hep sana, hep seni, hep bizi yazıyorum ne zaman iki kadeh alsam elime, hep sana, hep seni, hep bizi içiyorum her gece kederdeyim durmadan içiyorum sevda ektim kalbime yalnızlık biçiyorum
  5. İyide hangi ayetini hatırlatırsın şimdi Bakara Suresini baştanmı okuyacağım. Sen hatırlat bende sana Allah'ın dinini oyuncak edinenleri ve Allah'ın adıyla insanları kandıranların anlatıldığı ayetleri hatırlatayım. Bu forumda ateistte var münafıkta var riyakarda var varoğlu var dini kendine maske edinip türlü *********** yapanlarda var. Ama sorarsan onlardan dindarı yok. Kardeşim, sana bu konuda söyleyeceğim sonsöz şudur; ne olduğunu söyleyenden korkma inanmayan adam kendine zarar ama inanır görünen yalancının zararı toplumadır. Ve Kuran münafıkları lanetlemiştir.
  6. Sevgili Gelincik malesef öyle. Ne yazıkkı anlaşılmayacakta yumuşak karın ve dine yüklenen anlam insanların tepki göstermesini bile engeliyor. Ya kardeşim camiye ne gerek var dediğinde anında sopayı yersin. Ama neden okul yok dediğinde sırası gelecek derler. Sende efendi gibi bekleyeceksin. İbadetin bile neden yapıldığını düşünmezler öğretilmiştir ve atalarından öyle görmüşlerdir demekki böyle yapılacak. Oysa Kuran atalarınızın dinini din edinmeyin der. Bu sadece putperestliği ifade etmez. Siz dininizde daha ileriye gidin gelişin ve düşünerek gelişin demek. Babandan gördüğünü din edinirsen din Allah'ın dini olmaktan çıkar. Din bu sa.tekarların elinde oyuncak olmuş ve ne yazıkki Allah bilincininde önüne geçmiş.
  7. İnsanın içindeki boşluğu hiç bir şey tam manasıyla dolduramıyor Sayın ErdalAktaş, İnsan o boşlukla doğar ve hayatta karşılaştıkları inanmayı seçtikleri dolduruyor sanar. Oysa için için boşluktadır. Bunu kendine itiraf etmekse en zor itiraf. Sen sorulara cevap buldunmu?
  8. Dini konuşan bizmiyiz yoksa dinimi yaşayamıyorum diyenlermi? bu ülkenin neresinde dindara baskı var kimin dinle zoru var bu tartışmaları yapanlarda bundan nemalananlar. bak ne güzel söylüyorsun bu ülke dinini en güzel şekilde yaşıyor bizde yaşamasın demiyoruz yaşamıyor diyenlere sorucan onu. Ama dini devletin içine sokmayacaklar dinle vatandaşın cebini soymayacaklar, dinle vatandaşın vicdanını esir almayacaklar. İslamı savunurken dinler arasında neden tercih yapayım ben buna ihtiyaç duyarsam yaparım ama böyle bir gereksinimim yok dinimden memnumum benim derdim dinci ve dini parti edinenler. İnsanları köleleştirenler. Ben parti tutar gibi benim dinim senin dinini geçer demem dinin buna ihtiyacı yok merak eden öğrenir merak etmeyenide Allah istemiyor demektir. Ateistler hiç bir yerde dünyanın hiç bir bölgesinde kaos yaratamazlar. Dünya dinci yahudilerin, müslümanların, hristiyanların kontrolünde ateistlerin değil. Acı olanda bu Allah'ın dinini kendilerine çıkar kapısı edinenlere göz yumuyorsunuz.
  9. Yazarlar ve çeşitlemeler topine eklediğimi okumanı rica ediyorum. Anayasa değişsin değişmesin diyen yok ama Akp değil. Neden Akp değil çünkü vukuatları var şimdi basit bir soru sorayım meselenin özünü kavramak için. Evine hırsız girdi bişey çalamadan yakalandı sonra sen o hırsızla tanıştın ona birşey emanet edebilirmisin? Mesele hırsız ve güven meselesidir. Ve bizim vukuatlıya, şaibeliye emanet edecek memleketimiz yok. Ne yazıkki bu evin tek sahibi biz değiliz emanet edenlerle beraber bedelini ödeyeceğiz. Akparti kendileri hakkında şüpheli olan insanların bu şüphelerini gidermemiştir gidermezde. Ilımlı İslam tutmadı diyorsun ha o yüzdenmi gittikçe din konuşur olduk ve dinle uyutulduk. Bize kuşa bak dediler hala bakıyoruz. Ilımlı İslam tutmuştur mayalanmakta. Nemenem bir hamur olduğunuda pişince göreceğiz.
  10. TOKİ'nin İstanbul Hadımköy'de yapılan konutları oturuma açıldı ve orada şuan bitmiş 2 cami var. Ama bir okul yok. TOKİ'nin ne olduğunu biliyordur herkes. Evet neyle aldattıkları ortada. Cami yaptır vatandaş taktir etsin ama okul yok. Zaten okula ne gerek var heryer okul anlayana. Ama cami şart yoksa nerede ibadet edecekler? Neresinden tutarsanız tutun bu iş bayatlamıştır birileri bayat sever ve bizim milletimiz yıllarca fukaralıktan bayatla idare etmiştir ondan şikayette etmez. Cami ile göz boyayanların yedikleri önlerinde yemedikleri ardında ama bayatla idare edenlere şükür demek düşüyor. Vay be memlekete bak.
  11. Marcus dostum sen ne dediğinden eminmisin? Atatürk devrimleri ve Akp? Evet bu bir devrim ama Ilımlı İslam devrimi. Ve bunun adı Atatürk'ü anlamak değil. Ve ben senin buna inandığını değil ancak böyle dillendirdiğini söylerim. İstersen madde madde tartışalım. Ve hayalle gerçek ortaya çıksın ne dersin? Ve iyiye gidiyoruz öylemi? Değişen Anayasanın bürokrasiyi hafifleteceğinimi sanıyorsun, değişen Anayasa değerlerimizi hafifletecek ama demokrasimizi fakirleştirecek. Ve sen asıl bunu görecek ve ne kadar değiştiğini o zaman anlayacaksın. Bu gidişten memnun olanların hepsi istisnasız bu gidişten NEMALANANLARIN kendileridir. Tuzu kurular Cumhuriyeti. Vurdumduymazlar Cumhuriyeti. Bana ne ciler Cumhuriyeti. Haksızlığa göz yumanların Cumhuriyeti. Ve vatandaşları.
  12. KesKiNkAleM

    biz kişiliksiz bir halk mıyız

    Üçüncü perdenin son repliğini yazar söyler, ey okur. Sahnenin ışıkları kararırken çıkıp: “Çığlıkta henüz umut vardır, çığlık atmak güç ister. Tehlike, fısıltıdadır. Çünkü fısıltı, bir tükenişin ifadesidir” der. Ve perde iner. Üç perdeli bir piyes. Birinci perdede aile, çocuğu iyi okullarda okutmak istemektedir... “Bu yıl OKS’ye giren kızımın Amerikan Robert Lisesi’ne ön kaydı için gün boyu kuyrukta bekledik. Çünkü pek çok veli, aynı zamanda burs başvurusu yapıyordu. Akşam saatlerinde okula 65 çocuğun burs başvurusundan ancak 5’inin kabul edildiğini öğrendik. Dolayısıyla burs istemeyen bizlerin kesin kayıt şansı yükselmişti. Ancak 6 kız, 7 erkek çocuk için yer kaldığını görüp şaşırdık. Meğer burs başvuruları okul tarafından kabul edilmeyen 60 öğrenciden 53’ü, okul ücretlerinin lise öğrenimi boyunca bir ‘hayırsever’ tarafından karşılanacağı teminatıyla, 6 bin YTL’lik ilk taksitlerini aslanlar gibi ödeyip okula kayıtlarını yaptırmış. Burs alamamalarına rağmen kesin kayıt yaptıran öğrencilerin tamamı, ne tesadüf, hepsi (İstanbul’un tarikatlarıyla ünlü bir semtinin adı) F... dershanesi öğrencisi, deniyor. Bu dershanenin sahibi, aynı zamanda A... dershanesinin de sahibi. Ve bu dershaneler, Bakü’de iki saat önce başlatılan OKS sınav sorularının Türkiye’de sınav başlamadan ‘iletildiği’ iddia edilen dershaneler. Polis Kolejleri sınav sorularının belli bir kesime yakın insanlara verildiğini bizzat sizin gazeteniz yazdı. Ama Amerikan Robert Lisesi özelinde, bir sürü iyi niyetli Robert Lisesi mezununun okula verdikleri maddi desteğin doğru kullanılıp kullanılmadığını denetlemeleri gerektiğini düşünüyorum.” İkinci perde: Çocuk çok iyi bir eğitim kurumuna girmeyi başarmış, İTÜ İnşaat Fakültesi son sınıfında okumaktadır... “İstanbul-Ankara seferini yapmakta olan N... Turizm otobüsünde, cep telefonuyla konuşan bir yolcu, kendisini uyaran muavin ile tartışmaya başlar. İTÜ öğrencisi Ertunga Şimşek, tartışmaya katılır ve muavinden yana çıkınca, cep telefonuyla konuşan yolcu ve yanındakiler tarafından 45 kişinin gözü önünde dövülür, ancak dayakçılar hırslarını alamaz. İstanbul yolunu Eskişehir’e bağlayan kavşakta N... Turizm şoförüne kapıyı açtırırlar ve öğrenci Ertunga Şimşek’i, hareket halindeki otobüsten dışarı atarlar. Arkadan gelen bir araba çarpar ve Ertunga Şimşek ölür. Ertunga Şimşek’i önce dövüp, sonra yola atarak ölümüne neden olan kişiler, bir büyüğümüzü korumakla görevli ‘güvenlikçiler’dir. Dolayısıyla halen bu cinayetle ilgili olarak yalnızca otobüs şoförü ve muavin tutukludur. Ve onca yolcu arasında TEK bir tanık bile bulunamamıştır.” Üçüncü perde: Çocuk üniversiteyi bitirmeyi ve canlı kalmayı başarmıştır. Hayatını kurmaya çalışmaktadır... “Hani demiştin ya Mine, ben insanların daha insan olmasını isterim diye. Hafta sonu mangalcıları, hafta içi en ballı iş olanaklarından nemalanırken ben ne yapıyorum dersin? Bir yıldır iş arıyorum. Öğrencilik yıllarımda çalışarak aldığım kitapları tekrar okuyor ve emekli öğretmen bir babadan aldığım bozuk parayla her gün internet kafelerde, gazetelerde iş ilanlarına bakıyorum. Türkiye’nin en köklü üniversitesinden mezunum ve şu an garsonluk başvurusu yapıyorum. Ne siyasal bir bağlantım var ne de cemaat. Zaten ne de Ankara’da amcam ve dayım. Bundan sonra ne mi yapacağım? Herhalde kül tablalarını döker, belki yine seni okurum. Bu ülke insanları daha iyi nasıl yaşar diye ütopyalar peşinde, sen de ben de boğuluruz küller içinde böylece. Demek okuduğum tüm kitaplar, makaleler yalan söylüyordu. Ya bu devir benim devrim değil ya bu dünya. Bol bol geğirsinler, göbeklerini kaşısınlar, belediyeyi soysunlar, iliklerine kadar kadrolaşsınlar, afiyet olmasın. Boğazlarında kalır, umarım.” Üçüncü perdenin son repliğini yazar söyler, ey okur. Sahnenin ışıkları kararırken çıkıp: “Çığlıkta henüz umut vardır, çığlık atmak güç ister. Tehlike, fısıltıdadır. Çünkü fısıltı, bir tükenişin ifadesidir” der. Ve perde iner. Mine Kırıkkanat/Vatan Ve fısıltıyla konuşmaya başlayan halk kişiliğinden ödün vermeye başlamıştır. Haksızlığa karşı sessiz kalmak haksızlığa ortaklık etmektir.
  13. Hayatı çok şey anlatır ama hepsi eksik anlatır. Hayatın bize ne verdiği, bizim ne aldığımız ve nasıl biteceği. Bütün bunlar hayatın sadece bir kısmı. Oysa hayat daha fazlası olmalı. Mesela ne için yaşadığımız.! Ne için yaşamaktasınız kendinize bunu sordunuzmu? Ölüm kaçınılmaz son ve çok önemli değil, zaten elimizde değil ama yaşam ellerimizde ve onu şekillendirende biziz. Yaşamımızın kalitesi nasıl yaşadığımızda gizli. Yaşamımızın bize sunduğu mutlulukla bizim hedefimiz tutarsız. Çünkü yaşam cimri. Daha fazlası için emek sarfetmemiz, bedel ödememiz, cesaret göstermemiz gerek. Yada bize sunulanla yetinmek. Marslı değiliz, Dünya'lıyız. Bu dünyanın gerçeklikleri seni tatmin ediyormu? Hayatın sana yetiyormu? Ne için yaşıyorsun? Amacın ne ve sana ne kadarı verildi? Benim cevaplarım. Dünyanın gerçekleri beni tatmin etmiyor. Ben riya ve gerçekliğin dengede olmadığını görüyorum. Çoğunluk kendini ve diğerlerini kandırmayı yani kolay olanı tercih eder. Riyada bundan doğar. Hayatım bana yetmiyor içimdeki boşluğu ve hiçliği dolduramadım. İnançlarım ve gördüklerim birbirini tutmuyor. Bana öğretilenler ve gerçekler taban tabana zıt. Ve bunu kendime itiraf ediyorum. Bu bile benim için başlangıç sayılır. Ne için yaşıyorum, tatmin olmak için. Hayatın bana sunduğu ile yetinmek zorunda değilim. Ben dala uzanmadan elmayı koparamam. Öyleyse uzanacak ve elmayı koparacağım zor olsada. Ağacın altında oturup elmanın düşmesini beklemem zaman kaybıdır. Elma gelene kadar hayat benden vazgeçmiş olabilir.
  14. ey ulu yıldız..! kendilerine ışık saçtıkların olmasaydı, saadetin nerde kalırdı..!
  15. Duyular, oluşu, yok olup gitmeyi, değişmeyi gösterdikleri sürece, yalan söylemezler.
  16. Türkish media güzel bir site insan buraya alışınca kopamıyor. Yazı yazan arkadaşların nadirde olsa gerginleştiği görülsede genelde samimiyet ve kibarlık hakim. Ben media da yazılarını beğendiğim isimlerle başlıyorum. Siz kimin yazılarını beğeniyorsunuz? Tengeriin Boşig/Kardeş tebrik ediyorum yazıların mükemmel. Mantıklı, akıcı, içi dolu. Figgaro/arkadaş üslubun güzel birde kendince bir aksan geliştirmişsin oda hoş. Diloş/arkadaşım duygularını ifade ediş biçimin ve ayrıntılarda gizli olanları farkedişine hayranım, Frozen/arkadaşım birincisi sen zekanı doğru kullanıyorsun objektifsin, dürüstsün, gerçekçisin. Cyrano/forumdaşım ne kadar zıtlaşsakta birikimini taktir ediyorum. Dipnot/sanırım ortalarda yok ama centilmenliği gerçek bir örnek. Aynı zamanda birikimli. Rua/kardeş seni yeni tanıyorum ama gördüğüm kadarıyla sende oldukça farkında olunması gereken şeyler yazıyorsun.
  17. Erdoğan'ın şifresi Kadın aldatıldığını düşünmektedir. Aslında kocasının ilgisine, davranışlarına bakıldığında kadının kuşkulanmak için elle tutulur bir sebebi de yoktur. Koca son derece ilgilidir. Hatta öteki erkeklere bakıldığında bu ilginin, özenin neredeyse ideal olduğu bile söylenebilir. Evlilik öncesinde kocanın yemediği halt kalmamıştır ama evlendikten sonra “artık değiştim” diye açık açık söylemesi, bunu ve karısına olan aşkını her fırsatta yinelemesi, zamanında yediği bütün haltları çevrelerinde çoktan unutturmuştur. Ancak kadınlık içgüdüleri, kadını rahat bırakmamakta, onu içten içe kemirmektedir. Ne yazık ki kadın, kuşkularını haklı ya da haksız çıkartacak kanıtlara ulaşmak olanaklarından da yoksundur. Çaresizdir. Arada bir dayanamayıp “beni aldatıyor musun” diye sorduğunda koca kısaca “evet” ya da “hayır” demek yerine uzun uzun sevgi lafları etmekte, dürüstlükten, bağlılıktan söz etmektedir. Yalanı asla sevmediğini eklemeyi de ihmal etmez. O artık bir tövbekardır. Karısını bu konuda inandırmak için yerli yersiz her yerde aynı şeyleri söylemekte ve özellikle üçüncü kişilerin önünde karısına toz kondurmamaktadır. Kocanın yalan söylemediği doğrudur, ancak doğruyu da söylememektedir. Evet, koca zina işlemektedir, ancak “aldatıyor musun” türünden sorulara “hayır” demediği için yalan söylemiş sayılmaz. Evliliğinin bekası uğruna “evet” de diyememektedir. Durumu kurtarmak için her seferinde ikna edici süslü sözlerle fırtınaları atlatmaktadır. Bu öykü, aslında Türkiye’nin ve iktidarın öyküsüdür. Kamuoyu vicdanı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında rahat değildir, kuşkuları bitmemiştir. Bir ömür süren rejim aleyhtarı icraattan ve ateşli onlarca konuşmadan sonra insanın bu kadar kolayca değişmesi en başta akla aykırıdır çünkü. (Keşke değişmek o kadar kolay olsaydı, oysa değişmenin hele hele 40’ından sonra değişmenin etten et koparmak kadar zor ve sancılı olduğunu bilenler bilir.) Erdoğan siyasi zina işlemektedir. Geçmiş siyasi yaşamının herhangi bir sayfasına bakmak bile buna yeter. (Zaten Erdoğan’ın bu bölüme itiraz ettiği hiç görülmedi. O yüzden camilerin hala kışla, minarelerin süngü olup olmadığını bilmiyoruz. Keza camilere taşınmak istenen muhalefet kendini hiç beklemediği bir anda iktidarda bulunca camilere de gerek kalmadı. Bu, İslam dininin ve Türkiye’nin bir bakıma şansıdır.) Ancak “redd-i mazi” karşısında -o da net, açık değil ama- ahlaken yapılabilecek bir şey yok. Öyleyse iddiamızı iktidardaki icraatlarına dayandırmak, kanıtlamak zorundayız. Gelelim yazının gelişme yani en can alıcı bölümüne: Erdoğan asıl siyasi zinayı dış politikada işledi. ABD ile imzalandığı ayyuka çıktığı halde hakkında hiçbir yalanlama yapılmayan 9 maddelik belge, aslında bu zinanın en büyük kanıtıdır. Ancak ABD istemediği sürece o belgeye ulaşmamız olanaksız… ABD yönetimi de günü geldiğinde, (çıkarları gerektirdiğinde) o belgeyi “sızdıracak” ve Erdoğan yönetiminin ipini kolayca çekiverecektir. Kesin olan bir şey var ki, o gün geldiğinde Türkiye için çok geç kalınmış olacaktır. Türkiye’nin çıkarları Washington’da birilerinin keyfini bekleyemez. Aslında beklemeye de gerek yok, çünkü siyasi zinaya işaret eden başka gelişmeler de oldu geçen dönemde. Erdoğan ve ekibinin bu işaretleri yalanlaması ve karşı tezlerini ispatlaması gerekir. Aksi takdirde şaibeden ve “kamuoyu”nun vicdanında mahkumiyetten kurtulamayacaktır. Yazılarımızın birinde dedik ya “şeytan ayrıntıda gizli” diye… Aslında bu ayrıntılar daha AKP’yi kurma hazırlıkları sürerken başladı. Şöyle bir düşünelim, bir grup siyasi yeni bir parti kurma çalışmaları yapmaktadır. Hem de genel seçimlere az bir zaman kala… Parti kurmak, turşu kurmaya benzemez. Zor iştir, hummalı çalışmayı gerektirir. Kurmaylar evlerine yalnızca uyumak, kıyafet değiştirmek, traş olmak gibi asgari ihtiyaçları gidermek için gider. Ama herhalde işini gücünü bırakıp Amerikalara gitmez. Abdullah Gül, yanına birkaç kurmayını da alarak, öyle bir dönemde ABD’ye giderek, Washington ve New York’ta yaklaşık bir hafta süren temaslar gerçekleştirir. Temaslarda yalnızca Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye masasından yetkililer yoktur. Kısa zaman önce Ankara’nın İran ile yakınlaşmasından rahatsız olup, “Ermeni olayları bir soykırımdır” açıklaması yaparak, Türkiye’ye gözdağı veren “Anti-Defamation Leage” de vardır. Bu Yahudi düşünce kuruluşu aslında ABD’deki Yahudi lobisinin kaptan köşküdür. Yalnız o ülkedeki değil bütün dünyadaki Yahudi çıkarlarını temsil eder ve korur. Türkiye’de 1980’den sonra iktidara gelen bütün liderlerin ABD’ye gittiğinde gezi programına muhakkak aldığı bir kuruluştur. Peki parti kuran bir grup siyasi acaba neden o toz duman içerisinde bu kuruluşa gider? Bunu söylemek için belgeye ihtiyaç duyan varsa, açıklanmasını beklesin (tabi ömrü yeterse)… Ancak işin içinde bulunan ve aklını kullananlar için bu sorunun yanıtı ortadadır. Türkiye’yi değil, yalnızca kendi siyasi çıkarlarını temsil eden Gül ve ekibi o görüşmelerde Yahudi lobisinden kurulacak parti için maddi-manevi destek istedi. Bu destek verildi (elbette karşılığı istenerek) ve parti kuruldu. Bu aşamada ABD’den gelen lojistik destek, parti kurma çalışmalarını çok kolaylaştırdı ve hızlandırdı. Karşılığında ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’ne ve Irak politikasına maddi-manevi destek, Kıbrıs’ta en azından pasif bir politika, Kuzey Irak’a girmeme gibi yaşamsal konularda Türkiye’nin can damarlarını kesen ödünler verildi. Aynı ekip partiyi kurduktan sonra bir kez daha ABD’ye gitti. Hem de tam seçim arifesinde… seçime az bir zaman kala (muhalefetteki) bir partinin lideri ve kurmayları neden başka bir ülkeye gitsin ve neden bu ülke –ne rastlantıdır ki- hep ABD olsun? Gittiler… Yine Washington ve elbette New York… (Ankara ve İstanbul gibi bu kentlerden biri siyasi biri de iş dünyasını temsil eder.) Ve elbette gezinin en önemli noktalarından biri yine aynı Yahudi kuruluşu idi… Buradaki görüşmelerden döner dönmez AKP seçim listesini hazırladı. Açıktır ki, ABD’deki görüşmelerde seçim listesine ilişkin ilkeler belirlenmiştir ve listenin çerçevesi çizilmiştir. Nitekim villalarda oluşturulan bu listenin stratejik yerlerinde hep önceki dönemlerde bakanlık yapmış, iktidarda bulunmuş, ABD’ye yakın, liberal isimler vardır. ANAP kökenli bu isimler ABD’den gelen lojistik desteğin bir başka faturasıdır. Ve 2002 seçimlerinde ilk iktidar döneminin kapısı açılır. Dünyada pek tanınmayan Erdoğan var gücüyle iktidarın nimetlerinden yararlanıp, fırsat buldukça başka ülkelere gider. Amacı bütün dünyada tanınmaktır. İngilizce bilmeyen Erdoğan için, Abdullah Gül’ün gölgesinden kurtulmanın tek çıkar yolu budur. Erdoğan bu dönemde –başka varsa şimdilik bilmiyoruz- ikinci siyasi zinasını işler. Erdoğan’ın birinci iktidar dönemini bir tarayın… Avrupa Birliği sürecinde ne zaman ilişkiler tıkansa devreye Erdoğan girer. Kalkar ilgili başkente gider ve ertesi gün malum gazetelerin birinde “Erdoğan gitti ,çözdü, geldi” türünden başlıklar okunur. (Yeri gelmişken belirtelim, bütün anlatılanlar için internette arama verin, çok daha fazlasını bulacaksınız.) Bu başkent kah Brüksel’dir, kah Berlin’dir, kah Paris’tir. İnandırıcılığı artırmak için, basında şu türden yazılar çıkar: “Erdoğan Paris’te tanıtım atağına geçti.” Ya da bir bakmışsınız Erdoğan Viyana’da üye ülkelerle aday ülkeler karmasında top oynuyor. Acaba diyorum, Başbakan’ın hipnotize edici bir fiziksel özelliği mi var, çünkü koca koca liderler ne zaman Erdoğan ile bir odaya kapansa, odadan çıktıklarında Türkiye karşıtı söylemlerden vazgeçiyorlar suskunlaşıveriyorlar. Hani nerede Türkiye düşmanı Merkel, hani nerede bırakın Türkleri, yabancı düşmanı, faşist Avusturya Başbakanı Heider’in Türkiye düşmanlığı… Erdoğan ile bir odada yalnız kalan liderler artık bambaşka biri oluveriyor. Hani korku ya da bilim kurgu filmlerinde olur ya, uzaylı gelir adamın içine girer falan öyle bir şey…. Konuyu sulandırmama adına yazıyı sürdürüp, bir ayrıntı daha verelim: Bu görüşmelerde Erdoğan’ın yanında yalnızca Egemen Bağış ve Abdullah Gül bulunabiliyor. Bütün ikili görüşmelerde Dışişleri Bakanlığı’ndan bir zabıt memuru (daha sonra arşive konmak üzere not almak amacıyla) bulunurken, Erdoğan’ın bu türden kritik görüşmelerine bu memur da alınmaz. Neden? İşte asıl soru budur. Çünkü bu sorunun yanıtı siyasi zinaya işaret eder. Erdoğan, Gül ve Bağış odada konuşulanların, anlatılanların verilen ödünlerin sızmasını, kamuoyunda duyulmasını istemez. Şimdi Erdoğan ve Gül, Türkiye karşıtı o liderleri nasıl susturduğunu, belki Türkiye’nin yanında yer almaları için değil ama hiç olmazsa söylemlerini yumuşatmaları ve hatta mümkünse gündemden düşürmeleri için neler söylemişler, ne gibi ödünler vermişlerdir? Yarın birgün, bu ülkelerden biri çıkıp, Erdoğan (ve/veya Gül) bize o görüşmede asıl niyetlerini, siyasi planlarını anlattılar ve kamuoyundan saklanan o planlar bizim politikamıza uygundu o yüzden sustuk” deseler ya da “o görüşmede bize şu ödünler verildi” deseler, bu ikili gerçekte öyle olmadığını nasıl ispat edecek? Unutmamak gerekir ki, Dışişleri tutanakları özellikle siyasiler için can simidi gibidir. Başı darda kaldığında, aleyhinde bir iddia ortaya atıldığında, başvurulabilecek noter onaylı belgeler gibidir. Yeri geldiğinde adamı ipten kurtarır. Eee, şimdi ülkenin biri öyle bir açıklama yaptığında, bu ikili hangi belgeyi gösterip kendisini kurtarabilecek? Ülkeleri sayarken Fransa’yı nasıl unuttuk? Mitterand (ki karısı tam bir PKK sempatizanıdır) nasıl oldu da bir anda çark etti, Mitterand’ı geçtik. Allah aşkına hani nerede Sarkozy, hiç ağzından Türkiye karşıtı bir söz duymaz olduk. Gerçi, akil adamlar projesini ortaya atarak Türkiye karşıtı düşüncelerinden caymış görünmüyor. Ama üzülmeyin, hele şu halk oylaması da atlatılsın, Erdoğan-Gül ikilisi oraya da el atar. İkili artık birlikte mi gider yoksa iş birine mi düşer bilinmez. Ama göreceksiniz, Paris’te yapılacak o görüşmenin ardından Sarkozy dut yemiş bülbüle dönecek. İşte o dut Erdoğan’ın siyasi zinasıdır. Erdoğan da Gül de zamanında rahle-i tedrisatta kendisine verilen nasihatleri, daha da önemlisi kim bilir kaç kere okudukları o kutsal emirleri unutmuş görünmektedir, tabii birileri dünya çıkarı yüzünden onlara cevaz vermediyse… “Zinaya asla yaklaşmayın, çünkü zina çok çirkin bir fiildir, kötü bir yoldur.”* isra suresi 32, ayet Kaynak; Deniz Duvarcı
  18. İngiltere, Fetullah Gülen'e kapılarını açıyor. 25-27 Ekim tarihlerinde İngiltere Parlamentosu, Londra Üniversitesi ve ünlü London School of Economics-LSE'de (Londra Ekonomi Okulu) “Değişen İslam Dünyası ve Gülen Hareketinin Katkıları” isimli konferans düzenlenecek. Bu kurumlarda yapılacak konuşmaları ise Birmingham, Londra ve Leeds Metropolitan üniversiteleri ile birlikte Orta Doğu Enstitüsü, Londra Ortadoğu Enstitüsü ve Dialog Society (Diyalog Derneği) organize ediyor. Bu üçüncü konferans Kaynağı hep akıllarda soru işareti bırakan ve katılımcıların tüm masraflarının karşılandığı konferansın organizasyon komitesi siteye e-posta gönderen herkese Gülen hareketiyle ilgili ücretsiz tanıtım DVD’leri de yolluyor. Gülen, 2005 yılında ABD’nin Teksas eyaletindeki Rice Üniversitesi’nde, 2006 yılında da Oklahama Üniversitesi ve Güney Metodist Üniversitesi’nde benzer konferanslar düzenlemişti. Konferansta sunulacak makalelerden bazılarının başlıkları şöyle: * Orta Asya’daki Gülen okullarının 10 yıllık incelemesi, 1997-2007 * Türkiye’de İslam ve laiklik konusunda değişen perspektifler: AKP ve Fethullah Gülen hareketi * Dini teröre sivil yanıt: Gülen hareketi PKK ve Hizbullah’a karşı * Gülen’in söylemi ve İngiliz müslümanları üzerindeki etkisi * Fethullah Gülen ve barışın sağlanmasına katkısı * Fethullah Gülen Aleviler’e hitap edebilir mi? * Fethullah Gülen’den ilham alan çalışmaların finanse edilmesi: Harekete bağlılığı sağlamak * Gülen’in İslami yapılanma ve sos yo-politik etkileri üzerine düşünceleri * Gülen hareketinin adabı ve etik değerleri ile Afganistan’da eğitim * Entelektüel tarihte Gülen hareketinin yeri * Fethullah Gülen hareketi nasıl mümkün oldu? Kurulda Vatikan rahibi Konferansa katılmak isteyenlerin yolladığı makaleleri eleyen ve konuşmacı olarak katılacak isimleri belirleyen editoryal kurulda Türkiye ve Kürtler konusunda uzman olan Profesör Henry Barkey, Cambridge Üniversitesi’nden Tim Winter, Londra Üniversitesi’nden İhsan Yılmaz gibi isimler yer alıyor. 14 kişilik kuruldaki en ilginç isim ise daha önce Ankara, 9 Eylül ve Selçuk üniversitelerinde ders de veren Rahip Profesör Thomas Michel. Arap dilleri ve İslam üzerine doktorası olan ve Vatikan’a bağlı çalışan Michel, 13 yıl Vatikan’ın Dinler Arası Diyalog Konseyi’nin İslam ofisini yönetti. Prof. Helen Rose Ebaugh Houston Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü olan Helen Rose Ebaugh’nun uzmanlık alanı din sosyolojisi... Son dönemde din ve göçmenler üzerine makalelere imza attı. Prof. Mümtazer Türköne Gazi Üniversitesi‘nde ders veren Mümtazer Türköne, Zaman’da köşe yazıları da yazıyor. Türk Modernleşmesi; İslamcılığın Doğuşu; Laiklik, Demokrasi gibi eserleri var. Profesör Douglas Pratt Yeni Zelanda’daki Waikato Üniversitesi’nde teoloji departmanını yönetiyor. Hristiyan-Müslüman ilişkileri üzerine çalışan Profesör Platt din felsefesi dersleri veriyor. Naveed Sheikh Cambridge ve Keele Üniversitelerinde uluslararası ilişkiler dersi veriyor. Araştırma konuları terör ve politik şiddet, din ve dünya politikası. yorumsuz Not: kimsenin saçını görmekle ilgilenmiyoruz o kimseler saçlarını saklama gereği duyuyor.
  19. Yurdun hemen her tarafında "muasır medeniyetlerden" uzak, iç paralayan bu tablolar hep aynı... Sosyal devlet anlayışıyla taban tabana zıt bir sistem. Yoksul, çaresiz insanları iktidara muhtaç etme siyaseti. Onlara refah yerine iane dağıtarak "Allah razı olsun" dedirtme yöntemi. İşte AKP'nin ve Tayyip Bey'in yaratmak istediği Türkiye. İslam gömleği giydirilmiş, kadınları örtülü, sosyal yaşamda din kurallarının geçerli olduğu "ılımlı İslam" düzeni. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın "Tek adam" olmak için Prof. Ergun Özbudun'a hazırlattığı anayasa taslağı tamamlanmak üzere. "Topluma danışma şovu" da tamamlandıktan sonra taslak Meclis'e gelecek ve kabul edilecek. Gerekirse halk oylamasına gidilecek ve "Tayyip Bey Anayasası" Türkiye Cumhuriyeti'nin anayasası olarak yürürlüğe girecek. Sonra mı ne olacak? İşte onu ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim.
  20. Kimilerimiz olan bitenin farkında değil, kimilerimiz "Bir şey olmaz" diye gönüllerini serin tutuyor. Ama herkes şunu iyi bilsin ki, Türkiye "ılımlı İslam"a doğru kayıyor. İstanbul Bağcılar'da dev bir iftar çadırı. İçersi tıklım tıklım.Yetkililere göre 3 bin kişi var. Bunlar, birbirini ezerek içeri girmeyi başaran şanslı insanlar. Çadır ikiye bölünmüş. Sağ taraftaki masalara erkekler, sol taraftakilere de kadın ve çocuklar oturtulmuş. Masalara tencerelerle yemekler konmuş. Her masa servisini kendisi yapıyor. Yemek bol, tencere boşalınca hemen yenisi getiriliyor. Mönü: İftariyelik, mercimek çorbası, çoban kavurma, pilav, baklava. Salonun dip tarafında bir platform var. Platforma kurulan 10 masa ise VIP konuklara ayrılmış. Orada oturma ayrıcalığına sahip VIP konuklara papyonlu garsonlar hizmet ediyor. Gelenlerin hepsi "Ne yapalım, durumumuz hiç iyi değil onun için çoluk çocuk karnımızı doyurmaya geldik" diyorlar. Yemek sona erince bütün yalvarmalarına rağmen içeriye giremeyen çocuklar çadıra dalıp masalarda kalan yemeklere saldırıyorlar. Kimileri parçalanmış ekmeklerle zeytinleri topluyorlar, kimileri tencerelerde kalmış olan pilavları servis kaşıklarıyla yemeye çalışıyorlar.
  21. KesKiNkAleM

    ANAYASADA KILIK KIYAFET

    Böyle bir ülkede yaşıyoruz ve olayları takip etmemiz çok zor tıpkı bir zincirin halkaları gibi bir tanesini kaçırınca zincir bozuluyor. Devletin kurumlarının sürekli kavgalı ve gergin olduğu yerde halkın devlete güveni kalmaz ve kalmadı. Devletin başında hükümet konumunda bulunan antilaik zihniyet tartışma konusu yaptığı herşeyi bilinçli olarak gündeme getiriyor. Bakınca gördüğüm manzara çok karanlık. Bir tarafta türbana oynayan bir parti iktidarı diğer yanda kılık kıyafet sınırlayıcı bir Yüksek öğretim kurumu. Burada yapılan kavganın vatandaşa bir faydası yok ancak vatandaş taraf olmak durumunda kalıyor. Taraflık gerginlik getiriyor ve kurumlar arası kavga devletin yapısını yıpratıyor. Bu ülke bu yüzyılda hala bunları tartışırken bir yandan korkunç bir geri bırakılmışlığın pençesinde kıvranıyor. Afrikaya giden emperyalizm orada insanların eline İncil verip ellerinde ne varsa almıştı. Türkiye'de ki yöntemde aynı burdada dinine bağlı ama din cahili insanların elinde bir inanç var ama herşeylerini emperyalizm parçalıyor. Dinine karşı gelmekten korkan vatandaş tepki göstermektende çekiniyor.
  22. Atatürk ilke ve inkılaplarını Anayasadan çıkartmak Anayasayı sivilleştirmediği gibi içini boşaltır. Ancak zaten maksat bu. Atatürk ilke ve inkılapları rejimin ve devletin üniter yapısının, milli kavramın koruyucu kalkanıdır. Atatürk Milliyetçiliği kaldırılsın demek bu ülkede hangi tür milliyetçiliğin getirilmek istendiğinin göstergesi. Ümmetçilik. Milletlerin Ümmetliği olmaz Milletler değişik dinlerde ve inançlarda olabilir. Bireylerin ümmetçiliği olur oda inanmış olduğu dinin yapısı gereğidir. Erdoğan Teziç'in dahi böyle düşünceler arz ediyor o zaman aklıma şu soru geliyor Erdoğan Teziç bir paravan. Atatürk Milliyetçiliği Anayasadan çıkartılırsa bunun ardından Anayasa her yeni gelen parti iktidarında bakkal defteri gibi yazılıp çizilecektir. Dahada önemlisi ırkçılığın, mezhepçiliğin önü açılmış olacak. Cumhuriyet dışında herşey değiştirilsin demek yani Atatürk Cumhuriyetinin sağladığı imtiyazların kolayca değiştirilmesi yada kaldırılması demek. Laik anlayış bu sayede kolayca kaldırılacak. Halkçı anlayış değiştirilecek, inanç özgürlüğü adı altında daha fazla imam hatip okulları açılacak ve bu okullardan mezun olan öğrenciler istedikleri üniversitelerde okuyabilecek. Oysa meslek liseleri statüsünde olmaları gerek. İmam ve Hatip olmak için okula gidiyorlar. Yeminlerde Atatürk ilke ve ınkılanları kaldırılsın Anayasada ideoloji olmasın. Bunlar tehlikeli sözler. İdeolojisiz yani istikbalsiz ve istikametsiz Anayasa demektir. Başına buyrukluk özgürlük demeye getirilecek. Eyaletlere ayrışmanın yani özetle ırk ve mezhep kavgası çıkarmanın en kolay yolunu buldular. Gerçekten umut verici gelişmeler değil. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında Atatürk yoksa o Cumhuriyet Atatürk Cumhuriyeti olmayacak Akp Cumhuriyeti olacak ve ne yazıkki bu adamların geçmişlerinde seçmenlerine vaad ettikleri şeylerin hayata geçirilmesi demek. Yazık, garip, inanılmaz, korkunç. Türkiye nereye itiliyor? Amerika ve onun emperyalizmi kansız rejim değişikliğinin en kolay yolunu Akparti ile buldu. Saf ve masum vatandaşsa bu işten umutlu. Başına geleceklerden bihaber.
  23. teşekkür ederim güzel arkadaşım
  24. enes arkadaşım seni bir yerden gözüm ısırıyor ama dur bakalım. ya şimdi siz karşı atağa geçin eyvah koministler geliyor diye. tehlikeliler tehlikecileri saptırmaya başladı. hadi hayırlısı.
  25. Arkadaşım laikliğin tanımı anayasada bellidir din işleri devlet işlerine karıştırılmaz ve insanlar inançlarını siyasi malzeme yapmadan yaşarlar. Zaten dini siyasete karıştırdığında önce dine saygısızlık edersin İslam peygamberine Allah sen sadece tebliğ et ve çekil demiş. Ama din adına bezirganlık yapanlar peygamberden fazlasını yapmaya çalışıyorlar. Laik insan inancını bir siyasi partiye endekslemez. Demokratik insan düşünceye saygılı ama diktacılığa karşıdır. Ben İslamdan ne anlıyorum işte bu beni ilgilendirir. Zaten savunduğumda budur bu bir inanç biçimidir ve sadece beni ilgilendirir. Sana göre bana göresi yoktur bunun sen kendi algılarınla yaşarsın bende kendi algılarımla tevhitçilerin dini hristiyan misyonerler gibi yaygınlaştırma amaçları tamamen maddi. Ben tevhitçi değilim tebliğcide değilim böyle bir yükümlülüğüm yok. İslam denince dünya ne anlıyor asıl önemli olan soru bu.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.