Shatin tarafından postalanan herşey
-
islama sırayla saldırılıyor
ALINTIDIR.. İslam dünyasında yetişen bilim adamlarından * Cabir Bin Hayyan, “'Kimyasal maddeleri, uçucu maddeler, uçucu olmayan maddeler, yanmayan maddeler ve madenler'” olarak dört grupta toplar. Cabir Bin Hayyan'ın bu çalışması, modern kimyanın kurucusu olarak bilinen Lavoisier'e öncülük eder. * El-Kindi, Einstein'dan 1100 yıl önce 800 yılında, izafiyet teorisi ile uğraşır. El-Kindi, “'Zaman cismin var olma süresidir, zamanla bilinebilen ve ölçülebilen hız ve yavaşlık da hareketin sonucudur. Zaman, mekan ve hareket birbirinden bağımsız değildir, göğe doğru çıkan bir insan ağacı küçük görür, inen insan ise büyük görür' der. 9. yüzyılda yaşamış olan * Sabit bin Kurra, astronomi alanındaki ilk büyük yeniliği gerçekleştirmiş Diferansiyel hesabı, Newton’dan önce belirlemiş, Geometriyi aritmetiğe ilk uygulayan kişi olmuştur. Bunlar, gerçekten zamanlarının çok ilerisinde çalışmalardır. Söz konusu çalışmaları ile bilim tarihine adlarını yazdıran Müslüman bilim adamları, çoğunlukla devlet tarafından maddi-manevi destek görmüş, teşvik edilmiş, halk arasında itibar kazanmışlardır. * Ahmet Fergani,fen bilimlerinde, deneyle sabit olmayan bilgilere itibar edilmemesi gerektiğini söylemiş, enlemler arasındaki mesafeyi hesapladığı gibi, Dünya'nın eksenindeki ekliptik eğimi 23° 27' ilk defa en doğru şekilde hesapladı. * El-Battani, Trigonometrik bağlantıları bugünkü kullanılan şekliyle formülleştirmiş, 877 yılından 929 yılına kadar sürekli astronomik gözlemler yapar; Tanjant ve Kotanjant'ın tanımını yaparak Sinüs, Tanjant ve Kotanjant'ın sıfırdan doksan dereceye kadar tablosunu hazırlar. J.Risler: “Trigonometrinin gerçek manada mucidi Battani’dir.” * Ebubekir er-Razi, cerrahide dikiş malzemesi olarak ilk kez hayvan bağırsağını kullanır; tıp biliminde deney ve gözlemin çok önemli olduğundan bahseder. * Ebü'l-Vefa trigonometriye "Sekant –Kosekant- tanjant-cotanjant" kavramlarını kazandırır. Gözün görülebilir cisimler doğrultusunda ışınlar yaydığını söyleyen Öklid ve Batlamyus'a karşı; “'Görülecek cismin şekli, ışık vasıtasıyla gözden girer ve orada mercekler vasıtası ile nakledilir' diyerek, yaptığı sayısız denemelerle 'göze gelen uyarıların görme sinirleri ile beyne iletildiğini' belirtmiştir. * İbnü-l-Heysem ise optik biliminin öncüsüdür. Roger Bacon ve Kepler onun eserlerinden faydalanmışlar, Galileo onun eserlerinden faydalanarak teleskopu bulmuştur. * el-Beyruni; Çeşitli maddelerin birbirinden ayırt edilme yollarından birinin, maddelerin özgül ağırlıkları olduğunu söyleyerek, sıcak su ile soğuk su arasındaki özgül ağırlık farkını tespit etmiştir. Galilei'den 600 yıl önce dünyanın döndüğünü kanıtlamış, Newton'dan 700 sene önce dünyanın çapını hesaplamıştır. Bu konuda ortaya attığı kanun, Avrupa’da “Beyruni Kuralı” diye bilinir. El-Beyruni, 973 yılında 'Bilimsel çalışmaların, deneylerle ispat edilmesi gerektiğini ve belgelere dayanmasının zorunlu olduğunu' söylemiştir. * İbnu'n-Nefis, 1200'lü yıllarda, Avrupalılardan 300 sene önceden küçük kan dolaşımını keşfeder. ve dahası İbn-i Sina, Razi, ibn-i Haldun, İdrisi, Taberi, İbn-i Heysem Bu bilim adamlarının hepsi birer ateistti hiçbiri allaha inanmıyordu. Allaha inansalardı herşeyi allahtan bekleselerdi birçok bilim dalında nasıl bu kadar bilgi sahibi olabilirlerdi ya da nasıl bu kadar ün kazanabilirlerdi. öyle değil mi? ya islam hakkında kuran hakkında eleştri yapan arkadaşlar lütfen artık şu islam ile bilim bağdaşmaz sözünü bi kenara bırakın o kadar basit ve o kadar yanlış bir varsayım ki bu lütfen artık ya Müslüman Bilim Adamları 1. Akşemseddin: Pasteur ’dan 400 sene önce mikrobu bulmuştur 2. Ali Kuşçu: Büyük astronomi bilgini. İlk defa ayın şekillerini anlatan kitabı yazmıştır. 3. Ebul-Vefa: Trigonometri’de tanjant,cotanjant,sekant,kosekant ’ı bulan büyük alimdir 4.Biruni: İlk defa dünyanın döndüğünü ispat etmiştir. 5. Ebu Kamil Şü’ca: Avrupaya matematiği öğretmiştir. 6. Ebu Ma’şer: Med-Cezir (Gel-Git) olayını ilk o bulmuştur. 7. Battani: Dünyanın en büyük kaşifidir. Trigonometrinin kaşifidir 8. Cabir Bin Hayyan: Atom bombası fikrinin babası ve kimya biliminin atası büyük alim 9. Cezeri: 8 asır önce otomatik sistemin kurucusu ve bilgisayarın babasıdır 10. Demiri: Avrupalılardan 400 sene önce zooloji ansiklopedisini yazmıştır. 11. Farabi: Ses olayını ilk defa fiziki yönden açıklamıştır.Sesin fiziki izahını ilk defa o yapmıştır 12. Gıyasüddin Cemşid: Matematikte ondalık kesir sistemini ilk o bulmuştur. 13. İbn Cessar: Cüzzamın sebebini ve tedavisini 900 sene önce açıklamıştır 14. İbn Hatip: Vebanın bulaşıcı bir hastalık olduğunu ilmi yoldan açıklamıştır 15. İbn Firnas: Wright kardeşlerden bin sene önce ilk uçağı yapıp uçmayı gerçekleştirdi. 16. İbn Karaka: 900 sene önce harika bir torna tezgahı yapmıştır 17. İbni türk: Cebirin temelini atan bilginlerdendir 18. İdrisi: Yedi asır önce bugünkü ne çok benzeyen dünya haritası çizmiştir 19. İbni Sina: Eserleri Avrupa üniversitesinde 600 sene ders kitabı olarak okutmuştur. Tıbbın babasıdır. AVRUPA ya göre adı AVICENNA’dır. 20. Kadızade Rumi: yaşadığı asrın en büyük matematik ve astronomi bilginidir. Fizik kurallarını astronomiye uyarlamıştır 21. Kambur Vesim: verem mikrobunu R.Koch’tan 150 sene önce keşfetmiştir 22. İbnünnefis: avrupalılardan üç asır önce küçük kan dolaşımını keşfetmiştir 23. Piri Reis: 400 sene önce bugünküne en yakın dünya haritasını çizmiştir. 22.Ömer hayyam: Cebiri oluşturandır. İlk defa o bulmuştur bunlarda dinsiz... İlk kağıt fabrikasını kuran alim İbni Fazıl Kızamık ve çiçek hastalığını keşfeden; alim Razi Mikrobu ilk tanımlayan alim Akşemseddin Cüzzamı bulan alim ... İbni Cessar Vebanın bulaşıcı olduğunu bulan alim İbni Hatip Verem mikrobunu bulan alim Kambur Vesîm Retina tabakasını bulan alim İbni • Rüşd İlk göz ameliyatını yapan alim Ammar İlk kanser ameliyatını yapan alim Ali bin Abbas Küçük kan dolaşımını bulan alim İbnünnefis İlk Tabipler odası başkanı Ali bin Rıdvan Sıfırı ilk kullanan alim Harizmi Trigonometriyi ilk bulan alim Battani Tanjant, kotanjant ve kosekantı ilk kullanan alim Ebul Vefa Trigonometri kitabını yazan alim Nasiruddin Tusi İlk trigonometrik dönüşüm formülünü bulan alim İbni Yunus Binom formülünü ilk bulan alim Ömer Hayyam İlk difransiyel kitabını yazan alim. Sabit bin Kurra Ondalık kesiri ilk bulan alim Gıyaseddin Cemşid İlk usturlabı yapan alim Zerkali Dünyanın döndüğünü keşfeden ilk alim Biruni Dünyanın çevresini ilk ölçen alim Musa kardeşler Güneşin yüzündeki lekeleri ilk bulan alim Fergani Yıldızların yer ve açıklıklarını ölçen ve ilk cetveli geliştiren alim Cabir bin Eflah İlk otomatik kontrol sistemleri tasarlayan alim Ahmet bin Musa Sibernetiği ilk kuran alim. İsmail-El Gezeri İlk optik temellerini koyan alim İbni Heysem Sesin .fiziki açıklamasını ilk yapan alim Farabi İlk torna tezgahını yapan alim İbni Karara Kanatlarla uçan ilk alim Hazerfen Ahmed Çelebi İlk uçağı yapan alim Ebu Firnas Yer çekimini ilk bulan alim Razi Sarkaçlı saati ilk yapan alim İbni Yunus Maddelerin özgül ağırlığını ilk hesaplayan alim Hazini Atomun parçalanabileceğim ilk bulan alim Cabir bin Hayyan Gök kuşağını ilk açıklayan alim Kutbettin Şirazi İlk kimya laboratuarını kuran alim. Cabir Saf alkolü ilk elde eden alim Razi Fosforu ilk bulan alim Beşir Havan topunu ilk bulan alim Fatih Sultan Mehmed İlk kıta seyahatnamesini yazan alim İbni Battuta İlk dünya haritasını çizen alim Mürsiyeli İbrahim İlk ecza kitabını yazan alim İbni Baytar tabi bunlarda...
-
İNANÇLILAR İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ SORULAR
kusura bakma alıntının altına o şekilde devam edince sana ait sözler diye algılamışım tekrardan özür dilemek istiyorum sorumu o zaman o sözün sahibine yöneltiyorum umarım o da senin kadar alakalı olup cevap verir
-
BİLEN VAR MI?
Konuyla bir alakası yok ama seninle ve forumdaki tüm diğer arkadaşlarla birşeyi paylaşmak istiyorum. ilk kez burada gördüğüm için seni buraya yazmayı uygun buldum. iyi hoş konuya kendince bir cevap vermişsin ama benim dikkatimi çeken imzan oldu imzanda bazı sitelere link vermişssin anlayamadığım orada bir sitenin yanına da parantez içerisinde kırmızı harflerle "Dininiz hakkında Herşey" yazmışsın. herşey iyi güzel de verdiğin site ateizm.org diye bir site ve bu siteye girip birkaç konu başlığı altındaki yazıları okudum. islamiyete inanmayan islamiyetle uzaktan yakından alakası olmayan adamlar toplanmışlar islamiyette şu şöyle deniliyor bu böyle deniliyor onlarca yalan söyleniyor binlerce palavra sıkılıyor bilmem ne bilmem ne diyor. ee buna da saygım var diyelim peki be adam kalkıp ateizm.org diye bir sitenin yanına niye ateistlik hakkında herşey yazmazsında ***** bir saldırı yaparak dininiz hakkında herşey yazarsın. iyi güzel site açmışsınız o zaman inancınızı ya da ona her ne diyorsanız onun ne olduğunu açıklamaya çalışın ateistlik hakkında herşey vs. yazın kalkıp da bir dine bu dinin öncülerine ilahına saygısızca sataşmak niyedir şimdi biz Türkiyede yaşıyoruz Türk vatandaşıyız Türkiye nüfusunun yarıdan fazlası islamiyete inanıyor Ateistler bulundukları ya da vatandaşı oldukları ülkelerde ülke nüfusunun büyük bölümünün inancı olan dine mi saldırırlar? madem site açmışsın madem seninle aynı görüşleri paylaşan insanları toplamışsın o zaman otur ateizmi ateistliği tartış getirisi nedir götürüsü nedir onu tartış kalkıp kuranda şöyle şöyle yazılmış bak onlarca yemin edilmiş hani nerde bilmem ne lütfen arkadaşlar görüşlerimizi biraz daha edep ve haya içerisinde savunalım sizin yaptığınız görüş savunması değil bir görüşü karalama kampanyasından öteye gitmeyen birşey
-
ateistlere......
allah aşkına -ki kimisinde bu yok onları es geçerek söylüyorum- bu yazıyı amuda kalkarak mı okuyorsunuz??? hani bilimselciydiniz hani bilimle açıklıyordunuz herşeyi burada zıtlık mantığı güdülmüş. Sizin inançlarına inanmadığınız insanlar bile sizden daha bilimselci orada kimse ya varsa diye inanıyorum demiyor lütfen ya gene cümlelerden kelimeleri cımbızlamayalım BİLİMSEL olalım sizin deyimlerinizle ya yoksa diyen birine zıtlık mantığı güdülerek ya varsa deniyor ve karşıdan cevap alınmak isteniyor BİLİMSEL olalım arkadaşlar BİLİMSEL
-
İNANÇLILAR İÇİN DÜŞÜNDÜRÜCÜ SORULAR
kardeşim şu yazdığını okuyunca gerçekten şok oldum tamam yazılarını bilimsel olgularla destekliyorsun herhangi bir ilaha inanmak ya da bağlanmak istemiyorsun ve öylesin ama şu söylediğin cümlenin akla dayanan delillerini açıkca yazar mısın burada eğer bizim de bir müslüman olarak bilmediğimiz birşey varsa öğrenelim şimdiden saygılar
-
ATEİSTLER ÖNYARGILIDIR
Kusura bakmazsan yazını bölerek alıntı yapıyorum buradaki niyetim işime gelenleri almak değil. öncelikle bu 3 paragrafı almamın sebebi ateistlik bir inanç değil bir inançsızlığın adıdır yazmışsın. bu paragraflarda senin görüşün apaçık bir inanç biçimidir. ve bu görüşle ateistleri genelleyecek olursak aslında ateistler bilimi inanç kabullenmişlerdir. ve bütün olguları yaşam biçimini vuku bulan olayları bilim ile açıklamaktadırlar yazmışsın. islamiyette bazı olaylar bilimle ve bir kısım bilimle açıklanamayacak olayların islami görüşe göre (ki benim de görüşüm böyledir) allaha havale edilerek sonuca bağlanır. ama senin söyledğine göre sadece bilim ile açıklanabilir herşey ya da bilime havale edilebilir. bana göre bu bir inanç biçimidir. kimi puta tapar kimi bir öğretiye kimi bir ilaha kimisi de bir sistematiğe bence bunların hepsi inançtır. eğer herşeyi bilimle açıklıyorsa ya da bilime havale ediyorsa ateizm o zaman ateizmin ilahı bilimdir diyebilirim ben saygılar
-
Blog nedir?
1- Blog nedir? 2-Blog neden vardır? 3-Blog neden başkaları tarafından da görülebilir? 4-Blogun özel olanı var mıdır?
-
AGNOSTİSİZM
peki agnostisizm bilinmezcilik demişsin neyin bilinmezciliği?? olanın mı yoksa görmeyip de inandıklarımızın mı? farzedelim olanın bilinmezliği peki öyleyse bileklerimizi keselim bütün kanımızın bedenimizden boşalmasını seyredelim. ölebiliriz de ölmeyebiliriz de mi yoksa kesin ölür müyüz? bence kesin ölürüz peki şimdi farzedelim görmeyip de inandıklarımızın bilinmezliği elektrik görmüyoruz ama biliyoruz ki var çarpıyor belli bir araca bağlı olarak aydınlatıyor yine belli araçlara bağlı olarak hareket sağlıyor. rüzgar, ruh, aşk, acı, neşe vs. vs. vs. belki bunlar var belki de yok ama bunları belli zaman ve mekanlarda hissediyoruz. hissetmek bir algılama biçimidir fiziken olmasa bile bir algılama biçimidir bence böyle bir inanç biçimi yanlıştır. şüpheciliği anlarım ama bilinmezcilik kavram olarak yanlış geliyor bana islamiyetten örnek verecek olursak allah sizin tabirinizle bilinmezliği ortadan kaldırmak için kendisini nerde aramamız gerektiğini açık bir dille kuran ayetlerinde dile getirmiştir
-
ATEİSTLER ÖNYARGILIDIR
GıLgaMeŞ ilk yazdığın yazıda bir eşitlik mi var yoksa demişsin ateistlik ile islamiyete karşı olmak arasında. Eğer ki Ateizim herhangi bir dine bir ilaha inanmamaksa islamiyete ya da başka dinlere saldıranlar ateist olamazlar ve holigandan öte gidemezler aslında onların da oluşturduğu bir topluluktan söz etmek mümkündür bence buna da din karşıtları başka bir deyişle din karşısistleri de diyebiliriz. şimdi ben bir müslüman olarak herhangi bir dine kötü laf söylemiyorsam -ki bu benim dinimde kitabımda yanlıştır- bir dinsizin, ilahsızın (bunu hakaret anlamında söylemiyorum) da benim dinime ya da herhangi bir dine karşı propaganda yapması yanlıştır yok eğer bunu yapıyorsa ve bunu ateistlik altında ya da başka bir din mezhep ya da inanç adı altında yapıyorsa bence o inanç onu dışlaması gerekir. ve kendi inancıma göre ateistlerin büyük bir kısmı (bunu bir araştırma yapmış olarak söylemiyorum) sadece işin kolayına kaçmak için ateistim diyorlar ya da ateizmi seçiyorlar yer yüzünde bir çok inanç var biz okullarımızda bunların bazılarını ve etkilerini görüyoruz örneğin benim en çok ilgimi çeken inanç islamiyetten sonra budizm dir. budizm de islamiyete çok yakın bir inanç şeklidir aslında. her insan kendine uygun inancı seçer hayatı içerisinde ama bu inancı başka hiçbir inanca saldırmasını ya da o inanç için karalama çalışması yapmasını öngörmez bunu yapanlar ne ateist ne budist ne hristiyan ne de başka bir inanca sahip olmaz bunu yapanlar holigan propagandacı akılsız insanlardan başka birşey olamaz bence saygılar,
-
Kurandaki çelişkiler
bu düpe düz kopya çekmekten başka birşey değildir bence senin anlayışında bir sorun var
-
Kurandaki çelişkiler
ey allahın kulu ey allahın kulu her bir ayeti yorumlayışın saptırma çaban farklı senin gösterdiğin ayetler arasında çelişki nerede bir babayiğit olarak sen açıkla Al-i İmran 159 O vakit Allah'tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet; bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış. Kararını verdiğin zaman da artık Allah'a dayanıp güven. Çünkü Allah, kendisine dayanıp güvenenleri sever burada gayet SAF ve AÇIK bir dille müminlere kaba katı yürekli olma iş hakkında onlara da danış sonra da allaha dayanıp güven diyor. müminlerinde kararlarını hiçe sayma onlarında fikirlerini al diyor allah gelelim diyer ayetlere Hucurat 49/1- Ey iman edenler, Allah'ın Resûlü’nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah'tan sakının. Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir. 49/2- Ey iman edenler, kendi tezilerinizi peygamberin tez,inin üstüne çıkarmayın birbirinize bağırdığınız gibi, ona sözle bağırıp-söylemeyin; yoksa siz şuurunda değilken, amelleriniz boşa gider NE YAZIYOR YA Bİ OKU BE Bİ OKU Allah Resulü nün huzurunda öne geçmeyin diyor Müminlerin Öncüsünün onun olduğu ve onunla yarışılmaması gerektiği yazıyor. ona kaba davranmayın bağırıp sövmeyin tezlerinizin onunkinden üstün olduğunu savunmayın diyor. 49/3- Şüphesiz, Allah’ın Resûlü’nün yanında tez,lerini alçak tutanlar; işte onlar, Allah kalplerini takva için imtihan etmiştir. Onlar için bir mağfiret ve büyük bir ecir vardır burada gayet açık bir şekilde tezlerinizi sunun ama adabıyla diye ifade etmiş tezlerinizi allah resulünün karşısına çıkarmayın yazmıyor HANİ ÇELİŞKİ ???? Sana Kitabı indiren O'dur. O'ndan, Kitabın anası olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimizin katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. (Al-i İmran Suresi, 7) sen ve senin gibi insanlar için bile bir ayet indirilmiş sen sadece büteşabih ayetleri alıp kendince çelişki yaratmaya çalışıyorsun. Yüce Allah herşeyi gören bilendir. senin gibi insanları da görüp bildiği için bu ayeti indirmiştir.
-
Kurandaki çelişkiler
ne güzel ayetlerin türkçe meallerini yazmışsın ama sanırım farklı bir dilde okumuşsun ya da okumaya çalışmışsın. Allah yolunda öldür. Bu cümle ne diyor ? daha doğrusu bu cümleden sen ne anlıyorsun? Allah yolunda öldür. burada git allah yolunda önüne geleni kes biç taş üstünde taş omuz üstünde baş bırakma mı diyor? burada geçen bütün ayetlerde allah yolunda öldür islamiyetin yayılmasını engelleyenlere karşı koy. müslümanlara eziyet edenlere dur demek için onlarla savaş. namusuna el uzatana savaş aç onlara boyun eğme diyor. sen tutup önüne geleni kes onu biç bunu doğra savaş çıkar durup dururken fitne fesat yarat gibi anlamlar çıkarmışsın. allah aşkına sen bu ayetleri hangi dilde anlamaya çalıştın? bunlar gayet türkçe ve her insanın anlayabileceği açık bir şekilde ifade edilmiş herşey şu ayetleri kaç kişi okumuş ve senin çıkardığın anlamı çıkaran kaç kişi var bir bak APAÇIK YAZMAKTA İSLAMİYETİ ENGELLEMEYE ÇALIŞANLARA MÜSLÜMANLARI KATLETMEK İSTEYENLERE KARŞI SAVAŞ AÇ DİYE. bu sadece islamiyette yok ki ya da sadece Kur'an-ı Kerim'de geçmiyor ki ya da sadece herhangi bir dinde yok ki bu dinde de var ülkelerin politikalarında da var insanların sosyal hayatlarında da var amerika niye ırak'a girdi sebebi neydi? israil niye filistin e girdi? vs. vs. allah aşkına biraz mantıklı olalım
-
Kurandaki çelişkiler
Tevbe Suresi TEVBE 1 - Allah'dan ve Resulü'nden bir ültimatomdur bu, kendileriyle antlaşma yaptığınız müşriklere: TEVBE 2 - Bundan böyle yeryüzünde dört ay daha istediğiniz gibi gezip dolaşın. Şunu da bilin ki, Allah'ı aciz bırakacak değilsiniz. Allah kâfirleri mutlaka perişan edecektir. TEVBE 3 - Ayrıca büyük hac günü Allah ve Rasulü tarafından insanlara bir ilandır ki, Allah da Resulü de müşriklerle yapılan antlaşmalara artık bağlı değildir. Eğer hemen tevbe ederseniz, bu sizin için hayırlıdır. Yok yine tevbeden yüz çevirirseniz biliniz ki, Allah'ı yıldıracak değilsiniz. Kâfirleri acı bir azap ile müjdele. TEVBE 4 - Ancak kendileriyle antlaşma yapmış olduğunuz müşriklerden size olan ahitlerinde hiçbir eksiklik yapmamış ve sizin aleyhinize hiçbir kimseye yardımda bulunmamış olanlar bunun dışındadır. Siz de onlarla olan antlaşmanızın hükümlerine antlaşma süresinin sonuna kadar uyunuz. Muhakkak ki, Allah müttakileri sever. TEVBE 5 - Şu haram aylar bir çıktı mı artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün, yakalayın, hapsedin ve bütün geçit başlarını tutun. Eğer tevbe ederler ve namaz kılıp zekatı verirlerse onları serbest bırakın. Muhakkak ki, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. TEVBE 6 - Eğer müşriklerden biri aman dilerse, ona aman ver. Ta ki, Allah'ın kelâmını dinlesin. Sonra onu güvenlik içinde olduğu yere kadar gönder. Çünkü bunlar gerçekten de bilgisiz bir kavimdirler. TEVBE 7 - O müşriklerin Allah katında ve Resulü katında herhangi bir ahdi nasıl olabilir? Ancak Mescid-i Haram yanında antlaşma yaptıklarınız var ki, bunlar size karşı doğru durdukça siz de onlara doğru olun. Allah (hainlikten) sakınanları elbette sever. TEVBE 8 - Onlarla nasıl sözleşme olabilir ki, sizin aleyhinize ellerine bir fırsat geçse, hakkınızda ne bir antlaşma gözetirler, ne de bir yemin. Dil ucuyla sizi hoşnud etmeye çalışırlar, fakat kalbleri o kadarına da razı olmaz. Zaten onların çoğu fasıktırlar. TEVBE 9 - Allah'ın âyetlerini az bir çıkara değiştirdiler de Allah yolundan engellediler. Gerçekten de bunlar ne fena şeyler yapageldiler. TEVBE 10 - Bir mümin hakkında ne bir yemin gözetirler, ne de bir antlaşma. Bunlar işte böyle haddi aşan kimselerdir. TEVBE 11 - Eğer tevbe ederler, namazı kılarlar, zekatı verirlerse dinde kardeşleriniz olurlar. Biz âyetleri, bilen bir kavme açıklarız. TEVBE 12 - Eğer verdikleri sözden sonra yeminlerini bozar ve dininize dil uzatırlarsa, o küfür öncülerini hemen öldürün. Çünkü onların yeminleri yoktur. Ola ki, vazgeçerler. TEVBE 13 - Yeminlerini bozan, Peygamber'i yurdundan çıkarmaya azmeden ve üstelik ilk önce size saldırmaya başlayanlara karşı savaşmaz mısınız? Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer mümin iseniz her şeyden önce Allah'dan korkmalısınız. TEVBE 14 - Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onların cezasını versin ve ... onları rezil ve rüsvay etsin, yardımıyla sizi onlara muzaffer kılsın. Ve mümin bir kavmin yüreklerini ferahlandırsın. TEVBE 15 - Ve kalblerindeki öfkeyi gidersin. Allah dilediğine tevbeyi nasib eder. Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. TEVBE 16 - Yoksa siz hep kendi halinize terk olunacağınızı mı sandınız? Allah'ın, içinizden cihad edenleri ve Allah'tan, Resulü'nden, müminlerden başka kimseye sığınmayan ve başkaca sığınacak bir yer aramayanları görmediğini mi (zannediyorsunuz)? Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır. TEVBE 17 - Müşrikler kendi inkârlarına kendileri şahit olup dururlarken Allah'ın mescidlerini imar etmeleri mümkün değildir. Onların bütün yaptıkları boşa gitmiştir. Ve onlar ateş içinde ebedi olarak kalacaklardır. TEVBE 18 - Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve ahiret gününe inanan, namazı kılan, zekatı veren ve Allah'dan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır. TEVBE 19 - Siz hacılara su dağıtma ve Mescid-i Haram'ı imar etme işiyle Allah'a ve ahiret gününe iman edip, Allah yolunda cihad edenlerin yaptığı işi bir mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında eşit olamazlar. Allah zalimler topluluğuna hidayet ihsan etmez. TEVBE 20 - İman edip de hicret edip, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, Allah katında en büyük dereceye sahiptirler. İşte bunlar murada ermiş olan mutlu kullardır. TEVBE 21 - Rab'leri, onları kendi katından bir rahmet, bir rıza ve bir cennetle müjdeler ki o cennette onlar için bitmez tükenmez nimetler vardır. TEVBE 22 - Onlar orada ebedi kalırlar. Çünkü en büyük mükâfat Allah katındadır. TEVBE 23 - Ey iman edenler! Eğer babalarınız ve kardeşleriniz imana karşılık küfürden hoşlanıyorlarsa, onları dost edinmeyiniz. Sizden her kim onları dost edinirse işte onlar da zalimlerin ta kendileridir. TEVBE 24 - Onlara de ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, kadınlarınız, akrabalarınız, kabileniz, elde ettiğiniz mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız evler ve meskenler, size Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha sevimli ise, artık Allah'ın emri gelinceye kadar bekleyin. Allah böyle fasıklar topluluğuna hidayet nasip etmez. TEVBE 25 - İnkâr kabul etmez bir durumdur ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Özellikle Huneyn Günü ki, o gün kendi çokluğunuz size güven vermişti de o gün size onun bir faydası olmamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen başınıza dar gelmişti. Sonra da bozguna uğrayarak gerisin geri dönüp kaçmaya başlamıştınız. TEVBE 26 - Sonra Allah, Resulünün üzerine ve müminlerin üzerine sekinetini (kalplere huzur veren rahmetini) indirdi ve gözle görmediğiniz ordular indirdi de kendisini tanımayan kâfirleri azaba uğrattı. Ve o kâfirlerin cezası işte budur. TEVBE 27 - Sonra bütün bu olup bitenlerin arkasından Allah, dilediğine tevbe nasib eder. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. bu surenin buraya kadar eklediğim ayetlerinde apaçık görülüyor ki herşey karşılığını görecektir senin "hani herşeyin karşılığı verilecekti" sözüne cevap olarak. islamda kıssasa kıssas yoktur bunu birçok müslüman bilir. Allah birçok ayetinde tövbe edenler kurtuluşa erecektir diyor. Yürekten tövbe edenler ve yaptıklarından pişman olanlar. sen yine burada tutmuşsun ayetin bir bölümünü almışsın bak Allah böyle böyle diyor ama diğer ayetinde cezalandırılacaktır diyor yazmışsın. Evet cezalandırılacak ama pişman olup tövbe edenlerde kurtulacak bu çelişki değil bir AÇIKLAMA bir HEDİYEDİR
-
Kurandaki çelişkiler
burada da demişsin ki allah onların taptıklarına sövmeyin diyor ama kendi sokak kabadayısı gibi sözlerini esirgemiyor. bu çelişki midir? çelişki nasıl olur çelişki bir ayette sövmeyin deyip öbür ayette sövün diyorsa öyle olur o zaman dersin ki bi ayette söylenen diğerini tutmuyor yukarıdaki yazımda mecaz ile gerçek anlam kavramlarını araştır yazmıştım şimdi de çelişkinin ne olduğunu araştır yazmak istiyorum.
-
Kurandaki çelişkiler
yazdıklarını okudum diğer arkadaşlarında yazdıklarının bir kısmını okudum diğer arkadaşların yazdıkları hakkında şimdilik yorumda bulunmak istemiyorum bunun nedeni tamamını okumadığım için eksik ya da yanlış yorumda bulunarak onlara saygısızlık etmek istemeyişimdir yazında kendi tabirinle Kur'an-ı Kerim'deki çelişkilerden bahsediyorsun bunun içinde bazı surelerin içinden bazı ayetleri daha doğrusu bu ayetlerin içinden de bazı cümleleri alarak yorum yapmışsın öncelikle şunu söylemek istiyorum bu konuda gerçekten bilgili olabilirsin ama bir konuda kendimce eksik bir yönün var o da bir araştırma yapılırken paparazziler gibi konuşmanın tamamının içinden işine yarayabilecek bölümü çıkarıp insanların önüne sunmak. yazından bir bölüm aldım. bahsi geçen sureyi internette araştırdım değişik kaynaklardan meallere baktım (öncelikle diyanet işlerinin) ve gösterdiğin şeylerin nasıl paparazzi işi olduğunu gördüm. açıklık getirecek olursak; Ahzab Suresi AHZAB 1 - Ey peygamber! Allah'tan kork, kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Muhakkak ki Allah her şeyi bilir, hüküm ve hikmet sahibidir. AHZAB 2 - Rabbinden sana ne vahyediliyorsa onun ardınca git. Muhakkak ki Allah ne yaparsanız haberdardır. AHZAB 3 - Allah'a güven, vekil olarak Allah yeter. AHZAB 4 - Allah bir adam için içinde iki kalb yapmamıştır. Kendilerinden zıhar yaptığınız eşlerinizi analarınız kılmamıştır. Evlatlıklarınızı da oğullarınız kılmamıştır. O sizin ağzınızdaki lafınızdır. Allah ise hakkı söylüyor ve doğru yolu gösteriyor. AHZAB 5 - Onları (evlatlıkları) babaları adına çağırın. Allah yanında o daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin dinde kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Bununla beraber hata ettiklerinizde üzerinize bir günah yoktur. Fakat kalblerinizin kasdettiğinde vardır. Allah, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir. AHZAB 6 - Peygamber, müminlere kendi nefislerinden önce gelir. O'nun hanımları da onların analarıdır. Akraba da Allah'ın kitabında birbirlerine, diğer müminlerden ve muhacirlerden daha yakındırlar. Ancak dostlarınıza bir maruf (uygun bir vasiyet) yapmanız müstesnâdır. Bu, kitapta yazılıdır. AHZAB 7 - Unutma o peygamberlerden mîsaklarını (kesin sözlerini) aldığımız vakti! Hele senden, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryemoğlu İsa'dan ki onlardan ağır bir mîsak (sağlam bir söz) aldık. AHZAB 8 - (Bunu Allah), sadıklara sadakatlerinden sormak için yaptı. Kâfirler için ise acı verecek bir azab hazırladı. AHZAB 9 - Ey iman edenler! Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Hani size ordular gelmişti de üzerlerine bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular salıvermiştik. Allah ne yaptığınızı görüyordu. AHZAB 10 - O zaman onlar, hem üstünüzden gelmişlerdi, hem aşağı tarafınızdan, ve o vakit gözler kaymış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı. Siz Allah'a türlü türlü zanlarda bulunuyordunuz. AHZAB 11 - İşte burada müminler imtihan edilmiş ve şiddetli bir sarsıntı ile sarsılmışlardı. AHZAB 12 - O vakit münâfıklar ve kalblerinde bir hastalık bulunanlar: "Allah ve Resulü bize bir aldanıştan başka bir vaad yapmamış." diyorlardı. AHZAB 13 - O vakit bunlardan bir grup: "Ey Medine halkı! Sizin için duracak yer yok, hemen dönün." diyorlardı. Yine onlardan bir kısmı da Peygamberden izin istiyor, evlerimiz gerçekten (düşmana) açıktır." diyorlardı, halbuki açık değildi, sadece kaçmak istiyorlardı. AHZAB 14 - Eğer onların her tarafından üzerlerine girilse de sonra fitne çıkarmaları istenilse derhal onu yapacaklardı. Ama onunla da pek az duracaklardı. AHZAB 15 - Halbuki bundan önce Allah'a ahid vermişlerdi. Arkalarını dönmeyeceklerdi. Allah'a verilen ahid ise mesuliyetlidir, mutlaka sorulur. AHZAB 16 - De ki: "Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmak size asla fayda vermez. Vereceğini var saydığınız takdirde de ancak pek az faydalandırılırsınız." AHZAB 17 - De ki: "Eğer Allah size bir felâket diler veya bir rahmet murad ederse, sizi Allah'tan saklamak kimin haddine?" Hem onlar kendilerine Allah'tan başka bir veli de bulamazlar, bir yardımcı da. AHZAB 18 - Şüphesiz Allah, içinizden o savsaklayanları ve kardeşlerine: "Bize gelin" diyenleri biliyor. Onlar harbe pek az geliyorlardı. AHZAB 19 - Size karşı kıskançlık ediyorlardı. Derken o korku hali gelince, gördün onları ki, ölümden baygınlık sarmış kimse gibi gözleri dönerek sana bakıyorlardı. O korku gidince, size keskin keskin diller sıyırdılar. Onlar hayra karşı kıskançlık ediyorlardı. İşte bunlar iman etmediler de Allah amellerini boşa çıkardı. Bu Allah'a göre önemsizdir. AHZAB 20 - Onlar ahzabı (düşman birliklerini) gitmedi sanıyorlardı. Eğer o birlikler bir daha gelecek olursa, çölde bedevi Araplar içinde yer alıp, sizin haberlerinizden (başınıza geleceklerden) sormayı isterler. Onlar içinizde kalacak olsalar da pek az harb ederler. AHZAB 21 - Şanım hakkı için muhakkak ki size Resullulah'da pek güzel bir örnek vardır. Allah'a ve son güne ümit besler olup da Allah'ı çok zikreden kimseler için. AHZAB 22 - Müminler, ahzabı (düşman birliklerini) gördükleri zaman: "İşte bu, Allah'ın ve Resulü'nün bize vaad ettiği şeydir. Allah ve Resulü doğru söyledi." dediler. Bu onların imanını ve teslimiyetini artırmaktan başka bir şey yapmadı. AHZAB 23 - Müminlerdendir o erler ki Allah'a verdikleri ahde sadakat gösterdiler. Kimi adağını ödedi (canını verdi), kimi de beklemektedir. Onlar, ahidlerini hiç değiştirmediler. AHZAB 24 - Çünkü Allah sadıklara sadakatleriyle mükafat verecek, dilerse münafıklara da azab edecek veya tevbe nasib edecektir. Şüphe yok ki Allah çok bağışlayıcıdır. Çok merhamet edicidir. AHZAB 25 - Hem Allah kâfirleri herhangi bir hayra ulaşmadan hınçlarıyle defetti. Bu şekilde Allah, müminlere savaşta kâfi geldi. Allah çok güçlüdür, çok üstündür. AHZAB 26 - Hem de kitap ehlinden onlara yardım edenleri kalplerine korku düşürerek kalelerinden indirdi, siz onların bir kısmını katlediyordunuz, bir kısmını da esir alıyordunuz. AHZAB 27 - (Allah) onların arazilerini, yurtlarını ve mallarını size miras kıldı. Bir de henüz ayak basmadığınız bir yeri (size miras kıldı). Allah, her şeye kâdirdir. AHZAB 28 - Ey peygamber! Hanımlarına şöyle söyle: "Eğer dünya hayatını ve zinetini istiyorsanız, haydi gelin, sizi donatayım ve güzellikle bırakıp salıvereyim. AHZAB 29 - Yok eğer Allah ve Resulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, haberiniz olsun ki, Allah içinizden güzellik edenlere pek büyük bir ecir hazırlamıştır. AHZAB 30 - Ey peygamberin hanımları! sizden her kim bir terbiyesizlik ederse ona azab iki kat katlanır. Bu Allah'a göre çok kolaydır. AHZAB 31 - Yine sizden her kim Allah'a ve Resulü'ne boyun eğer, salih bir amel işlerse, ona da mükâfatını iki kat veririz. Hem onun için bol bir rızık hazırlamışızdır. AHZAB 32 - Ey peygamberin hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva ile korunacaksanız, konuşurken kırıtmayın da kalbinde bir hastalık bulunan kimse tamaha düşmesin. Güzel ve dosdoğru söz söyleyin. AHZAB 33 - Hem vakarınızla evlerinizde durun da önceki cahiliyet devrinde olduğu gibi süslenip çıkmayın. Namazı kılın, zekatı verin. Allah ve Resulü'ne itaat edin. Ey ehli beyt! Allah sizden kiri gidermek ve sizi tertemiz, pampak yapmak istiyor. AHZAB 34 - Oturun da evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti anın. Şüphe yok ki Allah lütuf sahibidir ve her şeyden haberdardır. AHZAB 35 - Şüphe yok ki müslüman erkeklerle müslüman kadınlar, mümin erkeklerle mümin kadınlar, itaat eden erkeklerle itaat eden kadınlar, sadık erkeklerle sadık kadınlar, sabreden erkeklerle sabreden kadınlar, mütevazi erkeklerle mütevazi kadınlar, sadaka veren erkeklerle sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkeklerle ırzlarını koruyan kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkeklerle Allah-'ı çok zikreden kadınlar var ya, işte onlar için Allah bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır. AHZAB 36 - Bununla beraber Allah ve Resulü bir işe hükmettiği zaman, gerek mümin bir erkek ve gerekse mümin bir kadın için, o işlerinde başka bir tercih hakkı yoktur. Her kim de Allah ve Resulüne âşi olursa açık bir sapıklık etmiş olur. AHZAB 37 - Hem hatırla o vakti ki, o kendisine Allah'ın nimet verdiği ve senin de ikramda bulunduğun kimseye: "Hanımını kendine sıkı tut ve Allah'tan kork" diyordun da nefsinde Allah'ın açacağı şeyi gizliyordun. İnsanlardan çekiniyordun. Halbuki Allah kendisini saymana daha lâyıktı. Sonra Zeyd o kadından ilişiğini kestiği zaman, biz onu sana eş yaptık ki, oğulluklarının ilişkilerini kestikleri hanımlarını nikâhlamada müminlere bir darlık olmasın. Allah'ın emri de yerine getirilmiştir. AHZAB 38 - Peygambere Allah'ın takdir ettiği, mübah kıldığı şeyde bir darlık yoktur. Bundan önce geçen bütün peygamberler hakkında Allah'ın sünneti böyledir. Allah'ın emri ise biçilmiş bir kaderdir. AHZAB 39 - Onlar, Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ederler ve O'ndan korkarlar, Allah'tan başka kimseden korkmazlardı. Hesap görücü olarak da Allah yeter. AHZAB 40 - Muhammed, sizin adamlarınızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allah'ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkiyle bilendir. AHZAB 41 - Ey iman edenler! Allah'ı çokça anın. AHZAB 42 - Ve O'nu sabah akşam tesbih edin. AHZAB 43 - Sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için melekleri ile birlikte üzerinize rahmet ve bereket indiren O'dur ve O, müminlere çok merhametlidir. AHZAB 44 - O'na kavuşacakları gün müminlere esenlik dileği selâmdır. (Allah) onlar için cömertçe bir mükafat hazırlamıştır. AHZAB 45 - Ey peygamber! Biz seni hem bir şahit, hem bir müjdeci, hem bir uyarıcı olarak gönderdik. AHZAB 46 - Ve hem de izniyle Allah'a bir davetçi ve nurlar saçan bir kandil (olarak gönderdik). AHZAB 47 - Müminlere müjdele! Onlara Allah'tan bir mükafat vardır... AHZAB 48 - Kâfirlere ve münafıklara itaat etme, onların ezalarını bırak (aldırma) da Allah'a tevekkül et. Allah vekil olarak hepsine yeter. AHZAB 49 - Ey iman edenler! Mümin kadınları nikâh edip de sonra onlara dokunmadan boşadığınız zaman, sizin için üzerlerinde sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Derhal müt'alarını (mehirleri belirlenmediği takdirde yararlanacakları bir mal) verip onları güzel bir şekilde salıverin. AHZAB 50 - Ey peygamber! Biz bilhassa sana şunları helâl kıldık: Mehirlerini vermiş olduğun eşlerini, Allah'ın sana ganimet olarak ihsan buyurduklarından sahip olduğun cariyeleri, amcalarının kızlarından, halalarının kızlarından, dayılarının kızlarından, teyzelerinin kızlarından seninle beraber hicret etmiş olanları, bir de mümin bir kadın kendini peygambere hibe ederse, peygamber nikâh etmek istediği takdirde, onu başka müminlere değil de sadece sana mahsus olmak üzere helâl kıldık. Onlara eşleri ve cariyeleri hakkında neyi farz kıldığımızı biliyoruz. Bunlar sana hiçbir darlık olmaması içindir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. AHZAB 51 - Onlardan dilediğini geri bırakır, dilediğini yanına alırsın. Sırasını geri bıraktığın kadınlardan dilediğini yanına almanda da sana bir günah yoktur. Onların gözleri aydın olup üzülmemelerine ve kendilerine verdiğin ile hepsinin hoşnut olmalarına en elverişli olan budur. Allah kalblerinizdekini bilir. Allah her şeyi bilir ve yumuşak davranır. AHZAB 52 - Bundan başka kadınlar sana helâl olmaz. Bunları başka eşlerle değiştirmek de olmaz. İsterse güzellikleri hoşuna gitsin. Ancak sahip olduğun cariyen başka. Allah her şeye gözcü bulunuyor. AHZAB 53 - Ey iman edenler! Peygamberin evlerine vaktine bakmaksızın ve yemeğe izin verilmedikçe girmeyin. Fakat çağırıldığınız vakit girin. Yemeği yediğinizde de hemen dağılın. Sohbet etmek için de izinsiz girmeyin. Çünkü bu haliniz peygambere eziyet veriyor, ama o sizden utanıyor. Fakat Allah gerçeği söylemekten utanmaz. Hem O'nun hanımlarına bir ihtiyaç soracağınız vakit de perde arkasından sorun. Böyle yapmanız hem sizin kalbleriniz ve hem de onların kalbleri için daha temizdir. Hem sizin Resulullah'a eziyet etmeye hakkınız yoktur. Ondan sonra hanımlarını da ebediyyen nikâh edemezsiniz. Çünkü bu Allah katında çok büyük bir günahtır. AHZAB 54 - Siz bir şeyi açıklasanız da gizleseniz de şüphe yok ki Allah her şeyi bilmektedir. AHZAB 55 - Onlar (peygamberin eşleri) için babaları, oğulları, kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları (kadın dostları) ve sahip oldukları köleleri hakkında bir günah yoktur. Bununla beraber (ey Peygamberin hanımları) Allah'tan korkun. Çünkü Allah her şeye şahit bulunuyor. AHZAB 56 - Gerçekten Allah ve melekleri Peygambere salât ederler. Ey iman edenler! siz de ona teslimiyetle salât ve selâm edin. AHZAB 57 - Şüphesiz ki Allah'a ve Resulü'ne eziyet verenlere Allah hem dünyada, hem ahirette lânet etmiştir. Onlara aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır. AHZAB 58 - Mümin erkeklere ve mümin kadınlara yapmadıkları bir şeyden dolayı eziyet edenler de bir iftira ve açık bir günah yüklenmişlerdir. AHZAB 59 - Ey peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin kadınlarına hep söyle de cilbablarından (dış elbiselerinden) üzerlerini sımsıkı örtsünler. Bu onların tanınmalarına, tanınıp da eziyet edilmemelerine en elverişli olandır. Bununla beraber Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. AHZAB 60 - Andolsun ki, eğer münafıklar ve kalblerinde bir hastalık olanlar ve Medine'de dedikodu yapanlar, bu yaptıklarından vaz geçmezlerse, mutlaka seni onlara musallat ederiz. Sonra seninle orada az bir zamandan fazla komşu kalamazlar. AHZAB 61 - Melun olarak nerede bulunurlarsa yakalanırlar ve öldürülürler. AHZAB 62 - Allah'ın bundan önce geçenler hakkındaki kanunu budur. Ve sen Allah'ın kanununu değiştirmeye asla çare bulamazsın. AHZAB 63 - İnsanlar sana kıyamet saaatini soruyorlar. De ki: "Onun ilmi ancak Allah'ın nezdindedir. Ne bilirsin belki kıyamet yakında olur." AHZAB 64 - Şu muhakkak ki, Allah kâfirleri lânetlemiş ve onlara çılgın bir ateş hazırlamıştır. AHZAB 65 - (Onlar) orada ebedî kalırlar ve ne bir dost bulabilirler, ne de bir yardımcı. AHZAB 66 - O gün yüzleri ateş içinde çevirilirken: "Ah keşke Allah'a itaat etseydik, peygambere itaat etseydik!" derler. AHZAB 67 - Yine derler ki: "Ey Rabbimiz! Biz beylerimize ve büyüklerimize itaat ettik de bizi yanlış yola götürdüler." AHZAB 68 - Ey Rabbimiz! Onlara azabın iki katını ver ve kendilerini büyük bir lânet ile lânetle." AHZAB 69 - Ey iman edenler: Sizler Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın. Eziyet ettiler de Allah onu, onların söylediklerinden temize çıkardı. O, Allah yanında mevki sahibi idi. AHZAB 70 - Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sağlam söz söyleyin, AHZAB 71 - Ki (Allah) işlerinizi yoluna koysun ve günahlarınızı bağışlasın. Her kim Allah'a ve Resulü'ne itaat ederse, o gerçekten büyük murada ermiştir. AHZAB 72 - Biz o emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onlar, onu yüklenmeye yanaşmadılar, ondan korktular da onu insan yüklendi. O gerçekten çok zalim ve çok cahildir. AHZAB 73 - Çünkü Allah münafık erkeklerle münafık kadınlara, müşrik erkeklerle müşrik kadınlara azab edecek, mümin erkeklerle mümin kadınların da tevbelerini kabul edecektir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. 37. ayette geçen oğulluklarının (üvey evlatlarının) ilişkisini kestiği hanımlarını nikahlamak sözü, bir müminin üvey evladının eşinden boşandıktan sonra o hanımla evlenmesinde bir mani olmadığını gösteren bir ayettir. bunda çelişki nerededir? Hz. Muhammedin üvey evladı Zeyd in eski eşini nikahlamasında bir sakınca olmaması bütün müminlere örnek olması içindir. bir düşün o zamanın şartlarını savaş var ve çoğu erkek savaşta ölüyor sakatlanıyor vs. bir çok kadın dul kalıyor insanların çoğalmasının bir şekilde sağlanması açısından uygulanmış bir durum ve ayette de bunun bir sakıncasının olmadığı geçiyor. Bu neyle çelişiyor??? gelelim 40. ayetle 6. ayete; bunların birinde gerçek anlamda babalık ikincisinde de mecaz anlamda analık kullanıldığı apaçık ortadadır. Hz. Aişe anamız diyoruz bunu gerçekten anamız olduğu için mi söylüyoruz müminlerin anası olarak kabul ettiğimiz için söylüyoruz çok güzel sureler ve ayetler seçmişsin. allahın kitabında yazdığı gibi kuranda nice mucizeler vardır onlar hala bunları görüp iman etmezler mi? en yakın zamanda diğer yazdığın bütün ayetleri de en ince ayrıntısına kadar inceleyip hem meallerde yazılanları hemde kendimce yorumlarımı yazmak istiyorum ama şunu belirtmek isterim ki yazdığın ayetlerde hiçbir çelişki yoktur. HATTA VE HATTA İMAN ETMEK İÇİN DELİLLER VARDIR. bu arada senden bir isteğim gerçek anlam ile mecaz anlam bilgilerini araştır lütfen yazdığın yazıda bu kavramları tam olarak bilmediğin ya da bilmezlikten geldiğin görünüyor
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
bu seferki bir resim ama belki de birçok öyküye bedel bir resim
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
ŞİMDİ EVLENEBİLİRSİN 30.04.2006- Yeni Asya Gazetesi Bir zamanlar, bir genç herkes gibi evlenmek istiyordu. Bu niyetini ailesine açtığında, babası ona şöyle dedi: “Elbette oğlum, elbette evlenebilirsin. Bana kendi alınterinle kazandığın bir altını getirdiğinde, seni hemen evlendireceğim.” Delikanlı babasının bu sözlerine gülümsedi. Ne kadar da kolay bir sınavdı bu böyle. Ertesi gün, istenilen altın lirayı götürüp gururla babasının avucuna koydu. Babası hiçbir şey söylemeden, altını evlerinin yanından akan nehre fırlattı. Çocuk, altının düştüğü nehre şaşkınlıklı bir-iki saniye baktıktan sonra, babasına döndü ve sordu: “Şimdi evlenebilirim, değil mi babacığım?” Babası başını iki yana salladı: “Hayır oğlum. Sana kendi alınterinle ve emeğinle kazandığın bir altını getirmeni söylemiştim. Bu altını sen kazanmamışsın ki!” Genç delikanlı babasının gerçeği nasıl keşfettiğini anlayamamıştı. Sahiden de, parayı bir arkadaşından ödünç almıştı. Ertesi gün, bu defa annesinden bir altın borç aldı ve parayı babasına götürdü. Babası altını aldı ve yine nehre fırlattı. Delikanlı bir kez daha şaşırmıştı: “Bunu niye yapıyorsun baba, anlamadım. Ama sana bir altın getirmiş oldum, artık evlenebilir miyim?” Babası bu defa da izin vermedi oğluna: “Bu altını da sen kazanmamışsın!” Genç, babasının yanından ayrıldıktan sonra uzun uzun düşündü. Başkasından borç alıp getirdiğinde babası parayı yine nehre atacaktı ve bu gidişle evlenemeyecekti. O yüzden, bir iş bulup çalışmaya ve altını kendi emeğiyle kazanmaya karar verdi. Günler geçti ve kazandığı bir altını babasına götürdü. Babası her zamanki gibi parayı nehre atmaya hazırlanıyordu ki, oğlu can havliyle babasının kolunu tuttu ve bağırdı: “Hayır baba! O altını nehre atamazsın! Onu kazanmak için günlerce çalıştığımı ve sırtımın ağrılar içinde kaldığını biliyor musun sen?” Babası, yüzünde ışıltılı bir gülümseme ile, elini oğlunun omzuna koydu ve: “İşte şimdi evlenebilirsin, oğlum” dedi. “Çünkü, emeğinin karşılığı olan bu altının değerini artık biliyorsun ve eminim ki onu akıllıca harcayacaksın.” Biz alın terimizle kazanıyor muyuz? Kazandıklarımızın değerini biliyor muyuz?
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
AFFETMENİN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ Bir lise öğretmeni bir gün öğrencilerine bir teklifte bulunur: “Bir hayat deneyimine katılmak ister misiniz?” Öğrenciler, çok sevdikleri hocalarının bu teklifini tereddütsüz kabul ederler. “O zaman” der öğretmen. “Bundan sonra ne dersem yapacağınıza söz verin.” Öğrenciler bunu da yaparlar. Ve öğretmen devam eder: “Şimdi yarınki ödevinize hazır olun. Yarın hepiniz okula birer plastik torba ve beşer kilo patates getireceksiniz!” Öğrenciler, bu işten pek birşey anlamamışlardır. Ama, ertesi sabah hepsinin sıralarının üzerinde patatesler ve torbalar hazırdır. Kendisine meraklı gözlerle bakan öğrencilerine şöyle der öğretmen: “Şimdi, bugüne dek affetmeyi istemediğiniz her kişi için bir patates alın, o kişinin adını o patatesin üzerine yazıp torbanın içine koyun.” Bazı öğrenciler torbalarına üçer-beşer tane patates koyarken, bazılarının torbası neredeyse ağzına kadar dolmuştur. Öğretmen, kendisine “Peki şimdi ne olacak?” der gibi bakan öğrencilerine ikinci açıklamasını yapar: “Bir hafta boyunca nereye giderseniz gidin, bu torbaları yanınızda taşıyacaksınız. Yattığınız yatakta, bindiğiniz otobüste, okuldayken sıranızın üstünde, hep yanınızda olacaklar.” Aradan bir hafta geçer. Hocaları sınıfa girer girmez, denileni yapmış olan öğrenciler şikâyete başlarlar: “Hocam, bu kadar ağır torbayı her yere taşımak çok zor.” “Hocam, patatesler kokmaya başladı. Vallahi, insanlar tuhaf gözlerle bakıyorlar bana artık.” “Hem sıkıldık, hem yorulduk...” Öğretmen gülümseyerek öğrencilerine şu dersi verir: “Görüyorsunuz ki, affetmeyerek asıl kendimizi cezalandırıyoruz. Kendimizi ruhumuzda ağır yükler taşımaya mahkûm ediyoruz. Affetmeyi karşımızdaki kişiye bir ihsan olarak düşünüyoruz, halbuki affetmek en başta kendimize yaptığımız bir iyiliktir.”
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
VERMEK ÇOĞALMAKTIR Bir zamanlar bir köylü bir medresenin kapısını çaldı. Kapılara bakan talebe gelip kapıyı açtığında köylü ona nefis bir salkım üzüm uzattı. “Bunlar benim bağımın en güzel üzümleri. Size hediye olarak getirdim.” “Teşekkür ederim” dedi talebe. “Onları hemen hocamıza götüreceğim. İkramınızdan çok memnun olacaktır.” “Hayır, hayır” diye atıldı köylü. “Ben bunları sana getirdim.” “Bana mı?” Talebenin yüzü kızardı. Böyle güzel bir hediyeyi hak ettiğini düşünmüyordu. “Evet!” diye ısrar etti köylü. “Çünkü ne zaman bu kapıyı çalsam onu sen açıyorsun. Ne zaman ürünlerim kuraklıktan kırılsa, bana hergün sen yiyecek ekmek veriyorsun. İnşallah bu üzüm salkımı da sana güneş ışığı gibi ılık ve yağmur gibi güzel İlâhî rahmeti getirir. Çünkü, bak, ne güzel yaratılmışlar.” Talebe o sabahı üzüm salkımını tefekkür ederek geçirdi. Üzümler sahiden de harika yaratılmışlardı. O yüzden salkımı hocasına ikram etmeye karar verdi. Çünkü kendilerine ilim ve hikmeti öğreten oydu. Hoca, talebenin bu ikramıyla çok mutlu oldu. Ama sonra hemen medresedeki hasta talebesini hatırladı. “Üzümleri ona hediye edeyim. Kimbilir belki onlarla sevinir ve daha çabuk şifa bulur.” Düşündüğü gibi de yaptı. Ama üzümler hasta talebenin odasında da fazla kalmadı. Hasta talebe şöyle düşünmüştü: “Medresenin aşçısı beni günlerce en iyi yemeklerle besledi. Eminim bu üzümleri o daha çok hak ediyordur.” Aşçı ona öğle yemeğini getirdiğinde, üzüm salkımını ona hediye etti: “Allah’ın yarattığı sebze ve meyve gibi harikalarla en yakın olan sensin ve dolayısıyla da bu İlâhî sanat eseriyle ne yapılacağını en iyi sen bilirsin.” Aşçı üzümlerin güzelliğine hayran olmuştu. Bu üzümlerin güzelliğini ve harikalığını kimse kitaplardan sorumlu talebeden fazla takdir edemezdi. O, tefekkürüyle ve ince düşünüşüyle medresede şöhret kazanmış bir gençti. Üzümleri görür görmez en küçük şeyde bile İlâhî sanat ve nakışların en yüksek derecede yansıyabileceğini derinden kavradı o talebe de. Yüreği bu sanatın ve güzelliğin Sahibine sevgiyle doldu. Tam bu sırada, medreseye ilk geldiğinde kendisine kapıyı açan talebeyi hatırladı. Şefkatiyle, tevazuuyla, sevecenliğiyle, sıcaklığıyla benzer duyguları yaşamasına vesile olmuştu o arkadaşı da. Ve böylece daha akşam olmadan, çiftçinin medreseye getirdiği üzüm salkımı kapıya bakan talebeye geri dönmüştü bile. İşte o zaman bu talebe bu üzümlerin gerçekten de kendi kısmeti olduğunu anladı. Ve birşeyi daha anladı. Cömertlik dostluğun en parlak bir nişanıydı.
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
NEDEN YOKSULLUK VAR imsesiz bir kız çocuğu her zamanki gibi caddenin köşesinde durmuş dileniyordu. Üzerinde yırtık pırtık elbiseler vardı. Yüzü gözü kir ve pasaktan zor seçiliyordu. Görenin yüreğini burkacak kadar sefalet içindeydi. Zengin adam her zamanki gibi o caddeden geçiyordu. Kızı gördü, ama dönüp bir daha bakmadı. Köşedeki gazeteciden gazetesini satın aldı. Sonra da, saray yavrusu evine, mutlu ve sıcak ailesine döndü. Mükellef yemeklerle donatılmış masaya oturduğunda, nedendir bilinmez, o dilenci kızı hatırladı. Onun bu sefaletine göz yumduğu için ruhunda Allah’a karşı bir sitem duygusu uyandı. Bu duyguyla kendi kendisine düşündü: “Nasıl olur da Allah bu kadar küçük bir kızın böylesi bir fakirlik içinde yaşamasına izin verir? Neden o kıza yardım etmek için birşeyler yapmaz?” Tam bu sırada, kalbinin derinliklerinden kopup gelen bir ses ruhunu titretti: “Yaptı! Seni yarattı ve bir kısmını muhtaçlara dağıtman için sana zenginlik verdi!” *** Kömür ve Elmasın hammaddesi aynıdır... Karbon
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
NEYİ DİNLİYORSUNUZ... Bir gün bir Kızılderili ve beyaz arkadaşı New York şehrinin merkezinde yürüyordu. O sırada öğle tatili vaktiydi ve caddeler insanlarla doluydu. Sürücüler kornalarını çalıyor, taksi şoförleri müşteri bulmak için köşelerde bağrışıyor, sirenler çalıyordu... Kısacası, şehrin gürültüsü kulağı sağır edecek derecede fazlaydı. Birden, Kızılderili durdu ve “Bir cırcır böceğinin sesini duyuyorum” dedi. Arkadaşı “Ne? Çıldırmış olmalısın. Bu gürültüde cırcır böceğini duymanın imkanı yok” diye karşı çıktı. “Eminim” diye ısrar etti Kızılderili. “Bir cırcır böceği duydum.” Kızılderili bir müddet dikkatle dinledi ve caddenin karşı tarafına geçip büyükçe bir çimento fabrikasına doğru yürüdü. Fabrikanın bahçesinde öbek öbek birkaç çalılık vardı. Çalılıklara baktı. Gerçekten de dalların altında küçük bir cırcır böceği vardı. “İnanılmaz!”dedi arkadaşı. “Sende insanüstü kulaklar var galiba. “Hayır” diye cevapladı Kızılderili. “Benim kulaklarım seninkilerden farklı değil. Bütün mesele dinlediğin şeye bağlı.” “Bu mümkün değil!”dedi arkadaşı. “Ben bu gürültüde asla bir cırcır böceğini duyamam.” “Mümkün” karşılığını verdi. “Neyin senin için gerçekten önem taşıdığına bağlı bu. Dur sana göstereyim.” Elini cebine sokup birkaç madeni para çıkardı ve onları yuvarlanacak şekilde kaldırımda yere attı. Kulaklarında hala kalabalık caddelerin gürültüsü yankılanırken, 8-10 metre mesafe içindeki bütün kafaların dönüp kaldırımda çınlayan paranın kendilerine ait olup olmadığına baktığını gördüler.. Biz neyi dinliyoruz acaba...
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
GÖKTEN PARA YAĞSA her zaman bir deyiş vardır gökten para yağsa diye sizce gökten para yağsa ne olur ? bakın ne olur... Bir varmış, bir yokmuş; âhirzaman içinde, modern çağların birinde, para hırsı kalblere hükmediyormuş. "Bu zamanda parasız hiçbir şey olmaz" veya "Mutluluğun sırrı paradadır" gibi sözler herkesin dilindeymiş. Arkadaşlar biraraya geldiklerinde hep paradan konuşurlar ve şöyle derlermiş: "Şu gömleği şu kadar paraya aldım, nasıl güzel mi?" "Gözlüğün ne kadar güzel! Kaça aldın?" "Geçenlerde son model bir araba gördüm. Fiyatını duysan şaşar kalırsın!" Anne-babalar evde aynı şeyi yaparlar, yatana kadar hep paradan ve parayla alabilecekleri şeylerden konuşurlarmış: "Ah! Şu kadar param olsa o lüks arabayı alırdım; inan başka birşey istemem!" "Hayır, benim o kadar param olsa tek yapacağım şey dün mücevhercide gördüğüm o elmas gerdanlık takımı almak olurdu." Çocuklar bu para sohbetlerini duyar da başka türlü mü konuşurlar! Onlar da "Baba, bana şu kadar para versene. Arkadaşımda gördüğüm bir oyuncaktan almak istiyorum..." derlermiş. Zenginlerin durumu daha kötüymüş, çünkü onlar çok daha fazla paraya muhtaçmış. Yeni fabrikalar açmak, yeni bir uçak almak veya filan ticareti yapmak için ne kadar paraya gerek olduğunu konuşur dururlarmış. Fakirlik ihtiyaç duyulan paranın miktarıyla ölçülecek olsa, zenginler fakirlerden daha fakirmiş. Kimileri, "Çok param olsa fakirlere dağıtır, açları doyurur, kimsesizlere kucak açardım" diyormuş, ama ellerine para geçtiğinde bu sözleri hep unutuyorlarmış. Aslına bakarsanız, o çağda insanların yüreğinde paradan daha güçlü bir isteği bulmak mümkün değilmiş. Her kıtada, her ülkede, her şehirde... Bir sonbahar sabahı, fakir-zengin, büyük-küçük, kadın-erkek herkesin yüreğinden göğe yükselen bu dilekler kabul edilmiş. Uyanıp da pencerelerinden dışarıya bakan insanlar hayret ve sevinç içinde kalmışlar. Gökten kağıt para yağıyormuş çünkü. Ardı ardına süzülüp yere konuyormuş paralar. Sokaklar, bahçeler ve damlar paralarla kaplanmış. Paralar, sadece bir beldeye veya ülkeye değil, dünyanın her köşesine yağmur gibi yağıyormuş. İnsanlar ilk şaşkınlıklarını üzerlerinden atınca dışarıya fırlamışlar ve yerdeki paralara dokununca bunun rüya değil, gerçek olduğunu anlamışlar. Mutluluktan dansetmeye, birbirlerine sarılmaya ve şarkılar söylemeye başlamışlar. Öyle ki, onları gören, birkaç şişe içki içmiş de sarhoş olmuş zannedermiş. Oysa, para sarhoşluğuymuş yaşadıkları. Yerden avuçladıkları gıcır gıcır paraları havaya atıyorlar ve avazları yettiği kadar "Yağdır Allahım, yağdır! Daha çok yağdır!" diye bağırıyorlarmış. "Zenginiz, hepimiz zengin olduk!" Daha sonra da gönüllerinde ne yatıyorsa onu gerçekleştirmeye koyulmuşlar. Yerlerden topladıkları paralarla, çocuklar marketlere ve oyuncakçı dükkanlarına; kadınlar kuyumculara, alışveriş merkezlerine; erkekler ise araba galerilerine koşmuş. Herkes canı ne istiyorsa onu satın almış. "Cennet bu olmalı" diyorlarmış birbirlerine. O gün dünyanın her yanında tam bir "alışveriş" çılgınlığı yaşanmış... İnsanlar gece evlerine dönüp de yataklarına girdiklerinde "Ya para yağmuru yarın devam etmezse" diye endişelenmişlerse de, yersiz bir endişeymiş bu. Para yağmuru ertesi sabah da devam etmiş. Kimi zaman sağanak, kimi zaman çisir çisir, gökten para yağmaya devam etmiş. Sonraki gün de, daha sonraki gün de... Bir gün yağmasa ertesi gün mutlaka yağıyormuş. Tıpkı yağmurdan önceki gibi koyu gri bulutlar toplanıyor, kimi zaman şimşekler çakıyor, ama yağmur yerine para yağıyormuş yere. Sonbahar yağmur mevsimi olduğundan, insanlar para yağmurunun böyle devam edeceğine ikna olunca, rahatlamışlar. Bu arada, bazı problemler başgöstermiş. İşçiler fabrikaları terketmiş, memurlar devlet dairelerine gitmez, iş adamları da işlerine bakmaz olmuş. Kimsenin "geçim" veya "daha fazla para" derdi kalmadığından, çalışmaya da gerek duymamışlar. Bu durum, kısa süre içinde, alışverişi ve diğer hizmetleri kötü yönde etkilemiş. Ama ülkelerin parlamentoları devreye girip yasalar çıkartmış ve herkesin eskiden yaptığı işi belli bir ölçüde de olsa devam ettirmesi mecburi kılınmış. İnsanlar "Sen çalışmazsan, ben çalışmazsam, hep beraber hayattan nasıl zevk alabiliriz ki?" diyerek haklı bulmuşlar bu yasaları ve mecburiyeti "Herkes çalışınca sistem yürüyecek ve eskiden hayal ettiğimiz şeylere kolayca kavuşabileceğiz. Böylece hepimiz mutlu olacağız." Haftalar, aylar böyle geçmiş. Paranın düzenli olarak yağdığını gören kimileri, "Bak gördün mü? Tabiat kanunları nasıl da değişti! Bulutlar eskiden yağmur yağdırırdı, şimdi para yağdırıyorlar. Demek ki, bu da tabiatın yeni bir kanunu haline geldi" demişler. Ancak, bu sahte cennetin içine bir haber bomba gibi düşmüş. Hemen hemen aynı günlerde, bütün ülkelerin televizyonunda şu haber yayınlanmış: "Sayın seyirciler, bakanlık yetkililerinin verdiği bilgiye göre, ülkemizin ve bütün dünyanın gıda stokları tükenmek üzeredir. Yetkililer, halkımızın bundan sonra temel gıda maddelerini daha idareli tüketmelerini istemektedir." Aslında, yetkililer haftalar öncesinden un, şeker, yağ, kuru bakliyat vs. gibi gıdaların gittikçe azaldığının farkındaymış. Ama, büyük karışıklıklar ve izdihamlar çıkar korkusuyla daha önce açıklayamamışlar. Buzhanelerdeki sebze ve meyve stokları da günler öncesinden bitmiş aslında, ama insanlar yaşadıkları para sarhoşluğundan bunu farkedememiş ve "Meyve yoksa tatlı yeriz" diyerek geçiştirmişler. Ancak, temel gıda maddelerinin tükenme noktasına gelmesiyle kaç haftadır ne meyve ne de sebze yiyemediklerini farketmişler. Aylardır bir damla bile yağmur yağmamasıymış bütün bunların nedeni. Çiftçiler çorak arazilerinde ne buğday, arpa, şeker pancarı veya pirinç yetiştirebiliyorlar; ne de sebze ve meyve üretebiliyorlarmış. "Sebze olmazsa et yeriz" diyecek olanlar da hüsrana uğramış, çünkü kaç aydır otlaklara ve yaylalara bir damla bile yağmur düşmediğinden, dahası her tarafı hayvanların yemesi mümkün olmayan kağıt paralar kapladığından besi hayvanlarının neredeyse tamamı açlıktan çoktan ölmüş. Öte yandan, deniz suyu sürekli buharlaştığı ve buna karşılık hiç yağmur yağmadığı için deniz suyu öylesine tuzlu hale gelmiş ki, balıklar yaşayamaz olmuş. En korkuncu ise, yine yağmursuzluk nedeniyle, dünya üzerindeki tatlı su kaynakları azalmaya başlamış. Bilim adamları, nehirleri ve gölleri besleyen yeraltı kaynaklarının kurumaya yüz tuttuğunu, mevcut tatlı su kaynaklarının ise su yüzeyini kaplayan paralarla kirlendiğini ve kullanılamadığını haber veriyormuş. Dünya yüzünü kaplayan tonlarca kağıt paranın neden olduğu çevre kirliliği de başka bir problemmiş.. Ve kağıt paralar yağmaya devam etmiş gökten! Kimi zaman sağanak, kimi zaman tane tane... Ne çare ki, insanlar eskisi gibi sevinememiş. Kucak kucak toplayıp evlerine de taşımamışlar. Aksine, kederlenmişler. Gözlerini göğe çevirip acı acı gülümseyebilmişler sadece. "Keşke artık yağmur yağsa para yerine" diye geçirmişler içlerinden. Yüreklere açlık korkusu çöreklenmiş. Marketler teker teker kapanmış. Çoğu insanın evinde en fazla birkaç gün -o da azar azar yemek şartıyla- yetecek kadar gıda kalmış. "Ne olurdu artık şu saçma sapan kağıtlar yerine birkaç damla yağmur yağsaydı!" demişler birbirlerine. Ama gökten para yağmaya devam etmiş. Evinde biraz daha fazla un, pirinç, şeker gibi gıdalar bulunanlara, tonlarca para teklif edenler çıkmış! Ama onlar da farkındaymış tekliflerinin anlamsızlığının. Paranın "satın alma gücü" tam anlamıyla sıfırlanmış. Daha bir-iki hafta önce odalar dolusu parasıyla övünenler, şimdi başkalarından yarım kilo un dilenir hale gelmiş. Bir ara ümit bağlanan bilim adamları "Bilimin bu konuda elinden gelen birşey yok. Milyonlarca, milyarlarca insanı besleyebilecek yapay gıdalar üretmemiz imkânsız" diyerek çaresizliklerini ilân etmişler. İnsanlar ellerini göğe açıp yalvarıyorlarmış artık. "Allahım! Para istemiyoruz, yağmur istiyoruz, yiyecek istiyoruz, rahmetini istiyoruz. Lütfen!" İçten içe hissettiklerini artık yüksek sesle konuşmaya başlamışlar. "Bütün bunlara para hırsımız neden oldu. İşte, Allah istediğimizden fazla para gönderdi, ama bizi yağmurundan, rahmetinden mahrum etti. Şu halimize bakın" diyen birisine yanındaki "Bunu hakettik. Bir yağmur damlası için ne kadar şükretmemiz gerekiyormuş aslında!" diye cevap veriyormuş. "Para olmadan değil, Onun rahmeti olmadan yaşayamazmışız meğer." Birkaç gün sonra, tüm dünya yüzünde insanlar açlıktan kıvranmaya başlamış. Kimsenin elinde ne un, ne şeker, ne pirinç, ne de başka bir gıda kalmamış. Ne katlardan, ne yatlardan, ne de son model arabalardan konuşuyorlarmış artık. "Şöyle zeytinyağlı bir dolma, yanında da bir ayran. Vallahi başka birşey istemem!" "Bir tabak patates kızartmasını canım nasıl çekiyor bilemezsin!" Ertesi günlerde aynı sözlerin sahipleri kuru bir dilim ekmeğe razı olacak hale gelmişler. Dünyanın her tarafında, çocukları ve yaşlıları önlerine alarak yüksek tepelere çıkmış insanlar. Toplu halde, Allah’tan kendilerini, hırslarını, nankörlüklerini affetmesini istemişler. Ellerini açıp dua etmişler. Paranın değil rahmetin gücüne inanacaklarına, nimetlerin parayla değil Onun merhametiyle geldiğini unutmayacaklarına söz vermişler. Samimi gözyaşları dökmüşler. Tam o sırada, saatlerdir devam eden para yağmuru birden kesilmiş. Herkes, yağmur yağacağını zannederek sevinmiş. Fakat yağmur yağmamış. Başları önlerinde, mahzun ve kederli bir halde evlerine geri dönmüşler. Ama ertesi sabah, nicedir duymaya hasret kaldıkları bir sesle uyanmışlar. Çatılara "pıt pıt" diye düşen yağmur taneleriymiş bu. Herkes "Yağmur!" diye haykırıyormuş. "Yağmur yağıyor. Ne büyük mucize!" Yağmur yağmış, yağmış, yağmış. Anneler, babalar ve çocuklar sevinçle, mutlulukla birbirlerine sarılmışlar. "Teşekkür ederiz Allahım!" diye bağırmışlar. "Bizi rahmetinden mahrum etmediğin için teşekkür ederiz." Dışarıya çıktıklarında kendilerini daha büyük bir sürpriz bekliyormuş. Düne kadar kuru dalları göğe uzanan meyve ağaçları yemyeşil yapraklarla bezeliymiş ve dallarında olgun meyveler asılıymış. Doyuncaya kadar yemişler ve birbirlerine ikram etmişler. Hatta şakalaşmışlar: "Elindeki elma ne kadar büyük ve güzel. Kaç paraya aldın onu bakayım?" Sonra da kahkahalarla gülmüşler ve şöyle demişler: "Dünyanın bütün paraları biraraya gelse, tek bir elmayı satın almaya güç yetiremez." Bu arada, daha önce yığdıkları parayı soracak olursanız, onlar çoktan yağmur suyu olup nehirlere karışıp gitmişler. Arkalarında sadece buruk bir ıslaklık kalmış.
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
DOĞUMDAN SONRA HAYAT VAR MI? Anne rahmine düşen ikiz kardeşler önceleri herşeyden habersizmiş. Haftalar birbirini izledikçe onlar da gelişmişler. Elleri, ayakları, iç organları oluşmaya başlamış. Bu arada, etraflarında olup biteni farketmeye başlamışlar. Bulundukları rahat, güvenli yeri tanıdıkça mutlulukları artmış. Birbirlerine hep aynı şeyi söylüyorlarmış: “Anne rahmine düşmemiz, burada yaşamamız ne harika değil mi? Hayat ne güzel şey be kardeşim!” Büyüdükçe, içinde yaşadıkları dünyayı keşfe koyulmuşlar. Öyle ya, hayatın kaynağı neymiş? İşte bunu araştırırken, karşılarına anneleriyle onları birbirine bağlayan kordon çıkmış. Bu kordon sayesinde, hiçbir zahmet çekmeden, güven içinde beslenip büyütüldüklerini tesbit etmişler. “Annemizin şefkati ne kadar büyük! Bize bu kordonla ihtiyacımız olan herşeyi gönderiyor.” Artık aylar birbiri ardınca geçiyor, ikizler hızla büyüyor, diğer bir deyişle “yolun sonu”na yaklaşıyormuş. Bu değişiklikleri hayretle gözlemlerken, bir gün gelip bu güzelim dünyayı terk edeceklerinin işaretlerini almaya başlamışlar. Dokuzuncu aya yaklaştıklarında, bu işaretleri daha kuvvetli hissetmeye başlamışlar. Durumdan telaşlanan ikizlerden birisi diğerine sormuş: “Neler oluyor? Bütün bunların anlamı nedir” Öteki daha sakin ve aklı başındaymış. Üstelik, bulundukları bu dünya çoğu zaman ona yetmiyor; duyguları daha geniş bir âlemi arzuluyormuş. O cevap vermiş: “Bütün bunlar, bu dünyada daha fazla kalamayacağız anlamına geliyor.” Ve eklemiş: “Buradaki hayatımızın sonuna yaklaşıyoruz.” “Ama ben gitmek istemiyorum” diye haykırmış kardeşi. “Hep burada kalmak istiyorum.” “Elimizden gelen birşey yok. Hem, belki doğumdan sonra hayat vardır.” “Bize hayat veren o kordon kesildikten sonra bu nasıl mümkün olabilir ki?” diye cevaplamış öteki. “Bize hayat veren kordon kesilirse nasıl hayatta kalabiliriz, söyler misin bana? Hem, bak bizden önce başkaları da buraya gelmiş ve sonra da gitmişler. Hiçbirisi geri gelmemiş ki bize doğumdan sonra hayat olduğunu söylesin. Hayır, bu herşeyin sonu olacak.” Bütün bunları söyledikten sonra eklemiş: “Hem, belki de anne diye birşey de yok!” “Olmak zorunda” diye itiraz etmiş kardeşi. “Buraya başka türlü nasıl gelmiş olabiliriz, nasıl hayatta kalabiliriz ki?” “Sen hiç annneni gördün mü?” diye üstelemiş öteki. “O belki de sadece zihinlerimizde var. Bir annemiz olduğu düşüncesi bizi rahatlattığı için onu belki de biz uydurduk.” Böylece, anne rahmindeki son günleri derin sorgulamalar ve tartışmalarla geçmiş. Sonunda doğum anı gelmiş çatmış. İkizler dün-yalarını terkettiklerinde gözlerini başka bir dünyaya açmışlar ve sevinçten ağlamaya başlamışlar. Çünkü gördükleri manzara hayallerinin bile ötesindeymiş. (Anthony de Mello’dan)
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
Bilge, dağlarda gezerken bir derenin içinde değerli bir taş buldu. Ertesi gün,aç bir gezginle karşılaştı. Yiyeceğini onunla paylaşmak için torbasını açınca, aç gezgin değerli taşı gördü ve onu kendisine vermesini istedi. Bilge tereddüt etmeden verdi. Gezgin ne kadar talihli olduğunu düşünerek sevinçle ayrıldı yanından. Bu taşın kendisini ömür boyu geçindirecek kadar değerli olduğunu biliyordu. Ancak birkaç gün sonra, taşı bilgeye getirdi ve şöyle dedi: ”kaç gündür düşünüyorum. Bu taşın ne kadar değerli olduğunu biliyorum, ama bana ondan daha değerli bir şey vermen ümidi ile onu sana geri veriyorum: Lütfen, bu taşı bana hiç düşünmeden vermeni sağlayan şey nedir, onu bana öğretir misin?”
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
Ön yargılı bir insansanız mutlaka okuyun Dr. Ruskin, Amerikan Tıp Birliği Dergisindeki makalesinde,(günümüzdeçok yaşandığı gibi) gülünç bir yanlış anlamanın insana nasıl tamamen farklı bir perspektif kazandıracağını anlatmaktadır.Oğrencilerine yaşlanmanın psikolojik belirtilerini öğreten Dr. Paul Ruskin onlara şu olayı okur: 'Hasta ne konuşuyor, ne de söylenenleri anlıyor. Bazen saatlerce anlaşılmaz şeyler geveliyor. Zaman, yer ya da kişi kavramı yok. Yalnız, nasıloluyorsa, kendi adı söylendiğinde tepki veriyor. Son altı aydır onun yanındayım, ne görünüşü için bir çaba sarf ediyor ne de bakım yapılırken yardımci oluyor. Onu hep başkaları besliyor, yıkıyor ve giydiriyor. Dişleri yok, yiyeceklerin püre halinde verilmesi gerekiyor. Gömleği salyalarından dolayı sürekli leke içinde. Yürümüyor. Uykusu sürekli düzensiz. Gece yarısı uyanıp çığlıklarıyla herkesi uyandırıyor. Çoğu zaman mutlu ve sevecen, fakat bazen ortada bir sebep yokken sinirleniyor. Biri gelip onu yatıştırana kadar da feryat figan bağırıyor.' Bu olayı okuduktan sonra, Ruskin öğrencilerine böyle birinin bakımını üstlenmek isteyip istemediklerini sorar. Öğrenciler bunu yapamayacaklarını söylerler. Ruskin, kendisinin bunu büyük bir zevkle yaptığını ve onların da yapması gerektiğini söyleyince öğrenciler şaşırırlar. Daha sonra Ruskin hastanın fotoğrafını dolaştırmaya başlar. Fotoğraftaki doktorun altı aylık kızıdır.