Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Shatin

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    434
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Shatin tarafından postalanan herşey

  1. sayın bilimselci öncelikle şunu belirtmek isterim ki eğer sizin dediğiniz gibi yapmış olsaydım konu başlığına tıklayan arkadaş önce bir link açmak zorunda kalacak sonra orada konuyu okuyacak ve tekrar buraya dönüp cevap yazma zahmetinde bulunacaktır. ikinci olarak bu konuyu buraya alıntı yapmamın sebebi; konuyu internette bir sayfada gördüm okudum ve ilgimi çekti. daha sonra bu konu hakkında bilgisi olan ve bunları paylaşmak isteyen insanlar olabileceğini düşündüm ve buraya taşıdım. forumun amacı insanların tartışıp konuşabileceği fikirlerini rahatça (belli ölçüler çerçevesinde) yazabileceği bir yer olması değil mi? ve ben ilgibi çeken bir konuyu buraya taşıdım ve diğer arkadaşların konuyla ilgili görüşlerini ve bilgilerini almak istedim. bu sizi neden rahatsız etti anlamadım ama rahatsızlık verdiğim için özür dilerim. Bu arada konuyla ilgili yazı yazmak isteyen arkadaşların görüş ve fikirlerini duymaktan mutluluk duyarım özellikle somut ve soyut deliller sunmaları beni çok daha sevindirecektir. sayın bilimselci son bir söz söylemek istiyorum sizin için bu konuya verilen cevaplaral belki tamamen belki de bir nebze olsa da bu konuda aydınlanmış olacağım ve bu benim için çok önemli hem böylece forumdan ve forumdaki arkadaşların bilgilerinden faydalanmış olacağım. bu sizin için bir sakınca içeriyorsa görüş ve fikirlerinizi yazmamakta özgürsünüz saygılar,
  2. gerçi orbiter uzay aracının çektiğ bilmem kaç bin tane resme tek tek baktıydım sırf bu yüzden ama o çizgiyi göremedim açıkcası kısmetse yarın o resmi koyarım buraya şimdilik kalın sağlıcakla
  3. Ayın tamamının gezilmemiş olması dedin de bi ara okudğum bir kaç yazıda yanlış hatırlamıyorsam rus uzay gemisi Lunar orbiter-4 (yanlış yazmış olabilirim)'ün çekmiş olduğu resimlerden bahsediliyordu. bu resimlerin birinde de ayın üzerinde bayağı düzgünce geçmiş bir yarık olduğu görülüyor. araştırmalar sonucunda da oluşumun iki yüzey parçasının ayrılıp daha sonra tekrar birleşmesi gibi çıkıntıların oluştuğundan bahsediyordu. tabi ne kadar doğru ne kadar yanlış bilemiyorum. çünkü çok fazla yerde doğruluğundan bahsedilmiyor. bu arada bu konuyla ilişkisi olan bir konuyu daha postalamıştım. onada bir baktından sonra yorum eklerseniz sevinirim.
  4. Sözcük olarak 'aciz bırakan, karşı konulmayan, benzeri yapılamayan, harika' anlamına gelen mucize; kavram olarak da: 'İnandırmak ve ikna etmek amacıyla, Allah'ın peygamberleri şahsında yaptırdığı, yarattığı, gösterdiği fiil' anlamına gelmektedir. Kur'an'da kelime olarak geçmeyen mucizeyi karşılama anlamında 'ayet, ayat, beyyine, delil ve delail' kelimeleri kullanılmıştır. Ayet: 'Belli olan bir alamet, bir şeyi ispat eden delil veya işaret' demektir. Mucizenin yaratıcısı/yapıcısı Allah'tır. Yani, mucize, Allah'a ait bir fiildir. Kur'an, elçi gönderilen toplumlardan ve o toplumların azgın, inkarcı ve ileri gelenlerinin elçilere karşı koymalarından ve Allah'ın da karşı koyanları ikna, elçinin de haktan olduğunu ortaya koyma amacına yönelik bir çok mucizeden söz etmektedir. Kur'an'da ismi geçen hemen hemen bütün peygamberler çeşitli mucizeler göstermiş, fakat yine Kur'an'ın bildirdiğine göre, gösterilen bu mucizeler bir yarar sağlamamış ve genellikle inkarcılar yok(helak) edilmişlerdir. Diğer peygamberlere yaptırdığı mucizelerden açık-seçik söz eden Allah, Hz. Muhammed(s)'e de mucize vermediğini aynı açıklıkla ifade etmektedir. Bu konuda, Kur'an'da bir çok ayet bulunmaktadır. Bu ayetleri aktarmadan önce bazı hususları belirtmekte yarar var: Hz. Muhammed(s)'in gösterdiği mucizeler olarak Kur'an'dan gösterilen bazı ayetlerin yanında -ki o ayetlere değineceğiz- yüzlerce hadis rivayet edilmektedir. Bu konudaki bütün hadisler uydurmadır. Ayetler de yanlış tevil edilmektedir. Allah, Rasulune mucize vermediğini bildirmiş olmasına rağmen; bunca yalanın uydurulmuş olması psikolojik tatmin ve Peygamberi yükseltme kompleksinden başka bir şey değildir. Diğer peygamberlerin göstermiş olduğu mucizelerden daha büyük ve sayı olarak da daha fazla mucizeyi peygambere mal ederek, onu diğer peygamberlerin önüne geçirme gayreti, insanları mucize uydurma yarışına sokmuştur. Oysa ki, mucizelerin peygamberlerin şahıslarında gerçekleşmiş olması, onların üstün oluşundan ve kendi güçlerinden kaynaklanan bir şey değildir. Yani mucize, peygamberlerin değil; Allah'ın eseridir: "And olsun Biz, senden önce de elçiler gönderdik. Onlardan kimini sana anlattık, kimini de anlatmadık. Hiçbir elçi, Allah'ın izni olmadan bir mucize getiremez. Allah'ın emri geldiği zaman hak yerine getirilir ve işte o zaman (Allah'ın ayetlerini) boşa çıkarmaya uğraşanlar, hüsrana uğrarlar."(Mü'min -78). Gerçek bu olunca da binlerce mucize de göstermiş olsa; bu peygamberlere bir şey kazandırmaz.. Rasulullah (sav)'de isterse hiç mucize göstermemiş olsun; isterse binlerce mucize göstermiş olsun bu onun değerini, büyüklüğünü ve üstünlüğünü ne artırır ne de azaltır. Çünkü: mucize göstermiş olsa bile, Mucizede onun -diğer resullerde olduğu gibi- bir katkısı yoktur. Zira, mucizenin kaynağı asla peygamberler değildir. Mucizeler peygamberlerin kendi yetenekleri ile gerçekleştirdikleri, kendi üstünlükleri ve güçlerinin eserleri olan şeyler değildir. Mucize: Ancak Allah'ın iradesi ve dilemesi ile insanın, eşyanın ve doğanın yapısında meydana gelen 'olağanüstü' değişikliklerdir. Burada, 'aracı' olmanın ötesinde peygamberlerin hiçbir rolü yoktur. Önemli olan araç değil, araca hükmeden güçtür. Bu bakımdan mucize, şahsında gerçekleşene bir üstünlük vermez. Çünkü, 'yaptıran olmazsa, aracının hiçbir şey yapmaya, gerçekleştirmeye gücü yetmeyecektir.' Peygamberlerin şahsında gerçekleşen mucizeler (ayetler), onların üstünlüklerini belirtmek için değil; yaratıcının gücünü insanın idrakine sunmak içindir. Mucizeler, sanki onları gösteren peygamberlerin eseriymiş; sanki onların şahsi özellikleriymiş gibi algılanarak; mucize sahibi peygamberler, mucizeleri ile yüceltilerek adeta bir destan kahramanı yapılmışlardır. Böyle olunca da peygamberler, getirdikleri mesajla değil; şahıslarında | gerçekleşen mucizelerle anılmakta ve aralarında üstünlük yarışına girişilmektedir. Her ümmet/toplum kendi peygamberini yaptığı mucizelerle öne çıkarmakta; onu diğer peygamberlere üstün göstermeyi de, yaptığı/gösterdiği mucizenin büyüklüğü ile sağlamaya çalışmaktadır. Şu gerçeği göz ardı eden zihniyete hatırlatmak gerekir ki: Müslüman olmak, peygamberlerin arasını açmadan, onları birbirinden ayırmadan hepsine iman etmeyi gerektirir, ilk peygamberden son peygambere kadar bütün elçiler peygemberimiz; gönderilmiş kitaplar da bizim kitabımızdır. Hepsinin Allah'ı birdir. Hepsi aynı mesajı(dini) insanlığa sunmakla görevlendirilmişlerdir. Hz. Muhammed(sav) bizim peygamberimiz olduğu gibi, İsa(as)'da, Musa(as)'da, İbrahim(as)'de, Nuh(as)'da bizim peygamberimizdir. Allah (Bakara-4)’de Müslümanlardan bütün kitaplara ve peygamberlere iman etmelerini istemektedir. Bu gerçeğe rağmen, Müslümanların Hz.Muhammed(s)'i üstün gösterme ve öne çıkarma yarışına katılmaları ve öne geçirmek için peygambere yapmadığı halde yüzlerce mucize(!) yaptırmaları, doğru sayılsa bile; bu mucizelerin, peygambere artı bir üstünlük sağlamayacağı gerçeğini değiştirmez. Çünkü, yukarıda da değindiğimiz gibi, mucizenin gerçek sahibi ve gerçekleştireni Allah'tır, "İnkarcılar: "Ona Rabbinden mucizeler indirilmesi gerekmez miydi?" derler. De ki: "Mucizeler ancak Rabbimin katındadır. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım." (Ankebut - 50) ve "De ki: Allah'ın dilemesi dışında ben kendime bir zarar verecek ve yarar sağlayacak durumda değilim. Her ümmetin bir süresi vardır. Onların süreleri dolduğu zaman, bir an bile onu geciktirmezler ve öne de alamazlar." (Yunus -49) ayetlerinde mucizenin kaynağı açıkça belirtilmektedir. Peygamberlerin kendiliklerinden birşey gerçekleştirmeleri söz konusu değildir. Onun için yapılan olağanüstü işler onların adına bir üstünlük sayılamaz. Üstünlük ve güç Allah'ındır. Ayrıca biraz olsun aklını kullanan için, başta insan olmak üzere, evrende ne varsa hepsi birer ayettir(mucizedir). Bunca ayetle yetinmeyen ve Kur'an gibi bir mucize elimizde iken, uydurulan yalanları İslam'a yamamak kime ne yarar sağlayacaktır? İnanmayan; mucizeyi gözü ile gördüğü halde ikna olmayan insan, anlatılan -geçmişe ait-şeylerle inanır mı? Elbette ki Rabb'imiz isteseydi, diğer nebilere verdiği gibi, Muhammed(sav)'e de mucize verirdi. Ancak vermemiştir; O'nun vermediğini, bizim vermeye gücümüz yetmediğine göre, geriye bir tek seçenek kalmaktadır: O da yalan uydurmak. Uydurulan bu yalanlara yaptığımız itirazlara,verilen cevaplarda alabildiğine çarpık bir imani yapının sergilenmekte olduğunu görmekteyiz. "Peygamber mucize göstermemiştir" sözüne karşılık: ne yani(!)"Allah'ın her şeye gücü yetiyor da buna mı yetmiyor?"; "Allah istese yapamaz mı?" denmektedir. Sanki onlara: 'Allah'ın gücü yetmiyor' diyen varmış gibi... Elbetteki itirazımız, Allah'ın yapıp yapamayacağına değil; itirazımız, Allah'ın böyle bir şeyi Hz.Muhammed(s)'e yaptırdığı inancınadır. Zira, Kur'an'da birçok ayette Allah, Hz. Muhammed(sav)'e mucize vermediğini açıkça bildirmektedir. Allah'a rağmen bizim: "Hayır, yapmıştır, göstermiştir" demeye hakkımız var mı? Kaldı ki, Kitab'ın bildirdiğine göre: Allah, hangi topluma mucize göstermişse, o toplumun gösterilen mucizeye rağmen inanmayanlarını genellikle helak etmiştir. Şayet, Hz. Muhammed'e de mucize verseydi, mucizeye rağmen inanmayanların sünnetullah gereği helak olması gerekirdi. Peygamberden mucize göstermesini isteyen müşriklere karşı, Allah'ın verdiği cevaplar, Rasulullah(s)'e mucize verilmediğini açıkça belirtmektedir. Şimdi Allah'ın;Peygamberimiz(sav)'e mucize vermediğini belirten ayetleri aktaralım: "Eğer onların yüz çevirmesi sana ağır geldiyse, haydi (yapabilirsen) yerin içine (inebileceğin) bir delik, ya da göğe (çıkabileceğin) bir merdiven ara ki onlara bir mucize getiresin! Allah dileseydi elbette onları hidayet üzerinde toplardı. O halde cahillerden olma!" (En'am - 35) "Hayır, dediler, (bu) karmakarışık hayallerdir; hayır onu uydurmuş; hayır o şairdir. (Eğer gerçekten peygamberse) öncekilerin (mucizelerle) gönderildikleri gibi o da bize bir mucize getirsin." (Enbiya - 5) "Bundan önce helak ettiğimiz hiçbir kent(halkı) inanmamıştı, şimdi bunlar mı inanacaklar?" (Enbiya - 5,6) "İnkar edenler, "Rabbinden Muhammed'e bir mucize indirilmeli değil miydi?" derler. Sen ancak bir uyarıcısın ve her toplumun bir yol göstereni vardır." (Ra'd - 7) "İnkar edenler, "Rabbinden Muhammed'e bir mucize indirilmeli değil miydi?" derler. De ki: "Doğrusu, Allah, dileyeni saptırır, kendisine yöneleni doğru yola iletir." (Ra'd - 27) "Muhammed'e, Rabbinden bir mucize indirilmeli değil mi?" diyorlar. De ki: "Görünmeyen ancak Allah'a aittir, bekleyin, doğrusu, ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim." (Yunus - 20) "İnkarcılar: "Ona Rabbinden mucizeler indirilmesi gerekmez miydi?" derler. De ki: "Mucizeler ancak Rabbimin katındadır. Doğrusu ben, sadece apaçık bir uyarıcıyım." (Ankebut - 50) "Eğer kendisi ile dağların yürütüldüğü, yahut arzın parçalandığı, yahut ölülerin konuşturulduğu bir Kur'an olsaydı!... Hayır bütün işler Allah'a aittir, insanlar hala anlamadılar mı ki, Allah dileseydi, bütün insanları doğru yola iletirdi? Yaptıkları işler yüzünden inkar edenlerin başlarına ani bela(lar) gelmeye devam edecek, yahut yurtlarının yakınına konacak (yahut sen onların yurtlarının yakınına konacaksın), Allah'ın vaadi gelinceye kadar bu böyle sürüp gidecektir. Allah sözünden caymaz." (Ra'd - 31). "Mucizeler göndermekten bizi alıkoyan husus, öncekilerin onları yalanlamış olmasıdır. Semudlulara, gözle görülebilen bir dişi deve vermiştik de ona zulmetmişlerdi. Oysa, Biz mucizeleri yalnız korkutmak için göndeririz."(İsra -59) Yukarıdaki ayetler, Rasulullah (sav)'dan mucize rivayet edenleri yalancı çıkarmaktadır. Kuşkusuz mucizelerle ilgili haberlerin dayandırıldığı sahabeleri bu nitelemeden tenzih ederiz. Onların bu işle hiçbir biçimde ilgileri yoktur. Ne var ki yapılan rivayetlerin bir yerlere dayandırılması gerekmektedir. Bu nedenden dolayı, başta Rasulullah olmak üzere, birçok sahabe adına yalanlar uydurulmuştur, işin ilginç yanı, temel kaynak olarak kabul edilen İslami eserlerde bu konu kabul görmüş ve pekiştirilmesi konusunda bir çok izahlar yapılmıştır. Haber baştan doğru kabul edilince, onu sağlamlaştırmak ta Müslüman alimlere düşmüştür. Mucizenin olduğuna dair uydurulan rivayetlerin, Kur'an'la sağlamasının yapılmamış olması, iyi niyetli birçok kimseyi yanılgıya düşürmüştür, işin başında uydurulan yalan, fark edilmediğinden -iyi niyet yüzünden-, sonra gelenler tarafından da kabul görmüş ve inancımızda tartışmasız bir şekilde yer etmiştir. Ancak Müslümanların yeniden Kur'an'a yönelmeleri ve onu birinci kaynak olarak almaları, inancımızda yer etmiş yanlışların ortaya çıkmasını sağlamıştır. Din yeniden kaynağıyla buluşmuş, bid'at ve hurafelerden arındırılmaya başlanmıştır. Rasulullah'ın mucizelerine(!) Kur'an'dan delil olarak gösterilen ayetler, mucizenin olduğunu baştan kabul eden zihniyetin ayetleri yanlış tevil etmesinden başka birşey değildir. Özellikle, Kamer Suresi'nin l. ve 2. ayeti (ayın yarılması olayı), İsra Suresi'nin l. ayeti (Gece yürüyüşü/Mi'rac hadisesi), Necm Suresi'nin 7. ayetinden 20.ayetine kadarki ayetler (Peygamberin Sidretü-l Münteha'da Allah ile buluşması), İnşirah suresinin l. ayeti ( Peygamberin göğsünün yarılması olayı) Peygamberin mucizeleri olarak gösterilmektedir. Bu ayetlerle ifade edilmek istenen gerçeğin şu şekilde olduğuna inanıyoruz: Ayın yarılması: Kamer - 1. ve 2. ayetleri: "O saat yaklaştı, ay yarıldı. Bir mucize görecek olsalar yüz çevirirler ve süregelen bir büyüdür" derler. Benzeri birçok ayette olduğu gibi bu ayetlerde de kıyametin kopacağı(koptuğu) zaman olacak olan olaylardan birini anlatmaktadır. Kıyametin kopması ile ilgili ayetlere bakıldığında da görülecektir ki: Bir çok olay, ya olmuş gibi veya olmaktaymış gibi anlatılmaktadır. Yani, gelecekte olacak birçok şey sanki olmuş gibi geçmiş zaman kipiyle veya şimdi oluyormuş gibi canlı ve kesin bir ifade kullanılarak verilmektedir. Özellikle, cennet ve cehennem sahneleri şu anda oluyormuş, gerçekleşiyormuş gibi anlatılmaktadır. Oysa biliyoruz ki, cennet ve cehennemle ilgili olacak olanlar kıyamet koptuktan sonra gerçekleşecektir. Bu da gösteriyor ki, bu Kur'an'ın sık sık kullandığı bir anlatım yöntemidir. Bu ayet, kıyamet kopacağı zaman gerçekleşecek olan 'ayın yarılması' olayından söz etmektedir. Buna başka anlam vermek mümkün değildir. Zaten rivayetlerdeki çelişkiler de rivayetlerin ne denli gerçekten uzak olduklarını göstermektedir. Olayın oluş biçimi, oluş zamanı, tanıkları ve olayla ilgili verilen bilgiler incelendiğinde; rivayetlerin gerçeği yansıtmadığı gün gibi ortaya çıkmaktadır. Ayette, "saat yaklaştı, ay yarıldı" denmektedir. Yaklaşan şey kıyamettir. Saat kıyamete işarettir. Böyle olunca, ayet, ayın yarılma hadisesini kıyametin kopacağı zamanda olacak bir olay olarak belirtmektedir. Yoksa, ayın yarılmasını, saatin (kıyametin) yaklaşmasına bağlanmazdı. Olayı rivayet edenlerin olayın oluş tarihinde ya doğmamış veya henüz çocuk yaşta oldukları ve ravilerden yalnızca bir-iki kişinin olgun yaşta olduğu ve Peygamberin çok yakınında yer alanlardan hiç kimsenin olaya tanık olmayışı da dikkate alınırsa, bu konudaki haberlere ne denli güvenilmesi gerektiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu konudaki birçok rivayet, olayın bir anda olup bittiğinden; ayın iki parçaya ayrıldığından ve parçalarından birisinin dağın bir tarafına, diğerinin de diğer tarafına indiğinden söz etmektedir. Bu rivayetler akla şu soruları getirmektedir: Mucize bir gerçeği ortaya koymak için yapılmaktadır; Kur'an'ın değindiği bütün mucizelerde bu 'işin şartı' olarak ifade edilmektedir. Ve mucize gösterileceği zaman bu açıktan ilan edilmekte ve inkarcıların görecekleri ve tanık olacakları şekilde ortaya konmaktadır. Çünkü, mucizenin gerçek muhatabı müşrikler ve kafirlerdir. Ve Kur'an'da meydana gelmiş mucizeler açıkça yer almakta ve neticeleri ilan edilmiş olmasına rağmen bu mucizeye(!) hiçbir açıklık getirilmemektedir. Ayın yarılarak ikiye ayrılması ve her bir parçasının dağın ayrı ayrı yanlarına inmesi ise işin ravilerce gözden kaçırdıkları başka bir yanlışları. Öyle ya, ay her ne kadar gökyüzünde küçük bir parça olarak görülüyorsa da şu bilinen bir gerçektir ki; her bir parçasının değil dağın bir yanına sığması, bütün bir Arap Yarımadasına sığması bile mümkün değildir. Çünkü ay, dünyanın dörtte biri büyüklüğündedir. Ne var ki anlaşılan, o günün şartlarında ayın gerçek büyüklüğünü bilmeyen raviler (daha doğrusu olayı o raviler adına uyduranlar) böyle bir yanlışa düşmüşlerdir. Mucizenin amacına ulaşması için yeterli bir süreyi kapsaması gerekirken, olayın göz açıp kapayıncaya kadar bir sürede olduğunun rivayet edilmesi, yapılan rivayetin bir anlam taşımadığını ve gerçeği yansıtmadığını ortaya koymaktadır. Göğsün Açılması/Kalbin Yarılması Göğsün açılması ile ilgili rivayet özetle şöyledir: Peygamberimizin dört kez göğsü açılarak kalbi temizlenmiştir. Bunlardan, birincisi, henüz çocukken sütannesi Halime'nin yanında, ikincisi on yaşlarında çölde üçüncüsü Hira mağarasında ilk vahiy geldiğinde, dördüncüsü de Miraç esnasında meydana gelmiştir. Kütüb-i Sitte ve diğer islam kaynaklarında bu konuda birbirinden farklı ve çoğu yerde de birbiriyle çelişen birçok rivayet bulunmaktadır. Ortak olan anlatıma göre, beyaz elbiseli görevliler peygamberi yere yatırıyor, göğsünü açıyor, kalbini dışarı çıkarıp altın kaptaki zemzem suyu ile yıkayıp kalbinin üzerinde bulunan kan pıhtısını da attıktan sonra işlemi tamamlıyorlar. Ve bu işlem yukarıda da değindiğimiz gibi ayrı ayrı zamanlarda ve yerlerde dört kez tekrar edilmiştir. Bu rivayetler ayrıca,"Ey Muhammed ! Senin göğsünü genişletmedik mi? (İnşirah -1) ayeti ile desteklenmiştir. Ayetle de desteklendiği için kesin olmuş bir hadiseymiş gibi Müslümanların düşüncesine yerleşen bu uydurma göğüsün yarılması olayının kritiğini yaptığımızda, gerçekle hiçbir ilgisi olmadığı açıkça görülmektedir. Hadis rivayetleri üzerinde durmaya değer görmüyoruz. Zira uydurma oldukları, olayın hikaye edilişinden de anlaşılmaktadır. Sanki, Allah elçi seçeceği kulu bilmiyormuş gibi temiz kalpli birini yaratacağı veya seçeceği yerde; elçi seçmeye karar verdiği kimsenin kalbini temizleme gereği duymuştur. Ayrıca temiz olması gereken -her canlıda bulunan- bir et parçası olarak düşünülmesi de olayın nasıl bilinçsiz bir temele oturtulduğunu göstermektedir. Neden bir kez değil de dört kez kalp ameliyatı yapıldığı da işin başka bir gülünç yanı. Bu ameliyata neden ihtiyaç duyulduğu da ayrı bir sorun. Dini, 'efsaneler ve kıssalar dini' haline sokanlar uydurdukları bu yalanla, bütün bir islam alemini kandırmış olmaları, Müslümanım diyenlerin islam'dan ve onun Kitab'ı Kur'an'dan ne kadar uzak olduklarını göstermektedir. Bu, 'hurafeci ve kıssacı' çarpık zihniyet, Hz.Muhammed(sav) için "bütün bir alem onun hatırı için yaratılmıştır" diyen zihniyettir. Bütün evrenin kendisi için yaratıldığı bir kimseyi, ameliyatla 'kalbini' temizlenmesi gereken bir kişi konumuna düşürmek, bu zihniyetin ne kadar gerçek dışı, basit ve dayanaksız olduğunu ortaya koymaktadır. Bu gibi yanlış, yalan ve uydurma rivayetlerin inancımızda yer etmesi Kur'an'dan uzak kalmamız yüzündendir. Göğsün açılması deyiminin geçtiği diğer bazı ayetlere baktığımızda ne anlama geldiğini gayet net bir biçimde görmekteyiz. Örneğin: "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun göğsünü İslam'a açar..."(En'am - 125) ayetini ele alalım. Şimdi bu ayete, "Allah kimi doğru yola iletmek isterse, göğsünü meleklerine açtırarak kalbini zemzemle temizler" şeklinde anlam vermek mümkün mü? Veya, "Allah'ın göğsünü İslam'a açtığı kimse, Rabb'inden bir nur üzerinde değil midir?" (Zümer -22) ayetindeki "göğsün İslam'a açılması" deyimine; 'göğsün yarılması(ameliyat edilmesi) anlamını vermek doğru olabilir mi? Keza, "İnandıktan sonra , Allah'a nankörlük eden, kalbi imanla yatışmış olduğu halde(inkara) zorlanan değil, fakat küfre göğüs açan, (küfürle sevinç duyan) kimselere Allah'tan bir gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır." (Nahl - 106); ayetindeki "kalbin küfre açılması"nı, Allah'ın, nankörlük, eden kimselerin göğüslerini meleklere yardırarak (ameliyatla), onları kafir yaptığı anlamını çıkarmak mümkün mü? Bu bütün küfredenlerin ameliyatla kafir yapıldıkları anlamına gelmez mi? Gerek bu ayetler ve gerek " (Musa) dedi ki: "Rabb'im benim göğsümü aç (risalet görevini yüklenebilmem için yüreğimi genişlet.)" (Taha - 25) ayetinde, göğsün açılmasının ne anlama geldiği açıkça ifade edilmektedir. "Göğsünü açmadık mı" ayetini, bu ayetlerin ışığında değerlendirdiğimiz zaman görmekteyiz ki: 'Göğsün açılması' asla ameliyat edilme anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bu konudaki rivayetlerin uydurma oldukları da kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Zaten, İnşirah suresinden bir önce inen "Duha" suresi ile bu ayetin devamı olan diğer ayetlere bakıldığında, göğsün yarılması(açılması) olayının ne anlama geldiği açıkça görülmektedir. 'Duha' suresinde, Allah, peygamberin giriştiği çetin mücadelede; karşılaştığı zorluklar, bitmez tükenmez saldırılar ve yaptığı davetin cevapsız kalması yüzünden, oldukça zor durumda kalmasından dolayı ona 'moral destek' vererek , yalnız ve sahipsiz olmadığını ve "sonunun iyi olacağını bildirerek, bıkmadan usanmadan yoluna devam etmesini istemektedir. Ayrıca, "seni yetim bulup, barındırmadı mı?, şaşırmış bulup yola iletmedi mi?, fakir bulup zengin etmedi mi?" ayetleri ile de kendisine daha önce verilen nimetler hatırlatılarak; bu sahiplenmenin devam edeceği belirtilmektedir. "Göğsün açılması" da, 'bir destek ve yardım anlamında' bu nimetlerin arasında nimetlerden bir nimet olarak yer almaktadır. Bununla; bunalan, çaresizlik içinde kıvranan Rasulüne; sana düşen sadece uyarmaktır, onların iman etmeyişlerini kendine dert etme, gönlünü ferah tut, canını sıkma; kendini harap ederek bir yere varamazsın; 'hesap görücü olarak' onları bana bırak" denmektedir. Bu mesaj, Rasulullah'ı rahatlatarak 'göğsünün açılmasını' sağlamıştır. Demek ki, "göğsün açılması" ayeti : Sıkıntılara ve zorluklara karşı yılgınlığa düşmemek; ümitsizliğe kapılmamak, morali bozmamak anlamına gelmektedir. Gerçekten de müşrik ve kafirlerin amansız saldırıları, her sahada boykota gitmeleri, iftira kampanyaları açmaları, alay etmeleri ve hakaretleri karşısında Allah Rasulü çok güç durumda kalmış ve bu durumun verdiği sıkıntıdan göğsü alabildiğine daralmıştı. Allah'ta ondaki umutsuzluk ve çaresizlik 'hissini' "göğsünü açarak" gidermiştir. Her türlü zorluğa katlanma ve dayanma gücünü 'kendisinde bulma duygusunu' Rasulüne aşılayan Allah; bunu "göğsünü açmak" olarak tanımlamıştır. Evet, göğsün açılmasının gerçek anlamı budur; yoksa ameliyat edilerek, kalbinin zemzem suyu ile yıkanması değil. Göğsün açılması deyimini kendimize uyarlayarak açıklamaya çalışalım; örneğin,çok değerli bir eşyanızı yitirdiniz. Bu sizde sıkıntıya neden olmaz mı? Ve bu sıkıntıdan dolayı göğsünüz daralıp canınız sıkılmaz mı? Şayet yitirdiğinizi bulursanız bunun sizde meydana getirdiği rahatlamaya karşılık, "oh be göğsüm açıldı, rahatladım" demez misiniz? Veya birine borcunuz var. Ödeme günü geldi ve ödeyecek paranız da yok. Çaresiz, 'canınız sıkkın ve dünyanız kararmış' bir durumdasınız. Şaşkın ve ne yapacağınızı bilememenin verdiği sıkıntısından göğsünüz daralmış bir haldesiniz, işte böyle bir durumda hiç ummadığınız bir arkadaşınızla karşılaşıyor ve o size borcunuzu ödeyecek miktarda para yardımında bulunuyor. Bu yardım sizdeki sıkıntıyı sona erdiriyor ve bunun verdiği rahatlamayı arkadaşınıza: "Allah razı olsun; göğsüm bayağı daralmıştı, sanki canım çıkacak gibiydi; yardımınla ferahladım, adeta dünyalar benim oldu". Şeklinde veya diğer bir deyimle "oh be dünya varmış, göğsüm açıldı" demez misiniz? İşte Allah'ın Peygamber(sav)"göğüs açması" da bu anlamdadır. .... Miraç Mucizesi Hadis ve tarih kitaplarında anlatılan ve geleneksel kültürümüzde yer etmiş şekli ile miraç; Hz. Muhammed(sav)'in göğe yükselip, huzura kabul edilerek Allah'la bizzat görüştüğü sanılan olayın adıdır. Bu görüşmenin şöyle gerçekleştiğine inanılmaktadır: Hicretten bir yıl ya da on yedi ay önce, Recep ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşen miraç olayının iki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz.Peygamber, Mescidü'l -Haram'dan Beytü'l- Makdis'e(Kudüs) götürülür. Kur'an gece yürüyüşü anlamına gelen bu aşamayı İsra suresinin birinci ayetinde şu şekilde anlatmaktadır: "Eksiklikten uzaktır O(Allah) ki geceleyin kulunu Mescid-i Haram'dan çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüttü, ona ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye.(böyle yaptık). Gerçekten O, işiten, görendir." İkinci aşama ise Hz.Muhammed (sav)'in Beytü'l Makdis'ten (Mescid-i Aksa) Allah'a yükselişi oluşturur. Kur'an'da anılmayan ve Miraç denilen bu olay çok sayıda hadisle(!) ayrıntılı biçimde anlatılır. Hadislerde verilen bilgilerin hepsini buraya almaya gerek görmediğimizden konuyu özetlemeye çalışacağız. İsteyen daha detaylı bilgi için hadis kitaplarının konu ile ilgili bölümlerine bakabilir. Buna göre Miraç olayı özetle şöyle gerçekleşmiştir: Peygamber, Kabe'de uykuda olduğu bir sırda Cebrail gelip göğsünü yarıyor, kalbini zemzem ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet dolduruyor. Burak adlı bir binekle Mescid-i Aksaya götürüyor. Burada diğer peygamberler tarafından karşılanan Hz.Muhammed(sav), onlara imamlık yaparak namaz kıldırıyor. Daha sonra yanında Cebrail olduğu halde göğe doğru yükselmeye başlıyorlar. Göğün birinci katında Hz.Adem(as), ikinci katında Hz. İsa(as)ve Hz.Yahya (as) üçüncü katında Hz.Yusuf(as), dördüncü katında Hz.İdris(as), beşinci katında Hz.Harun(as), altıncı katında Hz.Musa(as), yedinci katında Hz. İbrahim(as) ile görüşüyor. Cebrail ile birlikte süren bu yükseliş Sidretü'l Münteha'ya kadar devam ediyor. Cebrail; "Buradan öteye geçecek olursam yanarım" diyerek orada kalıyor. Hz.Peygamber(sav) Refref adlı bir binekle yükselişini sürdürerek Allah'ın huzuruna varıyor. Bu yükseliş sırasında kendisine cennet ve cehennem gösteriliyor, ümmetinden Allah'a şirk koşmamış olanın cennete gireceği müjdesi veriliyor önce elli vakit namaz farz kılınıyor; Allah'la yapılan pazarlık neticesinde elli vakit namaz beş vakte indiriliyor. Allah'la görüşmeyi tamamlayan Hz.Muhammed(sav), dönüşte Musa (as)'a uğruyor. Musa: "Ne ile emrolundun?" diye soruyor. Hz.Muhammed(sav): "Elli vakit namaz" diye cevap veriyor. Bunun üzerine Musa (as): "Hergün elli vakit namaz çok fazla, buna ümmetinin gücü yetmez. Rabb'ine söyle bunu azaltsın" diyor. Hz.Muhammed(sav)'de yeniden Allah'a giderek vakit sayısını azaltmasını istiyor, Allah'ta on vakit azaltıyor. Peygamber dönüşte yeniden Hz.Musa(as)'a uğruyor. Hz.Musa "bu kadarı da çok, git Allah'tan biraz daha azaltmasını iste" diyor. Hz.Musa(as)'ın bu uyarıları ile namaz beş vakte indirilinceye dek Hz.Muhammed(sav)'ın Allah'la görüşmeye gidip gelişi devam ediyor. Peygamber, namaz beş vakte indirildikten sonra yeniden Hz.Musa'ya uğruyor. Musa bu beş vaktin de çok olduğunu, ümmetin bunu da yerine getiremeyeceği uyarısında bulunarak yeniden Allah'a dönmesini ve biraz daha azaltmasını istemesini söylüyor. Ancak bu kez Hz. Peygamber artık isteyecek yüzünün kalmadığını belirterek beş vakte razı olduğunu söylüyor. Ve miraç olayı böylece tamamlanmış oluyor. Olayın birinci aşaması ayetle sabittir. Bu konuda hiç kimsenin bir itirazı olamaz. Bizim itirazımız olayın ikinci aşamasıyla, yani miraç kısmı ile ilgilidir. Allah, bir kısım ayetlerini göstermek amacıyla kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, Mescid-i Aksa'ya yürüttüğünü söylemektedir. Kur'an bu ayetlerin/belgelerin neler olduğu konusunda herhangi bir bilgi vermemektedir. Bu tamamen gaybi bir konu olup, Kur'an bu konuda başka hiçbir şeyden söz etmemektedir. Şimdi Miraç hadisesinin neden uydurma olduğunu izah etmeye çalışalım. Muhaddisinden siyercisine, aliminden cahiline varıncaya kadar, İslam toplumunun büyük bir çoğunluğunca gerçekliği kabul edilen miraç olayı, Kur'an'ın dışında başka kaynaklara dayandırılan bir olaydır. Ve olay tamamen uydurmadır. Aslında olayı nakleden hadisler üzerinde düşünüldüğünde, olayın uydurma olduğu kendiliğinden anlaşılmaktadır. Ancak hadislerdeki çelişkilere değinmeden önce, olayı Kur'an açısından değerlendirmeye çalışalım: 1 - Konunun başında da izah etmeye çalıştığımız gibi Kur'an, Hz.Muhammed'e mucize verilmediğini söylemektedir. 2 - Kur'an, gece yürüyüşünün nasıllığı hakkında hiçbir ipucu vermemektedir. Eğer olayın mucize yönü bulunsaydı açık olması gerekirdi. Zira mucizenin açık ve anlaşılır olması şarttır. Oysa olay tamamen peygamberin şahsında gerçekleşmiş bir olay olup mahiyeti bilinmemektedir. 3 - Namazın ilk kez Hz.Muhammed ve ümmetine farz kılınan bir ibadet olmayıp, daha önceki ümmetlere de farz kılınan bir ibadet olduğu Kur'an'da açıkça belirtilmektedir. "Kitap'ta İsmail'i de an. Çünkü o sözünde duran, elçi bir peygamberdi. Halkına namaz kılmayı, zekat vermeyi emrederdi..." (Meryem -54,55) 4 - Kur'an'da namazla ilgili onlarca ayet bulunmaktadır. Bu ayetlerde namazın vakitleri, şartları ve önemi vurgulanmaktadır. Söz konusu ayetler değişik zaman aralıklarında vahyedilmiş olup, her biri başta namazın rükünleri ve vakitleri olmak üzere birçok değişik boyutunu anlatmaktadır. Şayet namaz Miraçla belirlenmiş olsaydı ayrıca Kur'an'da bu kadar değişik şekilde anlatılmazdı. Özellikle vakitleri bildiren ayetlere bakıldığında her bir vaktin değişik bir ayetle belirtildiği görülmektedir. Miraç hadisesinde namazın vakitleri belirlenseydi Kur'an'ın değişik yerlerinde vakitler konusu tekrar tekrar işlenmezdi. 5 - İsra suresinden önce inen surelerde de hatta ilk indiği konusunda ittifak bulunan sure olan Alak suresinin onuncu ayetinde de namazdan söz edilmektedir. "Gördün mü şu men edeni. Namaz kılarken bir kulu(namazdan)? (Alak -9,10); "Rabb'inin adını anıp namaz kılan."(Ala - 15). Oysa ki miraç olayının vahyin on ikinci yılında olduğu iddia edilmektedir. İlk inen Vahiy ile İsra suresinin indiği zaman aralığında birçok ayette namazdan detaylı bir şekilde söz edilmektedir. Yani namaz Miraç hadisesinden çok önce farz kılınmış bir ibadettir. 6 - Allah'a mekan izafe edilemez. Oysa ki, Peygamber'in yolculuk güzergahı ve sonu bir mekanda noktalanmaktadır. Bu olgu Kur'an'a ters düşmektedir. Rivayet edilen hadislere gelince: l - Günün 24 saat olduğunu bilen Allah, nasıl olur da 50 vakit namazı farz kılar? Uyku için 7-8 saati çıktıktan sonra; 50 vakit namaz geriye kalan 16 saate bölünecek olunursa, yaklaşık her 15 dakikada bir namaz kılınması gerekir. Böyle bir hayatı yaşamak nasıl mümkün olabilir? Mümkün değil diyorsak, mümkün olmayan birşeyi Allah'ın kullarından isteyebileceğini nasıl düşünebiliriz? 2 - Nasıl bir Allah ki, kullarının gücünün neye yetip yetmeyeceğini hesaplamadan 50 vakit namazı farz kılıyor? Ve kendisi ile yapılan pazarlık sonucu bunu beş vakte düşürüyor? Ne dediğini ve ne istediğini bilmeyen ve kulu ile pazarlık eden bir Allah düşünülebilinilir mi? 3 - Hz.Musa ile karşılaşma işi olmasa, bu azaltma işlemi de olmayacaktı. Olayı aktaran hadislere bakılırsa Hz.Musa oldukça akıllı, Peygamberimiz de akılsız bir konuma düşürülmektedir. Demek ki Hz.Musa (dikkat edin, diğer peygamberler değil. Çünkü olay israiliyat olduğu için, Hz.Musa da İsrail oğulları'na gönderilen bir peygamber olduğundan olay onun adına uydurulmuştur. Ve bu olayla Hz.Musa, Peygamberimizden daha akıllı ve üstün gösterilmek istenmektedir) olmasaydı deyim yerinde ise "biz happı yutmuş" olacaktık, iyi ki Hz.Musa peygamberimize akıl vermiş(!). Öyle ki; Hz.Musa, Allah'ın ve Hz.Muhammed(sav)'in düşünemediği şeyi düşünmüş(!). Bu anlayış, Allah'ı ve Rasulünü alay konusu ettiğinin farkında olmayacak kadar kör bir anlayış değil mi? 4 - Namaz Miraçla farz kılındıysa daha miraca çıkılmazdan evvel Hz.Muhammed'in diğer peygamberlere imamlık ederek, namaz kıldırmış olduğunun ayni metinlerde anlatılması büyük bir çelişki değil midir? 5 - Elli vakitten beş vakite düşürülünceye kadar Allah'la pazarlık yapılmasının ve bunun ilk gidişte bitirilemeyip, pazarlığın birkaç kez yapıldıktan sonra neticelenmesini izah etmek mümkün mü? Gerek Kur'an'dan, gerek bu konuda rivayet edilen hadislerdeki tutarsızlıktan yola çıkarak konuyu izah etmeye çalıştık. Kuşkusuz daha birçok şey söylemek mümkün. Ancak biz konunun anlaşıldığına inanıyor konuyu burada bitiriyoruz. Alıntıdır...
  5. Giriş İnşikak-ı kamer (ayın yarılması), Hz. Peygamber’in (s.a.s.) hayatında meydana gelen önemli olaylardan biridir. Tefsir, hadîs ve kelâm âlimlerinin çoğunluğu, ilgili âyet ve hadîslere dayanarak inşikâk-ı kamerin gerçekleştiğini kabul etmişlerdir. Birçok konuda olduğu gibi, bu hususta da farklı kanaate sahip olanlar ve böyle bir hâdisenin meydana gelmediğini iddia edenler bulunmaktadır. Biz, bu çalışmamızda konuyu dört bölümde ele alacağız: 1. Konuyla İlgili Nasslar; 2. İnşikâk-ı Kameri Kabul Edenler ve Delilleri; 3. İnşikâk-ı Kameri Kabul Etmeyenler ve İddiaları; 4. Sonuç ve Değerlendirme; 1. Konuyla İlgili Nasslar İnşikak-kamerle ilgili rivâyetler, başta Buhârî, Müslim ve Tirmizî olmak üzere Ahmed b. Hanbel, Abdurrezzak es-San’ânî, Ebû Dâvûd et-Tayâlisî, Abd b. Humeyd, Ebû Ya’lâ, Taberânî, Hâkim en-Neysabûrî, Ebû Nuaym ve Beyhakî gibi muhaddislerin eserlerinde yer almıştır. Bu konudaki hadîsler sahabeden Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Abbas, Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ömer, Cübeyr b. Mut’îm, Huzeyfe b. el-Yemân tarafından rivâyet edilmiştir. Abdullah b. Mes’ûd Rivâyeti İnşikak-ı kameri nakleden sahâbîlerden sadece Abdullah b. Mes’ûd, olaya şahit olduğunu açıkça ifade etmiştir.1 Bundan dolayı İbn Mes’ûd en önemli râvî konumundadır. Buhârî ve Müslim gibi muhaddisler de öncelikle onun rivâyetlerine yer vermişlerdir. a. “Resûlullâh (s.a.s.) devrinde ay iki parçaya ayrıldı; bir parçası dağın üstünde, diğer parçası da öbür tarafında idi. Resûlullâh (s.a.s.), “Şâhid olun” buyurdu”.2 b. “Resûlullah (s.a.s.) devrinde ay yarıldı. Kureyşliler: ‘Bu, Ebû Kebşe’nin oğlunun büyüsüdür’ dediler. Bazıları: ‘Diğer beldelerden gelen yolcuları bekleyin. Muhammed, bütün insanlara büyü yapacak değil ya,’ dediler. Gelenler oldu, sordular; onlar da ayın yarıldığını gördüklerini söylediler” (Tayalisî, 38; Ebu Nuaym, 2:281; Beyhakî, 2:266-267). Semerkandî’nin nakline göre bu sihir fikrini ortaya atan Ebû Cehil’dir. Etraftan gelenler olayı doğrulayınca, “Bu, devam eden bir sihirdir” dediler (Semerkandî, 3:297). İbn Mes’ûd’dan gelen başka bir rivâyette bu hadisenin üzerine, “Saat yaklaştı ve ay yarıldı” (Kamer, 54/1) âyetinin nâzil olduğu ifâde edilmektedir.3 Cübeyr b. Mut’im’den gelen rivâyet de bu ikincisiyle aynı çerçevededir. Ona ayrıca yer vermeyeceğiz.4 Abdullah b. Abbas Rivâyeti Abdullah b. Abbas’tan gelen birkaç rivâyet varsa da bunlardan biri sahîh, diğerleri zayıftır. Sahîh olan: “Resûlullâh (s.a.s.) zamanında ay ikiye bölündü” şeklindeki rivâyettir.5 Hâdisenin detaylarına dair bilgi ihtiva eden bir rivâyetle,6 ayın yarıldığını değil de tutulduğunu belirten rivâyet7 zayıftır. Enes b. Mâlik Rivâyeti “Mekke halkı, Resûlullah’ın kendilerine bir mu’cize göstermesini istediler. Hz.Peygamber onlara ayın iki parçaya ayrılmasını gösterdi.8 Ayın iki parçasını Hira dağınının iki yanında gördüler.9 Bunun üzerine ‘Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı. Bir mu’cize gördükleri zaman yüz çevirirler ve bu devam eden bir sihirdir, derler’ âyetleri indi.10 Enes ibn Malik’ten gelen bazı rivâyetlerde yarılmanın iki defa gerçekleştiğini ifade için “merrateyn” ‘iki defa) lafzı geçmekte ise de,11 hadîs şârihleri bunun “firkateyn” (iki parça) anlamında olduğunu belirtmişlerdir (İ. Hacer, 7:222; Mübarekfurî, 9:174). Abdullah b. Ömer Rivâyeti “Resûlullâh (s.a.s.) devrinde ay iki parçaya ayrıldı; bir parçasını dağ örttü, diğer parçası da dağın üstünde idi. Resûlullâh (s.a.s.) “Şâhid olun” buyurdu.”12 Huzeyfe ibn el-Yemân Rivâyeti Taberî, Ebû Nuaym, İbn Abdilber ve Abdurrezzak, Abdurrahman es-Sülemî’den şunu nakletmektedirler: “Medâin’e indik. Kente bir fersah mesafe kaldığı anda Cum’a vakti girdi. Babam ve ben namaz kılmaya gittik. Huzeyfe hutbe okudu ve hutbede şunları söyledi: “İyi biliniz ki Allah, ‘Kıyâmet yaklaştı ve ay yarıldı’ buyuruyor. İyi biliniz ki kıyâmet yaklaşmış ve ay yarılmıştır. Dikkat edin, bugün hazırlık, yarın koşu günüdür. Yarışı kazanan Cennet’e ulaşacak, kaybeden de Cehennem’e. Babama dedim ki: ‘Yarın insanlar yarışacak mı’? Dedi ki: ‘Evladım, sen bilmiyorsun, bu yarış amel yarışıdır’.” (Abdürrezzak, 3:193-194; Ebu Nuaym, 1:280-281). Değerlendirme Görüldüğü gibi, inşikâk-ı kamerle ilgili çok sayıda rivâyet bulunmaktadır. Olayı nakleden sahabîler, hadîs rivâyetiyle meşhur olan Abdullah ibn Mes’ûd, Abdullah ibn Abbâs, Enes ibn Mâlik, Abdullah ibn Ömer başta olmak üzere Cübeyr ibn Mut’im ve Huzeyfe ibn el-Yemân’dır. Bu konudaki bütün hadîslere “sahîh” demek elbette mümkün değildir. Ama, Buharî, Müslim, Tirmizî gibi en güvenilir hadis kitaplarında yer alan mevcut sahih rivâyetleri görmezlikten gelmek de imkânsızdır.13 2. İnşikak-ı Kameri Kabul Edenler ve Delilleri Bu hâdise, âlimlerin çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Ancak bunların ismini sıralamak çok zordur. Bir fikir vermesi açısından örnek göstermek gerekirse, Katâde, Mücâhid, Taberî, Hattâbî, Kâdî İyâz, Gazzâlî, İbn Hazm, İbn Kesîr, İbn Hacer, Aynî, Suyûtî, Nesefî, Ebussuûd, Cürcânî, Mâturîdî, Taftazânî, İbn Teymiye, Nûreddin es-Sâbûnî ve Pezdevî gibi âlimleri bunlar arasında zikredebiliriz. a. İnşikâk-ı Kamerin Mu’cize Olması Mu’cize; “a-c-z” kökünden türetilmiş olup, “if’âl”babından ism-i fâildir. Âciz bırakan, güçsüz kılan, karşı konulamaz harika olay; kudretsizlik, tâkatsizlik veren anlamlarına gelir (Gölcük-Toprak, 337). Mu’cize, Peygamber’in elinde, nübüvvet davâsında doğruluğunu ispat için Allah tarafından “tabiat kanunları”na aykırı olarak yaratılan hârikulâde olay olup, başkaları tarafından benzeri getirilemez (Taftazanî, 5:11). Mâturidî, Peygamberimizin hissî (beş duyuya hitap eden, duyularla idrak edilen) mu’cizelerini sayarken, ayın yarılmasını ilk sırada zikretmiştir (Maturidî, 203). Aynı şekilde, Hemezânî, Mâverdî, İbn Hazm, Zemahşerî, Kâdı İyâz, Ebû Hayyân, İbn Kesîr, Bikâî, Alûsî, Kâsımî, Nebhânî, Harpûtî gibi pek çok âlim, inşikâk-ı kamer’e Peygamberimizin mu’cizeleri arasında yer vermişlerdir. b. Kur’ân-ı Kerîm’de Yer Alması Kamer Sûresinin ilk âyetlerinde “Saat yaklaştı ve ay yarıldı. Bir mu’cize görseler yüz çevirirler ve ‘bu devam eden bir büyüdür,’ derler” buyurulmaktadır. Tefsirciler, bu ayetlerin iniş sebebi olarak ayın yarılmasına ilişkin rivâyetleri zikretmişlerdir. Birinci âyette, “Saat yaklaştı” denilmektedir. Müfessirler bu âyeti “kıyâmetin kopacağı saat yaklaştı” veya “kıyamet yaklaştı” şeklinde anlamışlardır. Pek çok müfessir, âyeti lâfzî anlamda yorumlayarak, “ayın yarılmasından” maksat, bilinen gökteki aydır. Bir gök cismi olan ay, âyette bildirildiği şekliyle gerçekten iki parçaya ayrılmıştır, demiştir (Taberî, 27:73; İbn Kesir, 4:262; Alûsî, 27:77). c. Konuyla İlgili Hadîslerin Sahîh Olması İnşikâk-ı Kamer’in vukuunu isbat edecek yeterlilikte sahîh hadisin bulunduğu daha önce geçmişti. Büyük müfessir Alûsî: “Ayın yarılmasıyla ilgili çok sayıda sahîh hadîs vardır. Bu hadîslerin mütevâtir olup olmadığı konusunda ihtilaf edilmiştir. Bazı âlimler mütevâtir olmadığını söylemişlerdir” (Alûsî 27:74) diyerek, ihtilâfın konuyla ilgili hadîslerin sahîh olup olmaması hakkında değil de, rivâyetlerin tevâtür derecesine ulaşıp ulaşmadığı hususuyla ilgili olduğunu beyan etmektedir. Ancak, Ali el-Kârî, söz konusu rivâyetlerin lâfzen mütevatir olup olmadığı konusunda ihtilâf bulunsa da, bunların mânen mütevatir olduğunu belirtir. Ayrıca, Buhârî, Müslim ve Tirmizi gibi üç önemli hadisçinin bu konudaki hadislere eserlerinde yer vermeleri de, söz konusu rivâyetlerin güvenilirliği hususunda önemli bir delil oluşturmaktadır. d. Tefsir, Hadîs ve Kelâm Alimlerinin Çoğunluğunun İnşikâk-ı Kameri Kabul Etmeleri İnşikâk-ı kamer, tefsir, hadîs ve kelâm âlimlerinin tamamına yakını tarafından kabul edilmiştir. Hatta, Kâdı İyâz ve Kastallânî gibi bâzı âlimler, söz konusu ulemânın bu konuda icmâ ettiklerini bile söylemişlerdir (Iyaz, 1:248; Kastallanî, 2:522). Bu âlimlerin isimlerine daha önce temas ettiğimiz için tekrar etmeye gerek görmüyoruz. e. Müşriklerin Olayı Yalanlamamaları Kur’ân-ı Kerîm, bu olayı, gerçekleştiği sırada açıkça ilan ettiği halde, müşriklerin bunu yalanladıklarına dair herhangi bir rivayet yoktur. Eğer bir açık kapı bulsalardı olayı yalanlarlar, hiç değilse âyetler hakkında yaptıkları türden bir demagoji yoluna başvurarak, onu tartışma konusu yaparlardı. Böyle bir yola başvurmadıklarına göre, hâdise, kendilerine hiçbir yalanlama bahanesi bırakmayacak somutlukta ve kesinlikte vukû bulmuş olmalıdır (Kutub, 6:3426). Oysa ki onlar, rivâyetlerden öğrendiğimize göre, sadece bu olayın “büyü” olduğunu iddia etmekle yetinmişlerdir. Pek çok âlimle beraber önemli bir noktaya işaret eden Ali el-Kârî, “Bir mu’cize görseler yüz çevirirler” âyetinin olayın gerçekleştiğini gösterdiğini, çünkü ay yarılmadan önce gerçek anlamda bir yüz çevirmeden bahsedilemeyeceğini söylemektedir (el-Kârî, 1:584). 3. İnşikak-ı Kameri Kabul Etmeyenler ve İddiaları İlk dönemlerde felsefecilerin dışında ayın yarıldığını kabul etmeyen kimse çok azdır. İlk dönem kaynaklarında bu yönde görüşe sahip olan sadece Hasan el-Basrî ile Atâ ibn Osman’dır. Onların dışında bazı Mu’tezile imamlarının ve Bâtınîlerin de bu görüşte olduklarını yine bu kaynaklardan öğrenmekteyiz. Ayın yarılmasını kabul etmeme yönündeki eğilim, son bir-iki asırda yaygınlık kazanmış bulunmaktadır. Bu görüşü benimseyenler, zaten kevnî mucizeleri kabul etmeyen ve modernist çizgiyi takip eden bazılarıdır. a. Hz. Peygambere Kevnî Mu’cize Verilmemiştir? İnşikak-ı kameri kabul etmeyenlerin iddialarına göre, Peygamberimize kevnî mu’cize verilmemiştir. Bu görüşte olanlara göre, İslâm evrensel bir dindir; onun mu’cizesi de evrensel olmalıdır. Bu nitelikteki yegane mu’cize ise, Kur’ân’dır (Abduh, 68; Rıza: 64). Şu âyet de bu konuda gerekçe olarak gösterilir: “Bizi mu’cize göndermekten alıkoyan, onlardan öncekilerin onları yalanlamış olmalarıdır. Semud’a mu’cize olarak deve gönderdik. Ama onlar zulmettiler. Biz mu’cizeleri ancak korkutmak için göndeririz” (İsra, 17/59). Bu gerekçenin altında yatan şudur: Önceki ümmetler mu’cizeleri kabul etmeyince sünnetullah gereği helak olmuşlardır. Mekkeliler de inşikak-ı kameri kabul etmediklerinden dolayı helak olmalıydılar. Helak olmadıklarına göre bu hadise gerçekleşmemiştir. Hemen şunu belirtelim ki, söz konusu âyet, kâfirlerin istediği türde bir mu’cize verilmeyeceği hakkındadır. İkinci olarak, Kur’an en büyük ve üzerinde herkesin birleştiği bir mu’cize olduğu halde onu kabul etmemeleri, toptan helâklarına sebep olmamıştır. Üçüncü olarak, önceki kavimlerin helâkine sebep olan mucizeler, artık sona doğru ve onların başka türlü inanmalarına mümkün görünmeyen bir zamanda gösterilmiştir. Oysa, ay yarılması mucizesi, Mekke’de gerçekleşmiş, o anda, önceki kavimlerin aksine Mekke içinde bir hayli iman eden olmuş, inanmamakta ısrar edenler, Medine döneminde yapılan savaşlarda ölüp helâk olmuş, hayatta kalanlar ise İslâm’ı kabûl etmiştir. Dördüncü olarak, İslâm’ın evrenselliği, ilk gerçekleşme dönemindeki muhataplarına mu’cize gösterilmesine mani değildir. Bir diğer husus da şudur: Allah (c.c.), bu ümmeti öncekilerden üstün kılmıştır. Ona rahmetiyle muamele etmiştir. Arkadan gelen nesiller içinden Allah’a samimi kulluk yapan insanlar geleceği için öncekileri toptan helak etmemiştir (Bikaî, 11:455-456). Şu halde, Kur’an ve hadislerde yer alan mu’cizeleri de dikkate alırsak, bu gerekçe pek tutarlı değildir. b. Ay, Kıyamet’ten Önce Yarılacaktır? Hadislerde anlatıldığı şekliyle Peygamberimiz zamanında inşikak-ı kamerin gerçekleştiğini kabul etmeyenler, “Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı” ayetini “Kıyamet yaklaştı ve ay yarılacak” şeklinde tefsir etmektedirler. Bu anlayışta olanlara göre, Kur’an’da, bu hadisenin mutlaka gerçekleşeceğini ifade için “geçmiş zaman kipi” kullanılmıştır (Ateş, 9:154). İlgili ayete gelecek zaman anlamı verilmesi tefsirlerde şaz görüş olarak yer almıştır. Elmalılı, mazinin (geçmiş zaman) muzari (gelecek zaman) manasına geldiği ve gerçekleşmesine işaret için gelecek zamanın mazi sigasıyla ifade edildiği yerlerin Kur’an’da çok olduğunu, ama burada böyle bir te’vilin manasız olacağını, çünkü önündeki “Eğer bir mu’cize görseler yüz çevirirler ve bu devam eden bir büyüdür, derler” ayetinin bunu reddettiğini belirtmektedir (Yazır, 7:336). Gerçekten, bir mu’cize gösterilmeden hakiki anlamda bir yüz çevirmeden söz etmek imkânsızdır. c. Olay Tarih Kitaplarında Yer Almamıştır? Tarih kitaplarında ayın yarılmasına dair açık bir bilgi bulunmamaktadır. Yine bu olay, çok yaygınlaşmış da değildir. İnşikak-ı kamer, gerçekten vuku bulmuş olsaydı, bütün yeryüzünün bunu bilmesi ve bu haberlerin mütevatir olarak bize kadar nakledilmesi gerekirdi, şeklinde bir inkarın da gerekçesi yoktur (Iyaz, 1:249; I. Hacer, 7:22). Kadı Iyaz, bu mu’cizenin gece vakti gerçekleştiğini belirttikten sonra şu ifadelere yer vermektedir: Normalde insanlar geceleyin işlerini bırakıp evlerinde istirahata çekilirler ve gökyüzünde neler olduğunu bilemezler. Ancak özel olarak gözetlemekle bilebilirler. Bu yüzden bir çok ülkede ay tutulması meydana geldiği halde, onların çoğunda insanlar ancak başkalarının haber vermesi ile öğrenebilirler (Iyaz, 1:250). Ayın dünyanın her yerinden ayna anda görünmemesini, bulut gibi tabii engellerin de bulunmasını bunlar arasında zikredebiliriz. Kaldı ki, Mekke dışından da yarılma hadisesini görenlerin olduğu daha önce geçmişti. Ayrıca, mucizeler, özellikleri gereği, kime veya hangi topluluğa gösterilecekse, onlar tarafından görülür. Mizzi’nin nakline göre, bazı seyyahlar, Hindistan’da, üzerinde “Bu bina ayın yarıldığı gece yapılmıştır” yazısı olan bir binadan söz etmişlerdir (İbn Kesir, 1981, 3:120). Bu konuda şöyle bir haber de vardır: Hz. Peygamberin sağlığında Chakravati Fermas Hindistan’da Malabar hükümdarı iken, bir gece ayın çatlayıp bölündüğünü görerek hayrete düşmüştü. O, bu işi araştırmaya koyulmuş ve neticede dedelerinin bıraktığı vasiyetnamede bunun, Son Peygamber’in bir mu’cizesi olacağına dair bir kayıt bulmuştu. Bunun üzerine Mekke’ye gelip Müslüman olmuştu. Hz. Peygamber ona, ülkesine dönüp orada İslâm’ı yaymasını tavsiye etti. Dönerken yolda hastalandı ve Yemen’in Zafar şehrinde vefat etti. Onun kabri asırlar boyunca “Hint hükümdarının mezarı” olarak ziyaret edilmiştir (Hamidullah, 701). d. Ayın Yarılması Fizik Kanunlarına Aykırıdır? Allah’ın kainatı son derece ahenkli ve muntazam yarattığını belirten Reşid Rıza, kainattaki bu ahengin ilahi kanunlardan kaynaklandığını, sünnetullah denen bu kanunların da asla değişmeyeceğini ifade ederek, inşikak-ı kamerin sünnetullaha aykırı olduğunu iddia etmektedir (Rıza, 30:363). Hasbunnebi de, benzeri görüşleri savunmaktadır (Sabri, 4:94). Son dönem müelliflerinden Mustafa Sabri, mu’cizenin tabiat kanunlarına aykırı olmasının mümkün bulunduğunu, zaten istenenin de bu olduğunu belirttikten sonra, tabiat kanunlarına aykırı olan bir şeyin akla da aykırı olması gerekmediğini söyleyerek, mu’cizenin akla değil, tabiat kanunlarına aykırı olduğunu, bu farkı dikkate almayanların mu’cizenin aklen gerçekleşmesinin imkânsızlığına hükmettiklerini beyan etmektedir (Sabri, a.y.). Mu’cizenin temel karakteri tabiat kanunlarına aykırı olmasıdır. Mucizelerin ise asla inkâr edilemeyeceği açıktır; Kur’an-ı Kerim’de de, sahih sünnette de bunun pek çok misali ve delili vardır. İnşikak-ı kamer de bir mu’cizedir ve elbette fizik kanunlarına aykırı olacaktır. 5. Rivayetlerin İlletli Olması? a. Senedde bulunan illetler: Senedle ilgili tenkitler sahabe ravilerde yoğunlaşmaktadır. Abdullah ibn Mes’ud’un dışındaki sahabiler, olayı bizzat görmedikleri için rivayetleri sahabe mürseli kategorisinde yer almaktadır. Yani onlar bu olayı başka sahabilerden duymuş olmalıdır (Rıza, 30:263-266). Hadis usulü açısından bu itirazın kabul edilebilir tarafı yoktur. Âlimlerin büyük çoğunluğu sahabe mürselini zayıf görmeyerek amel etmektedirler. Zira Hz. Peygamber’den bizzat duymadığı bir hadisi rivayet eden bir sahabi, çoğu zaman onu Resulullah’tan aldığından şüphe edilmeyen diğer bir sahabiden dinlemiştir ve bu sahabinin senedden düşmüş olması senede zarar vermez (İbnü’s-Salâh, 166). b. Metinde bulunan problemler: Rivayetlerde hadisenin vuku bulduğu ve ayın parçalarının göründüğü yer isimlerinde farklılıklar vardır. Mina, Hira Dağı, Süveyda, Kaykuan ve Ebu Kubeys bunlar arasında zikredilebilir. Hadislerde farklı yer isimlerinin bulunması da tenkit edilmiş ve bu konudaki hadislerin güvenilir olmadığına kanıt olarak kullanılmak istenmiştir (Rıza, 30:263-266). Ancak, hadislerde yer alan farklı mekân isimlerinin ortak noktası, hepsinin Mekke’nin bir parçası olmalarıdır. Kaldı ki bu isimler, mutlak olarak değil de yaklaşık olarak söylenmiş ifadelerdir. Halk arasında bu tür yaklaşık ifadelerin kullanılması yaygındır. Bu farklı ifadelerin hadislerin güvenilirliğini zedeleyecek birer kusur gibi değerlendirilmesini doğru değildir. Ayın yarılması bir olaydır. Farklı şahıslar tarafından nakledilmiştir. Şahısların değişik anlatımlarından kaynaklanan lafız farklılıklarının bulunması tabii olup, olayın özünü etkilemez. Hadislerin ortak noktası ayın yarılmış olmasıdır. Bütün rivayetler bunda müttefiktir. Kaldı ki, farklı yerlerdeki insanlar, elbette bulundukları konuma göre farklı yerlerde görecektir. 4. Sonuç ve Değerlendirme Ayın yarılmasını kabul etmeyenler, zorlamalı yorumlara girmişlerdir. Zorlamadan öte bazı yorumlar usûl açısından fevkalâde hatalıdır. Bazı hadîsleri, sahâbî mürseli diye kabul etmemenin, kabul edilebilir bir tarafı yoktur. Ne yazık ki, pek çok eleştiri bu noktadan gelmiştir. Hadîslerin, Kur’ân’ın mücmelini beyan etmesi bilinen bir usûl prensibidir. Âyetler mücmel gelmiş olabilir. Ama, o konuda hadîslerde açıklayıcı bilgiler varsa, mutlak olarak mücmeli kabul edip, değişik yorumlara gitmek, tekellüflü bir tavırdır. Oysa, inşikâk-ı kamerin mu’cize olduğunu kabul etmeye mani hiçbir şey yoktur. Fakat, bunu redde diretenlerin, Hz. Peygamber’e kevnî mu’cize verilmediği gibi, Peygamber Efendimiz’in, hadis kitaplarında, pek çok sahih rivayetlerle nakledilen yüzlerce mucizesini de inkârı gerektirir. Ayrıca böyle bir iddia, kelam ilmine de aykırıdır. Ayın yarılmasının fizik kanunlarına aykırı olması da, onun olmadığı manâsına gelmez. Çünkü bu yaklaşım, temelden yanlıştır. Mucize zaten, âdeti, yani fizik kanunlarının aksine, onları yırtan bir hadisedir. Bu hususu, klasik Fıkıh Usûlü kitaplarında bir kaç sayfada anlatılan vaz’î hükümlerden biri olan sebep konusuna yaklaşık yetmiş sayfa yer veren ve konunun kelâmî ve tasavvufî yönünü de ele alıp sistemleştiren Şâtıbî’nin şu yaklaşımıyla ifadelendirmek istiyoruz. Şâtıbî (v. 790/1388) şöyle diyor: “Sebeplerin bizâtihî fâil olmadıklarına, fâilin ancak ve ancak sebeplerin müsebbibi Allah (c.c.) olduğuna; ancak O’nun yaratmada cârî olan sünnet-i ilâhîsinin süreklilik arzettiğinden, buradan (âdetullah denilen kanunlar ve) âdetler istinbat edildiğine; Allah’ın, dilediği zaman ve dilediği kimseler için bu âdetleri yırtarak onların üzerine çıktığına inanmak her mü’min üzerine vâcibtir (Şatıbî, 1:184). Dip notlar: Buhârî, “Tefsir,” 54:1; Müslim, “Sıfâtu’l-Münafikîn,” 44-45; Ahmed b. Hanbel, I, 447, 456. 2 Buhârî, “Tefsir,” 54:1, “Menâkıbu’l-Ensar,” 36; Müslim, “Sıfâtu’l-Münâfikîn,” 44,45; Tirmizî, “Tefsir,” 54; Ahmed b. Hanbel , I, 447,456. 3 Şâşî, el-Müsned, I, 402; Abdurrezzak, Tefsiru’l-Kur’an, Riyad, 1410/1989, 2: 257; Hâkim, 2:472. 4 Bkz. Tirmizi, “Tefsir,” 54; Ahmed b. Hanbel, 4: 82. 5 Buhârî, “Menâkıb,” 27, “Menâkıbu’l-Ensâr,” 36, “Tefsir,” 54:1; Müslim, “Sıfâtu’l-Münâfikîn,” 48. 6 Ebû Nuaym, Delâil, 1:280. 7 Abdurrezzak, el-Musannef, III, 104-105; Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, 11:200. 8 Buhârî, “Menâkıb,” 27 ve “Tefsir,” 54:1 ve Müslim, Sıfâtu’l-Münâfikîn 46’daki rivâyetlerde hadîsin metni buraya kadardır. 9 Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr 36. 10 Tirmizî, “Tefsir,” 54; Ahmed ibn Hanbel, 3:165; Abd b. Humeyd, Müsned, 356-357. 11 Aynı yer. 12 Müslim, “Sıfâtu’l-Münâfikîn,” 45; Tirmizî, “Tefsir,” 54, “Fiten,” 20. 13 Konuyla ilgili tarafımızdan bir çalışma yapılmış ve bu konudaki rivâyetler sened ve metin açısından incelenerek sahih ve zayıf olanlar tesbit edilmiştir. Burada zayıf olduğunu belirtmediğimiz hadîslerin sahîh olduğunu ifade edebiliriz. Geniş bilgi için bkz. Yenibaş, Hasan, Ayın Yarılmasına Dair Rivâyetlerin Değerlendirilmesi, İstanbul, 2000 (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). 14 Bkz. Hemezanî, Tesbîtu Delâili’n-Nübüvve, Beyrut, ts. 1:55; Mâverdî, en-Nüket ve’l-Uyun, Beyrut, 1982, 5:409/410; İbn Hazm, el-Muhallâ, Kahire, ts. 1:8; Zemahşerî, el-Keşşâf, Beyrut, ts. 4:35; Kâdı İyâz, eş-Şifâ, Beyrut, ts. 1:250; Ebû Hayyan, Bahru’l-Muhît, Kahire, 1329, 8:178; İbn Kesîr, Mu’cizât, 45; Bikâî, Nazmu’d-Dürer, Haydarabad, 1398/1978, 19:88; Alusî, Rûhu’l-Meânî, Beyrut, ts. 27:75; Kâsımî, Mehâsinu’t-Te’vîl, Beyrut, 1398/1978, 15:261; Nebhânî, Huccetullâh ale’l-Âlemîn, Diyarbakır, ts. 395; Abdullatif Harputî, Tenkîhu’l-Kelâm, İstanbul, 1330, 293: Diğer Kaynaklar Abduh, el-İslâm ve’n-Nasrâniyye, Mısır, 1367. Abdurrezak, el-Musannef, cilt:3. Ali el-Kârî, Şerhu’ş-Şifâ, Beyrut, ts. c: 1. Alûsî, Rûhu’l-Meânî, c: 27. Ateş, Süleyman, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, 1991, c: 9. Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, Beyrut, 1405/1985, c: 2. Ebû Nuaym, Delâilün-Nübüvve, Beyrut, 1412, 2:281. Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Eevliya, ys. 1394/1974, cilt: I. Elmalılı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, ts. c: 8. Gölcük, Şerafettin-Toprak, Süleyman, Kelâm, Konya, 1993. İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, Kahire, 1407/1987, c: 7. İbn Kesîr, Tefsir, Beyrut, 1416/1996, c: 4. ––––: el-Bidaye ve’n-Nihaye, Beyrut, 1981, c: 3. İbnü’s-Salah, Ulumü’l-Hadis, Dımeşk, 1404/1984. Kastallânî, el-Mevâhibü’l-Ledünniyye, Beyrut, 1412/1991, c: 2. Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhîd, İstanbul, 1979. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, İstanbul, 1980. Mustafa Sabri, Mevkıfu’l-Akl, Beyrut, 1401/1981, c: 4. Mübârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahfezî, Medine, ts. c: 9. Reşid Rızâ, el-Vahyu’l-Muhammedî, Kahire, 1380/1960. Semerkandî, Bahru’l-Ulûm, Beyrut, 1983, c: 3. Seyyid Kutub, Fî Zilâli’l-Kur’an, Beyrut, 1405/1985, c: 6. Şâtıbî, el-Muvâfakât, Beyrut, 1417/1997, c: 1. Taberî, Câmiu’l-Beyân, Beyrut, 1407/1987, c: 28. Taftazânî, Şerhu’l-Makâsıd, Beyrut, 1409/1989, c: 5. Hasan YENİBAŞ İnternette dalaşırken bu yazıyı buldum. Bana göre güzel bir yazı. Bu konuda siz değerli arkadaşların da fikirlerini bilgilerini burada paylaşmalarını isterim. saygılar,
  6. sayın evrensel yazılarını açıkça söylemek gerekirse pür dikkat okuyorum ve verilen cevapları da bi o kadar dikkatle takip ediyorum. inanın yazılarınızdan ve cevap veren arkadaşların yazılarından çok ama çok fazla şey öğreniyorum. bazen bende nacizane fikirlerimi ya da düşüncelerimi yazıyorum. belki ufak da olsa konuya bir katkım olur diye bazende fikirlerimin de diğer arkadaşlarca bilinmesi için. bu yazınızı da başta söylediğim gibi pür dikkat okudum. bundan kastım yazdıklarınızı bir kaç kez okuyorum. belki gözümden birşey kaçmıştır belki onun düşüncesinden farklı yorumlamışımdır diye. ben başta size olmak üzere konuyla ilgilenen ya da ilgilenmeyen diğer arkadaşlara bir soru sormak istiyorum kimse inkar edemez ki (yani ben öyle bir ihtimal vermiyorum en azından) çok büyük müslüman bilim adamları vardı ve hala var bu insanlar şuanki bilim adamlarının çalışmalarını onca zaman gerideyken bile yapmışlar ve şuanki birçok bilim adamına yol gösterici olmuşlar. bu insanlar allaha inanan belki günümüz insanlarından bile fazla ibadet eden (islam dinine göre) insanlardı. yani onlar nasıl oldu da allahı inkar etmediler ya da ateist bir düşünce içerisinde değillerdi? şimdiden birşey söylemek istiyorum herkes düşüncesinde ve ibadetinde özgürdür ve bu soruyu kimsenin yazısına istinaden yazmıyorum bir cevap ya da karşılık olarak. sadece bir konuda aydınlanmak ve arkadaşların görüşlerini de öğrenmek için soruyorum saygılar,
  7. sevgili kardeşim nerden gelirse gelsin kimden olursa olsun herşeyi istismar edebilirsin ha diyeceksin ki 2*2=4 gel de bunu istismar et bu bilimdir vesairedir diye. ama umarım böyle birşeyi söylemek gibi basit birşey yapmazsın. hep örnek veriyorum yine örneği tekrar edeyim sevgili Pantheaa nın bir yazısı var istersen linkini de veririm buradan orayı bir oku bir ayetin bir surenin nasıl değerlendirilebileceğini bir zahmet öğren. Kuran allahtan bile olsa istismar edilemez diye birşey sözkonusu değil (sen yeri geldiğinde kuranın mucizelerini öve öve bitiremezsiniz gibi bi genelleme yapmışsın ama ben aynı şeyi sana yapmak istemiyorum.) ben senin veya sizin gibi demiyorum ama birileri çıkar bak ayet bu ve şunu şunu der diyebilir buna kim ne diyebilir ki?
  8. güzel yazı kardeşim ellerine sağlık sevgili evrensel arkadaşımızın yazısı da çok güzeldi bende bir süredir internette araştırıyordum çok fazla tatmin edici cevap bulamamıştım açıkcası yazında biraz daha bu konuyla ilgili aydınlanmış oldum. bu forumun burasını çok seviyorum işte tezler ve antitezler çok güzel ortaya koyuluyor ve benim gibi bilgisiz insanlar bunlardan faydalanabiliyor çok teşekkürler herkese aydınlatıcı bilgilerinden ötürü
  9. Sayın panteidar bir başlık açmışsınız altına bir kaç yıllardır anlatılan bazı kitaplarda geçen şeyleri yazmışsınız sonra da demişsiniz ki aldatılıyoruz vs. vs. Bu çok doğru bu zaten yıllardır bilinen bir gerçek ama bunu yapmanızdaki maksat nedir anlayamadım. yazınıza bir şiir yazmışsınız bazi hadisleri koymuşsunuz vs. vs. ama nereye varmak istediğinizi bir türlü söylememişsiniz ya da söyleyememişsiniz. Ben öncelikle hadis konusuna gelmek istiyorum çünkü (kendi bildiğimce) islami kitaplarda geçen ailelerimizden veyahut kulaktan kulağa duyduğumuz bir çok hadisin sonradan uydurma hadisler olduğunu bütün islam profösörleri diyanetçiler söylüyor zaten. hatta ve hatta Peygamber efendimizin 24 saat yanından ayrılmayan sahabeleri bile bir hadisi aktarırken o kadar özen gösterdikleri hatta birçok kez bir hadis aktarırken çekindikleri bilinmektedir. çünkü nasıl bugün biz herşeyden işimize gelen yerleri alıp çıkarıyorsak ve kendi faydamıza kullanıyorsak ogün de bu aynıydı. hadislerin, hadis konusunun çok iyi araştırılması gerekir gerçekliği olmayan birçok sözde hadis hala günümüzde kulaktan kulağa yayılmakta
  10. Bu bölüm başlıkları altında teistlerin olsun ateistlerin olsun cevaplamasını yorumlamasını beklediğim bi sorumdur bu. Yani Mutlak varlık nedir? en son ulaşılabilecek olan varlık kavram obje veya genellemek gerekirse "şey" nedir? çok basit bir sorudur dünya nasıl oldu bigbang den sonra oldu bigbang nasıl oldu sonra o nasıl oldu bu nasıl oldu .... onu kim yaptı Allah yaptı peki allah neyden veya nasıl vuku buldu ..... böyle böyle giden (bana göre saçma salak) bir soru ardışığı sizce bu sorunun sonu neresidir veya nasıl sonu getirilebilir? benim mutlak varlık yazmamdaki neden gerçektende benim bu sorunun sonuna koyduğum şeyin mutlak varlık yani bana göre herşeye kadir bir varlığın olmasıdır. buradan şunu da söylemek istiyorum tesadüflerle olduğuna ben kesinlikle katılmıyorum. bunu da daha önceleri okuduğum bir kaç yazıdan sonra imkansızlığını gördüğüm için söylüyorum. sizin düşünceleriniz nelerdir. yani o sondaki ya da başka bir deyişle baştaki "şey" nedir?
  11. ben anlamıyorum saygıdeğer arkadaşlar. illa bir ilahın nesnel olması mı gerekir. ya da ben yazılardan eksik birşeyler mi çıkartıyorum. şimdi bir ressamı ya da bir müzisyeni nasıl tarif edersiniz? nötronları şöyle elektronları böyle vesairesi öyle falan diye mi? bu insanlar tamamen sezgisel davranan insanlardır. bir müzik eserinin ortaya çıkması ne bir deneyle ne de labaratuar ortamında oluşur ya da bir resmin tuale dökülmesi bunlar tamamen sezgiseldir. ve sezgisel şeyler de vardır bunlar için ne bir labaratuar ortamına ne de deney araç gereçlerine ihtiyaç vardır. illaki Allah'ın da tanımında sezgiye yer verilir. onun ispatı için haşa tutup deney tüpünde kaynatmak elektronlarına nötronlarına ayırmak mı gerekir?
  12. bu sözünüze katılıyorum. birçok ayeti sadece istediği ve işine geldiği yönüyle ya da kısmıyla ele alarak bir tartışma konusu içerisinde yapılmaması gereken çirkin bir davranışta bulunuyor. saygılar xlark tades
  13. hayır sevgili kardeşim yazımda sadece benim yazdığım yeri okumuşsun sanırım alıntı yaptığım yazıyı da okursan benim söylemek istediğimi gayet iyi anlarsın aslında yani alıntı yaptığım arkadaş tutmuş demiş ki nedir din yüzünden öldürülen insanlar " Bilimi kendi çıkarları ve amaçları için kullanan insanlar olmasın sakın " sizin bu sözünüz aslında iki yazıyı da açıklıyor yukarıda alıntı yaptığım kişinin dediğiyle benim onun sözleriyle verdiğim cevabı açıklıyor yapılan savaşlar ya da ölümler yıkımlar sadece dini ya da bilimi ya da başka bir şeyi sizin de deyişinizle kendi çıkarları ve amaçları için kullanan insanlar tarafından yapılıyor izninizi alarak benden daha iyi açıkladığınız için konuyu bu yazdığınız cümleyi alıntı yaptığım arkadaşa göndermek istiyorum. saygılar teşekkürler,
  14. Çok sevgili Evrensel ben bir müslüman olarak şuna inanıyorum ki gerçekten insanlara bu akıl boşa verilmemiştir. herşeyi okuyup araştırıp öğrenmesi gerekir. Eğer gerçekten Kuran değişmişse bunu da araştırıp öğrenmemiz gerekir. ya da sizin bahsettiğiniz diğer konular da doğruysa bunları da araştırıp doğruluğunu ya da yanlışlığını öğrenmemiz gerekir. hiçbir islami öğretide bu budur araştırıp sormanıza gerek yok allaha havale edin demiyor. ben bunu bütün müslüman arkadaşlarımdan beklerim. sonuçta başka bir yazımda yazdığım gibi bütün büyük islami düşünürler bilim adamları belli dönemlerde islamı allahı da kendi hayatlarında sorgulamışlardır. delillerini belli çerçevelere dayandırarak inanmışlardır. sizin gibi bir bilgi birikimiyle böyle konuları paylaşmak da gerçekten güzel ama ben sizinle aynı görüşü paylaşan arkadaşları (ateistleri) sizin gibi sadece eleştirel objektif görmek isterim ama görüyorum ki bir çok arkadaşımız sadece islamiyete ya da belli kavramlara saldırmayı tercih ediyorlar. paylaşımlarınızın devam etmesi dileğiyle saygılar,
  15. çok güzel söylemişsin gerçekten acaba o tabletlere taşlara yazılan yazılarda da yanlışlıklar tabiri caizse üç kağıtçılıklar olamaz mı bunun yeri burası olmayabilir belki ama düşününsene biri kalkıp bi devlet hakkında sırf muziplik ya da yanlış bilgi vermek olsun diye kafasına göre birşeyler yazmış olamaz mı ?
  16. yazıyı kim yazmışsa güzel yazmış ama öncelikle belirteyim yazıda katıldığım bazı noktalarla beraber katılmadığım da noktalar bulunmakta. Ben bu yazı altında şunu söylemek istiyorum aslında bunu Pantheaa arkadışımız bir yazısında çok detaylı olarak güzel bir şekilde açıklamış ama bu yazıda da görmüşken söylemek istedim. Kur'an-ı Kerim'in içinde bulunan surelerdeki ayetleri incelerken mutlak ve mutlak hangi dönem hangi olayla alakalı indirildiği göz önünde bulundurulmalı çünkü Kur'an-ı Kerim ne bir günde ne tek seferde indirildi. o olaylar vuku buldukça olaylara ve zamana göre geldi (en azından bu benim düşüncem) ve buradan bütün inançlı ve inançsız arkadaşlara şunu söylemek istiyorum. sadece ayeti ele alarak (hatta bir çoğu sadece bir kısmını ele alarak yapıyor bunu) bakın böyle söylüyor kur'an-ı Kerim'de demeyiniz. her türlü görüşünüze saygım var. ama bu yapılan benim gözümde çok büyük saygısızlık saygılar herkese,
  17. bundan ne çıktığı önemli değil siz yazımı okuyup anladınız mı? eğer okuyup anladıysanız yorumunuzu yazar mısınız yok eğer anlamadıysanız lütfen tekrar okuyunuz burada konu benim atatürk karşıtı ya da yandaşı olmam değil siz de din karşıtısınız allah düşmanısınız doğru mu ? ben kalkıp size bunun için yorum yapıyor muyum hayır sonuçta bir soru sordum yorumunuz varsa buyurun yoksa da birşeylerle suçlayarak konuyu saptırmanıza gerek yok. bu arada sayın evrensel ve bilimselci arkadaşlarım sizlerin de yorumlarını okumaktan mutluluk duyarım saygılar bir de sayın la_bohéme inanın polemik yapmak istemiyorum bu yüzden lütfen sadece yorumlarınızı yazınız
  18. 1. Önyargılısınız. 2. Yazımı tam anlamıyla okumamışsınız (anlamamışsınız) 3. Başta da ifade ettiğim gibi atatürk karşıtı değilim. 4. Sayın evrenselin bir yazısında dediği gibi konuyu saptırmadan vıdı vıdı etmeden sadece cevabınızı verin (yorumunuzu yapın) Bir de bu konuda Sayın Evrensel arkadaşın da yorumlarını okumayı gerçekten çok isterim. Saygılar bu arada öncelikle ithamda bulunduğunuz şeye dikkat edin. bir de neden yazımı hemen ya sizin tarınınız ya dininiz gibi kendini savunma ihtiyacı duyarak cevaplıyorsun anlamış değilim. benim yazdıklarım gayet açık ve sadece düşüncelerinizi almak istedim. ben atatürk sizin tanrınız allah bizim tanrımız gibi bi yorum yapmadım ikisinin de ne kadar farklı varlıklar olduğunu ben zaten biliyorum. ama görüyorum ki siz farklı yerlere çekmeye çalışıyorsunuz. umarım yazımı tekrar okuyup kendinizi savunma ihtiyacı duymadan ve birşeylere birilerine saygısızca saldıramdan yorumlarınızı yazarsanız beni mutlu edersiniz saygılı yorumlar duymak ümidiyle,
  19. Shatin

    İLHAM ÖYKÜLERİ

    KALBİN KAPISI Onsekizinci yüzyıl İngilteresinin ünlü ressamlarından William Holman Hunt'ın bir tablosu Londra Kraliyet Akademisinde sergileniyordu. Bir Bahçeyi tasvir eden bu tablosuna, Hunt "Kainatın Işığı" adını vermişti. Tablo geceleyin elindeki fenerle bir bahçede duran bilge görünümlü bir adamı resmediyordu. Adam serbest kalan eliyle bir kapıya vuruyor ve içeriden cevap bekler halde duruyordu. Tabloyu inceleyen sanat eleştirmenlerinden biri: "Güzel bir tablo doğrusu" demişti Hunt'a. "Ama anlamını bir türlü kavrayamadım. Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Kapıya tokman takmayı unutmuşsunuz da..." Ressam Hunt bilge bir edayla gülümsedi. Tam da bu soruyu bekler gibiydi. "Adam alelâde bir kapıyı vurmuyor" dedi. "Bahçedeki bu kapı, insanın kalbini temsil ediyor. Ancak içeriden açılabileceği için de, kalbin dışarıdan tokmağa ihtiyacı yoktur."
  20. yazımın üzerine birkaç yazı yazılmış ama yazımla ilgili beklediğim yorum yapılmamış ya da yapılamamış bunun nedeni sanırım mod kontrolünde yazıyor olmam bu sebeple yazılarım geç geliyor ve burada beklediğim cevabı alamamama neden oluyor. umarım yukarıdaki yazımla ilgili yorumlar ve düşünceler paylaşılır inanın bunu bütün arkadaşlardan temenni ediyorum saygılar
  21. İslamiyete inanan bir müslüman olarak söylemek istiyorum ki çok güzel hazırlanmış bir yazı Bence her müslümanın bunu yapması gerekir en az senin kadar yapması gerekir. Çünkü bu güne kadar ünlü bilim adamları her zaman islamiyeti ve kuranı sorgulamışlardır. Hiçbiri bizim yaptığımız gibi -ki inşallah yavaş yavaş bende o büyük zatlar gibi araştırma içinde olacağım- sadece öyle yazıyor öyle söylendi deyip kestirip atmamışlar. Beşer şaşar denmiş. bu bizler için söylenmiş bir söz. Ha şunu da belirteyim ki ben din yoktur kuran yalandır yanlıştırı hala kabul etmiyorum ama yazınız gerçekten çok güzel ve emek harcanarak yapılmış. bu konuda sizi tekrar tebrik etmek istiyorum aynı zamanda teşekkür etmek istiyorum. hem inançsızlar için hem herhangi bir kavrama inanan insanlar için örnek alınacak bir çalışma Ve şüphesiz ilk işim kuranın ilk ayetlerinin oluşmaya başladığı dönemden kitap haline kadar gelen dönemde neler olduğunu gelişimin nasıl olduğunu araştırmak olacaktır. bu konuda ışık tutup öncülük ettiğiniz için çok teşekkür ederim. saygılar,
  22. ne alaka sevgili arkadaşım şimdi nedir din yüzünden öldürülen bu insanlar? madem bunu soruyorsun o zaman şunu da sormanı beklerdim ben senin nedir bu bilim yüzünden öldürülen insanlar? ha diyebilirsin ki bilim yüzünden öldürülen insan yok o zaman yok kimyasal silahlar yok nükleer enerji yok petrol kaynaklarının kullanımı yok uzay araçları falan filan diye uydurulan bahanelerle yapılan savaşlar nedir?
  23. sevgili evrensel lütfen, Kuran içerisindeki hiçbir ayette ve günümüze kadar aktarılan doğruluğundan emin olunan hiçbir hadisde durup dururken sırf islamı kabul etsinler diye herhangi bir kişiye topluma ülkeye saldırılması emredilmez istenmez. savaşla ilgili bütün ayetlerde kendinizi savunun, dininizi ortadan kaldırmaya çalışanlara, fitne çıkaranlara karşı savaş açın buyuruluyor. bu arada gerçekten de haksöz arkadaşımızın ayetleri büyük bir itina ile cımbızladığı bir gerçektir. hiçbir zaman ne bir önceki ayeti ne bir sonraki ayeti ne de surenin tamamını yazmaz. sadece çelişki var diyebileceği (tabi ona göre çelişki) yerleri gelip buraya yazar. Pantheaa arkadaşımızın güzel bir yazısı vardı onu eklemek istiyorum. DİN-BİLİMSEL ARAŞTIRMA NASIL YAPILIR? şimdi arkadaşım, yazdıklarını büyük bi merakla okudum ancak, nihayetinde çok büyük bir şaşkınlığa uğradım... çünkü, bildiklerinden bu kadar iddialı şekilde olan bir insanın, bu kadar basit ve bilmezce "Dini Bir Kitab"ın eleştirisini yapabilmesi, çok şaşırtıcı... arkadaşım, Din-Bilim direkt olarak Tarih Bilimi ile alakalı bir daldır. Gerek Tevrak, gerek İncil, Gerek Kur'an olsun... hangi dini vesikayı nasıl yorumlarsanız yorumlayın, bunlardaki bilgilerin niçin, ne zaman, nerede ve hangi şartlar altında indirildiklerini bilmek ve özellikle indirildikleri yada bu bilgilerin üretildikleri toplumun o çağdaki geleneklerini, anlayışlarını, idrak kapasitelerini, yaşantılarını tamamıyla bilmek ve ona göre yorumlamak gerekir. Hıristiyanlığı yada mezhepleriniden herhangi birini incelerken hıristiyanlık inancının nelerden etkilendiğini iyi bilmek gerekjir. bugün Hıristiyanlığı yorumlayabilşmek için, öncelikle büyük oranda şekillendiği yer olan Avrupaının, Hıristiyanlığı şekillendiren nüvelerini bilmek gerekir. yoksa Hırisityanlık için şaşırtıcı yanılgılara düşeriz. mesela Hıristiyanlığı anlamak için öncelikle Avrupanın Sosyo-Ekonomik yapısını ve özellikle Hıristiyanlıkytan önceki PAGANİZM inancını ve özelliklkerini iyi bilmek gerekir. yoksa incili istediğiniz kadar okuyun, bir adım yol alamazsını yorumlamak anlamında... Yahudilik içinse, Tevrat ve Zebur'u incelemek için yqahudilerin beraber yaşadıkları ve onları dışlayan toplumlarla (Asurlular, Babilliler vs vs vs) ilişkilerini vesaire iyi bilmek gerekir. yoksa Tevrat'ın niçin Üstün Millet inancına çevrildiğinin kesinlikle anlayamayız... Kur'an-ı yorumlamak için ise, yine aynı şey gereklidir. Her ayet belli dönemlerde ve belli şartlar oluştukça indirilmiştir. mesela Kur'anın ilk zamanlarında savaş emredilmemişken, sonra Cihat emredilmiştir. eğer böyle derseniz, yani "bakin savaşı hem emrediyor, hemde emretmiyor" derseniz, bu sadece art niyetli bir yorumdan be bilimsel olmayan bir tesbitten öte gidemez. Eğer böyle yapacaksanız, yukarıda saydığınız (güya) çelişkileri bir yana bırakın, her ayeti birbiri ile çeliştirerek binlerce çelişki elde edebilirsiniz Kur'an-da... oysaki Kur'an böyle ele alınmaz. hiç bir din kitabı böyle ele alınamaz... bir ayeti tek başına yorumlayamazsınız ve bir ayeti dğier bir ayetle yukarıda yapabildiğiniz gibi en basit yöntemle çeliştiremnezsiniz... bir Ayeti yorumlamanız için öncelikle şu şartlar gereklidir: 1- İçinde bulunduğu Surenin niçin, nerede ve hangi ortamda indirildiğini bilmek 2- Ayetin nüzul sırasını ve asıl mahiyetini bilmek 3- İndirildiği zamanki ortamı, toplumun anlayışını, geleneklerini, idrak şeklini bilmek 4- İndirildiği dildeki özellikleri bilmek. (bilindiği gibi aynı dil bile dönem dönem farklılıklar arzeder. Kuır'anın indirildiği dönemdeki Arapça ile bugünkü arapça farklılaşmıştır. yani Kur'an-ı mana olarak yorumlamak için o dönemki Arapçayı ve özelliklerini, deyişlerini, yapısını, kurallarını, en basitinden ogün kullanılan bir kelimenin bugün aynı manaya gelip gelmediğini, her kalimesinin manasını ve açılımını iyi bilmek gerekir...) 5- Peygamberin konu ile ilgili Sahih Hadislerini bilmek gerekir 6- Ayet tek başına ele alınmamalı, indirildiği sure ile birlikte ve indirildiği olay yada olgu ile birlikte ele alınmalıdır... arkadaşım, bunlar sadece Kur'an-ın yorumlanması ile ilgili en basit ve temel kurallar. Sen yıllarca inanmış ne Kur'an-ı araştırmış olabilirsin, ki senden geri olmayan onlarca insan var burada, ancak ben Tarihçi kimliğimle biliyorum bu kuralları. Kur'an-ı sadece okumak, yıllarca okumak yetertli değildir. Kur'an-ı yıllarca yorumlama çabasında ve araştırma çabasında olmakta yeterli değildir... Kur'an-ı yorumlama da en yeterli olacak şey "Bir Dini Anlamada Gerekli Şartlar"ı bilmektir. bakın İncil, Tevrat, Zebur, Kur'an... bu kitaplar dünya tarihince çığır açan kitaplardır. hepsi bir dönem açıp, bir dönem kapatmış kitaplardır. o yüzden herhangi birisini dahi anlamak için, indirildikleri dönemi iyi bilmeniz, indirildikleri toplumları iyi tanımanız gerekmektedir. herhangi bir kitapta anlatılan bir olayın niçin anlatıldığını mutlaka iyi bilmelisiniz. indirilen bir ayetin, ne zaman, nerede ve hangi durumda indirildiğini iyi bilmeniz gerekmektedir. bu yazıya sonuna kadar katılıyorum...
  24. şimdi bu konuyla ilgilenen bütün arkadaşlara ben birşey sormak istiyorum öncelikle umarım kimse beni yanlış anlamaz Okullarda, hastahanelerde, kamu kuruluşlarında, resmi kuruluşlarda hatta ve hatta bütün iş yerlerinin hemen hepsinde bir bayrağımız bir de Atatürk resmi var. şimdi sorum şu; Neden her yerde Atatürk'ün resmini görmek zorundayız? bu devlette insanlar hürse istedikleri şeye ibadet etmeye neden bir ilah (tapılacak bir obje olarak söylüyorum) her yere resmini asıyoruz? Neden peygamberler hakkında, diğer bütün devlet adamları hakkında konuşmak tartışmak serbestken Atatürk hakkında yapılan konuşmaların hepsi bir kanun çerçevesinde yasaklanıyor? bir de şunu söylemek istiyorum Allaha şükürler olsun ki bu kadar güzel bir vatanda böyle güzel bir bayrağın gölgesinde yaşıyorum. şimdi arkadaşlar diyebilirler ki buraya nasıl geldik nasıl gittik vs. vs. burada belirtmek isterim ki ben buraya nasıl ya da kimlerin sayesinde geldiğimizi sormuyorum anayasamızda devletin bayrağı kırmızı üzerine beyaz ay yıldızlı türk bayrağıdır yazıyor. ama Atatürk ile ilgili bir ibare yok sanırsam. Bunların konuyla biraz alakasız olduğunu düşünebilirsiniz. Hatta bazı arkadaşların din aleyhinde konuşmalar yaptığı için karşı saldırı gibi böyle birşey yaptığımı da düşünebilirsiniz. Ama inanın kesinlikle böyle birşey yok benim dile getirmek istediğim daha doğrusu diğer saygı duyduğum arkadaşlarında fikrini almak istediğim konu şu; Biz toplum olarak Atatürkü bir ilah bir insanüstü varlık hatta kimilerine göre peygambere (ben peygamber kavramına inandığım için yazdım) eş değer görmüyor muyuz?
  25. o yazdıklarını herkes yapacak ya da yapmayacak diye bir kaide yok sonuçta yazılı ve sözlü emredilen bir takım kurallar var ve bunlara hangi ölçüde uyduğu insanın kendi vicdanına kalmış ama biz müslümanlar olarak bu kurallara emirlere ne kadar uyuyorsak ona göre karşılığını alacağımıza iman ediyoruz yapılmadığı gibi birşey söz konusu değil. ben buna katılmıyorum
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.