kontrsağduyu tarafından postalanan herşey
-
FESAT DEVRİNDE SÜNNETE SARILANLARA MÜJDE
[/b]Bu meselenin de yine elimizdeki kitaplarda fevkalâde terkibi yapılmış ve sünnet yolu Hakk'a vasıl olmanın merdiveni, mirkadı gösterilmiştir. Evet, hem yolu gösterilmiş hem de o yola fevkalâde teşvik yapılmıştır. Bu yol, öyle bir yoldur ki, binlerce veli ve binlerce dimağın bir araya gelmesiyle bulunacak bütün yollar ve o yolların mukaddes düstur ve prensipleri, sünnet-i seniyyenin en küçük meselesi yanında, çok küçük ve sönük kalacağı hakikatını, asrımıza kadar, yüzlerce hakikât eri, yüzlerce mürşit, tekrar be tekrar anlattı ve sünnet yolu, din yolu olduğuna tembih de bulundular. Farzlardan âdâba kadar, dînî hayatı bize tâlim eden Allah'ın (cc), davranışlarını doğrudan doğruya kontrol altına aldığı, her iş ve hareketinde hayra yönlendirilen Efendimiz (sav), bize hayatı tâlim etmek üzere gönderilmiş bir insandı. Farzı, vacibi, sünneti, müstehabı ve adabıyla.. Bu meselenin de yine elimizdeki kitaplarda fevkalâde terkibi yapılmış ve sünnet yolu Hakk'a vasıl olmanın merdiveni, mirkadı gösterilmiştir. Evet, hem yolu gösterilmiş hem de o yola fevkalâde teşvik yapılmıştır. Bu yol, öyle bir yoldur ki, binlerce veli ve binlerce dimağın bir araya gelmesiyle bulunacak bütün yollar ve o yolların mukaddes düstur ve prensipleri, sünnet-i seniyyenin en küçük meselesi yanında, çok küçük ve sönük kalacağı hakikatını, asrımıza kadar, yüzlerce hakikât eri, yüzlerce mürşit, tekrar be tekrar anlattı ve sünnet yolu, din yolu olduğuna tembih de bulundular. Farzlardan âdâba kadar, dînî hayatı bize tâlim eden Allah'ın (cc), davranışlarını doğrudan doğruya kontrol altına aldığı, her iş ve hareketinde hayra yönlendirilen Efendimiz (sav), bize hayatı tâlim etmek üzere gönderilmiş bir insandı. Farzı, vacibi, sünneti, müstehabı ve adabıyla.. Tabii, ümmetin fesadı zamanında bu ehemmiyette olan sünnet-i seniyyenin ihyası, farzıyla, vacibiyle, sünnetiyle o yolun yeniden işler hale getirilmesi ve aynı zamanda o geniş caddenin kıyâmete kadar teminât altına alınması uğrundaki hizmetler, o kadar mübârek ve o kadar kutsidir ki, böyle bir hizmete omuz veren zatların şehitlerle at başı gittiklerinde şüphe edilmemelidir. Hatta bunlar içinde, ömrünün her gününde birkaç şehit sevabı yakalayanların sayısı hiç de az değildir. Bu arada hususiyle erkân-ı imânîyeyi yeniden ihya etmeye çalışanlar, yüz şehitten daha fazla sevap kazanabilir. Evet o sünnet-i seniyye içinde öyle meseleler vardır ki, onların birini ihyâ eden yüzlerce şehit kadar sevap kazanabilir. Nasıl, gıybet içinde bazan öyle bir gıybet olur ki, adam öldürmekten, zina etmekten daha eşeddir. Evet, elbette toplumu biri birine katıp karıştıran gıybet, herhangi bir şahsın çekiştirilmesi gibi olamaz. Bu durumda o, ferdî büyük günahlardan daha büyüktür. Öyle de,günümüzde ümmetin fesada gittiği meselelerde, bütün İslâm çarkının bozulduğu hengâmda, dine ait herhangi bir meseleyi ihyâ etmek için gayret edenler, elbette yüz şehit belki bin şehit sevabı kazanacaklardır. Hele mübârek gün, mübârek an ve mübârek dakikalarda bu işi yapabilenler, belki daha çok sevap kazanacaklardır. Cenab-ı Hak Kur'ân-ı Kerim'in ifadesiyle, dilediğine fazlından dilediği kadar ihsanda bulunacağını ifade ediyor. Allah, evvelâ, bu yolda bizi kâim ve dâim eylesin. Sonra ihlâsla hizmete muvaffak kılsın!.. Çok bahtiyar ve talihliyiz. Hizmetimiz anlatılırken deniyor ki "İhsan-ı ilâhi olarak omuzumuza bir vazife yüklenmiş". Evet, bütün bütün her şeyin şirazeden çıktığı bu dönemde, çok kıymetli bir vazifeyle tavfiz edilmiş bulunuyoruz. Bunu müesseseleriyle, kadrosuyla, cemaatıyla ihya etmek, dünyada eşi menendi olmayan bir şeydir. Bir bakıma bu, Efendimiz'in (sav) vazifesini yüklenmek demektir. Şah-ı Geylani'nin manen, bize zahir olması, Hz. Ali'nin (ra) asırları aşarak bize arka çıkması, bu asırda görülen hizmetlerin fevkalâde ehemmiyet kazanmış olmasına binaendir. Bu zatların bir sürü işaret ve beşaretlerinin yanında, çok sadık rüya ve murakabelerde Fahr-i Kâinat-aleyhi ekmelittahâya-Efendimiz'in, tenezzülen asrın garipleri arasında dolaşması; Onların müesseselerini ziyaret etmesi, bazı şahıslara hususi iltifatlarda bulunması; sünnet ve sünnete hizmetin kerametinden başka bir şey değildir. Şahsî meziyet ve şahsi kemalat uğrunda gösterilen gayretlerle bu takdirlere mazhariyet düşünülemez ve düşünülmemelidir de... Temelde önemli hizmetlere vesile olmuş şahıs, gurup ve müesseselerin "essebebu kel fail "fehvâsınca bu mevzuda arslan payı elde edecekleri de, Allah'ın ayrı bir lütfunun tezahürüdür. Ve O'nun rahmetinin vüs'atinden her zaman beklenebilir. Şimdi, bu iman ve Kur'ân hizmetini belli bir seviyeye getirenler, sonra, ihlas, samimiyet ve aynı coşku, aynı heyecan içinde durumu koruyamaz ve mevcudu muhafaza edemezlerse, yani aynı tempoda hareket edilmezse, emanet alınıp başkasına verilebilir. Refüze olmalar olabilir; yani bazıları dışarıya itilebilir, atılabilir. Bizler, Allah'ın inayetlerini takdir ve idrak edip, takatimiz ölçüsünde gayret gösterebildiğimiz ve takdir, teklif, ihsan buyrulan lütufları değerlendirebildiğimiz nispette, imtihanı kazanmış, daha büyük lütuflara namzet bulunduğumuzu göstermiş olacağız. Gönül arzu ediyor ki, her anı ayrı bir şehit sevabı kazandıran bu iman ve Kur'ân hizmetinde koşan arkadaşlar, işin başındaki aşk ve heyecanlarıyla, yakîn gelinceye kadar koşup dursunlar!..
-
Din, Laiklik ve Yabancı Servisler
İrtica ve laiklik eksenli, özünde siyaset ve yönetim arzusu bulunan ve giderek nefretle beslenen tartışmanın/kutuplaşmanın dikkat çeken bir tarafı var: "Laikçi" diye vasıflandırılan kesimde, açıkça ifade edilmese ve bir kısım felsefi düşüncelerin ardına gizlenilse de bir "İslam" düşmanlığı, en azından İslam'ı sıradanlaştıran soğuk/mesafeli bir tavır var. İşte geçenlerde bir rektör ağzından kaçırıverdi; "Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı." dedi. İslam'ın bizi geri bıraktırdığı, aklın ve bilimin ikinci plana itildiği gibi bir yığın safsata, üstelik bilimsel bir düşünceymiş gibi bu çevrelerce tam bir bağnazlıkla öteden beri savunuluyor. Bu yaklaşımın tabii ki tarihî, kültürel ve sosyolojik bir temeli var. Sayın Fethullah Gülen, Yeni Ümit dergisinin Nisan 1999 ve Nisan 2004 sayılarındaki başyazılarında bu temeli çok güzel özetliyor ve şöyle diyor: "Acıdır; Avrupa'nın ilim felsefesi, ilim metodolojisi, bazı özel durumlardan ötürü, topyekûn Batı'da sürekli bir ilim ve din mücadelesine, bir kalp ve kafa ayrışmasına sebebiyet vermiştir ki; bu olumsuzluk, hemen bütün Batı sistemlerinde asırlarca devam edegelen bunalımların ana sebebini teşkil etmektedir. Dahası, önceleri sadece kilise dogmalarına karşı oluşan bu ilmî ve felsefi cephe, zamanla bütün dinî telâkkileri hedef alan bir tavra dönüşmüştür. Ve ateizmin hâmisi haline gelmiştir. Bütün dinlere karşı bu hasmâne tavırdan maalesef, tamamen masum olan İslam düşüncesi de nasibini almıştır. "Önceleri sırf hür düşünce ve ilim adına, kilise dogmalarına karşı sürdürülen bu hareket zamanla, Allah-din-diyanet düşmanlığına inkılâp ederek dünyanın hemen her yerinde dindarlara karşı bir susturma, bir sindirme ve baskı altına alma, hatta tamamen yok etme gayretine dönüşmüştür. İslam dünyasının kendi dinamikleri açısından hiçbir zaman ilimle, hür düşünce ile çatışma gibi bir problemi olmasa da, bir kısım din düşmanları bu farklılığı görmezden gelerek, onu da Hıristiyanlığa kıyas etmek suretiyle aynı hayâsızca saldırılara maruz bırakmışlardır. "Bugün Batı dünyası din-devlet ilişkilerinde upuzun bir hercümerç yaşadıktan sonra problemlerini laiklik esasıyla belli bir ölçüde halletmiş görünüyor. Laiklik, menşei olan Batı dünyasında sırf bir uzlaşma yöntemi, din ve vicdan hürriyetinin de teminatı şeklinde algılanmaktadır. "Bugün bazı ülkelerde ise laiklik, hâlâ dine ve diyanete baskı vesilesi yapılıyorsa, bu, ya onun ilmî bir tarifle ortaya konmayışından, ya uygulayıcılarının dine olan hasmâne tavırlarından veya bazı ülkelerde yabancı servislerin kargaşa çıkarmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. Bu kabil durumların söz konusu olduğu coğrafyalarda din ve idareler arasındaki kavganın bir müddet daha sürüp gideceğini de bilmek gerekir." Sayın Gülen'in bu tespitleri ışığında elbette şu iki sorunun cevabı önem kazanmaktadır: 1. Batı dünyasında laiklik, bir uzlaşma zemini olurken bizde neden bir kavga, çatışma ve kutuplaşma sebebi olmaktadır? Büyük çoğunluğu Müslüman olan halkımız, bugüne kadar laikliğe karşı bir tavır koymamışken, neden bazı marjinal grupların, nereden kaynaklandığı da bilinmeyen çıkışları bütün dindarlara, mütedeyyin insanlara mâl edilmeye çalışılmaktadır? 2. Dünyanın özellikle enerji kaynakları ve enerji nakil yolları üzerindeki stratejik bölgelerinde bulunan İslam ülkelerinde, din ve idareler arasındaki kavgalar, yabancı servislerin ilgi alanı ise -ki öyle- Türkiye'de olup bitenlere bir de bu açıdan bakmak gerekmiyor mu? Sakin düşünmeye, birbirimize saygılı olmaya ve birbirimizi anlamaya ne kadar ihtiyacımız var. Yatıştırma ve kucaklama adına Çankaya bugünlerde ne kadar önemli bir makam. Orada bir Özal yok ki... Hüseyin Gülerce, Zaman, 06.10.2006 ELLERİNE SAĞLIK , BİZ GÖRÜYORUZDA GÖRMEYENLER BAKALIM NE ZAMAN UYANACAKLAR UYUTULMAKTAN
-
BU ÇAĞIN EN SİNSİ TAKİYYECİLERİ
Politika sen ne anlatmaya çalışıyorsan , maşallah yine önünze konulanı iyi yemişsiniz , onların hiç biri doğru değil , konuyla alakasız şeyler yazıyorsunuz ne cumhuriyeti hedef alan var nede TSK yı , asıl o maskeyi kullananlar ve TSK nın içindeki sabetayistler Türkiyeye çok büyük zarar vermeye çalışıyor , lakin bunu anlamaya sizin akılını yetmez.Konumuza dönelim , bakın bakalım irtica söylemlerinde samimilermi değillermi bakalım anlayabileniniz çıkabileck mi.Şu bir kaç olaya bakın bakalım.. ----------------------------------------------- Rum hastanesinin vakfını bile ‘irticacı’ diye fişlemişler Batı Çalışma Grubu, 28 Şubat döneminde Balıklı Rum Hastanesi Vakfı'nı 'irticacılar' listesine almış. Başkan Dimitri Karayani, Müslüman olan eşi dolayısıyla teftiş geçirmiş. Karayani, "Teftiş sırasında başkomiser listeyi gösterdi. Eşim namaz kılıyor diye fişlemişler. Bütün dosyaları incelediler. Hiçbir şey çıkmadı." diyor. 28 Şubat döneminde Batı Çalışma Grubu (BÇG) tarafından yapılan fişleme skandallarına bir yenisi daha eklendi. İrticacı fişlemelerinden Balıklı Rum Hastanesi Vakfı da nasibini almış. Fişlemeye gerekçe olarak, Vakıf Başkanı Dimitri Karayani'nin eşinin namaz kılması gösterilmiş. Karayani'nin Müslüman olan eşi Şükriye Karayani'nin, Kur'an okunup dua edilen yaşlı bayanların iştirak ettiği toplantıya katılması da irtica olarak yorumlanmış. 50 yıla yakın bir süredir vakıf hastanesinin yönetiminde yer alan ve 16 yıldır da başkanlığını üstlenen Karayani, o dönem yaşadıklarını Zaman'a anlattı. Fişlenme hadisesini önce yakın bir arkadaşından duyduğunu, ancak önemsemediğini dile getiren Karayani, teftiş için geldiklerini söyleyen resmî görevlileri karşısında gördüğünde oldukça şaşırmış. Karayani daha sonra olanları şöyle aktarıyor: "10 kadar kişi makam odama girdi. Valilikten geldiklerini söyleyip hastanenin dosyalarını istediler. Ben, ‘ne oluyoruz?' diye sinirlenince başlarında olduğunu sandığım bir başkomiser bana isim listesi gösterdi. Orada Şükriye Karayani de vardı. Bana 57 yıllık hanımımın irticaî faaliyette bulunduğunu, bu nedenle de başında olduğum vakıf hastanesinin listeye alındığını söylediler. Vakıftaki bütün dosyaları incelediler, bir şey bulamadılar. Fişleme listesine adımızı kendileri yazdı, sonra da ne hikmetse kendileri çıkardı.” Balıklı Rum Hastanesi, Osmanlı İmparatorluğu'nda Rum Ortodoks cemaatine sağlık hizmeti vermek amacıyla kurulan ilk hastane. 1753’te Yedikule'de kurulan hastane, İstanbul'un en eski hastanelerinden. 28 Şubat döneminin keyfî uygulamalarından biri de bu vakfın başına geldi. Başhekimi ve yönetim kurulunun tamamı Rum kökenli Türk vatandaşlarından oluşan Balıklı Rum Hastanesi Vakfı, ‘irticai faaliyette bulunmaktan' dolayı suçlandı. Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Başkanı Dimitri Karayani, “Eşim namaz kılıyor, Kur'an okunan sohbetlere katılıyor diye hakkımızda fişleme yapıldı.” diyor. 57 yıldır evli olduğu eşini, ‘namazında bir insan' olarak niteleyen Karayani, Müslüman olan eşinin bu özelliğinden dolayı vakıf hastanesinin irticacı damgası yediğini dile getiriyor. Fişlenme yapıldığını önce yakın bir arkadaşından haber aldığını aktaran Karayani, buna inanamadığını ve çok da önemsemediğini ifade ediyor. Teftiş için geldiklerini söyleyen resmi görevlileri karşısında gördüğünde oldukça şaşırdığını dile getiren Karayani, o günü şöyle anlatıyor: “Önce güldüm geçtim. ‘Ne halleri varsa görsünler' dedim. Ancak bir gün 10 kişi makam odama geldi. Valilikten mi nereden geldiklerini söyleyip hastanenin dosyalarını istediler. Ben ‘ne oluyoruz' diye sinirlenince başlarındaki kişi bana bir isim listesi gösterdi. Orada Şükriye Karayani de vardı. Ben de, ‘Eşimin ne işi var o listede?' diye sordum. Bana 57 yıllık eşimin irticai faaliyette bulunduğunu, bu nedenle de başında bulunduğum vakıf hastanesinin listeye alındığını söyledi. Çok sinirlendim ve burada birkaç çalışana bütün dosyaları getirip ortada bulunan masanın üstüne atın dedim.” Dosyaları inceleyen grup, irtica ya da yolsuzluğa dair bir suç unsuru bulamayınca başkanın odasından ayrılmış. “Eşim o zamanlar kadın toplantılarına katılırdı. 15-20 kadın bir araya gelir, yemek yer, Kur'an okuyup dua ederlerdi.” diye konuşan Karayani, bu toplantılarda asla siyaset konuşulmadığının altını çiziyor. Toplantıya katılan kimselerin yaşlı kadınlar olduğunu söyleyen Karayani, “Eğer bu sohbetlerde siyaset konuşulsaydı benim hanım devam etmezdi. Çünkü kendisi siyasetten haz etmez.” diye konuşuyor. Aslen Tokatlı olan Şükriye Hanım, depremde annesini kaybedince evlatlık olarak Malatyalı bir aileye verilmiş, daha sonra da İstanbul'a göç etmiş. Şükriye Hanım'ı çocukluğundan beri tanıyan Karayani, asker dönüşü evlenmiş ve bu evlilikten bir kızları olmuş. Beş defa hacca giden Şükriye Hanım'ı kocası Karayani, “Dini bütün bir insan.” olarak tanımlıyor. Eşi dahi olsa kimsenin inancına karışamayacağını ifade eden Karayani, bunu vicdanî bir mesele olarak görüyor. Karayani, listeden çıkmak için hiçbir girişimde bulunmadığını vurguluyor. “Kendileri yazdı sonra da ne hikmetse kendileri çıkardı.” derken, bu süre zarfında yalnızca işini yapmaya devam ettiğini belirtiyor. Karayani'nin bu özgürlükçü tutumu yalnızca 28 Şubatçılarla değil kendi cemaati ile de arasını açmış. Rum cemaatinin önde gelen bazı isimleri Karayani'yi, hastaneyi Türkleştirmekle suçluyor. Bu kişilerin, kendisini yönetim kurulu başkanlığından indirmek için çalıştıklarına değinen Karayani, “Ben kimsenin türbanına ya da başının açık olmasına aldırmam. Hastanemizin kuralları vardır, onlara kim uyarsa ve işini iyi yaparsa ben o kişiyi işe alırım.” diyor. Balıklı Rum Hastanesi’nde 400 Türk ile 15 Rum görev yapıyor. http://www.zaman.com.tr/?bl=haberler&a...1&hn=346962 -------------------------------------------------------------- Eşime irticacı demem için Çevik Bir para önerdi Tabip Kıdemli Albay Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol’un 1997’de Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararlarıyla ordudan atılması konusunda ilginç iddialar ortaya atıldı. Vakit Gazetesi’ne konuşan Kahramanyol’un eski eşi Nurcan Akçay, kocasının irticacı diye ordudan atılması için aralarında dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in de olduğu üst rütbeli bazı subayların kendisine para ve iş teklif ettiğini, asılsız mektup yazdırdıklarını öne sürdü. Bu mektup sebebiyle Akçay’a Mehmetçik Vakfı’nda iş verilmiş. Ancak Albay Kahramanyol, açtığı boşanma davasında bu duruma dikkat çekince Akçay, Çevik Bir’in yazısıyla 1998’de işten çıkarılmış. Albay, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurunca Genelkurmay’ın davayı kaybetmemesi için ikinci bir mektuba daha ihtiyaç duyulmuş. Akçay, bu talebi de yerine getirmiş ve bunun karşılığında Mehmetçik Vakfı'nın İstanbul TEM Otoyolu üzerindeki akaryakıt tesislerinde çalışmaya başlamış. Fakat buradan da yolsuzluklara göz yummadığı için kovulmuş. Nurcan Akçay, Genelkurmay eski 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir'in Belçika'da NATO karargahında görev yaparken yaşanan bir olaydan dolayı Kahramanyol'a karşı kin beslediğini savunuyor. Akçay'a göre Bir, kendisini kullanarak irtica kılıfıyla eski kocasından intikam aldı. Albay Mustafa Kahramanyol, eski eşinin söylediklerini hayretler içerisinde okuduğunu belirtiyor. Savcıları göreve çağırdı Adaleti Savunanlar Derneği Onursal Başkanı Prof. Dr. Ahmet Alper, Nurcan Akçay'ın açıklamalarıyla ilgili olarak savcıları göreve çağırıyor. Prof. Dr. Alper, Kahramanyol'un eski eşinin ifadelerinin 28 Şubat sürecinde yaşanan ahlaksızlıklara ve çete faaliyetlerine iyi bir örnek teşkil ettiğini söylüyor. 28 Şubat sürecinde buna benzer çete faaliyetlerinin yürütüldüğünü iddia eden Prof. Dr. Alper, "28 Şubat döneminde ne şekilde ahlaksızlıklar yapıldığını bu açıklamalar çok iyi şekilde göstermektedir. Silahlı Kuvvetler içerisinde bazı insanlar kendi fikirlerinde olmayan kişileri tasfiye etmek için her türlü yolu denemişlerdir. ‘Sen böyle dersen, sen böyle yaparsan, biz sana iş buluruz, para buluruz' diyen bir grup var. Maalesef bunlar YAŞ kararlarının yargı denetimine açık olmaması sebebiyle olan işlemler. YAŞ kararları bu şekilde devam ettiği sürece Türkiye'de hukuk devletinden bahsedilemez. Bu açıklamalar karşısında savcıların hiç vakit kaybetmeden takibat başlatmasını istiyoruz.” şeklinde konuşuyor. Mustafa Kahramanyol ise eski eşinin söylediklerini küçük dilini yutarak okuduğunu belirtiyor. Aradan geçen sekiz yıl içinde çok zor günler yaşadığını anlatan Kahramanyol, YAŞ kararları ile Silahlı Kuvvetler'den uzaklaştırılan bin 500 kişinin hakkının geri verilmesini istiyor. Her biri üniversite bitirmiş yetişkin olan çocuklarının kendisine “Baba biz seni çok seviyoruz. Ama bu işin içinde hakikaten bir şey yok mu? İrticai olaylara karışmış olamaz mısın?” diye sorduklarını anlatan Kahramanyol, “Bir babanın böyle bir soru ile karşılaşması bile ağırdır.” diyor. Kendisi gibi sıkıntı çeken YAŞ'zedelerin sıkıntılarının giderilmesi için TBMM'yi göreve çağırdığını ifade eden Kahramanyol, şöyle devam etti: “Gerekli Anayasa değişikliği yapılmalı. Bizlere yapılanlar utanç verici bir hukuk çiğneme olayıdır. Normal şartlarda her kuvvet komutanı disiplinsiz olarak mütalaa ettiği her subayı re'sen ordudan çıkarabilir. Ama bu takdirde bu subay Askerî Yüksek İdare Mahkemesi nezdinde dava açabiliyor. YAŞ tarafından çıkarıldığı takdirde hakkını arayamıyor. Bu, hukukun çiğnenmesidir. Kanun çiğnenmesi değil; çünkü bunlar ihtilal kanunları. 1983'ten bu yana Türk milletinin gözünün içine baka baka hukuku çiğniyorlar. Düne kadar silah arkadaşı olarak gördükleri bizleri torbaya koyup denize atarken hiç mi vicdan azabı çekmiyorlar? Bugün Silahlı Kuvvetler'den zorla ayrılmak durumunda bırakılan subay ve astsubaylar çok sefil duruma düşmüş durumda. Millete hizmet etmiş kişilerin millet tarafından ellerinden tutulması lazım. Bunu sağlayacak makam ve mevki TBMM'dir." Kahramanyol, intihar eden GATA eski komutanı Tümgeneral Prof. Dr. Fahrettin Alparslan’ın ölümünden birkaç gün önce kurulan komployu itiraf ettiğini söyledi. Kahramanyol, “Alparslan, 1997 Kasım ayında intihar etmeden birkaç gün önce beni çağırdı. ‘Mustafa, sana çok büyük haksızlıklar ettik. Vicdan azabı içerisindeyim' dedi. Bunların bir kısmını anlattı. Görüşmemizden birkaç gün sonra da intihar etti.” dedi. Mustafa Kahramanyol, YAŞ kararıyla ihracının ardından özel hastanelerde çalışmasının bile engellendiğini söyledi. Bana söylenenleri yazdım "GATA İstihbaratı beni defalarca Ankara'ya çağırdı. Eşi olduğum için güvenilir olacağımı ve belge olarak kabul edilebileceğini belirttiler. Ağustos şûrasının yaklaştığını, bu mektubun dosyasına konulacak en önemli delil olacağını söylediler. Mustafa Bey'in irticai faaliyetlerle ilgili olduğunu, vatan hainliği yaptığını yazmam istendi. Bilgim olmadığı halde, söyledikleri konuları mektuba ekledim. Mektubu yazmamı Çevik Bir'in adamı olduğu bilinen GATA İstihbaratı'nda görevli C. Binbaşı istedi." Eşlerin kavgası etkili oldu “Çevik Bir'in ikinci eşi ile Mustafa Bey'in benden önceki eşi Belçika'da araba kullanmayı öğrenirken, korna çalma yüzünden kavga etmiş. Çevik Bir bu olayla ilgili olarak Mustafa Bey'i yanına çağırmış. Mustafa Bey, randevulu hastaları olduğu için gelemeyeceğini söyleyince Çevik Bir, odasına gidip 'Savunmanı hazırla.' dedikten sonra tehdit falan etmiş. Yıllardır bu husumetin devam etmesi, bence eski eşimin ordudan atılmasında çok etkili oldu. Onlar dikecekleri elbisenin modelini çoktan tasarlamışlardı. Dikişte kullanılacak iplik rengini bana belirlettiler.” Tolon, ‘İşini bitireceğiz’ dedi “Şubat 1997'de boşanma davası açtığı için eşime çok öfkeliydim. Bu psikoloji içerisinde iken ailece görüşmekte olduğum generallerden Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu ve Hurşit Tolon'a aile içindeki sıkıntılarımı anlatmak ve maddi sıkıntılarıma bir çere bulunması için Genelkurmay'a gittim. Hurşit Paşa, anlattıklarım kendisini etkilemiş olacak ki, bana 'Kahramanyol'u bu defa affetmeyeceğim. Durumuyla ilgili olarak Genelkurmay'da iki general arkadaşım ile görüşüp işini bitireceğim.' dedi ve beni GATA komutanına gönderdi." ------------------------------------------------------ Bir kerede yenişafaktada bir haber çıkmıştı , okulada rock konserine izin vermeyen bir öğretmenide irticacı diye fişleyip çok uğraştırmış hayatını zehir etmişler..Görün yani OLMAYAN İRTİCAYI ÇIKARTMAK İÇİN , BAHARA ÜLKEMİZİ BIRAKMAMAK İÇİN NE SAHTEKARLIKLAR YAPIYORLAR , GÖ-RE-Bİ-LE-NE TABİ
-
Olmadı Rektör Bey
Papa ile yarışan Rektör İlhan Selçuk/Sezer Tandemi, *********** Papa Ağzıyla Konuşan Rektör falan derken çarşı alabildiğine karıştı... Toparlayacak olursak, son durumu pekala şu başlıkla özetleyebiliriz: “Papa Onyedinci Rectorus Emin Alıcı, kasım ayı sonunda Cumhurbaşkanı İlhan Selçuk’un davetlisi olarak Türkiye’ye gelecek!” *** Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı İzmir’deki Karşıyaka Toplantıları’nda “Matbaayı Müslüman olmayanlar kullandı, gelişti. Keşke o zamanlar Anadolu Müslüman olmasaydı!” diyerek Papa 16. Benedictus’u bile gölgede bırakmayı başardı... Rektör Prof. Alıcı, bu cümlelerin basında yer almasının ardından panikleyerek sözlerini inkar etti. Yani, Papa’vari bir slalom yaptı... Konuşmasının bandı olmadığını öne sürerek de “cinayet mahalli”nden tüymeye çalıştı! Buna mukabil, toplantıyı izleyen Anka Ajansı Rektör’ün ses kaydını “Bant elimizde, o sözler de Rektör’e ait” diyerek ortaya koydu ve Emin Alıcı’yı oracıkta bitiriverdi... Vatan, Alıcı’ya ulaşarak ilgili sözlerin kendisine ait olup olmadığını sorduğunda, Rektör, “Kesinlikle bana ait değil. Normal bir insan bu sözü söylemez” diyordu! Vatan, bu defa Rektör’e Anka’nın “ses kaydı”nı hatırlatınca; Alıcı, “Muhabir sadece not aldı, ses kaydı yok.” karşılığını veriyordu... Anka muhabiri ise Vatan Yazı İşleri Koordinatörü’ne Alıcı’nın ses kaydını dinleterek Rektör’ün savunmasını berhava ediyordu... Rektör Alıcı, Vatan’ı birkaç kez arayarak bu sözü başkasının söylediğinde ısrarlıydı; ancak, şu alçak ve hain ses kaydı kendisini yalanlamayı sürdürüyordu! Alıcı, filmin sonunda Vatan’a belki de tüm olup biteni özetleyen açıklamayı yapıyordu: “Ben Hıristiyan’ım. Bu sözler Papa’nın Müslümanlara sarf ettiği sözler kadar etkili olur. Sonuçları da benim için çok kötü olur!” *** Tam üç yıl önce bugünlerde, YÖK Yasa Taslağı’na karşı çıkıp “Gerekirse yeni Kubilay’lar olmaya hazırız!” diyordu, Rektör Emin Alıcı... YÖK tartışmaları kıyasıya sürerken, Vakit gazetesi nüfus kayıtlarına dayanarak “Kubilaycı Provokatör Rektör Emin Alıcı’nın Gerçek Yüzünü Deşifre Ediyoruz: Hıristiyan Çıktı” manşetini atmıştı. (27 Eylül 2003) Alıcı, o manşetle ilgili olarak tartıştığı Vakit muhabirine “Hıristiyan olduğumu söylemek dedikoduculuktur” diyordu... Rektör Alıcı, üç yıl sonra gezegenimize bir kez daha isabet ettiğinde bu defa artık Papa Ratzi ile yarışır bir konumdaydı: “Tek Rakibim Vatikan Hava Yolları” vaziyeti! Alıcı, Papa’nın hakaretleri gündemdeki tazeliğini koruduğu bir esnada “Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı” diyerek topa giriyordu! Papa Ratzi, Emin Alıcı’nın sarf ettiği sözleri öğrenmiş midir bilmiyorum: Şayet öğrenmişse “Bu kadarını ancak ben söyleyebilirim” demiştir, herhalde... Final: Hafıza-i beşer nisyanla maluldür. Özellikle de bu topraklarda! DEÜ Rektörü Alıcı’nın bu göreve atanmasında Cumhurbaşkanı Sezer’in hayli ısrar etmiş olduğunu hatırla(t)makta fayda var... Alıcı’nın adı YÖK’ün Çankaya’ya sunduğu listede yer almayınca kriz çıkmış; Sezer listeden kimseyi rektör atamayarak Alıcı için direnmişti. YÖK geri adım atıp Alıcı’yı listeye dahil edince, Sezer de Alıcı’yı rektör olarak atamıştı! Tamer Kokrmaz - ZAMAN Arkadaşlar okursanız bazı konularda daha bi gözünüz açılacaktır **********
-
İrtica haberleri 28 Şubat’taki Kalkancı olayını hatırlatıyor
Medya yeni bir 28 Şubat sürecini yine destekler Sabah Gazetesi yazarı Ergun Babahan, Türkiye’de 28 Şubat benzeri bir girişim olursa, medyanın bunun en büyük destekçisi olacağını öne sürdü. Medyanın Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanı’nın açıklamalarını sunuş tarzını değerlendiren Babahan, “Bunun altyapısı yapılmıştı zaten. 2 Ekim’de çok önemli bir konuşma yapılacak diye basına sızdırıldı. Ardından 11 TV kanalına yayın izni verildi. Zaten asker tek başına ortamı askerileştiremez.” dedi. Gerçek Hayat Dergisi’ne konuşan Babahan, Türkiye’de 28 Şubat sürecinin benzeri bir ortam isteyenler bulunduğunu söyledi. Türkiye’nin AB sürecinden çıkarılmasıyla ‘başı boş bir sal’a benzeyeceğini kaydeden Babahan, “Ben durumun o boyutlara taşacağını sanmıyorum; ama Cumhurbaşkanı’nın ‘özgürlüklerin askıya alınabileceği’ sözleri insanı gerçekten ürkütüyor.” ifadelerini kullandı. ‘Kürt meselesi’ hakkında da yorumda bulunan Babahan, konunun Türkiye’nin iç meselesi olmaktan çıktığını dile getirdi. Güneydoğu’da devletle yöre halkı arasında kopukluk olduğunu düşünen Babahan, “Sorunun üzerine, bölge halkının taleplerini göz önüne alarak ve cesur davranarak gidilirse bir çözüm olabilir.” dedi. İstanbul, Zaman ------------------------------------------------------------------------------------- Desteklerler , çünkü onların işinin parçasıdır o.BURALARDANDA DESTEK GÖRÜR YENİ BİR 28 ŞUBAT , nede olsa delilden kanıttan mantıktan ziyade , başkalarının ak dediğine ak kara deddiğine kara demeye bakıyorlar BEYHUDE YORULAMAYIN KAPILAR SÜRMELİDİR , İRTİCA İLE NELERİN HEDEFLENDİĞİNİ BİZ ÇOK NET GÖRÜYOZ , HALKIMIZDA GÖRÜYOR
-
BASINDAKİ YALAN HABERLERDEN ARTIK GINA GELDİ(Bilmeniz gerekenler)
‘Ramazan'da içki içtiği için öldürüldü' haberi yalan çıktı Antalya'da, mekansız olarak tabir edilen ve sokaklarda yaşayan Ünal Topel'in (44) yolunu kestiği öğrencilerden para istemesi ve bunun üzerine başlayan kavgada hayatını kaybetmesi, bazı basın yayın organlarına "Ramazan'da içki içtiği için öldürüldü' şeklinde yer alması, hem emniyeti hem de diğer medya mensuplarını şaşırttı. Olaya karıştıkları gerekçesiyle göz altına alınan ve daha sonra da tutuklanarak cezaevine gönderilen 5 öğrenicinin polise verdiği ifadelerine göre olay şöyle gerçekleşti: Ünal Topel (44) dün Muratpaşa Mahallesi'nde ölü olarak bulundu. Görgü tanıklarının verdiği bilgilerden yola çıkan polis, şahsın dövülerek öldürüldüğünü belirledi. Delillerden iz süren polis, şahsın katil zanlısı olarak 5 lise öğrencisini gözaltına aldı. Topel'i döverek öldürdükleri iddiasıyla gözaltına alınan B.K., S.Ş., M.Ö., V.T. ile R.A. isimli 5 lise öğrencisi, çıkarıldığı nöbetçi mahkemece tutuklanarak cezaevine gönderildi. Öğrencilerden B.K. ile S.S. polise verdikleri ifadelerinde Topel'in iki gün önce okuldan dönerken önlerini kesip kendilerinden para istediğini iddia ederek şunları söyledi: "Olay günü okuldan dönerken önümüze çıkan adını bile bilmediğimiz bu şahıs bizden para istedi. Biz paramız olmadığını söyleyince eliyle bizi taciz etti. Biz de kaçtık. Durumu arkadaşlarımıza anlatınca, Topel'in yanına gidip kendisiyle konuşmak istedik. Ancak o bize saldırdı. Biz de karşılık verdik. Öleceğini hiç tahmin etmiyorduk." Bu arada Ünal Topel'in kesin ölüm nedeni, yapılacak otopsinin ardından belirlenecek. Ancak olayın bazı medya organlarında Topel'in 'Ramazan'da içki içtiği' için öldürüldüğüne yönelik ifadeler yer alması, hem polis kaynaklarını, hem de diğer medya mensuplarını şaşırttı. Polis olayın bu şekilde çarpıtılarak verilmesine anlam veremezken medya mensupları ise bunun meslek etiğini yerle bir ettiğini söyledi. Antalya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Türkiye Gazetecileri Federasyonu Genel Sekreteri Erdoğan Kahya, gazetecinin asıl görevinin haberi kaynağından olduğu gibi aktarmak olduğunu söyledi. Bir haberin kaynağı haberi doğrulamıyorsa o bilginin 'haber' olmaktan çıkacağına dikkat çeken Kahya şunları ifade etti: "Bu mesleğin kurallarına da aykırı. Bir bacağı havada kalmış olur. Günün konjönktörüne göre sırf 'haber girsin' diye çarpıtmaya gitmek, kesinlikle doğru değildir. Gazetelerin künyelerinde 'Bu gazete basın ahlak kurallarına uymayı taahüt eder.' diye yazar. Gazetelerin öncelik basın yasası ve TCK'ya uyma zorunluluğu vardır. Dolayısıyla bu şekilde resmi bir kaynağa dayanmayan bilgileri haber diye vermek etik değildir. Bumerang gibi döner kendini vurur. Yorumsuz kaynağa dayalı haber vermek gerekir." dedi. Öte yandan konuyu takip eden diğer muhabirler de işlenen cinayetle ilgili polis kaynaklarından alınan bilgilerin hiçbir yerine cinayetin oruçla ilgisi olduğuna yönelik bir veri olmadığını doğruladı. ---------------------------------------------------------------------- ‘Liselilerin oruç cinayeti’ haberi de yalan çıktı ‘Liseliler oruç cinayeti işledi’ haberi yalan çıktı. Cinayete karıştıkları gerekçesiyle tutuklanarak cezaevine gönderilen 5 öğrencinin polise verdiği ifadeye göre olay, sokakta yaşayan Ünal Topel’in (44) öğrencilerin yolunu keserek para istemesi nedeniyle gerçekleşmiş. Topel’in iki gün önce okuldan dönerken önlerini kesip kendilerinden para istediğini iddia eden öğrenciler, şunları söyledi: “Olay günü okuldan dönerken önümüze çıkan adını bile bilmediğimiz bu şahıs bizden para istedi. Paramız olmadığını söyleyince eliyle bizi taciz etti. Biz de kaçtık. Durumu arkadaşlarımıza anlatınca, Topel’in yanına gidip kendisiyle konuşmak istedik. Ancak o bize saldırdı. Biz de karşılık verdik. Öleceğini hiç tahmin etmiyorduk.” Polis, olayın çarpıtılarak verilmesine anlam veremezken medya mensupları da bu durumun meslek etiğini yerle bir ettiğini söyledi. Antalya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Türkiye Gazetecileri Federasyonu Genel Sekreteri Erdoğan Kahya, herhangi bir kaynağa doğrulatmadan yapılan söz konusu haberin etik olmadığını belirtti. Lütfi Aykurt, Antalya --------------------------------------- Temcit pilavı Ramazan âdetlerinden hareketle türetilmiş bir terimdir temcit pilavı. Akşam iftarda bitirilemeyen pilavın, sahura kalması; dolayısıyla bayatlamış olmasından kinayedir. Sahurda da bitmezse pilavın bu kez de iftara kalma riski bile vardır. Medyadaki Ramazan haberlerinden bir kısmı için cuk oturuyor bu tabir. Oruçla uzaktan yakından hiç ilgisi olmayan bir gazete daha ilk günden şöyle bir başlık atıyor: “Ramazan ayı olaylı başladı”. Haberi okuyunca karşınıza şu bilgi çıkıyor: İzmir’de Ramazan ayını kutlamak için havaya ateş açan gruptan bir kişinin silahından çıkan bir kurşun bir vatandaşın hayatını kaybetmesine sebep olmuş. Çocukluğundan beri oruç tutan milyonlarca insan yaşıyor bu ülkede. Allah aşkına sorun; Ramazan kutlaması diye bir kavram daha önce hiç duymuşlar mı? Ramazan, teravih namazıyla karşılanır, sahurla idrak edilir; ancak herhangi bir tören ya da kutlama yapılmaz. Hele Ramazan’ı kutlamak amacıyla havaya ateş edilmesi duyulmuş, görülmüş bir şey değil. Üstelik Pravda özentisi gazeteye göre birileri böyle bir geleneğin yıllardır sürdüğünü ifade ediyormuş. İnanılır gibi değil. Şu ifade de tuhaf değil mi: “Öğle namazının ardından kılınan cuma namazı...” Fıkra gibi. İnanın, aynen böyle! “Bu sene de hac Kurban Bayramı’na denk geldi” diyebilen basın, Deniz Baykal’ın Kudüs’te kıldığı öğle namazını, o namazın sünnetini, o namaz için alınan abdesti bile karıştırmış; her cümlesiyle cehlini ortaya koymuştu. Zaman Gazetesi genel yayın yönetmeni Ekrem Dumanlının yazısınından alıntı , yazının devamıda çok süper http://www.zaman.com.tr/?bl=yazarlar&a...2&hn=355027 Bu arada o haberin senaristileri Cumhuriyet Gazetesi , ne kadar çok şaşırdınız değil mi
-
BAŞBAKANIN 'İRTİCA! YAKLAŞIMINA SİVİL TOPLUMDAN DESTEK
İrtica tartışması millete saygısızlık Başbakan Erdoğan'ın irtica tartışma-larıyla ilgili önerileri kamuoyunda yankı buldu. Gerginlik oluşturmak yerine, konunun MGK gibi mahfiller-de tartışılmasını isteyen Erdoğan'a sivil toplumdan destek geldi. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Hakkari Milletvekili Esat Canan, kamuoyu önünde yapılan tartışmaların doğru olmadığını, dindar insanların incindiğini vurguladı. MHP Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Şandır, “Halkın gündemi bunlar değil. Türk halkına saygısızlık yapıyorlar.” dedi. Siyasete 28 Şubat sürecinde kurulan Demokrat Türkiye Partisi (DTP) Genel Başkanlığı ile giriş yapan Mehmet Ali Bayar, “Türkiye’deki açık ve yakın tehlike bölücülüktür.” ifadesini kullandı. Milli Eğitim Komisyonu Başkanı Tayyar Altıkulaç, irticanın önündeki en büyük engelin Kur’an-ı Kerim olduğunu vurguladı. DYP Genel Başkan Yardımcısı Nevzat Ercan, demokrasinin askıya alındığı günleri hatırlatarak tansiyonun düşürülmesini olumlu bulduğunu kaydetti. Esat Canan: Bu tartışma din-dar insanları inciti-yor. Kamuoyu önünde yapılan konuşmalar, kişi-lere ve kurumlara zarar veriyor. Mehmet Şandır: Halkın gündemi bunlar değil. Türk halkına saygısız- lık yapıyorlar. ‘İrtica var' diyen-lerin ellerinde belgeleri olmalı. Tayyar Altıkulaç: İrticanın önündeki en büyük engel Kur'an-ı Kerim’dir. Kaygılarını dile getirenler neyi kastettiklerini açıklamalı. Mehmet Ali Bayar: Türkiye'deki açık ve yakın tehlike bölücülüktür. Felaket senaryo-su yazmanın gereği yok. Tanıl Küçük: Başbakan’ın çağrısı olumlu. Dikkatimiz ekonomide olmalı. Birlik ve beraberlik içinde güçlü ekonomiyi oluşturmamız gerekiyor. Ümit Kardaş: ‘İrtica var’ diyenlerden somut veriler istenmesi lazım. Başbakan’ın gerilimi düşürme girişimi olumlu; ama sonuç alamaz. Başbakan Erdoğan’ın İngiltere gezisinin dönüşünde uçakta yaptığı açıklamalar kamuoyu tarafından olumlu karşılandı. Kuvvet komutanları, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın irtica tehdidine yönelik açıklamalarının ardından Erdoğan, şu önerilerde bulunmuştu: “Bu tartışmalar kamuoyu önünde yapılmamalı. Kendi aramızda, MGK’da veya ikili görüşmelerde bunları rahatlıkla müzakere edebiliriz. Taraflar kim olursa olsun, ülkeyi gerecek yaklaşımlardan kaçınmamız lazım. Kimse irticaya hukukî bir tanım getiremiyor. Hep siyasî bir yaklaşımla olay değerlendiriliyor. Bu da mütedeyyin insanları rahatsız ediyor. İddiaların bilimsel tabanının olması gerekiyor.” CHP’li Esat Canan, Erdoğan’ın, “İrtica tartışmasını kamuoyu önünde değil kendi aramızda yapalım.” teklifinin yerinde olduğunu söyledi. Canan, konunun sık sık gündeme getirilmesi ve bunun kamuoyu önünde tartışılmasının dindar insanları incittiğini vurguladı. Canan, tartışmaların haklı bir gerekçesinin olduğuna inanmadığını ifade ederek, “Varsa bir irtica tehdidi bunun konuşulacağı yer bellidir. Özellikle Milli Güvenlik Kurulu (MGK)’nda konuşulması gerekir. Kamuoyu önünde yapılan tartışmalar, tartışan kişilere ve kurumlara zarar veriyor. İrticanın ne olduğunun iyi tanımlanması ve içeriğinin iyi belirlenmesi gerekiyor. Dindar ve başörtüsü takan bir kişi irtica kapsamına alınıyorsa burada ciddi bir sorun var.” dedi. Türkiye’de her kurumun alanının anayasal ve hukuksal olarak belirlendiğini hatırlatan Canan, askerin siyasete yönelik mesaj vermesini doğru bulmadığını kaydetti. Canan, şöyle devam etti: “Askerin kendisini Cumhuriyet’in tek koruyucusu olarak görmesi doğru değil. Cumhuriyet’in koruyucusu ‘cumhur’dur. Ülkenin sanal gündemden kurtarılması gerekir.” CHP Şanlıurfa Milletvekili Vedat Melik de, Türkiye’de irtica tehdidinin olmadığını kaydetti. Siyasete 28 Şubat sürecinde kurulan DTP’yle giren Mehmet Ali Bayar, “İrtica tartışması 200 yıllık bir süreçtir. Türkiye’deki açık ve yakın tehlike bölücülüktür.” değerlendirmesini yaptı. Bayar, felaket senaryosu yazmanın gereği olmadığını söylerken, “irtica” tartışmaları ile yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimleri arasında ilişki kurdu. Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinin her zaman gergin geçtiğini, tansiyonun yükseldiğini ifade eden Bayar, sorunun 1982 Anayasası’ndan kaynaklandığını, çare olarak da sivil bir anayasa yapılması gerektiğini savundu. TBMM Milli Eğitim Komisyonu Başkanı ve Diyanet İşleri eski Başkanı Tayyar Altıkulaç, irticanın önündeki en büyük engelin Kur’an-ı Kerim ve hakiki Müslümanlık olduğunu vurguladı. Altıkulaç, “irtica” kaygısını dile getirenlerin neyi kastettiklerini açıklamaları gerektiğini ifade etti. DYP’li Nevzat Ercan, irtica ile ilgili tartışmaları yanlış bulduğunu belirterek, geçmişte demokrasinin askıya alındığını hatırlattı. Ercan, gerilimden yana olmadıklarını belirtti. BBP Genel Başkan Yardımcısı Nevzat Yanmaz, ülkede onca sorun varken neden irtica konusunun gündeme getirildiğini anlayamadığını ifade etti. Yanmaz, “Bu tartışma Türkiye’nin imajını zedeler.” dedi. MHP’li Şandır ise, “Halkın gündemi bunlar değil. Türk halkına saygısızlık yapıyorlar. Halkın gündeminde açlık var. Bu konuyu tartışsınlar.” yorumunda bulundu. MHP olarak inanç değerleri üzerinde tartışma yapmayı doğru bulmadıklarını belirten Şandır, ‘İrtica var’ diyen devlet görevlilerinin ellerinde mutlaka belgeleri, iktidarın ise bu belgelerden haberdar olması gerektiğini söyledi. Şandır, şöyle devam etti: “Sorumluların bu üslupla tartışmasını Türk halkına haksızlık olarak görüyorum. Ülkenin bütün meselesi irtica mıdır? Devlet görevlileri ve iktidar, halkın gündemindeki konuları tartışsınlar.” -------------------------------------------------------------------------------- Hukukçulara göre irtica diye bir suç yok Hukukçular, irticanın siyaset ve sosyolojinin alanına giren soyut bir kavram olduğuna işaret ederek, irticanın hukuki açıdan tanımlanmasının mümkün olmadığını vurguladı. Prof. Dr. Bahri Öztürk, irticanın soyut bir kavram olması sebebiyle ceza hukukunun alanına girmediğini ve “irtica” diye genel bir suç tanımının yapılamayacağını belirtti. Emekli Yargıtay Savcısı Avukat Ahmet Gündel, gerek TCK’da gerekse özel ceza yasalarında böyle bir kavramın bulunmadığına dikkat çekti. İnanç özgürlüğü açısından tartışmalara sebep olan 163. maddenin bu kapsamda değerlendirilebileceğini hatırlatan Gündel, bu maddenin 1991 yılında antidemokratik olduğu için kaldırıldığını vurguladı. Gündel, şöyle devam etti: “İrticadan kastedilen insanların dinî bir yaşam tarzına göre hareket etmeleri. Batı’da bu, ifade hürriyeti kapsamında değerlendirilmektedir ve serbesttir. Amerika’da yüzyıllarca öncesinin ilkel yaşam tarzını benimseyen bir harekete kimse yasak uygulamıyor. Türkiye’de kimse irticacı olduğunu kabul etmiyor, ama varsayalım irticacı olduğunu söyleyen bir grup olsa ve yüzyıllarca öncesinin koşullarını yaşamak istediğini söylese bunlara hukuki açıdan müdahale etmek mümkün değildir.” Yeni TCK’nın hazırlanmasında görev alan Adem Sözüer, Anayasa’nın temel ilkelerini ortadan kaldırmak amacıyla cebir ve şiddet kullanılmasının zaten mevcut ceza kanununda suç olduğunu, cebir ve şiddet içermeyen eylemlerin ceza hukuku alanına girmediğini söyledi. Sözüer, irtica konusunun hukuki değil, siyasi ve kültürel boyutları olan bir tartışma olduğunu belirtti. Emekli Askerî Hakim Ümit Kardaş, Erdoğan’ın irtica konusundaki girişiminin olumlu olduğunu; ancak sonuç alamayacağını savundu. Başbakan’ın gerilimi düşürmek için açıklama yaptığını belirten Kardaş, “Erdoğan’ın ‘aşırılıklar’ dediği çevreyi ‘merkeze çekme’ yaklaşımını olumlu buluyorum. İrtica tehlikesi varsa, kaygı verici boyutlarda olduğunu söyleyen askerden somut verileri istemesi lazım. Böyle bir şey verilemiyorsa gerekli uyarıyı askere yapması lazım. TSK’nın irtica tehlikesi varsa, kamuoyuna açıklama yapmasının anlamı yok.” diye konuştu. Aşırılıkların her toplumda olabileceğini ifade eden Kardaş, “Bu kesimleri kazanmak önemlidir. Şu anki ‘irtica var’ görüşünü, büyük bir çoğunluğun yaşam alışkanlıklarının kamusal alana çıkması olarak algılıyorum. Sosyolojik olarak bir sorun yok. İrtica yok. Normal bir süreç bu.” dedi. Ümit Kardaş, tartışmanın cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olabileceğini de sözlerine ekledi. -------------------------------------------------------------------------------- Barolar: Tartışmalar borsada spekülasyon yapanlara yarıyor Başbakan Erdoğan’ın çağrısına barolar da destek verdi. Baro başkanları, yasalarda tarifi olmayan suçlar üreterek ülkeyi kamplaşmalara götürecek açıklamaların ülkeye zarar verdiğine dikkat çekti. Konya Baro Başkanı Hasib Şenalp, kanunlarda ‘irtica’ diye bir suç olmadığını vurguladı. Tartışmaların asıl hedefinin cumhurbaşkanlığı seçimleri olduğunu savunan Şenalp, halkı kamplara ayırmaya kimsenin hakkı olmadığını kaydetti. Milli Güvenlik Kurulu’nda (MGK) değerlendirilmesi gereken bir konunun halkın önünde konuşulmasını yanlış bulan Şenalp, “Ekonomiye verilen zararın haddi hesabı yok. Kimsenin bu milletin parasını spekülatörlerin cebine kaydırmaya hakkı yok.” dedi. Elazığ Baro Başkanı Avukat Selçuk Cirit, irticanın her altı ayda bir gündeme getirilerek kaos ortamı oluşturulmaya çalışıldığını ileri sürdü. İrtica kelimesinin siyasi bir kavram olduğunu ve farklı odakların bunu koz olarak kullandığını ifade etti. Manisa Baro Başkanı Avukat Remzi Demirkol, hayali suç tartışmaları yüzünden vatandaşın maddi ve manevi bedel ödediğini hatırlattı. Tokat Baro Başkanı Avukat Mustafa Yavuz, tanımı bile olmayan ‘irtica’ hakkında basın önünde sert çıkışlar yapılmasının demokrasi kültürüne büyük zarar verdiğine dikkat çekti. Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu, insanları kişisel tercihleri ve inançları sebebiyle kısıtlamanın hukuk ve insan haklarına aykırı olduğunu söyledi. Tanrıkulu, devleti temsil eden kurumların başında bulunanların ülkeyi gerecek açıklamalardan kaçınması gerektiğini vurguladı. Türk Hukuk Enstitüsü Akdeniz Bölge Başkanı Av. İsmail Arısoy, irticanın suni bir gündem olduğuna işaret ederken şunları kaydetti: “Gerek Cumhurbaşkanı gerekse Genelkurmay Başkanlığı’nın konuyu sürekli gündeme getirmesi yanlıştır. Devletin en üstündeki makamlar haftalık görüşmeleri yapıyorlar. Bu görüşmede ne konuşuyorlar merak ediyorum. Endişeleri varsa burada baş başa rahatlıkla konuşabilirler. Bu söylemi kamuoyuyla paylaşarak vatandaş nezdinde kendilerini yıpratıyorlar.” Mazlum-Der Diyarbakır Şube Başkanı Av. Nesip Yıldırım ise, “Ülkenin önemli konumlarında bulunan ve sorumluluk sahibi olmayan insanlar sanal korkular üreterek makamlarını sağlamlaştırmaya çalışıyorlar.” diye konuştu. -------------------------------------------------------------------------------- İş dünyası, ‘istikrar’ dedi İstanbul Sanayi Odası Başkanı Tanıl Küçük: Başbakan’ın çağrısı olumlu. Biz başından beri, ‘Dikkatlerimiz ekonomide olmalı.’ diyoruz. Türkiye’nin laik demokratik değerlerinin tartışılır olmasını kabul etmiyoruz. Birlik ve beraberlik için de güçlü ekonomiyi oluşturmamız gerekiyor. Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Başkanı Ömer Bolat: Kamplaşmalar, yasakların artması Türkiye’yi geriye götürür. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın konuşmaları kamuoyunda sühuletle karşılandı. Erdoğan’ın diyalog çağrısını destekliyoruz. Gerilimden kaçınılmalı. Bu çağrı karşılık bulmalı. Aksi takdirde bu tartışmaların altında yatan gerçek gündemin cumhurbaşkanlığı seçimi olduğu ortaya çıkar. Güneydoğu Sanayici ve İşadamları Federasyonu Başkanı Cahit Erbalcı: Hassas konuların ‘uluorta’ konuşulması yanlış. Olmayan şeyleri varmış gibi göstermek hiç kimseye fayda sağlamaz. İnsanımızın temel sorunlarıyla ilgilenilmeli. Üretimdeki yüksek vergi oranları düşürülmeli. İstihdamı ve ihracatı artıracak yapısal düzenlemeler yapılmalı. Gaziantep Sanayi Odası Başkanı Nejat Koçer: Suni tartışmalar ekonomiyi olumsuz etkiliyor. Üretim, Türkiye gündeminin birinci maddesi olmalı. Şanlıurfa Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İsmail Demirkol: 80 yıldır kimileri Atatürkçülüğü, kimileri de irticayı maske olarak kullanıyor. Türkiye’nin önceliği üretim ve istihdam olmalı. Hak-İş Başkanı Salim Uslu: Başbakan sorumlu bir devlet adamı gibi davrandı. Toplum önünde konuşanların amacı çözüm bulmak değil. Bu durum ülkeyi zaafa uğratıyor. İstikrarın yara almasına yol açıyor. Konuşmalar, yıllardır bildiğimiz metinler, sadece okuyanlar değişiyor. Memur-Sen Genel Başkanı Dr. Ahmet Aksu: Ne Anayasa’da ne de yasalarda irticanın tanımı yok. Başbakan’ın beş önerisini yerinde buluyoruz. Önemli bir adım. İrtica adına sürekli ahkam kesenler de bir öneri getirmeli. İrticadan ne anladıklarını net tanımlamalı. Söz konusu kavram dindar kesimi rencide ediyor. Dindar insanlar bu kavramla kendilerinin hedef alındığını düşünüyor.
-
BU ÇAĞIN EN SİNSİ TAKİYYECİLERİ
Sezer ömrü boyunca düşünse bu koonu hakkında , bunun yüzde biri kadar objektif bir konuşma yapamaz.Zira o ne için o makamda olduğunu bilir ve beyefendisi ne gönderirse onu söyler..Bu arkadaşlarımız zaten doğrularla gerçeklerle hiçbir ilgi ve alakaları olmadığından kendi sözünü dinledikleri İlhan abilerine bakmadan , ortaya bir tane delil koymadan karalama yapıyorlar..Neyse ben üzerime düşeni yapayım , Allaha bu iftiralarının hesabını verecek onlar
-
BU ÇAĞIN EN SİNSİ TAKİYYECİLERİ
ne tarikatı ve CİA sı , Amerika hakkında yapılmış en doğru tanımlardan bile TUHAF TUHAF MANALAR ÇIKARIYORSUNUZ VARMI HANİ BİR DELİLİNİZ KANITINIZ YOK İŞTE.Boşuna kendinizi yormayın halkımız onu tanıyor , onuda tanıyor kimin irtica ve laikik maskesiyle neye çalıştığınıda GÖRÜYOR , HEM GEÇMİŞİNİDE BİLİYOR HEM NEYLE KARŞILAŞACAĞINIDA.Size sorsam çok bilmişlik taslayan *** ********** HAYATINIZDA HİÇ GÜLENİN BİR KİTABINI OKUDUNUZ BİR KONUŞMASINI DİNLEDİNİZ Mİ ? Eğer Allahatan korkunuz varsa dürüstseniz hayır dersiniz..DOĞRULARLA İLGİLENMEYEN , GERÇEKLERDEN KAÇAN VEDE SAKLAYAN ZÜMRESİSİNİZ SİZ..
-
Türk okulları, Türkiye sevgisini dünyaya taşıyor
Türk okulları, Türkiye sevgisini dünyaya taşıyor İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Toktamış Ateş, birçok ülkede eğitime katkı sağlayan Türk okullarının, Dışişleri’nin yapamadığı kadar ülkemizi tanıttığını, Türkiye ve Türkçe sevgisini bu ülkelere taşıdığını ifade etti. Bir gazetede çıkan röportajında Türk okulları ile ilgili sözlerinin hatalı nakledildiğini belirten Prof. Ateş, “Bu okullarla ilgili yayınlanan bir kitabın (Barış Köprüleri) editörlüğünü yapmış birisi olarak, bu eğitim kurumlarını bir tür CIA uzantısı olarak değerlendirmem mümkün değil.” dedi. Kendi ağzından verilen “Bu okulların doğrudan doğruya Amerikan sermayesi ve gücü etkisiyle yapıldığını düşünüyorum.” şeklindeki sözleri söylemesinin mümkün olmadığını belirten Ateş, “Anadolu insanının büyük fedakârlıkları olduğunu biliyorum. Bir ülkedeki bir okulun finansmanını, Anadolu’dan bir kentin üstlendiğini görüyoruz.” diye konuştu. Uçağa binemediği için okulları gezemediğini anlatan Ateş, şöyle devam etti: “Türkçe Olimpiyatı töreninde de söylemiştim. Bu okullar, Türkiye’nin diplomatlarının yapamadığı propagandayı yapan, Türkiye ve Türkçe sevgisini bu ülkelere götüren kurumlardır. Bu okullarda okuyan çocukların bulundukları ülkelerin seçkin ailelerin çocukları olduğunu da düşünürsek, bir süre sonra bu ülkelerde Türkiye ve Türkçeye aşina ve sevgi duyan bir kuşağın iktidara geleceğini düşünebiliriz. Bunun önemini lafla ifade etmek çok zor.” Ateş, okulların açılmasını teşvik eden Fethullah Gülen’le ilgili olarak ise şunları söyledi: “Röportajın kendisini üzdüğünü öğrendim. Zaten çok sıkıntıları olduğunu bildiğim dönemde üzülmesine neden olmak beni üzdü. Bir hatadan kaynaklanan bu durumun unutulup gitmesini dilerim.” Bazı yerlerdeki okullardan ABD yönetiminin memnuniyet duyduğunu düşünen Ateş, “Buradaki kastım Amerika’nın bu okulları kurdurması değil, kendisinin giremediği bazı yerlerde bu okulların bulunmasından memnuniyet duymasıdır.” ifadelerini kullandı. İstanbul, Zaman -------------------------------------- Ağzına sağlık , işte gerçek bir aydınımız NASILDA KONUŞUYOR CESURCA DOĞRULARI
-
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
bırak dipnot bırak sen iyi bilirsin hangi gazete olduğunu , dinin ne olduğunu kim tarafından insanlara niye indirildiğine dahi akıl erdiremeyenlerin kalkıpta bunun üstünde yorum yapması çok abesle iştigal..Daha onu bilmeden hayatında belkide hiç okumadan bazı müslüman olmayan gizli ellerin destelediği eskinin sol cuntalarında bulunmuş hayatı yalanlarla dolu soyunda sabetay isimleri olan birinden duyduğu martavallara kanmak ancak ilerisini idrak edememek işte bu günümüz laikçilerinin işi..Bizim dinimiz öğrenmeyide emrediyor düşmana karşı nasıl davranılacağınıda sen bırak ilhan selçuku , insanlığın kainatın efendisi PEYGAMBER EFENDİMİZDEN ÖĞREN DİNİMİZİ..Bildiğini zannettiğiniz çok şeyi ama çook şey HEPSİ YALAN ÇARPITILMIŞ VE EKSİK , haliniz böyle oluncada böyle artık günah işlemekten din düşmanlığı yapmaktan kapleriniz hakikate kapanınca bizede ****************************
-
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
Temcit pilavı Ramazan âdetlerinden hareketle türetilmiş bir terimdir temcit pilavı. Akşam iftarda bitirilemeyen pilavın, sahura kalması; dolayısıyla bayatlamış olmasından kinayedir. Sahurda da bitmezse pilavın bu kez de iftara kalma riski bile vardır. Medyadaki Ramazan haberlerinden bir kısmı için cuk oturuyor bu tabir. Oruçla uzaktan yakından hiç ilgisi olmayan bir gazete daha ilk günden şöyle bir başlık atıyor: “Ramazan ayı olaylı başladı”. Haberi okuyunca karşınıza şu bilgi çıkıyor: İzmir’de Ramazan ayını kutlamak için havaya ateş açan gruptan bir kişinin silahından çıkan bir kurşun bir vatandaşın hayatını kaybetmesine sebep olmuş. Çocukluğundan beri oruç tutan milyonlarca insan yaşıyor bu ülkede. Allah aşkına sorun; Ramazan kutlaması diye bir kavram daha önce hiç duymuşlar mı? Ramazan, teravih namazıyla karşılanır, sahurla idrak edilir; ancak herhangi bir tören ya da kutlama yapılmaz. Hele Ramazan’ı kutlamak amacıyla havaya ateş edilmesi duyulmuş, görülmüş bir şey değil. Üstelik Pravda özentisi gazeteye göre birileri böyle bir geleneğin yıllardır sürdüğünü ifade ediyormuş. İnanılır gibi değil. Şu ifade de tuhaf değil mi: “Öğle namazının ardından kılınan cuma namazı...” Fıkra gibi. İnanın, aynen böyle! “Bu sene de hac Kurban Bayramı’na denk geldi” diyebilen basın, Deniz Baykal’ın Kudüs’te kıldığı öğle namazını, o namazın sünnetini, o namaz için alınan abdesti bile karıştırmış; her cümlesiyle cehlini ortaya koymuştu. Medyada dine karşı bir zümre mi var? Temcit pilavı nevinden yazılan Ramazan haberlerinin önemli bir kısmı, bilgi eksikliğinden kaynaklanıyor. Bunu giderecek çözüm yolları bulunabilir. Mesela her basın kuruluşu dinî konularda uzman sayılan kişiler çalıştırabilir ya da bu tip kişilerden danışmanlık hizmeti alabilir. Öyle ya; ekonomi, spor, siyaset gibi sayfalarda özel muhabir çalıştırılıyorsa, din gibi hassas bir konuda niçin uzman muhabir istihdam edilmesin? Uzman deyince aklıma geldi; bu öneriden kastım ilahiyatla tek ilgisi ilahiyat fakültelerinde çalışıyor olan medya maskaraları değil. Bu tiplerin arsızlığı işi iyice çığırından çıkarıyor çünkü. Uzman ilahiyatçı çalıştırılması fikrini ilk kez Sabah yazarı Emre Aköz (Sabah-4 Haziran 2004) dile getirmişti. Sosyal meselelere kafa yoran, objektif gazeteciliğe büyük önem veren Aköz’ün talebi, içeriden bir bakışın, sosyal bilimcilere mahsus bir dikkatin sonucu. Kulak vermekte fayda var. Temcit pilavının asıl yanık kısmı bilgi eksikliğinden ziyade, rencide edici bir maksadı işaretliyor. Sanki hususi bir husumet var ortada. Sanki iftardan, sahurdan, teravihten; daha doğrusu dinden ve tabii ki dinin vecibelerinden rahatsız olan bir zümre var. İşte insanları asıl huzursuz eden bu! Acaba topyekûn dine karşı önyargıyla hatta büyük bir öfke ile bakan bir zümre mi var medyada? Ve bu topluluk arasında gizli bir dayanışma mı söz konusu? İnsanların bu tür şüphelere kapılması üzücü bir durum; ama ne yazık ki bu görüntüyü medyanın çifte standardı veriyor. Mesela dindar diye bilinen insanların yaptığı en küçük hata manşetlere taşınırken, bazı insanların kırdığı ceviz bini aşıyor ve bunlar görülmüyorsa şüpheler de artıyor. Mesela bir rektör kalktı: “Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı.” deyiverdi. Bu konuşmayı ANKA haberleştirdi. Rektör “Ben böyle demedim.” açıklaması yapınca, ANKA ses kayıtlarını ortaya çıkardı. Bazı gazetelerde tek bir satır bile bahsedilmedi Rektör Bey’in konuşmasından. Papa’ya -haklı olarak- öfke ve isyan duygusuyla karşı çıkan, titizlenen genel medyamızda Rektör Bey’e karşı tık yok. Vatan Gazetesi istisna. Onlar meseleyi bütün vahametiyle sayfalarına taşıdı. Diğer gazeteler neden kayıtsız kaldı; anlamak imkânsız. Bazı gazeteler de olmasa insanlar böyle bir konuşmayı belki hiç duymayacak. Rektörün konuşmasının haber değeri mi yok; yoksa Sezer tarafından özellikle atanan beyefendi özel bir koruma altında mı? “Ramazan’da alkol dayağı” başlığıyla verilen haber, temcit pilavı haberciliğinin en ekşimiş örneklerinden biri. Haber külliyen yalan. Bara beraber gelip sonra kavga eden gençlerin nahoş durumu bilgi yanlışlarıyla verilince kime faydası dokunuyor? Kutuplaşmalar artıyor, öfke birikiyor, husumet çoğalıyor. Düşünün ki haberin aslını araştırmak için insanlar başka bir gazete okumamışsa yalan haberi hafızasına kaydediyor, değer mi? Her neyse... Konumuz temcit pilavıydı. Her sene Ramazan ayı için buzdolaplarında saklanan haberlere artık kamuoyunun karnı tok. Kendini bilmez bir adam yobazlık yapıp, oruç tutmayan bir vatandaşımızı huzursuz ederse, herkesten önce karşısında dindar insanları bulacaktır; bulmalıdır. Oruç tutanları taciz atışlarıyla bîzar eden aşırı laikçiler de karşısında herkesten önce laik ve özgürlükçü insanları bulabilse keşke. Gerçek paylaşım ve diyalog böyle gerçekleştirilir ancak. Temcit pilavı artık sadece oruç tutanları değil, tutmayanları da rahatsız ediyor; çünkü toplum kavga istemiyor… Haksız da değiller hani… O en üstteki paragraflarda anlatılan taraneyi bilin bakalım hanhi gazete uydurmuş
-
Bilim adamlarından evrime büyük darbe
Bilim adamlarından evrime büyük darbe Almanya’da yapılan bir araştırma, insan ile maymun arasındaki farkın evrim teorisi ile açıklanamayacağını gösterdi. Time dergisinde yayınlanan habere göre, Max Planck Enstitüsü uzmanları, insanlar ile maymunlarda bulunan benzer genlerin bile çok önemli farklılıklar taşıdığını tespit etti. Time dergisinin bu hafta kapağına taşıdığı ve geniş yer ayırdığı bu araştırmaya göre, insanda ve maymunda FOXP2 isimli bir gen bulunuyor. Gen aynı olmasına rağmen aminoasit diziliminin farklı olması insanların konuşma yeteneğini geliştirmesini sağlıyor. Uzmanlar bu küçük farkın evrim teorisi ile açıklanamayacağı görüşünde birleşiyor. Haberin devamında Amerika Birleşik Devletleri’ndeki dini grupların açıklamalarına yer veriliyor. Bilim adamlarının evrim teorisinin genlerle ispatlanamayacağı görüşüne sahip çıkan gruplar, “Bu gelişme insanların maymunlardan farklı olduğunu ve evrim sürecinde gelişmediğini gösterdi. Dünyayı yaratan Zat’ın insanları farklı tasarladığını kanıtladı.” diyor. İstanbul, Zaman Evet arkadaşlar , sahte şeylerle ilgilenmeyin büyük kudreti sonsuzu görün kendinizi ebedi hayatınızı MAHVETMEYİN..
-
EMPERYALİZM VE İRTİCA... (Emperyalizmin maşası haline giren kitle isim değiştirir... Ve artık, emperyalizmin adı İRTİCA şeklinde değişir...)
emperyalizmi uygulayanlar ile OLMAYAN İRTİCAYI YARATANLAR AYNI KİŞİLER..Neyse siz başkalarının ak dediğine ak kara dediğine kara demeye devam edin
-
BU ÇAĞIN EN SİNSİ TAKİYYECİLERİ
Soru: Türkiye'nin içte ve dışta çok ciddi problemlerle karşı karşıya kaldığı bir dönemde, bazı kimselerin yine irticâ çığırtkanlığına başlamalarını ve en büyük tehlike olarak irticâyı göstermelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Aslı ve mesnedi bulunmayan böyle bir iddiayı zaman zaman tekrar gündeme taşıyanlar neyi hedefliyor olabilirler? “İrticâ” tabiri Arapça'dan dilimize geçmiştir; menşei, “dönüş, geriye dönme” manalarına gelen rücu' kelimesine dayanmaktadır. Fıkıh ıstılahında, geriye dönülebilen ve vazgeçme ihtimali bulunan boşanmaya “rıc'î talak” adı verildiği gibi, bela zamanında veya acı bir haber duyunca “İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn - Biz Allah'a âidiz ve vakti geldiğinde elbette O'na döneceğiz!” (Bakara, 2/156) ayet-i kerimesini okuyarak Allah'a teveccüh edip O'na sığınmaya da “istircâ” denmiştir. İrticâ ifadesi de, temelde “geri dönmek” manasını çağrıştırdığından dolayı, gericilik, muhafazakarlık, tutuculuk, eskiyi koruma, yeniye karşı tavır alma, medeniyeti kabul etmeme, moderniteye karşı çıkma ve tarihin tekerleğini geriye döndürerek eski olanı canlandırmaya çalışma gibi manaların hepsini birden ihtiva eden bir tabir olarak kullanılır hale gelmiştir. Hangisi İrticâ?.. Ne var ki, öteden beri belli bir kesim, irticâ sözünü sıradan bir kelime olarak istimal etmekten daha ziyade, onu siyasî ve ideolojik bir suçlama ve sindirme aracı olarak kullanmaktadır. Bu talihsiz kimseler, bazen kolay anlaşılması için “gericilik” ifadesini dillerine dolamakta, çoğu zaman da, meseleyi daha korkunç göstermek maksadıyla manası daha az bilinen “irticâ” tabirini tercih etmekte ve kötü şekilde algıladıkları, kötü bir mazmunun karşılığı olarak kullandıkları, toplum nazarında da bir heyula haline getirdikleri bu laflarla her fırsatta müslümanları karalamaya çalışmaktadırlar. Yıllar var ki bu ülkede *******, ********* ve *********** peşinde koşarak cahiliye devrindekinden daha beter bir cehalete geri dönenler hoşgörüldüğü ve ilerici addedildiği halde, kendi değerlerine, diline, târihine, kültür ve medeniyetine sahip çıkan, özünü yitirmeden ve yabancılaşmadan muâsırlaşmak isteyen ve dinine bağlılığını ifade eden insanlara “mürtecî”, “fundamentalist” damgası vurulmaktadır. Esefle müşahede etmekteyiz ki, akla-hayale gelmedik çeşit çeşit ************* irtikap edenler “modern” sayılmakta ve müsamahayla karşılanmakta; fakat, müslümanlar çağ dışı gibi gösterilmekte ve “gerici, yobaz, teokratik düzen yanlısı” türünden yaftalarla kötülenmektedir. Evet, bazı ***********, ağızlarını her açışlarında ıslahtan, imardan, kendini ifadeden, iradenin hakkını eda etmekten ve insan haklarından dem vurmaktadırlar; fakat, böyle konuştukları aynı anda vicdanlara baskı yapmakta, başkalarının haklarını çiğnemekte, zulmün en hunharcasını irtikap etmekte, insanlar arasındaki münasebetleri kırıp dökmekte ve azgınlıktan azgınlığa koşarak herkesi sindirmeye çalışmaktadırlar. Dahası, bunca fezayi ve fecâyii mazur göstermek için sürekli paranoyalar icad etmekte; “yeşil sermaye” deyip birine saldırmakta; “gerici yapılanma” bahanesiyle diğerini ortadan kaldırmakta; “irticâ” çığırtkanlığıyla tiranlar döneminde bile eşine rastlanmayan kanunlar çıkarmaktadırlar. Kanunlara göre hareket edeceklerine, heva ve heves edalı hareketlerine göre kanunlar hazırlamakta ve bütün bunları yaparken irticâ maskesinin ardına saklanmaktadırlar. Bu itibarla, şüphe götürmeyen bir gerçek vardır ki; irticâ küfrün takıyyesidir; gericilik yaygaraları dinsizliğin ve ilhadın maskesidir. Modern Takıyyeciler Bildiğiniz gibi; takıyye, kendini gizlemek, olduğundan farklı görünmek, inandığının aksini söylemek ve tehlikelerden korunmak için hileli yola başvurmak demektir. Bazıları, takıyyeyi müslümanlığa mal etmek isteseler de, İslam'da takıyye yoktur. Dinimizde, bir müslümanın savaş anında düşmanın zülmünden kurtulmak ve canını kurtarmak maksadıyla imanını gizleyerek müdarâtta bulunması şeklinde ifade edebileceğimiz, “İllâ en tettekû minhum tükâh - Ancak onlar tarafından gelebilecek bir tehlike olursa başka!” (Âl-i İmran, 3/28) hakikatına bağlı bir disiplin var ise de, Şiilik'te söz konusu olan takıyyenin müslümanlıkta yeri yoktur. Takıyye, Şii anlayışında, özellikle de İran Şiiliğinde bir esastır; dolayısıyla, Anadolu'daki saf Alevî vatandaşlarımız da takıyye bilmezler. Fakat, Fars Şiiliğinde, “Sizden olmayanları ve sizin çizginizde bulunmayanları aldatmadıktan sonra hakîkî müslüman olamazsınız” manasında bir takıyye mevcuttur ki, onun menşeini de Sünnî bir atmosferde yetişmiş olan İmam Cafer-i Sadık hazretlerine isnat ederler. Doğrusu, İmam Cafer gibi müstakim bir insanın, böyle çarpık bir düşünce ifade edeceğine inanmak mümkün değildir. Kaldı ki, Hazreti İmam böyle bir cümle söylese bile, Allah Resulü “Aldatan bizden değildir” buyurmuştur. Bu itibarla, İslam'da böyle bir takıyye yoktur; yoktur ama günümüzde takıyyeyinin katmerlisi yapılmaktadır. Camideki müslümana “müslim” yerine “mürtecî” diyen, Cenab-ı Hakk'ın kemale erdirdiği ve insanlar için yegâne din olarak seçtiği İslam'ı ya da onun bazı emirlerini “fundamentalizm” ve “gericilik” şeklinde karalamak isteyen kimseler bu çağın en sinsi takıyyecileridir. Evet, bir kere daha ifade etmeliyim ki, “mürtecî, gerici, yobaz” türünden isnatlar belli bir kesimin takıyyesidir; bu çirkin yakıştırmalar, hileli bir oyunun maskesidir. İrtica Paranoyası Peki, bazıları neden şimdilerde bir kere daha böyle bir takıyyeye ve hileli oyuna başvuruyorlar? Evvela; Türkiye'de istikrar havasının hâkim olmasını istemiyor; emareleri görülen huzur ve güven atmosferini çekemiyor; bu istikametteki olumlu bazı gelişmeleri ve yararlı icraatı hazmedemiyor; gelişme hesabına katedilen mesafelerden rahatsızlık duyuyor ve demokratikleşme adına atılan adımların önünün alınması gerektiğini düşünüyorlar. Çünkü, millet için çok müsbet sayılan bu türlü ilerlemeleri kendi ikballeri açısından birer tehlike olarak görüyor; makam ve mevkilerinden ayrılma ve çıkarlarından olma telaşı yaşıyor, kaybetttikleri koltukları tekrar elde edememe endişesiyle doluyorlar. Bunların hepsini aynı çizgide mütalaa etmek doğru olmasa bile, çoğu itibarıyla bohemce bir yaşayışa ve serâzat bir hayat tarzına alışmışlar. Yapıp ettiklerini çirkin bulacak kimselerin çoğalmasını rahatça davranmalarına ve keyiflerince yaşamalarına mâni kabul ediyorlar. Daha sonra da bu nefsânî ve şeytânî hislerine fikir libası giydirerek “İrtica tehlikesi var; mürtecîler bizi çağlar ötesine götürecekler. Bunlar, lâik sistemi devirecek, toplumun hayat tarzını değiştirecek, çarşı-pazara müdahale edecek ve ülkeyi bizim için yaşanmaz hale getirecekler!” türünden yâvelerle bağırıp duruyorlar. Bu asılsız iddiaları o kadar çok dile getiriyor ve tekrarlıyorlar ki, kendi hilaf-ı vâkî sözlerine zamanla kendileri de inanmaya başlıyor, sonunda tam bir irticâ paranoyasına tutuluyor ve kendilerinden başka herkesi rejim düşmanı görme ruh hastalığına dûçar oluyorlar. Diğer taraftan, bu asılsız düşünceler sürekli empoze edildiğinden ve bazı medya organları adeta mürtecî avcılığı yaptığından dolayı, bir kesim “irticâ var” dediği zaman, bu iddia hemen başkalarını da harekete geçiyor. Çünkü, irticâ adlı heyula mesnetsiz isnatlarla zihinlerde her gün biraz daha şişirile şişirile öyle bir hal alıyor ki, bir kesimin okumuşu da, aydını da, batıya açık olanı ve kendi değerlerini korumak şartıyla dünyayla entegrasyona sıcak bakanı da onu büyük bir tehlike görmeye başlıyor. Maalesef, toplumda onca bilgi birikimine ve okumuşluğuna rağmen bu türlü iddiaların perde arkasını anlayamayacak, hatta işin içinde başka hesapların varlığını düşünemeyecek çok kimse var. İşte, pek kurnaz ve gizli hesaplar peşinde olan bazı kimseler, onlardaki bu zaafı kendi çıkarları istikametinde değerlendiriyor; işler aleyhlerine sarpa saracağı anlarda ya da bir kısım planları uygulayacakları her zaman diliminde bir kere daha “İrtica kapıda, sistem tehlike altında; ülke elden gidiyor!” diyerek yaygara koparıyor; bu entrikadan habersiz yığınları aldatıyor, korku sâikini kullanarak onları tetikliyor, bir cephe oluşturuyor ve karşı tarafı sürekli psikolojik baskı altında tutuyorlar. 28 Şubat'ın Mürtecîleri Hatırlayacağınız üzere; Şubat soğuğuna denk gelen son post-modern darbe (!) evvelindeki hadiseler sırasında da bir kısım şaşkınlar zuhur etti. Giyim-kuşamdan zikir ve ibadet tavırlarına kadar pek çok hal ve hareketleriyle tam bir aykırılık sergileyen bazı kimseler figüre edildi. Onlara bir kısım roller verildi; kimisi tarikat şeyhi kisvesine bürünüp medyada boy gösterdi, kimisi teokratik düzeni hâkim kılma sevdalısı bir gerici numarası yaptı, kimisi mürtecîlerin ağına düşürülüp kandırılmış bir kurban rolü oynadı ve kimisi de karanlık güçler tarafından kiralanan bir tetikçi, silaha sarılıp elini kana bulayan bir kanlı kâtil olmasına rağmen, irticâ piyesinde “Allah'ın ordusu”nun sadık bir eriymiş gibi sahne aldı. Bütün figüranlar rollerini öyle gerçekçi ortaya koydular ki, hemen herkes oynananın bir oyun olduğunu unutup sahiden ülkenin elden gittiği zehabına kapıldı. Sonrası malum.. masum dindarların üzerindeki baskılar arttırıldı.. batı stilinde çalışma sistemleri oluşturuldu; günahsız vatandaşlar fişlendi, en tabiî haklarından edildi. Müslümanlığını doğru dürüst, samîmâne ve en güzel biçimde yaşamaya gayret gösteren insanlar potansiyel birer terörist gibi gösterildi. Dahası, bu yapılanların bütün faturaları sürekli bazı kimseler adına kesildi ve toplum yapısını ayakta tutan esasları sıyanet vazifesiyle muvazzaf kesim manipüle edildi. Millet, onları Demokles'in kılıcı gibi hep tepesinde hissetti, ürktü, korktu, sindi ve evrensel haklarından bile vazgeçti. Gerçi, sayıları çok az da olsa, bazen toplum fertleri arasında her şeyi reddeden ve herkese “canı cehenneme” diyen kimseler de bulunabilir. Bunlar, ilim, fen ve teknolojiyi gereksiz, hatta zararlı görmeleri itibarıyla bir manada gerici de sayılabilirler. Bazı varoluşçuların “İlim de teknoloji de yerin dibine batsın!” dedikleri gibi, bunlar da ilim ve teknolojinin, fen ve felsefenin karşısında olabilirler. Fakat, bu türlü insanlar, hem sayıları itibarıyla çok azdır, hem heyet-i umumiyeye karşı çıkacak ve genel âhenge tesir edecek güçte değillerdir; hem de samimi müslümanlar tarafından da dışlanmış ve umumi tablonun haricinde kalmış kimselerdir. Heyhat ki, o karanlık dönemde bu gerçek gözardı edildi; bir kaç aykırı misal ard arda sıralanınca ve toplumun genel halini asla yansıtmayan birkaç kare yan yana getirilince sahiden bir irticâ tehlikesi varmış gibi gösterildi ve bu mevhum tehlike bir psikolojik harp silahı olarak istimal edildi. Evet, işin bir psikolojik savaş olma yanı var ve irticâ yaygaracıları 28 Şubat'tan önce yaptıkları gibi, hemen her zaman onu büyük ölçüde tehdit, şantaj ve yıldırma malzemesi olarak kullanıyorlar. Millet adına hayırlı faaliyetlerde bulunacak insanları gericilikle suçlayıp sindiriyor ve önlerini kesiyorlar. Mürtecîlikle itham edilen taraf pusunca, onlar bu fırsatı ganimet biliyor; ya ezici bir kanun çıkarıyorlar veya karşı tarafı bütün bütün felç ediyorlar. Mü'mine “Dinci” Diyenler “Dinsiz” mi? Saniyen; ben, iyi bir mü'min olduğum iddiasında değilim; fakat, Allah'ın varlığından ve ahiretin mevcudiyetinden hiç şüphe etmedim. Bir gün hesap vereceğim hususunda asla şüpheye düşmedim. İşte şimdi, öyle bir şüphesizlik mülahazasına bağlı olarak, kalbim gibi bilerek ve eğer farklı mülahazalarla bir şey ifade ediyorsam Allah'a hesab vereceğime çok iyi inanarak diyorum ki; vallahi, billahi, tallahi, bunlar irticâ tehlikesinden bahsediyorlar ve irticâya bağladıkları insanlara da mürtecî diyorlar.. ama aslında müslümanlığı kastediyorlar. “Radikal müslüman” derken de, “aşırı dinci” diyerek sadece bir kesimden söz edermiş gibi yaparken de aslında bizzat İslam'ı hedef alıyorlar. Çünkü, İslam'ın aşırılığı olmaz.. müslümanlık bütün aşırılıklara karşı orta yolu tutan ilâhî bir sistemin adıdır.. İslam, sevdirme ve kolaylaştırma esaslarıyla gelmiş, ifrat ve tefritin kökünü kesmiş ve bütün insanlara güçlerinin yeteceği sorumlulukları yüklemiş fıtrata en uygun Allah'la münasebet sisteminin adıdır. İslam dinini kabul edip onun emirlerini uygulamaya çalışan herkes –kalbleri sadece Allah bilir– Kitap ve Sünnet açısından mü'min, müslüman ve dindardır. Onları, bundan başka herhangi bir isimle ya da unvanla anmak ise, en hafif ifadesiyle saygısızlıktır. Bizim terminolojimizde, “İslam”, “müslüman”, “dindar” tabirleri vardır; ama, dine hasım kimseler tarafından kasıtlı olarak dilimize sokuşturulan ve cahillerin kullandığı “İslâmcı” ve “dinci” gibi ifadeler yoktur. Dine göre, günah işleyen bir Müslüman günahkâr olsa da yine mü'mindir; İslâm esaslarını inkâr etmemek şartıyla, onlardan bazılarını terk etse de yine müslimdir. Bu itibarla, bazı dinî vecibelerini yerine getirmeyen kimselere “küfürcü”, “dalâletçi”, “fıskçı”... demek münasebetsiz olduğu gibi, dini bütünüyle yaşamak isteyene “İslâmcı” veya “dinci” demek de en az o kadar saygısızca bir ifadedir. İrticâ'nın Hedefi İslam ve Müslümanlar Bu açıdan, irticâ çığırtkanlığı yapan kimseler, *******************. Bunlar, İslam'a açıktan açığa saldırmak ve müslümanlığa karşı düşmanlıklarını izhar etmek istemiyorlar. Çünkü, halkın yüzde doksanı Ramazan-ı şerifte oruç tutuyor; milletin yüzde sekseni en azından Cuma namazı kılıyor; insanımızın yüzde elliden fazlası günde beş vakit namazını eda ediyor. Eline birazcık imkan geçen hemen herkes Hac vazifesini yerine getirmek için yollara düşüyor. Hatta şimdilerde aristokrat sınıftan bazıları ayrı olarak ve aristokrasi mülahazasını koruyarak gidiyorlar, yol boyunca başkalarına karışmıyorlar. Fakat, gidişlerine nazaran çok farklı bir ruh haletiyle dönüyorlar; “Gönlümüz fetholdu, ruhumuz doydu!” diyorlar. Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimiz'in viladeti münasebetiyle salonlar şenleniyor, hatta stadyumlar doluyor; mevlitler okutuluyor ve binlerce gül dağıtılıyor. Gayet masum ve gayet yumuşak programlar yapılıyor; oldukça derin ve pek samimi hisler dile getiriliyor ve âdetâ dağıtılan o güllerin kokusuyla beraber müslümanlık da herkesin ruhuna siniyor. İslam kendi güzeliğiyle ve o yenilmez gücüyle gönüllere giriyor. Dahası, Hristiyanından Yahudisine, Budistinden Brahmanistine kadar yabancı ilim adamlarından ve ilahiyatçı temsilcilerden yüzlercesi “Müslümanlık çok farklı.. hayatın her alanıyla alakalı bütün ihtiyaçlara cevap veriyor. İnsanın arzuları, istekleri ve beklentileri adına hiçbir boşluk bırakmıyor. Bundan dolayı, İslam'ı yok saymak, Hazreti Muhammed'i görmezlikten gelmek ve Kur'an'a karşı lâkayt kalmak bir insan için çok büyük bir nakîsedir.” diyorlar.. diyor ve aklı başında bu insanların kimisi İslam'la şerefleniyor, kimisi ona karşı derin alaka duyuyor, kimisi onun fahrî müdafii oluyor ve onunla şöyle-böyle tanışan herkes hiç olmazsa önyargılarından kurtulup dostlar arasına giriyor. Onlardan biri Kur'anla azıcık meşgul olunca, “Allah Allah, biz şimdiye kadar müslümanlığı böyle bilmiyorduk; demek ki, yanlış tanımışız, şartlanmışlıklarımıza takılmışız. Meğer, İbrahim'in başına Halîlullah tacını konduran, Musa'yı Kelîmullah olarak tanıtan, Süleyman'ı asıl peygamberlik tahtına oturtan ve İsa'yı Kelimetullah diye anlatan bizim elimizdeki metinlerden daha çok Kur'anmış!..” diyor ve ondan ayrı geçen yıllarına üzülüyor, âh çekiyor. İşte, böyle bir atmosferde, bazı kimseler, İslamiyeti ve müslümanları hiç sevmeseler bile, doğrudan “En büyük tehlike İslam ve Müslümanlardır” demeye cesaret edemiyorlar. Öyle açıkça saldırmak suretiyle müslümanlık unvanıyla onca insanı karşılarına almayı kendi menfaatleri açısından zararlı buluyorlar. “İrtica” yerine “İslamiyet” dedikleri zaman, camiden çıkan herkesin “zafer işareti” yaparak “Ben de müslümanım” demesinden korkuyorlar. Dolayısıyla, İslam'ın aydınlık ikliminde boy atan güzellikler karşısında kendi çirkin ruhları zaviyesinden rahatsızlık duyan ve müslümanlar hakkında cibillî olarak kötü duygular besleyen böyle kimseler, İslam'ı ve müslümanları açıktan açığa karalayamayınca takıyye yapıyor, dolambaçlı yollara sapıyor ve akla-hayale gelmez entrikalarla dini-dindarı baskı altında tutmaya çalışıyorlar. Beyhude Yorulmayın, Kapılar Sürmeli... Fakat, kanaatimce, onların unuttukları bir husus var: Artık bu millet bundan ikiyüz, üçyüz sene evvelki millet değil. Günümüzün insanları okuyor, anlıyor, tahlil ve terkiplerde bulunuyor, analiz ve sentezler yapıyor ve araştırıp iyice öğrendikten sonra inanıyorlar. Evet, bugünün mü'minlerinin imanı taklidî değil; onlar, bir ideolojinin peşine takılıp körü körüne onun ardı sıra yürümüyorlar. Tekvinî emirleri okumak ve teşriî disiplinlere dikkat etmek suretiyle bilerek dini benimsiyor ve ona bütünüyle teslim oluyorlar. İslam'ın ulvî hakikatlerini öyle kabulleniyorlar ki, baskılar karşısında dinden vazgeçmek bir yana, cenderelerin içine konsalar, canları çıkacak şekilde sıkıştırılsalar, hatta idam sehpalarına çıkarılsalar da, yine Abdullah ibni Hüzafetü's Sehmî, Habbab b. Eret ve Bilal-i Habeşî efendilerimiz gibi “Ehad, ehad” çığlıklarıyla “Allah birdir; hakiki ma'bud, hakiki mahbub, hakiki matlup sadece O'dur” hakikatını seslendirmeye âmâde bulunuyorlar. Bu açıdan, irticâ *********** samimi bir nasihatte bulunmak istiyorum: Beyhude yorulmayın, çeşit çeşit oyunlar oynasanız ve bir sürü entrikalar çevirseniz de bundan sonra umumî efkârı ifsâd edemezsiniz. Artık herkes irticâ ile ne kastettiğinizi biliyor, onunla neyi hedeflendiğinizi fark ediyor ve siz ne yaparsanız yapın millet hangi kıbleye yönelmesi gerektiğinin şuurunda, yoluna devam ediyor. Bundan sonra, despotizmayla, tiranlıkla ve kaba kuvvetle halkı kendi anlayış çizginize çekmeniz mümkün değildir; medenî insanlar karşısında kaba kuvvet hiçbir işe yaramayacağı gibi arkada bir sürü de nefret bırakacaktır. Şayet, siz kendinizi sevdirmek, hatta savunduğunuz sistemin şirin olduğunu göstermek istiyorsanız, herkese karşı yumuşakça, mülâyemetle, hoşgörüyle ve engin bir kucaklayıcılık içinde davranmalısınız. Unutmamalısınız ki, millet kendi değer ölçülerine saygı göstermeyen kimselere hürmet ve muhabbet nazarıyla bakmaz. Eğer, saygı ve sevgi mukabelesi görmeyi diliyorsanız, tarihe yüz karası olarak geçmek ve nefretle anılmak istemiyorsanız, meseleyi gönülleri fethetmeye bağlamalı, halkın değerleriyle asla çatışmamalı, onların duygu ve düşüncelerine kıymet vermeli ve milletin inançlarına saygılı olmalısınız. İrtica Çığırtkanları Sadece Nefret Uyarıyor Zannediyorum, bazıları kendi insânî telakkîleri açısından bu mülahazalarıma saygı duysalar da, bu sözler bir kısım kimselerin bir kulağından vurup öbür kulağından çıkacak ve ihtimal onları çok rahatsız edecek. Hatta belki beni oyunbozanlık yapmakla levmetmeye de kalkacaklar; “Bu niye bizim takıyyemizi fâş ediyor.. “irticâ” perdesinin gerisinde işlerimizi ne güzel götürüyorduk; kovanımıza neden çomak sokuyor?” deyip homurdanacaklar. Oysaki, “En ummadığın keşfeder esrar-ı derûnun / Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın!” diyen Ziya Paşa adeta bugünün Anadolu insanının bilgeliğine işaret etmiş gibidir. Sözlerime kulak vereceklerini bilseydim, irticâ paranoyasına tutulmuş kimselere bu sözü hatırlatır ve herbirine derdim ki: Gel, bu milleti hafife alma; sen irticâ çığırtkanlığı yaparken halkın sana inandığını sanma. Bu millet artık kimin kim olduğunu ve neyin ne ifade ettiğini çok iyi biliyor; senin o kelimeyi kullanırken ne kasdettiğini de pekâlâ anlıyor. Şu çirkin yakıştırmalarınla halk nezdinde sadece nefret ve tiksinti uyarıyorsun. Oysa ki, senin de sevilecek ve takdir edilecek yanların var. En azıdan insansın; eşi–menendi yaratılmamış abide bir canlısın ve mahiyetin itibarıyla meleklerden de ulvî aziz bir varlıksın. Dolayısıyla, Allah'ın yarattığı o kıymete uygun sözler söylemeli, ona göre bir kısım davranışlarda bulunmalı, kendi değerlerini ayaklar altına almamalı, halk nezdinde maskara olmamalı ve bir nefret heykeli haline gelmemelisin. Müsadenizle bu konudaki sözlerimi fakirden daha önce de duyduğunuz bir dua ile noktalamak istiyorum: Allahım, önümüzdeki yollar sarp ve yokuş.. her köşe başında bir sürü gulyabâni gayızla gerilmiş hücûm ânı ve hücûm bahanesi bekliyor; dillerinde, irticâ, gericilik, teokrasi ve fundamentalizm, ellerinde gücün her çeşidi ve hayallerinde bin bir entrika.. eğer biz onların dediği gibi dine, dünyaya, ilme ve gelişmeye karşı isek, Sen bizi bu sapıklıktan halâs eyle!.. Liyakatımız yoksa, yolların mütedeyyin, mütemeddin, müterakkî ve ilim aşığı insanlara açılması için bizleri huzuruna al ve yolları aç! Yok karşı taraf yanılıyorsa, içlerinde salâha açık ruhlardan hidayetini esirgeme! Temerrüt ve din düşmanlığını meslek edinenlerin de birliklerini boz! Düzenlerini başlarına yık! Yurtlarına-yuvalarına feryat sal! Ve bütün inananları, kapının sadık kullarını, bu karanlık düşünce, karanlık ruh ve kara seslerin, gayretine dokunduğuna inandığımız tecavüzlerine, tahkirlerine, tezyiflerine ve plânlarına karşı koru!.. amin diyelim , okuyan arkadaşlarımızın çok bilgileneceğpi bir röportaj , galiba Fethullah Gülken ile..
-
"BÜTÜN CEMAAT OKULLARI VE KURAN KURSLARI KAPATILSIN!"... (Cumhurbaşkanı Sezer, yeni eğitim yılı nedeniyle yayımladığı mesajda, tarikat ve cemaatleri)
o okulların kapanmasını ancak siyonizst dünmya hakimiyeti ülküsüne çalışanlar isterler , burdaki karşı arkadaşlarımızdan acaba kaç tanesi oraları gördü içine girdi ordaki hocalarla görüştü , başarılarını gördü velilerden falan dinledi ? Gidip ilhan selçuktan dinlemişler BUNLAR YERİNİ BAHARA BIRAKMAK İSTEMEYEN ŞUBATIN SON HAMLELERİDİR
-
MÜSLÜMAN ÜLKELER VE TÜRKİYE
Çok yanlış kaynaklardan duyduklarınıza hemen kanmayın , el kaidenin yahudilerin ve kendiklerine benzettiklerinin yüzünden müslümanları çok yanlış tanıyorlar , hem Türkiyenin tarihi misyonunu islamın sancaktarı olduğunuda biliyorlar , buna çok ****** ve merhametsizce senaryolarla uyguluyorlar yıllardır..Varsa eğer o tür yanlış anlamalar normaldir..BUNUN EN GÜZEL ÇÖZÜMÜ HOŞGÖRÜ VE DİYALOGTUR , SİZ NE DERSENİZ DEYİN
-
PKK NIN YENİ KURBANLARI KİMLER?..
Nail amudi kardeşim Alah razı olsun doğruları konuşuyorsun seni çok takdir ediyorum , pkk kimin kumandası düşmanlarımızın ülkemizin güçlenmesini birlik kurmasını istemeyenlerin düğmesi , bunların hedefide olsa olsa teröre karşı çıkanlardır ve hükümettir.Zaten eski bir adamlarıda aynınını söylüyordu , PKK NIN HEDEFİ HÜKÜMET DİYE , bunlarıda bilmekm lazım
-
TALABANI'YE HÜKÜMETTEN TEPKI
BAK ARKADAŞIM SİZİN O SEZERİN ISRARLA BAŞA GETİRDİĞİ REKTÖR NE DİYOR , DİĞERLERİDE NE YAPIYOR , BİRAZ DOĞRU BİŞEYLER ÖĞREN Rektör'den tuhaf sözler: Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı (Ses Kaydı) Papa’nın İslam ve Hz. Muhammed’e hakaret içeren sözlerine duyulan tepki devam ederken, tuhaf bir açıklama da üniversite rektöründen. ● İşte rektörün inkar ettiği ses kaydı ● 'Açıklamam matbaayla ilgiliydi' ● Rektörden kampüste ezan sesi duymak isteyen öğrencilere: Saatiniz yok mu? Cumhurbaşkanı Sezer’in ısrarı ile atanan Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı, CHP’lilerin düzenlediği bir toplantıda İslam dinine hakaret içeren ifadeler kullandı. İslamiyet’i geri kalmışlığın sebebi olarak gösteren Alıcı, “Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı.” diye konuştu. Osmanlı’nın kovduğu akıl ve bilimin Avrupa'da geliştiğini ifade eden Alıcı, “1450'li yıllarda matbaa bulundu ve hızla Avrupa'da yayıldı. Biz, 250 yıl sonra matbaayı kullanabildik. Matbaayı Müslüman olmayan halk kullandı, gelişti. Keşke o zamanlar Anadolu Müslüman olmasaydı.” ifadelerini kullandı. Tuhaf açıklamalarını siyasi değerlendirmelerle sürdüren Alıcı, CHP’nin, genel seçimleri ölümüne alması gerektiğini savundu. Eski CHP Karşıyaka İlçe Sekreteri Ertuğrul Gür tarafından 10 yıldır organize edilen Karşıyaka Toplantıları'na katılan Prof. Dr. Emin Alıcı, ‘Değişen dünya koşullarında Türkiye'nin konumu' konulu bir konuşma yaptı. Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethederek Yeniçağ'ı başlattığını anlatan Alıcı, “Fatih Sultan Mehmet çok iyi yetişmiştir, felsefe, tarih, yabancı diller bilir. Ne yazık ki ülkenin akıl ve bilimle değil de din yoluyla yönetilmesi tercihini yaparak, hem Osmanlı'nın kaderini, hem de dünyanın tarihini değiştirmiştir." diye konuştu. Osmanlı döneminde başlayan yanlış politikalar ve ekonomik borçlanmaların Kurtuluş Savaşı sonrası, Atatürk’le son bulduğunu dile getiren Alıcı, Atatürk’ün ölümünden sonra Amerika ve İngiltere gibi ülkelerin etkisiyle yapılan hatalarla 12 Eylül’e gelindiğini anlattı. Alıcı şunları söyledi: “Amerika’nın öz evlatlarından birisi başbakanımız oldu ve o günden sonra borçlanma katlanarak devam etti. 1982’ye kadar Türkiye’nin dış borç miktarı 13 milyar dolardı. 1982’den günümüze olan borçlanma miktarımız 370 milyar dolar ve bunun üçte biri son 4 yılda gerçekleşti.” Alıcı, Amerika’nın en son 3 Kasım’da kökten dinci bir grubu başa getirerek yine istediği iktidarı sağladığını ileri sürdü. CHP, seçimleri ölüm pahasına almalı Türkiye Cumhuriyeti’nin 1990’da işini bitirerek, borç batağının içine girdiğine değinen Alıcı, “Türkiye son iktidarla uzatmaları oynuyor, hak kavramı kalktı, ulufe kavramı geldi.” dedi. Demokratik işbirliği içinde ortak karar verilmesi gerektiğini anlatan Alıcı, şöyle konuştu: “Bugün karar verirsek 20 senede kurtulabiliriz. Dünyada ne kadar vatan haini varsa sanki ülkemizde toplanmış. Dıştaki menfaat gruplarıyla işbirliği içinde olan insanlar günden güne çoğalmakta ve bu insanlar ...... değil, tahsilli insanlar. Ulusal bilinç kavramını ne yazık ki biz veremedik, eğitmenler olarak bizler yetiştirdik bu insanları.” şeklinde konuştu. Cumhurbaşkanının değişebileceğini, yerine ‘doğru düzgün bir adam’ gelmezse kötü olacağını belirten Alıcı, “Adamın beyninin açık olması gerekir, hanımının başı açık-kapalı olmuş önemli değil. Genel seçimleri ölüm pahasına almak zorundasınız. Bunu başaramazsanız torunlarınızdan utanacaksınız, başınızı öne eğeceksiniz. Aklın ve bilimin yolu kazanmalıdır seçimi.” şeklinde konuştu.. Alıcı’nın atanmasında Cumhurbaşkanı Sezer ısrar etti ‘Gerekirse Kubilay gibi can veririz’ çıkışıyla tanınan Prof. Dr. Emin Alıcı’nın rektör olarak atanması Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer ile dönemin YÖK Başkanı Kemal Gürüz arasında krize sebep olmuştu. Alıcı, rektör seçiminde en yüksek oyu almasına rağmen YÖK’ün Çankaya’ya sunduğu listede yer almamıştı. Sezer, listeden hiç kimseyi rektör olarak atamayarak Alıcı için direnmişti. Bazı adayların istifa etmesinden sonra Alıcı’nın ismi listeye girince ataması yapılmıştı. O dönemde Alıcı’nın arkasında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Mardinli Kemal Nehrozoğlu’nun bulunduğu iddia edilmişti. Vakit Gazetesi ise ‘Kubilay’ olayının ardından yaptığı haberde Alıcı’nın Hıristiyan olduğunu iddia etmişti. Gazetenin haberinde Alıcı’nın nüfus cüzdanının din hanesinde ‘Hıristiyan’ yazdığı belirtilmişti. Habere göre, geleneklerine ve dinine bağlı olduğu öne sürülen Malatya kökenli Alıcı ailesi İzmir’de yaşayan Ermeni akrabalarıyla yakın ilişki içindeydi. Ağabeyi İbrahim Alıcı 1998’de, kardeşi Aziz Alıcı 1989’da sakıncalı görülerek Bakanlar Kurulu kararıyla Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmıştı. Gazeteci Ahmet Hakan ise o günlerde yazdığı bir yazıda, Alıcı’nın Milli Eğitim Bakanı Çelik’e “Siz birkaç dönem üst üste görev yapabiliyorsunuz; ama bize bunu uygun görmüyorsunuz. Kendiniz için istediğiniz bir şeyi mümin kardeşiniz için istemedikçe hakiki mümin olamazsınız.” dediğini yazmıştı. İzmir, Anka 'Ben Hıristiyan'ım, bu sözler Papa'nın sözlerinden daha etkili olur' Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Emin Alıcı 'Keşke Anadolu Müslüman olmasaydı' sözlerinin Papa'nın Müslümanlar'a sarf ettiği sözler kadar etkili olacağını söyledi. CHP eski Karşıyaka İlçe Sekreteri Ertuğrul Gür tarafından organize edilen 'Karşıkaya Toplantıları'nda Anadolu'nun Müslüman olmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiren Emin Alıcı, Vatan Gazetesi'ne Hıristiyan olduğunu açıkladı. Haberin Anka Ajansı tarafından önceki gün servis edilmesinden sonra gazetenin görüştüğü Rektör Alıcı, önce sözleri inkar ederek ses kaydığının bulunmadığını savundu. Ajansın ses kaydının bulunduğunu açıklaması üzerine ise Alıcı'nın tepkisi farklı oldu: "Ben Hıristiyan'ım ve bu sözler Papa'nın Müslümanlar'a sarf ettiği sözler kadar etkili olur ve sonuçları da benim için çok kötü olur." İstanbul, Zaman http://www.zaman.com.tr/?hn=353299&bl=...mp;trh=20060927 -------------------------------------------------------------------------------------- YÖK’ün yeni sınav sistemi Kıbrıs’ı da vurdu YÖK'ün bu yıl uyguladığı sınav sistemi Kuzey Kıbrıs'taki üniversiteleri de mağdur etti. Ülkedeki 6 üniversitenin 10 bin 250 kişilik kontenjanından 8 bin 500'ü boş kaldı. :!: Eski uygulamaya göre, belirlenen tek taban puanı aşan öğrenciler vakıf üniversiteleri ile KKTC'deki üniversitelere kayıt hakkı kazanıyordu. Ancak bu sene ikinci bir puan türü uygulaması getirildi ve baraj yükseltildi. İkinci taban puanı aşamayan öğrencilerin herhangi bir dört yıllık fakülteye kayıt imkanı kalmadı. KKTC Yükseköğretim Denetleme ve Akreditasyon Kurulu Başkanı Prof. Dr. Tahir Çelik, değişen sistemle puanlarda büyük düşüşler olduğunu, dolayısıyla 4 yıllık bölümleri tercih edebilecek öğrenci sayısında da büyük azalma görüldüğünü vurguladı. Çelik, “Örneğin geçen yıl 100 binlerle ifade edilen sayısal bölümü tercih edebilecek öğrenci sayısı bu yıl 33 binde kaldı. Bize gelen öğrenciler genelde klasik liselerden ve parası olan insanlar. Bu insanların çoğu YÖK'ün belirlediği puan barajını geçemedi. Tüm müfredatı kapsayan iki aşamalı sistem bize büyük zarar verdi.” dedi. :!: KKTC üniversitelerinin rektörleri de söz konusu sorunu görüşmek üzere Milli Eğitim ve Kültür Bakanı Canan Öztoprak başkanlığında İstanbul’da toplandı. Rektörler, uygulanan izolasyonların kalkması için ülkedeki eğitim kurumlarının ayakta durması gerektiğine işaret etti. Bakan Canan Öztoprak, ülkeye Türkiye’den gelecek öğrenciler için kolaylıklar sağlamanın yollarını araştırdıklarını kaydederek, öğrenciler için büyük sorun teşkil eden ikamet iznini 1 yıllık olmaktan çıkarıp öğrenim süresi boyunca rahat edecekleri uygulama getirdiklerini söyledi. Kıbrıs’ın turizmin yanında en büyük özelliğinin eğitim ülkesi olduğuna dikkat çeken Öztoprak, “60 ayrı ülkeden öğrencimiz var. Kıbrıs’taki izolasyonların kalkması için bu öğrenciler önemli bir avantaj. Rumlarla yarıştığımız konuların başında eğitim geliyor, bu sektörün gelişmesi için çalışıyoruz. Öğrencilerin barınma sorunu kalmadı, üniversite bölgelerine toplu taşıma işini de çözdük.” şeklinde konuştu. Rum Kesimi’yle rekabet edemeyiz Doğu Akdeniz Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Halil Güven, Türk tarafının eğitimdeki üstünlüğünü almak için Rum tarafının geçen yıl yükseköğretim kanunu çıkardığını hatırlatarak şöyle konuştu: “Rum tarafı, KKTC’de yükseköğretimi çökertmek için büyük çaba sarf ediyor. 1 olan üniversite sayılarını 7’ye çıkardılar. AB üyesi olduklarından fonlardan büyük para alıyorlar. Yükseöğretimde rekabet çok önemli. Önümüzdeki birkaç sene öğrenci akışı olmazsa KKTC zor duruma düşer.” :twisted: Toplantıya katılan Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi Rektör Vekili Prof. Dr. Nüket Saracel, Girne Amerikan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hıfzı Doğan ve Lefke Avrupa Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Rıza Büyükuslu da KKTC’deki eğitim imkanlarından örnekler vererek Türkiye’de üniversite okuma imkanı bulamayan öğrencileri davet etti. Kıbrıs’ta üniversitelerin ücreti 3 ile 5 bin dolar arasında değişiyor. Barınma ve beslenme giderleri ile birlikte bir öğrencinin KKTC’deki 1 yıllık masrafı 6-10 bin doları buluyor. YÖK'ün NİYETİNİ HALA İÇ YAPISINDAKİ GİZLİ YAHUDİLERİN(SABETAYLARIN) NİYETİNİ HALA ÇÖZEMEYEN VARSA BAKSIN İŞTE FIRSAT :evil: BIKTIK HERGÜN YAA , İŞTE SİZE SÖYLEDİKLERİ KILIFLARLA BUNLARI KARŞILARITIN HAYDİ GÖSTERİN ATATÜRKÇÜLÜK LAİKLİK CUMHURİYUETİ KORUMA , GÜLÜYORUM YA SİZDEKİ AKLA
-
devrım kacınılmazdır!
Yeni 28 Şubat Senaryolarına TAKILMAYA DEVAM EDİN , zaten örümcek ağları dahil bir şeyede doğru bir yorum yapsanız 2027 yılına mı geldik acaba derim gerçi sizin artık girdiğiniz günahlar neticesiyle kaplerinizi Allahın en hale getiridiği ve ÖLDÜKTEN SONRADA nasıl haşir olacağınız çok net okunuyor bazılarının , onların ne gerçeği konuştukları var nede samimi bir ATATÜRKÇÜLÜĞÜ...Sorsak cevap verebilirlermi acaba O DEVRİMLERİN DARBENİN PEŞİNDE KOŞAN İŞÇİ PARTİSİ LİDERİ , CHP , SHP , TÜRKSOLU BUNLARIN BU ÜLKEYE BİR ÇAKILI ÇİVİLERİ OLMUŞ MU , MAOCU BOZKURTLARI İHTİLAL ÖRGÜTLERİNİ PKK SAVUNUCULARINI , TSK Yİ HEDEF ALANLARI , MASONLUĞU KORUYUP YAYANLARI VE ATATÜRKÜN MAKAMLARINADA O MASONLARI GETİRENLERİ ŞİMDİLİK KISA KESİYORUM SİZİN O SÖZÜNÜ DİNLEDİĞİNİZ TARAFTARI OLDUKLARINIZ MI GETİRDİ YOKSA MUHAFAZAKARLAR MI YAPIYORDU BUNLARI , CEVAP VERİN HAYDİ , BIRAKIN DEVİRM TARANESİNİ OKUMAYI
-
BASINDAKİ YALAN HABERLERDEN ARTIK GINA GELDİ(Bilmeniz gerekenler)
'RAMAZAN'DA ALKOL DAYAĞI' HABERİ YALAN ÇIKTI 26.09.2006 SALI Bazı gazetelerde önceki gün ‘Ramazan'da alkol dayağı' ve ‘Ramazan'da içki dayağı' başlıklarıyla verilen haberlerin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıktı. ‘Sahur vakti içki içtikleri için dayak yedikleri' belirtilen gençlerin, aslında bara birlikte geldikleri arkadaşları tarafından dövüldükleri, polis soruşturmasıyla anlaşıldı. Söz konusu gazete haberlerinde, ‘iki gencin Ramazan'ın ilk günü sahur vakti alkol aldıkları gerekçesiyle Ankara'nın göbeğinde tekme tokat dövüldükleri' iddiası yer almıştı. Ayrıca, yerde yatan biri bayan diğeri erkek iki arkadaşın fotoğraflarına yer verilmişti. Ancak olayın aslının böyle olmadığı ortaya çıktı. Buna göre, sadece kavga olayı doğruydu. Her şey, Çankaya Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin tahkikatı sonrası birkaç saat içinde gün ışığına çıktı. Emniyet bilgilerine göre, Ankara’da barların ve kulüplerin yoğun olarak yer aldığı Konur Sokak’ta bir bara gelen 6 kişilik grup gece geç saatlere kadar eğlendi. Aşırı alkol alan gençler bir süre sonra hem kulübü karıştırdı hem de hesap yüzünden birbirleriyle tartışmaya başladı. Kulüp sahipleri tarafından dışarı çıkarılan gençler sokak ortasında tartışmaya başladı. Tartışmanın alevlenmesiyle tekme tokat kavga etmeye başlayan grup ardından ikiye bölündü. 4 erkek, biri kız iki gence vurmaya başladı. Haberlerde fotoğrafları yer alan iki genç hesap yüzünden dayak yerken, arkadaşlarının elinden bir evin bahçesine girerek kurtuldu. Kavganın olduğu sokakta gece nöbetinde bulunan özel güvenlik görevlisi Şeref S. de ifadesinde bardan çıkanların kendi aralarında kavga ettiklerini anlattı. Kaynak Zaman
-
Maliye, esnafı vergi müfettişine zimmetledi, tahsilat yüzde 43 arttı
Maliye, esnafı vergi müfettişine zimmetledi, tahsilat yüzde 43 arttı Maliye, vergi kaçağını azaltmak için ilginç yöntemlere başvuruyor. Ankara'da uygulanan ‘Düzenli Vergi Denetimi’ sayesinde işletmelerin gelir beyanı yüzde 43 arttı. Ekonominin sırtındaki en büyük kamburlardan biri olan kayıt dışı ile mücadele konusunda Maliye, sıkı bir denetim politikası izliyor. Teftişlerin sıklaştırılması ve cezaların artırılmasının yanında ilginç yöntemlere de başvuruyor. Müfettişler tebdil-i kıyafetle kendilerini saklayıp mükellefin kapısını müşteriymiş gibi çalıyor. Bu yöntemin en somut sonuçlarından biri turistik tesislerde alındı. Şortlu denetçilerin turizm bölgelerindeki operasyonları neticesinde, gelir beyanları 15 kat arttı. Maliye'nin ilginç yöntemlerinden biri de geçtiğimiz mart ayında Ankara'da uygulamaya konuldu ve önemli oranda başarı sağlandı. Türkiye'de ilk defa uygulanan Düzenli Vergi Denetimi (DVD) sistemine göre, mükellefler gelir uzmanlarına zimmetlendi. Temmuz sonuna kadar 10 sektörden bin 200 mükellefin kayıtları üzerinde incelemeler yürütüldü. Sık denetimler karşısında vergi kaçırmanın ödemekten daha maliyetli olduğunu gören işletmeler de beyanlarını yüzde 43 oranında artırmak zorunda kaldı. Böylece mükelleflerin beyan ettiği KDV matrahları geçen yılın aynı dönemine göre 282 milyon Yeni Türk Lirası'ndan 405 milyon YTL'ye çıktı. DVD sisteminin Türkiye'de ilk defa kendi daireleri nezdinde uygulamaya geçirildiğini anlatan Ankara Vergi Dairesi Başkan Vekili Murat Şenal, mükelleflere zimmetlenen denetim elemanlarının işletme ile ilgili her türlü bilgiye sahip olduklarına dikkat çekti. Son 2-3 yıldır zarar beyan eden işletmeleri mercek altına aldıklarını vurgulayan Şenal, sistemin işleyişini şöyle anlattı: “Artık denetimleri bilinçli yapıyoruz. Örneğin bir gelir uzmanına 10 yeri zimmetliyoruz. Bunlar çapraz kontroller yapıyor. İşletmenin en yoğun olduğu saatlerde denetime gidiyor. Müşteri gibi davranıp mükellef hakkında bilgi alıyor. Bunun farkına varan işletme sahibi de ceza yememek için beyanlarını yeniden gözden geçiriyor.” Uygulamaya koydukları yöntemlerde vergiye gönüllü uyumu sağlamayı amaçladıklarını da dile getiren Ankara Vergi Dairesi Başkan Vekili Şenal, programlı ve programsız teftişlerle 6 ay gözetim, 6 ay denetim faaliyeti yürüttüklerini aktardı. Şenal, uyum sağlamayan işletmeleri ilave incelemelere tabi tuttuklarını da sözlerine ekledi. Şenal’ın verdiği bilgilere göre, denetim birimleri her sektöre farklı saat ve günlerde gidiyor. Hafta içi doktordan muayene için randevu alıyor; ancak muayene sırası gelince “Benim acil bir işim çıktı.” diyerek oradan ayrılıyor. Hafta sonu lunaparkta dolaşıyor. Gece restorana müşteri gibi girip, “Bir arkadaşımı bekliyorum, siparişi sonra vereceğim.” bahanesiyle saatlerce oturup firmanın hasılatını kontrol ediyor. Firma yanlış beyanda bulunduğunda “Biz şu gün, şu saatte sizi denetime tabi tuttuk. İşleriniz beyan ettiğin kadar kötü değildi.” karşılığını veriyor. Beyanlarını düzeltmeyenler olursa önce usulsüzlük cezası kesiliyor. Buna devam ederse sonrasında 3 yıllık hesapları incelemeye alınıyor. DVD programı kapsamında uyarıları dikkate almayıp eksiklikleri tamamlamayan mükellefler hakkında 108 adet ceza tutanağı düzenlenerek 4 mükellef incelemeye sevk edildi. Uyum göstermediği tespit edilen diğer mükellefler ise önümüzdeki aylar içerisinde kapsamlı vergi incelemesine alınacak. Denetim kapsamına dershaneler ve özel kurslar, restoranlar, lokantalar, kafeler, hazır yiyecek satan işletmeler, pastaneler, doktorlar, veterinerler ve klinikleri, fotoğrafçılar, spor salonları, bowling salonları, halı saha işletmeleri, yüzme ve tenis tesisi işletmeleri ile benzer işletmeler, bay-bayan berberleri, güzellik-estetik salonları, ayakkabıcılar, kuru temizlemeciler, su ve tüpgaz satıcıları ile lunapark sektörlerinde faaliyet gösteren işletmeler alındı. Kaynak Zaman
-
devrım kacınılmazdır!
ölüm tehlikesi varsa şunların yüzünden vardır ; 1-gençleri dinden müslümanlıktan ahlaktan uzaklaştıran , şeytanın dostu haline getiren , hakk hukuk Allah kitap tanımaz merhamet bilmez , ülkesi yıkılsa tüyü kımıldamaz hale getiren dergi gazete medya organları bunların zehirlediği arkadaşları aileleri yüzünden 2-Bunları medeniyet çağdaşlık özgürlük hürriyet gibi maskeler altında korumaya , önlem almak yerine boşveren suçu hiç günahı olmayan insanlara atan ........... yüzünden 3-Bunların örümcek ağlarına takılan bu forumdada bolca mevcut olan bindiği dalın ne olduğunu bilmeden kesenler yüzünden 4.Allah katındaki tek hak din , Allahın kullarına hayatlarını nurlandıracak güzelleştirecek onları mutlu edecek dinini bilmemeleri yüzündendir vs vs Tarikat nedir diye sormak acaba ne cevap verirsin , veya hiç hayatında gördünmü oraları..Bu zamanda düşmanlık nasıl yapılıyor hiç akıl erdiremiyorsunuz hemde suçu en yanlış yerde arıyorsunuz..Bu gün bazı gerçek , sahte darbe için kurdurulmuş olanlar değil cemaatler bir çok genci cehenneme gitmekten vatatına bela olmnaktan kurtardı sizlerin ondan bile haberinizx yok , yok işte net bir şekilde
-
İrtica haberleri 28 Şubat’taki Kalkancı olayını hatırlatıyor
28 Şubat Oyunları Türkiye’de 1996-98 yılları arasında yaşanan olayların tıpkısı denebilecek bazı gelişmeler son aylarda peşi sıra ortaya çıkmaya başladı. Bu gelişmeler ister istemez, "28 Şubat sürecinin ikinci perdesi mi açılıyor" endişesini artırıyor. O halde hedef ne? -------------------------------------------------------------------------------- ‘Önümüzdeki seçimlerde Meclis'e dört parti girecek ve koalisyon hükümeti kurulacak.’ Bu sözler, ABD’de ve Avrupa ülkelerinde etkinliği olan bir kuruluşun Ankara Temsilciliği'ni yürüten yetkiliye ait. Meclis'e girecek partiler olarak Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Doğru Yol Partisi'ni (DYP) sayan aynı kişi, "Milletvekili seçimlerinden önceki en önemli olay cumhurbaşkanlığı seçimi. Eğer Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmakta ısrar ederse; bunun Ankara'da gerginliğe yol açacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok." diyor. "Meclis'e dört parti girecek" tezi aslında kamuoyu araştırma kuruluşlarınca henüz tam olarak doğrulanmış değil. Türkbilgi Danışmanlık Araştırma Şirketi'nin 40 ilde 11 bin 380 kişi üzerinde yaptığı ankete göre AK Parti, CHP ve MHP ile birlikte DYP de barajı aşıyor. Ama, örneğin Odak Araştırma Şirketi'nin temmuz ayında yaptığı ankete göre barajı sadece AK Parti, CHP ve MHP aşıyor. Bu ankete göre AK Parti'nin oyu yüzde 42,9 iken, CHP'nin yüzde 20,9, MHP'nin ise yüzde 14,9. Buna karşılık barajın altında kalan DYP'nin oyu yüzde 5,4. Bu sebeple, 2007 sonundan itibaren Türkiye'nin tek bir partinin kuracağı hükümet tarafından mı yoksa bir koalisyon hükümetince mi yönetileceği henüz tam olarak net değil. Ama, önümüzdeki mayıs ayında Çankaya Köşkü'nden inecek olan Ahmet Necdet Sezer'in yerine kimin geleceği; seçimlerin kaderini de etkileyecek ölçüde en önemli siyasi gündem maddesi olarak karşımızda. Uzun bir süredir üzerinde kafa yorulan siyasî mühendislik projesi ise şöyle: Ne Tayyip Erdoğan Köşk'e çıksın ne de AK Parti tek başına yeniden iktidar olsun. DERİN PİYASA SENARYOSU Bu senaryonun ekonomik ayakları da hazır. Örneğin, "ulusalcı" çizgideki yazılarıyla tanınan Radikal gazetesi yazarı Yiğit Bulut, 11 Eylül 2006 tarihli köşesinde, "Piyasa algılamakta zorlanıyor, ama Türkiye, yeni bir 28 Şubat sürecine girdi." diye yazdı. Ankara'da derin kulis bilgisi olan bir bürokrat Bulut'a şunları söylemiş: "Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olmaktan vazgeçti. Kafasındaki isim eşi türbanlı olmayan Vecdi Gönül. Bunun sinyallerini çok yakında piyasada göreceksin. Borsada beklenmeyen, anlamsız yükselişler ve dolarda ciddi düşüşler olacak..." Bulut, eğer tersi olursa; yani Erdoğan ya da eşi türbanlı biri cumhurbaşkanı olursa; borsanın düşeceğini, doların fırlayacağını öne sürüyor. AK Parti'ye karşı yeni siyasi oluşumların içinde olduğu bilinen eski Başbakan Yardımcısı Hüsamettin Özkan'ın damadı Kerem Alkin de, Referans gazetesinde 9 Eylül 2006 tarihindeki yazısında aynı senaryoyu şöyle dile getirdi: "Hikmet Çetin gibi tarafsız bir kişi cumhurbaşkanı olursa; borsanın 10 ile 15 bin puan arasında önemli bir sıçrama gerçekleştirebileceği, Hazine kâğıtlarının ikinci el faiz seviyesinde 3,5 ile 4 arası bir gerileme olacağı vurgulanıyor. Ama Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmakta ısrar ederse borsanın 10 bin puan aşağı ineceği; Hazine ikinci el faizlerinin yüzde 25'lerin üstünü test edebileceği vurgulanıyor." Peki, ekonomik ayağı da bu şekilde anlatılan söz konusu siyasî senaryo nasıl gerçekleşecek? Yoksa, gerçekleşmesi için düğmeye basıldı mı? Aslında son aylarda yaşadığımız gelişmeler, Yiğit Bulut'un "Türkiye yeni bir 28 Şubat sürecine girdi" tezini destekleyen cinsten. Gelişmeleri yakından izleyen bir siyasî gözlemciye göre ise zaten düşük yoğunluklu olarak devam eden 28 Şubat sürecinin ikinci perdesiyle karşı karşıyayız. Üstelik, 1996-98 döneminde yaşanan olayların neredeyse birebir aynıları şu anda teker teker ortaya çıkıyor. CAMİDEKİ İKİ SUİKASTÇİ 28 Şubat süreci deyince akla hemen Sincan'daki Kudüs Gecesi, Aczimendi lideri Müslüm Gündüz'ün Fadime Şahin ile basılması gibi görüntüler geliyor. Ama bir olay daha var. O da İsmailağa Cemaati’nin lideri Mahmut Ustaosmanoğlu'nun damadı Hızır Ali Muratoğlu'nun camide silahlı saldırı sonucu öldürülmesiydi. Ne ilginç bir tesadüf ki, şimdi yine gazete manşetlerinde Sincan'daki irtica konulu bir gösteri var. Yine İsmailağa Cemaati bir başka cinayet sebebiyle manşetlerde. 1996'da Müslüm Gündüz'ün yarı çıplak basılmasını manşet yapan Hürriyet; bu sefer AK Partili bir bürokratı bir kadınla gösteren fotoğraflarıyla manşete çıkardı. Bugünün 1997'ye göre şimdilik tek bir eksiği kaldı. O da 1997'de asker-polis çatışmasını hedefleyen "Köstebek davası" benzeri bir senaryonun yürürlüğü konulması. Aksiyon'a bilgi veren üst düzey bir güvenlik yetkilisine göre, şu anda bunun da hazırlıkları yapılıyor ve çok yakında böyle bir olayın patlak verme ihtimali yüzde 90! Önce 1996-98 arasında yaşanan olayların içyüzünü kısaca hatırlayalım. Müslüm Gündüz, 1996 yılı aralık ayında Kadıköy'deki bir evde "imam nikahlı eşim" dediği 24 yaşındaki Fadime Şahin ile birlikte iken evin kapısı balyozla kırılarak basıldı. Zaman gazetesi yazarı Tamer Korkmaz'ın yazdığına göre Gündüz, kendisini basmaya gelen yetkililere telefon açmış ve "Yahu nerede kaldınız?" diye yakınmıştı. Gündüz'e verilen cevap şöyleydi: "Televizyoncu arkadaşlardan biri gecikti. Yolda, gelmek üzere. O gelir gelmez senin oraya intikal ediyoruz!" Baskından sonra, Fadime Şahin'in Müslüm Gündüz ve yine "şeyh" olduğu öne sürülen Ali Kalkancı ile yaşadıkları günlerce televizyonların ve gazete manşetlerinin ana malzemesi oldu. Gündüz, tutuklanıp üç yıldan fazla hapis yatarken, Kalkancı da iki defa cezaevine girip çıktı. Dönemin Refah Partili Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız'ın, İran'ın Ankara Büyükelçisi Rıza Bagheri'nin de katılımıyla 31 Ocak 1997 günü düzenlediği Kudüs Gecesi’nden birkaç gün sonra tankların Sincan'da yürümesi fiilen 28 Şubat'ın başlangıcıydı. Görevden alınan belediye başkanı tutuklandı. Büyükelçi Bagheri, istenmeyen adam ilan edildi ve ülkesine gönderildi. Mahmut Hoca'nın damadı Hızır Ali Muratoğlu, 17 Mayıs 1998 günü camide cemaatle birlikteyken silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Saldırgan Ufuk Şahin Hantal, "Onu üzerime cinlerini saldığı için öldürdüm" diyordu. Hantal, tıpkı Turgut Özal'ı vuran Kartal Demirağ gibi komando hareketleriyle takla atıp elindeki silahla cemaati tehdit ederek camiden kaçmayı da başardı. Birkaç yıl sonra yakalandığında başka cinayet olaylarından da suçlandı. 2006'ya geldiğimizde ise sadece karakterler değişik. 1996'da Müslüm Gündüz'ü, "Böyle basıldı" diye manşet yapan Hürriyet; bu kez 17 Eylül 2006 günü, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne bağlı Belbim Genel Müdürü Adnan Şahin'in daha önce birlikte çalıştığı bir kadınla Antalya'da tatilde çekilmiş samimi fotoğraflarını yayımladı. Seçimler yaklaştıkça bu türden haberlerin sayısında artış olacağını belirten bir kaynak, "Zaten bir yıldır İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde iki eşli, üç eşli olmayan bürokrat kalmadı söylentisi ısrarla yaydırılıyor." diyor. İsmailağa Cemaati’ne mensup emekli imam Bayram Öztürk'ün 3 Eylül 2006 sabahı vaaz verirken vurulması kendi içinde pek çok gariplik taşıyan bir olay. Soruşturmada ortaya çıkan bilgi şu: Her pazar olduğu gibi camide vaaz veren Öztürk'ü birkaç saf mesafede dinleyenlerden biri olan katil zanlısı Mustafa Erdal, birden ayağa kalkıp "Allah" diye bağırdıktan sonra, "Hocam duaya çok ihtiyacım var, bana dua eder misiniz?" diyor. O, Bayram Hoca'ya doğru hamle yaparken; Bayram Hoca elini kaldırıp onun için dua ediyor. Tam o sırada üzerindeki kırmızı kazağın koluna sakladığı bıçağı çıkarıp Bayram Hoca'nın kalbine saplıyor. Bayram Hoca, kalbine gelen bu tek bıçak darbesiyle yere yığılıyor. Aksiyon'a bilgi veren Abdullah Ustaosmanoğlu, Bayram Hoca'nın bu son vaazında şehitlik üzerine konuştuğunu belirtiyor. Camideki bazı dinleyiciler, vaazdan bölümleri cep telefonlarına kaydetmişler. Bir kayıtta Bayram Hoca şöyle diyor: "Şehit olmak yürek ister, şehit olmak cesaret ister!" Bayram Hoca, son sözlerinden de anlaşıldığı gibi özlemini duyduğu şehadet mertebesine erişti. Ama, bu cinayetin tıpkı 1998'deki cinayette olduğu gibi fevri bir olay mı yoksa planlı mı olduğu sorusu hâlâ ortada. Üstelik, 22 yaşındaki Hamit Alpaya, Sabah gazetesinde 20 Eylül 2006 günü yayımlanan sözlerinde şu ilginç iddiayı ortaya attı: "10 yaşımdan beri cemaatin içindeyim. Benden, önce Menzil Tarikatı Şeyhi Abdülbaki Erol'u öldürmemi istediler. Ama kabul etmedim. Sonra da İsmailağa Camii imamı Öztürk'ü. Ama görevi Mustafa Erdal üstlendi dedi." Eğer bu iddia doğruysa, camide cinayet sonrası linç edilen katil zanlısı Mustafa Erdal'a bu görevi kimler verdi? Şimdi gelelim günümüzün Sincan olaylarına. 2006'nın Sincan versiyonu, 1997'dekinden biraz daha farklı. Hürriyet, Belbim Genel Müdürünü sürmanşet yaptıktan bir gün sonra, 18 Eylül'de "Çocuklarımızı rahat bırak hoca" manşetiyle çıktı. Haberdeki iddiaya göre, Sincan Selahattin Akbilek Lisesi Edebiyat öğretmeni Tarık Sezai Karatepe, öğrencilerinin cep telefonlarına, "Varlığım Allah yoluna armağan olsun. Ne mutlu Müslüman'ım diyene" gibi dinî içerikli mesajlar göndermişti. Karatepe, öğrencilerin mezuniyet balosuna katılmalarını önlemek için de, "Bu bir komünist oluşumdur, komünist oluşuma hayır diyelim, orada çok büyük kargaşa olacak, kızlarla erkekler birbirine girecek, bunu diğer arkadaşlarına anlat." demişti. Hatta baloya neden katılmadığını anlatırken, daha da ileri gidip "Ben p...venk değilim" bile demişti. Hizbut Tahrir örgütü de balo öncesi okula bir mektup gönderip, "Canınızı seviyorsanız bu lanetli programı iptal edin. Yoksa canınız tehlikeye girecektir." tehdidinde bulunmuştu. Habere göre ayrıca bu mesajlardan korkan 50'ye yakın öğrenci okul yönetimine şikâyet dilekçesi verdi. POLİS NİYE HEDEFTE? Oysa bu okulda yaşanan olaylar biraz farklıydı. Okul müdürü Mehmet Emin Gökdere ile edebiyat öğretmeni Karatepe arasında aylar öncesine dayanan kişisel bir sorun vardı. 20 Nisan 2006 günü okul bahçesinde ders saatinde rock konseri düzenlenmesi üzerine Karatepe bu durumu şikâyet konusu yapmıştı. Böylece müdürün görevden alınması gündeme geldi. Üstelik Karatepe, "Bahsedilen cep telefonu mesajlarını ben atmadım." demekteydi. İlginç olan, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt aleyhindeki bazı cep telefonu mesajlarının da bir AK Partili'nin cep telefonu numarası kullanılarak atılmış olmasıydı. Ama buna rağmen okulların başladığı pazartesi günü, bazı öğrencilerin eline "Müdürümüzün irticaya kurban gitmesini istemiyoruz." pankartları verilip gösteri yapmaları sağlandı. "Sincan" bizim siyasi tarihimizde öylesine önemli bir sembol ki; 28 Şubat'ın tetikleyicisi pek çok olay burada ortaya çıktı. Örneğin o dönemde televizyon muhabiri Işın Gürel, burada sakallı bir kişi tarafından saçlarından tutulup yere serildi. Hürriyet, Türk hava sahasından geçiş izni almadığı için indirilen İran uçağını manşet yaparken bile, uçakta 1997'deki Kudüs Gecesi’ne katılmış olan Bahgeri'nin de bulunduğunu ön plana çıkarıp "İndirilen uçaktaki tanıdık sima" başlığını kullandı. Tıpkı 1997'de olduğu gibi 2006'da da bu senaryonun bir diğer ayağı irtica ile mücadele konusunda asker ile polis arasında görüş farkı olduğu imajını uyandırıp, çeşitli "irtica operasyonları" için polisi baskı altına almak. Bu senaryonun 1997 uygulaması şöyle oldu: 2 Temmuz 1997'de, Hürriyet gazetesi, "Müthiş İtiraf" manşetiyle çıktı. Habere göre Deniz Kuvvetleri İstihbarat Dairesi'ni dinleyen "casus onbaşı" Kadir Sarmusak, "Emri İstihbarat Başkanı Orakoğlu'ndan aldım" diyordu. Sarmusak tarafından Emniyet'e verildiği öne sürülen bir Batı Çalışma Grubu belgesi sebebiyle Sarmusak ve Orakoğlu tutuklandı. Ama yargılama sonucunda her ikisi de beraat etti. Şu anda henüz Köstebek davası benzeri bir olay patlak vermiş değil. Ama Sauna çetesi davasından yargılanan Kasım Zengin'in, İstanbul'da bir caminin bodrumunda kurulan "Kadı Mahkemesi" tarafından yargılandığı iddialarının Ankara savcısının talebine rağmen İstanbul polisi tarafından yeterince araştırılmadığı haberleri bunun ilk belirtileri gibi. Bir süre önce emekli bir savcı, 1989 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde Turgut Özal'a yapılan suikast teşebbüsünden bahsetmişti. İlginç olan 21 Eylül günü Bursa'daki bazı törenlere katılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın geçeceği yola yakın bulunan arabadan çıkan patlayıcılar ve silahlar. Haberlere göre, soruşturmayı yapan yetkililer, Erdoğan'a yönelik bir suikast teşebbüsü olduğu şüphesi üzerinde duruyor. Şimdilik ortaya çıkan olaylar bunlar. İster istemez, insanın aklına şu soru geliyor: On yılda bir askerî darbe anlayışını artık geride bırakan Türkiye, şimdi de 10 yılda bir 28 Şubat benzeri "post-modern darbe" sürecine mi giriyor? Ya da uzatmalı da olsa 28 Şubat'ın ikinci perdesi mi açılıyor? “ERDOĞAN’IN LAİKLİK KARŞITI OLDUĞUNA İNANIYORLAR” TARHAN ERDEM, Aksiyon’un sorularını cevaplandı: -Şu anda kaç parti barajı aşıyor? Üç veya dört partinin aştığını sanıyorum. -Dördüncü parti hangisi? DYP. -Kimin cumhurbaşkanı olacağı seçimleri etkiler mi? Sanmıyorum. Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanı adayı olmayacağını iki seneden beri söylüyorum. Olmamalı anlamında söylemiyorum. Erdoğan kendine bir misyon belirlemiş bir insan. 53 yaşında bu misyonu bırakıp pasif bir göreve gitmesi söz konusu değil. -"Tayip Erdoğan cumhurbaşkanı olmasın ve seçimlerden üç-dört partili bir koalisyon partisi çıksın." gibi bir siyasi mühendislik projesinden söz ediliyor. Ne diyorsunuz? Herkesin kendine göre bir isteği var; ama eğer bu bir mühendislik projesi ise mühendisler malzemeyi de dikkate almak durumundalar. Ters ve komik bir bina yapamazsınız. -Ufukta bir koalisyon görüyor musunuz? Şu anda görmüyorum. Türkiye'nin iktidar problemi yok, muhalefet problemi var. Her iktidar beş senede yıpranır. Bu iktidar da yıpranmıştır, ama avantaj sağlayan unsurlar da kazanmıştır. Eğer iktidara aday bir muhalefet partisi varsa iktidar gider. Muhalefet partilerinin iktidara gelecek kadar oy alacaklarını göremiyorum. -Bazı yazarlara göre Türkiye 28 Şubat süreci benzeri bir döneme girdi. Hatta bu sebeple Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olmama kararı almış. Kafasındaki aday da eşi türbanlı olmayan Vecdi Gönül'müş. Bu sözü kim söylediyse yanlış şeyler söylemiş. Tayyip Erdoğan niçin cumhurbaşkanı olmaktan vazgeçmiş olsun? Ne zaman olacağım diye ilân etti ki şimdi vazgeçmiş olsun? Ben de 1,5 sene evvel Vecdi Gönül'ü tahmin ettim ve yazdım. Ama eşinin türban takıp takmadığını bilmiyordum. AK parti içinde cumhurbaşkanı olabilecek insanlardan biri Vecdi Gönül. Ama bunun eşinin başıyla saçıyla alakası yok. -Yeni bir 28 Şubat sürecine ihtimal veriyor musunuz? Hayır. Biz kendimizi idare edemiyor muyuz? -Tayip Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olduğunu açıkladığında ne olur? Bunun karşısında olan insanlar var. Bu karşıtlığı bugünkü iktidarı yıpratmak için kullananlar var. Bir de gerçekten cumhurbaşkanı olmasını uygun görmeyenler var. Bunlar farklı kesimler. Muhalefet yüce divana göndeririz gibi laflarla, iktidarı yıpratmaya çalışıyor. Bu da hakları. Ama ikinci kısım, Tayyip Erdoğan'ın gerçekten laiklik karşıtı bir insan olduğuna inanıyor. Ben de kuşkulananlardan biriyim. KAYNAK AKSİYON , EVET BİZ BENZER SENARYOYU VE OLAYLARI DAHA ÖNCEDENDE GÖRMÜŞTÜK , TÜRKİYE BİR DAHA AYNI TUZAĞA DÜŞMEYECEK , BUNLAR YERİNİ BAHARA BIRAKMAK İSTEMEYEN ŞUBATIN SON HAMLELERİDİR!
-
devrım kacınılmazdır!
Sizlerin o devrim diye anlattığınız şey bizim düşman işgalinden kurtuluş savaşımızdı DEVRİM YAPMAK İÇİN FALAN DEĞİL..Atatürkü maske olarak kullanan bazı bizi batırmak isteyenlerin talimatına göre yazıp çizenleri biliyor halkımız , boş hayaller kurmayın ülkemiz size inandırılan biçimde ABD nin emperyalizmin ve onların tarikatlarının yönetiminde falan değil boşuna kendi kendinizi kandırmayın! Asıl size bu , devrim kaçınılmazdır ordu göreve falan diyen Türksolu denen mecusi beslemesi ABD yi de içerden yöneten gizli güçlerin kontrölündedir.Devrim yapmak istiyorsanız orayı Atatürkten komunist militanlarla yahudi kökenlilerle bir araya koymaktan temizleyerek başlayabilirsiniz! Atatürk komunist darbeci falan kesinlikle değildi ancak çocuklar inanır o inkılapçıydı yani yenilikçiydi , Avrupa Birliğine girersek eğer Türkiye çağ atlamış olacak , işte size destek vereceğiniz devrim! Cumhuriyet demek halkın kendi kendisini yönetmesi birlikte çalışıp paylaşması demek HEPSİ MEVCUT ÜLKEMİZDE GÖLGE ETMEZSENİZ EĞER