kontrsağduyu tarafından postalanan herşey
-
BUNLARDAN NE KÖY OLUR NE KASABA
[/Müdür: 'Okulda namaz' haberi YALAN Bağcılar Lisesi'nde bir odada namaz kılındığı ve müdür yardımcısının da öğrencilere namaz kıldırıldığına ilişkin basında çıkan haber ve görüntüleri değerlendiren okul Müdürü Asker Yavuz, haberlerin maksatlı olarak yapıldığını söyledi. Kimin ne amaçla böyle bir organizasyon yaptığını araştırdıklarını aktaran Yavuz, "41 yıllık eğitimciyim. Görev yaptığım okulda böyle birşey olursa benim haberim olur. Bunu yapanlar maksatlı ve bilinçli olarak yapıyorlar." dedi. Bağcılar Lisesi'nde öğrencilerin toplu halde namaz kıldığına dair medyada yer alan görüntü ve haberlerin ardından dikkatler bu okula çevirildi. Bölgenin en seçkin okulları arasında gösterilen okulun müdürü Asker Yavuz, okulu habercilere gezdirerek, okulda toplu halde namaz kılacak bir ortamın olmadığını, bunu yapacak öğrencilerede izin vermelerinin söz konusu olamayacağını anlattı. İddiaların asılsız olduğunu ifade eden Yavuz, "Çıkan haberler ve yayınlanan görüntüler maksatlı. Bir amaca hizmet ediyor. Ben 41 yıllık eğitimciyim, böyle bir olaya izin vermem, olursa da en önce benim haberim olur. Bunu kimin yaptığını, nasıl yapıldığını araştırıyoruz." şeklinde konuştu. Namaz kılındığı iddia edilen yeri basın mensuplarına gösteren Yavuz, "Burası öğrencilerin beden eğitimi dersine çıkarken üstlerini değiştirdikleri yer. Ayrıca tiyatro ve bando takımında görev alan öğrenciler buraya malzemelerini koyuyor." diye konuştu. Yavuz, okulda öğrencilerle birlikte namaz kıldığı iddia edilen Müdür Yardımcısı Sani Tunç'un iki hafta önce okulda göreve başladığını, bu görüntülerin ise daha önceki tarihlerde çekildiğinin iddia edildiğini kaydetti. Bağcılar Lisesi öğrencileri de, basın mensuplarına dağıttıkları yazılı açıklamada, okullarının adının kirletildiğini belirtti. Açıklamada, "Bu tür asılsız haberler okulumuzun isimini karaladığı gibi bizi de olumsuz etkilemektedir. Bu tür haberler yazılmadan önce bizlerin görüş ve fikirleri sorulmadı. Bizlere kimse zorla namaz kıldırmıyor. Hür ve özgür bireyleriz. Bizlere zorla namaz kılıdırdığı şeklindeki iddalar bizi üzmüştür." denildi. Cihan ------------------------------ Haber doğru olsa bile kime ne zararı var ? En temiz insanlar ibadetini yaparlar..Bu insanların gizlisi saklısı yok , asıl korku pimpirikleri gitsinlerde herşeyleri gizli olan Atatürkün kapattığı ve kökü dışarda zararlı dernekler dediği mason locacalarından korksun..Akıllı biriyse böyle yapması gerekir.
-
Cumhuriyetimize Sahip Cikalim...
Miting tertipçisi Necla Arat'ın eşi 'cuntacı' olduğu için ordudan atılmış İstanbul Çağlayan mitinginin düzenleyicilerinden ÇEV Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Necla Arat'ın eşi Nedim Arat'ın 'cuntacı' olduğu ortaya çıktı. Cunta, 9 Mart 1971'de darbe yapmayı planlamış; ancak Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur'un saf değiştirmesi üzerine başarılı olamamıştı. Kurmay albay rütbesinde darbe planlarına karışan Nedim Arat, 12 Mart muhtırası ardından gözden çıkarılanlar arasında yer alıyor. Vakit Gazetesi'nin haberine göre 12 Mart muhtırasından sonra '9 Mart Hareketi' olarak bilinen 'solcu ihtilalci komite' 15 Mart 1971 tarihli, Genelkurmay Personel Başkanı Korgeneral Fehmi Başar imzalı yazıyla tasfiye edildi. ---------------------------------- 2004'te iki darbe atlatmışız! Örnek Paşa, 'daima bir ihtilal özlemi içerisinde' diye nitelendirdiği dönemin Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un isteği üzerine yaptıkları bir toplantıda 'Sarıkız' adlı eylem planıyla ilgili günlüğüne 6 Aralık 2003 tarihinde şu notları düşmüş: -"... Önce basını ele geçirmeye çalışacaktık. Bu nedenle ben M.Ö.'ı (Mustafa Özkan) davet edecektim. Sonra rektörlerimle temas edip öğrencileri sokağa dökecektik. Sendikalar ile aynı şekilde hareket edecektik. Sokaklara afiş astıracaktık. Dernekler ile temas edip onları da hükümet aleyhine teşvik edecektik. Bütün bu olayları yurt çapında yapacaktık. Yukarıdakiler Sarıkız olarak anılacaktı." -"Akşam 19.30'da Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın Gölbaşı tesislerinde buluştuk. Kara Kuvvetleri Komutanı ile ben biraz gergindik. Zira aynı mevzuları yeniden konuşmak istemiyorduk. Bu seferki konuşmalarda biraz sert davrandım. Çünkü Jandarma Genel Komutanı sözü ikide bir oraya getirip, 'bu işi ne zaman yapacağız?' diyordu. Bazen süreyi uzatmanın en iyi çözüm yolu olduğunu söyleyince suratı asılıyordu. Bana kalsa adamın niyeti ülke yararı değil, kendi yararı. Bu iş bir an önce olsun da nasıl olursa olsun, o da mevkiini korusun." -"Biz komutanlar erkenden tümen komutanının odasında buluştuk. (...) Maalesef herkes 'durum kötü, ama darbe ile düzeltilmesi için iç ve dış ortam müsait değil' dediler. 'Buna göre bir değerlendirme yapmamız gerekiyor' dedi. Hepimiz fikrimizi söyledik. İnanılmaz ama Şener hâlâ bu iş olsun diye çırpınıyordu. Bence Genelkurmay Başkanı'ndan nefret ettiği ve Kara Kuvvetleri Komutanı olmak istediği için saplantı haline gelmişti. (...) Neyse ben sonunda toplamak zorunda kaldım. KODLARDAKİLERİN KİMLER OLDUĞU;Cumhurbaşkanı A.Necdet Sezer için 'Yörük', Başbakan R.Tayyip Erdoğan 'Gemi Aslanı' Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'a o dönemde 'Abide' ,Özden Örnek'e 'Penguen', Şener Eruygur'a 'Leopar', İbrahim Fırtına'ya 'Şahin', Aytaç Yalman'a 'Kaplan', medya 'karanlık doğan', devlet 'sarı öküz' ... Haberin tamammı ; http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=520349 ------------------------------------------------------------- Danıştay saldırısının kilit ismi Muzaffer Tekin, mitingde Tuncay Özkan, Şener Eruygur ile kol kola Çağlayan'daki mitingde Danıştay'a yönelik saldırıda gözaltına alınan emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin ilgi odağıydı. Alandaki ünlü isimler Tekin'le sohbet ederek hatırını sordu. Tekin'le Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı ve Jandarma eski Genel Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur'da bir süre sohbet etti. Tekin'in, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek'in günlüğünde iki kez darbe yapmaya kalktığı ortaya çıkan Eruygur Paşa'nın elini öpmesi dikkat çekti.İlerleyen saatler içinde alana gelen Kanaltürk televizyonun sahibi Tuncay Özkan da karşılaştığı Tekin'in boynuna sarılarak ayak üstü konuştu. Mitingin başlamasına yanındaki heyetle beraber alana gelen İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de Tekin'e ilgi gösterdi. Perinçek ve Tekin aralarında bol kahkahalı bir sohbet yaşandı. Tekin 14 Nisan 2007'de Ankara'da yapılan mitinge de katılmıştı. Hatırlanacağı gibi Tekin'in geçtiğimiz yıl bir Danıştay üyesinin öldürüldüğü saldırıyı gerçekleştiren Alpaslan Arslan ile görüştüğü ortaya çıkmıştı. Miting alanına asılan bazı pankartlar ilgi çekiciydi Muzaffer Tekin, Eruygur'un elini öptü Kanaltürk'ten Tuncay Özkan, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, ADD Genel Başkanı emekli Orgeneral Şener Eruygur miting sırasında Muzaffer Tekin ile ayaküstü sohbet etti. Şener Eruygur'un elini öpen Tekin, Tuncay Özkan'la da sarılarak kucaklaştı. Sahnedeki konuşması uzayan Özkan'ı Türkan Saylan kulağına fısıldayarak uyarınca Özkan konuşmasını kesmek zorunda kaldı. ------------------------------------------ Sezer'den, Eruygur'a para yardımı :!: Cumhurbaşkanlığı'nın kendi bütçesinden bankalar aracılığı ile ADD'ye aktardığı para, derneğin 'gelir defteri' kayıtlarına göre toplam 221 bin 811 YTL. ADD'ye Cumhurbaşkanlığı'ndan 2006'da iki ayrı tarihte 50'şer bin YTL'den toplam 100 bin YTL aktarılmış. Kayıtlara göre, 50 bin YTL'lik ödemelerden ilki 17 Ağustos 2006, ikincisi ise 25 Aralık 2006'da yapılmış. Aktarılan paralar bu kadarla sınırlı değil. 'Gelir defteri' kayıtlarına göre, Cumhurbaşkanlığı'ndan derneğe 2000, 2002, 2004 ve 2005 yıllarında da toplam 121 milyar 811 milyon lira para aktarılmış. Günlüklere göre Eruygur darbe heveslisi ADD Başkanı Şener Eruygurun, Nokta dergisinde yayınlanan '2004'te iki darbe atlatmışız' kapak dosyasında, 'Ayışığı' ve 'Sarıkız' isimli iki farklı darbeyi planlanı yukarıda ..... ---------------------------------- Şener Eruygur ile 'ordu göreve'ciler aynı masada buluştu :!: http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=523383 ----------------------------------- YÖK BAŞKANI TEZİÇ: REKTÖR YÜCEL AŞKIN'A SAHİP ÇIKMAK , CUMHURİYET'E SAHİP ÇIKMAKTIR ' :!: :!: Cumhuriyet için rektörü savunalım YÖK, 'ihalede usulsüzlük'ten tutuklanan Rektör Aşkın'a laikliği korumak adına destek verdi. İşte YÖK'ün açıklaması: "Rektör Aşkın'a sahip çıkmak, Cumhuriyet'e sahip çıkmaktır. Aşkın'ın çete kurarak suiistimal yaptığı için mi, yoksa medreseleştirilmek istenen üniversitenin, Cumhuriyet'in laik yapısını korumak için mi bedel ödemek zorunda kaldığını kamuoyunun takdirine sunarız.'' YÖK'ten muhtıra "Rektör Yücel Aşkın'a sahip çıkmak, Cumhuriyet'e sahip çıkmaktır" diyen rektörler tutuklamayı alkışlayarak protesto ettiler, pazar günü de toplu olarak Van'a gidecekler. BİLDİRİDEN: Rektör Aşkın'a sahip çıkmak, Cumhuriyet'e sahip çıkmakla eş anlamlıdır. Rektörler Komitesi, Rektör Aşkın'ın çete kurarak suiistimal yaptığı için mi, yoksa medreseleştirilmek istenen üniversitenin, Cumhuriyet'in laik, çağdaş yapısını korumak için mi bedel ödemek zorunda kaldığını kamuoyunun takdirine sunar. LÜTFEN :arrow: http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/20/gnd101.html - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - İSTİHBARAT RAPORU : "Rektör Aşkın PKK kadrolaşmasına göz yumdu" YÖK'ün 'Rektör Aşkın'a sahip çıkmak Cumhuriyet'e sahip çıkmaktır' dediği Van Rektörü hakkında bir suçlama da jandarma istihbaratından geldi. İstihbarat raporunda Aşkın'ın, Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde göreve geldikten sonra terör örgütü PKK'nın kadrolaşmasına zemin hazırladığı iddia edildi. 'Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, baskı ve tehdit ile ihaleye fesat karıştırmak' suçlamasıyla tutuklanan Rektör Yücel Aşkın'ın, Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde terör örgütü PKK'nın kadrolaşmasına zemin hazırladığı iddia edildi. Jandarma istihbaratının hazırladığı raporda PKK'nın 1999 yılından itibaren üniversitede yapılanmaya gittiği ve örgüt sempatizanı birçok ismin üniversitenin idari kadrolarına getirildiği bilgisine yer veriliyor. Zaman'ın ele geçirdiği raporda; örgütün özellikle 2000 yılından sonra üniversitede sistemli bir şekilde yapılandığı makam, tarih, isim ve bağlantıları teferruatlı bir şekilde verilerek ortaya konuyor. Raporda 'gizli' ibaresinin olduğu bir sayfada bazı öğretim üyelerinin isimleri verilerek, örgüt sempatizanı öğrencilerle olan ilişkileri anlatılıyor. Jandarma istihbaratının raporunda, örgütün üniversitede kadrolaşmaya başladığı belirtilen tarih, Yücel Aşkın'ın ilk kez rektör seçildiği 1999 yılı bahar aylarına denk geliyor. Aşkın'ın göreve başlaması ile üniversitenin önemli idari kadrolarına getirilen PKK sempatizanı isimler arasında PKK-Kongra-Gel Başkan Yardımcı Remzi Kartal'ın akrabası Zelal Kartal'ın da ismi yer alıyor. Kartal, üniversitenin hukuk müşavirliğine getirilmiş.Van Muradiye doğumlu ve örgüt sempatizanı olduğu ileri sürülen Yard. Doç. Dr. M. B. genel sekreter, terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan'ın akrabası olduğu tespit edilen Adana Seyhan doğumlu Yard. Doç. Dr. N. D. rektörlüğün genel sekreter yardımcılığına atanmış. Raporda üniversiteye eleman alımında D.'nin önemli inisiyatiflerde bulunduğu, Şanlıurfa'nın Halfeti ilçesine bağlı olan nüfusunu Adana Seyhan'a aldırdığı ve Öcalan olan soy ismini mahkeme kararı ile değiştirdiği aktarılıyor. Jandarma istihbaratının araştırmasında dikkat çeken noktalardan biri de Rektör Aşkın döneminde göreve getirilen çok sayıda kişinin PKK ile bağlantı kurarak, örgütün üniversitede yapılanmasına destek verdiğini kaydeden cümleler. Bunlar arasında çok sayıda öğretim üyesi, araştırma görevlisi hatta daire başkanlarının bulunduğu kaydediliyor. Raporda geçen bazı isimler şöyle: Personel Dairesi Başkanı R.C., Sağlık Spor ve Kültür Dairesi Başkanı S.K., İdari ve Mali İşler Daire Başkanı C.M., Öğrenci İşleri Daire Başkanı M.E.D., Hastane Başmüdürü M.G., Hastane Müdür Yardımcısı S.A., Ziraat Fakültesi Sekreteri M.D., Veterinerlik Fakültesi Sekreteri F.A., Fen Edebiyat Fakültesi Sekreteri İ.K., Hukuk Müşaviri Z.K. ile Kapalı Spor Salonu Müdürü R.Y. Söz konusu isimlerin atanmalarının üzerinden 1 yıl geçmeden askerin rahatsızlığını dile getirmesiyle görevlerinden alınarak, daha alt görevlerde ve döner sermaye alabilecekleri yerlerde istihdam edildiği biliniyor. Raporda PKK terör örgütünün üniversitede taraftar kazanmak, öğrencileri eylemlere çekmek için çaba sarf ettiği de anlatılıyor. :!: :!: :!:Şubat 2004'te terör örgütü sempatizanları tarafından yönetilen bir öğrenci derneğinin kurulmasından söz ediliyor. Örgütün öğrenci derneğini paravan olarak kullandığı, öğrencilere yönelik propaganda faaliyetlerini bir siyasi partinin gençlik kolları ile organize ettiği açıklanıyor. Öğrenci derneğinin yöneticilerinin örgüt sempatizanı olduğu, 11 Kasım 2000'de yapılan ilk kongresine Ziraat Fakültesi Dekan Yardımcısı ve halen üniversitenin genel sekreterliği görevini yürüten Prof. Dr. I.T.'nin katıldığı ve kongrede İstiklal Marşı'nın okunmadığı da jandarmanın raporunda yer alan detaylardan. Ayrıca üniversitenin Melikşah Yurdu'nda 18 Ocak 2001'de yapılan aramada örgütün ders kitabı olarak okuttuğu çok sayıda kitap ve derginin ele geçirildiği ve öğrencilerin adli makamlara sevk edildiği de hatırlatılıyor. YÖK 'dinci kadrolaşma var' demişti Jandarmanın raporunun aksine Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nde dinci kadrolaşmanın olduğunu savunmuştu. YÖK Başkanı Erdoğan Teziç, Yücel Aşkın'ın, üniversiteyi medreseleştirmeye çalışanlara karşı mücadele ettiği için hedef seçildiğini iddia etmişti. Ancak, jandarma istihbarat raporları ve yaşananlar, üniversitede başka bir senaryonun uygulandığını ortaya koyuyor. :!: Hatırlanacağı üzere PKK'nın üniversitede kadrolaşmasına göz yumduğu için askerin Rektör Aşkın'a sıcak bakmadığı gündeme gelmiş, YÖK Başkanı'nın Jandarma Asayiş Komutanlığı'nı ziyareti sonrası 'YÖK askerden yüz bulmadı' yorumları yapılmıştı. Ayrıca örgüte yakın üniversite öğrenci dernekleri Aşkın'ın soruşturma başlayana kadar kendilerine sıcak baktığını, son 10 aydan bu yana bazı kesimlere yaranmak için kendilerine ciddi anlamda baskı uygulamaya başladığını ileri sürmüştü. Bütün bu olup bitenleri anlatan bir şikayet dilekçesi üniversiteden bir öğretim üyesi grubu tarafından kaleme alınarak YÖK Başkanlığı ve Cumhurbaşkanlığı başta olmak üzere birçok kuruma gönderilmişti. Cumhurbaşkanlığı makamına gönderilen dilekçe, üniversite idari kademesine PKK yandaşı personelin yapılanmasından, örgüt sempatizanı öğrencilerin himaye edilişine, akademik eleman alınışından, jüri üyelerinin illegal seçilişinden, üniversitede yapılan yolsuzluklara, kadrolaşmalara, fakültelere branş dışı yapılan alımlara, yolsuzluklara izin vermeyen personelin görevden alınmasından haksız olarak döner sermaye dağıtımına kadar 6 sayfadan oluşuyor. Ancak yapılan bütün uğraş ve şikayetlere rağmen ne YÖK Denetleme Kurulu ne de Devlet Denetleme Kurulu'nun gerekli şikayeti ihbar kabul ederek herhangi bir incelemede bulunmadığı vurgulanıyor. Yüzüncü Yıl Üniversitesi Tıp Fakültesi Araştırma Hastanesi'ne 25 milyon dolarlık tıbbi cihaz alımında "çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, baskı ve tehdit ile ihaleye fesat karıştırmak" suçundan tutuklanarak cezaevine konulan Rektör Aşkın'ın davasında bazı YÖK üyelerinin de isminin geçeceği öğrenildi. :!: Şikayetler üzerine YÖK'ün görevlendirdiği bir denetleme kurulunun Van'a gelerek yaptığı incelemede yapılanları örtbas ederek, herhangi bir hukuk dışı olayın yaşanmadığı raporunu YÖK'e ulaştırdığı belirtiliyor. Soruşturma dosyasında bu kurulda yer alan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulacağı öğrenildi. Van, Zaman :!: :!: :!: :twisted: :twisted: :twisted: :twisted: - - - - - - - - - - - - - - - - - YÜCEL AŞKIN'IN DEDESİNİN ADI AGOP VARTOVYAN !!! Rektör Yücel Aşkın'ın babasının adı Ahmet Necip, annesinin adı da Emine Nezahat... Ancak, dedesinin adı Mehmet Yakup, babaannesinin adı da Ayşe Huriye... Mehmet Yakup ve Ayşe Huriye'nin nüfuslarında, "muhtedi" yazılı... Yani, "din" değiştirmişler!.. Mehmet Yakup, sadece din değil, "isim" de değiştirmiş... Değişiklikten önceki adı, Agop Vartovyan idi!.. Eşinin rektörlük yaptığı üniversitede Ziraat Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Oya Aşkın, eşi Yücel Aşkın'ın sonradan "Müslüman" olmuş ve "adını değiştirmiş" Ermeni kökenli bir dedenin torunu olduğu ortaya çıkaran gazetemizin haberini çarpıttı. Oya Aşkın, Yücel Aşkın'ın dedesi Agop Vartovyan'ın, Ermeni kökenli olup olmadığını açıklayamadı. Söz konusu iddialar üzerine Oya Aşkın'a ulaşmaya çalıştık. Ancak, Prof. Yücel Aşkın koruması, görüşemeyeceğimizi söyledi. Gazetemize konuşmaktan kaçan Oya Aşkın, kartel gazetelerine yaptığı açıklamada, "Onur kırıcı şeyler. Böyle konuşmakla ne yapmak istiyorlar anlamıyorum" iddiasında bulundu. Oya Aşkın, eşi Yücel Aşkın'ın annesinin Bursalı Nezahat Hanım, babası Necip Aşkın'ın ise İstanbullu ünlü bir keman sanatçısı olduğunu söyleyerek haberimizi doğruladı, ancak dedesinin kimliğini açıklamaktan kaçındı. Vakit Gazetesinden !!! YÜCEL AŞKIN'A O DÖNEM KOŞARAK DESTEK VERENLER , YÖK BAŞKANI , BİR ÇOK REKTÖR , CHP LİLER , ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ , TÜRKAN SAYLAN ÇAĞDAŞ YAŞAMI DES. DER. , EMİN ÇÖLAŞAN , İLHAN SELÇUK PKKCILAR VE SEMPATİZANLARI !!! BİR BAKARMISINIZ , BU SÖZDE CUMHURİYETE SAHİP ÇIKMA MİTİNGLERİNE YİNE KİMLER ORGANİZE EDİYOR !!!!!! http://arsiv.sabah.com.tr/2005/10/23/siy101.html http://dipdalgasi.org/yucel-askina-destek http://www.ntvmsnbc.com/news/351775.asp http://www.bursahaber.com.tr/yazi.php?yazi=487 http://66.102.9.104/search?q=cache:-A3A9Zv...;cd=4&gl=tr ------------------------------------ Bu manşetleri ulusalcı Merdan atmış Kanaltürk Televizyonu'nun etkin ismi Merdan Yanardağ, terör örgütü PKK'nın yayın organı olduğu iddia edilen Özgür Gündem'de yazı işleri müdürüyken gazetede Mehmetçik aleyhine çok sayıda haber yayınlanmış. Yanardağ, PKK katliamlarının en üst seviyede olduğu 1991-1992 yılları arasında terör örgütünün propagandasını yapan Özgür Gündem'de haberlerin mutfağında etkin isimdi. Kendisini savunurken 'Çizgimde değişiklik yok.' diyen Yanardağ'ın yönettiği gazetede, devlete, askere, polise ağır hakaretler yer alıyor. O dönemde gazete hakkında çok sayıda dava açılmış. Yanardağ bugün ulusalcı kitlelere yönelik yayınları ile tanınan Kanaltürk Televizyonu'nun sahibi Tuncay Özkan ile birlikte hareket ediyor. [7u]Televizyonun yayın kurulunda görev yapan Yanardağ, Özkan'ın sağ kolu olarak kabul ediliyor. Özgür Gündem gazetesi bölücü terör örgütü PKK'nın ülkemizdeki propaganda çalışmalarında önemli bir yere sahip. 1990'lı yılların başından bu yana katil terör örgütüne destek veren Özgür Gündem gazetesi, mahkemeler tarafından sık sık kapatılsa da değişik isimlerle yayın hayatını sürdürdü. Gazetede bölücü terör örgütü başı Abdullah Öcalan, bir liderden bahsedilir gibi anılırdı. Güneydoğu'da öldürülen teröristler için de gazete sayfalarında taziye ilanları yayınlanıyordu. O zamanlar devrimci bugün ise ulusalcı olan Yanardağ'ın, kuruluşunda bulunduğu gazete son olarak Ülkede Özgür Gündem adıyla yayın hayatındaydı. Merdan'ın yalan manşetleri TSK'yı zora sokmuş http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=537251 -------------------------------------------------- Mitinglerin organizatörü ADD'li başkan yardımcısı asker kaçağı çıktı Cumhuriyet mitinglerinin organizatörlerinden Atatürkçü Düşünce Derneği'nin (ADD) Yüksek Disiplin Kurulu (YDK) Başkan Yardımcısı Bülent Öcal'ın asker kaçağı olduğu ortaya çıktı. Nevşehir'in Kozaklı ilçesi nüfusuna kayıtlı Bülent Öcal, ilçe askerlik şubesi tarafından yaklaşık bir yıldır bakaya(mazeretsiz olarak askere gitmeyen) olarak aranıyor. Bülent Öcal ise bu sürede Ankara Tandoğan ve ADD'nin organize ettiği diğer Cumhuriyet mitinglerinde görev alıyordu. Öcal, 'bakaya' konusunda bilgisi olmadığını savundu. devamı :twisted: http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=545264
-
ABD kız-erkek ayrı eğitimi teşvik ediyor
ABD kız-erkek ayrı eğitimi teşvik ediyor Devlet okullarındaki kötü gidişe çözüm arayan ABD hükümeti, karma eğitimi masaya yatırdı. Çeşitli dönemlerde yapılan araştırmalarla öğrenciler, öğretmenler ve okul idarecileri dinlendi. Karma eğitimin birçok soruna yol açtığını tespit eden yönetim, kız ve erkek öğrencilere ayrı sınıflar açılmasını teşvik ediyor. Uygulamanın eğitimde kaliteyi yükselttiğini gören pek çok devlet okulu da ayrı sınıf açmaya başladı. 1995 yılında 3 devlet okulunda yürütülen ayrı eğitim uygulaması, günümüzde 253 okula çıktı. 51 okula ise tamamen kız ya da erkek öğrenciler alınıyor. 200 okulun daha kız-erkek ayrı eğitim yapmak için başvuruda bulunduğu öğrenildi. Yapılan araştırmalar, kız ve erkeklerin ayrı sınıflarda bulunmasının getirdiği faydaları gözler önüne serdi. Öğrencileri meşgul eden eğlence, kavga, suç işleme, vakti boşa harcama, taciz ve gebelik gibi olumsuzlukların ayrı eğitim veren okullarda en aza indiği gözlendi. New York Harlem'de 2003'te yapılan bir çalışma dikkat çekici sonuçlar ortaya çıkardı. Buna göre, ergenlik çağındaki çocuklarda hamile kalma oranı sadece kızların okuduğu okullarda 40'ta 1 iken, karma eğitim veren yerlerde 3'te 1. Karma okullara giden kızlar nasıl göründükleriyle, sadece kız okuluna gidenler ise kim oldukları ile daha çok ilgileniyor. Ayrı okula gidenlerin kendine güven oranları da yüksek. Amerika genelinde kız okullarına giden öğrenci oranı yüzde 2. ABD Senatosu ve kongredeki kadınların yüzde 20'si sadece kızların gittikleri okullardan mezun olmuş. Zaman Gazetesinden alıntı ----------------------------------------------------- Özellikle KIRMIZILI yeri okuyunuz ve NE KADAR İSABETLİ BİR KARAR ALDIUKLARINI GÖRÜNÜZ..İşte Kuranı dinles insanlar ona uysa hiç bu kadar acı ve batklıkla yaşamayacaklardı..
-
ŞARAP FABRİKASINDA ÇALIŞMAK GÜNAH MI?... (Diyarbakır'da kurulacak olan Türkiye'nin en büyük şarap fabrikasında, Karabaş köyünde yaşayanlar 'günah' d)
İçki kötü alışkanlıklardan , yuvalar dağıtan , sapıttıran aklı baştan alan , en önemli hayati organları kanser eden , hayatlar kabettiren Allahın HARAM kıldığı kıötü alışkanlıklardan biridir ! peygamber efendimiz bir hadisi şeriflerinde içkiyi İMAL EDENE , onu taşıyana , onun imal edildiği yere , onu satana , içirene vs vs vs ******** ETMİŞTİR ! Her müslüman Allaha inanan bunları bilsin VE UZAK DURSUN O *********...Başka bir yoldan rızkını bulur elbet niyeti samimi olsun yeterki.. İçki bütün kötülüklerin anahtarıdır.
-
Atatürkçü Düşünce Derneğinden İslam'a yeni bir saldırı daha
ADD'nin hazırladığı kitapta İslam'a çirkin saldırı Atatürkçü Düşünce Derneği'nin (ADD) Alanya Şubesi tarafından 29 Ekim kutlamaları esnasında dağıtılan 'Yurttaş İçin Medeni Bilgiler' adlı kitapçıkta İslamiyet ve Peygamberimize ağır hakaret edildiği ortaya çıktı. Atatürkçü Düşünce Derneği Alanya Şubesi'nde bastırılan kitapta, İslamiyet'e ağır hakaretlerde bulunularak, "Müslümanlık, Türk ulusunun ulusal duygularını, ulusal heyecanını uyuşturdu." deniliyor. Müslümanlığın Türk ulusunun ulusal bağlarını gevşettiği iddia edilen kitapçıkta, "Türkler Müslümanlığı (Arapların dinini) kabul etmeden önce büyük bir ulus idi. Müslümanlığı kabul ettikten sonra bu dinin, ne Arapların ne aynı dinde bulunan Acemlerin ne de Mısırlıların ve başkalarının Türklerle birleşik bir ulus oluşturmaları yolunda hiçbir etkisi bulunmadı." deniliyor. Alanya Ticaret ve Sanayi Odası'nın katkılarıyla hazırlanan kitapçığın 16. ve 17. sayfalarında yer alan hakaret içerikli ifadelere şöyle devam ediliyor: "Müslümanlık, Türk ulusunun ulusal duygularını, ulusal heyecanını uyuşturdu. Bu pek doğaldı. Çünkü Muhammed'in kurduğu İslam dininin amacı, bütün ulusların üstünde, kapsamlı bir Arap ulusluluğu siyasetine varıyordu. Bir sözcüğün anlamını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler." Kitapçıktaki bilgilerin yanlış anlaşıldığını savunan Alanya Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Nurettin Karacalı, amaçlarının Atatürkçülüğü geliştirmek ve yaygınlaştırmak olduğunu söyledi. Kitapçıkta yer alan ifadelerin Atatürk'ün elle yazdığı bölümlerden alındığını anlatan Karacalı, "Kitapçığın 16. ve 17. sayfasında yer alan ve yanlış anlaşılan bölüm 1930'lu yıllarda okullarda 'Yurttaşlık Bilgisi' adı altında okutuluyordu. Kitap 1980'li yıllarda Türk Dil Kurumu'nun görevlendirmesiyle Prof. Dr. Nurhan Tezcan tarafından Türkçeleştirildi. Kitaplar 1990'da Cumhuriyet Gazetesi'nin verdiği Nuran Tezcan kitaplarıyla dağıtılmıştı." dedi. Alanya Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Kerim Taç ise, "Kitapçıkta, İslamiyet ve Hz. Muhammed'e hakaretlerin yer aldığı yazıların olduğunu tespit etseydik sponsor olmazdık." açıklamasında bulundu. İnsanların inançlarını rencide edici her türlü yayına karşı olduklarını belirten Taç, kitapçığı okumadığı için üzgün olduğunu dile getirdi. Kitapçıkta İslamiyet ve Hz. Muhammed'e hakaret edildiğini tespit eden Milliyetçi Hareket Partisi İlçe Başkanı Hüseyin Yıldız da ADD yetkililerinin Müslümanlardan özür dilemesini isteyerek, "Acaba yanlış mı anladım diyerek, tekrar tekrar okudum." ifadelerini kullandı. -------------------------------------------------------------------- 1.si Müslümanlık Arap dini değil , Araplar için değil tüm insanlık için Allah'ın habibim dediği peygamberine vahiy meleği Cebrail (as) ile indirilmiştir. 2.si bizim ulusal duygularımız canlı tutan şey , onların kaynağı zaten faziletimiz milli değerlerimiz inancımız bayrağımız ezanımız dır vs..Bizleri uyuşturan şey bunlardan uzaklaşmadır , batının sapkınlığına düşmedir , ahlaktan uzaklaşmadr 3.sü Türk milleti müslüman olduktan sonra büyük bir millet olmuştur , İSLAMA 9 ASIRLIK SANCAKTARLIK ETMİŞTİR , DÜNYAYA MİLLET NASIL OLUR GÖSTERMİŞTİR , YA 3 KITAYA TAŞIMIŞTIR HAKİKATİ BUNLAR NE DİYORLAR , HALİFELİĞİ ALMIŞIZDIR VS.. 4.sü biz içimizde 10-15 ayrı ırkla bile kardeşçe yaşamışız uzun bir müddet , laf kaşarlığıyla kafa bulandırmaya çalışıyorlar ya. 5.si İslamı kuranda tammalayanda adını verende Allahtır (cc).Onunla amacı tüm insanlığın kurtuluşunu sağlamaktır , hem dünya hem ahiret mutluluğunu kazandırmak içindir.. 6.sı Hafızlar Kuranı ezberlemezlerse , yine bunların kafalarındakiler Kuranları toplatıp yaktırıp dindarlara hayatı zindan ederlerse nasıl Kuran muhafaza edilecek ? Allahın kelamını kim muhafaza edecek ? 7.si beyni sulanan hafızlar değil , bu milletimizi müslümanlıktan uzaklaştırmaya çalışan düşman mı ne olduğu belli olmayan bu bukalemunlardır..Milletimizi esir almanın en kestirme yoludur , BAŞLARINDAKİLER İYİ BİLİR.. -------------------------------------------------------------------- Başka bir sitede bir başlık açmıştım ADD hakkında Zaman gazetesinde çıkan haberler , işte bazıları bu kötü tablonun sebebini çok net gösteriyor ; -------------------------------------------------------------------- Orgeneral Şener Eruygur , ADD'de İP egemenliğine son verdi İşçi Partisi egemenliğine girdiği için eleştirilere muhatap olan Atatürkçü Düşünce Derneği'nin genel başkanlığına Jandarma eski Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur geldi. Eruygur'un yardımcılığına ise İstanbul Üniversitesi eski Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Nur Serter ile Savunma Sanayi eski Müsteşarı Prof. Dr. Ali Dursun Ercan getirildi. Derneğin genel sekreterliğini ise Hüseyin Emre Altınışık yapacak. ADD'nin 9. Olağan Kongresi'nde adaylardan Şener Eruygur 350, Prof. Dr. Anıl Çeçen 288, eski Başkan Ertuğrul Kazancı 267, Prof. Dr. Ahmet Saltık 231 oy alarak 25 üyeden oluşan ADD Genel Yönetim Kurulu'na seçilmişti. ADD tüzüğüne göre, yönetime seçilen 25 kişi dün seçimle ADD genel başkanını belirliyor. Buna göre Eruygur 17, eski başkan Kazancı 7 oy alırken, 1 oy boş çıktı. Bu sonuçlara göre Eruygur, ADD'nin yeni genel başkanı oldu. Çekişmeli geçen ADD Genel Kurulu'nda İP Genel Başkanı Doğu Perinçek'e yakın isim olan Ertuğrul Kazancı seçimi kaybetti. Kazancı, kendi döneminde ADD'yi İP'e teslim etmekle eleştirilmişti. -------------------------------------------------------------------------------------------- ‘ADD, Atatürk’ü halktan koparıyor’ Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) 9. Genel Kurulu’nda yapılan konuşmalar Atatürkçü aydınların tepkisine yol açtı. ADD üyelerinin Anıtkabir ile Kâbe’yi karşılaştırmasına tepki gösteren Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, “Halkın inançları ile Atatürkçülüğü çatıştırmak istiyorlar.” dedi. ADD’nin eski genel başkanlarından Halil İbrahim Şahin ise “İslam’ı Kur’an-ı Kerim’den, ulusal kimliğimizi tarihimizden alıyoruz.” şeklinde konuştu. Şahin, ulusal kimlik ile inancın birbirine karıştırılmamasını istedi. ADD’de böyle sözler söyleyebilecek bağnazlıkta insanlar bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Toktamış Ateş de, kuruluşuna destek verdiği ADD’nin son zamanlarda siyasetle uğraşmasından rahatsız. Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mehmet Saray ise Atatürk’ü sevmenin kimsenin tekelinde olmadığını dile getirdi. Pazar günü yapılan ADD Genel Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ‘Cumhuriyeti yıkacak yasaları imzalamakla’ suçlanırken, ‘Biz orduyuz, cumhuriyetle uğraşan iktidarla cephe cephe savaşmalıyız.’ denilmişti. ADD Genel Sekreter Yardımcısı Ersan Barkın ise Atatürk’ün kendi tekellerinde olduğunu iddia etmişti. Bir üye ise ‘Anıtkabir’in Mekke’den daha kutsal’ olduğunu öne sürmüştü. Kongrede dile getirilen bu görüşler kamuoyundan büyük tepki aldı. Atatürkçü kimliğiyle tanınan isimler de yapılan konuşmalara tepki gösterdi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi eski Dekanı Prof. Dr. Zekeriya Beyaz, ADD Genel Kurulu’nda söylenen sözleri saçma sapan olarak nitelendirdi. Beyaz, şunları söyledi: “Bu sözler Atatürkçülüğe ve Atatürk’e suikasttır. Eskiden de yapmışlardı. ‘Kâbe Arab’ın olsun Çankaya bize yeter’ demişlerdi. Halkın inancı ile Atatürkçülüğü çatıştırma gayretleri bunlar. Atatürkçülüğü halktan soyutluyorlar. Bunlar Atatürkçülük ile dini, Müslümanlığı, halkı çatıştırmak istiyor. Atatürkçülüğü Türk milletinden koparmaya gayret ediyorlar. Atatürk bizim zannettiğimizden çok daha samimi bir Müslüman’dır. Dinine bağlıdır. Türk milleti ile bütünleşmiştir. Atatürk’ü din dışı göstermek son derece yanlıştır. Bu Atatürkçülüğe ihanettir.” ADD eski genel başkanlarından Halil İbrahim Şahin de söylenen bu sözlere tepki gösterdi. Müslümanların dinini Kur’an-ı Kerim’den öğrendiğini, ulusal kimliğini de tarihinden aldığını anlatan Şahin, “Ulusal kimlik ile inancı karıştırmamak lazım. Ulusal kimlik ile inancı birbirine karıştırarak değerlendirme yapılması istismar olur. Bunu doğru bulmam.” dedi. Prof. Dr. Toktamış Ateş de, ADD’de son yıllarda anormal bir değişimin yaşandığına dikkat çekerken şöyle konuştu: “ADD, kuruluş aşamasında benim de çok sıcak baktığım, çok arkadaşlarımın yer aldığı bir örgüttür. Ancak son zamanlarda garip bir şekilde siyaset ile uğraşıyor. Ve doğrusunu isterseniz bunu tasvip etmiyorum. Aralarında böyle sözler söyleyebilecek bağnazlıkta arkadaşlar var.” Atatürk kimsenin tekelinde değil Atatürk Araştırma Merkezi Başkanı Prof. Dr. Mehmet Saray, Atatürkçülüğün kimsenin inhisarında (tekelinde) olmadığını söyledi. Atatürkçü Düşünce Derneği'nin kuruluşunu geçmişte yapılmış bir hata olarak değerlendiren Saray, “Bir zamanlar Atatürk Araştırma Merkezi üzerine düşeni yapmadığı için ADD'ler kurulmuş. Bir zamanlar Türk Tarih Kurumu üzerine düşeni yapmadığı için Tarih Vakfı diye vakıflar kurulmuş. Bir zamanlar Türk Dil Kurumu vazifesini yapmadığı için dil dernekleri kurulmuş. Bunlar geçmişte olan hata ve eksiklikler. Türklüğü, Atatürk'ü, dinimizi sevmek kimsenin inhisarında değil. Burası devletin anayasal bir kuruluşudur. İlmî bir kuruluştur. Buranın politika ile, şunla bunla, hiçbir şeyle ilgisi yoktur.” -------------------------------------------------------------------------------- ADD kongresinde tuhaf mesajlar Atatürkçü Düşünce Derneği'nin (ADD) 9. Genel Kurulu'na katılan delegeler tuhaf mesajlar verdi. Bir delege, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'i ‘Cumhuriyeti yıkacak yasaları imzalamakla’ suçlarken, bir başkası ise ‘Biz orduyuz, cumhuriyetle uğraşan iktidarla cephe cephe savaşmalıyız.’ dedi. ADD Genel Sekreter Yardımcısı, Atatürk’ün tekellerinde olduğunu söylerken, kongrede konuşan bir üye ise ‘Anıtkabir’in Mekke’den daha kutsal’ olduğunu iddia etti. Anıtkabir Mekke’den daha kutsalmış ADD Genel Sekreter Yardımcısı Ersan Barkın “Atatürk bizim tekelimizde.” derken bir kongre üyesi ise, Anıtkabir’in Mekke’den daha kutsal olduğunu iddia etti. Cumhurbaşkanı Sezer’e sert eleştiri Niğde Ulukışla Şube Başkanı Mehmet Karakaya’dan Cumhurbaşkanı Sezer’e sert eleştiri: Cumhuriyetin yıkılma-sına yol açacak yasalara imza attı. ‘Biz orduyuz, cephe cephe savaşalım’ Eskişehir Şube Başkanı Adil German, kendilerini orduya benzetti. German, “Cumhuriyetle uğraşan iktidara karşı cephe cephe savaşalım.” dedi. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Farabi Salonu'nda cumartesi günü başlayan genel kurul dün gerçekleştirilen seçimlerle sona erdi. Genel kurulun dünkü oturumunda tuhaf mesajlar verilirken Cumhurbaşkanı Sezer’in eleştirilmesi kavgaya neden oldu. Niğde Ulukışla Şube Başkanı Mehmet Karakaya kongrede konuşan herkesin Sezer'i övdüğünü belirterek, “Ancak Sayın Sezer cumhuriyetin yıkılmasına yol açacak yasaları imzaladı.” dedi. Karakaya’nın bu sözlerine tepki gösteren bazı delegeler kürsüye yürümek istedi. Karakaya'nın konuşmasını engellemek isteyenlere divan başkanının izin vermemesi üzerine salondan bir üye ayağa kalkarak “Bu adamı konuşturursanız ve de ADD'den ihraç etmezseniz intihar edeceğim.” diye bağırdı. Bazı üyeler ise bu sırada “Kimse Cumhurbaşkanı'mızı eleştiremez. Sezer'i eleştiren adamın ADD içinde yeri yoktur. Bu adamı atın.” şeklinde bağırdı. Tepkilerin artması üzerine Karakaya’nın konuşması kesilerek salondan çıkarıldı. Genel kurulda kürsüye çıkan üyelerin çoğunluğu hükümeti ‘Cumhuriyetin altını oymak ve irticaya destek vermekle’ suçlayan konuşmalar yaptı. Eskişehir Şube Başkanı Adil German, “Biz bir orduyuz, sokak sokak, cephe cephe savaşmalıyız. Karşımızda ise cumhuriyetle uğraşan iktidar var.” ifadelerini kullandı. Hükümeti irticayı desteklemekle suçlayan German, Türkiye'nin elden gittiğini savundu. ADD Genel Sekreter Yardımcısı Ersan Barkın, derneğe yönelik eleştirilere tepki göstererek, cumhuriyetin kuşatma altında olduğunu iddia etti ve “Atatürk tabii ki bizim tekelimizdedir.” dedi. Bu sözlerin ardından kürsüden inen Barkın'ı ADD Başkanı Ertuğrul Kazancı tebrik etti. Genel kurulda konuşan üyelerden İsmail Akpar ise ‘Anıtkabir'in Mekke'den daha kutsal’ olduğunu iddia etti. Akpar halka gitmeden salonlarda bir şeylerin değiştirilemeyeceğini ifade ederek “Biz siyasi erki ele geçirmeliyiz. Bunun yolu da halkı ikna etmektir. Ancak bu yolla millete gerçekleri anlatabiliriz. Millete gerçek anlamda Türk olmanın ne demek olduğunu bu şekilde anlatabiliriz. Bu şekilde insanlar aslında Atatürk'ün Anıtkabir’inin Mekke'den daha kutsal olduğunu anlarlar.” diye konuştu. Sezer’den 80 bin YTL bağış Kongrede, Cumhurbaşkanı Sezer'in, ekonomik sıkıntılar yaşayan derneğe 80 bin YTL bağışta bulunduğu açıklandı. Sezer'in bağışladığı paranın kültür merkezi inşaatında kullanılacağı öğrenildi. Sezer'in bağışının açıklanmasının ardından bazı üyeler de derneğe bağışlarını açıkladı. Emekli Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur ile mevcut başkan Ertuğrul Kazancı'nın yarıştığı seçimin sonuçları bugün açıklanacak. ----------------------------------------------------------------------------------- Atatürkçü Düşünce Derneği, Atatürk’ün sözlerini değiştirdi Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Marmaris Şubesi’nin düzenlediği “Vatan tehlikede mi?” konulu konferansta Atatürk’ün sözlerinin çarpıtılması tepki topladı. Dernek yetkilileri, tepkiler üzerine sözlerin çarpıtılmadığını, sadece günümüz Türkçesine uyarlandığını savundu. Pinata Otel’de gerçekleştirilen konferansta Doç. Dr. İsmet Görgülü’nün konuşma yaptığı masanın yanındaki masanın önüne asılan dövizin üzerindeki, “Cumhuriyet düşünsel, bilimsel, tensel, güçlü ve yüksek kişilikli korumacılar ister. K. Atatürk” sözünün yanlış yazıldığı anlaşıldı. Atatürk’ün 1924 yılında öğretmenlere hitaben söylediği bu sözün aslının, “Cumhuriyet fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister.” olduğunu savunan vatandaşlar, derneğin Atatürk’ün sözlerini değiştirmesini eleştirdi. Konferansta konuşma yapan Doç. Dr. Görgülü ise Atatürk’ün sözlerinin çarpıtılmadığını, sadece kelimelerin değiştirildiğini kabul ederek sözün doğrusunun, “Cumhuriyet fikri, ilmi, maneviyatlı ve yüksek karakterli muhafızlar ister.” olduğunu söyledi. Konunun eleştirilmesi üzerine ADD Marmaris Şube Başkanı Cemalettin Efecan ve Yönetim Kurulu üyeleri, sözlerin çarpıtılmadığını, sadece daha anlaşılır hale getirildiğini ve günümüz Türkçesine uyarlandığını savundu. Efecan, cümledeki “tensel” kelimesinin yanlış yazıldığını, doğrusunun “tinsel” olacağını belirtti. Efecan ayrıca Tercüman gazetesinin 18 Mart Çanakkale Zaferi yıldönümünde okuyucularına armağan ettiği, parçalanmış elbise ve postallarıyla iki Türk askerini gösteren, “Çanakkale Zaferi’ni kazandıran asil ruh anısına…” yazılı posterdeki, “Tercüman’ın armağanıdır” cümlesindeki “Tercüman” kelimesinin boyanmasının ise kendileriyle ilgisi olmadığını savundu. Derneğin Atatürk’ün sözlerini değiştirmesi, çeşitli kesimlerden tepki aldı. Dr. Selami Adamoğlu, “Türkçeleştirmek adı altında tamamen yanlış yazılmış, anlam kaybolmuş. ‘Tinsel’ kelimesi ise tıp dilinde ‘ruh’ anlamında kullanılır. Kimsenin orijinali bozmaya hakkı yok.” dedi. Tiyatro ve sinema sanatçısı Selma Sonat da Atatürk’ün anlaşılır bir Türkçe kullandığını vurgulayarak, “Böyle bir şey yapmaya kimsenin hakkı yok.” şeklinde konuştu. Atatürk’ün açık ve net bir şekilde herkesin anladığı bir Türkçe kullandığını belirten Sonat, “Bu Atatürk’e saygısızlıktır. Ayıplıyorum.” dedi. Gazeteci Umur Özlüer ise tepkisini, “Atatürk Türkçe konuşmuştur.” diyerek dile getirdi. ADD’nin Türkçeleştirmesine emekli eğitimci ve gazeteci-yazar Sadi Tonbul da tepki gösterdi. Tonbul, “Biz Atatürk’ün ne dediğini anlıyoruz; ama Atatürkçülerin dilinden anlamıyoruz. Ne demek günümüz Türkçesine uyarlamak? Atatürk’ten daha mı iyi Türkçe kullanıyor bu arkadaşlar? Atatürk bu sözleri biz öğretmenlere hitaben söylemişti. Yıllarca öğrencilerimize bunu anlattık; ama Atatürkçülerin anlattığından hiçbir şey anlayamıyoruz.” diye konuştu. --------------------------------------------------------------------------------------------------------- Taner Ünal: Atatürkçü derneklerin çoğu mason Milliyetçi Hareket Partisi’nde uzun yıllar siyaset yaptıktan sonra partiden ayrılarak Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi Derneği’ni kuran Taner Ünal, ulusalcı ve Atatürkçü dernekleri ağır bir dille suçladı. “Ulusalcı dernekler, tepeden inme politika ile hareket ediyor. Samimi değiller. Atatürk’le hiçbir ilgileri yok. İstanbul’daki 45 Atatürkçü derneğin 43 tanesi mason.” diyen Ünal, iddialarını daha da ileri götürerek bu derneklerin ABD’den para yardımı aldığını söylüyor. ABD’ye karşı yazılarına son vermesi için söz konusu derneklerin kendisine milyon dolarlar teklif ettiğini ileri süren Ünal, İşçi Partisi lideri Doğu Perinçek’in ortaya attığı Avrasya projesinin ardında Amerika’nın olduğundan da emin. Ünal’ın iddialarına Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı Ertuğrul Kazancı sert karşılık verdi. 3 yıl önce masonluğa karşı olduklarını içeren bir genelge yayınladıklarını ifade eden Kazancı, “Saçma sapan suçlamalar. Taner Ünal bunları nasıl tespit etmiş? Tamamen iftira.” dedi. Öte yandan Ünal’ın başkanı olduğu derneğin onursal başkanı ise kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim, emekli Koramiral Hasan Kundakçı. AB ve Kıbrıs gibi konularda aynı safta yer alan ulusalcı dernekler birbirini ‘mason’, ‘samimiyetsiz’ ve ‘tepeden inmeci’ olmakla suçlamaya başladı. 4 ay önce Vatansever Kuvvetler Güç Birliği Hareketi”ni (VKGB) kuran Taner Ünal, diğer ulusalcı dernekler hakkında ilginç iddialarda bulundu. Bir dönem Milliyetçi Hareket Partisi genel başkanlığına da aday olan Ünal, kuvay-ı milliye veya müdafaa-i hukuk adıyla kurulan ve son zamanlarda sayıları hızla artan derneklerine halkın teveccüh göstermediğini savundu. Ulusalcı dernekleri ‘sanal ve tabela örgütlenmesi’ olarak nitelendiren VKGB Başkanı Ünal şunları söyledi: “10-15 kişi toplanıp bir tabela asıyor. Ama bu dernekler tepeden inme politikalarla hareket ediyor. Hiçbiri samimi değil. Halkın teveccühü de yok. Etraflarında kimse yok. Halk olmadan birbirleriyle münazara yapıyorlar. Atatürk’le hiçbir ilgileri yok. İstanbul’daki 45 Atatürkçü derneğin 43 tanesi mason. Atatürk, mason localarını kapattı. Masonluk, hem İslam’a, hem Türklüğe hem de vatana aykırı bir kuruluştur. Bunların kafalarında dayatma var. Adam emekli olduktan sonra heves için dernek kuruyor.” Ünal, ulusalcı derneklerle ilgili ilginç bir iddiada bulundu. VKGB başkanı, Amerika’ya karşı yazdığı yazı ve faaliyetlerinin durdurulması için ulusalcı derneklerin kendisine milyon dolarlık iş teklif ettiğini ileri sürdü. Ünal’a göre, Aydınlık grubunun Türkiye için alternatif gösterdiği Avrasya projesinin arkasında Amerika var. --------------------------------------------------------------------------------------------------- Baykam: Perinçek’in maskesini indirmeye hazırım Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) üyesi ressam Bedri Baykam, İşçi Partisi (İP) Genel Başkanı Doğu Perinçek’e ağır eleştiriler yöneltti. Daha önce İP’in, Lozan 2005 toplantısında ADD’yi kullandığını açıklayan Baykam, bu kez de Perinçek’in Kıbrıs, Türk Silahlı Kuvvetleri, sözde Ermeni soykırımı iddiaları, İsmet İnönü’ye yönelik ‘faşist’ suçlaması, Avrupa Birliği ve Kürtlerin kendi devletlerini kurabileceği yönündeki iddialarını gündeme getirdi. Perinçek’e, “Ülkeye yapacağınız en büyük hizmet, bizi öyle uçurumlara atmamak için artık köşenize çekilmenizdir, çünkü sizin yüzünüzden bütün diğer Cumhuriyetçilerin sözleri de güvenilmez hale gelir.” diyen Baykam, şöyle devam etti: “Sizi tüm faturalarınız ve çelişkilerinizle tarihe ve Tanrı’ya havale ediyorum. Ortaoyunu sona ermiştir. Senaryonuz kendi gayretkeşliğinizle iflas etmiştir. Perde üzerinize kapanmıştır.” Perinçek’e ‘hodri meydan’ diyen Baykam, İP lideriyle istediği platformda gelip maskesini indirmeye hazır olduğunu belirtti. Baykam, Türk Solu Dergisi’nde yayımlanan yazısında Perinçek’e hitaben “Sizi Solculuktan ve Kemalistlikten azlediyorum.” şeklinde hitap etti. Doğu Perinçek’in Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) Davası Savunma, Kıbrıs Meselesi, Osmanlı’dan Bugüne Toplum ve Devlet kitapları ve 2000’e Doğru Dergisi’yle İP’in parti programından alıntılara yer verdiği geniş bir makale hazırlayan Baykam, “Geçmişinizdeki bugünkü kimliğinizi inkar eden tüm noktaları görmezden geldik, unuttuk, “Bu büyük ‘dönüşüm’ünüzü kabullendik. Ama pardon, bir yere kadar Sn. Perinçek. Artık bu maske indi.” dedi. ADD üyeliğinin yanı sıra Cumhuriyet Halk Partili (CHP) kimliği ile de öne çıkan Bedri Baykam, Perinçek’in şu iddialarını hatırlattı: “İttihatçı kompradorlar yüz binlerce Ermeni’yi katletti”, “Ankara hükümeti, Lozan’da emperyalistlerle uzlaştı”, “Kemalist iktidar, en tabii hakları için mücadele eden işçilere vahşice saldırdı”, “Kürt milleti, kendi kaderini tayin etme hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterse ayrı bir devlet kurabilir”, “İktidar sahiplerinin Avrupa’dan gelen özgürlükçü telkinlere karşı ‘Bağımsızlık’ bayraklarını açmaları sanmıyoruz kimseyi aldatabilsin”, “Yağmacı Türk işgalciler Kıbrıs’tan çekilmelidir”, “Militarizmin ülkemiz siyasetindeki gizli ve açık rolüne son vermeden demokrasi ve özgürlük kazanamayız”, “Milli Şef’in CHP’si savaş yıllarında jandarma dipçiği ve tahsildar zulmüyle faşist bir diktatörlük sürdürdü.” Perinçek’i terör örgütü PKK elebaşısı Abdullah Öcalan’ın siyasi söylem aracılığını yapmakla suçlayan ressam Baykam, bu hatırlatmaların ardından İP liderine şunları söyledi: “Benim kaypaklık ve oportünistlik tanımayan ödünsüz tavrımdan bir şeyler kapmaya çalışın. Kah Maoculuk, kah Kürtçülük, kah Atatürkçülük yaparak varacağınız yerler belli.” Baykam, yazısının ilerleyen kısımlarında ADD’nin Perinçek’in arka bahçesi ve emir kulu olmadığını belirterek şu soruyu yöneltti: “Siyaset nedir sizin için Sn. Perinçek? Her an saf değiştirebileceğiniz, her an yeni yaratılmış sahte ‘düşmanlarla’ beslenebileceğiniz, her an sol dayanışmayı çatırdatabileceğiniz bir özel sado-mazoşist arena mı?” Ünal’ın hareketinde emekli paşalar da var Ünal’ın genel başkanlık yaptığı VKGB Hareketi Derneği’nin onursal başkanlığını emekli Korgeneral Hasan Kundakçı yapıyor. Kundakçı Paşa’nın yanı sıra emekli Tümgeneral Cumhur Evcil ve emekli Korgeneral Suat İlhan gibi birçok isim de harekete destek verenler arasında. Yargıtay eski Başsavcısı Vural Savaş, emekli Deniz Binbaşı Erol Bilbilik, Prof. Dr. Erol Manisalı gibi isimler ise derneğin çıkardığı ‘Türkeli Dergisi’nde yazıyor. 4 ay önce eski MHP Genel Başkan adayı Taner Ünal tarafından kurulan dernek 2 ay içinde 98 şube açtı. Ünal, örgütlenmek için 5 daire ve arabasını sattığını ifade ediyor. İnşaat mühendisi olan Ünal, yaklaşık 1 trilyon TL’yi derneğe hibe ettiğini söyledi. Ülkü Ocakları’nın kurucuları arasında yer alan Ünal, uzun bir dönem Ortadoğu gazetesinde köşe yazarlığı yaptı.
-
İrtica çığırtkanlarının son ürününü sizde görün!
Arkadaşlar daha önceden Balıklı Rum Hastanesinin vakfının başkanını irticacı diye fişlemişlerdi ,birokulda rock konserine izin vermeyen öğretmenide , eşi başörtülü diye namaz kılıyor diye veya müsbet fikirlere sahip olan bir çok vatandaşımızıda ülkeyi geriye götürücü olarak rejimi tehdit ediyor zehabına kapılarak diyelim! irticacı olarak lanse ettirmişti bazı medyanın seçilmiş insanları! ve diğer iş ortaklları çok var örneği.Aslında bunların amacında ne kadar sahte oldukları ve birilerinin son planlarına hizmet ettikleri çok aşinaydı.Yine hangi gazete öğrenemedim (muhtemelen trajı 83 yıl sonunda 80 bin olmayan bir gazetedendir ) daha neyin ne olduğunu araştırmadan diyelim hadi yine tuhaf bir mana çıkarmış ve avrupada gurbetçilerimize ve bayrağımıza yapılan saldırıyı görmemişte , o yapılan zulme karşılık 'ya Allah bismillah Allahuekber' diyen milletimizin ordaki parçası kafalarına takılmış! Olmayan kafalarına.Yazık , Galatasaray tribünblerinin lideri ultrAslan grubunun Genel Koordinatörü Alpaslan Dikmen bunları ciddiye almış cevap yazmış, tam tokat gibi bir cevap ama..Onların dertlerindeki sahteliği , neye çalıştıklarını bir kez daha görmeyen herkese gösterircesine! ------------------------------------------------------------------------------------------------ İrticaymış! PSV-Galatasaray maçında G.Saray tribünleri bir ara "Ya Allah, Bismillah, Allahu Ekber" diye bağırmış!.. Bu yüzden tribünde irtica tehlikesi varmış!.. G.Saray tribünlerinde 'irtica' izleri görülmesi, spor kamuoyunu rahatsız etmiş! Bir futbol maçını izlemeye gelmiş insanların neden böyle bir tezahürat yaptıklarına da kimse anlam verememişmiş! Veremezler tabi, bir de sizin gibi araştırma-yı-cı gazeteciler olunca hiç veremezler! Siz orada neler yaşandığını biliyor musunuz? Hollandalı seyirciler arasında bulunan Türklerin tekme sille dövüldüğünü, sürekli küfürler edildiğini, hareket çekildiğini, Türklerin elindeki Türk Bayraklarının zorla alındığını biliyor musunuz? İki bin Galatasaraylının tribünde adeta cam bir kafese konulduğunu, merdivenlerin bile daracık olduğunu biliyor musunuz? Bilmezsiniz tabi, nereden bileceksiniz? Böyle durumlarda insanların hala fair play çerçevesinde sağa sola gülücük atmasını mı bekliyordunuz? Bu görüntüleri sadece gurbetçi vatandaşlarımız sergilemiyormuş! Ali Sami Yen'de de zaman zaman aynı sloganlara rastlanıyormuş. Maçlar sırasında işler kötüye gittiğinde ya da tribünlerde gruplar arasında sorun yaşandığında hemen 'tekbir' sesleri yükseliyormuş! Ne grubu kardeşim? Bir kere G.Saray tribünlerinde grupçuluk diye bir şey yoktur, tek bir grup vardır o da ultrAslan'dır... Tabi siz araştırma-yı-cı gazeteciler olarak bundan da habersizsiniz! Bu durum, Türk futbolunun uluslararası platformdaki en başarılı temsilcisine; bir başka deyişle Türkiye'yi tanıtma açısından en büyük iddiayı taşıyan G.Saray camiasına rahatsızlık veriyormuş! Atatürk ilkelerinin takipçisi olan futbolseverler, tribünlerde yükselen bu akımın daha fazla büyümeden sesinin kesilmesini bekliyorlarmış. Vay, vay, vay!... Meğer G.Saray tribünleri İran'a dönmüş de haberimiz yokmuş?! Bakın bu haber çıkınca Emre isimli bir ultrAslan ne yazmış? (Adı Emre ya, o da irticacı olabilir aman dikkat edelim!) "İrtica! Tabi ya… Hımm bugün ne uydursak G.Saray hakkında acaba? Düşün... Düşün... Hah tamam buldum; Komünist G.Saray!.. Yok bu olmadı; Faşist G.Saray! Yok ya bu da olmadı... Özhan Canaydın'a Mason mu desek? Yok bu güncel değil. Ya geçen 'Tekbir' getirmişlerdi, hah tamam buldum; 'İrticacı Galatasaray' G.Saray'ı yobazlar bastı... Tribünler tekbir sesleriyle inlerken, tarikatçı Hakan Şükür'ün Gerets'i zorla Müslüman yapmaya çalıştığı iddia edildi... Buna ek olarak her antrenman sonrasında vaazlar veren Hakan Şükür'ün Florya'ya başı açık bayanların girmesini istemediği öğrenildi. Bu arada namaza başlayan Mondragon’un, eşini, başını örtmediği için boşadığı öğrenildi." Eh sen “Tribünde irtica” diye saçma sapan bir haber yaparsan, böyle de alaya alınırsın işte... Haberi kim yapmış, bir de ona bakalım: Röportaj talebinde bulunduğu Hakan Şükür röportajı reddedince, yıllarca bitmeyen bir kin ile, Hakan Şükür'ü kötülemeyi gazetecilik sanan biri!.. Bunlar böyle gazeteci işte!.. Velhasılı kelam G.Saray tribünleri ile ilgili olarak herkes şunu bilmeli ki; G.Saray tribünlerinde siyaset, mafya vs. gibi farklı etkinlikler (!) bugüne kadar hiç olmamıştır... Tribüne girmeye cesaret dahi edememiştir bu tarz işler. Çünkü G.Saray söz konusu olduğunda tribünde her şey biter. Tribün ağabeyleri, ortak paydanın GALATASARAYLILIK ve ultrAslan Kardeşliği olduğunu iyi bilir... Böyle yaşarlar ve bunu da genç kuşağa öğretmeye ant içmişlerdir... G.Saray tribünlerinde böyle yazılan çizilen gibi bir durum olsa en başta onlar huzursuz olur... "Yoksa planlanan bu mu?" diyeceğim ama zamanında buna kalkışanların hepsi şapur şupur avuçlarını yaladılar... Bir de kıçlarına tekme yediler... Zira Galatasaray'ın tribün liderleri/ağabeyleri, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e, bazıları gibi göstermelik değil, gönülden bağlıdır… Hepsi, Atatürkçü geçinen bir çok kişinin bilmediği, okumadığı Atatürk’ün Balıkesir Hutbesi’ni bile okumuştur… Bu hutbede ne demiştir Büyük Önder, bir bakalım: “Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah'ın selâmeti, sevgi ve iyiliği üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenâb-ı Hak tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul olmuştur. Temel nizamı, hepimizin bildiği Kur'ân-ı Azimuşşan'daki açık ve kesin hükümlerdir.” Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk de mi irticacı şimdi? Vatanına ve Ay Yıldızlı bayrağa aşıktır Galatasaraylı... Bu milletin % 99’u gibi de Elhamdülillah Müslümanlardır... Peygamberimize, dine, Atatürk'e, vatan'a, bayrağa, insanımıza uzatılacak her eli elbetteki dirsekten kırarlar. Sosyal tepki verilmesi gereken zamanlarda da bunu abartmadan yaparlar. Örneğin Peygamber Efendimize yapılan ahlaksızlığı kınadıkları gibi... Ermeni sorunu diye bir konuyu zırt pırt çeşitli emeller uğruna ortaya koyanlara ve Filistin'de öldürülen çocuklar için İsrail’e gösterdikleri tepki gibi... Ve elbetteki ülkemizdeki terör belasına karşı verdikleri tepkiler gibi... Bunlara irtica diyorlarsa varsınlar desinler... Ama kendini gazeteci sananlar da delikanlı gibi neyin peşinde ya da kimin maşası olduklarını açıklasınlar önce? NOT:Mustafa Kemal Atatürk camide minberden cuma günü cemaata hutbe okuyan ilk ve tek cumhurbaşkanıdır. BUNUDA BÖYLE BİLSİNLER Alpaslan Dikmen - 03.11.2006
-
Akp'nin ekonomideki hataları
Türkiye, ekonomide sınıfın iyileri arasında; fakat eksikleri de var Avrupa Komisyonu'nun açıkladığı ilerleme raporunda, ifade özgürlüğü ve Kıbrıs konusundaki olumsuz görüşlere rağmen, ekonomik gelişmelerden genelde övgü ile söz edildi. Türkiye'nin ekonomik ve parasal birlik konusunda ilerleme kaydettiği ifade edildi. Hükümetin makroekonomik istikrar ve yapısal reform konusunda elde ettiği ilerlemeye dikkat çekilirken, genişlemeden sorumlu üye Olli Rehn, Türkiye'nin son 5 yıldır süratli büyüme yaşadığının altını çizerek, 'ekonomide, Avrupa'da sınıfın en iyilerinden biri' nitelemesini kullanmıştı. Avrupa Birliği Komisyonu, Türkiye İlerleme Raporu'nu 8 Kasım'da açıkladı. Uyarıların da yer aldığı söz konusu metinde, Merkez Bankası'nın henüz tam bağımsız olmadığı kaydedildi. Raporunu değerlendiren yetkililer, dile getirilen aksaklıklarla ilgili sürecin devam ettiğini, ekonomik olarak eksik kalındığı belirtilen konuların zaman içinde tamamlanacağını ifade ediyor. Vergilendirme konusunda kısıtlı ilerleme sağlandığı belirtilen raporda özellikle Katma Değer Vergisi (KDV) oranları ve kapsamı, tüketim vergisi ve genelde doğrudan vergilendirme konularında uyumlaştırma tamamlanmadığı ifadeleri yer aldı. Bu konudaki eleştirilere, "Prensip olarak AB ülkelerinde uygulanan sistem uygulamaya konuluyor." diye karşılık veren, bu çerçevede uyum çalışmalarının sürdüğünü kaydediyor. Uysal, "Oran, oran yapısı ve ufak tefek ihtiyaçlar da değiştirilebilir. Vergi sisteminin AB'ye uyumu konusunda herhangi bir sorunla karşılaşacağımızı düşünmüyorum." diyor. Komisyon, sermayenin serbest dolaşımı konusunda, 'yabancıların mülk edinmesinin önünde ciddi engeller olduğuna' inanıyor. Ödeme sistemleri ve karaparayla mücadele konusundaki yasal düzenlemelerin uyumlaştırılmasının da henüz tamamlanmadığına dikkat çekiyor. Sermaye Piyasası Kurulu Başkanı Doğan Cansızlar ise aynı fikirde değil. Piyasalarda giriş-çıkış serbestisi açısından herhangi bir sorun olmadığını vurgulayan Cansızlar, uluslararası raporlama ve denetim sisteminin yürürlükte olduğunun altını çiziyor. Finansal hizmetler konusunda ilerleme sağlandığı kaydedilen raporda, Bankacılık Yasası'nın onaylanmasının olumlu olduğu dile getiriliyor. Türk bankacılık sisteminde teknoloji, insan kaynağı ve sermaye olarak üç sacayağının bulunduğunu belirten Halkbank Genel Müdürü Hüseyin Aydın, ilk iki şıkta Türkiye'nin AB ülkelerinden daha iyi konumda olduğunu belirtiyor. Türkiye'nin sermaye noktasında yetersiz olduğuna dikkat çeken Aydın, yerli bankacıların bunun için ya yabancılarla ortaklığa gittiğini ya da bankayı tamamen elden çıkardığını ifade ediyor. Tarımda denetim sistemi zayıf Birliğin raporuna göre Türkiye, Gümrük Birliği sayesinde daha üst düzey bir uyumlaştırmaya hazır hale geldi. Ama serbest bölgeler, gümrük vergileri, sahte mallarla mücadele konusundaki yasal düzenlemelerin müktesebatla uyumlu hale getirilmesinde sıkıntı var. Söz konusu görüşlere karşı çıkan Gümrük Müsteşarı Mehmet Şahin, "Raporda adı geçen üç çalışma var. Kaçakçılıkla Mücadale Kanun Tasarısı Meclis'te, üst komisyonda. Serbest bölgelerle ilgili yasa çalışması hazırlandı. Müzakere sürecinde herhangi bir sorun yok." ifadesini kullanıyor. Raporda, tüketicinin korunmasında özellikle piyasa gözetimi ve denetimi konusunda, 'önemli ilerlemeler kaydedildi' övgüsü yapılıyor, ama uygulamada önemli zafiyetler olduğuna dikkat çekiliyor. Bu tespitlere hak veren Tüketiciler Birliği Başkanı Bülent Deniz, "AB'ye uyum sürecinde yasalar çıktı; ancak gerekli altyapı kurulamadığı için denetim mekanizması maalesef iyi işlemiyor." diye yakınıyor. 12 milyon nüfuslu İstanbul'da Sanayi ve Ticaret İl Müdürlüğü'nde denetim için sadece 35 kişi, 10 bin işyeri bulunan şehirdeki Tarım Müdürlüğü'nde ise 80 kişi çalışıyor. Ekonomik müzakerelerde Türkiye'nin en çok zorlanacağı konu olarak gösterilen tarımla ilgili tespitler ise 'düzenlemelerin AB müktesebatına uyumunun sınırlı' kaldığı yönünde. Kırsal gelişme konusunda ilerlemeler sağlanmış olmasına rağmen, gerekli yasal ve yönetsel düzenlemelerde ciddi gecikmeler var. Ziraat Odaları Birliği Başkanı Şemsi Bayraktar'a göre tarım sektörünün AB'nin rekabet ortamına hazır hale getirilmesine öncelik verilmeli. Gıda güvenliği, veterinerlik ve bitki sağlığı alanında uyumlaştırma konusunda sınırlama olduğu belirtilen aynı raporda, müktesebatı uygulamak için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmadığı, denetim sisteminin zayıf olduğu uyarısı yer alıyor. Öte yandan TÜSİAD, İlerleme Raporu'nun bir yandan reform sürecindeki yavaşlamayı eleştirirken diğer yandan ise Türkiye'nin AB üyeliği yolunda kaydettiği ilerlemelerle ilgili olarak olumlu değerlendirmeler yaptığını kaydetti. İktisadi Kalkınma Vakfı ise "Rapor, maalesef Kıbrıs sorunu gölgesi altında kalmıştır." yorumunda bulundu. 'Önceki raporlara göre daha olumlu' Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği, AB İlerleme Raporu'nun, teknik meselelerin hallolmaya başladığını ve geriye büyük ölçüde siyasi nitelikli mütalaaların kaldığını gösterdiğini, bununla birlikte raporun, bütünü ile kabul edilebilir olmadığını açıkladı. Yazılı bir açıklama yapan Dernek, 2002 raporu 161 sayfa, 2003 raporu 148, 2004 raporu 187, 2005 raporu 141 sayfa iken 2006 raporunun sadece 78 sayfa olmasının dahi olumlu bir gösterge olduğunu ifade ediyor. Açıklamada, "Bununla birlikte rapor, bütünü ile kabul edilebilir değildir ve rapordaki bazı ifadelerin Türkiye'nin milli menfaati ile uyuşamadığını kamuoyuna deklare etmek bir görevdir." ifadesine de yer verildi. AB İlerleme Raporu'ndaki ekonomik övgüler, tenkitlerden fazla Faizlerdeki artışa rağmen bütçe hedeflerine ulaşıldı. Bütçenin faiz dışı fazla vermesi için gereken tedbirler devrede. Kamunun borcunun vadesi uzadı, faizi düştü. Ekonomide kamu ağırlığı azalmaya devam etti. Türk Telekom ve Erdemir özelleştirildi. Elektrik dağıtımının özelleştirilmesi gecikti. KOBİ'ler verimsiz çalışıyor, kayıt dışılık çok yüksek. Enerji sektöründe kamu desteği sıkıntı oluşturuyor. Kamu alımlarında tek politika uygulayacak bir yapı oluşturul- malı, kamu ihale sisteminin yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Rekabetin Korunması Kanunu AB müktesebatı ile uyumlu. İşçilerin serbest dolaşımında sınırlı bir gelişme gözlendi. Balıkçılık konusunda hiçbir ilerleme gösterilemedi. Enerji verimliliği konusunda bir çerçeve yasa gerekiyor ---------------------------------------------------------- Bakın sizlerde bunlar kadar dürüst olun!
-
Temeli atılan 139 fabrikadan 101'i tamamlandı
Kayseri'de 101 fabrikanın çarkı döndü, 11 bin 500 kişi iş sahibi oldu Kayseri Organize Sanayi Bölgesinde Temmuz 2004'te temeli atılan fabrikalardan 101'i üretime geçti. Söz konusu fabrikalar için yapılan toplam yatırım miktarı 1,32 milyar yeni lirayı buldu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından 2004'te temelleri atılan 139 fabrikaya ilaveten, takip eden iki yıl içinde 104 fabrika inşası için daha düğmeye basılmıştı. Dünkü açılışla beraber, Kayseri OSB'de faaliyet gösteren fabrika sayısı 700'e ulaşırken, işçi sayısı ise 50 bini geçti. Aslen Kayserili olan Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül ile Sanayi Bakanı Ali Coşkun ve Devlet Bakanı M. Ali Şahin açılış töreninde hazır bulundu. Tesislerin 30'u orman sanayii üzerine, özellikle de mobilya ve ahşap üretimi alanında faaliyet gösteriyor. İkinci sırada 28 fabrika ile madeni eşya üreten fabrikalar yer alıyor. Dokuma giyimde 10, elektrikli makine sanayiinde 7 fabrika bulunurken diğerleri gıdadan plastik'e pek çok alanda üretim yapıyor. Törende konuşan Bakan Şahin, teşvik kapsamında olmamasına rağmen Kayseri'de yatırım ve istihdamın artırılmasının en güzel örneklerinin yaşandığını vurguladı. Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun da özel sektör öncülüğünde kalkınma modelini benimsemiş bir hükümet olarak başarıların elde edilmesinde müteşebbislere minnet borçlu olduklarını söyledi. Coşkun, şöyle konuştu: "Teşvik uygulaması konusunda bazı tepkiler aldık. Ancak Türkiye bir bütündür. Vücudun organları gibi bazı illerimizdeki sıkıntıların giderilmesi için diğer illerimizin ağrı çekmesi gerekiyordu." Törenin ardından 101 fabrikanın açılışı yapıldı. OSB'de seneye 100 civarında fabrikanın daha hizmete açılması bekleniyor. Son iki yılda bölgede faaliyet gösteren fabrikaların en az 10 bin sigortalı işçiyi daha istihdam ettiği de kaydedildi. Musa Özyürek, Eşref Akgün, Kayseri
-
Temeli atılan 139 fabrikadan 101'i tamamlandı
Kayseri Organize Sanayi Bölgesinde (OSB) yapımı tamamlanan 101 fabrikanın açılışı Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin ile Sanayi ve Ticaret Bakanı Ali Coşkun'un katıldığı törenle yapıldı. Bakan Gül, açılış töreninde yaptığı konuşmada, iki yıl önce Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın katıldığı törenle 139 fabrikanın temelini attıklarını hatırlatarak, bu fabrikalardan yapımı tamamlanan 101'inin hizmete açılmasının büyük bir olay olduğunu ifade etti. Türkiye'de sağlanan istikrar ve güven ortamı sayesinde yatırımların hızla artığını, daha önce işçi çıkaran, işçilerini oyalamak için bahçelerine spor sahaları yaptıran fabrikaların şimdi nitelikli işçi aradığını belirten Gül, Türkiye'nin geleceğine güven duyan müteşebbislerin yatırım yaptıklarına dikkat çekti. Türkiye'de 1962'de OSB kanunu çıktığında 70 OSB bulunduğunu, son 3 yılda 30 OSB'nin kurulduğunu ve 117'sinin de kuruluş çalışmalarının sürdüğünü hatırlatan Gül, iktidara geldiklerinde 2 olan teknopark sayısının 22'ye ulaştığını bildirdi. Sanayici ve iş adamlarından geleneksel alanlarının dışına çıkarak, yeni alanlara yönelmelerini isteyen Gül, şunları söyledi: ''Bugünkü dünya artık birbiriyle mesafesiz. Bir ülkede üretilen ürün, dünyanın her yerine satılabiliyor. Bu ortamda yıllardır alıştığınız alanların dışında yeni sahalara kaymaya başlayın. Yüksek teknoloji gerektiren alanlara girin. Şimdi kar ettiğiniz alan, 10-20 yıl sonra kar getirmez hale gelebilir. Bunun hesaplarını şimdiden yapmazsanız ilerde sıkıntıya girebilirsiniz. Yaptıklarınızı daha kaliteli ve daha az maliyetli hale getirmek için araştırma geliştirme olanaklarından yararlanın.'' Zaman'dan
-
Dindarlar neden cumhuriyet karşıtı gösterilemez?
Ahmet Şahin'in dünkü yazısı , daha çooook nedeni varda burda bir kaç örnek verilmiş , öyle tam olamasalarda ona en yakın insanlar olduğunu en aptal insan bile anlar.Bu insanlara iftira eden küçük düşürmek için geberecek hale gelenler Türklükten ve dinden çıkmış ******* benzemişlerdir benim gözümde , şüphem yok gördüm zaten aynen öyle olmuşlar. ------------------------------------------------------------- Dindarlar neden cumhuriyet karşıtı gösterilemez? Cumhuriyet'imizin 83. yılını kutlamaktayız... Biz bununla iftihar etmek istiyoruz. Çünkü cumhurî idare şekli bizim anlayışımızın aksine bir yönetim değildir. Müslümanların ilk devlet yöneticileri raşit halifeler, cumhurî yönetim şeklinin başlangıcını yapmışlardır. Kur'an-ı Kerim'in istişareyi emreden ayeti cumhurî yönetimin uygunluğunu ifade eder. Dört büyük halifeden hiçbiri tayinle ya da ihtilalle gelmemişlerdir. Hiçbiri diğerinin akrabası değildir. Babadan oğula yönetim devir teslimi söz konusu olmamıştır. Hepsi de kendileri istemeksizin halkın istek ve hatta ısrarı üzerine görev almışlardır. Oğlunu yerine tayin etmesi teklifleri üzerine Halife Hazret-i Ömer'in verdiği cevap tarihin şeref levhalarına geçecek örnekliktedir: -Bir evden bir kurban yeter! Sorumluluk duygusunu gösteren şaheser bir cevaptır bu. Devlet başkanlığını kendini kurban etmekle eşit tutan bir mesuliyet anlayışı... Şu örnek sözler hadislerden alınmadır: - Yönetimim sırasında kimin malını almışsam işte malım, gelsin alsın. Kimin sırtına bir kamçı vurmuşsam işte sırtım, gelsin o da bana vursun. Kimi inciten bir söz söylemişsem, gelsin o da bana söylesin. Yönettiği halkına böylesine hesap veren örnek, cumhuriyete ters düşen bir örnek sayılabilir mi?.. Sırtına giydiği fazla kumaşın hesabını soran halkına, "Oğlum Abdurrahman'ın hissesine düşen kumaşı aldım." diyerek giydiği elbisenin dahi hesabını verme örneğine Cumhuriyet karşıtı diyebilir misiniz?. Demek ki, dindar insanlar cumhuriyet karşıtı olamazlar. Çünkü onların cumhuriyet anlayışı '83' yıllık gibi kısa bir geçmişe değil, belki bin dört yüz yıl gibi uzun tarihî bir köke de sahiptir.. İlk dört büyük halifenin icraat ve uygulamalarını cumhurî yönetim şeklinin başlangıcı olarak yorumlayan insanları, nasıl cumhuriyet karşıtı olarak takdim edeceksiniz? İsterseniz onların bir de ihalelerde yakınlarını kayırmalarından örnek sunalım. Bakalım cumhuriyet anlayışına çok mu ters düşecek, fazla mı yanlış görülecek? Yoksa bizim hedefimizdeki de budur; ama henüz varamamış, aynını uygulamaya muvaffak olamamışız mı denecek? Medine'de zeytinyağı sıkıntısı çekilmektedir. Bu yüzden devlet başkanı Hz. Ömer dışarıdan getirttiği zeytinyağını şehrin meydanında şeffaf bir şekilde halka dağıtmaktadır. Bu sırada yakınlarından biri yaklaşıp halifenin kulağına bir şeyler fısıldar. Belli ki bu dağıtımda özel bir muamele istemektedir. Bunun üzerine hiddetlenen halifenin cevabı herkesin duyacağı yüksekliktedir: -Sana düşen, halktan biri gibi sıraya girmek, hissene düşen ne ise onu almaktır. Halifenin yakınlığına güvenerek herkesten farklı muamele isteyemezsin. Benden sonra gelecek yöneticilere, 'akrabalarını kayırdı' diyecekleri bir kötü örnek veremem!.. Ve halifenin yakını doğruca kuyruğa girer, sırası gelince herkesin aldığını alır, bir kayırma örneği asla söz konusu olmaz. Bu sırada boşaltılan küplerden birinin içine elini sokup zeytinyağıyla saçlarını yağlayan bir çocuğu gören halife, hemen çocuğun elinden tutarak oradaki birine teslim eder ve der ki: -Derhal bu çocuğun saçlarını kestirin! Çünkü bu saçlarda devlet malı bulaşığı vardır. Şimdiden devlet malının bulaşığına alışan çocuk, yarın bunun tamamına göz koyacak bir anlayışa yönelebilir. Ve çocuğun saçları kestirilip, devlet malının bulaşığına dahi yaklaşmaması konusunda unutulmaz bir örnek de böyle verilir. Bunlar cumhuriyete çok mu zıt düşen örnekler? Fazla mı yanlış misaller? Mutlaka halkına hesap vermeyen sorumsuzluk örnekleri mi verilmeli cumhuriyette? Kimler kimleri cumhuriyet karşıtı gibi göstermeye çalışıyorlar?.. ------------------------------------- Hem ayrıca kurtuluş savaşı dönemlerinde masonların kumandasındaki bazı devlet fetvalarına bakarakta HEPSİNİ AYNI DAMGALAYAMAZSINIZ , AKLI OLAN BUNU YAPMAZ , SAHTE CUMHURİYETÇİLER ATATÜRKÇÜLER LAİKLER GÖRDÜĞÜNÜZ GİBİ HAKİMİYETİ SABETAYLARDA TUTMAK VEYA ÜLKEMİZİ DÜŞMANA SATMAK İÇİN UĞRAŞANLARDIR , YANİ TEHLİKE ONLARDA (MİSAL CUMHURİYET GAZETESİ , KARTEL ) DİNDAR BAŞÖRTÜLÜ İNSANLARDA VS DEĞİL
-
EKİN DELİGÖZ'Ü TEHDİT EDEN YOBAZLAR... (Alman kamuoyu özellikle bazı Türkiye kökenli müslüman erkeklerin ne derece “tahammülsüz ve de şiddet yanlısı”)
***** görmeyeli hiç değişmemiş , sevinin bu dünya sizin , herkesi bir görün , siz bir bize hıyanetlik edenlere asıl Türklerdir diyen adamlarıda savunuyordunuz burda , kendi kendinize eğlenin herkes artık herşeyi biliyorr
-
Ramazan'da böyle vurdular (Hürriyet-Milliyet-Cumhuriyet Gazetlerinden İnciler)
Zaman Gazetesi yazarı çok sevdiğim Nedim Hazar abinin bugünkü yazısı ; bazı şeylerin farkında ve ızdırabında olan arkadaşlarımız bunlarıda öğrensinler. --------------------------------------------------------- Ramazan'da medya manzaraları O kadar yazdık çizdik de, kimilerine anlatamadık. Okuyucumuz Emre Beyefendi oturmuş bir ay boyunca bir gazetemizin (hurriyet) ana sayfasındaki haberleri alt alta sıralamış. Yüzde 50'den fazlasını eledim inanın. Al gözüm seyreyle: 23 Eylül; (Arife günü) -Ahırda 858 şişe rakı içti. -Köpeğe tecavüze 305 YTL -İlişkisi ailesi tarafından anlaşılan kişi, "Tecavüze uğradım." dedi. 'Bakımlı kadın aldatılmaz.' diyen Deniz Akkaya'nın samimi itirafları Hello'da -Lezbiyen müdüre taciz… -TESEV'in yaptırdığı ankete göre Türkiye'de türbanlı oranı yüzde 13'ten yüzde 11'e düştü. -Alkollü sevgililere Ramazan dayağı -Başbuğ'dan irtica uyarısı… -'Bir Türk'le yaşadığı aşktan yola çıkarak bir kitap yazan Fransız yazar bu iddiada bulundu. "Türkler eşcinsel eğilimli'' -İşadamlarına seks tuzağı -Avşar: Böyle birinin koynuna girmem -Cumartesi yapılacak Miss World 2006 jürisinin işi zor. - Orucunu bozan çocuğuna önce dayak attı, kalem sapladı. Sonra da okulu bastı. -İngiltere, bir kaçakla iki yargıcın odağında oldukları seks ve şantaj skandalıyla sarsıldı. -(Miss Turkey) Merve oy bekliyor… -En güzel kalça Beyonce'da… -Şarkıcı Beyonce Knowles, 'Hollywood'un en güzel kalçalı yıldızı' anketinde ilk sırada yer aldı. -Bırakın da seks yapalım…Teoman, gazetecilere, "Seks hayatımı mahvettiniz." diye çıkıştı. -Bu nasıl aile? Muş'ta 12 yaşında çocuk tecavüze uğradı… -Sevişmeyi başlatan kadın: 1537 kişiyle yapılan araştırma, Türk toplumunun cinselliğe bakışını ortaya koydu... -Sezer uyardı: İrtica tehlikesi büyüyor… -Miss World 2006'yı Çek Cumhuriyeti'nden Tatana Kucharova kazandı. -Güzeller güzeli Tatana'nın fotoğrafları. -Doğuştan çift cinsiyetli olan B. C.'nin teravihte kadın gibi giyinmesi isteniyor. -Kokainci mankenler. -Erkek stajyerlere, "üzerinde ne var?" diye mailler atan Foley, istifa ettiğini açıkladı. -Büyükanıt'tan yanıt: İrtica tehdidi var… -Soyundukça çığlıklar arttı… Ulus 29'da iki gün iki gece süren partinin ilginç notları… -Pornocular yakalandı… -İşte on dört yaşındaki güzel… Bakalım bu güzel kızı tanıyabilecek misiniz? -Paris moda haftasından çarpıcı tasarımlar (yarı çıplak manken resimleri…) -Şarkıcı Pınar Aylin ve eşi Mert Tokatlıoğlu arasındaki söz düellosu bitmiyor. -İrticaya önlem alın…-Bunları giymek cesaret ister… -Öğrencisini kaçıran müdür teslim oldu… Kaçırdığı kız on dört yaşında, muayenede bakire çıktı… -Kaçırılan uçaktaki güzeller… Güzellerin fotoğrafları.. -Podyumlarda en çok görülmek istenen manken Kelly Brook'un çarpıcı fotoğrafları. -Kadın külotuna büyü… -Cesur ve yaratıcı… Fotoğrafları -Liseli kız hamile çıktı… -İşte öpülesi dudaklar… -Vakko ile modanın genç dehası Zac Posen'in davetindeki striptiz şovun gizli fotoğrafları. -Kadehteki striptiz partisi… Fotoğrafları.. -Tyra Banks'in de seks kasedi çıktı… Cesur pozları! -Sophie Marceau her zaman çok güzel, her zaman seksi… -Nefes kesen Nicole Kidman'ın fotoğrafları.. -Laura Chiatti fotoğrafları.. (Ramazan'ın son günü) -Sahurdan sonra cinnet geçirdi… MADİ İN HURRİYET..Cumhuriyet gazeteside bayramın ilk günü artık nerden esmişsse kocaman plaj fotoğrafı koymuştu , bilmem hangi ilde yaz güneşi sürüyormuşşş , bayramın ilk günü ön sayfada manşetin altına koydukları şeye bakın! Başörtüsünü domuza giydirme , insan hakkı değildir deme provakasyonları tutmadı galiba yeni yollar arıyorlar.
-
29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMI... (83 yıl önce 29 Ekim gününe, engelleri yıkarak nasıl adım adım gelindiğini ulusça hep anımsamalıyız) [CUMHURİYET SÜRECİ]
cumhuriyeti gizli yahudiler ve onlara çalışan maşaları ele geçirdiler , hem cumhuriyet gazetesinde hem CHP de hem kartelde , hem orduda , hem çankayada hem sivil toplum örgütlerinde hem anayasa mahkemelerinde hem yüksek savcılıklarda vs ele geçirdiler.Hakimiyetlerini kaybetmemek için , ülkemiz istikrarsızlaşsın diye düğmeye basıp sonrada 'hedef cumhuriyet - yok cumhuriyet tehlikede , laik cumhuriyete savaş açtılar vs' gibi ancak ******** takılacağı provakasyonlar yapıyorlar..Syleyin onlara her kışın arkasından bir bahar gelir GELECEKTİR!
-
DEVİR DEVİR CUMHURİYET GAZETESİ VE ONA BİÇİLEN ROL
Bazı arkadaşlarımıza cumhuriyet gazetesine kimlerin hakim olduğunu anlatmak için güzel bir yazı buldum , Tamer Kokrmaz'dan 2 yıl önce 9 mart tarihinin günlerinde yazmış ------------------------------------------ Otuz üç yıl önce, otuz üç yıl sonra... Bugün 9 Mart: Gerçekleşmeyen bir darbenin otuz üçüncü yıldönümü! Türkiye’de Baasçı bir sol diktatörlük kurmak isteyen Marksist cunta, darbenin saatini 9 Mart 1971 tarihine kurmuş, ancak evdeki hesap çarşıya uymayınca üç gün sonraki 12 Mart Muhtırası’nı müteakip paket edilivermişti... Cuntanın fikri temelini 1961’de Yön dergisi çevresinde toplanan ‘radikal solcu aydınlar’ atmıştı. Teorisyenleri Doğan Avcıoğlu idi. Avcıoğlu, öfkelendiğinde yakın arkadaşlarına “Devrimci şiddet, devlet terörü neymiş biz iktidara gelince görürsünüz!” derdi. Cuntanın yayın organı Devrim’de Yazı İşleri Müdürü olan Hasan Cemal, 1999’daki ‘İtirafname’sinde o günleri anlatırken “İlhan Selçuk ortalık yerde konuşmazdı ama o da devrimci şiddet konusunda farklı düşünmezdi” diyor. ‘Devrim’, bir yandan gençliği ‘çengellerken’ diğer yandan da ‘irticaya dikkat çekerek’ askeri kışkırtıyordu. İlki Uluç Gürkan’ın ikincisi ise Hasan Cemal’in görev alanında idi. Onların üstündeki sütunda da İlhan Abi’leri darbe çağırıyordu. İlhan Selçuk, Cumhuriyet’te açıkça yazamadıklarını Devrim’de ‘döktürmekten’ pek memnundu. Cuntanın basındaki kanadı, tam gaz laiklik istismarı yaparken; Ordu’daki darbeci generallerle tandem oynayıp Laik-Demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni bir sol darbe ile yıkmaya uğraşıyordu! Neticede, sol darbe hesabı devletin daha güçlü olan diğer kanadından döndü ve 12 Mart Muhtırası ile birlikte 9 Martçılar avlandı; Baasçı hayaller güme gitti. Cuntanın yazar çizer takımı bir müddet sonra beraat etti. Hasan Cemal, “devrimci gençlere kıyasla” çok daha az acı çekmelerinin nedenini izah ederken “Cuntayı çok fazla kurcalasaydılar, işin içine Faruk Gürler, Muhsin Batur da karıştırılabilecekti. O nedenle bir yerden sonra bizi bıraktılar” diye yazıyordu. Devleti yıkmaya çalışmışlardı ama ucuz kurtulmuşlardı. Bir süre sonra hepsi yazı hayatlarına geri döndüler; İlhan Selçuk da Cumhuriyet’teki köşesine. Olan “demir parmaklıklar ardından bakan devrimci gençler”e olmuştu... Cuntanın mimarları, 12 Mart Muhtırası’nın kendi darbeleri olmadığını yani tasfiye edildiklerini anlayınca “demokrasi elden gitti” diye bağırmışlardı; o zamana kadar ‘cici demokrasi’ diye dalga geçtikleri-kötüledikleri ‘demokrasi’nin ardından... *** Hasan Cemal, Cumhuriyet gemisinin kaptan köşkünde uzun bir süre seyahat ettiği İlhan Selçuk’un kendisine Aralık 1986’da “Seçime inanmam ama başka bir şey de yok” dediğini anlatıyor. “Hasan, devrim de yapamadık, demokrasi de!” diye de eklemiş, Selçuk! O vakitler, H.Cemal’in çoğulcu demokrasiyi savunan yazıları çıktığında, İlhan Abisi “Yine demokrasi havariliği yapmışsın” demeyi ihmal etmezmiş... H.Cemal “İlhan Abi böyle işte. Demokrasiyi kabulleniyor ama gönülsüz. Amaç olarak görmüyor, yani” diyor, hatıratında... İlhan Selçuk’un seçim ve demokrasi bandındaki yürüyüşü çok tutarlı, gerçekten. 1971’de ve 1986’da neyse günümüzde de aynı. Ocak ayının başında “Aytaç Yalman Paşa’nın doğruları belediye seçimlerinde sandıktan çıkacak doğrulardan daha doğrudur.” diye yazmıştı, İlhan Bey! Aradan 33 yıl geçti, İlhan Selçuk ve cephesi hâlâ darbe çağırıyor. Gazetesi Cumhuriyet istisnasız her gün askeri kışkırtmak üzere ‘irtica kol geziyor’u vizyonda tutuyor. İftira kampanyasının hızı kesilmiyor. Laiklik istismarı yine tam gaz. İlhan Selçuk, arada bir “Laiklikten sosyalizme giden yolun aydınlanmacıları birleşin!” çağrıları yaparak bilinçaltını ortaya koyuyor... FİNAL: Cumhuriyet’in bugünkü nüshasına bakarsanız, eh yine ‘irtica muhabbeti’ göreceksiniz. “Bugün, 9 Mart’ın otuzüçüncü yıldönümü: Gazetemizin sahibi İlhan Selçuk ve yoldaşları o günlerde Laik Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya çalışmış ama yıkmaya güçleri yetmemişti” yollu bir itirafı görmeniz ise elbette mümkün değil! EEEE BUNA NE DİYORSUNUZ BAKALIM , KİMLERDEN SİZİN BU BAŞ YAZARINIZ SÖYLEYİN
-
Ahmet Ünlü, iddiaları yalanladı: Kadınların olduğu denize girmedim
evet bozacının şahidi şıracı , konuyu okumadan gerçeklerle doğrularla ilgilenmeyen biri bin yapılarak çarpıtılmış iftiralarla ilgilenen ama kendine yol gösterici kabul ettikleri basındaki ağabeylerinin hıyanetliklerini GÖRMEZDEN gelenler yine birbirine destek vermiş.Çok istiyorsunuz değil mi bu insanların aksak bir yanı olmasınıı , hiç onları tanımayanların ak dediğine ak kara dediğine kara demeyi çok alıştınız değil mi.Sizde eğer gerçekleri görüpte ona yönelecek bir irade görsem hepinize tek tek cevap yazarım ama heyhatt ne gezer.Allahın mühürlediği bir kalbi peygamber gelse açamaz.! Önyargılar hayaller çamurlar gerçekleri okumamalar işte sizin ülke sevadınız!
-
Cüppesiz Ahmet Hoca,
yine insanları insafsızca damgalama müptelaları yazıyor burda**************. bazısıda işi AKP ye kadar götürmeye çalışıyor.AMA HİÇ O İNSANIN KONUŞMALARINA BAKMIYORLAR . çünkü anlattıkları dolu şeylerle işleri olmaz.Allah kalpleri bir mühürledimi peygamber gelse açamaz.Siz kendinize bakın , kendi kusurlarınızla ilgilenin , kimse bir yanlışa taraf değil insafsızlığınıza kızdıklarından. Ülke dertleriyle dertlenen arkadaşlarımız için basında çıkan yalan haberler diye bir başlık var , ORDA BU KONU HAKKINDA AÇIKLAMA VAR TEKZİPTE VAR..İnsafı olanlara duyurlur!******* ne olduklarını temsile devam etsinler.
-
Cüppesiz Ahmet Hoca,
ahmet hocanın yaptığımı gericilik , yoksa yaptığı için siz gericimi demek istiyorsunuz ? İşte adam yaşıyor SİZİNDE YAŞADIĞINIZ GİBİ.Bırakın yaa amacınız ülkenin sorunlarıyla dertlenmek değil çözüm bulmak değil dinden rahatsızların ve muhafazakarlardan rahatsızların fantazileri bu başlıklar
-
BASINDAKİ YALAN HABERLERDEN ARTIK GINA GELDİ(Bilmeniz gerekenler)
'Sonsuz Nur' haberi resmen yalanlandı Esenler Hasip Dinçsoy İlköğretim Okulu’nda, ‘Sonsuz Nur’ isimli kitabı okumayan öğrencilerin din kültürü dersinden sınıfta kaldığı yönündeki iddialar asılsız çıktı. Kitabı okumak istemediği için din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Sedat Çelebi’yi şikâyet eden ve Hasip Dinçsoy İlköğretim Okulu 8. sınıf öğrencisi olduğu iddia edilen M.A.’nın gerçek isminin M.Ç. olduğu ve başka bir okulda okuduğu belirlendi. Esenler İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü, geçtiğimiz hafta Akşam ve Güneş gazetelerinde Hasip Dinçsoy İlköğretim Okulu 8. sınıf öğrencisi olduğu öne sürülen M.A.’nın iddiaları üzerine bir soruşturma başlattı. İsmi ve soyisminin ilk harfleri M.A. olan öğrencilerle velileri nezaretinde görüşüldü. Araştırma sonucunda habere konu olan öğrencinin Hasip Dinçsoy İlköğretim Okulu’nda değil, Esenler Engin Can Güre İlköğretim Okulu’nda kayıtlı olduğu ortaya çıktı. İsminin de M.A. değil M.Ç. olduğu öğrenilen öğrencinin, 8. sınıfta değil 6. sınıfta okuduğu belirtildi. M.Ç.’nin, 2005-2006 eğitim-öğretim yılında Hasip Dinçsoy’un 5. sınıfında öğrenim gördüğünü anlatan Esenler İlçe Milli Eğitim Müdürü İlyas Tekin, öğrencinin sene sonunda okuldan ayrılarak şu an okuduğu okula geçtiğini söyledi. Tekin, din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Sedat Çelebi’nin hiçbir zaman M.Ç.’nin dersine girmediğini ifade etti. Tekin, Akşam gazetesinde yer alan ‘Gülen’i oku, yıldızlı pekiyiyi kap’ ve ‘Okulda kafatası avı’ haberleri ile Güneş gazetesinde yayımlanan ‘Okulda rezalet’ ve ‘Bu nasıl okul Bakan Bey?’ başlıklı haberleri ‘tümüyle yalan, asılsız ve mantığa aykırı’ olmakla suçladı. Tekin, incelemeler neticesinde, öğretmen Çelebi’nin öğrencilere herhangi bir kitap ismi vermediğini, zorlama yapmadığını, Sonsuz Nur isimli kitabın alımı için para toplanmadığını ve kitabın satışının yapılmadığını da sözlerine ekledi. Güneş gazetesi ve Akşam gazetesini 29 Eylül tarihli haberlerinde, Esenler Hasip Dinçsoy İlköğretim Okulu din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni Sedat Çelebi’nin Fethullah Gülen’e ait Sonsuz Nur isimli kitabı ders geçmek için zorunlu kıldığı iddia edilmişti. 6 Ekim tarihli Akşam gazetesinde ise okul idaresinin M.A.’yı bulmak için okulda kafatası avı başlattığı öne sürülmüştü. Gazete, idarenin, öğrencilerin saçlarının ıslatılarak ve kafataslarını yoklayarak, gazetelerdeki öğrenciyi bulmaya çalıştıklarını da iddia etmişti. ---------------------------------------------------------------- 'Oruç terörü kaydı sildirdi' haberi de yalan çıktı Bugün bir gazetede çıkan, 'Oruç terörü kayıt sildirdi' haberinin gerçeği yansıtmadığı ortaya çıktı. Okuldan ve kaldığı özel yurttan kaydını sildiren öğrenci, ailesini inandırmak için yalan söylediğini itiraf etti. Rize Üniversitesi Rize Meslek Yüksek Okulu Muhasebe Bölümü'ne bu yıl kayıt yaptıran Erdinç Eren, kalmak için özel bir yurdu tercih etti. Daha sonra şehre uyum sağlayamayan Eren, Rize'de okumaktan vazgeçip memleketine dönmeye karar verdi. Eren, 27 Eylül tarihinde kaldığı yurdun idarecilerinden izinsiz Ankara'ya ailesinin yanına gitti. Eren, kendi ifadesine göre, okuldan ayrılışına haklı bir gerekçe bulmak için de ailesine 'kaldığı yurtta oruç tutmadığı için bazı öğrenciler tarafından dövüldüğü' yalanını söyledi. Haberin devami icin tiklayiniz... http://www.zaman.com.tr/?bl=sondakika&...6&hn=356749 --------------------------------------------------------------- Ahmet Ünlü, iddiaları yalanladı: Kadınların olduğu denize girmedim Kamuoyunda ‘Cübbeli Ahmet Hoca’ olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, Hürriyet Gazetesi’nde ve Arena programında yayınlanan görüntülere açıklık getirdi. Kendisi hakkındaki iddiaların tamamen uydurma olduğunu söyleyen Ünlü, yaptıklarının dine aykırı olmadığını belirtti. Ünlü, denize girdiği, güneşlendiği ve kiliseye gitmesinin yer aldığı görüntüleri şöyle açıkladı: “Denize girilmesine karşı çıkmadım. Kadın-erkek karışık olduğu yerde girilmesine karşı çıktım. Çıplak kadınların bulunduğu plajlarda gezmedim. Açık denizde yüzdüm. Kıbrıs’taki Salamış Otel isimli otelde havuz başında yemek yerken mayolu kadınların yüzdüğü iddia ediliyor. Otele yemek yemeye gittik. Ben içeri bile girmeden arabada iken, kadınların mayo ile restoranın içine girdiklerini öğrendik. Bunun üzerine uygun görmeyerek o otelden ayrıldık. Gittik bir büfede tost yedik. Buna kayınvalidem de şahittir. Tunus gezisinde Berberiler gösteri yaptı. Dansöz kadınlar gelirken biz dışarı çıktık. Kesinlikle dansözleri seyretmedim. Türkiye’ye getirdiğim de külliyen yalan. Hanımım yanımdayken nasıl getirebilirim? Cemaate ‘çocuklarını okula göndermemesi yönünde telkinde bulunduğum’ iddiası tamamen iftira. Mahmut Efendi kürsüden ‘herkes çocuğunu zorunlu eğitim çerçevesinde mutlaka okula gönderecek’ şeklinde fetva vermişti. Bu cemaatte kanunlara karşı kesinlikle bir durum olmamıştır. Biz de hem kanunlara hem de hocamızın tavsiyesine uyduk. Bütün çocuklarım okulludur. Millete de göndermeyin diye bir şey söylediğimiz yok. Bu arkadaş Beykoz’daki evime hiçbir zaman gelmedi. Eve girip plazma televizyonlar gördüğünü ileri sürüyor. Tamamen yalan, onun geldiği ev Çengelköy’de kayınpederime ait evdir. Bu ev de iki odalı bir evdi. Evimde plazma televizyon olduğu da yalandır. Kaldı ki ben ‘televizyon seyretmek haramdır’ şeklinde bir fetva vermedim. ‘Eşime 16 bin dolarlık saat hediye ettiğim’ iddiası da abartılı. Eşime aldığım saat beş bin dolarlıktı. 2 bin 500 dolarını ben verdim, 2 bin 500 dolarını ondan borç aldım ve taksitle ödedim. Ben lüksü seven bir adam değilim. Üzerimdeki elbise tam 10 yıl önce dikildi ve onu giyiyorum. Kiliseye gittim; ama 80 yaşındaki papaza Hz. Meryem’in ve Hz. İsa’nın Kur’an-ı Kerim’de nasıl yer aldığını anlattım.” Sağlamer: Bende para çok, görüntüleri satmadım ‘Cübbeli Ahmet Hoca'nın Malta'daki jet-sky'li fotoğrafını medyaya dağıttığı söylenen Mehmet Sağlamer ise para karşılığı şantaj iddialarının doğru olmadığını savundu. ‘Benim paraya ihtiyacım yok.' diyen Sağlamer, Volkswagen cipe bindiğini, değişik yerlerde evlerinin olduğunu belirtti. Sağlamer, görüntüleri cemaat içinden önde gelen kimselere verdiğini bildirdi. Görüntülerin bu kimseler tarafından servis edildiğini ve kendisine, ‘Biz bu görüntüleri şu kanala verdik ve para aldık. Sen de yaşadıklarını anlat.' denildiğini belirterek şöyle devam etti: “Ben hiçbir şekilde kendilerine şantaj yapmadım. Başkalarının yapıp yapmadığını da bilmiyorum. Televizyonlarla da para karşılığı pazarlık yapmadım. Benim bu paraya ihtiyacım yok. Cipim, Mercedes'im ve evlerim var. Bir TV kanalına, getirin 15 bin dolar görüntüleri vereyim diyerek başımdan savdım.” Hürriyet iyi çalışıyor gene anlaşılan ! ---------------------------------------------------------------- Milli Eğitim, yalan haberleri kitaplaştırıyor Sürekli eleştirilerin odağında yer alan Milli Eğitim Bakanlığı, ilginç bir çalışma yürütüyor. Günde 1 milyon insanın ziyaret ettiği internet sitesinde yanlış haber ve yorumlara cevap veren bakanlık, şimdi bunları bir kitapta topluyor. ‘Küçük Puntolu Haberlere Büyük Puntolu Cevaplar' adıyla yayınlanması beklenen kitapta yanlış bulunan 200 habere yer veriliyor. “www.meb.gov.tr” adresinden yayınlanan tekzip metinlerinden oluşacak kitabın içeriğinde “Haberin aslı nedir? Köşe yazarları ne yazmış? Bakanlık nasıl bir açıklama göndermiş? Köşe yazarı bunu nasıl kullanmış?” sorularının cevabı da olacak. Gazetecilik mesleğinde duayenleşmiş birçok köşe yazarının yorumlarının yer aldığı kitapta, ‘Bekleyelim görelim’, ‘Manzara-i umumiye’, ‘İstifalar fuhuştan’, ‘Uzattığı eli ısırdılar’ bazı köşe yazılarının başlıkları. Kitaba girecek haberlerden bazılarının başlıkları ise şöyle: ‘Müslüman değilim diyen derse girmez’, ‘Bir Ali Dibo da MEB'de’, ‘İNSAF’, ‘Bakan tavsiye etmiş’ ve ‘Çelik kendini tekzip etti’, ‘Rezaletin adresi Gölbaşı’, ‘Müdür odasında taciz sahneleri’. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) Basın ve Halkla İlişkiler Müşaviri Kenan Şahin, Türkiye'nin yarısına hitap ettiği için gazetelerde MEB ile ilgili çok sayıda haber ve yorum yer aldığını söyledi. Eğitim muhabirleriyle problem yaşamadıklarını anlatan Şahin, "Eğitim muhabirleri oldukça tecrübeli. Bugüne kadar bilmedikleri bir konu olduğu zaman mutlaka telefon açıp bana ya da ilgililere sordular. Biz çoğunlukla köşe yazarlarının yanlış bilgi veya eksik bilgiden kaynaklanan yorumlarına tekzip yazıyoruz." dedi. Şahin, gazete ve köşe yazarlarının, yaptıkları yanlış haberlerden sonra tekzip metni yayınlamaktan kaçındıklarını ifade ederek, bu sebeple tekzip metinlerini ilk önce kendi internet sayfalarında yayınladıklarını, şimdi de bir kitapta topladıklarını kaydetti. Kitabın bitme aşamasında olduğunu, izinler çıktığında basımına geçileceğini aktaran Şahin, “Türkiye'de medyanın tekzipleri yayınlama sıklığını biliyorsunuz, çoğunlukla yayınlamazlar. Biz de bir çözüm olarak internette yayınladık. İnternet sayfamız günde 1 milyon kişi tarafından ziyaret ediliyor. Yalan haberlere bir başka çözüm olarak bunları bir kitap haline getirmeye karar verdik. İsmi ‘Küçük Puntolu Haberlere Büyük Puntolu Cevaplar' olan kitap üzerinde halen çalışıyoruz. Üç dört ayaklı bir kitapçık olacak. 200 kadar yalanlamamızı bu kitapta toplayacağız.” diye konuştu. Milli Eğitim Yalan Haberleri ciltlendiriyor olacaktı aslında haber KAYNAK ZAMAN
-
CHP’li vekil, çekleri karşılıksız çıkınca kayıplara karıştı
CHP’li vekil, çekleri karşılıksız çıkınca kayıplara karıştı CHP Denizli Milletvekili Haşim Oral, 15 kişiye kestiği toplam 1 milyon YTL tutarındaki çeklerin karşılıksız çıkması üzerine kayıplara karıştı. Aralarında tekstilci, mermerci ve kuyumcuların bulunduğu mağdurlar, Oral’a ulaşamayınca konuyu CHP Genel Merkezi’ne götürdü. Parti yöneticilerinin de ulaşamadığı Oral’ın 1,5 aydır yurtdışında olduğu belirtildi. Denizli’de tekstil işi yapan Oral, dört aydır il teşkilatına da uğramamış. Olayın basına yansıdığını öğrenen Oral, Denizli’de yayın yapan yerel bir televizyon ve gazeteyi arayarak hakkındaki iddialara cevap verdi. Yurtdışına borçları yüzünden değil, iş bağlantıları için çıktığını söyledi. İngiltere’de olduğunu iddia eden Haşim Oral, borçlarının ve karşılıksız çeklerinin olduğunu; ancak işlerini kısa sürede düzelteceğini söyledi. “Borçlarım kadar alacaklarım da var.” diyen CHP’li vekil, ay sonunda Türkiye’ye döneceğini ve iddiaların asılsız olduğunu ispatlayacağını ifade etti. CHP Denizli İl Başkanı Ali Rıza Ertemur da Haşim Oral’ın karşılıksız çekleri nedeniyle partiye şikayetler geldiğini belirtti. Ertemur, “Bir ay önce böyle duyumlar aldık. Kendisini aradık; ancak bir türlü ulaşamadık. Sürekli yurtdışında olduğu söylendi. Kendisi ile görüşme yapmadığımız için yorum yapmak yanlış olur. Zaten milletvekilimiz geçen hazirandan bu yana partiye uğramadı.” dedi. Ertemur, bazı alacaklıların partiye geldiğini; fakat yardımcı olamadıklarını kaydetti. Olayın birkaç gün içinde netleşeceğini öne süren Ertemur, Genel Başkan Deniz Baykal ve Genel Sekreter Önder Sav’ın da konuyu bildiğini söyledi. Futbolcuya su şişesi fırlatmıştı Haşim Oral, 2005-2006 sezonunun yedinci haftasında Denizlispor-Vestel Manisaspor maçının devre arasında yaptığı bir hareketle dikkatleri çekmişti. Oral, maç esnasında girilen ikili mücadelede, Denizlisporlu Güven’in ayağını kıran Manisasporlu Yılmaz’a şeref tribününden su şişesi fırlatmıştı. Oral, bu hareketiyle spor kamuoyunun tepkisini çekmiş ve basında ‘holigan vekil’ olarak nitelendirilmişti.
-
Soykırım bahane, Fransa’nın amacı Türkiye’nin AB’ye girişini engellemek
Soykırım bahane, Fransa’nın amacı Türkiye’nin AB’ye girişini engellemek Fransa Meclisi, sözde Ermeni soykırımının olmadığını söyleyenlere hapis ve para cezasını öngören yasa teklifini bugün görüşecek. Türk iş dünyası temsilcileri Paris’te lobi yaparken, iş dünyasının tepkileri giderek artıyor. Türkiye-Ermenistan İşadamları Derneği Başkanı Kaan Soyak, "Soykırım bahane, Fransa’nın asıl amacı Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girişine engel olmak." diyor. Bu işin bir an önce sonuçlanması gerektiğini belirten Soyak, AK Parti’den başka hiçbir hükümetin bu işi bitiremeyeceği görüşünde. Fransa’nın Ermeni kozunu kullandığını dile getiren Soyak, ne zaman Türkiye ile Ermenistan arasında dostluk faaliyeti yapıp Fransız büyükelçisinden yardım istese bu talebi geri çevrilmiş. Son bir haftadır birçok Fransız sivil toplum kuruluşundan Paris’e davet alan Soyak, "Oraya gidip Türkiye-Ermenistan ilişkileri hakkında konuşmamızı istiyorlar." diye konuşuyor. İki ülke arasındaki tek resmi kurumun başkanı olan Soyak, gelen talepleri geri çevirmiş. Fransız Parlamentosu’na getirilen tasarıyla Ermenistan’ın hiçbir ilgisinin olmadığını anlatan Soyak, "Eğer böyle bir soykırım varsa bu konu Fransa’yı ilgilendirmez." ifadesini kullanıyor. Türkiye ile Ermenistan arasındaki görüşmelerin devam ettiğini bildiren Soyak’a göre Osmanlı döneminde 600-700 yıl birlikte yaşamış, savaşmamış, birbirlerinin dinine ve kültürüne saygı duymuş iki millet dost olarak yaşamak istiyor. Fransa’nın yardımına ihtiyaç yok. Fransa’nın, Türkiye’nin AB’ye girmesini istemiyorsa "Türkiye, Müslüman’dır, onun için almayalım." gibi farklı bahaneler uydurması gerektiğini vurgulayan dernek başkanına göre, Türkiye’nin AB’ye üyeliğini istemeyen ülkeler Ermeni ve Kıbrıs kozunu sürekli gündeme getirip bu konuda Türkiye’yi sürecin dışında tutmaya çalışıyorlar. Amaçları Türkiye’nin soykırım tasarısına kızıp Ermenistan’a yüklenmesi. "Ne zaman Türkiye ile Ermenistan arasında ilişkiler iyi gitse, iki ülke arasında ticarette ne zaman bir kıpırdanma olsa Fransa’da soykırım tasarısı gündeme geliyor." tespitini yapan Soyak, şunları söyledi: "Bundan önce 18 Ocak 2001’de gündeme gelmişti. O tarihte Bülent Ecevit başbakandı. İki hafta sonra Türkiye ile Ermenistan bir AB ülkesinde buluşup çözüm için adım atacaklardı. Bu Fransa tarafından duyuldu ve bu görüşmeyi baltaladılar." Türkiye-Ermenistan İşadamları Derneği Başkanı Soyak, Fransa’nın ‘Diasporadaki Ermeniler de sözde soykırımı destekliyor.’ açıklamasına katılmıyor. Ermenistan Parlamentosu’nda yüzde 15 oranındaki aşırı milliyetçi kesimin bunu desteklediğini aktaran Soyak, Ermenistan hükümetinin de böyle bir talebi olmadığını kaydetti. Ermenistan’ın bu sorunu Türkiye ile diğer ülkeleri karıştırmadan direkt çözmek istediğini dile getiren Soyak, AK Parti hükümetinin seçime kadar bu sorunu çözeceğini ve bu sayede Kafkas barışının sağlanacağını ifade etti. 40 bin fakir Ermeni çalışıyor Kaan Soyak, Türkiye’de kaçak çalıştığı iddia edilen 70 bin Ermeni vatandaşının sınır dışı edilmesi talebine de tepki gösterdi. Türkiye’de yaklaşık 30-40 bin fakir Ermeni kadınının temizlik ve çocuk bakım işlerinde aylık 200 dolara çalıştığını bildiren Soyak, "Bunlara göz dikilmesi yanlış." dedi. Türkiye’nin, insanların zarar görmesini istemeyen bir ülke olduğunu belirten Soyak, çözümün başka yollarla aranması gerektiğini vurguladı. Sorun çözülürse çok turist gelir Soyak, iki ülke arasındaki sorunun çözülmesi halinde Ermenistan’a gelen turistlerin Türkiye’yi de ziyaret edeceğini söyledi. Geçen yıl Ermenistan’a 200 bin turistin geldiği bilgisini veren Soyak, "Gelenlere ‘Türkiye ile Ermenistan sınırı açık olsaydı 3 günlüğüne buradaki tarihî yerleri gezmek ister miydiniz?’ sorusunu yönelttik ve çoğundan ‘evet’ cevabı aldık. Her yıl garanti olarak Doğu Anadolu Bölgesi’ne en az 300-500 bin turist gelir." dedi. KAYNAK ZAMAN
-
Ahmet Ünlü, iddiaları yalanladı: Kadınların olduğu denize girmedim
Ahmet Ünlü, iddiaları yalanladı: Kadınların olduğu denize girmedim Kamuoyunda ‘Cübbeli Ahmet Hoca’ olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü, Hürriyet Gazetesi’nde ve Arena programında yayınlanan görüntülere açıklık getirdi. Kendisi hakkındaki iddiaların tamamen uydurma olduğunu söyleyen Ünlü, yaptıklarının dine aykırı olmadığını belirtti. Ünlü, denize girdiği, güneşlendiği ve kiliseye gitmesinin yer aldığı görüntüleri şöyle açıkladı: “Denize girilmesine karşı çıkmadım. Kadın-erkek karışık olduğu yerde girilmesine karşı çıktım. Çıplak kadınların bulunduğu plajlarda gezmedim. Açık denizde yüzdüm. Kıbrıs’taki Salamış Otel isimli otelde havuz başında yemek yerken mayolu kadınların yüzdüğü iddia ediliyor. Otele yemek yemeye gittik. Ben içeri bile girmeden arabada iken, kadınların mayo ile restoranın içine girdiklerini öğrendik. Bunun üzerine uygun görmeyerek o otelden ayrıldık. Gittik bir büfede tost yedik. Buna kayınvalidem de şahittir. Tunus gezisinde Berberiler gösteri yaptı. Dansöz kadınlar gelirken biz dışarı çıktık. Kesinlikle dansözleri seyretmedim. Türkiye’ye getirdiğim de külliyen yalan. Hanımım yanımdayken nasıl getirebilirim? Cemaate ‘çocuklarını okula göndermemesi yönünde telkinde bulunduğum’ iddiası tamamen iftira. Mahmut Efendi kürsüden ‘herkes çocuğunu zorunlu eğitim çerçevesinde mutlaka okula gönderecek’ şeklinde fetva vermişti. Bu cemaatte kanunlara karşı kesinlikle bir durum olmamıştır. Biz de hem kanunlara hem de hocamızın tavsiyesine uyduk. Bütün çocuklarım okulludur. Millete de göndermeyin diye bir şey söylediğimiz yok. Bu arkadaş Beykoz’daki evime hiçbir zaman gelmedi. Eve girip plazma televizyonlar gördüğünü ileri sürüyor. Tamamen yalan, onun geldiği ev Çengelköy’de kayınpederime ait evdir. Bu ev de iki odalı bir evdi. Evimde plazma televizyon olduğu da yalandır. Kaldı ki ben ‘televizyon seyretmek haramdır’ şeklinde bir fetva vermedim. ‘Eşime 16 bin dolarlık saat hediye ettiğim’ iddiası da abartılı. Eşime aldığım saat beş bin dolarlıktı. 2 bin 500 dolarını ben verdim, 2 bin 500 dolarını ondan borç aldım ve taksitle ödedim. Ben lüksü seven bir adam değilim. Üzerimdeki elbise tam 10 yıl önce dikildi ve onu giyiyorum. Kiliseye gittim; ama 80 yaşındaki papaza Hz. Meryem’in ve Hz. İsa’nın Kur’an-ı Kerim’de nasıl yer aldığını anlattım.” Sağlamer: Bende para çok, görüntüleri satmadım ‘Cübbeli Ahmet Hoca'nın Malta'daki jet-sky'li fotoğrafını medyaya dağıttığı söylenen Mehmet Sağlamer ise para karşılığı şantaj iddialarının doğru olmadığını savundu. ‘Benim paraya ihtiyacım yok.' diyen Sağlamer, Volkswagen cipe bindiğini, değişik yerlerde evlerinin olduğunu belirtti. Sağlamer, görüntüleri cemaat içinden önde gelen kimselere verdiğini bildirdi. Görüntülerin bu kimseler tarafından servis edildiğini ve kendisine, ‘Biz bu görüntüleri şu kanala verdik ve para aldık. Sen de yaşadıklarını anlat.' denildiğini belirterek şöyle devam etti: “Ben hiçbir şekilde kendilerine şantaj yapmadım. Başkalarının yapıp yapmadığını da bilmiyorum. Televizyonlarla da para karşılığı pazarlık yapmadım. Benim bu paraya ihtiyacım yok. Cipim, Mercedes'im ve evlerim var. Bir TV kanalına, getirin 15 bin dolar görüntüleri vereyim diyerek başımdan savdım.” Kaynak ZAMAN - ALLAHA ŞÜKÜR ZAMAN GİBİ OLAYLARI ARAŞTIRAN İNSANLARI ÇARCABUK DAMGLAMAYAN BİR GAAETEYE SAHİP ÜLKEMİZ
-
Aydınlardan 'Kürt meselesi'ne çözüm paketi
Çatışmayı topluma yaymak istiyorlar, bu oyunu bozalım Türkiye, Eruh-Şemdinli baskınının yaşandığı 15 Ağustos 1984'ten beri bölücü terörle mücadele ediyor. Binlerce insan hayatını kaybetti, yüz milyar dolarlarla ifade edilen millî kaynak heba oldu. Türkiye'nin kanayan yarasını masaya yatıran Zaman Ortak Akıl Toplantısı, ‘Kürt meselesi'ne çözümler aradı. Yaklaşık 40 maddelik çözüm önerileri sıralayan aydınlar, sivil gücün daha çok inisiyatif alması üzerinde durdu. Ardından da önemli bir uyarıda bulundu: “Dağdaki çatışmayı topluma yaymak istiyorlar. Bu oyunun bozulması lazım. Atılacak ilk adım tansiyonu düşürmeye yönelik olmalı.” Kürt meselesindeki en büyük birleştirici unsurun din olduğuna dikkat çeken aydınlar, İslam ortak paydasında buluşan Türkler ve Kürtlerin Malazgirt, Çaldıran ve Çanakkale'de omuz omuza savaştığını belirtiyor. Ancak son dönemlerde dinî duyguların zayıflaması, insanlar arasındaki kardeşlik bağlarını zedeledi. Aydınların üzerinde durduğu bir başka konu da devletin kendi vatandaşıyla ilişkilerini sağlıklı bir yapıya oturtamaması. Etnik grupların ihtiyaçlarını görmezden gelmenin terör örgütüne yaradığını ifade eden yazarlar şu tespiti yapıyor: “Mesela Türkiye'nin bir Kürdoloji enstitüsü yok. Bin yıl birlikte yaşamış da olsanız, yanınızdaki insanın konuştuğu dili sözlük haline getirmeyi düşünememişsiniz. Şu anda Kürt çalışmalarının başını çeken, yöneten PKK'dır. Kendinize yasakladığınız alanı, PKK'ya özgür kılmışsınız.” Birçok ülkenin terör örgütünü desteklediğini hatırlatan uzmanlar, 5 sene önceki Kürt meselesiyle bugünkü sorunun aynı olmadığını kaydediyor. AB'nin ‘azınlık' tanımı, Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Irak'ın bölünmeye doğru gitmesi, Kerkük petrol bölgesinin durumu ve İsrail ilgisi olayın boyutunu değiştirdi. Kürtler arasında kafa karışıklığı yaşandığına dikkat çekilirken, “Dünya bölgesel entegrasyona giderken, ayrılmak lehimize olur mu?” sorusuna verilecek cevabın büyük önem taşıdığı vurgulanıyor. Aydınlara göre, Türkiye'deki kamu düzeni ve asayiş sorunu da Kürt meselesiyle irtibatlı. Mafyalaşma sebebiyle insanlar adil ve eşit rekabet şartlarında geçimlerini temin edemeyince, kendilerini illegal yollara başvurmak zorunda hissediyor. Bu noktada Kürt ve anti-Kürt kimlikleri önemli hale geliyor. -------------------------------------------------------------------------------- ALİ BULAÇ Gazeteci - Yazar Dünya entegrasyona giderken ayrılmak doğru mu? 5 sene önceki Kürt meselesiyle bugünkü aynı değil. Avrupa Birliği’nin Kürt konusunu ilerleme raporuna alması ve açık bir şekilde sahip çıkması, Kürtlerden azınlık olabilecek bir etnik grup olarak söz etmesi, bu sorunun rengini değiştirdi. ABD de şimdi soruna daha müdahil görünüyor. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) çerçevesinde Irak’ın bölünmesi, bu süreçte Kerkük petrol bölgesinin kurulacak muhtemel Kürt oluşumuna verilecek olması ve İsrail’in bu konuya ilgisi sorunun boyutunu değiştirdi. Bunun birtakım sonuçları ortaya çıktı. Kürtler kendi içlerinde şizofrenik bir duruma düştü. Kürt halkıyla, eliti ve aydınları arasında bir gerilim yaşanıyor. Halkın genelinde bir korku başladı. İki şekilde ortaya çıkıyor bu. Biri ‘bütün dünya arkamızda, AB ve İsrail bizi destekliyor? Ayrılmak doğru bir karar mı?’ İkincisi, ‘bütün dünya bölgesel entegrasyona doğru giderken, ayrılmak lehimize mi olur aleyhimize mi?’ Araplar, Farslar ve Türklerin tarihsel husumetlerini kazanır mıyız? ABD ve Avrupalılar geçmişte olduğu gibi bizi bir kere daha satar mı? Satsa ne olur? Bunu çok ciddi bir biçimde Kürtler kendi içlerinde tartışıyor. AB’nin azınlık tanımından bölge halkı rahatsız AB ilerleme raporlarında açıklanan, azınlık olabilecekleri yönündeki ifade, Kürt halkında ciddi bir rahatsızlığa yol açtı. Kürt elitinde belki bir rahatlık sağladı ama halkta rahatsızlığa sebep oldu. Çünkü azınlık statüsüyle hak ve özgürlükler konusunda avantaj kazanacak olsalar da azınlık olmak gayrimüslim duruma düşmek demek. Bu çok ciddi travmaya sebep olabilecek bir faktör. Benzer ifadeye Alevilerin de sıcak bakmaması doğru bir tanımlama olmadığını gösteriyor. Bölgeye baktığımızda, şehirleri ya Türklerin ya Süryanilerin ya Arapların ya da Ermenilerin kurduğunu görüyoruz. Bir Kürt şehri yok. Kürt mimarisi yok. Kürtler şehre indiği zaman bir süre sonra o şehrin rengine bürünüyor. Kolayca ona adapte olabiliyorlar. Batıya gelenler hem sermaye açısından hem kültürel açıdan diğer etnik gruplarla kolaylıkla entegre oluyor. Din ve tarihin Balkanlar ve Kafkasya’da kışkırtıcı, çatışmayı derinleştirici bir rol oynadığını; fakat Kürt meselesinde birleştirici olduğunu görüyoruz. Şimdi dinin itibardan düşürülmesi, dini duygunun şu veya bu sebeple zayıflaması bu çatışmanın ve yabancılaşmanın artmasının önemli sebeplerinden bir tanesi. Özellikle Güneydoğu’daki medreselerin çok hızlı bir biçimde 80’lerden itibaren tasfiye edilmesi bunda önemli rol oynamıştır. Sevr’i ilk yırtan Kürtler olmuştur Tarihsel olarak da Türkler ile Kürtlerin çatışma değil, kritik noktalarda ortak hareket ettiklerini görüyoruz. Tarihimizde 3 önemli kritik dönem var. Bunlardan biri 1071’dir. Bugün Güneydoğu dediğimiz bölge Hz. Ömer’den bu yana zaten Müslüman’dı. Türkler 1071’de Malazgirt üzerinden Anadolu’ya geldiklerinde o bölgenin Kürt ve Arapları 10 bin asker verdiler Alparslan’a. Anadolu’nun Müslümanlaşması için. Bizans ordusundaki Müslüman Kürt subaylar Alparslan’a yardım etti. Bu çok önemli bir şey. İkinci olarak, İdrisi Bitlisi’nin Çaldıran’da, Yavuz’un doğu seferinde oynadığı rol, Kürtlerin İran ile Osmanlı arasında tercih etme noktasında o kritik anda Osmanlı’nın yanında yer almaları son derece belirleyici olmuştur. Son olarak Kürtler, Mustafa Kemal’in, yanında yer almışlardır. Bu son derece önemlidir. Ve bence adil olmak gerekirse Sevr Antlaşması’nı ilk yırtan Kürtler olmuştur. Halbuki Arapların önemli bir bölümü çekip gitmiştir. Demek ki burada tarih ve din önemli, tabii meselenin sosyal, ekonomik ve uluslararası boyutları var. Bir de güvenlikle ilgili bir boyutu var. Yani uluslararası güvenlik sistemi bunu hangi çerçevede manipüle ediyor? Türkiye’nin, İran’ın veya Suriye’nin aleyhinde bunu kullanmak istiyorlar ve isteyeceklerdir. Fakat bu Kürt meselesinin kendi iç dinamikleriyle bir sorun olarak ortaya çıkmasını anlamsızlaştırmıyor. Hatta tam aksine daha fazla bunun üzerinde yoğunlaşılması gerektiğini düşünüyorum. Kürtlerin Türklerle evlenme oranı yüzde 9. Bu yüksek bir rakam. Bir başka önemli nokta, Balkanlarda etnik çatışma başladığında 350 bin evlilik ilk yıl boşanmayla sonuçlandı. Fakat Türkiye’de bugüne kadar çatışmadan dolayı boşanma olduğu duyulmadı, görülmedi. -------------------------------------------------------------------------------- SEDAT LAÇİNER Uluslararası ilişkiler ve Ortadoğu uzmanı, 18 Mart Üniversitesi öğretim üyesi Öncelikli sorun devlet-vatandaş sorunu Öncelikli sorunun devlet-vatandaş sorunu olduğunu düşünüyorum. Adıyaman’da, Diyarbakır’da, İstanbul’da, devlet vatandaşıyla ilişkilerini oturtmakta ciddi sorunlar yaşıyor. İkincisi Kürt sorunu. Üçüncüsü bir bölgesel kalkınma meselesi. Dördüncüsü, terör-güvenlik sorunu. Sorunların hiçbiri diğerini atlamayı gerektirmiyor ve birini anlamadan diğerlerini anlamak da mümkün değil. Kürt sorununa bakıldığı zaman, sadece Kürt sorununda değil Ermeni meselesinde de, -Rumlar artık aramızda yok ama Rum meselesinde de- üç aşağı beş yukarı benzer bir sorunla karşı karşıyayız. Türkler bu etnik grupları tanımıyor. Mesela bir Kürdoloji Enstitüsü yok Türkiye’nin. Kürtleri araştıran bir merkez oluşturmayı her zaman tehlike olarak görmüş. Mesela Ermenice-Türkçe sözlük yok. Aynı durum Kürtler için de geçerli. 1000 yıl birlikte yaşamış da olsanız, yanınızdaki insanın konuştuğu dili bir sözlük haline getirmeyi dahi düşünememişsiniz. Ben burada art niyetin sonradan ortaya çıktığını düşünüyorum. 12 Eylül darbesinden sonra, Kürtçü hareketlerle veya Ermenilerle karşılaşıldıktan sonra devlette ‘biz bunu yaparsak ülke bölünür’ düşüncesi ortaya çıkmıştır. Şu anda Kürt çalışmalarının başını çeken, yöneten PKK’dır. Kendinize yasakladığınız alanı, PKK’ya özgür kılmışsınız. Asıl mesele Türklerin milliyetçiliğin ne olduğunu bilmemesinden kaynaklanıyor. Milliyetçiliği birlikte yaşadıkları etnik gruplardan öğreniyorlar. Kurtuluş Savaşı’nda Rumlardan, Ermenilerden Türkçülüğün ilk nüvelerini aldığımız gibi, şu anda da Kürtçülük ve PKK teröründen Türkçülüğü öğrenmeye çalışıyoruz. Bu çok tehlikeli bir süreçtir. Kürtler ayrı sınırların içinde yaşamıyorlar, yani Ermenilerden çok daha farklı bir durumla karşı karşıyayız. Burada ülkenin bölünmesi noktasında PKK’dan çok Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)’nin alacağı tavır önemli. MHP bir yandan İslam’la ilişkisini, dinle ilişkisini sorgulamaya başladı, diğer taraftan da Kürt ve Türk arasındaki farkı PKK ile mücadeleye kıyasla belirlemeye başladı. MHP Türkçülüğü tanımlamaya çalışıyor, bu tanımlama içerisinde Kürt’ün ayrışmasını anlamak daha kolay. Dinci-Türkçü veya dindar Türkçülük gibi kendisini AK Parti’den ayırt edebilecek aşırı bir tanım geliştirmeye çalışıyor. Toplumumuzda linç kültürü olduğuna dair de şüphelerim var. Türkiye’nin başka bir topluma göre linçe daha meyilli olduğunu düşünmüyorum. Toplumun sinirlerine basarsanız, bir insan nasıl tepki verirse aynen öyle tepki alırsınız. Bu sinirlerle oynayanlar, o sinirleri korumak görevinde olanlar ise iş daha da çığırından çıkar. Kürtçü bir gösteri yapılıyor aynı simalar, Türkçü bir gösteri yapılıyor yine aynı simalar. Kendi zihinlerindeki Türkçülüğü yerleştirmek için Kürtçülüğü bir araç olarak kullanmak, PKK’yı şehre indirmek isteyenler var. PKK bağımsızlık hareketi değil Dünyadaki en kronik terör hadiselerinden birisiyle uğraşıyoruz. 26 yıldır yaşanan ve önümüzdeki 26 yılda yaşanmaması için hiçbir ümidimiz olmayan bir olayın içindeyiz. PKK, Kürt meselesini aşar nitelikte bir olay. Üst kadroda gayrimüslimler var. Bunlar akıl tabakasını oluşturanlar. Bir taşeron örgütlenme görüyorsunuz. Bu bir Kürtçü bağımsızlık hareketi değil. Amerika’dan İran’dan rol bekleyen bir örgüt var karşımızda. PKK’nın kendi yaptığı ankette, ‘Önderiniz kimdir, ruhani olarak kimi kendinize yakın görüyorsunuz?’ dendiğinde birinci olarak Zerdüştlük çıkıyor. Bunun iki boyutu var. Anadolu’daki dönmeler ile Ortadoğu ve dışında kalan bölgelerdeki Hıristiyan unsurlar PKK içerisinde yerini almış. Öldürüldükleri zaman çok net çıkıyor bu ortaya. Anadolu toprağında Müslüman olmayan bir kişinin savaşmasının çok büyük bir anlamı olması lazım. Türkiye’de şöyle bir yaklaşım var. Bu devlet o kadar çok hata yapıyor ki -işte 301 yüzünden yaşanan mahkeme süreçleri gibi - her haltı bu devlet işler mantığıyla düşünen ve hareket eden bir grup, bir de devlet hiçbir şey yapmaz mantığını güden bir grup bulunuyor. Oysa gerçekler bunun dışında. Ermenilerle PKK’lıların ortak imzalarını taşıyan bildiriler, belgeler var. Birlikte düzenledikleri eylemleri var. -------------------------------------------------------------------------------- MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE Gazi Üniversitesi öğretim üyesi, Zaman Gazetesi yazarı Ekonomik çıkar çatışması da etnik kökene bağlanıyor! Türkiye’nin kamu düzeni, asayiş sorunu var. Özellikle İstanbul’da kural tanımayan, hukuk tanımayan mafyalaşma sorunu var. Herhangi bir sorun çıktığında, insanlar kamu otoritesi aracılığıyla haklarını elde edemiyor. İnsanlar adil, eşit rekabet koşullarında geçimlerini temin edemiyor. Mutlaka kendilerini önlerindeki illegal yollara başvurmak zorunda hissediyor. Bu ciddi anlamda bir kamu düzeni sorunu. Bundan sonra bu sorun karşımıza ‘Kürt sorunu’ olarak çıkıyor. Çünkü insanlar, koşullar adil olmadığı zaman otomatik olarak sırtlarını dayayacakları bir cemaat hayatı yaratır. Kürt kimliği çok önemli hale geliyor. Türk için de anti-Kürt olmak çok önemli hale geliyor. Ekmeği elinden alınıyor, diyor ki, ‘bu Kürt olduğu için alınıyor’. Karşılaştığı sıkıntıyı etnik kimliklerle açıklamaya çalışıyor, aslında etnik bir sorunla yakından uzaktan alakası yok. Hatta kap-kaç olaylarıyla ilgili komplo teorileri üretiliyor. ‘Bu PKK’nın bir işidir’ diye. Kürt sorununu içinden çıkılmaz hale getirecek gibi görünen mesele de bu. Linç olaylarından bahsediliyor. Linç kültürü bu toplumda var ama Kürtlere yönelik bir linç kültürü gelişiyor diyorsanız, bundan önce şunu söylemeniz lazım: Linçin gerçekleştirilebileceği bir zemin var demektir. Kamu otoritesi bunu engelleyemiyor demektir. Kamu düzeni, asayiş sorununun, kendi başına Kürt sorununu içinden çıkılmaz hale getirdiğini düşünüyorum. Etnik kimlikleri öne sürerek çatışmak ilkel bir şey. Vahşi bir şey. İnsanı insanlıktan çıkaran bir şey. Şimdi öyle anlaşılıyor ki önümüzde duran çözüm büyük ölçüde Türkiye’de tansiyonu düşürmek. Sorumluluk bilincini artırmak ve bu gayri insani eğilimi teşhir etmek. Çünkü bu büyük ölçüde halka da yayılan bir havayla tetikleniyor. Yani tutup basit bir ekonomik çıkar çatışmasını etnik kökene indirgemek, Kürt olmasıyla suçlayıp arkasına destek almaya çalışmakla, toplumsal olayda ‘vurun öldürün’ diye insanlıktan çıkmak arasında çok ciddi manada bir fark yok. Bu sorumluluk bilincini ve insani nitelikleri yeniden vurgulamak, önümüze çıkacak sorunların büyük bir kısmı için önemli hale gelecek. -------------------------------------------------------------------------------- MUSTAFA AKYOL Gazeteci-yazar, ‘Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek’ isimli kitabı var. Aşırı Kürtçü de aşırı Türkçü de İslâm’dan rahatsız Meselenin adı Kürt sorunu. Meselenin tanımına girersek bence bu bir eksik entegrasyon sorunu. Kürt vatandaşlarının bir kısmı Türkiye’ye entegre olmuş durumda. Yani kendilerini Türkiye toplumunun bir parçası kabul ediyorlar ve geleceklerini Türkiye’de görüyorlar. Bir diğer kısmı ise Türkiye’ye entegre olamamış olanlar. Bunlar Türkiye vatandaşı olmaya devam edecekler mi yoksa başka formüller mi arayacaklar? Bu uzun vadede bağımsızlık olabilir ya da ona giden federasyon gibi birtakım hedeflerden söz edilebilir. Eksik entegrasyon neden var peki? ‘Her ne kadar Cumhuriyet 1920’de kuruldu, Türkler kurdu’ dense de, Mustafa Kemal Paşa’nın 1920’de Meclis’te yaptığı konuşmada ifade ettiği gibi, Türkiye anasır-ı İslamiye üzerine kurulmuş bir ülke. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun Müslüman unsurları. Türkler hakim olmak üzere, Kürtler, Çerkezler hatta Araplar diye devam ediyor. Zaten Kurtuluş Savaşı’nda düşmana karşı birlikte mücadele ediyorlar. Türkiye, PKK terörü ile karşılaşıncaya kadar Kürt realitesini inkar etti. Rahmetli Özal’dan başlayarak bir realiteyi kabul etme süreci başladı. İnsanlara dillerini yasaklayarak belli bir kimliği kabul ettirmenin ne Türklere ne de Kürtlere fayda sağlamadığı görüldü. Sorun, kendini Kürt olarak ifade eden, ‘ben Kürt’üm; ama aynı zamanda TC’nin mutlu bir vatandaşıyım, bu Cumhuriyet’in sınırları içinde yaşamaktan memnunum, bu bayrağı sahipleniyorum, ortak kaderimiz var, tarihimiz var’ diyen bir bilincin nasıl yerleşeceği? Kürt vatandaşlarımızın bir kısmında zaten bu yerleşmiş durumda. Entegrasyonun çok farklı yönleri var. Biri ekonomik entegrasyon. Güneydoğu’da pek çok insanın Türkiye’den ekmek yediğini, Türklerle iş yaptığını hissetmesi gerekir. Bugün önde gelen Kürt işadamları, iş bağlantıları ve batıda yerleşmiş bulunmaları gibi nedenlerle ayrılıkçı harekete sempati beslemiyor. İkinci kritik konu ise kültür meselesidir. Hepimiz Osmanlı İmparatorluğu’nun çocuklarıyız. Bu birikimin kültürel olarak sahiplenilmesinde fayda var. Türklük kelimesinin bir etnik manası bir de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı anlamı var. Üst kimlik olarak Türklüğün, TC vatandaşlığı olarak içinde farklı etnik kökenleri barındırdığı net bir şekilde ifade edilmeli ve Kürt vatandaşları kapsadığı hem entelektüeller hem de devlet tarafından ortaya konulmalıdır. Ayrıca, Türk devletinin Kürtleri kucakladığını çok açık bir biçimde göstermesi gerekir. Kürt kültüründen, Kürt müziğinden yararlanılmalı, Kürdoloji enstitüsü ve Kürt tarihi gibi kavramlara tavır koymayıp bilakis, Osmanlı’dan beri gelen Türkiye zenginliğinin bir parçası olarak bu benimsenmelidir. Din tehdit olarak mı görülmeli? Kürt milliyetçileri, özellikle ayrılıkçılar İslam’dan rahatsızlar. Bu konuda internette çok yayın var. “İslam’dan kurtulmadıkça bağımsız Kürdistan’a sahip olamayacağız. Çünkü hep İslam nedeniyle Türklerle, Araplarla kardeşlik masalına inandık” söylemini kullanıyorlar. Diğer taraftan da Nihal Atsız ekolündeki Türkler de yayın yapıyor. Bunlar da aynı şekilde İslam’dan rahatsız. İslam’ın birleştirici ruhunun sürekli aleyhinde propaganda var. İlginç bir şekilde Türkiye’nin Türkçüleri ve Kürtçüleri ortak bir noktada buluşuyor; İslam ve Osmanlı geçmişine tepki. Bundan uzak duruyorlar. Türkiye’de devletin bu durumda şunu sorması gerekir: Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü savunmanın yolu nereden geçiyor? İslam, Türkiye’ye tehdit olarak mı görülmeli yoksa güvenliğin temeli olarak mı? Bunu devletin yeni baştan düşünmesi gerekli. Siyaseten baktığımızda da Güneydoğu’da Kürtlerin geçmişte Demokrat Parti’yi, Özal’ı desteklediğini görürsünüz. Daha sonra Refah ve AKP’yi görüyorsunuz. Yani Güneydoğu’da PKK çizgisindeki partilerin alternatifi Sayın Cumhurbaşkanı’nın söylemine sahip bir parti değil. CHP değil; AKP. Niçin o? -------------------------------------------------------------------------------- ÜMİT FIRAT Serbesti Dergisi yazarı, şiddet karşıtı Kürt aydını kimliği ile öne çıkıyor. Çatışmanın topluma yayılması planlanıyor, bu oyunu bozalım Türkiye’nin bazı devlet politikaları ne yazık ki birçok Kürt’ü silahlı mücadeleye itti. 1984’te cezaevindeydim. PKK ve onun lideri hakkında bazı ön bilgilere sahip olmasaydım ben de cezaevinde ‘helal olsun iyi ki başlattılar’ diyebilirdim. O hareket ve önderine güvenmediğim için endişeyle karşıladım. Ama 1984 koşullarında o bölgeye baktığımızda hiç de garipsenecek bir durum yoktu. 1970’te Nisan’da bölgede komando operasyonları diye toplu köy aramaları başlamıştı. Askerler köyleri basıyor, topluca köylüleri soyunduruyor, olağanüstü eziyetler yapıyordu. 1970’te 3 yaşındaki çocuklar 1980’li yıllara gelindiğinde militan olma çağına geldi ve dağlara gitti. Cezaevindekiler de çıktığında onlar da dağa katıldı. Kullanılmış olmalarına rağmen, çok kötü niyetli, pek çok uluslararası çıkar ilişkisi peşinde koşan ülkelere, siyasetçilere rağmen cezaevinden çıkıp da dağlara gitmemek bayağı sabır işiydi. Türkiye, AB sürecinde artık bir dünya devleti olma kararı aldı. İşte o zaman ben ve pek çok Kürt arkadaşım umut beslemeye başladık. Hukukun üstünlüğü olacaksa artık biz de burada yer alırız, bu ülkede yaşayabiliriz dedik. Ama şunu söylemeliyim; Türkiye’yi yönetenler baskı ve asimilasyonla bu işi götürmeye çalıştılar. Hâlâ götürmeye çalışıyorlar. En azından Avrupa’ya adım atmak ve Kopenhag Kriterleri’ne uyum sağlamak üzere bunun olmayacağını anladılarsa, o zaman biz de bu ülkenin başka insanlar gibi özgür yurttaşı olmayı neden tercih etmeyelim? Ederiz. Ve bugün de onun mücadelesini veriyoruz. Türkiye’de potansiyel olarak AB ile temel hak ve özgürlüklerin yerleşmesine en büyük destek Kürtlerden gelmektedir. Bütün hayal kırıklıklarına rağmen, Türkiye’nin özgürlüklerin yaşandığı bir ülke olmasına yönelik olarak Kürtlerde büyük bir umut, bir beklenti vardı. Korkarım, bu son zamanlarda gittikçe kırılıyor. PKK-Ermeni işbirliğinde Rus parmağı PKK’nın ‘Kürdistan’ dediği topraklara, Ermeniler, ‘Ermenistan’ diyor. PKK ve Asala 1981’de Beyrut’ta kol kola girmiş olabilir. Bu işbirliği için KGB ajanlarının her iki tarafı da manipüle ettiğini düşünüyorum. PKK, Urfalı bir köylü delikanlının, Şam’da ortaya çıkıp ‘artık bir silahlı mücadeleye gireyim, arkamda da militan ordum var, bu işi başlatayım’ deyişiyle ortaya çıkmadı. Birtakım devletler, siyasetler, lobiler işin içinde olmasa böyle bir silah pazarına giremezsiniz. Öyle Abdullah Öcalan’ın kafasına esip de vereceği bir kararla gerçekleşecek olay olmadığı açıktır. Onun zaman zaman ateşkes çağrısı yapması ve bunu uygulamaya koyması çok pahalıya ödettirilmiştir. Mesela Şemdin Sakık 1995’te, bir ateşkes döneminde İran’dan bir grup PKK militanıyla silah teslim alıyor sınır bölgesinde. Silahlar kamyondan inerken, İranlı teğmen geri yükleme emri veriyor. ‘Ne oluyor?’ diyorlar. Gidin, şefinize sorun; ateşkesi ilan ederken bize mi sordu? 24 Mayıs 1993 günü MGK toplantısında Güneydoğu’da ekonomiyi iyileştirme tedbirlerinin acilen yürürlüğe konulması, bir hafta sonra da OHAL’in kaldırılması, eylemlere katılmayan PKK’lıların cezalandırılmadan bırakılması, eylemlerde bulunanların da kademeli aflarla günlük hayata kazandırılması kararı alındı. Aynı gün hükümet toplandı. Demirel ve Erdal İnönü’nün de bulunduğu bir Bakanlar Kurulu toplantısında MGK kararı benimsendi. Ama o toplantı dağılmadan Bingöl’de 2 otobüs durduruldu. 33 er ve 2 sivil kurşuna dizildi. Aradan 6,5 yıl geçtikten sonra bir daha ‘savaşa son’ çağrısı yapıldı. O yıla gelene kadar 6,5 yılda neler oldu? Savaş en yüksek düzeye o dönemde tırmandı. En çok insan kaybı o dönemde verildi. Türkiye, her yıl bütçesinde olmayan 10 milyar doları borçlanarak askerî harcamalara ayırdı. Görülüyor ki bir tarafın ‘ben bu işten vazgeçtim’ demesi yetmiyor. Birtakım uluslararası ilişkiler, politikalar var. En son Diyarbakır’da Koşuyolu Parkı’nda patlayan bomba da 33 er tarzı, bir şeyin ertelenmesi, gündeme alınmaması yönünde bir olaydı. ‘Kim yaptı?’ sorusunun cevabını aramıyorum. Bunu yapıyorlar. Bu da insanların daha fazla birbirinden ayrışmasını haber vermektedir. Vahim olan da budur. 15-20 yıl önce Kürtler içinden çıkan ya da çıkarılan bir örgütle Silahlı Kuvvetler arasındaki çatışmanın, bugün ne yazık ki topluma yayılması planlanıyor. Bu çok vahim. Esas olarak benim için Kürt meselesinden daha önemlisi Kürtlerin ve Kürt olmayanların sonu belli olmayan kanlı bir boğazlaşmaya gitmesi. Kim kaybeder; herkes kaybeder.
-
Aydınlardan 'Kürt meselesi'ne çözüm paketi
Zaman Ortak Akıl Toplantıları, kanayan bir yaraya daha parmak basıyor. Kürt meselesini masaya yatıran aydınlar, yaklaşık 40 maddeden oluşan çözüm önerileri sıraladı. ● İşte çözüm önerileri Binlerce insanın canına mal olan, kaynakları heba eden terör belası, bin yıllık kardeşliği bozmayı hedefliyor. Ortak tarih, kültür ve din şuuruyla perçinlenen birlikteliğe mayınlar döşüyor. Çözümün parçası olmak Türkiye, son 20-25 yılda ekonomiden siyasete, kültürden medyaya her alanda değişiyor. Bu hızlı değişime inat, bir konu ısrarla varlığını sürdürüyor. Adına ister Güneydoğu meselesi, ister Kürt sorunu, ister terör diyelim, sonuç fazla değişmiyor. Türkü ve Kürtüyle binlerce insanımızın canına mal olan, sınırlı kaynaklarımızı heba eden bu bela, artan şehit cenazeleri, Iraktaki gelişmeler ve ateşkes çağrılarıyla yine gündemde. Hazirandaki dalgalanma münasebetiyle Türk ekonomisinin tıkandığı noktaları ve çözüm yollarını ele alan Ortak Akıl Toplantısı, bu kez Kürt Meselesini masaya yatırıyor. Binlerce yıllık ortak tarih, kültür ve din şuuruyla perçinlenen bir kardeşliği bozmayı hedefleyen tuzaklar karşısında, topluma akl-ı selimi hatırlatmayı gazete olarak milli bir görev biliyoruz. Sorunun boyutlarının farkında olduğumuz gibi, bir toplantıyla çözülemeyeceğinin de farkındayız. Ayrıca asla bir çözüm ya da tanım dayatmaktan yana değiliz. Amacımız sağduyu sahibi aydınların özgürce görüşlerini ifade edeceği bir platform olmak. Böylece çözüme bir nebze katkımız olursa, ne mutlu Kanayan yaranın iyileşmesi için herkese fedakârlık düşüyor. Aydınlar, çözümün sadece askerden beklenemeyeceğini vurguluyor. Asker, PKK ile mücadelede başarılı; ama çözüm için askerî tedbir yetmez. Uzmanlara göre, sivil güç direksiyona geçerek daha çok inisiyatif almalı. Eğitim, ekonomi ve kültürel alanlarda atılması gereken birçok adım var. Türkiyenin batısı ve doğusundaki sivil toplum örgütleri ile kanaat önderleri de elini taşın altına koymalı. Yazarlar, kültürel, dinî ve eğitim haklarıyla ilgili talepleri karşılayabilecek demokratik adımların, önemli bir rahatlama sağlayacağını kaydediyor. Ortak Akılda öne çıkan konulardan biri de PKKnın, Türkiyenin AB sürecini engellemeye çalışması. Bu sebeple reformların önünün kesilmesine izin verilmemeli. Kimse AB standartlarındaki hukuk sisteminden kaçıp Asya devleti olmak istemez. Aydınlar, insanları dağa çıkmaya iten şartların ortadan kaldırılması gerektiğini söylüyor. Pozitif ayrımcılık uygulanarak bölgeye özel yatırımlar yapılması, sosyal ve ekonomik çöküntüyü hafifletir. Doğu ve Güneydoğunun yaşadığı travma ile şehit ailelerinin dramına özellikle dikkat çekiliyor. Nelerin yaşandığına bakılması ve iki tarafın da birbirinin acısını anlayabilmesi üzerinde duruluyor. Türkiyede empati duygusunun gelişmesi gerekiyor. Devletin de geçmişteki hatalarından ders çıkarması konusunda fikir birliği var. Kürt meselesinin uluslararası boyutlara taştığına dikkat çeken aydınlar, çare ve çözümün tek başına Türkiyenin elinde olmadığını vurguluyor. Terörün amacına ulaşmaması için toplumun sağduyusuna ihtiyaç var. Aydınlar, Türk-Kürt gerginliğinin içinden çıkılmaz hale gelmemesinde MHPye de büyük görev düştüğü inancında: Provokasyonların yol açacağı eylemlere fırsat tanınmamalı. ---------------------------------- İŞTE ÇARPICI TEKLİFLER Çözümü sadece askerî tedbirlerde aramak yanlış [sEDAT LAÇİNER- Uluslararası ilişkiler ve Ortadoğu uzmanı, 18 Mart Üniversitesi Öğretim Üyesi] Sivil güç daha çok inisiyatif almalı 1- Sivil güç daha çok inisiyatif almalı, şoför koltuğuna oturmalı. Sivil güç gerçek iktidarı eline geçirebilirse, halk PKKnın birçok adamını kendi eliyle devlete teslim edecektir. Yani burada PKK ile Kürt meselesinde büyük bir ayırım var. Buradaki ana mesele, bu ülkenin şoför koltuğunda kimse yok. Güvenlik ve kamu düzeni, bunlar yüksek politikadır. Ekonomi, köprü yapımı, bunlar alt politikadır. Eğer birincisini yapamazsanız ikincisini hiç yapamazsınız. Şimdi birincisinde sivil otoritenin, seçilmişlerin, etkisinin de yetkisinin de sıfıra yakın olduğunu düşünüyorum. Bugün PKKnın bitirilmesi konusunda başbakan ve bakanları en az yetkili kişilerdir. Dün de böyle olmuştu. Süleyman Demirele "Neden bu sorunu bitirmediniz?" diye sorulduğunda, "Asker bir şey istedi de vermedik mi? Polis silah istedi de vermedik mi?" demiştir. Yani şunu söylemeye çalışıyor: Benim burada ne rolüm olabilir ki? Ben barajlarla uğraştım. 2- Kürtlerle entegrasyonu aşacak bir yakınlık var, bu yakınlık işlenmeli. Entegrasyon, ulusçuluk, bunlar Batı kavramları, bizim sorunlarımızı çözmemizde sistemli düşünme anlamında çok faydalı olabilecek kavramlar. Ancak Türklerle Kürtler arasında entegrasyon probleminin Batıdaki anlamda olduğunu düşünmüyorum. Hatta entegrasyonu aşan bir yakınlık var. Linç noktasına gelmiş bir Amerikalı genç grubu daha sonra oturup da linç edecekleri kişiyle kahve içip, sarılıp birlikte maç izleyemez. Ama eminim ki Sakaryada hatta Trabzonda aşırı sol gruplarla yaşanan olaylar sonrası polis, tarafları karakolda bir araya getirse Kardeşim oturun konuşun dese, 5 dakika sonra siz onları tanıyamazsınız. Bakın bu başka bir iklimdir, başka bir medeniyettir. Yani bunu Batı kavramıyla çözmek mümkün değildir. 3- Terör endüstrisinin bulunduğu gerçeğinden hareketle alınacak önlemler gözden geçirilmeli. Sadece Kürt sorunu diye işin içine girersek birçok şeyi göz ardı etmiş oluruz. Bir terör endüstrisi var. Yılda 10 milyar dolar, kimilerine göre 15 milyar dolar, eğer siz bunu Amerikanın kullandığı rakamlara göre düşünürseniz 40-50 milyar dolara yakın bir rakamla her yıl karşı karşıya kalırsınız. Burada büyük bir endüstri var bakın. Burada refleksler oluşur. Bir sorun 26 yıl, her yıl 20 milyar-30 milyar dolar harcanarak devam ediyorsa orada kemikleşmiş refleksler oluşur. 4- Kepenk kapat diyenlere fırsat verilmemeli. Güneydoğu sokaklarında dolaşıp insanlara emir veren, kapat kepengi diyen, yaşlı insanlara tokat atabilecek, bir mahalleyi tamamen terörize edebilecek insanlar var. Bir iktidardan bahsediyoruz. PKKnın konumunu kaybetmesi işlerine gelmez. Bu değişimi istemeyen çok sayıda insan var. --------------------------- [ALİ NİHAT ÖZCAN - Terörle mücadele Uzmanı Araştırmacı] Çözüme değil, yönetilebilirliğe odaklanalım 1- Bu sorunun çözümü yok; nasıl yönetilebileceği düşünülmeli. Karşı tarafın veya bu işte talepleri olanların talep sınırlarının tatmin edilmesinde zorluklar var. Devlet sistemi veya demokrasi ile sonuç alınması isteniyorsa, siyasi şahıslar Kürt meselesini çözmeye çalıştıklarında bir de Türk meselesi ile karşı karşıya kalmak gibi riskleri var. O yüzden de Sayın Erdoğanın Diyarbakırda yaptığı konuşmadan bir müddet sonra bu işten vazgeçmesi bence seçmen refleksli bir davranıştı. Bunu anlamakta zorluk çekmiyorum. Demokrasilerin bir anlamda zaafıdır bu. Demokrasilerin bu sorunu yönetme konusunda çok araçları yok, zaman zaman zorlanıyorlar. 2- Anayasanın değiştirilmesi uzun zaman gerektiriyor; kolay gözükmüyor. Talepleri mevcut Anayasaya göre karşılamanız mümkün değil. O zaman oturup Anayasayı değiştireceksiniz. Demokratik araçlarla değiştirme şansınız var mı? Teorik olarak var ama pratikte böyle bir hamle yapacak partinin, ikinci seçimde kalması mümkün mü? O yüzden bu tür bir tartışma çözümü zorlar. 3- "Ben devletim" deyip içeri girecek ve sorunu çözecek bir güç yok. Devletten neyi kastediyoruz? Devletten kastettiğimizin ne olduğunu net olarak ortaya koyabilirsek muhataplarımızın kim olduğunu, sorumlusunu bulacağız. Ama şu geldiğimiz aşama itibarıyla bence ortak bir aklı temsil eden, stratejik düşünme yetenekleri olan ya da bizim arzu ettiğimiz gibi böyle ben devletim diye, kapıdan içeri girip sorunu çözecek biri yok. 4- Sorun uluslararası olduğu için tek çare ve çözüm sizde değil; o yüzden çözüme değil yönetilebilirliğe odaklanmak gerekiyor. Bu meselenin nasıl bir boyut arz edeceği ile ilgili en önemli parametre ABDnin bölge politikaları ve ABnin bölgeye ilişkin beklentileri ile bu iki gücün Türkiyeye ilişkin politikaları. Bir de çok görünmeyen; ama çok etkili olan Rusya ve İran gibi aktörler var. Dolayısıyla buradaki denklemi küçük hamlelerle istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz. 5- Yönetilebilirlik sadece Kürtleri değil, Türkleri de kapsıyor. Bu sorunu hangi otorite çözecekse, Kürt meselesini yönetmeye talip olduğunda onun ortaya çıkaracağı Türk meselesini de yönetmesi lazım. Burada birtakım adımlar atıp söylemler geliştirmeye başladığınızda, Türk kesiminden de tepkiler yükselecektir. O zaman hem oraya hem de buraya bakmanız lazım. 6- Yönetilebilirlikte en az maliyetin de düşünülmesi gerekir. Böyle bir projeyi yönetmeniz için kaynak ayırmanız lazım. IMF politikaları ile bu bölgeye ne kadar para ayırabilirsiniz tartışılır. Bu ayırdığınız parayı da rasyonel kullanma yeteneğinizin tespit edilmesi lazım. Kaynak tahsisinin, sorunu gerçekten çözmeye mi yoksa başka işlere mi yarayacağını geçmiş 20 yıllık tecrübelerimizden biliyoruz. 7- Meselenin kültürel, hukuki ve Diyanet boyutu var. Bütün bunların ortak bir potada birbiri ile çelişkiye düşmeden uygun strateji ile yönetilmesi lazım. Beceremezseniz, daha yüksek maliyetle bunu yaşamaya devam ederiz. ---------------------------- [ALİ BULAÇ - Gazeteci - Yazar] Bölgeye özel pozitif ayrımcılık yapılmalı 1- Federasyon iyi bir çözüm değil, etnik arındırmaya sebep olur. Federasyon seçeneği ister istemez etnik arındırmayı temel alacaktır. Bölgede yaşayan Türk ve Arapların Batıya, Kürtlerin de güneye tehciri gerekir. Bu, nüfusun % 35inin göçe tabi tutulması demek. Hiç makul bir çözüm değil. 2- Çözümü sadece askerî tedbirlerde aramak yanlış. Türk askeri, PKKya karşı mücadelesinde aslında başarılıdır. Latin Amerika ülkelerinde bir gerillaya karşı bir asker ölürken bu oran 1993ten sonra Türkiyede sürdürülen mücadelede altı PKKlıya karşı bir askere düşürüldü. Ama toplam kayıplar dünyada olmayacak kadar yüksek. 3- Sosyal ve kültürel anlamda adım atılmalı. Mücadelenin ekonomik, sosyal ve kültürel olarak desteklenmesi gerekir. Kürtlerin ümidini Türkiyeye bağlamak lazım. 4- Bölgeden 12 Eylülün izleri silinmeli. Değiştirilen köy isimleri iade edilmeli ya da iki isim birlikte kullanılmalı. Bölgedeki psikolojik ortamı etkileyen durumlar ortadan kaldırılmalı. 5- Ekonomide pozitif ayrımcılık yapılmalı. Türkiyenin güvenliği, devletin bekası, sosyal bütünlük ve 75 milyon insanın geleceğini yakından ilgilendirdiği için IMF politikalarının dışına çıkıp, pozitif ayrımcılık yapılmalı. Bölgeye özel bir ilgi gösterilmeli, özel yatırım yapılmalı. 6- Bölgedeki temsil sorununu aşacak seçim sistemine geçilmeli. Kabul etmek lazım ki siyasi bir temsil sorunu var bu bölgenin. Bölge halkı TBMMde yeterince temsil edilmemektedir. Bu barajın düşürülmesi gerekir ya da Türkiye milletvekilliği gibi farklı modellerle bunun çözülmesi icap eder. 7- İslami kardeşlik bilincinin geliştirilmesi gerekir. Bölgedeki sivil İslami, dini kuruluşlar üzerindeki baskıların kaldırılması gerekir. Yani orada tarikatlar yasak, tekkeler yasak, zaviyeler yasak, medreseler yasak, Kuran kursu yasak. Peki bu Kürt bu Türkle nasıl bir arada yaşayacak? 28 Şubat veya 27 Mayıs konsepti ile 12 Eylül uygulamaları aslında Türkiyenin güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. 8- Türkiye, İran, Irak ve Suriye arasında ekonomik işbirliği güçlendirilmeli. Türkiyedeki Kürtleri, Irak Kürtlerinden, İran ve Suriye Kürtlerinden ayıramayız. Herkes kendi bayrağını koruyabilir, fakat adı konulmamış bir AB modeli geliştirmemiz gerekir. Türkiyenin inisiyatifinde bölgesel bir işbirliği geliştirilmelidir. 9- İki toplumun sivil toplum kuruluşları, medyası ve bilim adamları arasında iyi ilişkiler geliştirilmeli. Sorunların ortaklaşa konuşulabileceği gezilerin, toplantıların yapılmasında fayda mülahaza ediyorum. ------------------------- [MUSTAFA AKYOL - Gazeteci-Yazar Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek isimli kitabı var.] Devlet, geçmişteki hatalarından ders çıkarmalı 1- Türkler, Kürtlerin trajedisini anlamaya çalışmalı. Çok büyük bir travma yaşanmış bölgede. İsyanlar bastırılmış, işkenceler, boşaltılan köyler yani bir sürü olay var. Bunu çoğu insan bilmiyor. Birçok Türk, "Kürtlerin ne derdi var? Bunlara ne oluyor?" diyor. "Kürt diye bir şey yok, yabancılar tarafından satın alınmış birtakım adamlar ortaya çıktılar" diye düşüneni bile var. Toplumsal olarak ne yaşandı? Bu insanların tepkisi nereden geliyor, bunların konuşulması lazım. Türk tarafının da büyük bir trajedisi var, çocukları öldü, şehit ailelerinin durumu ortada. İki tarafın da birbirinin acısını anlayabilmesi bence çok önemli. 2- Devlet daha önce yapılan hatalardan ders çıkarmalı. Başbakan Güneydoğuda devlet hatalar yaptı dedi. Bence bunun arkasından gitmek, nerede, ne yaptık anlamak lazım. Bundan çekindiğiniz sürece bir tarafta yıkıntı olacak, diğer taraf da bunlar neden böyleler diye düşünecek. Bunun medya yoluyla, toplumsal diyalogla aşılması lazım. 3- Liberal demokrasi herkesin isteyeceği bir amaç olmalı. Ümit Fırat Bey, Ben bir Kürtüm; ama demokratik bir ülke olduktan sonra Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşamayı kabul ediyorum. diyor. İstenecek olan da liberal özgürlükçü demokrasi. Çözüm herkese kültürel haklarını, din ve eğitim hakları sağlayacak bir demokrasidir. 4- Federasyon mümkün değil, gerilimi tırmandırır. Federasyon bölünme demek, insanların bir taraftan diğer bölgelere göç etmesi gerilimi daha da tırmandıracak bir şey. 5- Kürt radikalleri makul bir çizgiye çekilmeli. Kürt radikallerin makul çizgide kalarak varılan durumu kabul ettiklerini açık şekilde ortaya koymaları şart. Türk tarafının ise inkar politikasını terk etmesi gerekiyor. 6- 2 bin 3 bin yıllık tarih değil, Osmanlı tarihindeki birliktelik vurgulanmalı. Milli duygularımızdan bahsederken, bu gücü 2 bin-3 bin yıl öncesinin Orta Asyasında değil, hepimizin ortak geçmişi olan Osmanlıda bulmamız lazım. 7- Türkiye, Irakın bütünlüğünü savunmalı; ama kötü senaryoya da hazır olmalı. Türkiyenin Kuzey Irak konusunda Kürtlerin korkulu rüyası olma stratejisini tamamen terk etmesi lazım. Biz Irakın bütünlüğünü savunuyoruz ama bölge için kötü senaryo yaşanacaksa, Türkiyenin orada doğacak olan Kürt oluşumunun düşmanı olmak yerine dostu olması daha doğrudur. ---------------------------- [bejan Matur / Kürt kökenli şair, yazar] PKK, Kürtlerin geleceğine ipotek koyuyor Kürtler diyebileceğimiz yekpare, homojen bir topluluk yok. Kürtler derken beklentileri, politik kaygıları, anlayışları çeşitli bir topluluktan söz ediyoruz. Dolayısıyla Kürt sorununu tek başına sosyal, ekonomik ya da asayişle ilgili bir sorun olarak göremeyiz. Bir entegrasyon sorunu gibi görmek de yanlış ve yetersiz bir tespit. Çünkü Kürtler yaşadıkları topraklarda göçmen ya da göçebe değiller. Kürt sorununun temelinde bir kimlik talebi yani bir özgürlük ve demokratik hak talebi var. Aidiyet duygusundan beslenen bir var olma çabası meselenin kaynağını oluşturuyor bana göre. Yeryüzünün bu parçasında doğmuş ve üstelik tarihi boyunca oradan hiç ayrılmamış bir topluluğun kendisini yıllarca yok sayan, birlikte yaşadığı diğer topluluğa ben varım, beni gör, varlığımı teslim et demesiyle başlayan, sonrasında şiddete dönüşen ve bugüne gelen bir sorundan söz ediyoruz. Karşılıklı olarak birbirimizi algılamamızda bir sorun olduğunu düşünüyorum. Basit bir empati değil sözünü ettiğim. Bu topraklarda yaşayan bir Kürtün kendisini nasıl hissettiği, nasıl tarif ettiği ile ortalama bir Türkün derinden ilgilendiğine dair kuşkularım var. Kürtler ve Türkler, bölgenin en çok kaynaşmış iki toplumu olabilir; ama bugün birbirlerini anlamalarının önünde ciddi engeller var. Dil meselesini ele alalım. Düşünün, geçen gün Osman Baydemir de söyledi, binlerce Kürt Türkçeyi okul sıralarında biraz da zorla öğreniyor. Benim çevremde de hemen herkes böyleydi. Ablalarım, arkadaşlarım Bu nasıl bir ayrışma yaratıyor görmek lazım. Benim çocukluk yıllarımda okulda bir öğretmenimiz vardı ve her gün adına gizli polis dediğimiz bir arkadaşımızı görevlendirir evlerinde anneleriyle Kürtçe konuşan talebeleri tespit ettirirdi. Şimdi bunun yarattığı travmayı bir düşünün. Durum böyleyken Kürtlerin ne sorunu var? diyen insanlar, kitleler var bu ülkede. Aynı biçimde Kürtler de Türkleri algılamakta zorlanıyorlar. Karşılıklı birbirimizi anlayabileceğimiz insani bir dil bulmak zorundayız her şeyden önce. Politik bir zemin bulmadan önce insani bir zemin yaratmalıyız, çünkü politik tercihlerimiz ne olursa olsun birbirimizin travmalarını, acılarını anlamaktan mahrumuz. Politik, ekonomik adımlardan daha önemli bu. Bu kadar derin kökleri olan bir sorunda, çözüm şudur gibi afaki cümleler kurmak pek anlamlı değil. Tam tersi büyük çözüm önerilerindense, küçük de olsa her kazanımı önemsememiz gerekiyor. Bir yanda bazı Kürt siyaset çevreleri bu kadar sınırlı bir özgürlük zemini varken "ABnin Kürtlere vereceği haklar bize yetmez, biz bunları kabul etmiyoruz" gibi ifadelerle ortaya çıkıyorlar. Bu bakış açısı sorunu daha baştan kilitliyor. AB sürecinde elde edilecek kazanımların Kürtlere sağlayacakları bu çevrelerin çok da umurunda değil. Çünkü Kürtler adına siyaset yapanlar bağımsız bir irade gösteremiyorlar. İmralıya bağlılar. Kürtler adına söz aldıklarında sıraladıkları talepler iki maddeyle sınırlı. Dağdakiler indirilsin, Öcalan serbest bırakılsın. PKKnın legalleşme ihtiyacının Kürtlerin geleceğine ipotek koyduğu açık. Kürtler açısından en temel sorun bu bence. Kürtlerle Türklerin birlikte yaşama iradesinin erozyona uğradığı endişesi taşıyor bazı insanlar. Ortak bir acıyı yüklenmekten uzaklaşıyoruz uyarısı yapanlar var. Eğer birlikte yaşama iradesini önemsiyor ve bu irade yok olursa olsun demiyorsanız, en fazla bu erozyonla mücadele etmeniz gerekir. Bu mücadelenin özü de her şeyden önce şiddete karşı olmaktır. Son günlerde her kesimden şiddet dursun çağrıları yapılıyor. Bunu saygıyla karşılıyorum ama bu çağrı tek başına bir anlam taşımıyor; Şiddet devam etsin diyen yok zaten. Önemli olan şiddetin durması karşılığında hangi adımları atmaya, nasıl bir bedel ödemeye hazır olduğun. Bu hem Türk kamuoyu için hem de Kürt siyasetçi ve aydınları için geçerli. Durduğun yerden hiçbir adım atmadan, bir bedel ödemeyi göze almadan, yani şiddeti besleyen politikalardan uzaklaşmadan şiddet dursun çağrısı yapıyorsan amacının gerçekten şiddetin durmasını sağlamak olduğunu söyleyemezsin. Daha açık söyleyeyim: Haklarımı istiyorum diyerek birilerini öldürüyorsanız dünyadaki hiçbir savaşı, şiddeti antidemokratik uygulamayı kınamaya hakkınız olmaz. Eğer haklarını istiyorsan Gandhi gibi ölmeyi göze almalısın. Çünkü öldüren olmaktansa ölen olmak felsefi, etik, insani açıdan daha saygıya değer. Kimse herhangi bir amaç için şiddeti meşru göremez. Devletin güvenlik güçleri kendi vatandaşını öldürmeyi doğal hak ve ahlaken meşru göremez. Mecbur kalır da şiddet uygularsa şiddete maruz kalan insanların acılarını anlamak, onarmak zorunda. AB sürecinin Türkiye demokrasisine sağlayacaklarının sorunun aşılmasında etkili olacağı kesin. Fakat bu sürecin başında beliren bazı tepkilerin de doğru okunması ve tehlikeli yanının deşifre edilmesi gerekiyor. Mesela Türkiyeli, Batılılaşma çabasındaki sınıflar, tam ekonomileri düzelmiş, Avrupa rüyası gerçekleşecekken önlerine Kürt sorunu gibi ertelenmiş, üzeri örtülmüş ve hâlâ kanamakta olan devasa bir kambur çıkıyor. Dahası bu mesele onlara Ortadoğu ile bağlantıda olduklarını hatırlatıyor. Yani unutmak istediğimiz Doğulu yanımızı irticadan çok günümüzde Kürt meselesi temsil ediyor. Beyaz Türkler, Kürtleri Avrupa ile bütünleşmenin önündeki engel gibi algılıyorlar. Ama sırtındaki bu kamburun oluşmasındaki rolünü yok sayarak yapıyor bunu. Son olarak, Türkler için ne kadar demokrasi istiyorsak, bu topraklarda yaşayan Kürtler için de o kadar demokrasi talebimiz olmak zorunda. -------------------------------------- [ÜMİT FIRAT - Serbesti dergisi yazarı, şiddet karşıtı Kürt aydını kimliği ile öne çıkıyor.] Reform sürecini baltalamaya çalışanlara müsaade edilmemeli 1- PKK, Türkiyenin AB sürecini engellemeye çalışıyor; reform sürecinin önünün kesilmesine izin verilmemeli. PKKnın, Türkiyenin AB sürecini engellemeye çalışması önemli bir konu. PKK, Avrupa Birliğine düşman. Bakın şimdi 1 Haziran 2004te Kandilde Zübeyir Aydar, tek taraflı ateşkese son verildiğini açıkladı. Oysa biliyoruz ki aslında savaşa son vermişlerdi. Ateşkese falan değil. Ben ateşkese son verilmesini, Türkiyenin o dönemde girdiği reform sürecinin önünün kesilmesiyle bağlantılı buluyorum. 2- Kimse AB standartlarındaki hukuk sisteminden kaçıp Asya devleti olmak istemez. AB standartlarındaki bir ülkenin yurttaşları kolay kolay karanlık bir aleme doğru gitmek istemez. Ayrıca BASK bundan 20 yıl önce birleşik bir BASK hayali kuruyordu. Ama şimdi buna gerek yok ki. Artık gümrük, sınır kalmadı. Birleşme hayalinin de pratik olarak ilişki rahatlığı sonrasında sona ereceğini düşünüyorum. 3- İnsanları dağa çıkmaya iten şartların ortadan kaldırılması gerekir. PKK, Kürt meselesinin kendisi değil. Ama bugün ortaya çıkan en önemli sonuçlarından biridir. Dolayısıyla PKK meselesini çözmeden Kürt meselesinin özüne yaklaşmak son derece zordur. Ama bu, fiziki olarak yok etmek suretiyle olmaz, insanları dağa çıkmaya, silahlı mücadeleye iten koşulların olabildiğince azaltılması gerekir. 4- Genel af bir paket içinde sunulmalı ve Kürt meselesine ilişkin konular bu pakete alınmalı. Siyasi genel affın PKK bakımından çok fazla bir anlamı yok. Çünkü bir insan hâlâ dağa gitmekte ise dağda cazibe merkezi varsa o insanın oraya gitmesini genel afla engelleyemezsiniz. Genel af bir paket biçiminde sunulmalı. Pek çok özgürlüğü, hukuki yapıyı beraberinde getiren Kürt meselesine ilişkin düzenlemeler bu paket içinde yer almalı. Bunu siyasi partiler yapacaktır. Seçimlerden önce de siyasi partiler oy kaygısı ile böyle bir taahhütte bulunmazlar. Hükümet kurdukları zaman da problemin üzerine gittiklerinde seçmenlerini aldatmış olacaklarına inanırlar. Bu nedenle hep bir kısırdöngü ve çaresizlik içinde yuvarlanıp gidiliyor. 5- Yer isimleri, dil, ifade özgürlüğü gibi konular yeniden ve daha özgürlükçü düşünülmeli. 6- Koruculuk meselesinin zaman içinde ıslah edilip çözülmesi lazım. Koruculuk meselesinin bir yola konulması şart. Koruculuk sorununun hadi sizi terhis ettim demek suretiyle çözülmeyeceğini biliyoruz. Bunlara emekli maaşı bağlanabilir. Buna karşın bu maaş ömür boyu verilecekse ellerinden silahları alınmalıdır. 7- Genelde Kürtlere ne olmaması tavsiye edildi, biraz da ne olmaları konusunda yapıcı öneriler yapılmalı. ------------------------ [MÜMTAZER TÜRKÖNE - Gazi Üniversitesi öğretim üyesi, Zaman yazarı] Sorunun çözümü için empati duygusunun gelişmesi gerekiyor 1- Terör amacına ulaşıyor; bunu önlemek için toplumun sağduyusuna ihtiyaç var. Terör amacına ulaşıyorsa bu, terörü sonsuz miktarda çoğaltır. Terörün amacına ulaşmadığını gösterecek olan da toplumun sağduyusu. Sakin, soğukkanlı aklı topluma telkin etmemiz lazım. 2- Kürt sorununu kimsenin yönetmeye niyeti yok. Sorunu yönetme konusunda da ciddi bir problemimiz var. Siyasi ortama basit gerginlikler hakim. Türkiye, bir yıl sonra seçime girecek, bir de bunun yarattığı bir gerginlik var. Bunlar sorunları içinden çıkılmaz hale getiriyor, zorlaştırıyor, ağırlaştırıyor. Çok basit gerginlikler siyasi parti rekabeti devreye girdiği zaman beklemediğiniz sonuçlar ortaya çıkarıyor. 3- Türkiyede empati duygusunun gelişmesi gerek. Ben sorunun çözümü için empati duygusunun geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum. 4- MHP ve lideri Bahçeli, olayları sokağa dökmemeye çalışıyor; bunun desteklenmesi lazım. Türk-Kürt gerginliğinde meselenin içinden çıkılmaz hale gelip gelmeyeceği MHP'nın tavrına bağlı. MHP lideri, sokağa çıkılmasını baskı altında tutuyor. Toplumsal şiddet eylemlerinde bulunulmasını yasaklıyor. Türk-Kürt gerginliğini Bahçeli, bilinçli ve ısrarlı olarak durduruyor. Onun ciddi manada desteklenmesi ve teşvik edilmesi gerekiyor. 5- Zaman Gazetesi gibi sicili temiz kurumların doğru mesajlar vererek gerginliği yumuşatması gerekiyor. Ben özellikle toplumda oluşan basıncı alma konusunda Zaman Gazetesine çok ciddi görevler düştüğüne inanıyorum. Çünkü Zaman Gazetesi, çok ciddi bir otorite mevkiinde. Sicili temiz. Verdiği mesajlar etkili. Çözüm tamamen halkın psikolojisinin yönetilmesine bağlı. Türk-Kürt gerginliğini mümkün olduğu kadar yumuşatmak, bunu anormal bir durum olarak tanımlamak ve yerleştirmek, ondan sonra da toplum üzerindeki o basıncı almak çok önemli. -------------------------------------------------------------------------------- YARIN: Kürt meselesinde bugüne nasıl gelindi?
-
Bilim de O�nu anlatıyor
Bilim de Onu anlatıyor: Akarsu ve göllerin üstten donması: Rabbimiz dünyayı hem güzel hem de planlı yaratmıştır. Her şeyi yeryüzündeki canlıların istifadesine sunmuştur Maddelere bile canlıların faydasına olan özellikler vermiştir. Örneğin bütün maddeler soğuduğunda büzülüp küçülmesine karşın, su donduğunda genişlemektedir. Suyun bu özelliğe sahip kılınması yeryüzünde hayatın devam etmesi için gereklidir. Şöyle ki, su donduğunda genişlediği için yoğunluğu azalmaktadır. Bildiğiniz gibi yoğunluğu az olan maddeler üstte birikirler. Buz da, suyun üzerinde birikerek bir katman oluşturur. Bu buz katmanı, duvarların bizi soğuktan koruduğu gibi, su içindeki canlıları dışarıdaki soğuktan korur. Böylece balık ve suda yaşayan diğer canlılar, kış boyunca donmayacakları kadar sıcak bir ortamda yaşarlar. Aksine akarsular ve göller alttan donsaydı içlerindeki canlılar ölecekti. Uzaydan haber var Uzayı da kirletiyoruz: Çevremize bilinçsizce verdiğimiz zararlar yetmiyormuş gibi insanlar uzayı da kirletmeye başladılar. Şu anda dünyanın etrafına yerleştirilen binlerce uydu var. Casus uydulardan tutun, haberleşme uydularını oradan meteoroloji uydularına kadar bir sürü uydu var. Ömrünü tamamlayan, parçalanan ve bozulan uydular birer çöp olarak dünyanın etrafında dönüşlerine devam ediyorlar. Bilim adamları 2055 yıllarında, bu gereksiz uyduların çok büyük miktarlara ulaşacağını tahmin ediyorlar. Gelecekte çevremizi temizlemeyi bırakıp uzayı temizlemekle uğraşacağız. Bilim adamlarımız: Salih Adem Aydının Nazilli ilçesinde 7 Kasım 1977 tarihinde doğan Salih Adem, Uluslararası Fizik Olimpiyatlarında iki altın madalya sahibidir. Daha çocuk yaşta fiziğe ilgi duymuş ve orta üçte okurken katıldığı uluslararası yarışmada bronz madalya alarak en genç yarışmacı özel ödülünü kazanmıştır. Ayrıca katıldığı uluslararası 4 yarışmada da madalya alan tek kişidir. TÜBİTAKın düzenlediği liseler arası proje yarışmasında da bir birinciliği bulunan Salih Adem 1995 yılında, İzmir Özel Yamanlar Lisesini bitirdikten sonra, 1999 yılında Bilkent Üniversitesi Fizik Bölümünü tamamladı. Master ve doktora çalışmalarını Amerikada biyofizik ve felsefe üzerine yapan Salih Adem şu anda Fatih Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak çalışmalarına devam etmektedir. Dünden bugüne teknoloji Saat (13.00): İlk saati Hz. İdris yapmıştır. Daha sonra gölge saati, kum saati, sarkaçlı saatler geliştirildi. Bugünküne benzer ilk saatin 1300 yıllarında icat edildiği düşünülüyor. 1500 yılından sonra saatler evlerde kullanılmaya başlandı. Pil ile çalışan ilk saat 1953 yılında yapıldı. Dört işlem Bu dört işlemde, eşitliğin solundaki iki rakamın çarpımı, sağındaki iki rakamın çarpımına eşittir. Eşitliğin her iki tarafındaki sayılar arasındaki ilişkiye dikkat ediniz! 12.84 = 21.48 24.63 = 42.36 26.93 = 62.39 12.63 = 21.36 ------------------------------------------------------------------------- Süphe yok ki göklerde ve yerde müminler için (Allahın varlığına dair) deliller vardır. (Casiye : 3) FIRSATINI BULDUKÇA KOYACAĞIM , BİR SÜRÜ VAR ÇÜNKÜ BÖYLE
-
TSK, askeri siyasete çekme çabalarını elinin tersiyle itmeli
TSK, askeri siyasete çekme çabalarını elinin tersiyle itmeli BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)ni siyasetin içine çekme çabalarına tepki gösterdi. Ordunun siyaset üstü kalmasını isteyen Yazıcıoğlu, komuta kademesine, Bu çabaları elinizin tersiyle itin. çağrısında bulundu. Demokratik ülkelerde asker işine bakar. Terör, dış güvenlik gibi konularda hazırlığını yapıp millete güven verir. diyen Yazıcıoğlu, Türkçe ezanın kaldırılmasını karşı devrimcilere verilmiş bir ödün olarak gören Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Yener Karahanoğluna ise şu göndermeyi yaptı: Bir komutanın ezanın Türkçe okunmasıyla ilgili konulara girmesi akıl alacak şey değil. Muhsin Yazıcıoğlu, dün Atatürk Hava Limanında yaptığı basın toplantısında, kuvvet komutanlarının son dönemdeki çıkışlarını değerlendirdi. BBP lideri, TSK komuta kademesinin siyasi konularda konuşmalarının yanı sıra bu bölümlerin medya tarafından büyütülmesini de yanlış buldu. Demokratik ülkelerde askerlerin konuşmasının bu kadar öne çıkarılmadığını, Türkiyede ise sayfa sayfa verildiğine dikkat çeken Yazıcıoğlu, şunları kaydetti: Biz silahlı kuvvetlerimizin ülke güvenliğine kilitlenmesini, siyaset üstü kalmasını istiyoruz. Balkan Savaşını da ordunun siyasete bulaşmasından kaybettik. Türkiyede Milli Şef dönemine dönmek isteyenler var. İşte asıl irticacı bunlardır. Eskiden komünizm gelecek diye tehdit ederlerdi, şimdi irtica gelecek diyorlar. Bu ucubeyle milleti korkutuyorlar. Milletin İslami değerleri tehdit değildir. Kuran kurslarının çoğalmasının ne zararı olur?. BBP liderinin eleştirilerinden Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de nasibini aldı. Yazıcıoğlu, Sezerin bireyin ibadet ve inanç hayatına sınırlamalar getirilebileceği yönündeki sözlerini talihsizlik olarak değerlendirirken, ABDnin Ankara Büyükelçisi Ross Wilsonun Türkiyede yaşanan tartışmalara müdahil olmasına da şu tepkiyi gösterdi: Demokratik bir ülkede bunları biz eleştirebiliriz. Fakat ABD büyükelçisinin devlet yetkililerini eleştirme hakkı yoktur. Böyle bir terbiyesizliği yapanın eline çantasını verip, memleketine göndermek gerek. Emre Soncan, İstanbul ------------------------------------------------------------------------------------- Evet bazılarının son çırpınışları olması dolyısıyla atacakları her iftiralara karalamalara karşı ordumuz oyunlarına gelmemeli , ordu darbe yapacaksa basına ve bu irticsa çığırtkanlarına , satın alınmış siyasi parti liderlerine darbe yaspsın , asıl işbirlikçi onlar çünkü