Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Scaramouche

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    87
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Scaramouche tarafından postalanan herşey

  1. Bugün yükselen milliyetçilik dalgasını, eksik parçaları birleştirerek, siyasi partilerimizin yaklaşımları üzerinden okumaya çalışalım. Bir tespit; milliyetçilikteki yükselme, AB sürecinde kritik eşiği dönen Türkiye’nin dünyaya açılmak için tarihinin en önemli adımlarını atmasıyla eşzamanlı gelişiyor. Çelişkili gibi görünse de, bu iki gelişme arasında organik bir bağ kurmak mümkün. Kaldı ki, AB’yle müzakere sürecini başlatan ülkelerin hemen hepsinde, ulusal egemenliğin yitirildiği tasavvuruyla, milliyetçiliğin yükseldiği görülmüş. Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde kendisinden istenileni kayıtsız şartsız yerine getiriyor olduğu iddiasını hemen hemen aynı korkuların beslediğini düşünmek mümkün. Bugün kendilerine 'ulusalcı' diyen gruptan MHP'ye, Saadet Partisi'ne, emekli elçilere ve bazı CHP'lilere kadar genişleyen büyük bir yelpaze, AB karşıtlığında buluşuyor. Bir başka tespit; kategorik olarak birbirinden ayrışan türden milliyetçilik anlayışlarının (devletin ki dahil türdeş olmayan milliyetçiliklerin) giderek farklılıkları kapatan bir siyasi dili ve ortaklığı benimsiyor oldukları… Bu konjonktür, ilk elde hemen hemen tüm siyasi partilerin “milliyetçilik kartı”na oynamasına sebep oluyor. Öyle ki, AB ve Kıbrıs’ta önemli adımlar atan AK Parti’nin dahi pragmatik reflekslerle milliyetçi söyleme sarıldığı görülüyor. Milli Görüş geleneğinden gelen çekirdek kadronun yanı sıra, milliyetçi-muhafazakar ve merkez sağ kadrolarla örtülü bir koalisyon kuran AK Parti’deki ayrışmanın süreç dahilinde su yüzüne çıktığı ortada. Daha iyi bir gelecek vaadiyle toplumu dengede tutma şansı zayıflayan, laiklik/irtica ekseninde seyreden rejim tartışmaları ile sıkışan AK Parti’nin imdadına milliyetçilik yetişiyor. Kuşkusuz, milliyetçilik konusunda esnek davranan AK Parti’nin yaklaşımı bütünüyle pragmatik, partinin doktriner bir kayışı sözkonusu değil. Bu, koşullar değiştiğinde AK Parti’nin söylemlerinin değişebileceğini de gösteriyor. Konjonktürel olarak yükselen milliyetçilik dalgasının yöneldiği açık adresin ise MHP olduğu aşikar. MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin toplumun ülkücü olmayan ama kaygıları örtüşen kesimleriyle irtibat oluşturma çabası var. Büyük ölçüde AB karşıtlığı zeminine oturan dalga, konjonktürel süreci besleyen bir altyapıyı/millici refleksi oluşturuyor. Bununla birlikte MHP’nin tek başına iktidar alternatifine dönüşmesi uzak ihtimal. Zira bütün siyasi partilerin giderek dozu artan milliyetçi söylemi oyları dağıtıyor. DYP ve CHP’nin aynı kitleye göz kırpan söylemlerinin yanına “Çağdaş Kızıl Elma” açılımını gündeme taşıyan ANAP Lideri Erkan Mumcu’yu eklersek, bugün (1999 seçimlerinde MHP’nin merkeze kaydığı yorumunu yapıyorduk) merkez’in MHP’lileştiğini söylemek yanlış olmayacak. Öyle ki, CHP ile MHP milliyetçilik açısından hemen hemen ortak bir dili kullanır hale geldiler. Kemal Derviş’in tasfiye edildiği CHP’ye milliyetçi damarı çok yüksek kadroların hakim olduğu görülüyor. Ancak milliyetçilerin CHP’nin popülist söylemini inandırıcı bulma olasılığı zayıf. MHP’nin tutarlı mesajlarının daha iyi algılandığı ise bir gerçek. Peki yükselen milliyetçi dalga hangi partiye ne getirir? Erken bir tahmin yaparsak, milliyetçilik kartına oynayan AK Parti’nin fazla oy kaybetmeyeceğini, bu dalgadan en çok MHP’nin yararlanacağını, CHP’nin ise umduğunu bulamayacağını söylemek mümkün. Bu arada giderek politize olan ve kitleselleşen Kürt Milliyetçiliğini de gözardı etmeyelim. Bugün Türk ve Kürt milliyetçilerin sertlikleri birbirlerinin elini güçlendiriyor. Özünde birbirini ve çatışma dinamiğini besleyen bu iki milliyetçilik, yakın gelecekte siyasetin dengelerini de tayin edecek... Billur Yalçınkaya Arkadaşlar yeni bir seçim dönemine girdiğimiz ve son zamanlarda gerek ekonomide gerekse siyasi alanda görülmeye başlayan sıkıntıların hükümet üzerinde büyük bir baskı unsuru oluşturduğu bununda olası bir seçimde artan milliyetçilik dalgasıyla AKP hükümetine önceki seçimde verilen emanet oyları büyük oranda törpüleyeceği bir gerçek...Peki artan milliyetçi duyguların etkisiyle ilk seçimde kullanılacak bu oylar ulusalcı söylemi benimsemiş hangi partiye kayabilir,yorumlarınızı bekliyorum...
  2. Son günlerde hemen her kesimden ideologun üzerinde mutabık olduğu bir tespitten yola çıkalım; “Türkiye’de Milliyetçilik Yükseliyor!” Milliyetçilik dalgasının toplumsal boyutta, iç ve dış konjonktürel gelişmelerin de dahliyle, giderek daha “görünür” olduğu açık. Ancak fotografın bütününü okumamız açısından eksik bir yaklaşım. Emperyalistlere karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nın kökleri üzerinde yükselen milliyetçilik, bu toplumda zaten yüksek dozda ve yaygın bir çerçevede bulunuyor. Soğuk Savaş’ın politik iklimi içerisinde daha da büyüyüp serpilmiş olan Türk Milliyetçiliği, 60’lı ve 70’li yıllar boyunca yükselen sol tehdide (Komünizm Tehlikesi) karşı, 90’lı yıllarda da Kürt hareketine karşı kullanıldı ve zaman içinde ideolojik altyapısı oluşturuldu. Bugünün Türkiye’sinde ise yeni bir dalga boyu yakalayan milliyetçilik, esasen bilinçaltımıza kazınmış olan ve zaman zaman çeşitli vesilelerle temayüz eden Sevr Sendromu’ndan besleniyor. Nitekim fiilen Osmanlı İmparatorluğu’nun ölüm fermanı anlamına gelen Sevr Antlaşması, Doğu’da bir Ermeni Devleti kurulmasını, İmparatorluk topraklarının Yunanistan, İngiliz Fransız ve İtalyan hakimiyetine girmesini, Boğazların kontrolünün bir komisyona devredilmesini ve Kürtlere tam bağımsızlık yolunu açıyordu. Bugün Ermeni Soykırımı iddialarının geçmişte hiç olmadığı kadar güçlü bir şekilde dile getiriliyor oluşu, Kıbrıs Davası’nın kaybedildiği inancı, Türkiye’nin AB ile ilişkilerinde kendisinden istenileni kayıtsız şartsız yerine getiriyor olduğu iddiası, IMF’le ilişkilerin dayattığı ekonomik kuşatılmışlık hissi ve Ortadoğu eksenli gelişmelere paralel olarak yükselen Amerikan aleyhtarlığı bilinçaltına ittiğimiz “Sevr Sendromu”nu hortlatan temel nedenler. Elbette kökleri büyük bir dünya imparatorluğuna dayanan bir ulusun çocukları olarak yukarıda sıraladığımız gelişmelerin yarattığı “hayal kırıklığı” küçümsenecek bir olgu değil. Kaldı ki kategorik olarak birbirinden ayrışan türden milliyetçilik anlayışlarının tüm bu olağandışı dönüşüm sebebiyle bugün adına “ulusalcılık” denilen bir paydada buluştuğunu görüyoruz. MHP’den Saadet Partisi’ne, emekli elçilerden, bazı CHP’lilere kadar genişleyen bir yelpaze, farklılıkları kapatan bir siyasi dili (ulusalcılık) ve ortaklığı benimsiyor. Üstelik bugüne kadar kriz dönemlerinde “kullanılan!” ve deyim yerindeyse işi bittiğinde köşesine çekilen milliyetçi hareketin söyleminde büyük ölçüde değişiklikler gözleniyor. Milliyetçilik söyleminde radikal ve Kürt karşıtı bir tonun giderek ağır bastığı görülüyor. 1990’lı yılların “düşük yoğunluklu” savaş ortamında bile “Kürt-Türk kardeş, bölücüler kalleş” sloganını kullanan ve Türk Milliyetçiliği, bir anlamda içindeki Yahudi’yi keşfederek Kürt karşıtı radikal bir söyleme uzanıyor. Nazi Almanyası’nda Yahudilere biçilen rol ile bugün Türkiye’de Kürtlere biçilen rolün benzeştiğini görüyoruz; “Bizi yok etmek için düşmanla işbirliğine giren ekmeğimizi yiyen ama ihanet eden insanlar” Her ne kadar Talabani’nin devlet başkanı seçilmesi ile zayıflamış gibi görünse de Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti’nin kurulması ihtimali, ABD’nin Iraklı Kürtlere yönelik desteği ve AB’nin Türkiyeli Kürtlerle ilişkileri birleştiğinde Kürtlerin “içimizdeki hainler” olarak algılanışlarına uygun düşünsel ve politik iklim oluşuyor. Elbette bunda Kürt hareketinin kendini daha politik ve milliyetçi biçimde inşa ediyor oluşunun payı büyük. Zaman içinde zayıflatılan Türk üst kimliğinin tepkisel olarak etnikleşen bir Türk milliyetçiliğine kaydığı görülüyor. Artık sözkonusu olan iki silahlı gücün çarpışması değil politize olan ve kitleselleşen iki milliyetçilik. Ve bu konjonktürde tüm partiler Milliyetçilik kartına oynuyorlar.
  3. Valla ben denedim,kadınlar aldatıldıklarını farketmiyorlar....
  4. Gerçekten de artık sağ-sol bloklaşmasını bırakıp bu ülkenin vatanseverlerinin tek bir çatı altında birleşmesi zamanının gelmesi gerekiyor...ama tabi ki emperyalist güçler, gerek basın da gerekse yönetim kademelerinde ki işbirlikçilerinin gücüyle buna imkan verirlerse...Türkiye'de ki ulusal bilinç uyanışının önüne geçmek için ellerinden geleni yapıyorlar..Bunu hergün basının içine konuşlandırılmış köşe yazarlarından ve televizyonlardaki uzantılarından görebiliriz...Aynı şey siyasette de mevcut ve bu güçler ulusal olmayan,işbirlikçi bir yapılandırmayı kendi çıkarlarına hizmet edicek şekilde sağ ve sol tandanslı siyasete de yerleştirip karışıklık yaratma uğraşındalar...Bu yüzden bu ülke insanının tüm ideolojik saplantılarını bir kenara bırakıp ulusal egemenlik etrafında bir araya toplanması gerekiyor...Artık siyasi ayrımın sağ-sol olarak değil ulusalcılar ve işbirlikçiler olarak yapılması gerektiği bir gerçek...
  5. bence yalnızlık ne bir odada tek başına kalmaktır nede bunaldığımızda konuşacak bir insan bulamamaktır hayatımızda... yada yalnız kalmak için insanların arasından uzaklaşmaktır yalnızlık... bence yalnızlık içimizde yaşayan bir bebek sadece...büyümeyen... içimizdeki bebeğin insanlara ihtiyacı yok bedenimizden başka... kalabalığa girdiğimizde daha iyi anlarız aslında hele de sıkıldığımızda.. soyutlaştırırız kendimizi istemeden milyonların arasından... içimizdeki o bebek gibi çünkü oda soyuttur ruhumuzda.... ve biz özellikle kalabalığın içinde kendimizi dinlemeye başlarız farkında olmadan... yalnızlık düşünmektir, kendimizi dinlemektir birazda... ve biz kendimiz dinlemek için ne bir boş odaya gerek duyarız nede düşünmemek için kalabalığa karışmaya... yalnızlık içimizdedir tıpkı bir bebek gibi... yalnızlık düşünmektir... kısacası kendimizi dinlemektir.... çünkü biz kendimizi dinlediğimiz sürece yalnızız... zaman zaman bunalıma girtmeyi belkide bu yüzden seviyoruz.. çünkü o zaman biz kendimizi dinliyoruz....
  6. bir reklamı aklına getir...bir de şampiyonun kim ve nasıl şartlarda olduğunu...Peluşluk en çok fenere yakışıyor ve opet reklamı da tam uymuş peluş fenere...
  7. Bunlara ek olarak tesis çıkışında kendi takım kaptanını(Rüştü),başkanının da talimatıyla döven ilk ve tek Türk takımı....
  8. Bazı konuları veya ideolojileri tartışırken olaya doğrudan siz bunları yaptınız,bu kadar cani insanlarsınız,geçmişte bu kadar kan döktünüz şeklinde yaklaşmamak,insanları kışkırtmamak lazım...Ben bu konuda olaya muhtemelen eski kuyruk acılarının da etkisiyle konuyu provake etmek ve amacından uzaklaştırmak isteyen arkadaşların niyetini de baz alarak,samimi merakları neticesinde ülkü ocakları,ideolojik ve fonksiyonel faaliyetleri hakkında sorular soran ve onları anlamaya çalışan arkadaşların hatırına kendini ülkücü olarak nitelendiren arkadaşların provakatif amaçlarla yazı yazanlara cevap vererek bu tuzağa düşmemelerini öneririm... Bu temenniyi ülkücü arkadaşlara ilettikten sonra ülkücü arkadaşlara burda da görülen tabiriyle ülkü ocaklarının daha çok mafyavari,çete tarzı bir imaj çizmesinde bu ocaklara üye insanların hiç mi suçu yoktur özellikle 1982 öncesinde Sivas ve Çorum olaylarında ki ülkücülerin hareket tarzında kendilerine bir özeleştiri yapıyorlar ya da belirli bir sorumluluk duygusu duyuyorlar mı...
  9. Scaramouche

    ERKEN SEÇİM

    Güvenirliliği,Türkiye'yi nereye götürmek istediği mechul, halkın yüzde 25 oyuyla gelip meclisin yüzde 65 sini kontrol eden bir hükümetin cumhurbaşkanını seçtikten sonra seçime gitmek istemesi bence hiç mantıklı ve doğru bir hareket tarzı değil... Hükümetin en kısa zamanda erken seçime gitmesi lazım...
  10. Ülkü Ocaklarının ve MHP'nin halka kendini tam olarak kabul ettirememek de ki en önemli eksiklerinden biri bence Türk-İslam Sentezi vurgusu...Siyasetde dine vurgu yapılması ister AKP'den gelsin ister MHP veya başka bir partiden kendini laik ve Atatürkçü gören insanların din sentezli politika benimsemiş siyasi partilerle kendini özdeşleştirme ve oy verme isteğini kırmıyor değil...Bu konuda MHp veya ülkü ocaklarıyla belli bir bilgisi ya da alakası olanlar varsa onlardan bu konuda görüş almak isterim....
  11. Bazı arkadaşlar yukarıda verilen anket seçeneklerinden neden rahatsız olup olayı sanki müslümanlığa hakaret ediliyor boyutuna getiriyorlar bir türlü anlayamıyorum... Vatanın bütünlüğü üzerinde keskin bıçak gibi duran bu tehditlerden birini bile yadsıyan,küçümseyen ya da inancın yargılanması gibi anlayan bir kişi ya bu konu hakkında hiç birşey bilmiyordur ya hain emellerin sinsi savunucusudur ya da sahip olduğu ideolojik düşünce gözünü kör etmiştir...Herkes fikrini ne istediğini açıksa belli etsin...Takiyye yapmayalım arkadaşlar...
  12. Bana pek inandırıcı bir araştırma gibi gelmedi...
  13. Yapma Golgi sizin gibi gençleri lig de o da olmadı Avrupa kupalarında görmek isteriz...Ama olmuyor OPET reklamında ki gibi altınızda ki ferrari GİTT'e geçiliyor devamlı...Adınız Peluş Fener kaldı işte sonunda...Ardından içtiğiniz de bir bardak soğuk su... Uyan Golgi artık uyan...Başkanınız 2000'de de gidiyorum dedi ne oldu...bir haftaya kalmadan geri döndü...bunların hepsi reklam kokan hareketler golgi...şampiyonluk kaçtı cin aziz herzaman ki gibi gündem değiştirme telaşında...Taktık tabi azizeye yıldızı ne yapacağını sapıttı...Fener taraftarı da şaşkın tabi kaçan şampiyonlukla kuyruğu dik tutma telaşıyla hep destek tam destek palavlaları... Benim kardeşim de fenerli golgiiii.... bilirim şampiyonluk kaçtığındaki hallerinizi bu karşılıksız severiz tripleri hepsi hikaye... Büyüklük stadla,parayla,takımdaki yıldızlarla ölçülmüyormuş golgi işte gösterdik her zaman ki gibi size...Büyüklük yürektedir golgi.. geçen hafta kim daha büyükmüş tüm zorluklara rağmen şampiyon oldukta gördünüz... Fenerli olmana rağmen sevdim seni...bir gün sen de doğru yolu bulacaksın eminim...Kapımız herkese açık... tövbe et yeter...
  14. Kıbrıs Türkleri genel itibariyle Türkiye Türkleri'ni sevmez...Bunun nedenini de ada da Türk nüfusunu artıracağızz diye güneydoğu anadoludan kıbrısa yaptırılan büyük kürt nüfuz göçü...nasıl oluyorsa bazı mahallerde kadınların çoğu türkçe bile bilmiyor...Nasıl bir Türkleştirme politikasıysa adayı...Adımız kıbrısta kara sakallılara çıkmış ki cadde de yürümeseni bilmeyen insanları bir anda kıbrıs gibi bir adaya bırakıp gidersen,geçen bir kaç yılda bu insanlar tarafından yapılan hırsızlık,tecavüz olayları ve ada yaşamına uyum sorunlarını da eklersen yerli halk Türkiye'den geldiğinizi öğrenince arkasına bakmadan kaçmaya başlar... Bunlara yıllardır süren çözümsüzlük de eklenince Kıbrıs sorununun Türkiye lehine çözümü hayaldan başka bir şey olmaz...Kabul edelim ki orada Türkiye'nin korumasını isteyen halk azınlıkta...Çoğu rumlarla yaşamaya ''azınlık olma pahasına bile olsa'' mali getirisi ve Türkiye'den gelenlerin geri dönmesi umuduyla daha sıcak bakıyorlar...Bu yüzden Kıbrıs Türkleri'ni koruma politikası uygulanamaz...keşke uygulanabilse ama istemiyorlar...Hayallerinde Türkiye değil AB üyeliği yatıyor...En iyi çözüm Rauf Denktaş ve kalan birkaç vatanseveri Türkiye'ye alıp ne haliniz varsa görün demek...Bir musibet bin nasihatdan iyidir.Bakalım kardeş kardeş yaşayabilecekler mi rumlarla...
  15. Bırak Allah aşkına golgi...Bizim başkan başarısız,ölü gibi konuştuğu,hareket ettiği doğru ama bakarsan ölü halinin bile fenere yettiği doğru klübün...Galatasaray'ın farkı burda zaten....Fener okadar paraya,kadroya,yatırıma 12 puanlık hakem hatalarına rağmen,paralarını bile doğru düzgün alamayan oyunculardan kurulu,krizdeki bir klübe şampiyonluğu kaptırıyor.... Galatasaray'ın üstünlüğü burda işte...İNANÇ...RUH...GALATASARAY'LILIK BİLİNCİ... Eğer fener bu zorluklar içinde olsasydı...futbolcuları maçlara çıkmaz...fener de ligde 7. 8. likten öteyi göremezdi... Söylediğin o kombineler muhteşem stadınızın hayrına satılıyor...Kombine alan konfor ister,rahar maç izlemek ister...bizim statda bu yok...millet tabi ki gelmez...bunun takımını fazla ya da az sevmekle ilgisi yok...Yeni stad yapılınca görüceğiz kim daha çok satıyor kombine... Şunu da bil tüm Türkiye Kadıköy'den oluşmuyor...Fener görünüşe göre gittikçe Türkiye'nin klübü olmaktan çıkıp (ki bu klüplerin en büyüğü Şanlı Galatasaray'dır)semt takımı olma yoluna gidiyor...Kadıköy dışına ya da Anadolu'ya çık bakalım kim hangi takımı tutuyor,tutmasa da kime daha çok saygı duyuyor kim den nefret ediyor... Biz Uefa,Süper kupa sahibi bir takımız...sizin Bulgaristan Yayla Cup'da bile başarınız yok...Kupa sayılarına,taraftar sayısına,tarihe,sahip olunan gayri menkulü karşılaştır bakalım fenerle galatasarayarasında ki kim daha büyük... Ama gerçekler acıdır...doğruları görünce hayal aleminden uyanıp üzülme sonra....
  16. Sonunda ne oldu pimini çektiği bomba fenerin elinde patladı...şimdi de aziz timsah gözyaşları içind bırakıyorum ayaklarına yatıyor...tabi ki başarısızlığının üstünü örtmek ve bak ben olmayınca ne oluyoru göstermek için hepsi hile...tipik fenerbahçe tavrı... Aziz tesisleşme ve finans açısından çok büyük adımlar atmış olabilir ama sporun temel ilkelerini bir çırpıda bırakıp ortalığı bir savaş alanına dönüştürdüğü de bir gerçek...Sonuç fenerbehçe onca yapılaşmaya ve yıldızlarına rağmen Türkiye'nin en az sevilen ve saygı duyulan klübü en büyük rakibi Galatasaray ise bu zor günlerinde bile taraftar sayısı ve saygınlık bakımından fenerbahçe'ye uefa kupasını kazandığı dönemden bile daha fazla fark atmış durumda...Fenerliler çok konuşuyor ama boş konuşuyor...gerçekler ortada...
  17. Ülkü ocakları toplumun azımsanmayacak bir bölümü tarafından sakınılan bir yapılaşma...Ne kadarı doğru ne kadarı yanlış veya abartma bilemiyorum ama haberlerde gördüğümüz ülkü ocaklarından çıkan falakalar ve işkence aletleri yada toplumsal yarar için kurulduğu söylenen dernek şubelerinde bulunan ateşli veya delici birçok silah öyle yada böyle insanların zihninde acaba maksatları ne sorusu uyandırmıyor değil... Bence kendilerini ve amaçlarını anlatmada bazı zorluklaryaşıyorlar..Çok büyük bir imaj sorununa sahipler ve bunda kendilerini doğru tanıtma hususundaki eksiklikleri yok da diyemeyiz...
  18. Scaramouche

    SİZCE..?

    Anlatmak istediğimi tam olarak açıklamak için mutlak güç prensibiyle açıklamaya çalışacağım... Acaba güçlüyken iyi olmak mı zordur...yoksa iyiyken güçlü olmak mı...ilkine bakacak olursak güç sorumluluğu yadsır ve mutlak güç eylem ve harekete geçme cesareti doğurur...çoğu zaman olduğumuzdan farklı bir karekteri yansıtmamız,hareketlerimizi ve arzularımızı sınırlamamız toplumdan dışlanma veya onun kendini koruma mekanizmalarını oluşturan yasalar ve geleneklerin üstümüze çullanmasını engellemek için içsel bilinç ve arzularımızı kalabalık içinde maskeleme çabası neticesindedir...Bu yüzden insanın gerçek kimliği tüm bu dışsal baskılardan soyutlanmış veya ona zarar veremeyecek nitelikde bulunmasından sonra ortaya çıkar...İnsanın mutlak güce sahip olduğu böyle bir ortamda arzu ve onu oluşturan hayvani güdülerine yani zorla sahip olma isteğine gem vurması imkansızdır...Saflık güç içindeyken kirlenir ve zaten insanlık tarihinin başlangıcından beri zayıf yaratılış özelliklerini manipule etmek ve vahşi doğa karşısında yalnız kalmamak için toplu ve birlikte hareket etme ilkesini geliştirmiş, bu birlikteliği ayakta tutmak içinde toplumsal yazılı veya yazısız kurallar bütünü oluşturmuş insanoğlu için böyle birlikteliğin önemini yitirmesi zaten zorunlulukdan dolayı kuralları benimsemiş bireyin kabul ettiği kanun veya ahlaki tüm değer yargılarını er yada geç çöpe atmasını doğurur...Bu yüzden mutlak güç içinde iyi ve erdemli kalabilmek imkansızdır... Diğer yandan mutlak güce giderken iyi kalabilmek ve kendini toplumun koyduğu kurallar çerçevesinde sınırlayabilmek zor ama imkansız değildir...Burada toplum kurallarının iyilik veya kötülüğü temsili görecelidir...Bu görecelik kavramında toplum dinamiklerini zorlayarak güç elde etmek oldukça güçlü ruhsal ve zihinsel ve tabiki savunduğu doğruluk adına çok güçlü ahlaki ilkelere sahip olmayı ve yine toplumu oluşturan kafi miktarda ki birey üzerinde doğru hangisi sorusunu kendi yaratılış ilkeleri doğrultusunda sorgulamalarına yetecek otorite gücüne sahip olmayı gerektirir...Yeterince güçlü ve toplumla bağdaşan ahlaki ilkelere sahip birey mutlak güce sahip olmasına bir adım kalaya kadar bunu başarabilir...ama daha önce de dediğim gibi yasa tanımaz mutlak güç çürümeyi doğurur ve erdemi yok eder...iyilik sonunda güce yenilmeye mahkumdur... Sonuç olarak insanın doğuştan kötü olduğu ilkesini göze alırsak kural tanımaz mutlak güç karşında iyi kalmak imkansızdır...
  19. George Berkeley İngiliz felsefecisi (Kilkrin, 1687— Oxford, 1753). Anglikan inancına bağlı varlıklı bir ailenin çocuğu olan George Berkeley. Dublin’de öğrenim gördüğü sırada, felsefenin ve bilimin yanlışlarından arındırılmaları ve kusursuzlaştırılmalarıyla, hıristiyanlığa tıpa tıp uyan bir bilgeliğe ulaşılacağım düşündü ve ömrünü bu amacın gerçekleştirilmesine adadı. Önemli felsefe yazılarını yayımladıktan sonra, A.B.D’ne giderek, geziler yaptı. 1731’de yurduna döndü. 1734’te, İrlanda’nın güneyindeki Cioyne kentinin piskoposluğuna atandı. Görevini büyük bir başarıyla yürüterek, bölgesinde halkın altıda beşini oluşturan katoliklere anlayışla davrandı. İDEALİST KURAM Varlığın maddesel olmadığım ileri süren öğretinin kurucusu olan Berkeley, genç yaşta yazdığı The Theory of Vision (Görüm Kuramı, 1709) adlı kitabında uzam kavramının oluşumunu açıklamaya çalıştı. Ertesi yıl, Treotise Concerning the Principles of Human Knowledge (İnsan Bilgisinin İlkeleri Üstüne İnceleme) adlı yapıtında. felsefesinin özünü geliştirdi. Eski soyutlama kuramlarına aşırı güvendiğini düşündüğü Locke’un deneyciliğini eleştirdi. Özellikle, kendi başına var olan ve algılarımızın gerçeğini temellendiren madde kavramını çürütmeye çalıştı. Berkeley’in, açık seçik ve sağlam biçimde ortaya koyduğu idealist kuram, şu ilkeye dayanır: “Nesnelerin özü, algılanmış olmalarından başka şey değildir”. Berkeley’e göre nesneleri düşünceler olarak tanırız. Nesneler düşünceden başka şey olamazlar, çünkü duyumlar, katışıksız düşüncelerdir. Nesneler kendilerini yaratan Tanrı’da bile, birer düşüncedirler. Kendisiyle ilgili edindiğimiz düşünceler dışında, madde diye bir şey yoktur. Genel bir düşünce elde etmek için, özel düşünceleri birbiriyle karşılaştırız: Soyutlama. Yanlış soyutlaınalardan arındırılmış bilimin bütün değeri, duyumsal kesinliğe dayanır. Duyumsal kesinliğe dayanarak Tanrı’nın varlığına ilişkin özgün bir kanıt ileri süren Berkeley, bu konuda şunları yazmıştır:“Bence, duyumsal şeylerin, bir anlayışgücünden başka bir yerde var olamayacakları apaçıktır. Buradan, onların gerçek bir varlıkları olmadığı sonucuna değil, benim düşünceme bağlı değillerse ve benim tarafımdan algılanmış olmak nitelliğinden apayrı bir varlıkları varsa, onların, içinde var olmaları gereken bir manevi varlık bulunması gerektiği sonucuna varıyorum. Demek ki, duyumsal dünyanın var olduğu ne ölçüde kesinse. onları kapsayan ve destekleyen sonsuz ve her yerde bulunan bir manevi varlığm var olduğu da o ölçüde kesindir”. Dolayısıyle Berkeley’e göre dünya, Tanrı’nın. insanlarda uyandırdığı düşüncelerin tümünden başka şey değildir. Ama Tanrı, insanlara. kendi düşüncesini ya da düşüncesinden herhangi bir şeyi böylece iletiyorsa, bunun amacı, insanların gönlünü kendine çekmektir. Öyleyse, dünya aslında Tanrı’nın insanlara yönelik dilidir. Tanrı tarafından düşünülmüş sözdür....
  20. Ben bu konuda Berkeleyci bir düşünce sistemine sahibim..Var mıyız yok muyuz...Descartes ''Düşünüyorum o halde varım'' der Berkeley ise düşünüyorum öyleyse varım' değil 'algıladığım için varım'' der bence bu daha mantıklıdır...
  21. kitabı okumadan filme giden arkadaşlarım filmi beğendiler...fakat kitabı okuyarak filme giden arkadaşlarım için filmi beğendiklerini söyleyemeyeceğim...bu yüzden ben de izlemekten vazgeçtim...sizce de kitaba göre sönük mü kalmış film....
  22. Gerçekten penguen dergisinin kapak resimleri harikadır...Özellikle ''Tayyipler Alemi'' karikatürünün Penguen dergisine açılan davayla birlikte nasıl gündeme oturduğunu ve ilgi gördüğünü İzmir Kitap Fuar'ında sadece kapağı Penguen çizerlerine imzalatmak için yüzlerce kişinin kuyruk oluşturmasından şahsen gördüm....bu kapaklar için teşekkürler...
  23. Bu soruya cevap vermek gerçekten çok zor ama bir anda aklıma gelen daha birkaç hafta önce 3. cildini de bitirdiğim..H.P Lovecraft'ın toplu eserleri...Gotik edebiyatı sevenlere öneririm....
  24. Scaramouche

    Karaman Beyliği

    Soyu Fatih sultan Mehmet zamanında Makedonya'ya sürülen Atatürk'ün de bir Karamanoğlu olması da Osmanlı'nın sonu açısından etme bulma dünyası deyimini gerçek kılması açısından çok ilginç bir tesadüftür...Sonuçta Karamanoğulları'nı Osmanlıların...Osmanlıları ise yüzyıllar sonra Karamanoğulları soyundan birinin cumhuriyeti kurarak yıkması bence hepsinden anlamlı....ne dersiniz...
  25. Scaramouche

    OSMANLILAR TÜRK DÜŞMANIMIYDI?

    Derin senin bu yazdıklarının altına kendi imzamı koyarım...Dediğin gibi osmanlı Türk olmasına Türk'dür ama daha sonrasın da kendi öz halkını ikinci plana itmiş bir hanedandır,Osmanlının Anadolu'da doğru düzgün eseri olmadığı da doğru tüm yazdıklarından da haklısın...burda eleştiri yaparken önemli olan amaç olmalı ve uslup da önemli tabi...bu konuda birbirimize düşersek bazı maksadı belli şahısların ekmeğine yağ süreriz...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.