Scaramouche tarafından postalanan herşey
-
KAT REİSİ olmayınca öldüresiye dövüldü!
Boş işlerle uğraşmaya pek vakit ayıramayan SAYIN...gecekuşu arkadaşım...Bu toğiğe dünya görüşü olarak sizden ayrı bir tavır sergilediğine inandığın ve buna dayanarak kendi (tekrar ediyorum İdeolojik saplantı içindeki)beyninde belirli bir kategorik formasyonla tanımladığın yukarıda alıntı yaptığın arkadaşların isimleri arasında benim adım var mı yoksa benim 0.75 miyop olan gözlerim yaptığın alıntıyı yanlış mı görüyor... Öyle değilse soruyorum; Arkadaşına destek verirken bana da hitap etmiyorsan adım yaptığın alıntıda neden geçiyor, Yaptığın alıntıda adı geçen insanları örnek göstererek(ki heralde o yüzden benimde adımın dahil olduğu tebrikleri iletine alıntı olarak yazıp örnek gösterdin)bir insanı tek bir yazısından ötürü belki de hiç tasvip etmediği ideolojik bir kategoriye dahil etmek sana özgü bir hareket mi... Sadece karşı görüşe mensup olduğunu düşündüğün insanları yazının altında da geçtiği gibi bol ünlemli ifadeler kullanarak ''empati yoksunu,anlayışsız insanlar olarak tanımlamak'' ahlak ve etik anlayışına sığar mı... Tüm bunlara rağmen yazın da bana da hitap etmediğin görüşünü inançla savunabiliyorsan fikri takip yapamamak gibi bir sorunun mu var... Yukarıda ki örneklere istinaden bence suskun kalmak sana daha fazla yakışabilecek bir hareket tarzı olacaktır...Kararını ben de destekliyorum...
-
Eski misir dilinde adiniz nasil yazilir?
Liseye giderken resim dersinde çöp adam bile çizemezdim...İyiki Eski Mısır'da doğmamışım yoksa adımı bile yazamayacakmışım...
-
Beğendiğiniz Afişler
- Beğendiğiniz Afişler
- Beğendiğiniz Afişler
- TRT çalışanları isyanda...!
Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu'nun (TRT) KESK'e bağlı Haber-Sen üyesi çalışanları, "sansüre, kadrolaşmaya, baskıya ve giderek artan dini yayınlara" son vermek amacıyla yarın saat 12.30'da İstanbul Radyoevi'nde bir basın açıklaması yapacak. TRT çalışanlarına sivil toplum kuruluşlarının, aydınların ve diğer sendikaların da destek vereceği öğrenildi. İlk kez 2002'de örgütlenen TRT çalışanları, basın toplantısı için el ilanı ve afişler hazırladılar. "Baskılara son" sloganıyla yola çıkan TRT'ciler, bir imza kampanyası başlatarak yayın içeriğinin değiştirilmesi için de mücadele edeceklerini açıkladılar. TRT çalışanları, hazırladıkları el ilanında "TRT yapımcıları programlarını özgürce yapmak istiyor. TRT muhabirleri, AKP propagandasına alet olmak istemiyor. TRT sanatçıları, sanatlarını özgürce icra etmek istiyor. TRT izleyicisi, her kesimin sesini, din, dil, mezhep, cinsiyet, sınıf ve siyaset farkı gözetilmeksizin o ekranda ve radyolarda görmek, duymak istiyor" dediler. "TRT, halkla alay ediyor" TRT'nin yasalara göre değil, siyasal tercihlere göre yönetildiği öne sürülen ilanda, oldukça ağır iddialara da yer verildi: "TRT, baskı, sansür ve kadrolaşma politikaları nedeniyle kamu hizmeti yayıncılığı görevini yerine getiremiyor. Hükümetin, tarikatların, cemaatlerin, TRT'deki ağırlığı her geçen gün artıyor. TRT yöneticileri, köy enstitüleri ile ilgili programı keyfi biçimde engellemeye kalkışmakta; Uğur Mumcu'nun sözlerini sansürlemekte; çok dinlenen bir radyo programının başarılı spikerini kişisel nedenlerle yayından çekmekte; haberlerde, bu ülkede herkes AKP'liymiş, hiç muhalefet yokmuş gibi davranmakta; AKP hükümetine yaranabilmek uğruna 'asgari ücretle geçinmenin yolları' gibi tuhaf haberlerle halkla alay etmekte; TRT ekranını hızla artan dini yayınlarla tekke televizyonuna dönüştürmekte; sanatsal üretimleri kısıtlamakta ve gerek sanatçılar, gerekse yayın personeline açıkça ayrımcılık ve baskı uygulamaktadır." "Bu iş sansürü aştı" TRT Muhabiri ve Haber-Sen Genel Basın Yayın Sekreteri Mehmet Demir de, yaptığı açıklamada, "Bu sadece ilk adım. TRT'de her zaman sansür vardı. Ancak bugün geldiğimiz noktada, iş sansürü falan aştı. Vatandaş TRT'ye baktığı zaman dini kanal olduğunu düşünüyor. Bütün konular, din penceresinden ele alınıyor. TRT, hiçbir zaman bu kadar kötü yönetilmemişti" dedi. TRT'de Haber - Sen'e bağlı olarak çalışan 1500 kişinin bulunduğu bildirildi. Kaynak:www.haberturk.com- İZMİR
ne demek lastik gibi en; çok sevdiğim balıktır kopez... hele ızgara tavası muhteşemdir...pişirmeyi bileceksin tabi...- KAT REİSİ olmayınca öldüresiye dövüldü!
Sen yazdıklarım da nezaket sınırlarını zorlayan eleştiri veya saldırı niteliğindeki bir sözcük sezinliyebiliyorsan bravo sana doğrusu...sen ya saldırı,eleştiri,kelimelerinin anlamını bilmiyorsun ya da sahip olduğun ideoloji gözlerini kör ettiği için yazılanları doğru olarak algılama kabiliyetine sahip değilsin...İnsanları tanımadan etmeden ideolojik olarak senin kadar saplantı içinde olmadıkları ve hoşuna gitmeyen fikirler yazdıkları için belirli bir ideolojik sınıfa koyma eğiliminde isen,bir de buna bakarak neyi bilip bilmedikleri veya davranış psikolojileri hakkında bu kadar cesur bir analiz yapabiliceğine inanabiliyorsan seninle fikir tartışmasına girmek havanda su dövmekten öteye gitmez...İnsanları belirli bir kategorik grup içinde değerlendirmeden önce ne yazdıklarını ve ne anlatmak istediklerini anlamaya çalış ki yazılarında hiç olmazsa üzerinde fikir yürütülebilecek bir kaç unsur bulunabilsin... Saplandığın ideolojik bataklıktan kurtulman dileğiyle...o her ne ise...- KAT REİSİ olmayınca öldüresiye dövüldü!
Olaylara ideolojik gözlüklerle bakarak kavga orta mı oluşturmak en kolayı...Belirli bir konuda tek bir olaydan hareket ederek karşıt ideolojiyi veya o görüşü savunanı hedef tahtasına oturup analiz etmeye çalışmakta öyle...Taraf tutmak karakterin göstergesidir...aşırılığı ise bir hastalıktır ve gerçeği görmede engel teşkil eder...Tarafımı bu tarafsızlıkdan yana belirlemiş bir insan olduğum inancına dayanarak belirtmeliyim ki iki karşı görüş arasında hangisinin daha az uzlaşmacı veya tehlikeli olduğu hususunda belirli argümanlar getiriebilecek olursa insanların ideolojik veya etnik kimliğiyle bağlantılı olaral pek çok örnek senin alt alta sıraladığın bir biçimde taraf olarak gördüğün kişiler tarafından da sıralanabilir ki bu karşılıklı taşlama sonsuza kadar uzar gider...Bunu daha önceki iletilerinden anladığım kadarıyla etnik kökenin dolayısıyla veya ideolojik tercihin neticesinde aynı genellemelere maruz kalıp bundan şikayetçi olduğun ve bunda gerçekten de haklı bir savaş verdiğini gözlemleyebildiğim için yazıyorum... Ancak bu öznelden genellemeye karşıt bir görüşü savunurken bunu karşı taraf için hak olarak göremiyorsan düşünsel tutumun bazında kendi içinde bir özeleştiriye gitmen gerekiyor...Türkiye geçmişiyle barışma ve bu barıştan yeni bir gelecek yaratma uğraşında yol alırken ideolojik farklılıklarını karşı taraf için tahrik unsuru olarak ele alırsan ortada uzlaşacak ne insan ne de farklılıklarımıza rağmen ortak bir vatan payesinde yaşayabileceğiz bir gelecek bulamayabiliriz...Sen sevmesinde onlar var olacaklar,onlar istemese de sen var olacaksın...Eğer bu kaçınılmazsa hiç olmazsa askeri müştereklerde buluşulacak bir ortam yaratılması; birbirinizi tahrik etmeden anlamaya çalışmak ve demokrasiden geçer...senin demokrasi anlayışın demokrasiyi kendi ideolojik eksenine çekme yolunu tercih etmekse o başka...- KAT REİSİ olmayınca öldüresiye dövüldü!
: Aynı ideolojik görüşü paylaşma veya paylaşmama konusu ayrı ama olaya objektif ve soğukkanlı yaklaşımınızdan ötürü sizi kutluyorum...Tarafsızlığı sorgulanabilinir kaynaklardan aktarılan tekil olaylara dayanan bilgiler hangi taraftan gelirse gelsin gerilim ortamını tırmandırmaktan başka bir işe yaramıyor...çok güzel bir yazı olmuş...tebrikler...- ERKEN SEÇİM
Yazdığımın büyük bölümünü es geçmişsin ve sadece bir konuya odaklanmışsın...Ak parti hükümetinin ülke rejimi üzerinde bazı gizli emellerinin olmasından kuşku duyulması olayın sadece bir boyutu...Şimdi bunu bir kenera bırakalım ve akp'nin rejimle hiçbir sorunu olmadığını varsayalım...Yazında demokrasiden söz ettiğin için söylüyorum ki demokrasinin basitleştirilmiş olarak tanımını yapacakcak bunun bir toplum içindeki bireylerin yarıdan 1 fazlasının oylarıyla başa gelen iktidarın(burda koalisyon hükümetinden de söz ediyorum)ülkeyi yönetirken,azınlık oya sahip partilerin de yönetimin icraatlarını kontrol etmesi ve bunu yaparken azınlığın muhalefet hakkının korunması olarak tanımlarsak,yüzde 25 oyla gelen bir hükümetin yüzde 65 temsil hakkının bulunmasına dayanarak Türkiye Cumhuriyeti'nin Devlet Başkanı'nı seçmesin de demokratik bir yan bulabiliyorsan ikimizin demokrasiye bakışın da büyük bir fark olduğunu söyleyebilirim... Cevabımı kuşku duyulan bir hükümetin icraatlarına verilen tepkiden çok halkın nispi oyuna sahip bir hükümetin sanki çoğunluk oyuna sahipmiş gibi cumhurbaşkanını kensisinin seçmesi yönündeki ısrarlarıdır ve bunun senin de bahsettiğin demokrasi anlayışıyla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur...- ERKEN SEÇİM
Cevabını tam olarak anlayamadım..biraz açar mısın...- ERKEN SEÇİM
Sence demokrasi 4'de 1 oy alıp meclisde 3'de 2 temsile sahip olan, tavır ve politik yaklaşımlarının ışığında ülkenin rejimi üzererinde bazı sinsi planlarının olduğuna kuşku duyulan bir hükümetin hazır gelmişken seçime gitmeden birkaç ay önce cumhurbaşkanını da seçmesi midir...- 3 haziran 1963
Ve bu büyük sevgiye rağmen hala Nazım'ın vatandaşlığa kabul edilebilmesi için kendisi müracaat etmeli diyen bir içişleri bakanımız var...dalga geçer gibi... Nazım'ın bu topraklara ait olduğunu ispatlamak için üzerinde küçük bir fotoğrafının olduğu bir kağıt parçasına yada gölgesinde dinlendiği anadoludaki bir köy mezarına ihtiyacı var mı....Bunu en iyi şiirleri anlatır... Memleketim: Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya, kurşun kubbeler ve fabrika bacaları, benim o kendi kendinden bile gizleyerek sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir. Memleketim. Memleketim ne kadar geniş: dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana. Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum. Erzurum Yaylası'nı yalnız türkülerinden tanıyorum ve güneye pamuk işleyenlere gitmek için Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye utanıyorum. Memleketim: develer, tren, Ford arabaları ve hasta eşekler, kavak söğüt ve kırmızı toprak. Memleketim. Çam ormanlarını, en tatlı suları ve dağ başı göllerini seven alabalık ve onun yarım kiloluğu pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla Bolu'nun Abant gölünde yüzer. Memleketim : Ankara ovasında keçiler: kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması. Yağlı, ağır fındığı Giresun'un. Al yanaklı mis gibi kokan Amasya elması, zeytin, incir, kavun ve renk renk, salkım salkım üzümler ve sonra karasaban ve sonra kara sığır ve sonra : ileri, güzel, iyi her şeyi, hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır, çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım, yarı aç, yarı tok yarı esir... Nazım Hikmet Ran bence yok....- "TASAVVUF İSLÂMI"NA DİKKAT EDELİM/Zübeyir YETİK
Bazıları yobaz kişilerin bencil davranışına bakarak dine saldırıyor. Bazıları ise tarikatları karalıyor. Kaç yıldan beri bazı kimselerin yanlış davranışları, İslâm'ın manevi yönüne ağırlık veren tasavvuf kurumunu hedef tahtası haline getirdi. Bazı basın haberci ve yazarları da şekilci, riyakâr, gizlide kurnaz, yobaz bazı kişilerin bencil davranışlarına bakarak, o görüntüde dine saldırdı, tüm din adamlarının bu karakterde olduklarını anlatmak istedi. Kimi yazarlar da bütün tasavvuf ve tarikatları karaladı, tasavvufun İslâm dışı olduğunu iddia etti. Böylece, Fârâbileri, İbn Sînâları, Gazâlîleri, Hacı Bektâş-ı Velîleri, Râzîleri, Mevlânâları, Yunusları, Niyâzî-i Mısrîleri yetiştirmiş olan bir kurum, İslâm dışına atılmak istendi. İlk başta tasavvuf kelimesinin kökeni üzerinde bir çok görüşün ileri sürülmüş olması bir gerçek ise de bu kelimenin, yün anlamındaki sûf kelimesinden çıktığı tezi, en çok kabul gören tez olmuştur.Sizin aksinize bu görüş kelimenin kökeni itibariyle daha uygundur... Gömlek giyene takammasa dendiği gibi sûf giyene de tasavvufa denir. Bunun maştan tasavvuf, ismi faili mutasavvıftır. Dil bakımından muvafık olan bu görüş, anlam itibariyle de doğrudur. Çünkü ilk sûfîler, nefsin bazılarına muhalefet ederek yumuşak ve güzel görünümlü şeyler giymekten kaçınmış, sadece vücutlarını örtecek kıldan ve kaba yünden dokunmuş elbiseler giymekle yetinmişlerdir. Hz. Peygamber de zaman zaman sûf giyinirdi. Hele As-hab-ı Suffe'nin elbiseleri suftan idi. Hasan-ı Basrî, yetmiş sahabiye yetiştiğini, hepsinin elbisesinin sûf olduğunu söylemiştir.Bu görüşün kaynakları Risale, Kelâbâzî,Kuşeyrî de bulunabilir. Bir görüşe göre de tasavvuf, Hz. Peygamber'in Mescidi bitişindeki sofada oturan ve sayıları 40-400 arasında değişen Ashâb-ı Sufa (Sofa Halkı)'na nispetten doğmuştur. Çünkü sûfîlerin halleri, gönül birliğiyle ve sırf Allah rızası için Hz. Peygamber'e sâhiblik eden (bağlanan) Ashâb-ı Suffe'nin hallerine benzer. Medine'de bir yuvalan, yakınları olmayan, Hz. Peygamber'in ve ashabının yardımlarıyla geçinen bu insanlar ekimle, havyanalıkla, ticaretle meşgul değillerdi. Gündüzün odun toplar, çekirdek kırarlar, geceleri de ibadetle, Kur'ân okumakla meşgul olurlardı. Allah'ın Elçisi (s.a.v.) onlara yardım eder, insanları onlara yardıma teşvik eder, onlarla beraber oturur, yemek yerdi: "Sabah, aşkam Rablerinin rızasını isteyerek O 'na yalvaranları (zenginlerin keyfîne uyarak) kovma!" (En'ânı Sûresi: 52), "Nefsini; sabah akşam, rızasını isteyerek Rablerine yalvaranlarla beraber tut (onlarla beraber bulunmaya sabret)" (Kehf Sûresi: 28) ayetleri onlar hakkında indi. Tasavvuf kelimesinin, Kur'ân'da ve Peygamber'in sözlerinde geçmemesinden hareketle bu akımın, yabancı kökenli olduğunu sanmanızsa hatadır. Kelimenin, Hz. Peygamber döneminde kullanılmaması da,akımın yabancılığını kanıtlamaz. Tefsir, hadis ve fıkıh gibi İslâm bilimleri terimleri de Peygamber döneminde yoktu. Bunlar, Peygamber'den sonra geliştirilen disiplinlerin adı olarak ortaya çıktı. Nasıl Peygamber'den sonra Kur'ân ayetlerini açıklama disiplinine tefsir, bu dalda uzmanlaşanlara müfessir; Peygamber'den aktarılan sözlere hadis, bu dalda uzmanlaşanlara muhaddis; Kur'ân ve hadisin taşıdığı hukuksal yargılan saptama disiplinine fikıh, bu dalda uzmanlaşanlara da fakih dendi ise Peygamber'in ta Peygamberliğine tekaddüm eden zamanlardan başlayarak hayatının sonuna dek sürdürdüğü gece ibadeti, Allah'a karşı içsel bağlılık, sevgi ve ahiret korkusuyla dünyaya gönül vermeme şeklinde özetlenecek ruhsal yaşamda uzmanlaşan, nefsin kusurlarını düzeltip ruhu temizleyerek yüceltmenin yol ve yönteminde uzmanlaşma disiplinine de tasavvuf ve bu disiplinin uzmanlarına da mutasavvıf denmiş, ilk sûfî adını alan kişi de Hicrî 149'da ölen Küf eli Ebû Hâşim olmuştur. Gerçekte tasavvuf, bir yaşam tarzı ve yöntemi olarak Hz. Peygamber'in ve öteki peygamberlerin ruhsal yaşayışından ibarettir. Hz. Peygamber, henüz risaletle görevlendirilmeden önce yalnız başına tefekküre dalmak, Rabbini anmak isterdi. Bu amaçla Hira Mağarası'na çekilir, Hira Dağı'nın sessizliği, Allah'ın varlığını bütün ihtişamiyle ifade eden berrak yıldızların ve engin çöl gecelerinin harika letafeti içerisinde derin düşünceye dalardı. Yanına biraz azık, biraz su alarak mağaraya gider, azığı tükenince dönüp yine biraz azık aldıktan sonra mağaraya çekilirdi (Buhâ-rî, Bed'ul-Vahy). O'nun bu halini gören Araplar, "Muhammed Rabbına âşık oldu" diyorlardı.Bu tefekkürler ve riyazetler O'nu, Peygamberlik görevine hazırlıyordu. Peygamber olduktan sonra da bu ibadet ve riyazet hayan sürmüş, kendisine inananların bir çoğu da böyle yapmıştır. İslam'ın,Ahmet Yesevi'den bu yana da bize intikal eden Türk Halk Müslümanlığı adı altında İran sufiliğinden geçerek,Orta Asya'daki budist,şamanist,manihist mistik kültürün içinden gelen,göçebe ve yarı göçebe Türk boylarının anlayabileği ve hazmedebileçeği,popüler ve basitleştirilmiş bir hale getirilmiş olması tartışılamayacak bir gerçektir...Ancak ALLAH'ın azabından ve gazabından korkmaya dayalı bir inanç öngürüsünün aksine ilahi aşkı ve cezbeyi şart koşan,sadece bu sebeple de geniş hoşgörü ve insanlık sevgisine dayalı,her türlü benlik duygusunu kınayan Türk halkı özelinde Horasan melamiyetlerine dayanan İslam bağlamında ise Hz Muhammed'e kadar ulaşan tasavvuf geleneğini bu kadar önemsiz göstermeniz ve Türk tasavvuf geleneğeni de içine alan bu anlayışı İslam'a karşı dış güçlerin elinde kullanabileceği bir silah olarak görmeniz en azından bir Türk Dili ve Edebiyatı bölümü öğrencisi olarak beni epeyce üzdü hocam... Yaşınıza ve engin bilgi birikiminize hürmeten saygılar...- Tümer Fenerbahçede!.....
Sizde para bizde yürek...işte aramızdaki fark bu...Fenerin büyüklüğünü tabi kabul ediyorum..Şanlı Galatasaray'dan sonra Türkiye'nin en büyük ikinci takımı...- Tümer Fenerbahçede!.....
Fenere gelmem diyor adam...Yurtdışında oynamak istiyor...Hem bir Tümer gibi bir adama yıllık 2 milyon euro verip yıl sonunda da askere yollamak ancak fener gibi bir takımın yapacağı iş gibi geliyor bana...- Demokrasi Nedir?
Vallahi pes cumhuriyet ve demokrasi kavramlarını birbirine karıştıran bu kadar insan yanlış bir önerme üzerinden bu kadar birbirine girebiliyorlar ya bravo.....Jön demokrasiyi tanınımlayacağım diye anlamını tam olarak bilmeden cumhuriyet kavramını tanımlamış bunu da mı göremiyorsunuz....İlk başta cumhuriyet ile demokrasi arasındaki ayrımı fark etmeyi öğrenin... CUMHURİYET-DEMOKRASİ KAVRAMI İLE İLİŞKİLİ OLMAKLA BİRLİKTE, AYNI ANLAMA GELMEZ. Nitekim, iç yapıları ve işleyişleri SON DERECE DEMOKRATİK OLDUĞU HALDE, sırf başlarında bir Kral bulunduğu için CUMHURİYET SAYILMAYAN DEVLETLER VARDIR. Bu ülkelere örnek olarak İngiltere, Belçika, İspanya gösterilebilir. Osmanlı İmparatorluğu da bir monarşi iken, 29 Ekim Cumhuriyeti ilan eden "Teşkilat-ı Esasiye Kanununun Bazı Mevaddının Tavzihan Tadiline Dair Kanun" la birlikte, Cumhuriyete geçilmiştir. Örneğin Osmanlı İmparatorluğu, eski Fransız Krallığı, günümüzde İspanya-Belçika-İngiltere, Monarşik Devletlere örnektir ve Devletin başında Cumhurbaşkanları değil, Kral ya da Kraliçe vardır. Buna karşılık da, DEMOKRATİK OLMADIĞI HALDE, başlarındaki kişi seçilerek işbaşına gelen ve bu nedenle CUMHURİYET SAYILAN DEVLETLER DE VARDIR. Buna örnek olarak, eski Doğu Avrupa Halk Cumhuriyetleri ve İran İslam Cumhuriyeti gösterilebilir. Bu noktada şu bağlantı kurulabilir; her demokrasinin mutlaka cumhuriyet olması gerekmez. Örnek olarak, İngiltere, Belçika, İspanya var. Buna karşılık, her cumhuriyetin mutlaka demokratik olması gerekir ki, "yöneticilerin seçimi" göstermelik değil, gerçek bir seçim olabilsin.... Fikir tartışmasını bu kavramları bilerek yürütün ki bari tartışmanız boşuna gitmesin...Havanda su dövüyorsunuz...- TERCİHİNİZ AŞK MI YOKSA MANTIK EVLİLİĞİ Mİ?
Gerçekten kadın olmak çok zor ve bunu kabul etmek gerekiyor...isme gelince eğer zor geliyorsa adım Tugay memnun oldum diloş ...bana adımla hitap edebilirsin...- TERCİHİNİZ AŞK MI YOKSA MANTIK EVLİLİĞİ Mİ?
Sanırım erkeklerle kadınların aşka yükledikleri kelime anlamın da farklar bulunuyor...kadınlar aşkı tekil,yaşıyorlar,belki sonsuza kadar sadece onu sevecek ve koruyacak ölene kadar sadece onunla birlikte olacak klasik deyimle rüyalarında yaşattıkları ''beyaz atlı prens'' imgesini gerçek hayatta karşılaştıkları ve hoşlandıkları erkeğe yükleyerek aşk kelimesini tanımlıyorlar...Ama hiç bir zaman rüya veya ütopya gerçek hayatla tam olarak uyuşmuyor...Çoğu erkek için aşk tekil yaşanan sadece bir kadınla paylaşılabilecek duyguyu yansıtmıyor...Anlatmak istediğim şu..bir erkeğin bir kadınla birlikte olması,onunla bir şeyler paylaşması için ona aşık olması gerekmiyor...Belki kendini o kadına aşık sanıyor ama çoğu zaman hissettiği kaybetme duygusu,sahiplenmenin getirdiği bencillik veya cinsellik oluyor..Bu fikir yapısı da onun aynı anda bu duyguları başka kadınlarla da paylaşmasına engel olamıyor...Sonuç ise sevdiği insanı gözünde fazla büyüten bir kadın için çoğu zaman hayal kırıklığından öteye gidemiyor... Bu yüzden nasıl olacağını tam olarak kestiremiyorum ama kadınların içlerinde akan hayallere ve duygu seline fazla kapılmadan mantıklarının kendilerine yön verebildiği ölçüde gerçekliği görmelerini aşk ve mantık çelişkisini bir şekilde dengeleyebilmelerini temenni ediyorum...Kadınları seven ve saygı duyan birisi olarak zekamın yettiği ve elimden de gelen tek şey bu...- TERCİHİNİZ AŞK MI YOKSA MANTIK EVLİLİĞİ Mİ?
Dur bir düşüneyim zor bir soruya benziyor ama kendimce cevaplamaya çalışayım...İlk başta senin de söylediğin gibi aşkın geçici bir duygu hatta mantığımızı ve aklımızı gölgeleyen bir yanılsama olduğunu inanırım...Sıradana mükemmel payesi vermek...Aşık oldum mu;tabi ki oldum ama asla bunun mantığımın ve aklımı gölgelemesine izin vermedim...Sonuçta bunun geçici bir algı yanılsaması olduğunu biliyordum ve bu yüzden kendimi de asla kaybetmedim...şimdi geçmişi ve zamanında onu sevdiğimi söylediğim kadını düşünüyorum da benim için hoş anılardan öte birşey ifade etmiyor...Bu yüzden bence gerek ilişkilerde gerekse evliliğe giden süreçte hayatınızı tümden etkileyecek kararlara imza atarken bence aklın yolundan ayrılmamak,aşka kul köle olmamak gerekiyor...Mantığın ve aklın onay verdiği duyguları yaşamak ve mantıkla aşk arasında ince bir denge oluşturabilmek bu işin püf noktası bence...- nasıl öpüştüğünüzü görmek istiyorsanız içeri alalım
Benim yüzde beş çıktı ama fotoğraftaki kızda güzeldi hani....- dokunmatik ekran
her eve lazım bundan bir tane...eğlenceli bir şeye benziyor...- hiç nasıl öleceksiniz merak ettinizmi?
Aids....Olana kadar biri tedavisini bulsa bari...- İZMİR
Can baba gelir aklıma, hani dayamışızdır ya sırtımızı 30’lu yaşlara… Hayat ile aramızdaki maçın ilk yarı uzatmalarındayız sanki. Tanrıya şükür birtakım belirtilerini hissetmeye başlasak da henüz Cahit Sıtkı’nın "Yaş otuz beş, yolun yarısı" şiiri ile sadece edebi manada ilgileniyoruz diyebilirim. Ne de güzel yazılmış şiirler, ne de güzel şairlerce! Biliyorum zamana endeksli şeylerden bahsediyorum peşi sıra, duygu yüklü bir gün bu gün yine benim adıma. Yaşadığım şehre bakıyorum, baktıkça bakasım gelir İzmir’ime, hele bir de uzak kalırsan değme gitsin, burnunda tüter o koca şehir. Buralara sonradan gelerek yerleşenler bilemez, buraların nice güzellikleri olduğunu, nice aşkların başlayıp, nicelerinin son bulduğunu. Buraları ancak buralılar bilir, buralılar anlar, bizim tıpkı oralıların oralarını bilemeyip anlayamadığımız misali. Çok İzmirli bilirim, uzaklarda, konuşmalarımız esnasında beş kelimenin biridir İzmir sevdaları, nice İzmirliler bilirim uzaklarda İzmir için varını yoğunu bırakıp gelmişlerdir. Nice İzmir bilirim; O artık hepimizden uzakta!.. Kendimi şanslı addederim kimi zaman, daldıkça maziye kıyas edebilme zevkine nail olurum dün ile bugünü. Büyüklerimden dinlerim, dalar giderim eskilere onlar anlatır ben dinlerim. Uyanmak zor gelir anlatılan dünyadan, o gün yaşananları bugün de yaşamak isterim. Çocukluğum gelir aklıma, Zeytinalanı'nı bilir misiniz bilmem, Güzelbahçe'yi, Klizman'ı, Urla'yı, Karaburun'u. Şehrin içinden bahsedemiyorum, hızlı değişimi o yıllarda sürerdi hep, ama bir gerçek var ki acı; her yer İzmir kokardı mis gibi. Ben İzmirliyim... - Beğendiğiniz Afişler
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.