Taurus, çay içerisine kırdığım bisküviler dedin ya hani ben de 12 yaşında bir bademcik ameliyatı olmuştum... 1 ay boyunca katı gıdalar yiyememiştim bu nedenle... İşte o dönemlerde eve hasta ziyareti diye gelen herkes bir paket süt ve petit beurre bisküvi getirirdi bize... ben bir ay boyunca yemek yerine bunlarla beslendim. O dönemde hastanede bana muhallebi!!! diye getirdikleri tatlılar ve kompostolar yüzünden bütün sütlü tatlı ve kompostolardan nefret etmiştim. Daha 2 sene öncesine kadar sütlaç bile yemiyordum ama aştım çok şükür bunları Fakat enteresan olan bu sütlü bisküviden hiç ama hiç nefret etmedim hala bile yerim hatta bir yeğenim var DOĞA... Foruma üye olduğum zamanı bilenler, hatırlar avatarımda Doğa'mın ve benim bir resmimiz vardı. Neyse Doğa da benden dolayı çok sever bu sütlü bisküviyi... hatta bu yaz Akçay'da balkonda oturuyoruz ve evde çocuklu bir misafirimiz vardı. Doğa dedi ki sütlü bisküvi istiyorum ben... Misafir sordu: Sütlü bisküvi ne? Doğa çok bilmiş haliyle kadına aynen şöyle cevap verdi: aaa sen sütlü bisküviyi bilmiyor musun? Sen çocuğuna hiç yapmıyor musun? Teyzem bana hep yapar... Sen ne biçim annesin? Tabiiiiiii kadın şok.. Doğa'ya göre annelik demek çocuğuna sütlü bisküvi yapmak demekmiş ben de o gün bunu anladım
Çatapatlar ve kızkaçıranlar aklıma geldi yine Taurus senin yazdıklarından ve Leyla'nın yazdıklarına eklediklerinden... Çatapatları severdim ama kızkaçıranlardan pek korkardım ben... Galiba adı kızkaçıran olduğu için Sanki patlayan bütün kızkaçıranlar beni kaçıracakmış gibi gelirdi... Sanki dünyada başka kız yok haaa... Ayrıca niye bunlara kızkaçıranlar derledi orasını da hala düşünürüm... Demek ki benim gibi saflar korkup, kaçsın diye... Bayram geliyor yine, yine bu kızkaçıranlar ortalıkta patlatılıp durulur ben yine korkarım herhalde... Korkar mıyım acaba? Bi bakacaz duruma bu bayram artık...
Seksek ve dokuztaş oynayan var mı peki? Biz en çok bu oyunları oynardık... Ha bir de yakar top vardı... Ben işte bu oyunda çok iyiydim. Çevik bir çocuktum ben ondan olsa gerek. Zaten beden eğitimi derslerinde de hep çok iyi olmuşumdur bu yüzden... Bu yakar toplarda ortada sıçan olmak diye bir durum da vardı... Bi de çürük fasulye.. Bu çürük fasülyeler genelde hiç kimse tarafından takıma alınmayan küçükler olurdu o nedenle de her iki takım da içerdeyken onlarla oynar ortada koşuşturur dururdu işte... Futbolu o zaman da çok severdim beni ama beni oyuncu yapmazlardı ama ben çok kalecilik yaptım... İşte karşınızdaaaaa Panter Gloriaaaa Oleeeee oleeee oleee
Dizilere gelelim şimdi de biri çocukluğuma denk gelen Köle Isaura... Bu dizi başladığında herkes televizyonun başına geçerdi, gözlerini ayırmadan diziyi izlerdi... hatta daha önceki yazımdan hatırlarsanız sakızları bembeyaz olan Nimet Ablam daha sonra evden kaçmıştı (kocaya ) da köydekiler şöyle demişlerdi çok iyi hatırlıyorum: eeee tabi kıza köle Isaura gibi davranırsan böyle olur işte... Bu dizide hatırladığım Sebastian vardı zenci kölelerden biri... Baron ve Barones kelimeleriyle de eminim bi çoğumuz bu diziyle tanışmışlardır... Ve lüle lüle saçlarıyla Köle Isaura.... Diğeri de çocukluğumun geç dönemlerine rastlayan ve hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden Yalan rüzgarı... Tanrım o ne diziydi öyle yaaa... İnsanlar nasıl sıkılmadan her akşam saat 18:00 de bu dizinin başına geçerlerdi... Bu diziyi az buçuk seyrettim ben ama sonra bir dönem ara verdim yaklaşık 3 ay kadar... 3 ay sonra seyretmeye başladığımda dizi hala benim bıraktığım yerdeydi... O gün işte bi karar verdim artık bu diziyi 3 ayda bir bölüm izleyeceğim diye... Emin olun hiçbirşey kaçırmadınm
Kan kardeşiniz oldu mu sizin de hiç... Bir dönemler çok kodaydı kankardeş olmak... Benim hep kankardeşlerim olmuştur... Üniversiteye giderken bile Ali diye bir arkadaşım vardı, çok severdim ben onu... O da beni cok severdi... Birbirimizin herşeyini bilir sürekli beraber dolaşır, her işimizi ortak yapardık ama en yakınlarımızı bile inandıramazdık ki biz sevgili degil sadece iki iyi arkadaş, dost hatta kardeştik... Mümkün değil diyorlardı, halbuki mümkündü... Bir gün üniversitenin kantininde oturuyoruz ve arkamızda bir pano asılı, muhabbet yine aynı, yok yok siz kesin sevgilisiniz, hayır değiliz, sevgilisiniz, değiliz derken gözüm panoya takıldı ordan bir toplu iğne çıkardım ve işaret parmağıma batırdım, sonra Aliye verdim... Ali de batırdı ve biz hepsinin önünde kan kardeş olduk... İşte o gün anladım ki kan kardeş olmanın kutsallağı hala kabul ediliyor. Çünkü ondan sonra bize kimse sevgilisiniz demedi... Ali benim son kankardeşimdi.. Şimdi görüşmüyoruz ama bunları yazarken aslında onu ne kadar özlediğimi farkettim keşke tekrar izini bulma şansım olsa....
Ayy bir de atariler vardı hani şu 80 lere rastlayan dönemlerde... benim en sevdiğim packmandi.. Tuhaf bi sesle packman packman diyip önüne gelen herşeyi yiyordu... Uçaklı bir oyun vardı hani gemileri vuran arada da fuel benzin alan... Çok şekerlerdi çokkkkk...
Ben de en iyisi şu an şu suratımdaki Carrefourda şakşak şaklatan yetişkinlerin yüzünde gördüğüm o enteresan gülümseme yüzüme dağılmışken bitireyim bu defa yazdıklarımı... Sonra yine yazarım...