siosteran tarafından postalanan herşey
-
Pkkyı Temizleme Harekatı
Geç bile kalındı.Terör ve irtica,vatanın bölünmez bütünlüğünü tehdit etmeye başladığı için bunların yapılması gerekiyor.Zamanında iç çekişmeleri bırakıp,terör ve irticanın herbiri kendi içinde halledilseydi daha iyi olurdu. Zaten,millet olarak yumurta kapıya dayanmadan hareket etmeyiz ki!Devamlı bir adam sendecilik vardır. Artık uyanık ve dikkatli olma zamanıdır.O bölgede güvenliği sağladıktan sonra yatırımlara yönelmek gerekir.Aksi takdirde,terör ve irtica yeniden hortlar,başladığımız noktaya ya da daha geriye gideriz. Saygılarımla,
-
başörtüsü sorunu ve ilim tahsili
Sizler de benim gibi ideallerin peşinde koşuyorsunuz. İran,kadınların kılık-kıyafetlerini düzene koymaya başladı.Siz de bütün müslümanların başlarını örttürün;sakal,bıyık,takke vb.sembollerine izin verin.Buna itiraz edenleri şeriat hükümlerine göre cezalandırın. Türkiye başta olmak üzere İslam Dünyası,din birliği sayesinde hemen her açıdan güçlenecekse,ben şeriat yönetimine hayır demem.Bu sayede dış güçler bizim içişlerimize karışmaya çekineceklerdir. Şu an Türkiyedeki tüm çevrelerin 2007 yılının ortalarına kadar beklemesi gerekiyor. Hakkımızda hayırlısı olsun. Saygılarımla,
-
TÜRBANIN DİLİ VARDIR... (Türbanlı eş bir kimliktir... Şeriatçıdır, Medeniyeti sevmez........)
İşin özü dini kitaplara fazla bağımlı kalmadan verilecek bir eğitim ve öğretimdedir.Ama,dini siyasete alet edip yönetimdeki her alanı arap saçına çevirirsen,başı kapalı kadınlar özüne yani islama döner ve doğal olarak "bu benim inancımdır,ölürüm de başımı açmam" der.Çünkü,aile çevresinden almış olduğu görgü o yöndedir,açmaya korkar.Zamanla kadınlarımız dini kitaplar haricinde kitaplar okur ve dersler almaya başlarsa,gün gelir siz onu zorlasanız da başını kapatmaz,bilakis açmak ister. Yine de her beyin kendi içinde özgürdür.Bazı beyinler okumaya,araştırmaya ve yaratıcılığa heveslidir,bazıları bana bu kadar yeter der;ben başımı kapatırım,ailemin yanımdan ayrılmam,nasıl olsa kendime uygun bir kısmet bulurum diye düşünebilir. Okuyan,araştıran kişiler bulundukları kurumun kurallarına uymak zorundadır. Yasalar islami hukuk kurallarına göre değiştirilecek olursa,bu sefer tepkiyi laik düşünen çevreler verir.Halen çoğunlukta olan iç ve dış çevreler,mevcut hukuk kurallarının değiştirilmesini istemezler. O halde islamı hukuk kurallarının uygulanmasını isteyen bazı çevreler,mevcut hukuk düzenine uymak zorundadır.Uymazlarsa yavaş yavaş dışlanırlar ve dışlanacaklardır da! Ancak eğitimini dini kalıplara fazla bağlı kalmadan almışsa,zaten o kadınların başı açıktır ve problem yoktur. Türkiye'de dört kadından biri aktif olarak çalışma hayatındadır;yani 9 milyon kadınımız çalışmakta,27 milyon kadınımız evde oturmaktadır.Bu da Türk ekonomisi için büyük bir tehlikedir. İnanç insanın içindedir. İşin Başı Eğitim Saygılarımla,
-
ANKARA ÜNİVERSİTESİNDEKİ OLAY
Gerçekleri konuşmak cahillikse ben cahilim. Ordu bu işe tabii ki meraklı değil. Herkes kendi işini yapabiliyor mu adam gibi? Başımıza kötü bir şey gelmeden vatan-millet-din bağlamında uzlaşabiliyor muyuz? Neden,çünkü dışarıdan müdahale ediliyor. Ama bundan sonra uzlaşmak zamanıdır.
-
güzel bir soru
İkincisi...Hasta olan kişinin(eğer trafik kazası geçirmişse ya da bayılmışsa) hastaneye yetiştirilmesi vicdani ve kanuni bir yükümlülüktür. Saygılarımla,
-
ALLAH YOKTUR!
Avrupa,inancına fazla bağlı kalmadan,şekilcilikten uzak olarak gelişmesini tamamladı.Ancak,keşif ve icatlarını yaparken,yani bilinmeze doğru yolculuk ederken hep inandı ve inancını kaybetmedi.Bizdeki esas sorun,genel olarak maceracı ruhun olmaması,tembellik,kitap okumamak,araştırmaya ve geliştirmeye karşı olan isteksizliktir.Yoksa bunun İslam inancıyla bir ilgisi yoktur.Belki de genetik bir olaydır. Siz,içinizi bir sıkıntı kapladığında bu sıkıntıdan o anda geçici de olsa kurtulabilmek için neye başvurursunuz? Ben "Allahım bana sabır ver,emeklerim boşa gitmesin" vb dualar ederim,rahatlarım. İçim huzur dolu olduğunda da çoğu kez "Allaha şükür" derim,işime devam ederim. İnsanoğlu,yüce yaradana inandığı sürece bir yerlere varabilir. İnsanoğlu,evrenin tüm sırlarını keşfetse dahi ateist olmamalıdır. Hristiyanlık özünü kanaatimce İslamiyette aramaktadır. Saygılarımla,
-
Papanin laiklige itirafi
Papanın bu konuşması Avrupanın da özünü aradığını,materyalist felsefenin bir yere kadar etkili olduğunu gösteriyor.Adamların dini kitapları tarih boyunca kayıp ve/veya yeniden yazılmış olduğu için,kutsal kitaplarına fazla bağlı olmadan gelişebilme imkanı buldular.Bizde,Kuran-ı Kerimin orijinal metni yüzyıllar boyu kaybolmadığı,okumaya,teorik ve pratik alanlarda araştırmaya hevesli olmadığımız için kendimizi geliştiremedik. Tüm bunlara rağmen;Hristiyanlık inancı,kanaatimce özünü İslamiyet inancında aramaktadır.Belki onlar da laikliği terkedip,din ve devlet işlerini inançla beraber yürüteceklerdir.Yukarıdaki alıntınızın yorumu budur. Saygılarımla,
-
başörtüsü sorunu ve ilim tahsili
Ben sıkıntılarını anladım."Ne Suudi Arabistan ne de İran şeriatı layıkıyla uygulayamıyorlar" diye düşünüyorlar.Türkiyeye getirmek istedikleri ideal şeriat sistemi,astığın astık,kestiğin kestik bir sistem.Olacak şey mi bu?Hiçbir ideal düşünce sistemi kitleleri tam anlamıyla memnun edemez ve yıkılmaya mahkumdur.Bu eşyanın tabiatına aykırı! Saygılarımla,
-
başörtüsü sorunu ve ilim tahsili
İşin özü dini kitaplara fazla bağımlı kalmadan verilecek bir eğitim ve öğretimdedir.Ama,dini siyasete alet edip yönetimdeki her alanı arap saçına çevirirsen,başı kapalı kız doğal olarak "bu benim inancımdır,ölürüm de başımı açmam" der.Çünkü,aile çevresinden almış olduğu görgü o yöndedir,açmaya korkar.Zamanla bu kızımız dini kitaplar haricinde kitaplar okur ve dersler almaya başlarsa,siz onu zorlasanız da başını kapatmaz,bilakis açmak ister. Yine de her beyin kendi içinde özgürdür.Bazı beyinler okumaya,araştırmaya ve yaratıcılığa heveslidir,bazıları bana bu kadar yeter der;ben başımı kapatırım,ailemin yanımdan ayrılmam,nasıl olsa kendime uygun bir kısmet bulurum diye düşünebilir. Okuyan,araştıran kişiler bulundukları kurumun kurallarına uymak zorundadır. Yasalar islami hukuk kurallarına göre değiştirilecek olursa,bu sefer tepkiyi laik düşünen çevreler verir.Halen iç ve dış çevreler mevcut hukuk kurallarının değiştirilmesini istemezler. O halde islamı hukuk kurallarının uygulanmasını isteyen çevreler,mevcut hukuk düzenine uymak zorundadır.Uymazlarsa yavaş yavaş dışlanırlar ve dışlanacaklardır da! Ancak eğitimini dini kalıplara fazla bağlı kalmadan almışsa,zaten o kızımızın başı açıktır ve problem yoktur. Türkiye'de dört kadından biri aktif olarak çalışma hayatındadır;yani 9 milyon kadınımız çalışmakta,27 milyon kadınımız evde oturmaktadır.Bu da Türk ekonomisi için büyük bir tehlikedir. İşin Başı Eğitim Saygılarımla,
-
ANKARA ÜNİVERSİTESİNDEKİ OLAY
Üniversitede bir kutlama ve eğlence yapılıyor.İçki de içilebilir,ne olacak ki?İçmenin dozunu bildikten sonra problem de olmaz.Hem sağlığa da olumlu katkıları var;damar sertliğini ve dolayısıyla kalp-damar hastalıklarının gelişmesini ve/veya ilerlemesini de önler. Ancak amaçlar belli! Baskı yaparak kendilerini kabul ettirmeye çalışıyorlar.Peki baskı yapan bu insanlar,orada eğlenen insanların düşünce sistemini değiştirebilir mi?Değiştiremez.O halde neden böyle baskı yapıyorlar? Bu ülkede ne zaman otorite zayıflasa,sağcısı,solcusu,ülkücüsü 1980 öncesinde gösteri yapmadı mı?Ama o dönem geçti,meydan sağcılara kaldı. 1980 öncesinde yukardaki üç fraksiyonu da kontrol eden devlet,şimdilerde mevcut tek bir fraksiyonu mu kontrol edemiyecek? Bana kalırsa,1980 öncesi hatalara dönmeden milliyetçi ve ülkücü insanlarımızın sağı ve solu uzlaştıran bir konumda olmaları gerekir.Aksi takdirde,yine siyonist güçlerin kontrolünde darbe olasılığı kaçınılmaz hale gelir,20-30 sene daha geriye gideriz. Aklımızı başımıza toplama zamanıdır. Saygılarımla,
-
Artık Çözüm Üretmenin Zamanıdır.
Değerli Arkadaşlar, Halka laiklik dayatması yapmak(bilincini aşılamak da diyebilirsiniz),Cumhuriyet döneminde çok sancılı olmuştu.Ancak o zamanın şartlarında aydınlanma için devrimlerin yapılması gerekliydi.Bunun sebebi,Türklerin Anadoluda 11.yüzyıldan beri sofuluğu yaşam tarzı olarak benimsemesi ve Cumhuriyet döneminde yapılan reformlara birden adapte olamamasıydı.1923-1946 dönemi gerçekten Türkiye Cumhuriyetinin en parlak dönemiydi.Dışa bağımlı olmadan kendi yağımızla kavrulabiliyorduk.1850’den itibaren bir İngiliz bankasından alınan borçları o yıllarda kapatmıştık.İmam-hatip okullarının sayısı da yeterli düzeydeydi.Köy enstitülerini komunizm gelecek korkusuyla kapattık. Ancak 1946’da çok partili rejime geçilmesiyle birlikte Amerikan yardımları da almaya başladık.İmam-hatip okulları 1946 öncesinin 4 katına çıktı.Siyasal ve sosyal alanda dış güçlerin tesiriyle kamplaşmalar oldu.Çatışmalar ve darbeler yaşandı.Her askeri darbe ülkemizin geri gitmesine sebep oldu.Sonuç olarak eğitimde fırsat ve imkan eşitliğini koruyamadık.1950 yıllarından başlayarak büyük şehirlerimize iş bulmak ve çocuk okutmak ümitleriyle göçler oldu.Gelip geçen hükümetler kentlerin varoşlarına yerleşen insanları kullanıp iktidara gelmeyi bildi.Ancak parti programları belli bir temele sahip olmadığı için gerek kentli,gerek köylü insanlarımız cahil kaldılar. Dış tehditlerin yeterince artmış olduğu bu ortamda,Atatürk İlke ve İnkilaplarının tekrar hatırlatılması ve hayata geçirilmesi zorunludur,yapılması zordur,ancak imkansız değildir. Öncelikle şunu belirteyim,bu dünyada giyim kuşamına göre insana değer verilmektedir.Bunu kimse değiştiremez.İnsanın inancı içindedir,inancını dış çevreye yansıtmak zorunda değildir.Değiştirelecek yasalarla özel sektör ve kamu alanında inancı gereği bazı kadınların başını kapatmasını serbest bırakacaksınız.Erkekler her gün sakal ve bıyık kesecekler ve modern görünecekler. Dikkat ediyorum da bütün problem,kadınlara odaklı görünüyor.Öncelikle kadınların iyi bir eğitim alarak sosyal çevrede türbanın ve başörtüsünün gereksiz olduğunu zamanla anlaması gerekiyor.Erkekler,kendini bir şekilde iyi-kötü kurtarıyorlar,çevreye daha iyi uyum sağlayabiliyorlar. O halde imam hatip okullarına neden bayan öğrenci alınıyor?Alınmış olsa bile bu insanlar neden mesleğinde ilerleyemiyor?Diğer meslek okullarında da aynı sorunlar sözkonusu…(Bana kalırsa imam-hatip okullarının adı değişmeli,okullara atanacak yöneticiler Atatürk İlke ve İnkilaplarını benimsemiş olmalıdır.Halihazırda Anadolu’nun bazı şehirlerinde bu tarzda imam-hatip okullarımız vardır ve başörtülü bayan öğrencisi de yoktur.) Neden çocuklar aileleri tarafından Kuran kursları yerine ilkokullara gönderilmiyor?Neden etrafımdaki çoğunlukla başı örtülü yaşlı bayanlar bir kamu kuruluşunda zor durumda “Biz Cahiliz” demek ihtiyacını hissediyorlar?Bu gibi önemli sorular çoğaltılabilir. Çözüm,turban dahil hemen her konuda ailelerin eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi olmalı.Aileler de çocuklarını aldıkları eğitimle turbanı takma konusunda zorlamamalılar.Bu konuda sosyal eğitim uzmanlarına ve öğretmenlere büyük görevler düşüyor. İnsanlar,birbirlerini örnek alarak ve rekabet ederek kendilerini geliştirirler. Türkler zekidir,ama çalışırlarsa daha da zeki olurlar. İŞİN BAŞI EĞİTİM Saygılarımla,
-
Bir Amerikan Projesi Olarak AKP
MHP'nin gelmesi mantıklı,zira devlet kadrolarında cumhuriyet tarihi boyunca geri planda bulunuyorlardı. Misak-ı milliyi değiştiremezler de,Musul ve Kerkük'deki Türkmenlarin Türkiye'ye gelmesi sözkonusu olabilir.Diyarbakırda yaşayan Kürtler ise,Iraktaki olaylar durulmadan oraya gitmezler,doğal olarak bunu sürgün gibi algılarlar. Zamanında İngilizler bölgeden çekildiği zaman,Musul ve Kerkük alınmış olsaydı bölge tarihinin akışı değişebilirdi.
-
bayrak asmaya davetlisiniz
Çok haklısınız sardunyam hemen asmalıyız!
-
Bir Amerikan Projesi Olarak AKP
İster istemez siyonistlere uşaklık ediyoruz!Yönetimdekilerin kadrolaşmadığı yer nerdeyse kalmadı sayılır!Bakalım bu işin sonu nereye varacak?
-
Bir Amerikan Projesi Olarak AKP
Sizlerle Merdan Yanardağ'ın bir yazısını paylaşmak istedim.Güncel konular bölümünde "zihniyet devrimi yaşandığının farkında mısınız?"başlıklı yazımda olduğu gibi ne kadar iyimser yaklaşımlarda bulunsam da,AKP'nin perde arkasını aşağıdaki yazı çok güzel anlatmaktadır. -------------------------------------------------------------------------------- Bir Amerikan Projesi Olarak AKP-I Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin iç dinamiklere dayalı bir iktidar kudretine sahip olmaktan çok, esas olarak dış dinamiklere yaslanarak ülke içindeki iktidar alanını genişletmeye çalışan bir siyasal profil verdiği gözleniyor. Öyle anlaşılıyor ki, iktidar refarasını Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği'nden (AB) alan AKP'nin başka çaresi de yoktu. Bu nedenle Erdoğan ve beraberindekilerin zaman zaman Ankara'da ilan ettiği "kırmızı çizgiler" Washington ya da Brüksel'de aşıldığında, buna direnemeyecekleri belliydi. Nitekim hiç bir ihtilafta direnme yoluna da gitmediler. Ancak, Batı'ya yaslanarak iktidarda kalmaya çalışan, AB sopasını kullanarak muhalefet güçlerini pasifize etme siyaseti izleyen AKP'nin, yürüdüğü bu yolun sonuna geldiği anlaşılıyor. Son altı ayın gelişmelerine bakıldığında, ABD'nin gerilimli bir ilişki sürdürdüğü AKP hükümeti ile mesafesini açmaya başladığı, "ılımlı islam" siyasetini gözden geçirdiği ve hem Ortadoğu'da hem de Türkiye'de yeni bir alternatif arayışına girdiği gözleniyor. Bu gelişmeyi, AKP hakkındaki bu seri yazının sonraki bölümlerinde değerlendireceğim. Çünkü, öncelikle AKP'nin kuruluş öncesi ve sonrasına, nasıl bir parti olduğuna, kimler tarafından tasarlanıp iktidara getirildiğine, ideolojik-politik hatının ne olduğuna ve bu politik hattın siyasal islamla ilişkisine bakmak gerekiyor. Bir ABD projesi AKP, Washington tarafından geliştirilen ve merkezinde "ılımlı İslam" siyasetinin bulunduğu Büyük Ortadoğu Projesi'nin stratejik bir ürünüdür. Üstelik, tasarlanmış, planlanmış ve sınırları çizilmiş bir projedir. Doğunun kalbine sokulmuş bir Truva Atı'dır. AKP, ABD'yi yöneten ve kısaca 'neo-con' denilen yeni muhafazakarların (Neo-Conservatives) geliştirdiği "imparatorluk" siyasetinin İslam dünyasındaki taşıyıcı unsurudur. Durum o kadar açıktır ki, daha AKP kurulmadan Amerikalı strateji uzmanlarının ve siyaset kurucularının yazdıkları, insana, "bu kadar da olmaz" dedirtecek türdendir. Üstelik, AKP'de bunu saklamamakta, dahası söz konusu durumdan sakınmasız bir fırsatçılıkla yararlanmaya çalışmaktadır. Türkiye'nin yeri Konuyu ve bu "işbirliğini" aşağıda kanıtlarıyla açmaya çalışacağım. Ancak, daha önce, İstanbul'da Sinagoglara ve İngiliz Konsolosluğu'na karşı 15-20 Kasım 2003 tarihlerinde yapılan bombalı saldırıların hemen sonrasında yaşanan bir dizi gelişmeyi değerlendirmekte, konunun daha net şekilde anlaşılması için, yarar var. Çünkü, İstanbul'da patlayan bombalar, başta Washington olmak üzere Batı başkentlerinde 1990'lı yılların ortalarından beri hazırlanan ve Türkiye'nin küresel düzen içindeki yerinin de yeniden tanımlanmasını içeren tartışmaları tetikledi. Bu dönemde Türkiye'ye bir test alanı olarak bakılıyor ve ılımlı İslam ile radikal İslam'ın kapışacağı bir alan olarak görülüyordu. Batı basınında, "Sandık bombayı yenecek mi?" diye soruluyordu. Sandık ile işaret edilen AKP oluyor, bomba ise "radikal İslamı" temsil ediyordu. Türkiye'ye yeni rol Batı, Atlantik ötesi ve berisiyle kendisine yönelik küresel bir tehdit olarak algıladığı radikal İslam'a karşı çözümü, giderek artan oranda, ılımlı İslamı güçlendirmekte arıyordu. Artık, hem ABD hem de Avrupa'daki Amerikancı çevreler, geçmişten farklı olarak Türkiye'ye yeni bir rol biçmeye hazırlanıyordu. Doğrusu, diğer Batı Avrupa ülkelerinin de (Almanya-Fransa) bu role pek itiraz ettikleri söylenemezdi. Dolayısıyla, daha önce, 'modern, laik ve demokratik bir ülke' olarak Müslüman dünya için örnek oluşturduğu belirtilen Türkiye, bundan sonra 'demokratik İslam ülkesi', diğer bir deyimle 'ılımlı Müslüman ülke' olarak bütün Doğuya bir 'model' olarak sunulmak isteniyordu. Bu yönde Batı basınında çıkan yazılarda gözle görülür bir artış vardı. Türkiye'deki AKP hükümetinin, bu model için 'ideal' bir politik ortam oluşturduğu belirtiliyordu. Dervişin zikriyle fikri İslami yönelimli ve muhafazakar yeni orta sınıflara ve yine aynı yönelime sahip ve fakat orta ölçekli olmak sınırlarını aşan Anadolu sermayesine dayanan AKP yönetimi, bu konjonktürden aldığı güçle, ülkede sınırlı bir İslamizasyonu gerçekleştirebileceğini düşünüyordu. Yani, AKP de Batılı merkezlerle aynı görüşteydi. AKP teorisyenleri, iç ve dış dinmiklerin örtüştüğünü düşünüyorlardı. Esas olarak ABD'ye dayanarak ülkede iktidar alanını genişletme stratejisi izleyen AKP, bu yolla hem kendi tabanının beklentilerini karşılama olanağını elde ettiğini sanıyor hem de Marmara sermayesi ile zaman zaman çatışarak, zaman zaman da uzlaşarak yeni bir iktidar bileşimi oluşmayı hedefliyordu. Bugün sistemin pilot kabininde yaşanan şiddetli gerilimin ve bir tür yeni 'fetret' durumunun nedenini burada aramak gerekiyor. Şeriat istiyorlar mı? Ancak, AKP Türkiye'yi katı bir "şeriat ülkesi" haline getiremeyeceğini görüyor. Böyle bir amacın, çok şiddetli bir toplumsal ve siyasal çatışma yaşanmadan gerçekleşmeyeceğini 28 Şubat'tan sonra kavradıkları anlaşılıyor. Bu nedenle, düşük yoğunluklu bir İslamizasyon hamlesi, bu kesimleri tatmin edecek gibi görünüyor. Ancak, düşük yoğunluklu da olsa, bir islami projenin amacına ulaşması, Cumhuriyetin kurucu ilkelerini değiştirmeden mümkün görünmüyor. AKP'nin İmam Hatip Liseleri'nin önünü açmak, türban, "helal gıda" ve Milli Eğitim müfredatının değiştirilmesi vb. için yürüttüğü ısrarlı çaba bu çerçevede değerlendirilmeli. Bir proje olarak AKP Evet, yukarıda da belirttiğim gibi AKP; ABD tarafından geliştirilen "Büyük Ortadoğu Projesi" ve "ılımlı İslam" siyasetinin bir ürünü, Washington'da tasarlanmış ve Ankara'da yürürlüğe konulmuş politik bir projedir. Şimdi bu tezi biraz açalım. Amerikan dışişleri ve istihbaratının önde gelen Ortadoğu, Türkiye ve İslam uzmanlarından Graham Fuller'in, 1990'lı yılların başından beri "ılımlı İslam" projesi üzerinde çalıştığı bilinir. Fuller, Ortadoğu'daki anti-amerikan radikal islamcı akımları önleme ve geriletmenin yolunun, laik sistemleri desteklemekten değil, aksine radikal islamcı partileri küresel kapitalist sistem içine çekecek ve özlerini dönüştürecek bir yaklaşımı benimsemekten geçtiği tezini yıllardır savunur. Fuller'e göre Batılıların, Doğuda laiklik konusundaki ısrarının hiçbir anlamı yok. Çünkü, İslam dünyasında laikliğin tarihsel ve kültürel temelleri bulunmuyor. Laiklik, Batı-Hristiyan kültürene özgü bir olgudur. Ayrıca, Müslümanların günlük yaşamlarında dini nasıl yorumlayıp uyguladıkları ABD'nin stratejik çıkarlarını da hiç ilgilendirmez. Önemli olan şey, bu ülkelerin ya da örgütlerin anti-amerikan bir niteliğe sahip olmamasıdır. O da ancak, ılımlı bir İslami modeli geliştirmekle mümkündür. Bu çerçeveden bakılınca, Fuller'e göre, Fransız ekolünü izleyen laik Türkiye "başarısız" bir örnektir. Laiklik nedeniyle İslam dünyasından, onları etkileyemeyecek ölçüde uzaklaşmıştır. Ancak, yine de önemli bir laik birikime ve demokratik geleneğe sahiptir. Bu durumda bir "ortalama" alınabilir. Örneğin; Amerikalı strateji uzmanlarından Dinesh D'Souza da, daha 1995'te yazdığı bir kitapta, "Biz İslam köktendinciliğini dönüştürmeli, onları liberalleştirmeliyiz" demektedir. İşte bu "ortalama" ılımlı islamdır. Graham Fuller'in falcılığı G. Fuller, 2000 yılında Türkiye hakkında yaptığı "şaşırtıcı" bir yorumda aynen şunları söylüyor: "Türkiye, yakın bir gelecekte iki partili bir temsil sistemine gebe... Kökleri geçmişe dayanan ekonomik kriz, iktidardaki koalisyon (B. Ecevit liderliğindeki 57. Hükümetten söz ediyor) partilerinde büyük deprem yaratacak. Fazilet Partisi'nden kopan bir grup ılımlı İslamcı, geniş tabanlı bir siyasi oluşuma gidecek. Bazı etkin siyasetçiler, partilerinden istifa ederek bu yeni oluşuma katılacak. Yeni oluşum kar topu gibi büyüyüp gelişecek. Türkiye'de yakın gelecekte ılımlı İslamcılar iktidara gelecek. Ilımlı İslamcıların yanında İslami söylemlere ters düşmeyen ılımlı sol bir parti de Meclise sokulacak." (Akt. Prof. Dr. Ümit Özdağ, Yeniçağ gazetesi, 29.4.2004) Ne demeli? Yukarıdaki satırlar bir "analiz" olmanın çok ötesine geçmiyor mu? Fuller, sizce de tasarlanmış, bağlantıları kurulmuş ve bir ihtiyat payı bile bırakmaya gerek duymayan kesinlikteki bilgilerden (dikkat 2000 yılından söz ediyoruz) hareket etmiyor mu? Eğer Fuller bir falcı değilse, yeryüzünde bu kesinlik ve şaşmazlıkla ortaya konulan başka bir siyaset projesi örneği var mı? Çünkü, bu öngörüdeki neredeyse herşey gerçekleşmiş durumda. Erdoğan ve AKP'nin gizli ABD görüşmeleri Deneyimli gazeteci Turan Yavuz'un Mart 2006'da çıkan son kitabı "Çuvallayan İttifak", AKP'nin Washington'da nasıl projelendirildiğinin perde arkasına da ışık tutuyor. Bugüne kadar karanlıkta kalan bir dizi gizli buluşmayı aydınlatıyor. Turan Yavuz'un kitabında ulaştığı bilgiler, yukarıda yaptığım analize tartışılmaz kanıtlar sunuyor. Öykü, AKP'yi iktidara taşıyan 3 Kasım 2002 seçimlerinden önce Recep Tayyip Erdoğan'ın ABD ziyaretinde başlıyor. Ocak 2002 tarihinde gerçekleşen bu ziyarette Erdoğan, ABD'nin savunma eski bakan yardımcılarından "Karanlıklar Prensi" diye tanınan Richard Perle ile gizli bir görüşme yapıyor. Erdoğan, gayri resmi nitelikteki bu gizli buluşmada, AKP'nin başta Irak konusu olmak üzere, ABD'nin küresel siyasetlerini destekleyecekleri yönünde güvence veriyor. Turan Yavuz, kitabında ABD-AKP ilişkilerini deşiefre eden bu gizli randevu olayını ve görüşmeler zincirini şöyle anlatıyor: "Cüneyd Zapsu, Erdoğan'ın daha başbakan olmadan Washinton'un etkin kişileriyle ilişki kurmasını 'Çizmeli Adam' lakabıyla tanınan Grenville Byford adındaki arkadaşı kanalıyla sağlamış. Zapsu'nun Byford'la dostluğu ise Davos toplantılarına dayanıyor. Boston'da 'Birahanelerr Kralı' olarak ün yapan ve şirket stratejileri danışmanlığıyla tanınan Byford'un eşi Orit Gadiesh de, bu gizli ilişkiler yumağının önemli bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. "Gadiesh, iş çevrelerinin saygın dergisi Forbes tarafından 'Dünyanın en güçlü 91. kadını' seçilmiş bir İsrailli. İsrailli bir generalin kızı ve ayrıca hem İsrail'in eski başbakanlarından Şimon Peres'in baldızı hem de en yakın danışmanlarından biri. Daha 17 yaşındayken İsrail Genelkurmay Başkanı'nın askeri istihbarat biriminde asistanı olarak çalışma hayatına başlamış. "Kuşkusuz ABD yönetiminden, Ocak 2002'de Washington'a gelen ve hiçbir resmi sıfatı olmayan Erdoğan'la resmi temas kurması beklenemezdi. İşte bu noktada, Zapsu'nun dostları Byford ve eşi Gadiesh, Erdoğan için Washington yönetimi adına hareket eden ve 'Şahinler' grubunda yer alan Perle ile gayri resmi bir görüşme ayarlıyor. Bu gizli buluşmada Perle, Erdoğan'a ABD'nin özellikle Ortadoğu'ya bakışını anlatıyor, Irak'ta Saddam rejimine son verileceğinin altını çiziyor. "Erdoğan da bu kahvaltılı buluşmada, ABD'nin Irak konusundaki tutumunu desteklediğini söylüyor, Perle'e kendisinden söz ediyor, lideri olduğu partisi AKP hakkında bilgi veriyor. (...) 3 Kasım seçimlerinde milletvekili olamayan Erdoğan, seçimlerin ardından tekrar Washington'a gidiyor. Erdoğan, bu ziyaretinde de resmi bir sıfat taşımamakta, sadece AKP Genel Başkanı olarak temaslar yapmayı planlamaktadır. "Ortaya yine Zapsu'nun Davos'tan arkadaşı Byford çıkıyor ve Erdoğan'ın AKP Genel Başkanı sıfatıyla ABD Başkanı George W. Bush'la görüşmesini sağlıyor. Bush'un davet mektubunu 3 Aralık 2002'de Ankara'ya getirenler ise ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz ile ABD'nin eski Ankara büyükelçilerinden Mark Grossman." (Bkz. Turan Yavuz, Çuvallayan İttifak, Destek Yayınları, Mart 2006 Ankara, Say. 41, 46, 50, 126) Türkiye'den Washington'a gelen bilgiler (çoğu ABD'nin doğrudan yaptığı araştırmalara dayalıydı) AKP'nin iktidara yürüdüğünü gösterdiği için onlar da Erdoğan ve ekibiyle üst düzey temas kurmaktan yanaydı. Çünkü, daha Erdoğan'ın İstanbul belediye başkanlığı sırasında ABD Büyükelçisi ve Başkonsolosu sık sık kendisiyle görüşüyordu. ABD Yahudi lobisinin önde gelen isimleri de Erdoğan'la İstanbul'da gizli görüşmeler yapmıştı. Artık seviyeyi biraz yükseltmek gerekiyordu. İşte tam bu sırada Erdoğan kendi ayaklarına gelince, plan kolaylıkla gerçekleştirildi. Kendisine seçim kazandıracak iç dinamiklere güvenmeyen AKP liderliği, iktidarı feth etmenin yolunun Washington'dan geçtiğini düşünüyor ve bu güce yaslanarak politik projelerini hayata geçirebileceklerini tasarlıyorlardı. AKP'nin tarihi fırsatı AKP yönetimi, ABD'nin gezegene egemen olma stratejisi ve küreselleşme sürecinin, kendi siyasal hedefleri bakımından elverişli bir konjonktür yarattığını hesaplıyor ve durumu değerlendirmeye çalışıyordu. Recep Tayyip Erdoğan'ın yakın çalışma arkadaşlarından, Başbakanlık Başdanışmanı Doç. Dr. Yalçın Akdoğan bu durumu çok açıkça ortaya koyuyordu. AKP'nin teorisyenliği ile görevlendirilen Akdoğan, Ömer Çelik (Erdoğan'ın siyasi danışmanı, milletvekili) ve Taha Akyol'un katkılarıyla hazırladığı, "Muhafazakar Demokrasi" kitabında (önsözünü R.T.Erdoğan yazdı) iç ve dış dinamiklerin Türkiye'nin islami dönüşümü için uygun olduğunu ileri sürüyordu. Yalçın Akdoğan şunları yazıyor: "Son iki yüzyıl içinde ilk defa iç dinamikler ile dış dinamikler örtüşmektedir. AKP'yi iktidara getiren kitlelerin talepleri ile (iç dinamikler) ABD'nin ve AB'nin talepleri aynı çizgide birleşmişlerdir. Bu defa halkın istekleri ile Batı'nın istekleri birleşmiştir." İşte durum bu kadar açık. Akdoğan, programatik hedefleri ve izledikleri siyasetin ABD'nin ve AB'nin talepleri ile "birleştiğini" ilan ediyor. Bu tespit bir yanıyla doğrudur. Çünkü, eğer iç dinamikler ve koşullar uygun değilse, dış dinamikler ne kadar uygun ve etkin olursa olsun, bir siyasal dönüşüm programını hayata geçiremek çok zor, bazen de imkansızdır. Ancak, bu değerlendirmenin en önemli yanı, AKP'nin kendi siyasi hedefleri ile ABD ve Batı'nın beklentileri arasında bir uyum bulunduğunu "itiraf" etmiş olmasıdır. Diğer bir anlatımla, AKP, bu güçlerin siyasi programının Türkiye ve bölgedeki taşıyıcısı olduğunu kabul etmektedir. Çatışma kaçınılmaz Gel gelelim, bilinmeli ve beklenmelidir ki, "ılımlı İslam" projesinin Türkiye'de gerçekleştirilmesinin çeşitli güçlükleri var. Türkiye eliti ağırlıklı bir kesimiyle bu projeye, en hafif deyimiyle sıcak bakmıyor. AKP de işte bu nedenle geleneksel iktidar bloğu içindeki güç dengelerini değiştirmeye çalışıyor. Ayrıca, bütün sorunlarına karşın, Türkiye laikliği önemli ölçüde içselleştirmiş ve bu yönde gelenek oluşturmuş bir ülkedir. Bu nedenle, şiddetli bir iç politik çatışma yaşamadan bu projeyi (ılımlı ya da düşük yoğunluklu islam projesi) gerçekleştirmek zordur. Dolayısıyla, "soft islam" projesinin uygulanabilmesi için, Cumhuriyetin kurucu ilkelerinin ve başlangıç varsayımlarının değiştirilmesi ya da en azından yumuşatılması kaçınılmazdır. İşte bu nedenle, günümüzde islamcıların yedeğine düşmüş bazı avanak liberaller, Türkiye'de "bağnaz bir laiklik" olduğunu ileri sürmektedir. AKP, arkasına aldığı ABD ve AB ile inisiyatifi ele geçirmiş görünüyordu. Ancak, gerek 2004 Aralık ayında gerekse 2005 Ekim'inde yapılan AB zirvelerinde, Türkiye'ye tam üyelik için konulan ağır ön şartlar, yukarıda çizdiğimiz tabloda ve güç dengelerinde hızlı bir değişime yol açmaktadır. Bu nedenle AKP iktidarının önemli güç kaynaklarından biri çökmektedir. Diğer güç kaynağı olan ABD ise, Irak'ta yaşadığı başarısızlık; AKP'nin ilkesiz, "iki yüzlü" ve oynak bir siyaset izlediğinin ve siyasal islamdan tam olarak kopmadığının görülmesi; ve ılımlı islamın, düşünülenin tam tersine, radikal islamın önünü açtığının anlaşılması gibi nedenlerle sarsılmaktadır. Bu konuyu da gelecek yazımda açmayı deneyeceğim. Merdan YANARDAĞ,http://www.kanalturk.com.tr/haber.php?haber_id=43252 Yorumlarınızı bekliyorum. Saygılarımla,
-
Baskentte PKK’ya Saygı Durusu!
Ölmüşüz de ağlayanımız yok anlaşılan! Ama şu kadarını söyleyeyim.Kürtler,toprak vaadi ile maşa gibi kullanılıyorlar.Yönetimi ele geçirince bu kürtlerin hepsini katledecektir siyonist güçler!
-
(MHP) Milliyetçi Hareket Partisi'nin geçtiğimiz seçimdeki oy kaybına sebep nedir?
Anlaşıyorlar tabii,çoğu kez bir ortak konu da buluyorlar.Biz de bu ortak konuları buluyoruz,ama bizlere müslüman olduğumuz için gerçek yüzlerini göstermiyorlar.Bizler saf ve temiz olduğumuz için onların oyunlarına geliyoruz!
-
Zihniyet Devrimi yaşandığının farkında mısınız?
Zamanında komunizm gelecek diye Köy Enstitülerini kapatmadık mı?Kapatmamıza rağmen komunizm hakim rejim olabildi mi?Olamadı. Şimdi ise,şeriat gelecek diye korkuyoruz,niye korkuyoruz ki?İran ve Suudi Arabistan bile şeriatı tam anlamıyla uygulayamıyorlar.Bu ülkelerden Türkiyeye gelen turistleri,tatil yörelerinde batılı turistlerden ayırt edemezsiniz!
-
Zihniyet Devrimi yaşandığının farkında mısınız?
Olayları biraz da iyimser gözle düşünelim: 1.İran,uranyumu zenginleştirme projesi ile İslam Dünyasında nükleer alanda bir başarıya imza attı. 2.Batı Dünyası,materyalist felsefenin bir yere kadar yeterli olduğunu anladı.Onlar da şimdi özünü arıyorlar. 3.Türkiyede her ne kadar antiaik çevreler,laik çevrelere düşman gözüyle de baksa,laikliğin geçmişte yeterince uygulanmadığı görüşündeler.Her ne kadar çatır çatır eleştirsek de olumlu gelişmeler de var!Bizim zamanında siyonist güçlerin engelleriyle yapamadıklarımızı onlar yapıyorlar. Bir de insanın itibarının kılık-kıyafetle ölçüldüğü materyalist bir dünyada yaşadığımızı anlasalar!"Karnında bir zeytin çekirdeği olsun,giyimin iyi olsun" anlayışını zamanla benimseyerek,insanın dini inancının içinde olduğunu,şekilci olmanın sadece ibadet yerlerinde gerekli olduğunu kavrayabilseler;ve şeriatın gelmeyeceğini,cumhuriyetin kazanımlarının bu sayede yok olmayacağını laik çevrelere güzelce anlatabilseler! 4.Rusyada glasnost süreciyle çözülmeler başladığında Türki Cumhuriyetler de boşta kalmıştı.O zaman Batı Dünyası,Süleyman Demirelin bu cumhuriyetlerle birleşme fikrine olumlu bakmamıştı,engellemek için çeşitli yollara başvurdu ve başarılı oldu da! O tarihlerde Fransız Le Monde gazetesi,"Rusya parçalandı,yeni bir Türk İmparatorluğuna doğru mu?"tarzında bir başlık atmıştı. Ya şimdi,aynı tarzda girişimler çaktırmadan yapılmıyor mu? Bana kalırsa,İslam dini gizli gizli yayılıyor,belli kaynaklara ulaşıyor ve belki de temsilcileri inancın özünün ne olduğunu gayrimüslimlere anlatmaya çalışıyor. Ne bileyim,sanki islam dini yüzyıllar önce kaybettiği bilim,teknik,kültür,sanat,yaşam tarzı konularını günümüzde batıdan örnekleyerek geri almakta...Birşeyler oluyor şu islam aleminde sanki...Siz ne dersiniz? Saygılarımla;
-
Karşıdan Karşıya Geçen Piliç
Piliçlere özgürlük
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
1850 yılında bir İngiliz bankasından alınan borç para ve giderek hasta konumuna düşen Osmanlı Devletinde yabancı misyonerler tarafından kurulan okullar,yabancı dil özentisinin temellerini atmıştı. Yabancı dilde eğitim yapan bu okullardan mezun olan kişiler,halihazırda ister istemez Türk toplumuna yabancı kişiler olarak yaşamakta ve fırsat bulduklarında yurtdışına kaçmaktadırlar.Buna da beyin göçü denmektedir. Bugün Ankara'da Tunalı Hilmi caddesi,İstanbulda Taksim'e çıktığınız zaman dükkanlardaki levhaların çoğu ingilizce yazılıdır.Aynı durum,Birleşik Arap Emirliklerine bağlı Dubaide de mevcuttur;yalnız bir farkla-Arapça yazı yanında mutlaka ingilizce yazı bulunmaktadır.İtalya'da ingilizce yazı pek nadiren görülmektedir; karayollarında yabancı benzin istasyonlarının az olması,Agip adlı benzin istasyonunun olması,ingilizceyi çok iyi bildikleri halde ısrarla italyanca konuşmaları,İtalyanların milletine ne kadar bağlı olduklarını gösteren belirteçlerdir. Sanırım,David Crystal'in kitabına göre yavaş yavaş üçüncü evreye girmekteyiz. Allah yardımcımız olsun,başka ne demeli ki?
-
Dinde Şekil ve Ruh
Değerli Arkadaşlar; İnternette bulmuş olduğum bir yazıyı sizlerle paylaşmak istedim. (Şu anda Türkiye'de laik ve antilaik iki ayrı düşünce sistemi mevcuttur.Bu iki ayrı sistemi bir araya getirmenin bu saatten sonra zor olacağını düşünüyorum.Başka bir görüş açısıyla bu durum,modernlik ve demokrasi olarak iki ayrı şekilde düşünülebilir.Ancak bu temel şekilcilik meselesini başlangıçta ele almazsak ne dış dünyada itibarımız kalır,ne de gelişebiliriz.İşin özünün geç de kalınmış olsa laik eğitim olması gerekir.Aksi takdirde,bu sofuluğun devamı halinde,jeopolitik önemimizden dolayı ABD,AB ve İsrail gibi siyonist güçler,akbabalar gibi etrafımızda dolanır,bizleri her fırsatta huzursuz eder,otorite zayıflığı buldukları anda memleketi işgal ederler.Türk milletinin yapamadığını onlar zorla yaparlar.Bunu da hiç kimse istemez. Durum vahimdir,yumurta kapıya dayanmıştır.Onlara bu fırsatı vermeden kendimize gelmenin sırasıdır.) Dinde şekil ve ruh Günümüzde bazı kişi ve çevreler, İslam’ı; sevgi, hoşgörü, bağışlama... gibi evrensel ilkelerinden soyutlayarak; giyimi sakal, bıyık ve turban gibi şekle indirgemiş durumdalar. Her devirde bu bakış açısına sahip kişi ve gruplar var olmuşsa da, zamanımızda bu çok göze batıcı hale gelmiştir. O kadar ki, bazılarının gözünde ayrıntı veya teferruat dediğimiz şeyler, öz ve ruh yerine geçmiş; dinde esas olan öz ve ruh ise ikinci plana veya geri plana itilmiştir. Bu, ebedi ve evrensel bir din olan İslam’ı, bu niteliğinden uzaklaştırmaya yarayan yanlış ve tehlikeli bir çabadır. İslam itici değil, çekici; ayrımcı değil kucaklayıcı bir dindir. Şekil unsurunu öne çıkaranlar veya ona ağırlık tanıyanlar, toplumda zaten mevcut olan kutuplaşma eğilimine de bilerek veya bilmeyerek hizmet etmiş oluyorlar. Bu memlekette, samimi olarak hac görevini yerine getirmek isteyen, ama hacdan döndüğünde çeşitli nedenlerle sakal bırakamayacağını ifade eden bir Müslüman’a, "Senin haccın geçerli olmaz" denebilmektedir. Sakal bırakan hacı, sakal bırakmayanı, görüşülüp konuşulmaya layık görmeyebilmektedir. Bazı hoca efendiler, "Beş vakit namazını kılmayan, boşuna oruç tutmasın", veya "Beş vakit namazını, cuma namazını kılmayanlar bayram namazına da gelmesin" gibi itici sözleriyle İslam’ı yaşamaya az çok hevesli olan insanları, bilhassa gençleri bu heveslerinden soğutabilmektedirler. Yüce Rabbimizin, kutsal kitabımızda yer alan sınırsız af ve merhamet fermanları; alemlere rahmet olan Peygamberimizin; kafirlere, münafıklara bile şamil olan teennili, bağışlayıcı, hoşgörülü tutumu dikkate alındığında, hiçbir tür fanatizmin, şekilcilik hegemonyasının dinde prim yaptığını söylemek mümkün olmaz. Gayretkeşlik, kraldan fazla kralcılık herhalde bazı insanların doğasında mevcut bir özelliktir. Böyleleri her devirde bulunmuştur. Peygamber devrinde bile. Bunlardan birkaçı, Cenab - ı Hak’kın en sevgili peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)’in Müslümanlığını az bulup; hiç evlenmemek, devamlı namaz kılıp oruç tutmak suretiyle O’ndan daha fazla Müslüman olmaya kalkışmışlardır. Bu girişimleri duyulunca, Hz. Peygamber’in, İslam’da ruhbanlık olmadığı, her işte kendisini örnek almaları gerektiği konusunda ikazına hedef olmuşlar, tutumları da Peygamber tarafından kınanmıştır. Efendimiz şu hadisiyle de bu ikazını herkese ve her devre şamil hale getirmiştir: (Ağır ve yıpratıcı olanı seçmek suretiyle) "dinle yarışa giren her kişi mutlaka yere serilir." Dinimizde şeklin değil, ruhun; kabuğun değil, özün önemli olduğunu ise şu hadisiyle perçinlemiştir: "Allah sizin suretlerinize (dış görünüşünüze) ve mallarınıza (zenginliğinize) değil, kalplerinize ve amellerinize (davranışlarınıza) değer verir" Doğa ile empati Doğa karşısında yetişkin olabilmek için doğayı öğrenmeliyiz. Denizlere uçup gidiveren bir avuç toprağın kaç yılda oluşabildiğini; kolayca kırıverdiğimiz bir dalın kaç yıllık bir evrimin ürünü olduğunu; zevk olsun diye vurduğumuz kuşların ve eziverdiğimiz solucanların doğadaki işlevinin ne olduğunu öğrenmeliyiz. Aral Gölü’nün, Beyşehir Gölü’nün niçin kurumakta olduğunu, Karadeniz’in, Marmara’nın nasıl ölmekte olduğunu öğrenmeliyiz. Fabrika bacalarından yükselen dumanların ne taşıdığını, sularımızı ve topraklarımızı kirleten kimyasal atıkların, ağır metallerin, tarım ilaçlarının, sebzelere ve etlerini yediğimiz hayvanlara nasıl geçtiğini ve sonunda vücudumuzda nasıl biriktiğini öğrenmeliyiz. Artık ana sütü de saf değil. Haktanır’ın (1994) belirttiği gibi, günümüzde annelerin sütünde belirmeye başlayan kimyasal zehirlerin, bebeklerimize nasıl geçtiğini de öğrenmeliyiz. Ve trenin kaçmasına beş kala, çevremizi nasıl koruyabileceğimizi öğrenmeliyiz. Doğayı bilen, seven ve koruyan bir insan, doğa ile empati kuruyor demektir. Taşlarla, kuşlarla empati kuran bir insan, insanlarla kurmaz mı? Hadis - i şerifler • Bahtiyar kimse, kendinden başkasından öğüt ve ibret alandır. Bedbaht kimse ise; kendisinden, başkalarının öğüt ve ibret aldığı kimsedir. • Üç şey vardır ki, bütün günahların kaynağıdır. Bunlar; kibir, hırs ve hasettir. • Terazide güzel huydan daha ağır çeken hiçbir şey yoktur. • Ateş karı nasıl eritirse, güzel huy da günahları öyle eritir. • İyilik üç şeyle amacına ulaşır: Acele etmek, gizli tutmak, küçük göstermek. • Kötü kişi övüldü mü Rab gazaba gelir. Kaynak:İsmail Özcan,13.12.2005 Milliyet Yaşam Eki
-
3 MAYIS 2044
Vatan,millet ve din bağlamında birleşmek ve ülkeyi geliştirmek için adımlar atmak dalga geçmek olamaz.Yukarıdaki sözcüklerin çoğu Prof.Dr.Sadi Irmak'ın editörlüğünü yaptığı Dirim adlı tıp dergisinden alınmıştır.*********** sağanlara gelince,belki burada dalga geçtiğimi sandın ama değil. Böbreklerle idrar torbası arasındaki idrar taşıyan borulara tıpta üreterler denir.Ses uyumu farklılığından dolayı idrarın arapça bir kelime olduğu belirgindir.İdrarın tam Türkçesi "***********"tir.
-
Batı'da Düşünce Devrimi
Ben batının materyalist felsefe ile kendi düşünce sistemini geliştirdiğini ifade etmek istedim.Doğu dünyası düşüncenin ruhsal ve dini konusunda yüzyıllar boyu takılıp kaldığı için geri kalmıştır.Eğer globalizm temelinde düşünürseniz,batının materyalist yaklaşımı doğunun mistik yaklaşımıyla örtüşürse mesele yok,o zaman ütopik olarak siz haklısınız.Ama ya batı materyalist yaklaşımını siyasi amaçlar için kullanıyorsa?Dertleri yoksul halklara demokrasi getireceğim diye onları daha fazla sömürmekse? Bu dünya materyalist bir dünya bana göre...Gücün varsa sömürürsün,gücün yoksa sömürülürsün!Gücün olsa ABD senin hakkında "başbakanı iyi kullanın" diyebilir mi?Çok şükür benim bu konuda problemim yok,dünyayı senden daha iyi görebiliyorum!
-
TEHLİKENİN FARKINDAMISINIZ?... (''Ülkemiz şu anda hiç görmediğimiz büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. Bir taftan bölücü terör, diğer taraftan irtica)
Değerli Arkadaşlar, Türkiye şu anda dış güçlerin tesiriyle laik-antilaik ekseninde bulunmakta;laikler dinsizlikle,antilaikler dini bağnazlıkla suçlanmakta ve bu durum da siyonist güçlerin işine gelmektedir. Antilaikler şunu unutmamalıdır ki;bu dünya materyalist bir dünyadır,ütopik bir dünya değildir,insana maalesef dış görünümüne göre not verilmektedir."Karnında bir zeytin çekirdeği olsun ama giyimin çevre ile uyum içinde olsun" düşüncesi boş bir düşünce değildir.Nasrettin Hocanın "ye kürküm ye" hikayesi malumunuzdur.Yeniliklere hemen uyum gösterip,10-15 yaşlarında bile cep telefonu sahibi olabiliyorsak,neden çevremize giyim açısından uyum gösteremiyoruz?Karikatür krizinde neden Müslüman Dünyası olarak fazla tepki gösterdik? Bunun sebebini düşünce sistemimizde aramak lazımdır. Burdaki esas sorun,eğitim sistemimizin tam anlamıyla laik eksene maalesef oturtulamamış olmasıdır. Burada şu soruyu sormakta fayda var: Doğu'nun 16. yüzyıla kadar düşünce sistemi Batı'nınkine göre daha ileriydi.16.yüzyıldan sonra Doğu Dünyasında düşünce sistemi neden gerilemeye başladı? Bunun sebebi,bana göre Doğunun 6-16.yüzyıllar arasında görsel sanatlara(resim,heykeltraşlık vb) dini etkilerle,Ortaçağ Avrupası kadar önem vermemesinden kaynaklanıyor.Hz.İsaya yönelik çeşitli sanatsal tasvirler günümüze kadar ulaşırken,Hz.Muhammed'e ait hiçbir sanatsal tasvir olmaması çok ilginçtir.Bir görüşe göre bunun sebebi,peygamberimizin putlaştırılmaması içindir.Zira Ortaçağ Doğu Dünyası bu dönemde tıp,psikoloji,ekoloji gibi bilimlere önem vermiştir.Uzak Doğuda da Buda'ya ait heykel ve resimler,kanaatimce Ortaçağ Avrupası kadar incelikli değildir. Ortaçağda batı 3-4.yüzyıllarda Hristiyanlığı iyice benimsedikten sonra ibadethaneleri kilise haline getirip,görkemli yapılara dönüştürmeye başlamıştır.Bu kiliselerde 6-7.yüzyıllara kadar dini ağırlıklı eğitim verilirken,daha sonra İslam dininin tesiriyle daha laik eğitim verilmeye başlanmıştır.Eğitimin laik olmasında,o zamana kadar etkili olan bilim literatürünün Arapça olmasının ve özellikle Endülüste bunları çeviren Hristiyan din adamlarının büyük katkısı olmuştur. Kralların da katkılarıyla kiliselerden daha özerk "studium generale" denen eğitim kurumları oluşturulmaya başlanmıştır.Rönesansa doğru üniversiteler de açılmıştır.Eğitimini yıllar geçtikçe daha da kurumsallaştıran Avrupa ülkeleri,doğal olarak özgür düşünen bilim,teknik,felsefe ve din adamları yetiştirmeye başlamıştır. Ortaçağdan çıkan ve hemen her alanda İslam dünyasını örnek alan batı dünyası,bu teşkilatlı gelişmesini 3-4.yüzyıllara kadar dini motifleri içeren sanata önem vermesine ve hristiyanlığı kabul ettikten sonra bunu giderek geliştirmesine borçludur. Doğu dünyası,6.yüzyıla kadar,sanata batı dünyası kadar önem vermemiştir.İslamiyetin kabulunden sonra sanata verilen önemin giderek azaldığı hepinizce malumdur.Bunun sebepleri; -Kavim göçleri ile doğudan gelmenin ve yurt edinmenin zorlukları olabilir.Zira Türkler,ancak 1071 sonrasında kurmuş oldukları Anadolu Selçuklu Devletiyle hemen her alanda bulundukları topraklarda söz sahibi olabilmişlerdir.Ancak Anadolu Selçukluları Doğu ve Batıdan gelen sürekli saldırılarla yıpranmış ve yıkılmıştır.Osmanlıların aynı trendi devam ettiremediği konusunda çoğu tarihçi hemfikirdir. -Kuran-ı Kerime göre resim ve heykeltraşlık gibi sanatlarda kısıtlama olması,(bu tür sanatsal etkinliklerin olmamasını,batı dünyası,gizlice ve son karikatür krizinde olduğu gibi açıkça kullanmıştır) -İncilin saklanması ve bu nedenle tarih boyunca 800 kez yorumlanması -Tevrat ve Zebur'un kaybedildikten sonra Yahudiler tarafından tekrar yazılması -Kuran-ı Kerim'in ise orijinal haliyle günümüze kadar ulaşması olabilir. Doğunun düşünce sisteminin ortaçağda fazla sanatsal özellik taşımaması;sadece tıp,psikoloji ve ekolojik bilimlerin ağırlıklı olması,Mezopotamya ve Arap yarımadasının kavim göçlerine maruz kalması ile oradaki kurulan uygarlıkların kısa zamanda savaşlarla yıkılmasına bağlanabilir. 12.yüzyılda yapılan haçlı seferleri,misyonerler aracılığıyla doğu dünyasının varlıklarının batı dünyasına taşınmasına sebep olmuş;rönesans büyük ölçüde doğu dünyasının bilgi birikimiyle oluşmuştur.Bu yüzyıldan sonra Doğuda İran bölgesinde dini kitap süslemeciliği dışında başka görsel sanat faaliyetleri kalmamış ve islam dininin tesiriyle sofuluk(içine kapanma) hareketleri başlamıştır. Gördüğüm kadarıyla,günümüzde batı dünyası giderek ekonomik,politik ve sosyal açıdan çıkmaza sürüklenmekte...Bunda göçler ve nüfus artışı büyük etken.... İslam Dünyası bu süreçte Doğu ve Batı ile rekabet etmek zorunda!Ancak,bu rekabetin sağlanması,yukarıdaki tarihsel süreç gözönüne alındığında zor görünüyor,ancak imkansız değildir.Zamanında işgal ettiğimiz devletlere hoşgörülü davranmamızın ve sömürgecilik yapmamanın sıkıntısını çekiyoruz.Uzakdoğu'da Çin ve Hindistan bile sömürgecilikten kurtulup eğitim sistemlerini zamanında düzenleyerek dünya ekonomisinde söz sahibi olmaktalar.Ya biz? İŞİN BAŞI LAİK EĞİTİM Saygılarımla,