Zıplanacak içerik

Ya Sev Ya Sevr

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Ya Sev Ya Sevr tarafından postalanan herşey

  1. Kısıtlı olan dilin kelime haznesi değil insanların kelime hazneleridir. Buda eğitimin noksanlığının bir sonucudur. Bu kısacık açıklamanla neden bahsetmek istedğini anlamadım.
  2. Şerif Mardin Hoca dedi ki, siyasetül irşat tarikatlarda önderlik siyasetidir. Bu doğru değil. Önderlik siyaseti değil aydınlatma siyasetidir onun karşılığı. Tasavvufta, tam aksine yönetimde öne geçmek, devlet yönetiminde yer almak asla makbul sayılmaz. Bunu yapanlar tasavvufa ihanet etmiş olur. Klasik tasavvufun, 'tasavvufa karşı' lığı ile bilinen İbnî Teymiye gibi birisi tarafından bile tebcil edilen ve yolun önderi diye vasıflandırılan Cüneyd Bağdadî, Bağdat kadılığını kabul etti diye en yakın arkadaşı Amr b. Osman el-Mekkî'yle, münasebetini kesmiş, "Bakın bu adam, dünyaya tapma tutkusunu 40 yıl içinde taşıdı, sonra ortaya çıkardı" demiştir. O zaman nedir mesele? Bir defa Şerif Mardin Hoca, tasavvufla tarikatı birbirine kattı; bu çok vahim bir hatadır. Böyle giderseniz hiçbir yere varmanız mümkün değil. Peş peşe yanlışlar yaparsınız. Bir defa, benim, dediğiniz gibi uzmanlık alanım. Tamam ama fazla derin uzman olmaya falan da gerek yok. Tarikatlar 5. yy. ortalarına doğru bu şekilde ortaya çıktı. Halbuki İslam'ın tasavvuf denilen mistik felsefesi, anlatmak için, mistik felsefe diyorum onla da farklı tarafları var - İslam'ın sahabe neslinden itibaren vardır. Tarikatlar, İslam'ın bu mistik felsefesinde yani tasavvufta bir yozlaşmanın ürünüdürler. Bir defa bunu koyacaksınız. Burada bir tereddüt ettiniz mi, ha yozlaşmanın ürünü de tarikatlarda tasavvufa uygun, elle tutulur ciddiye alınır, insanlık için değer ifade eden şey yok mu? Var; ama yozlaşmanın ürünüdür. (Can Dündar: Neden yozlaşmanın ürünüdür?) Tarikatlar; devlet, vakıflar ve çıkar odaklarıyla beraberliğe çekilen bir tasavvuf hayatını anlatır. İşte yozlaşma orada başlıyor. Ve mesela, tarikatlarda tasavvufun tam aksine, bilimde derinlik bir değer olmaktan çıkmıştır. Yani İslam'ın Kur'an ve Sünnet kaynaklı verileriyle taban tabana zıt bir yığın kabulü içinde taşıyor. Düşünün, ciddi tarikat kitaplarında Âdem'in cennette dolaşırken başına koyduğu taç hangi tarikatın tacıdır diye ciddi kavgalar yapılmıştır. Bunları İslam'ın kabul etmesi mümkün mü? Başka bir şey daha var, çok önemli. Müslümanların tökezlemesine esas yol açan budur. Tarikatlar, şunu kabul edelim - dediniz, ben de bir şeyh torunuyum- eğer biz İslam'ı ilahî kaynağı Kur'an'dan öğrenmek gibi bir niyet taşırsak o zaman şunu diyeceğiz: Tarikatların kendi şeflerine ve şeyhlerine -bazıs şeyhtir, bazısı şeftir- verdikleri sıfatları Kur'an mahbedi olduğu peygambere, Hz. Muhammed'e vermez. Dolayısıyla burada daha baştan çok ciddi bir omurga kayması var. İşin hayatî noktası budur. (Can Dündar: "Bu tarikat mensupları partinize geliyor mu?") Ben tarikat mensuplarıyla da herkesle, Türkiye haritasındaki herkesle beraberim. Yani filan tarikata gidip orada kendine bir çıkış veya ferahlık veya mutluluk veya bir şey arayan adamın suçu ne? Ona öğreteceksiniz. Ben, niçin siyasete girmeden önce 20 yıl, 60 küsür kitapla -yabancı dillere çevrilenleri bir kenara koyalım- Türkçeleriye bu millete bunları anlattım. Yani şimdi vatandaş bütün bu söylediğimiz tarihî sakatlıklardan, filan mahalledeki vatandaş sorumlu değil. Onun oraya gelmesine kadar seyirci kalanlar ve Türkiye düzleminde konuşursak bir numaralı günahkârlar siyasetçilerdir. Ben de siyasetçiyim ancak benim 20 yıllık bir geçmişim var; oraya atıf yaptığı zaman rahatlıyorum. Siyasetçiler, ondan sonra da sahte laikçilerdir. Çünkü onlar, dinin gerçeğinden rahatsız oldukları için işin esasını bilemeyecek insanları dinin sahtesine ve hurafesine teslim ettiler. Yani bunları görmemiz lazım. Türkiye sürekli din yobazından şikâyet ediyor. Bu tarikatçı olur, fıkıhçı olur. Peki, laiklik yobazının yaptığı? Bakın şimdi Türkiye'nin bugünkü haline? Türkiye'nin en omurgasız tipleri bu laik yobazların içindedir. Bunları görmek lazım. Neden? Bir zamanlar, ben bunları fikir mücadelemde yaşadım, Türkiye'yi karış karış 20 yıldır gece gündüz dolaşan bir adamım. Bunlar bir zamanlar, Allah dediği için yamyam gözüyle baktıkları adamlarla bugün menfaatleri olduğu için sarmaş dolaştırlar. Bakın böyle bir düşük haysiyet paydası ile siz bu ülkede hiçbir şeyi yerine oturtup tutamazsınız ve halkı da suçlayamazsınız. Şimdi evvela Türkiye'de balığını başı siyasetçileri ve aydınları hesaba çekmek lazım. Türkiye'deki aydın aydınlığın yapsa o demin dediğim halkta bu kokuşmalar, bozulmalar olmaz. Siyasetçi; siyasetçi hiç zaten yapmıyor. Şimdi buraları irdelemek lazım eğer bunu konuşuyorsak ama teknik gidiyorsak tarikatlar, dediğim gibi tasavvuf tarihinde bir yozlaşmadır. Bunu hiçbir tasavvuf tarihçisi inkâr etmez. Bu demek değildir ki hepsini kaldır at. Ama bakın çok önemli bir şey söylüyorum Tevhid Akidesi açısından: Tarikatların, tarikat şeflerine ve şeyhlerine verdiği nitelikleri Kur'an, Hz. Peygambere vermez. O nitelikleri tarikat şeyhlerine verdiler; bu defa Peygamber'e hangi niteliği verecekler? Onu da ilahlaştırdılar. İşte Ehlikitap'ın Kur'an tarfından itiraf edilen sürçme ve yozlaşmanın esası budur. *** Ne manada Türk basını ise bu milleti mahvediyor. Böyle bir şey olmaz. AKP döneminde Türkiye şiddetli ve süratli bir biçimde Hıristiyanlaşıyor. Hıristiyanlığa teslim olmakla kalmıyor, Hıristiyanlaştırılıyor. Teferruatına gitmeyeceğim; Kur'an'ın İncilleştirilmesi, namazın karmalaştırılması, caminin kiliseleştirilmesi hep bu dönemin ürünleridir. Bu başörtüsü meselesi. Başörtüsü mağdurları... Başörtüsü mağdurlarının Türkiye üzerinde, dünya genelinde ıstırap arenalarına, kulvarlarına sürülmeleri de yine AKP dönemindedir. Bunları söylemeden buralardan çıkıp gitmeyelim. Şimdi tasavvuf, dünya üniversitelerinde 30 yıl okuttuğum tasavvuf, Muhammedî vicdan ve şuura saltanat uğruna ambargo koyan Emevî dinciliğine sahabe neslinin bir reaksiyonu olarak çıktı. Burada tarikatları yerden yere çalmak gibi bir niyetim yok ama bir gerçeği tespit edelim. Birbirimizi hırpalamayalım. Bu yakışmaz. Şimdi ben kalkıp da mesela Mevlâna'ya sataşır mıyım? Yahut Abdülkadir Geylanî'ye sataşır mıyım? Hiç alakası yok. Başka bir şey söylüyorum. Bir dönemden bahsediyorum ben. Emevi dinciliğine reaksiyon olarak gelen tasavvuf, yani zühd hareketi, esas ismi budur bunun, sonra tarikatlar döneminde tekrar işi saltanat aracı yapmaya âlet edilmiştir. E, hepsi mi bunu yaptı, niyetleri kötü müydü, onu demiyorum ama bunu görmemiz lazım: Yani tarikatlardan bir sıkıntımız varsa cemaatler - çok iyi söyledi bir konuşmacımız; holdinglerle tarikatları birbirine katmayın- öyle tarkiatlar var ki, bugün hâlâ tasavvufun saf, temiz vicdanını temsil ediyorlar. Kimsenin bu ülkede Mevlevilerden şikâyeti var mı, Halvetilerden şikâyeti var mı? Hatta Kadirîlerden şikâyeti var mı? Niye? Onlar tasavvuf ekseninde meseleyi derunî bir temizlenme ve arınma olarak görüyorlar. Hepimiz saygı duyuyoruz. Şimdi: Şikâyet nerede? Burada "teolojik çürüme" var. İslam dünyasının esas meselesi teolojiktir. Bu konuda bir yazım da var; Mesele Teolojik diye. İki yolu var İslam dünyasının; ya bu dini ilahî kaynağındaki gibi yaşar, işte o, düzelmedir, o zaman yükselişe geçer yahut da bu dini bırakır. Bu dini bu şekilde yaşayarak İslam dünyası hiçbir yere gidemez. İşte, bakın geldiği yer; bugün Papa, Peygamberini hâşâ ve kellâ, Neron'a bile tarihte reva görülmeyen hakaretlerle İslam'ın Peygamberine hakaretler ediyor. Şimdi bu adam gelecek bir de Türkiye'de, orayı, burayı taciz edecek. Bu, hayasızlığın ta kendisi değil mi? Nerede bu tarikatlar? Elin günün sakalsızlığını, bıyıksızlığını mesele yapıp dinine, imanına musallat olanlar bugün neredeler? Hz. Peygamber, tarihin en azılı katili, canisi diye tanıtılıyor dünyanın önünde. Gıkları çıkıyor mu? Niçin? AKP rahatsız olur. Çünkü AKP Hıristiyanlarla işbirliği içinde Türkiye'nin anasını ağlatıyor. Bunları söylesenize kardeşim. Burada tarikat, ne anlatıyorsunuz? Bir de üstelik çoğu taarikat diyor. Bir defa taarikat değil, tarikat. Bir defa bunları öğrenmelisiniz. Bir şey daha var. Şimdi bir konuşmacı hanımefendi Auguste Comte dedi. Tabi Comte o gafı yapmıştır. Ancak Auguste Comte bilim adamı değildir; filozoftur. Felsefe bilim değil, tabi bilime ufuk açar ama felsefe bilim değildir, filozof da bilgin değil, onu da ayıralım. Şimdi bir şey daha söyleyeceğim: Bugün diyorsunuz ki, onu da görelim, Efendim Emre Hoca (Emre Kongar) bazı noktalardan haklı olarak dedi ki, "Bu tarikatlar, cemaatler kendi yaşam tarzlarını dayatıyorlar, dayatınca tehdit oluyor ve bundan demokrasi de insan da rahatsız oluyor, yani toplum. Yani reaksiyonunun arka planında bu var." Şimdi bir şey soracağım ben size, sizi tenzih ediyorum. Siz bu ülkenin hakikaten aydınlarından birisiniz. Ben bunu her zaman söylüyorum. Şimdi bunlar, "Dayatıyorlar hayatlarını bize. Bunlar ilkeldir, bunlar yontma taş devri mahlûkatıdır" diyen adamlar, hangi vicdan, idrak ve insafla ve hangi şahsiyet ve onurla bugün, "Bu, dayatıyorlar, bunlar çağdışıdır, Türkiye'den bile bunlar dışarıya atılmalıdır" dedikleri adamların bugün ayaklarının altını yalıyorlar, paspas oldular, menfaat için. Siz, Türk aydınının, Türk basınının, Türk iş çevrelerinin bu çürümesini, bu düşüşünü burda gündeme getirin. Bakın tarikat, tarikat diye diye cambaza baktırdılar bu ülkede milleti. Şimdi tarikatlardan şikâyet adı altında öyle bir düşüş kitlesi vücut buldu ki, menfaati için, ne Allahı var, ne vicdanı var; hepsini satmaya hazır. Ve dün anasına avradına küfrettiği adamların, bugün ayaklarının altında paspas oluyor. Bunu, seyrediyoruz. Bunları da gündeme getirin. Bu ekranlardan, halka böyle faydalı olunur. Yoksa İsmail Ağa Cemaati, her cemaatte kavga olur, kıyamet olur, bırakalım emniyet çözsün... Burada bizim en önemli problemimiz; şahsiyetsizlik, ilkesizlik ve imansızlıktır. İmanınız o olur, bu olur. Yani, septikler; hiçbir şeye inanmıyoruz dediler. Felsefe onlara diyor ki, hiçbir şeye inanmıyoruz demek de bir inançtır. Şimdi bunu bir tarafa bırakalım ama şahsiyetsizlik bir iman değildir, ikiyüzlülük iman değildir, alçaklık iman değildir, saygıya layık değildir. Dün sövdüğüne, bugün paspas olmak şahsiyet değildir. Şimdi Türkiye'yi biraz da bu açıdan irdeleyin. Yani cemaat falan filan; esasında Türkiye'de aydın, bilmem ne basın mensubu, bilmem ne çağdaş falan filan geçinen ve çağdaşlık adına ve Türkiye'nin yüceltilmesi adına bu kadar ahkâm kesen insanların, son yıllarda gördük ki, şahsiyet paydaları hiçbir tarikatın hiçbir çürümüşlüğünde görülmeyecek kadar düşüktür. Şimdi, Türkiye'nin bunu irdeleyerek artık 30 sene 40 sene önceki tarikat, bilmem neredeki sapmalar filan; onlar aşıldı. Bugün en büyük çürüme, en büyük şahsiyetsizlik siyasette ve aydınlardadır. Aydınların "aydın"larını tenzih ederim. *** 19. yy Osmanlı tasavvuf hayatının en büyük önderi sayılan Kuşadalı İbrahim Halvetî, ölümü 1845 yani Atatürk'ten 100 küsür yıl önce yaşamış bu zat, başta kendi tekkesi olmak üzere tekkeleri kapatıyor. Padişahların, elini-ayağını öptüğü bu büyük sufi diyor ki: "Bu tekkelerden artık hayır çıkmaz. Buraları meyhaneye ve kerhaneye döndürdüler. Bunlar zaten İslam'ın emri değildir. Hepsini kapatın, yeryüzüne yayılın, hizmet edin." İşin gerçeği bu. Yani, tekkeleri Atatürk'ten 100 yıl önce yaşamış bir tasavvuf önderi kapattı. Atatürk ondan sonra sadece resmî tescil yaptı. Sözün kısası, yasak mı değil mi oraya gitmeyin. O zamanda, yasakcılık, laiklik böyle bir şeyler yok. Onun için herkes her türlü yamuğunu ve melânetini laiklik ve yasak kelimelerinin arkasına saklamasın.
  3. Papa 16. Benedikt'in İslam ve Hz. Muhammed'e yönelik açık ve pervasız hakaretleri, İslam-Hıristiyan ilişkiler tarihinde olduğu kadar dünya tarihinde de bir dönüm noktasıdır. Papa bu konuşmasında İslam'ın muazzez Peygamberini 'inancı kılıçla yaymayı geliştirmenin dışında sadece şer ve insanlık dışı işler yapmak'la itham etmek gibi akıl almaz bir bühtan işlemekte ve tarifi mümkün olmayan bir şer yaymaktadır. Papa'nın bu konuşması, 11 Eylül dehşet olayının arka planında nelerin saklı olduğunu göstermekte, 11 Eylül olayı ile amaçlanan hedefe varıldığını ilan etmektedir. Bu konuşma şu noktaların altını çizmemizi gerektiriyor: 1. İslam'ın açıkça tasfiye edilmesi gerektiği yolundaki Batı stratejilerinin hedefine vardığı ve tam bir tasfiye için son vuruşların yapılması zamanının geldiği duyurulmaktadır. 2. Dinler arası diyalog kavram ve kurumunun nasıl bir Hıristiyanlık hizmeti verdiği anlaşılmıştır. Bazı dinci cemaatlerin bu olanları görerek bir vicdan ve iman muhasebesi yapmalarını beklemekteyiz. 3. İstanbul'da 'Ekümenik Patrikhane' ad ve tabelasıyla ikinci bir Hıristiyan devletinin kurulması gününün geldiği ilan edilmiştir. Vakıflar yasasının, AB talepleri doğrultusunda tam bu günlerde (19 Eylül) TBMM'de görüşülmesinin sağlanması rastlantı değildir. Bu tasarı, HYP'nin bugün yayınlanan basın bildirisinde de açıklandığı gibi, Lozan Antlaşması'nı AKP eliyle delmekte, cemaat vakıflarının haklarını iade adı altında, dinci azınlık vakıflarına âdeta dükalık imkânı vermektedir. Bu alt yapının arkasından gelecek olansa ekümenik patrikhane adı altında bir din devletinin Suriçi İstanbul'da kurulmasının zorlanması olacaktır. Bunun hazırlığı yapılmaktadır. 4. Bu gelişmelerle bir kez daha anlaşılmıştır ki, Müslümanların oy ve vekâletlerini 'Allah rızası' diye diye alan AKP iktidarı, icraatında sadece Hıristiyan odakların rızasını gözetmektedir. Bu noktayı da milletimizin ve tarihin vicdanına iletmeyi görev sayıyoruz. 5. Din adı altında her fırsatta velvele koparan hurafe dincisi siyasal İslamcıların İslam Peygamberi'nin uğradığı bu ağır saldırı karşısında, 'AKP-ABD-AB ittifakı'nın keyfi için yeğledikleri akıl almaz suskunluk, vicdanları derinden sarsacak ayrı bir ibret tablosu oluşturmuştur. Türkiye'de bütün bunlar dinci bir iktidar marifetiyle olurken, Müslüman camianın Ramazan ayına hazırlandığı bir sırada İslam miras ve mukaddesatına yönelik Haçlı saldırıları en üst perdeden devam ediyor. Papa, Hz. Muhammed hakkında asırlardır taşıdıkları bir ortak kanaati açık bir savaş ihbarı gibi ilan ediyor. Yeni olan bu. İslam Peygamberi ile ilgili söyledikleri yeni değil. Dindaşı ve ırkdaşı Martin Luther daha ağırlarını asırlarca önce bir tür Hıristiyan manifestosuna dönüştürerek söylemişti. Biz de bunları bu ülkeye yıllar önce duyurmuştuk. Batı'da, kilise reformunun babası sayılan Alman dinbilimci ve rahip Martin Luther (ölm. 1546), İslam Peygamberi'ne 'enkarne olmuş şeytan' veya 'şeytana tapan adam' diyebilecek kadar bahtsız ve ahlaksızdır. 1542'de Kur'an'la ilgili olarak şu başlığı atabilmiştir: 'Muhammed'in Vahşi Kur'an'ı'. "Muhammed'in Kur'an'ını artık okumayacağım. Çünkü o kitap baştan sona kaba, uydurma, kasıtlı, utanç verici yalanlardan oluşmakta, cinayete, zinaya, iffetsizliğe açıkça izin vermekte, evlilik kurumunu yıkmakta ve daha bir yığın utanç verici *********lik ve aldatma içermektedir." (bk. C.Umhau Wolf; Luther and Mohammedanism, The Moslem World, cilt: 31, New York, 1941) Din adamından çok kin adamına benzeyen Luther, kendine özgü kin çukurundan şunu da seslendirmiştir: "Muhammed, Kur'an ve Türkler şerrin zinasının ürünleridir." (bk. Wolf, aynı yer) Tevhidin formül cümlesi Kelime-i Tevhit (Allah'tan başka Tanrı yoktur) için söylediği de şu: "Bu söz de şerrin bir aracıdır. Şer de bir Tanrı'dır ki Müslümanlar bu formül cümleleriyle onu yüceltiyorlar. Kuşkusuz olan, işte budur!" (bk. Wolf, aynı yer) Luther'in İslam'a saldırısında Türklere özel bir yer ayrıldığını da belirtmeliyiz. "Gerçi Türklerin de tek Tanrısı vardır ama bu Tanrı şerrin ta kendisidir" (bk.Wolf, aynı yer) diyecek kadar kin krizleri geçiren Luther,Türklerle ilgili kin ve küfürlerini, 1529 yılında yayınladığı 'Türklere Karşı Savaş Hakkında', 'Türklere Karşı Ordu Vaazı' ve 1541 yılında yazdığı 'Türklere Karşı Duaya Çağrı'adlı makalelerinde dile getirmektedir. Luther'e göre, Türkler şeytana beden görevi yapan dinsizlerdir. Hıristiyan emperyalizminin kotardığı bu gidiş sürerken, yine emperyalizmin kotardığı sözde 'kamuoyu yoklamaları' (!) ile Batı hizmetkârı AKP'nin 'oylarının yükselmekte olduğu' yalanı yayılmakta, böylece, milletimizin vicdanında ağır bir mahkûmiyete uğramış bulunan ABD'ci-AB'ci iktidara yapay bir destek sağlanmaktadır. Halkın Yükselişi Partisi (HYP) olarak, milletimizin sağduyusuna saygıyla iletiriz.
  4. Yıl:2002 Yer:Sabancı Üniversitesi Kürsüsü "Türkiye'nin en iyi ihraç malı, ordusudur.", "Türkiye, PKK ile siyasî çözüme gitmelidir." diyen bir adam. Peki kim bu sözleri sarf eden ünlü yatırımcı ve spekülatör? 76 yaşında, 11 milyar dolarlık servetiyle, Amerika'nın 24. en zengin iş adamı, bir Macar Yahudisi ve "Amerikan Üstünlüğü Hayali" adlı kitabın yazarı: George Soros. Ünlü Açık Toplum düşüncesinin kurucusu Karl Popper'in, en iyi öğrencisi. Sırbistan, Ukrayna, Gürcistan, Kazakistan, Rusya, Polonya, Macaristan gibi ülkelerdeki kadife devrimlerin arkasındaki adam. 24 ülkede altmışa yakın Açık Toplum Örgüt ve Vakıflarıyla var olan adam. Bu vakıf ve örgütlerse dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz kaynağı Kafkasya-Orta Asya ülkelerinde yer almaktadır. Ayrıca 18 Güney Afrika Cumhuriyeti'nde de ofisleri bulunmaktadır. Ancak doğalgaz ve petrolün dışında Türkiye'de bulunma faaliyetleri arasında sahip olduğumuz su kaynaklarını da gösterebiliriz. Çünkü bilindiği üzere su, gelecek savaşların ana kaynağı olacaktır ve Türkiye bu açıdan oldukça zengin bir bölgede bulunmaktadır. Tıpkı petrolde olduğu gibi. Türkiye, faaliyetlerine 2001 Temmuz ayında irtibat bürosu ile başlamıştır. Şu an: TESEV (Türkiye Ekonomik Sosyal Etütler Vakfı), Liberal Düşünce Topluluğu, TOSAV /Toplumsal Sorunları Araştırma Vakfı , ANSEV, Stratejik Araştırma Vakfı, Arı Kulübü, Milli Demokrasi, Vakfı ve İnsan Hakları Derneğine yardımlarda bulunmaktadır. (Kaynak: www.habervitrin.com 30.05.2004 Metin Akyürek'in yazısı, Yaşar Yazıcıoğlu açıklamaları) Ki, bu vakıflardan TESEV Başkanı Can Peker, Soros'dan yardım aldıklarını ve ortak projelerde çalıştıklarını bizzat kendisi, KanalTürk Ceviz Kabuğu programında canlı yayında belirtmiştir. Ayrıca 2004'te kurulan TESEV' in kurucuları arasında Eczacıbaşı'nın da bulunduğu yine bu programda belirtilmiştir. Biz, TESEV 'i öne çıkartıyoruz çünkü; bizim için millî değerler olan, şehitlik ve gazilik kavramlarının tartışmaya açılmasına çalışan TESEV'dir. Ayrıca TSK'nın sivil denetimini öngörmektedirler. 30 Mayıs 2004'teki Başbakanlık Eski Müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlu'nun açıklamalarına bakınız. Türkiye'deki Misyonerlik hareketlerine dikkat çekerek, bunların arkasında Soros'un ve İsrail'in olduğunu belirtiyor. Ondan yardım alan vakıflar aracılığıyla, Türkiye' de ekonomik sosyal, siyasî platformlarda raporlar hazırlayarak, bu raporlardaki görüş ve düşünceleri, Türk bürokrasisine ve topluma dayatmaya çalıştığını belirtiyor. Ayrıca bu gün Soros; Bilgi, Sabancı ve Boğaziçi üniversitelerine destek vermektedir ki; bunu Açık Toplum Enstitüsü Direktörü Hakan Altınay açıklamıştır. Bakınız Vural Savaş' a gelen bir mektupta bir baba nasıl feryat etmektedir. "Oğlum bu üniversitede okumaya başlarken pırıl pırıl ve Atatürk'çü bir gençti. İki yılda beynini öyle yıkadılar ki, o şimdi bütün ulusal değerlerimize düşman bir kişi haline geldi. Soros'la iş birliği yapan Tüm üniversitelerin maskelerini düşürmek gerçek bir vatan hizmetidir." (Vural Savaş, 9 Eylül 2005) Şimdi düşünelim yarın bu genç, bu üniversiteden mezun olduktan sonra Türkiye' de hatırı sayılır bir mevkie gelecektir. Çünkü bu okullar gerçekten önemli bir konumdadır ve Türkiye'nin sayılı üniversitelerindendir. Peki, bu millî değerlerini yitirmiş yönetici, bu ülke çıkarı için ne kadar çalışır? Anlaşılacağı gibi Soros, Türkiye'de eğitim ve bilim adamları, akademisyenler aracılığıyla bir parçalanmaya doğru gidiş hareketini desteklemektedir. Zaten, daha önce bahsi geçen ülkelerdeki devrimlere bakıldığında Soros'un eğitim, öğrenci, kitaplar, bilim adamları ve akademisyenler aracılığıyla bu hareketleri geniş kitlelere yayıp gerçekleştirdiğini görüyoruz. Yalnız, Türkiye'de bir terslik var. Diğer ülkelerde, var olan yönetime karşı muhalefetler desteklenirken, bizde aksine Hükûmet destekleniyor. Soros, AKP için; "İslamî bir ülkenin en demokratik partisi ve bu çok olumlu bir şey. İslamî demokrasinin başarılı olması için elden gelen her şey yapılmalıdır. Türkiye diğer İslamî ülkelerden farklı bir tarihe sahip olmasına rağmen yine de İslam dünyası için çok değerli bir örnek olabilir." diyerek AKP Hükûmetini açıkça desteklemiştir. (Can Dündar; 12 Mayıs 2005 Milliyet Gazetesi) Bu desteğe karşılık, YÖK'e en çok üyenin Soros'un desteklediği Bilgi Üniversitesi'nden seçilmiş olması da, AKP Hükûmeti'nin "Soros' a bir jest" i olabilir mi sorusunu akla getirmiyor değil. Soros için yazılacak, söylenecek şeyler sadece bunlar değil... Biz HYP Gençleri olarak, Soros'u dikkatle izlemekteyiz. Onun bu çirkin emellerini sırasıyla gündeme getirip, Türk gençliğini, Türk halkını uyarıp, uyandırmaya çalışacağız. Çünkü, biliyoruz ki, hangi güç olursa olsun halk tarafından destek alamazsa yok olmaya mahkûmdur. Gelin, bu ve benzer amaçlı proje ve emellere karşı hep birlikte hareket edelim ve Türkiye'yi Türkiye'den yönetmek için bir adımda biz atalım. İpek Sarıca Halkın Yükselişi Partisi İzmir İl Gençlik Kolları Başkanlığı Basın ve Halkla İlişkiler Sorumlusu
  5. Amacım aşk şiiri yazmak değil, o duyguyu daha tatmadığım için böyle bir şeye kalkışmam bence yanlış olur. Bu şiiri yaklaşık bir ay önce, akşam üstü otobüs durağında bekleyen insanların arasında işten döndüğü belli, yorgun bir kadına çevredeki erkeklerin nasıl baktığını gördükten sonra yazdım.
  6. Bir akşam vakti işten dönüyor. yorgun vücudu dimdik, çalışıyor olmanın haklı gururuyla saatin akışı belki eğitimin, belkide ahlakın eksikliğinin çoğunlukta olduğu bir toplumu egemen kılıyor sokaklarda belki bir vapur iskelesi, belki bir otobüs durağı o yorgun yüzün beklediği yer Bir! Beş! On! çift göz süzüyor yorgun bedeni baştan aşağı farkında olan bitenin, ne diliyle ne de eliyle tepki gösteriyor buna. Yalnız kaşları dikiliyor tertemiz yüzünün üzerinde vatan bekleyen askerler gibi Yorulmaz o aç gözler sanki annesiz dünyaya gelmişler soğuğa yenik düşen askerler gibi oluyor kaşların akıbeti, lakin varıyor vapur iskeleye! varıyor otobüs durağa! bir sonraki günün bu adı bilinmez soğuk savaşına kadar
  7. Yabancı dil eğitimine karşı değiliz, yabancı dilde eğitime karşıyız.!!!!!!! Öncelikle , bizim yanlış olduğuna inandığımız yabancı dil eğitimi değil, yabancı dilde eğitim, Yabancı dilde eğitim dünyanın kendini uygar olarak tanıtan hiç bir ülkesinde gerçekleştirilmemektedir. Tarih incelendiğinde sömürge durumuna getirilmiş ülkelerin yasalarında yapılan ilk değişiklik eğitim dilinin değiştirilmesi olmuştur. Bu konuda David Crystal isimli dil üzerine çalışmalar yapan İngiliz professörün "Language Death", dillerin katli isimli kitabından yararlanabilirsin. Bu kitapta milletlerin ulus bilincini yok etmek için aralarındaki en temel bağ olan dilin böyle bir görevinin olmadığını ileri sürülerek, dünya dili gibi kavramlarla nasıl yozlaştırıldığını göstermektedir. Günümüz Türkçesinde, Türkçeden çok arapça ve farsça kökenli kelimelerin olduğu bilgisi, insanlar arasında yaygın bir şekilde bilinçsizce dile getirildiği için kimsenin araştırma gereği görmeden kullandığı yanlış bilgidir. Bu kelimelerin Türkçe'de toplumun yadırgamayacağı ve güncel olan bir karşılığı varsa bunların her türlü yazılı belgede gazetede dergide kullanılarak diğerin unutturulması lazımdır. İngilizce'ye gelince, orjinal=özgün, vitrin=camekan, estetik=güzelduyu, gibi daha yüzlerce kelime türkçeleri tercih edilerek hayatımıza sokulmalıdırlar. Milletler çevrelerindeki diğer milletlerle etkileşim içerisinde olmak zorundadırlar. Bundan dolayı iki milletin dilleri arasında kelime alış verişi her zaman olmuştur. Ancak bu iki dilinde yok olmasına sebep olacak şekilde değildir. Osmanlı'nın son dönemlerinde Türkçülük akımlarını başlatanların bir kesimi, dili tamamen yabancı kelimelerden arındırma ve eski türkçe sözcüklerle yazılar yazma girişiminde bulunulmuştur. Bu halk tarafından pek sıcak görülmemiş ve anlaşılmamıştır. Bu yüzden bir dili diğer bütün dillerden ayrı yaşatmak mümkün değildir. Fakat yozlaşmasına engel olacak düzeyde dilin korunması gerekmektedir. Bugün araştırmacılar tarih boyunca bir toplumun millet bilinci sahip olacak düzeye erişip erişmediğini anlamak için milli bir dilin oluşup oluşmadığını incelemeleri, dilin bir millet için ne kadar önemli olduğunu anlamamıza yeterlidir. Başta söylediğim gibi yabancı dile ihtiyaç vardır ancak bu normal derslerin o dillerde yapılması ile değil, yabancı dil üzerine özel dersler yapılarak olmalıdır. Ayrıca çocuklara yabancı dil eğitimi anaokullarından itibaren değil belki lise belkide üniversite düzeyinde yapılmalıdır. Eğer bu konuda görüşmek istersen özel mesaj göndere bilirsin. Saygılı bir şekilde cevap yazdığın içinde ayrıca teşekkür ederim. Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
  8. Bunlara insan bile demenin anlamı yok, bir çokları bunu şu şekilde savunuyor. Benimle ilgilenmedin isteklerime cevap vermedin, bende bunları dışarıda aradım , nedense akıllarına ben seninle yapamıyorum ayrılalım demek gelmeden direk başka birini amortiye almaya çalışıyorlar.
  9. Her nekadar toplumsal yönden bozulduğumuz söylensede kızlarımızın genlerinde olan utanma duygusunu kaybetmediğine eminim, bir süreçten geçiyoruz, popüler kültürün etkisinden bizde nasibimizi alıyoruz ama inanıyorum ki bu günleride atlatacağız ve tarihte dünyaca ünlü gezginlerin seyahat namelerinde ahlakları , güzellikleri ve zakalarını övmeden geçemedikleri Türk kızları eski sıfatlarını yeniden kazanacak, Türk kızlarını seviyorum. Ben hepinize aşığım, gönlümde her birinizin yeri ayrı!
  10. CHE tabii ki bir yurt severdi, lüks içinde yaşamak uğruna çocukları bile köle gibi kullananların düzenine gücü nispetinde çomak soktu. Ancak neden sizler kendi ülkenizin ve milletinizin kurtarıcısı Atatürk'ü unutuyorsunuz. CHE, nin yaşadığı toprakların insanları onu, sizde kendi topraklarınızın kurtarıcısı Atatürk'ü ve onun mücadelesini yüceltseniz ve bu tür mücadelelere girmiş milletler ile omuz omuza olsanız. ABC yi öğretenleri onlar diye nitelendiriken kimden bahsediyorsun? Senin yetiştiğin toprakların gerçek sahibi halkı mı yoksa Atatürk mirasına ve o halka ihanet etmiş yöneticilerimi, CHE den önce Atatürk ü öğrenmen bu topraklarda büyümüş biri olarak senin bir ödevin. Siz sözcüğünü kullanmak inan ki canımı sıkıyor. Allah şahidimdir ki içimde tek bir küçümseme veya alt etme düşüncesi yok bunları bütün samimiyetimle doğru olduğuna inandığım için söylüyorum.
  11. Saygı bizden, sadece senin üslubunu kullanayım dedim. Bak senide rahatsız ediyor.
  12. Bu başlık altındaki yazılarımdan ilki dışındaki diğer yazılarıma sebep olan senin üslubundur. Sana artık cevap yazmayacağım. Sen kendi ufak dünyanda bilgiçlik içerisinde kendi çapında eğlen ve insanları küçük gör, yazık!
  13. Sen bahsettiğin arşivlerin içinden çıkardığı bilgiler ile konuşan dünyanın kabul ettiği tarihçiyi arkasından konuşarak rezil etmeyim biçareyi diyen birisin. Bilgi insanlarda olgunlaşmayı sağlayan bir unsurdur. Sen ki buradan hiç nasibini almamış birisin. karıştırdığın arşivleri köylerde oturan çiftçinin okumasını mı bekliyorsun(?) kurcaladığın arşivlerin pek fazla kimse tarafından karıştırılmamamış olması ( buda tartışılacak bir konudur.) senin etrafta her konuda bilgisi olan bir kişilik takınmana sebep olmuş gibi görünüyor. Baltalimanı ile başlayan ve bizi açık bir pazar haline getiren anlaşmaların sonucunun sadece batının hazır ürünlerini bize satması olarak kestirip atan biriysen, sana da bu anlaşmalar öncesinde ve sonrasında ülkenin dört bir yanındaki küçük esnafın nasıl tükendiğini tezgah sayılarının nerelerden nerelere geldiğini o anlata anlata bitiremediğin arşiv çalışmlarındaki kalın kitaplardaki bölümlerine bak bakalım. Turancı nın maddeler halinde verdiği yazılar hakkında yaptığın yorumlarda örneğin Avrupada at koşturma mevzusu, "sonunda onlara benzemeye çalışmadık mı" sorusu bu soruyu at koşturana değil onların mirasına ihanet edenlere sor, tarih içerisinde yönetime gelen kişilerin tavırlarına göre yükselen veya alçalan bir devletten bahsedebiliriz. Yorumlarında sorduğun soruları yükseltenlere değil alçaltanlara sorulacak sorulardır. Yaptığın çalışmalar o kadar gözünün önünü doldurmuş ki hayatını bu işe harcamış insanları bile kendinden küçük ve aciz görebilecek bir konumdasın.
  14. Yazında cahillikle , bol keseden sallamakla suçladığın adam hayatını tarihe adamış bir professördür. Senin hayatın kadar zamanını tarihle uğraşmaya adamış bir yazardır. Bunca yıldır yaptığı çalışmlarının ürünü bir bilgi birikiminin sonucu olan çıkarımlarını iki kelimelik oda saygı çerçevesinin dışında ***** yorumlarla yıpratmaya çalışman (!) ve arkasından konuşarak daha fazla reziletmeyeyim gibi ****** ortaya çıkaran sözler kullanman senin ne kadar dikkate alınman gerektiğini gösteren sözler, arşivlerde çalışmışmış, bugün bütün dünya biliyor bunu Osmanlı arşivlerinin yarısından fazlası bugün daha gün yüzüne çıkarılmış değildir. Kurtarma çalışmları hala devam etmektedir. Sana sadece acıya biliyorum böyle büyük bir professörü aklınca alçaltmaya çalışacak kadar küçüksün. Batılılar Viyana'nın kuyruk acısından dolayı Avrupa birliğine karşı olduklarını resmi olarak dile getirdiler , sen kendi hayal aleminde yürümeye devam et!
  15. Bu başlığı hiç açmadığımı FARZEDİN! BİRBİRİNİZE LAF YETİŞTİRMEKTEN BAŞKA BİR İŞE YARAMAYAN YAZILARDAN İBARET KALDI. FİKİRLERİNİZE SAYGI DUYULMASINI İSTİYORSANIZ, SİZDE BAŞKALARININ FİKİRLERİNE SAYGI DUYUN. BAZI ARKADAŞLAR AZ DA OLSA GÖRÜŞLERİNİ BİLDİRMİŞLER ONLARA TEŞEKKÜR EDİYORUM. BU BAŞLIK ALTINDA YAZI YAZMAYA DEVAM ETMEYİN LÜTFEN!
  16. Mantık evliliği biraz kaçamak bir olay bence çevremde bu tür evlilik aradığını söyleyen insanlar var. Bana göre bu istenilen kişiyi bulmadıktan sonra artık bu durumdan bıkmış kişilerin bir kaçış yolu ki bende konuyu açan arkadaşın fikrine katılıyorum. Hayatının geri kalanını berbat ediyorlar. Örnek vermek gerekirse sıkıntı ve üzüntüyü ateşe benzetirsek, bir orman yangınından kaçayım diye patlamak üzere olan bir volkana tırmanmak gibi bir şey , Yapmayın yazık ediyorsunuz kendinize!
  17. Öncelikle normal bir şekilde cevap veriğin için çok teşekkür ederim. Çözümü dışarıda aramak şekline bahsettiğimn şey yanlış anlaşılmış her halde, tabii ki doğru olan bir şeyi bize ait değil diye red edecek değilim. Benim bahsetmek istediğim Emperyalizme karşı büyük bir mücadele vermiş ve bunu bir zaferle taçlandırmış bir milletin evlatları olarak bu mücaeleyi her alanda sürürmüş olan Atatürk'ün mirasına sahip çıkılması gereken bir yerde CHE gibi (bu sadece bir örnek onu kötüleme amacıyla yazmıyorum.) kişilerin mücadelelerini tek bir örnek mücadele imiş gibi sunulmasına ve bu ülkede en mükemmeli gerçekleştirilmiş mücadelenin unutulup "dışarıdaki mücadelelerin" örnek alınmasıydı benim bahsettiğim. "Sosyalizmin üretim araçlarının toplumun ortak mülkiyetinde olduğu, özel mülkiyetin yasak olduğu, merkezi planlamacı bir sistemdir." bu konuda da söylemek istediğim "Yenilikçi Sosyal Piyasa Modeli" gibi konulacak maddeler ile sistemin serbest bıraktığı güçlünün güçsüzü ezmesine izin veren ortamın kontol altına alınmasını sağlayan ve buna hiç bir şekilde izin vermeyen bir sistemin tırnak içindeki sosyalizmin ekonomi bakışının sağladığı sosyal adaleti yaşatacağıdır. Özel mülkiyet %90 ı müslüman olan bir ülkede Kur'an'ın bile olması gerektiğini söylediği bir durumdur. Bence denetim altında olan bir ekonomi sitemiyle "Yenilikçi Sosyal Piyasa Modeli" ile hem sosyalizmin sağlamak istediği toplumsal adalet sağlanmış olur hemde toplumun hatta insanın yapısının bir gereği olan çalıştığı oranda mülk kazanmak hakkı bieyin elinden alınmamış olur.
  18. Geleceğine dair bilgilerin verildiğini iddia ettiğin kişiler Allah'tan bilgi alabilecek peygamber sıfatına sahip kişiler değildir. Verdiğin ayet örnekleride aşağısında tefsirlerde yapılan yorumların hiç birisini destekleyecek bir bölüm içermemektedir. Hadislere gelince hadislerin aslını hiç bir şekilde kullanmamışsın, üzerinden yapılan yorumları kullanmışsın. Bu yorumlarda sağlıklı değil. Onu öldürdüklerini sananların yanına melek gelmiş birşeyler söylemiş, bunu gerçekte böyle bir şey olduysa o, melek Allah'tan başka kimse bilemez, bu yüzden bahsettiğin kişilerin bir güvenilirliği yoktur. Bir çok hadis ve hadis yorumu olarak insanların önüne sürülen şey yanlışlıklar içermektedir. Bunlara örnek vermek gerekirse "recim" cezası islamda ve Kuran'da olmayan bir şeydir. Bu arapların kendilerinin ortaya çıkardığı ve İslam'a sindirmeye çalıştıkları bir olaydır. Bunu okadar ileri götürmüşlerdir ki peygeygamberin vefaatinden sonraki halife dönemlerinde şu tartışmarı yapacak konuma gelmişlerdir. "recim cezası Kur'an'ın aslında vardı. Ali İmran suresi bakara suresi kadar uzundu ama bu bölümleri kayıp edildi" şeklinde bir tartışma ortamı yaratılmıştır. Kur'an bu konuda son noktayı koymuştur. Hadislerde ise böyle bir çıkarım yapılacak hiç bir hadis yoktur. Var diyorsan bu hadisleri bu sayfada yaz ve senin anladığın yorumu yap bizde kendi yorumumuzu yaparız Saygılarımla, Eren AKKAYA
  19. Verilen cevaplarda başlığın sahibi olarak beni rahatsız eden bir şeyide baylaşmak istiyorum. Benim yazımın içinde Avrupa ülkelerini bu konuda savunan bir üslup var mı? Tek bir kelime olarak bile Avrupa lafı geçmemişken neden cevaplar bu yönde geliyor. Avrupan'nın durumu bizden daha beterdir. Hemde sarkıntılık veya lafla taciz şeklinde değil fiziksel saldırılar konusunda, örneğin Almanya'da tecavüz vakasının oranları bizi katlayacak derecelerdedir. İsteyenler dünya çapında bu konuda yapılmış olan araştırmaların istatistiklerine bakabilir.
  20. Ümitsiz olmadığına bende katılıyorum. Ancak gece üçte yürüdüğün sokağın neresi olduğu önemli, ayrıca bir şey olmasından kastım üzerine saldırmaları değil, her tavırınızdan bir anlam çıkartmaları, karşından gelen bir erkeğin yüzüne acaba yanlış anlarmı düşüncesi olmadan normal bir şekilde tebessümle bakabilirmisin? Bu Şişli veya Nişantaşı veya bunlara yakın semtlerse bir sorun yok ama bunların dışında her yerde varlar. Yani bir karşılaştırma yapılırsa oldukları semtler yanında olmadıkları semtler göz ardı edilebilir derecede azdır.
  21. Dışarı çıkın ve etrafınıza şöyle bir bakın, eğer erkek iseniz karşınızdan gelen bayanın yüzüne bakın tabii görebilirseniz, yanlış anlama, her mimikten bir anlam çıkarma, (kendince) konusunda uzman(!) olan erkeklerin yüzünden kadınlarımız önünü göremez hale geldi. En büyük dileğim bir gün toplumumuzda kadınların karşısındaki erkeğin yanlış anlamayacağına emin olduğu bir şekilde yüzünde tebessümle yürüyebilmesi, uygarlık bence budur! Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
  22. Ben sizden şiir istemiyorum. KUrtuluş mücadeleleri yalnızca kahramanlık destanları okuyarak kazanılamadığı gibi, hiç bir düşünce akımı da bu yönde savunulamaz. Sosyalizm'den beklentilerinizin ne olduğunu merak ediyorum.
  23. Tanımadığın bir insan hakkında bu kadar ağır sözler kullanman nasıl bir eğitim aldığın ve nasıl kitap LAR (!) okuduğunu gösteriyor. Bahsettiğim fakirlik konusu benim çevremde gördüğüm sosyalizm'i savunduğunu söyleyen kişilerin ilk olarak dile getirdiği söylemlerinin bu yönde olması dolayısıyla burada dillendirildi. Ben kişisel bir mesele yürütmüyorum. Bu konuda gocunman anlamsız (bana göre). Benim merak ettiğim sosyalizmle birlikte bu ülkede olmasını beklediğiniz şeyin ne olduğu? Ancak cevabı senden beklemiyorum. Bu üslupla devam edersen hiç bir şekilde mesajlarını dikkate almayacağım.
  24. Sosyalizm, denince bir yönetim şekli olarak bunu benimseyenler var ancak bir kesimde var ki maddi yönden çektiği sıkıntılar içerisinde yaşıtı gençlerin lüks içinde yaşamasına dayanamayanların isyan niteliğindeki karşıtlığı ve tek cephe olarak gördükleri bu görüş, belki kendi birikimleri olmayışı belkide çevresindekilerin yakınlık göstermesi sonucu bu düşünceleri benimsiyor. Bu düşüncenin sahiplerini yanlış yolda gördüğümden değil, çözümü dışarıda aramalarından yana üzülüyorum. Sizlerin burada vereceğiniz sosyalizm tanımı ve onunla gelmesini beklediğiniz yönetim şekillerine göre bir yazı yazacağım sizlerden yardım istiyorum özellikle bu akımı savunanlardan Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.