Ya Sev Ya Sevr tarafından postalanan herşey
-
Aşağıdaki Ya Sev Ya Sevr isimli yazıları yazan kişi olarak!
Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Halkına hizmet eden herkese bende saygılıyım ve onları destekliyorum. Ancak onları uyutanlar hakkındaki yıldızlarla gösterilen sözünün onları uyutanlara olduğunu belirtmeli ve her tümör gibi gözüken yeri kesip atmak yerine gerçek tümörlerin ne olduğunu kandırılan hücrelere anlatmalısın! Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
Ozan Arif'ten dört dörtlükler!
12 Eylül İçin Ne değişti hemşehrim, anarşi var örgüt var Süleyman yok da şimdi, beslemesi Turgut var Yeğen Yahya yerine, ağbeyimiz Korkut var Ben 12 Eylül’ün nesini seveceğim Sevmediğim gibi de daima söveceğim. Özal Dönemini özetledi. Burası Anavatan. Ne sıkıl, ne de utan Batan gemiden batan. Binbir çeşit mal satılık. Köşeleri tuttular. Yaladılar, yuttular Çeşmeyi kuruttular. Şimdi ise göl satılık. Türkeş'le başlayan Türk milliyetçiliğinin sonrakiler elinde ne hale geldiğinin görüntüsü olan 57. hükümet in içindeki durumu için Bu millet bize bir görev yükledi Ve bizden ülkücü tavır bekledi Kedi bunlar süt dökmüş kedi Ya benim sevdamı geri versinler Yahut da dosdoğru bir iş görsünler. Son iktidara oy veren kandırılmış inançlı insanlar için ise Son seçimde vebal attın boynundan Müslüman seçmiştin emindin bundan Bunun bile haç çıkıyor koynundan Frenk kıçı yalıyorlar, kör müsün? Bu adam MHP aşkıyla, değil doğrunun aşkıyla, türk milletinin aşkıyla , bunu adı MHP olur veya başka bir parti olur gözü kara bir particilik değil vatan sevgisini elindeki bayrağa en çok yükleyenlerin aşkını yaşıyor Şiirleri Yeniçağ Gazetesi'nden İsrafil Kumbasar'ın yazısından aktardım.
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yaşar Nuri Öztürk'ün önderliğinde (HYP) Halkın Yükselişi Partisi anketlerde kendini göstermeye başladı. Yaptığımız uyarılarla seçim anketleri yapan sitelerin parti listelerine giren HYP şu an bulunduğu intermet seçim anketi sitelerinde 1. sırada , sadece seçim anketlerinde değil aynı zamanda parti önderleri ile ilgili yapılan anketlerde bu başarısını koruyor. Sitelerin isimlerini vermem moderator tarafından yasaklandığı için veremiyorum. Dileyen HYP'nin resmi sitesinden öğrenebilir. Bazı insanlar din konusundaki yorumlarına katılmadığı için paritye karşı çekimser hatta karşı bir bakış açısına sahip, ancak ilahiyatçı kimliğinden çok siyaset adamı kimliğini kullanacağını bildiren ve kendi dekanlığı döneminde yetiştirdiği ilahiyatçılar ve bu konularda yetkin kişilerin çok sayıda olduğunu, bu yüzden müslümanların kendi içinde tartıştığı konularda sözü onlara bıraktığını, artık dinimize ve ülkemize karşı dışarıdan bir oyun oynandığını, bunlara dur diyebilmek için siyasete girdiğini bildiriyor. "Türkiye'yi Türkiye'den Yöneteceğiz." "Kamu Mallarının Talanını Durduracağız." "Dolaylı Vergilerin Yoksulu Ezme Zulmüne Son" "Aş ve İş Hak ve Onurdur" "Yenilikçi Sosyal Piyasa Modelini Uygulayacağız." "Küreselleşme Sömürüsüne Hayır!" "Kadın Yedek Değil Asıl Unsur Olacak" "Zihniyet Devrimi Dirilişin Esasıdır." Bu sloganlar partimizde boş laflar değil hepsinin altı doldurulmaktadır. Kadınlarımızın ikinci planda bırakılmasına son vermek için teşkilatlanmamızda en az %40 yer almasını sağladık. Meclistede hedefimiz bu olacak [/u]en az %40 . Resmi sitemizden teşkilat kadrolarını görebilirsiniz. Ekonomide dışa bağımlı politikalar ve güçlüyü haklı ve daha güçlü kılan politikların yerine Yenilikçi Sosyal Piyasa Modeli , içeriği parti programımızda ayrıntılarıyla vardır. "Bu toprakların nimetlerini yine bu toprakların çocukları yiyecek" "Oyumu veririm ama başa gelemez ki" en çok sakınılması gereken söz Halkımız bize güvendi! Bu sözü söyleme cesaretim Türkiye'de bir ilki gerçekleştirerek daha yaşını doldurmadan seçime katılabilmek için gerekli alt kriterlerin iki katına yakın bir kısmını kurdu. ve 71 ilde teşkilatlandı. Hedef bütün iller! Bizim için İstanbul ne ise Şırnak'ta o Hakkari'de, biz teşkilatlanmamızı illerin nüfusuna göre kurmadık! Bunun farkına varabilmeniz ve bizim samimiyetimizi sınamanız için sandık önünüzde! Soru ve cevaplarınızı bekliyorum Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
Türkiye Gençlik Birliğinden Açıklama
19.05.2006 Türkiye Gençlik Birliği”nden Açıklama: Cumhuriyetimize karşı tertiplerin bir parçası olarak Danıştayımıza yönelen saldırıyı şiddetle kınıyoruz. Milli devletimize karşı açılan savaşın, artık Cumhuriyetin kurumlarını tehdit eden boyutlara ulaştığı ortadadır. Danıştayımız, Cumhuriyet hukukunu ve kurumlarını savunan kararlarıyla, bu saldırıların hedefi olmuştur. Ancak bu saldırılar, vatanımızın bağımsızlığının ve milletimizin birliğinin, temelini oluşturan Cumhuriyet Devrimi’ni savunma kararlılığımızı zayıflatmamış tersine kuvvetlendirmiştir. Şimdi belirlenmesi gereken en açık gerçek, teslimiyetçi politikaların, bağımsızlığı ve Cumhuriyet’i yıkım aşamasına getirdiğidir. Bu saldırıların arkasındaki olgu, bağımsızlık ve laikliğin temeli olan Cumhuriyet’in artık emperyalizmin açık hedefi haline geldiği gerçeğidir. Bizler Türkiye’nin vatansever Atatürkçü gençleri Atatürk’ün Nutuk’ta verdiği “Türkiye’nin bağımsızlığı ve Cumhuriyeti ilelebet savunma görevini yerine getireceğiz. Cumhuriyete ve bağımsızlığımıza yönelen bu saldırılar her zaman karşısında bizleri bulacaktır. Türkiye Gençlik Birliği Girişim Kurulu
-
(TGB) Türkiye Gençlik Birliği
19 Mayıs 2006 Atatürk Gençliği Görev Başında! “TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ” Kuruldu Atatürk’ün Nutuk’ta gençliğe verdiği görevi yerine getireceğiz. “Bir gün bağımsızlığı ve Cumhuriyeti savunma mecburiyetine düşersen içinde bulunduğun imkan ve şartları düşünmeyeceksin.” Amacımız; “Birinci vazifemiz, Türk bağımsızlığını ve Türkiye Cumhuriyeti’ni muhafaza ve müdafaa etmektir” Türkiye Gençlik Kurultayı, 19 Mayıs 2006’da, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde, 40 üniversiteden 62 öğrenci topluluğunun katılımıyla toplanmış ve şu kararları almıştır. 1. Türkiye’nin Atatürkçü, vatansever gençliği “TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ” (TGB) adı altında birleşmiştir. 2. TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ Girişim Kurulu, her kurumdan bir kişinin katılımıyla seçilmiştir. 3. TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ Girişim Kurulu 29 Ekim 2006’da 1. Genel Kongreyi toplayacaktır. Kurultayımızın tespitleri şunlardır. Ülkemizin bağımsızlığı, birliği ve cumhuriyet; tarihinin en büyük tehditleriyle yüz yüzedir. Şimdi belirlenmesi gereken en açık gerçek, teslimiyetçi politikaların bağımsızlığı ve Cumhuriyeti yıkım aşamasına getirdiğidir. 1. ABD’nin ırak işgaliyle uygulamaya koyduğu Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi’yle (GOKAP), ülkemiz ABD çıkarlarının fedaisi yapılmak istenmektedir. Bunun alt yapısını hazırlamak için de Şemdinli olayları, Danıştay’a saldırı gibi provokasyon ve komplolar düzenlenmektedir. 2. Avrupa Birliği masallarıyla, uluslar arası talimatlar ve uyum dedikleri sömürgeleştirme süreciyle ülkemiz esir edilmek istenmektedir. 3. Zaferlerle dolu olan tarihimiz “soykırım suçlusu” ilan edilerek bağımsız ve özgür yaşama geleceğimizin temellerinin yıkılması amaçlanmaktadır. 4. Kıbrıs’ta Türk devletinin tasfiyesi “müttefik” ve “dost” denilen, bizzat ABD ve AB tarafından yürütülmektedir. 5. Özelleştirmelerle vatanımızın ekonomik temeli tasfiye edilmektedir. Yetmemiş, vatan topraklarının parayla satılması bile gündeme gelmiştir. 6. Doğrudan hükümet eliyle tarikat ve ağalık gibi ulus dışı ilişkilerle milletimiz parçalanmak istenmektedir. 7. Sömürgeleştirme süreci üniversiteleri de hedef almaktadır. Gerici müdahalelerin ve halkçılık karşıtı uygulamaların yanı sıra, AB talimatlarıyla YÖK’ün merkezi yapısı dağıtılmak istenmektedir. Amaçlanan, üniversitelerin başına patronları ve tarikat şeyhlerini getirmektir. Bu noktada, Cumhuriyet üniversitelerine sahip çıkan rektörler ve öğretim elemanlarımız çeşitli tertiplerle yıpratma kampanyalarına maruz bırakılmışlardır. 19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, Türk milletinin bağımsız yaşama iradesiyle başlattığı kurtuluş mücadelesi ve emperyalizme karşı zaferlerle kurulan Cumhuriyet, Türk gençliğinin arkasındaki en büyük tarihsel mirastır. Atatürk bu mirası Türk gençliğine emanet ederken, bağımsızlığı ve cumhuriyeti yok etmek isteyecek düşmanların olacağını “İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahilî ve harici bedhahların olacaktır” diyerek ifade etmişti. İşte o Büyük Nutuk’un sonundaki Gençliğe Hitabe’de belirtilen etkenler günümüz koşullarında ortaya çıkmıştır. Bir yandan bütün insanlığı karşısına alan emperyalist işgalciler, diğer yandan onun kumandasındaki iç yıkıcılık ülkemizde Atatürk’ün mirasını tehdit eder noktaya gelmiştir. Türkiye kritik bir sürecin içerisindedir. Bölücülük ve irtica, ülkemizin bütünlüğüne, Cumhuriyetin geleceğine karşı açıktan faaliyet yürütmektedir. Dayatılan, ikinci Sevr ile vatanımızın bağımsızlığı ve milletimizin birliği tehdit altındadır. Türkiye adeta 1919 koşullarını yaşamaktadır. Ülkemize ve üniversitelerimize yönelen bu tehditler aynı zamanda, tıpkı Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi vatansever bir gençlik birikimini de ortaya çıkartmıştır. Atatürkçü, vatansever gençlik dalgası hızla yaygınlaşarak kendini her yerde hissettirmektedir. TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ, büyüyen bu dalganın adıdır. TÜRKİYE GENÇLİK BİRLİĞİ, Atatürk’ün Türk gençliğine verdiği görevi yerine getirmek için yola çıkmıştır.
-
Aşağıdaki Ya Sev Ya Sevr isimli yazıları yazan kişi olarak!
Bu bölümde Ya Sev Ya Sevrtakma adı ile yazan kişi olarak yazılarıma karşı verilen cevaplarda beni sol görüşlü, komünist veya sosyalist biri olarak baz alıp cevaplar vermektedirler. Ben bu tanımları benimsemiyorum çünkü bu ideolojileri savunmuyorum. Ancak dünyayı bir kanser gibi saran emperyalizm ve küresel kraliyetçilere karşı en çok sesini duyuran ve bu konularda söylemde bulunanların onlardan oldukları düşüncesini toplumda bir alışkanlık haline getirme başarısını göstermiş olan sosyalizmin savunmasını yapan kişilerede saygım sonsuzdur Ben ne sağ ne de sol şeklinde kendini tanımlamayan bu ülkede siyaset yapıp bu ülkeye ve bu ülkenin halkına hizmet etmeyi hedef edin miş olan (HYP) Halkın Yükselişi Partisi'nin genç bir üyesiyim. Bizi tanımak isteyen nasıl bir görüşte olduğumuzu görmek isteyenler partimizin sitesinden parti programını okuyabilirler. Eğer derseniz ki hangi parti programına sadık kalıyor. Biz sadık kalacağız, eylemlerimiz hiç bir zaman bu programa ters olmayacktır. Bunu da kuruluşumuzdan bu güne kadar gerçekleştirdiğimiz eylemleri takip edenler bilirler. Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
KÜRESELLEŞME’NİN PENÇESİNDEKİ KADINLAR VE ÇOCUKLAR
KÜRESELLEŞME’NİN PENÇESİNDEKİ KADINLAR VE ÇOCUKLAR Çocuk ve kadın işçilerin,düşük ücretle ve sosyal güvenceden yoksun olarak yasadışı çalıştırılmaları, dünyanın her yerinde yayılmaktadır, ancak az gelişmiş ülkeler bu konuda tam anlamıyla “açık köle pazarları” durumundadır.Yapılan bazı araştırmalar ürkütücü gerçekleri önümüze sunmaktadır.Endonezya, Filipinler, El Salvador ya da Türkiye’de yaşanan iş bulma, çalışma ,örgütlenme sorunları ortaçağ köleciliğinin çağdaş versiyonu gibidir. Filipinlerin Angona kentinde dikiş, teyel yada bebek giysilerinin paketlenmesi işlerinde 1447 çocuk çalıştırılmaktadır.Normal çalıştırılma süreleri haftanın yedi günü sabahın yedisinden akşamın yedisine toplam 77 saattir. 4-6 yaş arasındaki çocuklar günde 5 pezo 11 yaşındakiler günde 10 pezo almaktadır.Bölgede yasal asgari ücret 69 pezodur. 1970’lerin sonlarında gerçekleşen bir olay durumun insanlık onuru şerefi ve haysiyeti için ne utanç verici bir boyutta olduğunu yüzümüze vurmaktadır.1970’lerin sonlarında uluslar arası şirketlere kadın işçi pazarlayan Malezya’da şu tür broşürler bastırılıp dağıtılıyordu : “Elleri küçüktür ve son derece dikkatli çalışır.bu nedenle kim bir montaj bandında Malezyalı bir kadın kadar iyi çalışabilir? Günde yaklaşık 1.5 dolar ücretle kadın işçi bulunur...” El Salvador’lu bir girişimci grubun ABD örme endüstrisinin dergisine verdiği bir ilanda, dikiş makinesinin başındaki Roza Martinez, şöyle övülüyordu : “ Onu saatte 70 sent karşılığında tutabilirsiniz. O ve iş arkadaşları çalışkanlıkları güvenilirlikleri ve çabuk öğrenme yetenekleri ile tanınırlar..” Sri Lanka’da bir serbest bölgede yer alan bir tekstil fabrikasında kadın işçilerin çalışma koşulları ile ilgili araştırma yapan Avusturalya’lı gazeteci Peter Mares şunları yazıyor : “Ancak yaşayabilecek kadar para kazınıyorlardı.Eve gönderebilecek paraları olmuyordu. Her 30 yada 40 kadına bir musluk ve tek bir tuvaletin düştüğü odalarda altı yada daha fazla kişi kalıyordu. Bana ; aşırı zorlanmadan kaynaklanan kötü çalışma koşullarından ve saatler süren zorunlu fazla çalışmanın neden olduğu göz ve solunum yolları hastalıklarından ve cinsel tacizden söz ettiler.Köylerine dönecek olurlarsa, kendi başlarına kente giden genç kızlara yakıştırılan cinsel serbestlik hikayeleri nedeniyle evlenme şansları pek olmayacaktı.Gidecek hiçbir yerimiz yok Kendi vatanımızda sığınmacı gibiyiz.” diyorlardı. Michigan Episcopal Kilisesi’nden Rahip Thomas E. Trimmer,Guatemala City’deki bir imalathane hakkındaki izlenimlerini şöyle aktarmaktadır: “ Kadınların tuvalete gidebilmeleri için ustabaşından izin almaları gerekmektedir ve buda cinsel taviz vermeyi gerektirebilir. Çoğu kadın dayak yemiş ve cinsel istismara uğramıştır.Bir fabrikada ustabaşı hamleleri ayıklamak için düzenli olarak her on beş günde bir karınlarını hedef alarak kadın işçileri dövmektedir. Bazı fabrikalar, insanların çıkmasını engellemek için sabahın ikisine yada üçüne dek kapıları sürgülemektedir.” Nike yılda 2 milyar dolarlık (1990) spor ayakkabısı satan bir amerikan şirketidir. Şirketin görkemli yönetim binasından başka her hangi bir üretim birimi yoktur.Fabrikalarının tümü ,ucuz iş gücünün yoğun olduğu azgelişmiş ülkelerdedir.Endonezya’da üretilen bir Nike ayakkabı 5.60 dolara mal olmakta, ancak bu ayakkabı dünya pazarlarında 73 ile 135 dolar arasında satılmaktadır.Ayakkabıları diken Endonezyalı kızlar, genelde saat başına 15 sent ücretle çalışırlar.Fazla mesai zorunludur ve sabahın 7.30 unda başlayan on bir saatlik bir iş gününden sonra kızlar 21:15’de şirket yatak hanesine gidip kendilerini yatağa atarlar.Şanslı olanlar iki dolar kazanmışlardır. Nike, basketbolcu Michael Jordan’a reklam için yalnızca 1992 yılında 20 milyon dolar ödemiştir. Bu rakam Endonezya’da bu ayakkabıları üreten fabrikaların işçilerine verdiği bir yıllık ücretten daha fazladır. Bu örneklerin ucu bucağı yoktur. İnsanlığın içine düştüğü bu durumu son örnekte de görüldüğü gibi saat başına 15 sent alan gencecik kızların hayatı yerine, 20 milyon dolar reklam ücreti alan Michael Jordan’ın bu haberi, ana haber bültenlerinde veriliyor.Bu acınası duruma dur diyebilmemiz için daha sıkı bir şekilde birbirimize kenetlenmeliyiz. Kitap okumaktan ,dünyada gelişen olayları izlemekten, sömürülen ülkelerde ölen insanların görüntülerini izlemekten kaçmak, günün birinde aynı olayların başımıza geleceğinin resmi belgesidir. Kitap! Kitap! Kitap! En temel güç unsurudur. Kitap okurken uykunuz mu geldi! Aklınıza daracık odalarda sekiz on kişinin yattığını,günde 11 saat ve fazlasını çalışmak zorunda olan ve buna karşılık maksimum 2 dolar alan gencecik kızları düşünün, gözünüzü kapamayın, yoksa yarın o fabrikada çalışan ya siz ya anneniz yada kardeşleriniz olur. LÜTFEN KİTAP OKUYUN!!! “ Bu ülkeyi yönetmek isteyenler ülkenin içine girmeli ve bu milletle aynı koşullar içinde yaşamalıdır ki , ne yapmak gerektiğini hissedebilsinler... Yönetimden sorumlu kişilerin kişisel ihtirasları, kişisel çekişmeleri, yurt ve ulus görevlerinin gerektirdiği yüksek duyguların üzerine çıkan ülkelerde dağılmak ve batmaktan kurtulmak mümkün değildir.” Mustafa Kemal Atatürk Bu yazıda kullandığım bütün örnekler; Antik Çağdan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler , Metin Aydoğan’ın kitabından alınmıştır.
-
EMPERYALİZMİN MASKESİ KÜRESELLEŞME
EMPERYALİZMİN MASKESİ KÜRESELLEŞME Gelişen kapitalizm liberal dönemini tüketerek küreselleşmeye nam-ı diyar Emperyalizme dönüşmüştür.Bu sistem üç beş şirket sahibinin dışında geri kalan tüm insanlığı köle konumuna getiren insanlık dışı bir sistemdir. Kapitalizmin merkantilist döneminde toplanan zenginlikler başta İngiltere olmak üzere bütün Avrupa ülkelerinde burjuva sınıfının oluşmasını sağlamıştır.Adam Smith’le beraber gelen “bırakınız yapsınlar,bırakınız geçsinler” fikri yani liberalizmin sağladı serbest rekabet ortamında gün geçtikçe gelişen şirketler bu yeni sistemin birbirini ivmelendiren iki unsuru olan hammadde ve pazar ihtiyacı için dış kaynaklara yönelmeye başlamıştır.Bu dönem içerisinde güçlenen şirketler, sistemin değişmez ilkesi olan daha fazla pazar ve hammadde isteği karşısında sınırlı bir dünya olması gerçeğiyle liberalizmin kendi içindeki çırpınışları olarak, sermayelerinin gücü nispetinde diğer şirketleri yutmaya başlamışlardır.Sadece ABD’de 1920 yılında 1200 şirket evliliği (tekelleşmesi) gerçekleşmiştir. Zaman içerisinde en güçlülerin ayakta kaldığı tekel imparatorlukları kurulmuştur. Günümüzde batılı devletlerin üçüncü dünya ülkeleri olarak nitelendirdikleri devletler onlar için hammadde ve pazardan başka bir şey değildir.Batılı devletler bu ülkelerin durumunun ve kendilerinin bu ülkelerin halklarına uyguladıkları sömürü ve soykırımın bir gereklilik olduğunu savunma gafletini gösterebilmektedirler. Bir diğer yönü ise çalışanların ücretlerini bile bir gider olarak görmeleri ve en yüksek kârı sağlayabilmek için işçilerin ücretlerini açlık sınırının altına çekebilmeleridir. Bu tutumlarını uygarlık sıfatıyla nitelendiren bu devletler, gerçekte ortaçağa dönüş yolunda ilerlemektedirler. Bununla da yetinmeyip iş gücünün daha ucuz olduğu ülkelere giderek kârlarını daha da arttırmayı hedeflemişlerdir. Günümüzde küreselleşme ideologlarının kitaplarında sürekli olarak yineledikleri ulus-devlet yapısının ve temsili demokrasinin evrimini tamamladıkları ve teknolojinin sağladığı imkanlarla insanlık için dünyanın ve ülkelerin küçüldüğü gibi görüşlerin temelinde bu anlayış yatmaktadır. Büyük, güçlü ve bilinçli bir ülke içerisinde çıkarları doğrultusunda rahat hareket edemeyecek olan şirketler bu tür düşünceleri ileri sürerek uygulamalarını haklı göstermeye çalışmaktadırlar.Bu politikalarında başarıya ulaşmakta olduklarını söylemek zorundayız. 1990-2000 yılları arasındaki on yıllık dönemde 25 yeni ülke ortaya çıkmıştır. Yurdumuzda da bunun örneklerini görmemiz mümkündür. Farklı etnik gurupları sözde milliyetçilik duygusuyla ayaklanmaya gizliden gizliye davet eden, farklı mezhepleri devletin resmi din kurumunun temsil etmediği yönünde kışkırtan dış kaynaklar bu programlı hareket çerçevesinde vatanımızı bölmeyi ,diledikleri gibi at koşturabilecekleri federatif devletler haline getirmeyi amaçlamaktadırlar. Bizlere düşen görev Atatürk’ün bu vatan uğrunda savaşan herkesi Türk Milleti olarak tanımladığı sözü çevresinde sıkıca kenetlenmek ve bu, insanlığın kanseri oluşumlara izin vermemektir. Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
KÜRESELLEŞME ve SONUÇLARI
KÜRESELLEŞME ve SONUÇLARI Dünyada Emperyalizmin modern adı olan Küreselleşme ile birlikte büyük sermaye gruplarının yıkıcı ve ilkel uygulamalarının sonuçları 19.yy ‘a bir geri dönüşün göstergesi niteliğindedir. Küreselleşmeye karşı direnenler ezilmek istenmekte ve burada liste başı olan hedefler ise çalışan kesim ve ulusal bağımsızlık hareketlerine girişenlerdir. Fabrikaların deniz aşırı ülkelere taşınmasıyla metropollerdeki işsizlik olağandışı artmıştır. Toplumda bozulmalar gözlenmekte ve en gelişmiş şehirlerde bile çalışma ortamlarının 1850 kapitalist dönemine dönüşmeye başladığı görülmektedir. Bu durumu , yakın tarihte gelişen bazı olayları aktararak anlatmak hem doğruluğumuzu kanıtlar hem de durumun ciddiyetini gözler önüne serer diye düşünüyorum. “Ford 1987 yılında Cuautitlan’daki yirmi üç yıllık fabrikasını, yaşanan bir grev nedeniyle kapattı. Üç hafta sonra fabrikayı yeniden açtığında, ücret artışı için grev yapan işçilere eski ücretlerinin yarısını veriyordu..” *1 “General Motors, zarar ettiği gerekçesiyle Michigan ya da Texas’daki fabrikalarından birini 1992 yılında kapatma kararı aldı. General Motors, nakliye bedelleri yüksek olmasına karşın Texas’daki fabrikayı değil Michigan’daki fabrikayı kapattı. Çünkü Texas’daki işçiler fazla mesai ücreti almadan üç vardiya çalışmayı kabul etmişlerdi.” *2 Baskı öyle aşamalara geliyor ki ne direnecek bir sendika ne de bir işçi kalıyor.Bu durumu da örneklemek gerekirse ; 1960’larda yılda 300 civarında grev gerçekleşen ABD’de bu sayı 1991 yılında 40 düşüyor. Bugün gençlerimizde görülen Avrupa’ya Amerika’ya gitmek ve bu ülkelerde iş bulmak gibi hayaller içerisinde olanlar vardır. Ancak bu ülkelerde 1960’lardan bu yana işsizlik sorunu gün geçtikçe artmaktadır. “Bu konuda Avrupa Giyim ve Deri İşçileri Sendikası Genel Sekreteri Patrick H. Schert ‘in 1997 yılındaki açıklamaları durumun gerçek yüzünü ortaya koyar niteliktedir : “Şu anda Avrupa Birliği içerisinde 20 milyon dan fazla işsiz var. Sendikalar çok zayıfladılar.Buna karşı çıkmak için yeni bir sendikal yapı, yeni bir iş bölümü ve yeni bir eğitim şart”*3 diyordu Buna benzer birçok örnek elimizde var. Görüldüğü gibi küreselleşme ülkelerde ne demokrasi ne de insan hakları bırakmıştır.Burada önemli bir nokta; kendi milletlerine dahi acımayan kendi çıkarlarını insanlık değerlerinin üzerine kurmuş birkaç tekelci egemen şirketin ürünüdür bunlar: 1,2,3 Antik Çağdan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler, Metin Aydoğan
-
AVRUPA’NIN DİNMEYEN TÜRK NEFRETİ
AVRUPA’NIN DİNMEYEN TÜRK NEFRETİ Avrupalıların söylemlerine göz attığımızda tarihlerinin atalarının kurduğunu iddia ettikleri Antik Çağ Grek ve Roma uygarlıklarına dayandığını ve bu kültürün başlı başına Avrupa halkına ait olduğunu iddia ederler ve bu uygarlıkların tek mirasçısı olduklarını savunurlar. Avrupalıların neredeyse tarihleriyle yaşıt ve günümüzde de süren bir Türk karşıtlığı hatta nefreti vardır. Bu konuda bir yorum yapma gereği duymuyorum. Sözü direkt olarak tarihin kaydettiği batının önemli isimlerinin Türk nefreti kusan sözlerine bırakıyorum. İngiltere Başbakanı Lloyd George (1863-1945) “Türkler bir insanlık kanseri,kötü yönettikleri toprakların etine işlemiş bir yaradır”der. ABD Başkanı Thomas Woodrow Wilson’un (1856-1924) isteği üzerine 1917 de yayınlanan Müttefik bildirisinde ; “Uygar dünya bilmelidir ki müttefiklerin temel amacı her şeyden önce, Türklerin kanlı despotluğuna düşmüş olan halkların kurtarılmasını ve Avrupa uygarlığına kesinlikle yabancı olan Türklerin Avrupa dışına atılmasını içerir.” Biçiminde açıklama yapar. Bu açıklamadan hemen sonra 1918’de Türkiye Hıristiyanların Soykırımı adlı bir kitap yazan Fransız K.D’ Any kitabını Türk barbarlığının kurbanı 2 milyon Ermeni’ye adar ve önsözünde şunları söyler: “Genel insan uygarlığı açısından bakıldığında Türklerin batı kültürüne korkunç bir darbe vurduğu görülür. Yaptıkları soykırımlarla, soylu ve üstün bir ırkın, aşağılık soysuz bir ırk tarafından yok edilmesine neden olmuşlardır. Bugün tanık olduğumuz soykırımların en yeni biçimidir.” Sadece tarihin bu önemli isimleri değil yakın tarihten de örnekler bulmak mümkündür. Avrupa Birliği Türkiye Büyükelçisi Karen Fogg’un “Bir de şu Türk tarihinden kurtulsak” sözleri batının, tarihin değişmez unsuru olan Türkleri yok sayma veya yok etme düşüncesinin söze yansımış şeklidir. Yunanistan Dışişleri Bakanı Teodor Pangolos 1997 yılında bir devlet yetkili olarak Türkiye ve Türkler için söylediği sözler şunlardı : “Türk askeri ve diplomatik düzenin bir bölümü, Ege’deki sınırlarımızın ve egemenlik haklarımızın tartışmalı olduğunu söylüyor. Bizim bu konuda Türklerle görüşme yapmamız söz konusu değildir. Hırsızla katille,ırza geçen tecavüzcüyle görüşmemiz olanaksızdır.” Avrupa’da aydınlanma döneminin kilit isimleri olan aydınlarda konu Türklere gelince ne bilimsel ne de araştırmacı bir yön kalır ve akla gelebilecek en kötü sıfatlarla Türkleri nitelerler. 19.yüzyılda C.G.Bello, Türkiye Üzerine Notlar ve Düşünceler, adlı kitabında kendi tarihlerinin temeli olarak gösterdikleri uygarlıkların içindeki bütün ********* yönleri Türklere mâl eder : “Türkler, tüm varlıklarıyla kendilerini en aşağılık zevklere adamışlardır. Fuhuş,oğlancılık,ahlaksızlık ve ensest (aile içinde cinsel ilişki) ilişkiler batağında yuvarlanarak, kendilerini bozukluklara vermişlerdir.” Bununla da kalmayan C.G.Bello Türklerin sahip oldukları niteliklerin hepsini yok sayar ve bunu da şu şekilde açıklar : Avrupalı çocuktaki ilerleme ve uygarlık yaratma yetisi onda yoktur. Bu nedenle Türklerde başkasının hakkına saygı, kişisel sorumluluk duygusu, dostuna içini dökme, aile yuvası sıcaklığı ve fedakarlık duygusu gibi kavramlar bulunmaz.” Batılı toplumların hücrelerine kadar sinmiş Türk nefreti 21.yüzyılda da yerini korumaktadır. Kendi gençlerini de bu yönde eğiterek gelecek nesillerini de Türklere karşı zehirlemektedirler. 1987 yılında Almanya’da yayımlanan sözlükte Türkleri şöyle tanımlar : “ Türkler : Dinsiz, hoşgörüsüz, kaba, vicdansız, acımasız, ahlak kurallarına saygısız, en korkunç günahları işlemeye yatkın, lanetlenmiş korkunç barbarlar, sinsi, korkak, kibirli, aşağılık,güvenilmez, tanrı tanımaz, ********* kokulu, kötü, soyu sopu belirsiz bir halktır...” Türklere karşı işlenen bu insanlık suçu belgesinde belki de en aykırı olanı “********* kokulu” ibaresidir. Temizlik konusunda tarihin ilk uygulamalarını gerçekleştiren ve hamam kültürünü dünyaya tanıtan bir milleti bu yönde suçlama yanlışını yapan Avrupalılar Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra, temizliği bilmiyor durumdaydılar. Pisliğin ürünü olan bitler “Tanrının incileri ve azizliğin belirtisi sayılırdı. Ermişliğin simgesi haline gelen din büyükleri “yüce azizler” ayaklarını ırmak geçmek dışında suya hiç değmediğini söyleyerek övünürlerdi. 17.yüzyılın başında İstanbul’a gelen İngiliz Büyükelçiliği görevlileri ayakyolu(helâ)’nu bilmiyor, gereksinimlerini lazımlık denilen kablarla gideriyor ve bunu çevreyi kirletmeyecek şekilde boşaltmak yerine camdan dışarı döküyorlardı. Bu nedenle İstanbul içinde oturmalarına izin verilmemiş ve o zamanda kent merkezinde oldukça uzak olan Sarıyer’e yerleştirmişlerdi. Bu örneklerin sonu yok denilecek kadar fazladır. Bugün halkımıza tekrar düşünmesini öneriyorum. Tarihinde yüz kızartıcı tek bir suçu olmayan ,dünya medeniyetleri içerisinde en köklü tarihe sahip olan milletlerden biri olan, tarihi başarılarla dolu olan Türk milletine mensup olmakla gurur duymalı ve insanlığın bütün değerlerinin yozlaşmasının baş aktörleri, Müslümanların ve Türklerin nefretiyle dolu olan Avrupa’nın bizi asla sevemeyeceğini ve hiçbir zaman yararımıza bir teklifte ve uygulamada bulunmayacağını artık görmenizi istiyorum. Yazımda kullandığım bütün örnekler, milletimizin yetiştirdiği gerçek aydınlardan biri olan Metin Aydoğan’ın Antik Çağdan Küreselleşmeye Yönetim Gelenekleri ve Türkler isimli yapıtındandır. Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
Devletin bir bakanından talihsiz açıklamalar!
Ne banka bırakacağız, ne fabrika, Ne de işletme. Liman da bırakmayacağız.Hepsini satacağız!” Kemal Unakıtan “Sümerbank tarihten siliniyor. Elinde bir şey kalmadığı için ismini de kaldırıyoruz.” Kemal Unakıtan SEKA İÇİN SÖYLEDİĞİ “Staratejik yer imiş.Ne stratejisi, önemli olan müşteri bulmak. Müşteri gece gelsin,pijamayla çıkarım karşılarına.Seviyorum bu işleri arkadaş.” Kemal Unakıtan ŞEKER FABRİKALARI İÇİN SÖYLEDİĞİ “Kar edeni de, zarar edeni de satacağız!” Kemal Unakıtan TEKEL İÇİN SÖYLEDİĞİ “Babalar gibi satarız!” Kemal Unakıtan PETKİM İÇİN SÖYLEDİĞİ “Ülkenin işgal altına girdiğini söylüyorlar.Gelsinler işgal etsinler!” Kemal Unakıtan “Parayı veren düdüğü çalar. TÜPRAŞ’ı Ruslara satar mısın,diyorlar.Satarım arkadaş” Kemal Unakıtan TELEKOM İÇİN SÖYLEDİĞİ Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım,20 bin Dolar veren herkese,TELEKOM’ a ait Bilgileri vereceklerini söyledi. Burada utanç verici olan, bunu ima etmek için kullandığı cümle: Binali Yıldırım; “20 bin dolar veren kızımızı görür” diyor. LİMANLAR İÇİN SÖYLEDİKLERİ Ne banka bırakacağız, ne fabrika, Ne de işletme. Liman da bırakmayacağız.Hepsini satacağız!” Kemal Unakıtan Bir devletin bakanı devletin demir baş listesi gibi olan KİT'leri ve stratejik kuruluşları sattıktan sonra ettiği talihsiz açıklamalar! Yakın bir zamanda bu işletmelerin kurulumu için, savaştan çıkmış bir ülkenin nasıl çabaladığını ve ne fedakarlıklarda bulunduğunu görmeniz için bir yazı sunacağım. Saygılarımla,
-
Bu baş örtüsü yorumundan peygamber düşmanlığı çıkartıla bilir mi?
Nur suresi ayet: 31 S-Yaka yırtmaçlarının üzerine vurulup örtülmesi istenen himarlar nedir? C-“…Bizim görüşümüz bu üçüncü ihtimalin esas olması yönündedir. Çünkü mütevatir sünnetin verileri Hz. Peygamberin bu son şekli esas aldığını gösteriyor. Buna göre maide suresindeki yasak tüm uyuşturucuları, Nur suresindeki emir ise baş örtüsünü kapsamına alır. Ancak bu baş örtüsünün şeklini, boyutunu, kapatması gereken yerleri santimler vererek belirlemek mümkün değildir. Bu yöndeki tesbitlerin Kur’an’a dayandırılması imkansızdır. Baş örtüsü kullanılacaktır. Ancak bunu “bir tel saç görünürse cehennemde 40 yıl yanarsın” şekline dönüştürmek bir saptırmadır. Şu muhakkak ki, başörtüsünü o şekilde yani daha titiz bir biçimde kullanmak isteyen kullanır, böyle bir titizliği gösterdiği için de kendisine saygı duymak gerekir. Ama başını herhangi bir biçimde örten, saçının belli bir kısmı açık kalacak şekilde örten kişiler Kur’an’ın beyanına aykırı davranmakla suçlanamaz. Hiçbir tartışmaya imkan bırakmayan nokta, göğsün tamamen kapatılmasıdır. Saçların bütünüyle görünmeyecek şekilde kapatılmasını emreden bir ifade yoktur. Cenabı Hak bunu kulunun tercihine bırakmıştır. Her Müslüman bunu, yaşadığı iklim şartlarına ve toplum örfüne göre kendisi belirler. Ve baş örtüsünü ona göre seçer. Burada işaret edilmesi gereken bir husus daha var. Kütübü Sitte’de yer alan bazı hadislere göre, Peygamberimiz devrinde Müslümanlar kadın ve erkek birlikte aynı kaptan (min inain vahid) abdest almakta idiler. (Bk.Buhari, vüdu 43, Ebu Davud, taharet,39; Nesai, taharet, 56, İbni Mace, taharet,36) Bu hadislerin Ebu Davud’daki şeklinde “Kadın ve erkek, ellerimizi aynı kaba sarkıtıp daldırarak toplu halde abdest alırdık.” denmektedir. Bu hadislerdeki ifadeler bir kolektif uygulamayı haber vermektedir. Yani bunlar hadis tekniği açısından haber’i vahidden daha kuvvetli, hatta mütevatir sayılabilecek beyanlardır. Ve bize gösterirler ki Asrı Saadette kadınlar, erkekler yanında abdest uzuvlarını açabiliyorlardı. Bize göre nur suresi 31. ayeti “ziynetlerinin açılabilecek kısmı müstesna” ifadesi işte bu noktalara işaret etmektedir. O halde dirseklere kadar kollar, ayaklar, yüz ve başın abdeste, meshe esas olacak kısmı serbesttir. Tekrar edelim ki, bu yerleri de abdest dışındaki zamanlarda kapatmak hassasiyetini gösterenlere saygı duyulur. Ancak bunu yapamayanlar hor görülmez.” Burada bu sitenin forum bölümünde açtığım bir konunun başlığı altında yazı yazan bir arkadaşın yukarıdaki yorumdan ,"bu yorumu yazan kişi peygamber düşmanıdır." şeklinde bir nitelendirmede bulunduğunu gördüm sizlere soruyorum. Bu düşüncesinde neden haklı? neden haklı değil? (Yorumun kime ait olduğunu vermiyorum çünkü tarafsız olamayacağınız düşüncesindeyim.)
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
İlmihaller birer Kur'an yorumudur. Siz Yaşar Nuri Öztürk'ün yorumları hakkında eleştiri yaparken başka insanların yourmları olan ilmihallerden örnekler veriyorsunuz. Aklı selim bir insan şu çıkarımı rahatlıkla yapabilir; "Bir kaynak üzerinde yapılan yoruma karşı bir eleştiri gelecekse buna karşılık yapıcak alıntılar yalnızca yorumun yapıldığı kaynaktan gelir. Başka bir kişinin yorumundan getirilen hükümlerle bu kişinin yorumu yargılanamaz. Yaşar Nuri Öztürk'ün kitabından verdiğiniz örnekten peygamber düşnmanlığını çıkartmanız beni çok şaşırttı. Buda bana göre bu güne kadar edindiğiniz bilgilerin tarafsızlığınızı etkilediği kanaatini biıraktı. Bu yazınızı bu bölümde bir anket şeklinde yayınlamayı düşünüyorum. Bu bölümden peygamber düşmanlığı anlaşılır mı tabii gene "bilgiye dayanan" kaynaklarla!
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Yaşar Nuri Öztürk neyi ortaya atıpta gerti çekilmiştir. Bu asılsız iddialarınızı temellendirmeniz lazım! Herkes herkes hakkında tespitler yapabilir. Ancak bu tespitlerin bir dayanağı yoksa bu tespitler için benim tespitim "çamur at izi kalsın"dır. Yaşar Nuri Öztürk birçok konuda kitaplar yazmış ve fikirlerini dayandırdırdığı kaynakları açıklamış. Sizler ise ortaya bir laf atıp bana görede şöyledir veya böyledir şeklinde dayanaksız yorumlar sunuyorsunuz. Bu aykırı fikir atma sözü çok meşhur olmaya başladı. Yıllardır, Kur'an'ın emriymiş gibi kabul edilen tabuların yanlış olduğunu iddia etmek ve bunu ispat etmek tabii ki aykırı fikir sürmek gibi görünür çünkü yüzyıllardır kabul gören ve benimsenen yanlışların aksini iddia ve ispat etmek böyle bir tanımı gerektirir. Ancak siz aykırı fikir sunup meşhur olmak istiyor gibi tanımlar yaparsınız korkusu ile bildiği doğruları insanlar ortaya koymayacak mı. Lütfen iddialarınızın arkasında olun!
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün 23 Nisan Meclis Konuşması
Yaşar Nuri Öztürk’ün 23 Nisan 2006-04-24 Meclis Konuşma Tutanağı HALKIN YÜKSELİŞİ PARTİSİ GENEL BAŞKANI YAŞAR NURİ ÖZTÜRK (İstanbul) - Yüce Meclisin Sayın Başkanı, Saygıdeğer Cumhurbaşkanım, değerli milletvekilleri, saygıdeğer konuklar; Millî Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı bütün içtenliğimle kutluyor, Halkın Yükselişi Partisi ve şahsım adına, hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunuyorum. Burada, Sayın Başkandan başlayarak, "millî irade" meselesi, doğal olarak, Millî Egemenlik Gününün anıldığı bu saatlerde, hatta, bazı eleştirel ifadeler de kullanılarak gündeme getirildi. Şimdi, ben, bir eleştiri değil; ama, bir tespit yapmak istiyorum; çünkü, milletin yasama iradesinin anıtı, Kâbesi buradır. İleriye yönelik, bunun üzerinde hepimizin düşünmesi lazım. Şimdi, millet iradesi burada tecelli eder. Yalnız, dünyanın mutlaka gördüğü; ama, bazı gerekçeler ve hesaplarla ifade etmediği, telaffuz etmediği bir gerçeği bizim görmemiz lazım ve bunun önlemini almamız lazım. Şimdi, bu Meclis, bugün, şu haliyle, 360 kişilik bir sandalyeyle temsil edilen bir iktidara sahiptir; öyle bir hükümet çıkmıştır. Bu hükümetin ve bu sandalye sayısının arkasında, kullanılan oyların yüzde 34'ü, geçerli oyların yüzde 24'ü vardır. Yani, şimdi, bunu millet iradesinin tecelligâhı olan bu mekânda millî egemenlik tartışılırken, hiç değilse, bir biçimde ifade etmek lazım. Kopenhag kriterlerini bize ısrarlı bir biçimde veren ve hatta dayatan Batının, bilmiyorum, hesaplarına uygun olsaydı, "ben, yüzde 24 oyla yüzde 67 sandalye alan bir hükümeti, Kopenhag kriterlerine uygun, demokratik bularak, onu muhatap almam" der miydi, demez miydi? Bu sorunun sorulması gerekir; ama, benim esas konuşmam o değil. Değerli milletvekilleri, laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetinin egemenliği konusundan hangi vesileyle bahsedilirse edilsin, cumhuriyetin kuruluş yıllarında karşılaştığımız bazı badireler akla gelir ve onlar, bugün de akla gelmektedir. Egemenliğimizin daha ilk günlerinden beri karşılaştığı temel tehlikeler, bugün de aynıdır ve daima şu iki başlık altında belirginleşmektedir: Birincisi irticaî tehdit, ikincisi bölücü tehdit. Dikkatlerden kaçmayan bir başka nokta da bu iki tehdidin her zaman ve tartışmasız bir biçimde dışarıdan kotarıldığı ve içimizden kendisine destek ve yandaş bulduğudur. 11 Eylül terör olayının ardından siyasetlerini din, özellikle, İslam ekseninde yoğunlaştıran Batı, Türkiye'de laik devletin egemenliğini sarsmak ve ülkemizi BOP projesi için bir atlama taşı ve ikmal merkezi haline getirmek maksadıyla, beklentisini daha çok irtica odaklı tahribe yönlendirmiş bulunuyor. Sayın milletvekilleri, "irtica" denince ne anlamaktayız; bugün, aktüel konu, Bakanlar Kurulundan Millî Güvenlik Kuruluna kadar konuşuluyor. Cumhuriyetin banisi Büyük Atatürk, "irtica" denince ne anlıyordu; bunun cevabı ciddî biçimde tespit edilmezse, ülkede hem tahrip kendini rahatlıkla saklar, hem de dindar insanlar rahatsız olur ve bu, ülkenin zararına olur sonuçta. Değerli milletvekilleri. İrtica, dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır. Kurtuluş Savaşının zabıtlarını, tarihî vesikasını ve nihayet, lügatini kullanır, iyi tespit ederseniz, oradan ciddî bir irtica tanımı çıkar. İrtica, tarihte hep Hıristiyan Batı çıkarlarına kullanılmış ve işletilmiştir. Bunu da görmek lazım. Günümüzde daha çok "siyasal İslam" unvanıyla Batı tarafından sahneye çıkarılan irtica, tarihi boyunca desteği, itibarı, alkışı Müslümanlardan almış; ama, hizmeti, bilerek veya bilmeyerek, bir biçimde Batı emperyalizmine vermiştir. Ne ilginçtir ki, bunu da tespit etmek lazım tarihin önünde, İslam’ın ana kaynağı Kuran, irticaı hem de irtica kökünden bir kelime kullanarak "ehlikitap hesabına işleyen fitne" olarak tanıtmaktadır. İrticaın bu omurga noktasının iyi yakalanması lazım. Bizim Kurtuluş Savaşı destanımız, temelde iki düşmana karşı verildi. Bunları da Kurtuluş Savaşı zabıtlarından alıyorum. Birisi vatansızlar, birisi de imansızlar. Atatürk, şöyle diyor bunu ifade ederken: "Birtakım vatansızların ve dinsizlerin propagandaları, bizim için hareket düsturu olamaz. Kurtuluş Savaşının serüvenini basiretle inceleyenler görürler ki, vatansızlar içinde önemli miktarda mürteci vardır. Yani, din perdesi altında ülke aleyhine hıyanet sergileyenler. Aziz milletvekilleri, şunu görmezlikten de gelemeyiz, üzerinde düşünmekten de kendimizi vareste tutamayız: Kurtuluş Savaşı verilirken, Kuvayı Milliye askerleri, altında şeyhülislam fetvası olan bir yazıyla ve Yunan uçakları, işgalci Yunan uçakları marifetiyle Anadolu halkının üstüne atılan bu fetvayla, kâfir ve katli vacip asiler olarak nitelendiriliyordu. Bunu görmeden Türkiye'nin geleceğine şekil vermenin ve kendimizi aldanmaktan kurtarmanın bir çaresi olacağı kanaatinde değiliz. Eğer ortada bir ihanet yoksa veya bir dalalet yoksa din üzerinden oynanan, din omurgalı yanlışlar irtica diye anılamaz. Bu da çok hayatîdir. Bu ikisini birbirinden ayırmazsanız, dindar ile dinciyi ve din üzerinden hıyanet yapan ile din konusunda yanlışları olanı birbirine karıştırırsınız ve bu bir facia olur. Dindardaki yanlışlar, teknik tabirleriyle hurafe olur, cehalet olur, geleneksel tutuculuk olur. Bunların tümü, bilgisizlik, bilinçsizlik olayıdır. İrtica ise, bilinçli ve organize bir hıyanet ve dalalet olayıdır. Atatürk'ün gözüyle irtica nedir sorusuna da bakmak lazım. Atatürk, irticaı iki temel açıdan değerlendirmektedir; birisi felsefî ve genel açı, öbürü Kurtuluş Savaşı yapısı açısından. Birinci anlamda irtica, ölümsüz Atatürk'e göre, hayatı geri götüren ve güzel olan her şeyi tahribe yönelen bir şer unsurdur. Şöyle diyor: "Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki; her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica denir." Bu, genel çerçeve. Kurtuluş Savaşı destanının ölümsüz erleri irticaa karşı da savaş vermişlerdir." Sadece işgalcilere karşı verilmiş bir savaş değil Kurtuluş Savaşı. "Bu erler, sarayın Teali İslam Cemiyeti adı altında memleketin her tarafında irtica hareketleri tertiplediğinden, onlarca defa şikâyetçi olmuşlardır. " İrticaın, İslamın Batıdaki baş düşmanı -bu, Atatürk'ün tabiridir- İngilizler tarafından beslenip kotarıldığı, Atatürk'ün, altını sürekli çizerek ifade ettiği bir gerçektir, otuza yakın yerde benim tespitim. Atatürk'e en büyük düşmanlığı da İngilizlerin yapması sebepsiz değildir. Bu da Kurtuluş Savaşı zabıtlarında var. İrtica hıyanetinin Kurtuluş Savaşına problem çıkardığı günlerde, Atatürk şunu söylemiştir… "İrticaî hareketin teşvikçisi İngilizler olup, merkez beyni de İstanbul'dadır" diyor Büyük Atatürk. İrticaın, yine o günlerde Ermeni hainleriyle işbirliği yaptığını da Kurtuluş Savaşıyla ilgili zabıtlardan öğreniyoruz. Değerli arkadaşlar, Atatürk, irtica gibi hurafeye de karşıdır; ama, hurafeye irtica ile aynı kefeye asla koymamıştır. Bizim, sanıyorum ki, 2000'li yıllarda hâlâ, içine düştüğümüz ciddî hatalardan birisi budur. Atatürk hurafeye de karşı, doğru; ama irticaa karşı tavrı hurafeye karşı tavrından farklıdır. Hurafeye hepimiz karşıyız. İrticaın ağır biçimde mahkûm edilişi dinsel karakteri yüzünden değil, hıyanet karakteri yüzündendir. Mürteci hain kadrolar, işin bu püf noktasına asla değinmezler, tam aksine, onu sürekli gözden kaçırarak, Atatürk'ü irticaa karşı değil de, dine karşı gösterirler. Oysa ki, Atatürk, hıyaneti söz konusu olmayan dinsel karşı çıkışların hiçbir eksikliğine, hiçbir hurafesine bakmadan onları bağrına basmış, hatta yüceltmiştir. Şu tarihî tespiti, O'nun ağzından arz etmek istiyorum, diyor ki: "Müslüman ahaliden vatan haini olanlardan gayrısının manevî kuvvetleri pek yüksektir." Anadolu'ya kalpten bağlanarak geleceği beklemektedirler. Eğer dinî olumsuzlukların içinde dalâlet ve hıyanet karakteri yoksa, Atatürk, bunları, düşman bellememiştir; bunları, uyarı odağı olarak ve bunları acıma odağı olarak görmüştür. Bir tarif daha veriyor: "Vicdan yerine düşman parası tanıyan alçaklık…" Bunların kaynakları, hepsi burada yazılı; merak eden arkadaşlara veririm. Bir tanım daha veriyor "millete düşman, düşmanlara dost olarak takip edilen haince siyaset" diyor. Değerli milletvekilleri, Atatürk'e dinmez bir hınç ve hatta kin duyan Batı, irticaî hareketleri, antiemperyalist Atatürk cumhuriyetini kundaklama aracı olarak sürekli kullanmıştır ve ne yazık ki, bugün de kullanmaktadır. İslam dünyasında emperyalizme karşı mücadele ederek onu mağlup edip ona rağmen devlet kuran tek ülke Türkiye, tek lider de Mustafa Kemal Atatürk'tür. Onun içindir ki, emperyalizmin temsilcileri, uzantıları ve dahildeki hizmetçileri Atatürk'ü içlerine asla sindirememişler; onu, her zaman, yok etmek ve yıkmak için uğraşmışlardır. Atatürk devriminin sağladığı muhteşem gelişme, Türkiye'de -konuşmacı arkadaşların hemen hepsi bir biçimde temas etti- bu gelişme Batı'daki benzeri gelişmelerden çok daha fazla bir şeydir; çünkü, Batı'da böylesi bir gelişme -Sayın Baykal ona kısmen temas etti- dinin insan hayatından tümden kovulmasıyla sağlanmıştır. Oysa ki, bizde bu gelişme, Atatürk'ün ışığı sayesinde, dinin gerçeği ve ruhuyla kucaklaşan bir gelişmedir. İşte 100 000'e yakın camii, işte Türkiye… Türkiye Cumhuriyeti sadece işte bunun için, Türkiye Cumhuriyeti sadece bizim için değil, bütün İslam dünyası için bir tür kutsal emanettir. Demokrasi ve ilerleme adına İslam dünyasına bugün nelerin reva görüldüğüne bakarsak, bu emanetin anlam ve önemi, bir kere daha, önümüzde tebellür eder. Bu emanetin anlamlarından biri de, bağımsızlık, demokrasi ve gelişmeyi emperyalizmin boyunduruğuna girmeden sağlamış olmaktır. Atatürk, emperyalizme karşı mücadelede İslam'ın ve Müslümanların istiklal şahsiyet ve direnişini feda etmeden demokrasiyi ve ilerlemeyi gerçekleştiren tek liderdir. Başkalarının vesayet ve boyunduruğuna girmeden, İslamın temel değerlerini koruyarak, demokrasi ve çağdaşlaşmanın olabileceğini fiilen gösteren de odur. Emperyalist ruh ve emellerini bugün küreselleşme perdesi altında yaşatan Batı, işte bu yüzden İslam dünyasında iki mirasın tahribini esas almıştır, stratejilerinin omurgasına oturtmuştur. Bu miraslardan birincisi, Hazreti Muhammed mirasıdır; yani, İslamdır; ikincisi de, Mustafa mirası; yani, Atatürk Cumhuriyetidir. Egemenliğimizin, Kurtuluş Savaşında ve bugün temel ve yıkılmaz direnç kaynağı olan bu iki miras, çeşitli bahaneler, operasyonlar, müdahalelerle yozlaştırılarak etkisizleştirilmek istenmektedir. Türkiye, bu iki mirasın en dirayetli coğrafyası olduğu içindir ki, BOP ve benzeri sömürü ve istila projelerinin öncelik ve ivedilikle hedefe Türkiye'yi yerleştirdiklerini görüyoruz. Türkiye, sadece anavatanı olduğu Atatürk mirasına yönelik tahribin değil, İslam mirasına yönelik tahribin de temel hedefi olmuştur. 11 Eylül sonrasının din ve özellikle İslam ekseninde seyreden siyasetlerinden en büyük ıstırap payını da, ne yazık ki, Türkiye almaktadır. Gelişmeler iyi niyetle değerlendirilseydi, bunun tam aksi olmak lazım gelirdi. Değerli arkadaşlar, İslam mirasını çökertmek için Hazreti Muhammed'e hakaret ve Muhammed devrinin bittiğine ilişkin kampanyalar açıldı Batı'da. İki strateji belirlenmiştir bu noktada: Birisi, Muhammed'e hakaret; birisi de, İsa'yı tek kurtarıcı olarak tekrar geri getirmek. Birinci strateji Müslüman düşmanı Batılılara yazdırılıp çizdirilen hakaretlerle yürütülürken, ikinci strateji Türkiye'deki dinci cemaatlerin İsa methiyeleriyle kotarılmıştır. İsa, hepimizin peygamberi. Biz, aynı kendi peygamberimiz gibi, bir milim eksiği olmadan ona saygı duymak zorundayız; ama, bu saygı Hazreti Muhammed'i ve nihayet İslam coğrafyalarında İslam mirasının tahribini maskelemek için bir bahane yapılamaz. Yapılan budur. BOP Projesine bir peygamber aradılar; o, yeniden gelecek İsa; öyle belirlendi. Bir kitap lazımdı; onu da İncilleştirilmiş Kur'an olarak belirlediler. İslam mirasının tahribi sadedinde dinler arası diyalog, karma namaz, Kalvenist ve Protestan İslam denemelerinden sonra, Kur'an'ın İncilleştirilmesi sürecini de açtılar, yokladılar milleti, başarı çıkmadı tabiî. Atatürk mirasına yönelen şer ise, tahribatını üç başlık altında öne çıkarmaktadır. Kişiden gittiğinde Atatürk'e saldırmakta, ilkeden gittiğinde laikliğe saldırmakta, kuvvet ve kurumdan gittiğinde Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırmaktadır. Bunu bazen sinsi, maskeli, bazen açık, zamana zemine göre seçeceği yolla ve sistemle yapmaktadır. Türkiye'yi ve Türk Devletinin egemenliğini tahrip siyasetlerinin saldırı hedeflerinde daima bu üç değer vardır. Milletimizin hâkim kanaati şudur -sözlerimi bitirmek istiyorum- Atatürk mirasını bir direnç gücü olmaktan çıkarıp, Anadolu'da 1071 Malazgirt'ten beri sürdürülen kavgayı tamamlamak istiyorlar. Kavganın Batı hesabına tamamlanmasını Çanakkale ve Kurtuluş Savaşında Batı için büyük bir hayal kırıklığına dönüştüren Atatürk'tür. O yüzdendir ki, egemenliğimizi tacize yönelik bütün sataşmaların ilk hücum hedefi Atatürk ve onun büyük mirasıdır. Değerli arkadaşlar, Batı, bir kin ve inat uğuruna akıl almaz çelişkilerin girdabına düşmektedir. Bir yandan, Türkiye'de, bugün, Amerika ve Avrupa basınında, özellikle Amerika'da İslamı faşist bir gelişmenin Atatürk rejimini yıkmak istediğini söylüyor. Öte yandan, Hantington kuramları ve Avrupa Parlamentosu raporlarıyla bize Atatürk'ten vazgeçin dayatması yapmaktadır. İşte, çelişki ve tutarsızlık budur. Batı, özellikle ABD, eğer Türkiye'de böyle bir gidiş olduğuna inanıyor ve bundan ürküntü duyuyorsa, BOP meyanındaki ılımlı İslam projesinden vazgeçip, Türkiye'nin de, kendisinin de hayırına olacak yeni bir proje öne çıkarmalıdır. Değerli milletvekilleri, ılımlı İslam adıyla küresel Hıristiyan odakların öne çıkardığı projenin yarattığı tahrip ve hayal kırıklığı çok derin olmuştur. Bunun yarattığı travmadan halkımız hâlâ kurtulmuş değildir. Ortadoğu'yu, ama öncelikle Türkiye'yi hedef alan bu ılımlı İslam nedir? Siyaset bu eksende yürütülüyor. Bununla kastedilen bizim dinimiz İslam olamaz; çünkü, İslamın ana kaynağı Kur'an, getirdiği dinin adının tek kelimeyle İslam olduğunu ve bu ad üzerinde hiçbir kişi ve kuvvetin operasyon yapma hakkı olmadığını açık ve ısrarla bildirmektedir. O halde, ılımlı İslam denilen ne idüğü belirsiz sözde dinin merkezine oturduğu BOP Projesi, o proje de bizim içinde yer alacağımız bir proje olamaz. Bizim içinde yer alacağımız bir projenin her şeyden önce bizim temel değerlerimizi tahrip etmemesi gerekir ve bir de bu projede bu coğrafyanın kaderiyle ilgili kararların alındığı masada Türkiye'nin olması gerekir. O masada olmayan Türkiye'ye masada kararlar alındıktan sonra taşeronluk ve hizmet görevi -yıllardır beri yapılan budur- verildiğinde, buna Büyük Türkiye'nin ve bu ülkenin millî iradesinin saygı duyması ve geçit vermesi mümkün olmamalıdır diye düşünüyoruz. Sayın Başkanım. Saygıdeğer milletvekilleri, son zamanlardaki karikatür krizinin Müslüman vicdanlarda aştığı yara da çok derin olmuştur. Ilımlı İslam denen bu dayatma din projesinin, Türkiye açısından ikinci tahribine de dikkat çekmek lazım. Bu da, demokratik, laik, hukuk devleti için yarattığı tehdittir. Türkiye Cumhuriyeti bir din devleti midir ki ılımlı İslam türünden bir tercih kendisine öneriliyor veya dayatılıyor?! Burası, anayasal, laik, bir hukuk devletidir; yani, bize bir din devleti türü değil de, "falancası" diye bir dayatmanın yapılması, Türkiye'de millî egemenliğin tahribinin bir başka ifadesi olarak görülmesi lazım. Eğer, ılımlı İslamla Türkiye dışındaki ülkelere bir şeyler verilmek isteniyorsa, o zaman, karma namaz, Kalvenist ve Protestan İslam denemelerini, mesela Suudi Arabistan'da, Katar'da, Kuveyt'te, Irak'ta yapsınlar. Ilımlı İslam böylesine bereketliyse, Irak'ı neden kanlı bir işgalle dehşet cehennemine döndürdüler; götürselerdi ılımlı İslamı, iki hafta sonra demokrasi gelseydi. Değerli arkadaşlar, Batı, Türkiye'de, kendine itaati dinleştirecek bir din devleti kurmak istiyor. Bu istek, Türkiye'de, Batı'nın çıkarlarına zarar vereceği düşünülen toplumcu gelişmelerin ezilmesi pahasına işlerlik kazanmaktadır. Batı, bir yandan İslamdan nefretini her vesileyle dile getiriyor, öte yandan, kendisine itaatkâr olacağını düşündüğü hurafeci bir din modelini, Türkiye'yi kullanarak yaygınlaştırmak ve diğer İslam coğrafyalarına da dayatmak istiyor. Değerli milletvekilleri, Batı'nın, Atatürk cumhuriyetini tahripte ikinci kanadı olan AB, egemenliğimizi taciz anlamına gelecek taleplerini açık veya dolaylı yollardan, giderek artan bir dozda sıralamayı sürdürmektedir. Son talepleri, Fırat ve Dicle havzasının kontrolünü ele almak olarak ifade edildi. Türkiye'nin, AB'ye ortaklık hayali uğruna, artık, verecek hiçbir şeyinin kalmadığı düşüncesindeyiz. Bu hayale ulaşmak için biz ısrar ettikçe, onlar verilemeyecek şeyler istemektedirler. Türkiye, artık, verilecek bir şeyi kalmadığını anlamak ve kabul etmek zorundadır diye düşünüyoruz. Türkiye, AB'ye ortaklık hayalinden vazgeçip, alternatifini, kendi ruh ve dirayetinden kendisi yaratmalıdır. Değerli milletvekilleri, değerli konuklar; son bir cümle olarak şunu arz etmek istiyorum: Kurtuluş Savaşı gibi muhteşem ve müthiş bir destanı yazmış milletin çocuklarının, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak için gereken ateşi, kendi topraklarından yaratacak gücü göstereceklerine olan inancımı tekrarlıyor; Yüce Meclisi ve değerli konukları saygıyla selamlıyorum.
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Yazılarını okuman durumunda etkileneceğin korkusu ile okumuyorsan ne bilgin sağlamdır. Ne de gerçekten inanıyorsundur. Yarın bir gün bir incil okusan inancın sarsılacaksa senin hiç bir şey okumaman lazım. Senden isteğim bu köşede tabularını yıkmadan yazı yazmamandır. Saygılarımla
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Bana göre de sen bir "***" sun Benim sana yaptığım bir yanlıştır. Aynen senin Yaşar Nuri Öztürk'e yaptığın gibi OKUMA YAZMA BİLMİYORMUSUNUZ! kAYNAK GÖSTERMEDEN GÖRÜŞ BELİRTMEYİN!!!!!!! KALDI Kİ BU BANA GÖRE BİR GÖRÜŞ DEĞİL BİR İFTİRADIR!!!!!!!
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Ben hayatım boyunca senin kadar fesat birini hiç gçrmedim. Sen Yaşar Nuri Öztürk'ün kitabından aldığın örnekten nasıl oluyorda Peygamber düşmanlığı fikrini çıkartıyorsun. Sen sana öğretilenleri değil nefreti ebnimsemiş ve kafandaki dogmaları yıkamamış birisin. Verdiğin örneklerin çoğu ilmihal yani başkalarının yorumları, yorum yapan bir kişiyi başka birinin yorumları ile mi yargılıyorsun??? Yaaşr Nuri Öztürk senin yazının başına aldığın yazısında büyük bir hoşgörü ve açıklıkla durumu aydınlatmaya çalışmıştır. Senin istediğin şeyler bugün İranda yendiden hayata geçiriliyor. Eğer öyle bir hayat istiyorsan İran'da yaşayabilirsin. Müthiş ön yargılı birisin. Kafanda ben tarafsızmıyım sorusunun cevaplarını bul ve ondan sonra bu başlık altında yazı yaz. Kaynağın Kur'an ve ya "güvenilir hadis"ler olmadığı sürecede burada örnekler verme Aynen söylediğim gibi " Bir yorumu yargılayabilmek için bu yorumun yapıldığı temel kaynağa atıf yapılır başka birnin yorumuna değil. İlmihallerde birer yorumdur.
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Ben senin arkadaşının ******* düşüncelerini kendine göre Yaşar Nuri Öztürk'e atfetmesini savunmuyorum. Ben Yaşar Nuri Öztürk'ün kitaplarında açıkladığı toplumumuzda müslümanlar arasında tartışılan "gerçek" sorunlardan bahsediyorum. Bütün islamla ilgili sorular bittide oral sex kaldı. Görüşlerini beğenmediğin yazarların kitaplarını okumuyorsan, bir konuda yaptığı yorumadn da habersizsindir. Bundan dolayı haklarında fikir yürütmeyide bıraksan daha doğru olur. Bugün internette Yaşar Nuri Öztürk adına dinle ilgili soruları cevaplıyacağını söyleyen bir mail adresi dolaşıyor. Yaşar Nuri Öztürk'ün bunlarla ilgisinin olmadı HYP nin internet sitesinde açıklandı. Sence hangi haysiyetsiz insan İslamdan uzaklaştırılmak istenen aklı ön plana çıkarıyor diye bu adamı yıpratmaya çalışır. Görüşleri hakkında bilgi sahibi değilsen hakkında yorum yapmaya da hakkın yoktur. Senden artık bir cevap veya soru görmek istemiyorum. Bu başlık altında bir daha yazmazsan sevinirim. Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Hayatında acaba bir kitabını alıp okudun mu? Bilgisizce kahve muhabetlerine benzeyen sohbetlerde edindiğin bilgilerle burada yazı yazma yazımın başında bilgiye dayanan yorumlar istediğimi belirttim. " Kur'an'ın ayetlerine de dal atacakmışta hadislerle başlamış" düşünce okumak gibi bir kabiliyetin olduğunu bilme beni şaşırttı. Bana şu konuda yanlış düşünüyor. Bak Kur'an onun tersini söylüyor. veya hadis onun tersini söylüyor diye tek bir örnek getir. Bugün piyasada gezen hadis kitapları doğru hadisler olduğu gibi yalan hadislerde vardır. Bu yalan hadisler kendi görüşlerini dine sokmak istiyenlerin ürünüdür. Bir hadisin inanılırlığı Kur'an'la çelişip çelişmediğine bakılarak karar verilir. Bu sınavı geçemeyen hadis geçersizdir. Ki hadislerde kendi içinde güvenilir ve güvenilmez hadis olarak aktaran kişinin davranışlarına ve sözlerine göre nitelendirilir.
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Gerek yok şeklinde bir şey demiyor. Kur'an'da baş örtüsünün saçın tek bir telinin bile görünmeyecek şekilde örtülmesi gerektiğine dair bir emrin olmadığını söylüyor. O dönemde erkekler bile başı örtülü bir şekilde geziyor çünkü çöl şartları ve arabistandaki sıcaklık bunu gerektiriyor. Kur'an'daki örtünme ile ilgili ayetler iyi incelenirse bunların genelde zihnetlerin örtülmesi amacıyla istendiği görülüyor. Eğer başın tek bir saç telinin bile görünmesinin büyük bir günah olduğu gerçek olsaydı. Allah kul hakkının yenmesi konusunda kesin bir şekilde bir çok yerde Kur'an'da bahsetmesine rağmen tek bir yerde bile saçınızın bir tek teli görünmeyecek şekilde başınızı örtün demezmiydi. Allah işkenceye maruz kalan kullarına dinini sözle inkar etmeleri durumunda bir günah yazmayacağını söylerken, eğitimi için başının örtüsüne izin vermeyen bir sistemde günahı onların boynuna diyerek açamazmıydı. Ama inançlarından dolayı değilde dini rejim peşinde koşarak türbanı isteyenler istediklerine hiç bir zaman ulaşamayacaklar. Bugün bir yabancıya islam dendiğinde baştan ayağa örtülü kadınlar, hırsızlık yapınca eli kesilen insanlar, dörde kadar evlenebilen erkekler geliyorsa bunlar Kur'an'ı kendi çıkarlarına göre yorumlamış insanların ürünüdür. İslamın akılcılığı ve ilime olan uygunluğu üzerine çöken arap kültürü dinimizi geriliğin sembolü haline getirmiştir. "Bu Kur'an, akıl sâhiplerinin, âyetlerini iyice düşünüp anlamaları ve ders almaları için, sana indirdiğimiz saadet kaynağı bir kitabtır" (Sâd: 29). Bugün yaşlı dedelerimize ninelerimize anadolu'daki köylerimizde halka bir sorun bakalım. Kur'an meali okurlar mı? Okumazlar niye köylerde hocalar fıkıh okumayan Kur'an'ı anlamaz derler. Ben kendi köyümden örnek vereyim. Benim köyümde insanların yüzde doksanı meal okumaz. Yalnızca arapçasını okur. Sebep sorarsın bu daha sevap derler. Biraz daha sıkıştırırsan meal tam karşılığı değil derler. Sad suresi 29. ayet bunun tam tersini söyler. Tam karşılığı olmaması durumu Kur'an'a saygıdandır. Allah kelamı bir kitabın anacak orjinal haline Kur'an denile bilir. Mealine Kur'an denmez. Bu yalnızca saygıdandır. Bu kitap akla inmiştir. Yüzyıllardır hurafeler din olmuş dinin gerçeklerini perdelemiştir. Bugün bir çoklarının savunması bin yıllık şeyi mi değiştireceksin. Bu aynen putperestlerin biz atalarımızı ne üzere bulduysak ona devam ederiz mantığıdır. Aklı olan her insan Kur'an'ı anlayabilir.
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
İşte bilmeden konuşma dediğim bu!!!!!!!!! Yaşar Nuri Öztürk'ün bu konudaki sorulara verdiği cevaplardan bir tekini okudun mu acaba!!!!! Yaşar Nuri Öztürk televizyonlarda bu sorulan sorulara şöyle cevap veriyor. Bu zaman kadar dini konularda bir çok eser verdiğini ve bir çok kişinin yetiştirildiğini söylüyor. Siyasete girişinden itibaren dinle yani müslümanlar arasında tartışılan konularda fikir belirtmeyeceğini gerekli bilgiyi siyasetten önceki hayatı boyunca verdiği eserlerde olduğunu söylüyor.
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Namazın farz olduğu konusunda aksi bir iddiam yok. Yol üzerinde duran bir taşı kaldırman sana farz değildir. Bunu yaparsan bunun karşılığında bir mükafat alacaksın ancak namaz farz olan bir yükümlülüktür. Buna örnek vermek gerekirse Bir sekreter her gün on sayfa yazı yazması karşılığında işe alınmıştır. Bu yazıyı yazmazsa işi tehlikeye girer. Ama on sayfa yazıyı tamamladı diye maaşından fazlasını alamaz. Benim söylemek istediğim budur.
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
Şu ana kadar yazılan yazılara baktığımda hiç kimsenin akla ve mantığa uygun bir yazı yazdığını görmedim. Saygı çerçevesinde akla ve mantığa uygun tezlerle karşı olduğunuz yorumu hakkında bilgi verin üzerinde konuşalım dedim. Hiç bir bilginin olmadığı hakaretlerle dolu mesajlar yolladılar. Bu tür insanlar bilgisizliklerini giderme yolu başkalarının kendi bilgilerinin temeli olan yorumlarının savunuculuğunu yapmaktadırlar. Lütfen! saygı çerçevesi içinde ben şu yorumuna katılmıyorum. şundan dolayı şeklinde mailler bekliyorum. Üzerinde tartışmak için !
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ulusların Kimliği Dilleridir! Batılı devletlerin tarih boyunca takip ettikleri politikaları incelediğimizde, bu politikaların temelde dönemin ekonomik sistemine göre şekillendiği görülmektedir.Bu devletler özellikle kapitalizm ve onun devamı liberalizm dönemlerinde, sermayeye ve pazara ulaşabilmek için istisnasız her yolu kullanmışlardır. Tarih incelendiğinde sömürge durumuna getirilen ülkeler, güç seviyelerine göre farklı farklı muâmelelerle karşı karşıya kalmışlardır. Kimileri soykırıma varan katliamlarla sindirilmiş, kimileri siyasi iktidarın kendi içlerinden çıkan hainler tarafından ele geçirilmesiyle kukla haline getirilmiştir. Üçüncü bir durum vardır ki ülkemiz tam olarak bu durumdadır. Bu durum ise halkı kendi kimliğine yabancılaştırmak ve bu şekilde tepkisizleştirmektir. Büyük kültürel bir birikime ve güce her döneminde sahip olmuş milletimiz tarih boyunca bir çok kez batılı devletlerin köleleştirme girişimine karşın her zaman bağımsızlığını ve milli kimliğini korumayı bilmiştir. Ancak! günümüzde bu girişimlerine devam eden batılı devletler tek bir cepheden değil bir çok cepheden saldırmaktadırlar. Açtıkları bu cephelerden en önemlisi de bir milletinin varlığının ispatının en temel koşulu olarak aranan o millete ait dile yönelik yapılan saldırıların cephesidir. Bir milleti tarihten silmek amacıyla gerçekleştirilen en temel eylem o milletin dilini kendi nesillerine unutturmaktır. Bu durumun ispatı ise Afrika kıtasında bulunan bir çok milletin bugün İngilizce konuşması ve resmi dillerinin İngilizce olmasıdır. Dillerin yok edilmesi konusunda araştırmalar yapan David Crystal’ın “Dillerin Katli” isimli yapıtında ortaya koyduğu tespitler ve bir milletin dilinin yok oluşuna yönelik işaretlerin neler olduğu yönünde verdiği bilgiler Türkçe’mizin içinde bulunduğu durumun vahametini ortaya koyar niteliktedir. David Crystal’ın kitabında verdiği bu üç aşama şöyledir: 1.Evre : Yabancı hakim gücün dilinin kullanılması için ağır baskı. Baskı (i) tepeden aşağı (teşvikler, devletin kanunları yoluyla) , (ii) aşağıdan yukarıya (halkta özenti, moda yaratılarak) oluyor 2.Evre : Çift dilli dönem. Ulusal dilin kullanım alanı azalıyor. Eğitim her düzeyde yabacı dilde yapılmaya başlanıyor. Her kesimden herkes işi gücü bırakıp yabacı dili öğrenme yokuşuna sürülüyor. Meslek, bilim yerine hiç gereği olmayan yerlerde bile herkes yabancı dil sınavına girmekle meşgul. 3.Evre : Gençler artık yabancı gücün dilini ulusal dilden daha iyi biliyorlar “eski dili” kullanmaktan utanır oluyorlar. Velilerle çocuklar kendi dilleriyle konuşamaz duruma gelmiş ; çocuklar velilerini “eski dili” biliyor yafsatasıyla küçümsüyor. Bir nesil hatta bir on yılda çift dillikte kalmıyor ; ulusal dilin yerini yabancı dil alıyor. Ülkemizde halkı biraz gözlemlersek ; durumumuzun son evrede olduğu görülmektedir. Bu durum içerisinde bile hala “dil niye ölsün, bakın herkes konuşuyor” veya yabancı dilden dilimize geçen kelimelere itiraz olması durumunda ise “ulusal dilde bunun karşılığı yok ki” şeklinde toplumu aldatmaya yönelik yorumlar yapılıyor. Bugün hala sokaklarda ingilizce yazılı ve ingiliz bayraklı tişörtleri giyenler bir kez daha düşünsün, tepkisiz kalırsanız bu daha da ilerleyecek1 Bir önerim var siz ne düşünürsünüz merak ediyorum. İngilizce özentiliğine karşı anti-ingilizce özentiliği yaratmak bugün sokaklarda gençlerin üstünde örneğin " trust me " şekline yazılı tişörtler görüyoruz. bunlara karşı olarak Zekice hazırlanmış esprili tişörtler hazırlayıp giyinmek özentiliği benimsemiş olan gençleri yeni bir özentiliğin içine sokmak bence başarılı olur. Örneğin : "Aranızda Türkçe Konuşmayı Sevmeyen Var Mı? Yok Mu!!!" Önerilerinizi bekliyorum. Yanlış anlaşılmak istemem. Yabancı dil öğrenmeye evet, Yabancı dilde eğitime ve özentiliğine hayır!