Ya Sev Ya Sevr tarafından postalanan herşey
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu konuda beni uyarma yetkisi site yönetiminindir. Onlar eğer böyle bir uyarıda bulunurlarsa gereğini yaparım. Bu durumdan rahatsız iseniz site yönetimine danışabilirsiniz. Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Dürüstlüğün her zaman ezilen olduğuna inanan zihniyetlere doğruyu göstermeye çalışırız. Anlamayanlara görmesi için yalvarmayız. Biliyoruz ki yıkılmazlığına inandığı düzen bir gün onu da gırtlağından tutacak. O zaman belermiş gözleriyle bizden medet umacak ama o zaman onun için çok geç olacak. Allah vaâdinde sadıktır. Biz doğruya inanarak yola çıktık, inananları yanımıza katıyoruz inanmayanında karşısında duruyoruz. Eğer ki bu sözün bir espriyse bir şey söylemiyorum, bir tepkiyse cevabım yukarıdadır. Senin durumun 69 yıllık bozuk siyasetin toplumda oluşturduğu tabudur. Bir gün tanışmak için il merkezimize gelirsen doğruya inananların neler yapabildiğini görebilirsin. Karalamak kolaydır, Doğrulu ispat etmek ise çok zordur. Biz de zoru seçtik. İnşallah bir gün anlarsın!!! Segilerimle, Ya Sev Ya Sevr
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
BİZ SÖYLEMİYORUZ, BİZİ BELKİDE HİÇ TANIMAYANLAR SÖYLÜYOR!!! Para Dergisi: 31.12.2006 - 06.01.2007 (35. sayı) 'Yeni bir parti, HYP (Halkın Yükselişi Partisi) sürpriz yaratarak grup kuracak' 05/01/2007 Ünlü fütürolojist (geleceğe ilişkin öngörüler bilimcisi) Nur Demirok'un, haftalık ekonomi dergisi "PARA" da; "Seçimlerin 2007 Kurgusu" başlıklı yazısından önemli paragraflar: "... Ben 'gelecek mühendisliği' ile 'fütüroloji' yi temelde birbirinden ayırmıyorum; ikisinin de kökeni ve bilimsel davranış biçimi neredeyse aynı. İşin felsefesinde öngörü ve algılama yeteneği var; analitik düşüncenin süzgecinden geçmiş icat etme ya da tahminde bulunma davranışı bu... Batı dünyasında çoğu işletme bu yolda eğitilmiş kişileri yenilik ve geleceği kurgulama adına önemli mevkilerde istihdam ediyor. Yalnız endüstride değil, ekonomide, askerî alanda ve siyasette geleceği soruşturan bu insanlar sıra dışı kişilikleriyle öne çıkıyorlar. ... Kısacası bugünün trendlerine bakarak yarını düşlemek kolay bir iş değil. Bu işi kotaranlar bir bakıma küresel dünyanın modern müneccimleri! ... TÜRKİYE' NİN GÜNDEMİ: SEÇİMLER! Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanlığı' na aday olmayacak! Parti içinde aniden karışan dengeler ve iş dünyasının yoğun baskısı beklenmedik bir gündem yaratacak. ... Milletvekili seçimlerinde ise AKP ve CHP oy kaybına uğrayacak. Meclis' te grubu bulunan partiler oylarını bir miktar artırırken, yeni bir parti; HYP (Halkın Yükselişi Partisi) sürpriz yaratarak grup kuracak. Oy oranını yükselten MHP dışında diğer partilerde önemli bir değişim görülmeyecek. Türkiye yeniden ikili veya üçlü koalisyonla yönetilmeye başlanacak. ..."
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Tempo TV: 30.12.2006 04/01/2007 HYP Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk' ün, Saddam' ın asılması ve diğer güncel konular hakkında Giresun Tempo TV Anahaber' de yaptığı değerlendirme: "Ateş çemberine çevirdikleri bir ülkenin devlet başkanını alıyorlar, işgalci düzenin kurduğu bir mahkemede yargılıyorlar kendilerine göre ve ipe çekiyorlar; idam ediyorlar. Bu şu demektir: İslam dünyasının kişi düzeyinde de devlet düzeyinde de artık hiçbir dirayeti yoktur. Bu, emperyalizmin İslam dünyasını tamamen eline ve yönetimine aldığını, bütün kaynaklarını sömüreceğini ve işine gelmeyen davranışlar gösterenlerini de ya cezalandıracağını ya da yok edeceğini ilan etmektir. Tabi BOP Projesi ile ilgili bir mesajı da var bunun, o da İslam dünyasına verilen mesajın içinde. Burada bu cinayete taraftar olanların da tarih ve Tanrı önünde hesap vereceklerini kaydetmemiz lazım. Çünkü süper Haçlı güçlerin bu cüreti, bu zulmü, bu barbarlığı, bu cinayeti ve bu dehşeti, içeriden Müslümanların arasında Müslüman kisvesinde bir takım hainlerle de işbirliğini gerektirir. O iş birliğini kurmadan hiçbir yerde başarılı olamazlar. Bugün o işbirliğini siyasal İslamcılarla kurdular ve Kürtlerle kurdular. İkisi de bunun faturasını çok ağır ödeyecekler. Bunu bir zaman Araplar da yaptı. Allah adildir. Osmanlı' yı Araplar arkadan vururken aynı oyun Araplar kullanılarak yapılmıştı. Yani Şerif Hüseyin' in Osmanlı' ya yaptığını bir düşünürseniz... Osmanlı' nın dinsizleştiğini, dinini kaybettiğini, Müslüman olmadığını, artık dinlenmeyeceğini, İslam dünyasında hiçbir şekilde geçerli kabul edilmemesi lazım geldiğini iki bildiriyle 1915' te yayınlamıştı. Sonra da ölürken İngilizlerden yediği kazık üzerine şunu tarihin önünde söylemiştir: "Osmanlı' ya karşı çıkarak, kılıç çekerek Allah' a isyan ettim, kötülük ettim Allah da beni çok ağır şekilde cezalandırdı". Ama bir kıymeti yok ki... Osmanlı' yı parçaladılar. Şimdi aynı şeyleri siyasal İslamcılar ve Kürtler Türkiye' ye ve işte bazı Müslüman coğrafyalara karşı yapıyorlar. Emperyalist Haçlılarla işbirliği içinde... bunların da akıbeti ne olacaktır? Çünkü emperyalistler, Müslümanların güçlerini kırmak, onların büyümesini önlemek için bir takım iç kırgınlıkları körüklüyor yani sizin başınızda taşıdığınız bir gözünüzü öbürüne düşman ediyor, bir kulağınızı öbür kulağınıza düşman ediyor. Şimdi düşünün Türkiye coğrafyasında, hele Ortadoğu' da hatta bütünüyle, Türkle Kürtü - özellikle şu Türkiye Cumhuriyeti devletinde - birlikte savaş verdikleri, birlikte kurdukları bu devlette Türk-Kürt kavgasının yapılması kimin işine yarıyor? Bu; vücudu, bir gözü öbürüne, bir kulağı, bir eli diğerine düşman etmek, zaafa düşürmek ve işe yaramaz hale getirmekten başka bir şey değildir. Kürt bu oyuna geldi. İşte Irak' ın toprak bütünlüğünü parçaladılar. Onlara taviz verdiler. Bu aşiret dalkavukları; "Bunun sonu nereye gider, bu bizim torunlarımıza ne getirir?" hesabını yapmadan emperyalist Haçlılarla işbirliği içerisine girdiler. Türkiye üzerinde de acı sonuçları ortaya çıkacaktır. Bakın Türkiye' de kırk bin insanın ölümüne sebep olan bir terör başı var... mesela ABD onun kılına dokundurdu mu? Ama öbür tarafta bir devlet başkanı adamı - hiçbir kaygıya düşmeden dünyanın önünde ve dünyanın önünde yalan söyleyerek orayı işgal ettiği ortaya çıktığı halde ve kendileri de bunu itiraf ettikleri halde, o işgalin, hiçbir insan haklarının gerekçesi olmadığını ilan ettikleri halde - yine de orada mahkeme kurarak o kişiyi astılar. Burayı haksız, insan haklarına aykırı işgal ettinizse sizin burada mahkeme kurmanızı hukuk nasıl kabul eder? Eğer değilse bir adamı mahkemeyle yargılayıp idama nasıl mahkûm edersiniz? Dünya bağırıyor; "Bu mahkeme kanun ve hukuk dışıdır, nasıl idam cezası verilir?" diye. Bakın orada, uydurma mahkeme kararının üzerinden iki ay geçmeden bir devlet başkanını ipe çekiyorlar. Şimdi İslam dünyası; siyasal islamcılar - Türkiye' de bunlar iktidarda bugün - Haçlılara destek vererek güçlendiriyorlar. Bu hıyanete yarıyor ve bu; nasıl bir iştir ki; camileri dolduran, alnını secdeye koyan, kelime-i şehadet getiren insanlar bu oyunu fark etmiyor. Neticede bu olayla, İslam dünyasının hiçbir dirayetinin, şahsiyetinin olmadığını ilan etmişlerdir. Şimdi Saddam' ın durumu budur. Saddam' ı lanetleyenlerden biri de benim ama bu, her kafası esenin hesabına gelmeyen develeti işgal ederek oradakileri asmasını haklı göstermez. Böyle bir şerefsizlik, böyle bir zulüm görülmüş müdür tarihte? Şimdi soruyorum Pinochet' yi neden asmadı ABD? Castro' yu niye asmıyor? Çünkü onlar Hıristiyan; onlara dokunamaz. Peki kimi astı bugüne kadar, benzeri işler yapanlardan kimi astı? Siz dışarıdan gelip de bir devletteki haksızlıkları bahane ederek o devletin başındaki adamı nasıl asıyorsunuz? Bunun, Hammurabi Kanunları' ndan beri icabını yapacak bir hukuk anlayışı var mı? Ben, kırk yıllık hukukçuyum. Bunun dinle, imanla, insanlıkla izahı mümkün mü? Böyle bir zulüm imparatorluğu tarih görmüş müdür? Şimdi Saddam' dır şudur budur... Buradaki mesele Saddam meselesi değil; buradaki mesele hak meselesidir ve herkesi ilgilendiriyor. Şimdi alnını secdeye koyanların, secdenin haysiyetine mensup olup olmadıklarını, o kıldıkları namazla ne yaptıklarını, o namazın kendilerinden şikâyetçi olup olmayacağını İslam dünyasının dört tarafındaki insanların oturup düşünmesi lazım... bu bir. İkincisi; İslam dünyasına oynanan bu oyunlar Türkiye' de o kadar rahat oynanamıyor. Neden oynanamıyor? Bunun sebebi petrol değil. Bizde petrol yok ama bizde petrolden daha kuvvetli bir şeyin olduğu çıktı ortaya. Nedir o? Atatürk mirası... İslam dünyası akla ihanet etti, Osmanlıya ihanet etti, sonra da Atatürk'e ihanet etti. Atatürk ona, emperyalist küfür ordularına karşı savaş vererek Müslüman bir devlet kurmanın, Müslümanların bağımsızlığını simgeleyecek devlet kurmanın yolunu gösterdi, reçetesini gösterdi, uygulamasını gösterdi ve bunun nasıl olacağını, bütün unsurlarını Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde Müslüman dünyanın önüne koydu. Fakat Müslüman dünya emperyalist Haçlıların oyununa gelerek Mustafa Kemal' i İslam dışı ilan etti ve onun reçetesinden yararlanmanın yolunu tıkadı. Allah da belasını verdi. Şimdi Türkiye' de aynı oyunu oynamak istiyorlar, Mustafa Kemal' in ana yurdunda. Siyasal İslamı subaşlarına oturtmaları bundandır. AB düzeni, BOP düzeni içinde işbirlik kurmalarının sebebi bundandır. Yoksa ne siyasal islamcılar AB ve ABD' ye yürekten samimiyetle inanır ne de AB veya ABD siyasal İslamcıları sever. Hiçbiri ötekini köpek ölüsü kadar değerli görmez. Ne için bu işbirliğini kuruyorlar? Atatürk mirasını tahrip etmek için. Şimdi Türkiye de bu Saddam olayı ile bir kere daha geriye dönüp bütün meselelerini; Atatürk mirasının, Mustafa Kemal' in manasının, ruhunun, ehemniyetinin neye tekabül ettiğini, ne demek olduğunu bir kere daha düşünmesi lazım. Bunu değerlendirmedikçe camilerde yatıp kalkmakla ne Allah' ı memnunu edebilirler ne de Peygamber' i. Bakın; Allah, Peygamber diyerek bu milletten para ve imkân sonra da iktidar toplamış adamlar, İslam' ın Peygamberi' ne Katoliklerin başı Papa ağız dolusuyla sövüp küfrettiği halde bir tanesi çıkıp da "Sen ne yapıyorsun?" demedi. *** Deniz Baykal' ın sine -i millet diye bir şeyden bahsetmesi absestir. Sine-i milletten bu memlekette bahsedecek son adamdır Deniz Baykal. Taktik yapıyor, barajın üstüne çıkmak için. Şimdi ben kendisine soruyorum: Sine-i millete dönecek, niye dönecek? Cumhurbaşkanı olmasın diye Recep Tayyip Erdoğan... Peki Erdoğan' ı başbakanlığa getirmek üzere Anayasa değişikliğine neden onay verdi? Vermeseydi, bugün Erdoğan Meclis' te değildi. Niçin verdi? O zaman Recep Tayyip Erdoğan Türkiye' yi yönetmek üzere Büyük Millet Meclisi' ne başbakan sıfatıyla giriyordu. Şimdi niçin bu adam Cumhurbaşkanlığı köşküne çıkamasın? O zamandan beri Erdoğan' ın bacağı, kolu mu, nesi eksildi, ne oldu? Erdoğan' ın cumhurbaşkanlığına gelmesi tartışılabilir. Çünük Erdoğan bu ülkede Atatürk ve Atatürk mirasına sataşarak kariyer yapmış bir siyasetçidir. Ben bunu söyledim, beni dava etti. Davası geçenlerde Yargıtay tarafından benim lehime sonuçlandı. Onun için dava dilekçesinden alarak o cümleyi kullanıyorum. Dolayısıyla Erdoğan' ın cumhurbaşkanlığı siyaseten tartışılır ama hukuken orada bir Meclis var. Deniz Baykal' ın katkısıyla ve hatta tek sebep olarak gelmiştir Büyük Millet Meclisi' ne Erdoğan. Şimdi kalkıyor aynı adam cumhurbaşkanı olamaz diyor. Niçin? Bakın o gün öyle sükse yaptı, bugün de böyle sükse yaparak oy alıp barajın üstüne çıkacağını düşünüyor. Kendisini Cumhuriyet' in müdafii gibi gösteriyor. Kendi laiklik düşüncesiyle Türiye dincilerin batakhanesine döndü. Bu konuları başka bir zeminde konuşmak lazım. Türkiye' de bir Anayasa var ve hâlâ yürürlükteyse - tabi onu AKP elli yerinden deldi kalbura çevirdi ama hâlâ yürürlükte - o Anayasa 367 tane insanın birinci turda orada olmasını şart koşuyor. Eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanatoğlu söyledi bunu. 367 kişiyle teklif ettirir kendini ondan sonra Meclis onu seçerse seçer; çünkü hukukî olan budur. Ama eğer bu hukukî olan işletilmez ve 367 kişiyle; yani Anayasa' nın öngördüğü üçte ikiyle getiremezlerse o zaman Anayasa' ya göre kim getirilirse getirilsin seçilemez. Seçilir derlerse, seçerlerse, bu iş Anayasa mahkemesine gider ve bir hafta sonra Anayasa mahkemesi bunu bozar. Böyle bir durumda seçilmiş olan kişi cümle âleme rezil olur. Onun için 367' yi bulmadan Erdoğan veya başka biri kendisini aday göstermesin. Dünyanın önünde rezil olur. Ama 367' yi bulursa Erdoğan bal gibi seçilir, hukuk budur. Deniz Baykal bu hukukî değil diyorsa o zaman Anayasa' ya oy vererek Recep Tayyip' i oraya getirirken vicdanı sızlasaydı..."
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
ŞEREFLE ÖLEBİLMEK İnsanları hayata bağlayan beklentileri vardır. Kimileri bunu bir hedef haline getirir ve onun için çalışır, mücadele eder. Kimileri ise çalışmak yerine beklentisinin ikram edilmesini bekler. Kimileri de vardır ki hedeflerine bencilliklerinin gözlerine çektiği perdeyle başkalarının üzerinden geçerek ulaşmaya çalışır. İkramı bekleyenler, köleliği kabul edenlerdir. Emeğin olmadığı bir zafere, ancak ipleri başkalarının elinde olan kuklalar ulaşabilir. İnsanımıza gün geçtikçe sindirilen bu düşünce yapısı, bizi üretkenlikten uzaklaştırmakta ve günden güne sadece tüketen bir toplum olmaya sürüklemektedir. Ulu önderin şu sözlerinde ne büyük bir mesaj gizli: “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra istiklal ve istikballerini kaybeder.” Bu sözlere katılmak sadece dilden dile dolaştırmak ile değil, onu hayata geçirebilmek için bir fiil ortaya koyabilmek ile mümkündür. Sözleri ile övdüğümüz atamızın şu sözüne cevap verebiliyorsak ne mutlu: “Beni övmeyi bırakın,geleceğe ne düşünüyorsunuz.?” Kendimize olan güvenimiz nedir?? Ürettiğimiz malların kalitesini yükseltmeye çalışıyor muyuz? Yoksa sadece bir sohbet ortamında veya bir köşe başında önümüze uzatılan mikrofona alaycı bir tebessüm ile mallarımız kalitesiz deme yolunu mu seçiyoruz? Maalesef yüzde 90 bu yolu seçiyoruz. Eğer ki özlü sözleri onaylıyorsak onlara sadece kafa sallamakla değil fiillerimizle sahip çıkmalıyız. Bunları konuşurken konu derinleştikçe sonuç her zaman ülke yönetimin önümüze koyduğu engel niteliğindeki düzenlemelere gelir. Burada insanlarımızın söylediği tek şey yönetim bozuk! her gelen düzeltirim dedi ama bir öncekinin tekrarıydı tepkisi oluyor. Bu durum 1938 sonrası dönemde hep böyle olmuştur. Bunun sonuçlarını bugün insanlarımızın siyaset veya politika sözünü duyduğu andaki tepkisinden anlayabiliyoruz. Eğer ki televizyon dizilerinde siyaset, bir iş adamının kâr oranını arttırabileceği bir sektör olarak vurgulanıyorsa bu tablo bize son 69 yıllık yönetimimizden mirastır. İşte biz bu karamsar yanıtı veren insanlar arasından çıkarak, atamızın sorusuna cevap veriyoruz: Geleceğe, senin bıraktığın yerden, senin ilkelerine bağlı kalarak, bu ülkenin kanını emenlere yaşama imkanı vermeyen bir toplum olarak, dik durmayı ve ezmemeyi ilke edinerek ve bu ülke ile sorunu olanların nefes alamayacağı bir vatan yaratarak ulaşmayı hedefliyoruz. Biz, gelenin ne olacağını tahmin ederek değil, seni benimsemiş olanları her an yanımıza katarak gelen kitle olmak için çalışıyoruz. Atam, ruhuna yemin olsun ki senin mirasına sahip çıkmak için gecemizi gündüzümüze katacağız. Tarihi adalet dağıtmak ve insanı yüceltmek olan bir milletin çocukları olarak ülkemizin geleceğine hizmetten bir an için bile geri durmayacağız. Bu bilinçli bir araya gelmiş insanların ortak ürünü olan teşkilatımızın ayakta kalmasını da önce imanımıza sonra şu özlü sözüne dayandırıyoruz: "Milletten para istemek, onları en mukaddes gayeler hakkında bile şüphe ve tereddütte bırakıyor. Bundan başka, muhaliflerin en kuvvetli propaganda silahını teşkil ediyor. Bu sebeple, pek elim ihtiyaçlar için bile dua ile iş görmeye çalışıyoruz." Ulu önder Atatürk, bir ömüre sığdırılabilecek en mükemmel fiilleri hayata taşımıştır. Bunu, ölümünün haberi yayılan bütün ülkelerde insanların yüzünde oluşan hüzünden anlayabiliyoruz. Bir bayram arifesinde bir lider ölüyor ve bunu kendi insanlarının elinde yaşıyor. İhtiraslarnın kurbanı olan insanların sonları bu kadar üzücüdür. İşte atamızı dünyanın gelmiş geçmiş bütün liderlerinden farklı kılan, bırakın ihtiraslarını takip etmeyi, kendinden vazgeçerek hayatını milletine adamasıdır. Bir dünyanın kalbini adaleti ve insancıllığı ile fetheden Atatürk ruhun şâd olsun. Ölüm insanoğlu için ortak sondur ama ne durumda...
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
2007' ye giriyoruz ancak geride bıraktığımız 2006 yılına bir bakalım isterseniz... Siyasî, ekonomik gelişmeleriyle nasıl bir yıl geride bıraktık? YNÖ: 2007 çok kötü olacak Türkiye için şarkıları söylenmeye başlandı. Bu çok ciddi bir rahatsızlık. Yani Türk toplumu; "Başına neler geldiğinin muhasebesini yapmayı bırak, neler geleceğinin kaygısını içinde hisset" gibi bir noktaya getiriliyor. Bu niye devamlı pompalanıyor, ben bunu anlamıyorum. Yani 2007... Okyanus'un öbür tarafından mesela bir oluşum; bu, basında pek yer almadı. Nasıl bir oluşum? YNÖ: Başına eski ABD Ankara Büyükelçisi Mark Parris' ın getirildiği bir oluşum bu. Kim var orada? ABD' de oluşturulmuş bir enstitü ve Türkiye'den de TÜSİAD' seçmişler: "2007 Türkiyesi". 2007' de Türkiye' nin kaderi ile ilgili en ciddi kararların alınacağını söylüyor bunlar ve deniyor ki; "2007 Türkiye için olmak yahut olmamak gibi olacak." Şimdi, böyle bir germe de var . Ve bunda kim etkili olacak, kim değerlendirme yapacak? Başında bir ABD büyükelçisi ve tabi şaşmaz bir biçimde CIA' nın önemli adamlarından biri ve Türkiye' den de TÜSİAD. Türkiye' nin olmak yahut olmamak, hayat memat yılı 2007 Türkiye için; öyle deniyor haberde bu. Amerika' nın Sesi* geçti bu haberi, internet sitesine düştü fakat yazılı basının sayfalarına intikal etmedi. Şimdi ne konuşacaklar, nerelerden hareketle bu karara vardılar, Türkiye' ye nasıl bir gelecek biçecekler, ne oluyor? Bunlar neyi temsil eder sorusunun da cevabını versek iyi olur... hangi kanadı temsil eder bu yapı ? YNÖ: Hangi açıdan bakarsanız bakın, rahatsız edici. Yani şunu anlıyoruz: Türkiye'nin kaderine, mesela Ankara egemen değil. Bu bir gerçek. Başbakan bütçe görüşmelerinde bunu ağzından kaçırdı. Herhalde yazıp önüne koydukları metinde yoktu ki, kendine döndüğü zaman sürekli bu tip hatalar yapıyor. Deniz Baykal' a hitaben dedi ki Kıbrıs' la ilgili; "Sen orada nelerin konuşulduğunu, nelerin karara bağlandığını biliyor musun? Senin bilgi kanalların tutarsız yanlış, sen onları düzelt, bilmeden konuşuyorsun." O zaman biz soralım: "Neler konuşuldu sayın Başbakan? Neler konuşuldu, siz açıklayın... Yani ana muhalefet partisi lideri, bütçe görüşmelerinde söyledikleriyle de bu konuda bilgisiz olduğunu, bilgilendirilmediğini ortaya koyuyorsa, o zaman mesela düz bir milletvekili veya bir muhalefet partisi genel başkanı olarak benim durumum ne olacak? Sizin durumunuz ne olacak? Şimdi, bağırıp duruyoruz. Mesela, Halkın Yükselişi Partisi' ni kurduğum günden beri ve bu partinin kuruluş gerekçelerinden biri: Türkiye Türkiye' den yönetilmiyor. İki kayıtdışılık Türkiye' yi mahvediyor. Bunların birisi zaten yarım asra yakındır anamızı ağlatıyordu; ekonominin kayıtdışına çıkışı. Şimdi buna bu son yönetim, kayıtdışı diplomasiyi ekledi, kriptosuz diplomasiyi ekledi. Bunların, dünyanın neresinde kiminle, hangi merdiven altında veya otel odasında Türkiye ile ilgili ne konuştuklarını, hangi taahhütlerde bulunduklarını bilmiyoruz. Elçiler o toplantılara alınmıyor, zaptı yok bunların. Ve konuşanlar resmen yetkili kişiler değil yani Başbakan' ın ve Dışişleri Bakanı'nın bu toplantılarda yanına aldıkları hiçbirisinin resmî sıfatı yok, hariciyeci değil bunlar, bürokrat değil. 80 yıllık diplomasi geleneği Türkiye' nin yerle bir edilmiş. Ve bunu Başbakan 2007, o merkezî bütçesiyle ilgili konuşmasında bizzat kendisi itiraf ediyor. O zaman bırakın, Mark Parris veya Ahmet-Mehmet kimse başına getirsinler ve Türkiye' den de gönüllerine göre birini seçsinler, rahat çalışabilecekleri, söylediklerini yaptırabilecekleri birilerini seçsinler ve Türkiye' nin kaderi ile ilgili konuşsunlar. Halk dünyanın her yerinde hakikati en iyi söyleyen kaynaktır. Dinlemek lazım ve iyi değerlendirmek lazım çünkü riya ve siyasî menfaat girmeden konuşan adamın söyledikleri çok önemlidir. Ha... bu adam hayatı boyunca böyle değerlendirmeler yapmış, sonra da bunun itişiyle siyasete girmişse benim gibi, o zaman onun siyasette söyledikleri de önemli. Ama bir adam, ülkenin, halkının, kitlelerin önünde siyasete girdikten sonra konuşmaya başlıyorsa, o adamdan yüzde doksandokuz buçuk hayır gelmez. Çünkü başka alanda birşey yapamamış, bir işe yaramamış, orada kendine çıkış arıyor. Geçmişine bakmak lazım. Türkiye' de siyasetçinin geçmişine bakmıyorlar. Ondan sonra diyor ki, "Geldi bizi aldattı". Adamın, söz verirken, 20 yıl geriye doğru geçmişine niye bakmadın? Bu adam verdiği bu sözlerde durabilir mi? Ne üretmiş bugüne kadar? Hangi sözüne ne kadar sadık kalmış, hangi vaadini hangi dirayetle ne kadar yerine getirmiş? Böyle bir şey yok. Bana ne dağıtıyor? İki; bana ne veriyor? Üç; bana ne vaat ediyor? İşte bu. Evvelki akşam bir telefon aldım. 1980' li yılların başlarında Fransa' da Grenoble Üniversitesi' nde kaldığım bir kaç ay içinde benim orada, bana yemek pişiren - dışarıda yemek yiyemediğim için çok değerli bir hizmetti benim için o - bir Müslüman Nijeryalı zenci çocuk vardı Süleyman diye... genç. Çok güzel yemek yapardı. O günden beri şöyle veya böyle bu işi takip ediyor, siteyi de takip ediyor, bir değerlendirme yapıyor ve diyor ki: " Türkiye niye bu hallere düştü?" Dışarıdan bakıyor. Grenoble Üniversitesi' nde İspanyol filolojisi okudu. Nasıl görünüyor deyince şöyle görünüyor dedi: "Türkiye, şahsiyetini, direncini, devlet vakarını kaybetti. Yat dediler mi yatıyor, kalk dediler mi kalkıyor. Hiçbir şahsiyeti, hiçbir omurgası kalmadı Türkiye' nin. Çok hüzün verici." Tabi o bir Müslüman olarak da bundan rahatsız oluyor, bizi tanıdığı için bizim adımıza rahatsız oluyor. İşte Türkiye' nin dışarıdan görünüşü bu. İşte şimdi böyle bir ülkeyi dışarıdan birileri yönetecektir. Bunun adı ne olursa olsun. Bunun adı IMF' yle stand-by yapmak olabilir, bunun adı AB' ye üye olmak olabilir, bunun adı Dünya Bankası' yla münasebetler olabilir... yani çağdaş sömürgeleştirme, yönetme ve gütme değerleri işletilerek yapılacaktır. Bu da Türkiye' de yapılıyor. Ve bunu Başbakan bana göre itiraf ediyor. 2006' yı dğerlendirmenin anahtar noktası burada. 2006, Türkiye' nin Türkiye' den yönetilmeyişinin dünya önünde tescilidir. Bunu böyle kabul edelim. Lozan tartışmaya açıldı. Cumhuriyet' in temel değerlerinin zaten kıyasıya tartışıldığı, devleti kuran iradenin tartışıldığı ve ekonominin bir sömürge ekonomisine dönüştürüldüğü ve bu bağlamda Türkiye' ye sürekli yalan söylendiği, hayasız bir biçimde yalan söylendiği; şurada köprü yaptık, orada geçit açtık, orada kongre binası açtık... dört hükûmet önceden başlamış, devam eden şeylerin gelmiş açılışını yapmışsınız. Devlet' te temadî dediğimiz bir şey var; herkesin hakkı, payı var bunda... İzlediniz mi Başbakan' la Nurettin Sözen' in kapışmasını... Haklı değil mi Nurettin Sözen? Hakka saygılı olun, teşekkür edin ve deyin ki filancalar başlattı, teşekkür ediyoruz. Hepimizin bildiği şeyler bunlar. Başka söyleyecekleri bir şey yok. Başka söyleyecekleri bir şey yok, tabi obür tarafa döndüğünüz zaman, ana muhalefetin de laiklik tartışması ve bana göre bir manada istismarından başka yaptığı bir şey yok 2006 içinde: "Laiklik tehlikede ve bunu sadece ben önlerim". Sen neyi önlersin? Sen laikliğin başına dert açmaktan başka hiçbir işe yaramazsın; bunun tanığı benim. Sen onları benim yanımda anlat, bir konuşalım, birlikte millete anlatalım... Sen laikliğin başına dert açtın. Senin lakilik anlayışındır ki dinci tahribi, irtica tehdit ve tahribini Türkiye' nin başına bela etmiştir veya katmerli bela haline getirmiştir. Bu bela tabi, Cumhuriyet' in kuruluşundan beri var; bir numaralı dert olarak. Ama 2001' i yani 11 Eylül' ü yaşamış bir dünyada, BOP projesinin dayatıldığı bir coğrafyada, ılımlı İslam'ın mihver haline getirildiği bir coğrafyada, senin terennüm ettiğin laiklikle üretilen politikalarla Türkiye' yi bataktan çıkarmak ve devletle dinin, laiklikle İslam' ın ve milletle devletin kavgasını durdurmak mümkün mü? Ve eğer böyle devam ederse, yüz bine yakın caminin, dokunulmaz mekânların, kutsal mekânların, belli bir siyasî zihniyetin bir biçimde parti lokali gibi kullanıldığı bir coğrafyada, senin Türkiye' de değerleri yerine oturtman ve bu milleti kendi dinlerinin kitabının bizzat "Yapmayın" dediği bir badireden, Allah ile aldatılma badiresinden kurtarman mümkün mü? Zaman Gazetesi' ndeki röportajın ana manşetini sormak istiyorum YNÖ: Bu, teşkilatlarımızda ciddi rahatsızlıklar yarattı. CHP de bunu habire tahrik ediyor. "İşte bakın, Yaşar Nuri bir siyasî lider olarak ilahiyat menşeli yani nihayet hukukçu da olsa ilahiyat menşeli ve bakın bunlar sonuçta birbiriyle kucaklaşacaklar." Neymiş? Şu: Zaman Gazetesi' nin bana isnat ettiği ama benim aklımdan geçmeyen ve ağzımdan çıkmayan bir ifade. Zaman Gazetesi ilk defa böyle bir şey yapıyor. Hakkını teslim etmek lazım, bugüne kadar ben onların böyle bir yanlışını görmedim. Fakat bu sefer röportajın içine de bana ait olmayan bir beyan koydular. Mesela 28 şubat. 28 Şubat o röportajda telaffuz edilmedi, hiç böyle bir tâbir yok. Ancak büyütülecek bir şey değil. Ben bunu bir siyasî espri olarak görürüm. Bana sorulan soru şu röportajda: Bir: "İttifak yapacak mısınız?" Biz, hiç kimseyle seçim ittifakı falan yapmayız. Millet kimi seçip gönderecekse seçer gönderir Meclis' e. İttifak filan zaten mevzuata aykırı. Biz böyle birşeye asla girmeyiz, bunu uzun zamandan beri söylüyoruz. İkinci soru: "Peki Koalisyon?" Şimdi o değişik birşey. Millet; A B C D partilerini seçip Meclise' e göndermişse, onların millete bir hükûmet çıkarmak gibi bir mükellefiyetleri var. Olmadı biz beğenmedik, bir hafta sonra bir seçim daha yapalım diyemezsiniz. Oradan bir hükümet çıkacak. Anayasaya göre bir seçim yapılmış, millet iradesini ortaya koymuş, şu kadar parti Meclise gelmiş (bana göre 4-5) ... şimdi siz; "Biz bunlarla koalisyon olmayız, biz bunlarla hükûmet çıkarmayız" diyemezsiniz. En az sayıyla, koalisyonda ideal olan bu, bir hükûmet çıkarmanın yolunu arayacaklar. Soruyor: "Böyle bir durumda AKP' yle koalisyon gerekirse ne yapacaksınız? Milletin Meclis' e seçip gönderdiği bir partiyi "persona non grata" mı ilan edeceğiz? Gerekiyorsa yapacağız dedim... Benim dediğim bu. Bakın hangi siyasetçi bunun aksini söyleyebilir? Bu, millete saygısızlıktır. Ha... şunu demedim: Bağrımıza taş basarak yaparız bunu. Ne gereği var? Manşete şöyle çıkıyor bu, benim ağzımdan ama tırnak (") içinde vermemiş, bereket. "Millet hazır olsun, AKP ile koalisyon kuracağım". Tabi bundan birşey daha çıkıyor: Hükûmeti ben kuracağım. O bakımdan keyifli ancak böyle birşey demedim ben. Şimdi bunu hep yapıyorlar. Artık mahkeme kararı var: Basın biraz abartır, mübalağ eder diye... YNÖ: ANKA Ajansı da böyle bir başlık çıkardı başka bir konuda... uzun bir röportaj, çıktı birçok yerde: "HYP Genel Başkanı ya da Yaşar Nuri Öztürk de köşke aday". O da şu: Bana soruyor: "Zaman zaman sizin de adaylığınız konuşuluyor veya aday gösteriliyorsunuz. Ne dersiniz?" Şimdi beraber konuşalım: Türkiye Cumhuriyeti' nin vatandaşlarıyız. Cumhurbaşkanlığı söz konusu, yani bir yurttaşın aday gösterilebileceği en onurlu mevki. Ne diyecektim? "Ne demek, teessüf ederim ben nasıl oraya ..." böyle mi diyecektim? Bu; "Her yurttaş gibi beni de onurlandırır, ben bundan şeref duyarım. Ama kendi kendime gelin güvey olamam. Bunu millet yapacak ve milletin vekilleri bunu getirecek bize ve biz de o zaman düşüneceğiz. Şimdi ben işimi yapıyorum. Benim işim de Halkın Yükselişi Partisi' ni iktidara taşımaktır" dedim. Başlık: Yaşar Nuri Öztürk de Çankaya' ya aday. Bu başlıklar böyle çıkıyor ve tabi bu, partide şöyle bir sıkıntı yaratıyor. Arkadaşlarıma bu oyunlara gelmemelerini hep söylüyorum. O da şu: "Bizim Genel Başkan yarın bir şey olup bizi bırakıp çekip gidecek mi?" Bakın, bunun şaka yollu konuşulması bile siyaseten rahatsız eder. Bütün teşkilatlara söylüyorum. Böyle bir şey yok, herkes işine gücüne baksın. 2006' ya geriye dönüp baktığımızda, toplumdaki cinayetlerin, tecavüzlerin, çocuk pornosunun, bebeklere kadar tecavüzlerin alıp başını gittiğini düşünüyoruz. Hani o soru var ya: Bize neler oluyor? YNÖ: Alıp başını gitmedi; başladı... Niçin 2006 yılında özellikle böyle bir tırmanış gösterdi? Tepe yaptı. YNÖ: Ve o yapacak daha. Bu tepe değil, bu dibi.. Bu, planlı, programlı, organize tahrip faaliyetinin bir parçasıdır. Bunu defalarca telaffuz ettim ve milletimiz bize iktidar verdiğinde ilk yapacağımız işlerden biri budur. Nedir? Ölüm cezasını geri getireceğiz. Toplu bir raydan çıkma var... YNÖ: Ölüm cezasını kaldırdınız mı hele Türkiye gibi bir coğrafyada, ceza hukuku bütün caydırıcılığını yitirir ve yitirmiştir. Hele bir buçuk yılda bir af çıkarırsanız... Türkiye' de hukuku yok ediyorlar, adını koymadan. Böyle bir hukuk sistemi olmaz, böyle bir ceza sistemi olmaz. Bu hukuktan siz caydırıcılık bekleyemezsiniz, bu hukuktan siz disiplin getirme bekleyemezsiniz ve beklenmiyor. 12-14 aylık çocukların ırzlarına tecavüz ediliyor. Peki, büyük şehirler - şimdilik büyük şehirlerde - sokağa çıkamıyorsunuz artık herkes yanında biber gazı, kuru sıkı silah, gerçek silah taşıyabiliyorsa, böyle bir çözüm süreci içine Türkiye sokuldu. Yani dağdaki terörün, düşük yoğunluklu büyük şehirlerdeki uzantılarıdır bunlar. Ben bunların, Türkiye' nin tahribi açısından aynı merkezlerden yönetildiği kanaatindeyim. Bunların yaygın, geniş ve sürekli bir şekilde basından yer almasının, bu yangına biraz da benzin döker tarafı var mı? YNÖ: Kesinlikle var. Basının yıllardan beri büyük hatalarından biri budur. Fakat basının oradan reyting adına bu hatayı işlemesine yol açan nedir? Sistemin bozukluğudur. Türkiye' nin merkezî yönetimindeki zaaftır. Kopenhag kriterleri adına Türkiye' ye yapılmış en büyük kötülüklerden biri Türkiye' de ölüm cezasının kaldırılmasıdır. Bunun ivedilikle, ben bütün dünyada bunun tekrar iade edilmesi kanaatindeyim; bir hukukçu, bir felsefeci ve bir aydın olarak. Türkiye' de acilen. Türkiye' de ceza hukukunu bundan sonra siz işletemezsiniz. İdam cezası dediniz. Tecavüz olaylarında "hadım edilme" konusu gündeme getirildi. Böyle bir şeye nasıl bakarsınız? YNÖ: Ben size, bu şikâyetçi olduğumuz kötü tabloların ortaya gelmemesi için ceza hukukunun caydırıcılığının iade edilmesi lazım diyorum. Yani 14 aylık bebeğin ırzına tecavüz edildikten sonra o hayvanı hadım etseniz ne etmeseniz ne? O cezasını bulmalı. Ve tabi ölüm cezasının bana göre dünyanın her tarafında ama Türkiye' de sınırları genişletilmeli. Çok tartışılacak bir şey söylüyorsunuz. YNÖ: İnsanlık çok büyük hata yapıyor, bunun faturasını çok ağır ödeyecek. Şimdi, Türkiye' de özellikle bunu yapamazsınız. Kopenhag Kriterleri' nin ruhu nedir? Herkesin ortak telaffuzu ile - ben bunu Batılı kurmayların da kaç tanesine söyledim, siyasetçilerine de, üniversite camiasından insanlara da - Kopenhag Kriterleri' nin ruhu demokrasi, omurgası o. Peki, ben size soruyorum: Kopenhag Kriterleri' nin ruhu olan demokrasi % 24 oyla % 67 sandalyeyi mecliste kapatmayı nasıl teşvik ediyor? Ve mesela böyle bir oyla siz nasıl cumhurbaşkanı seçeceksiniz. Baktınız mı hukuka uygun. ABD seçimlerine dönüp baktığınız zaman % 50 katılımla seçimler yapılıyor YNÖ: Oradaki oturmuşluğun bir şikâyeti yok. Şimdi bir temel ilke vardır: Mefsedet varsa işin üstüne gidersiniz. Yani bozgun varsa, rahatsızlık varsa, huzursuzluk varsa... siz şimdi neyi neyle mukayese ediyorsunuz? Peki, % 90 küsürle kabul edilmiş bir Anayasa' nın maddelerini % 24 oyla nasıl değiştiriyorsunuz? Dünyanın neresinde bu var? Bunları Meclis kürsüsünden 23 Nisan' da Olağanüstü Toplantı' da da söyledim. Dünyanın önünde, kordiplomatik de oradaydı. Ve aynen sordum ve ertesi sabah konuşmanın İngilizce metnini de istediler. Şimdi baraj zulmü; ben bunu yirmi yıldır söylüyorum, siyasete girmeden çok önce, bu barajla Türkiye' de demokrasi filan olmaz ve Türkiye' de huzur da olmaz. Bu birilerini dışlamak için bu zulmü yaşatanlar bakın işte önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçiminde sıkıştılar. Hukuk var, diyor. Doğru, hukuken baktığınızda doğru: Bir Meclis var, Türkiye' yi yöneten bir hükûmet var ve Anayasa cumhurbaşkanının nasıl seçileceğini söylüyor ve Meclis' e atıf yapıyor. Meclis ortada, çalışıyor ve seçer. Seçer de, demokrasi dediğinizde, Kopenhag Krtierleri dediğinizde, kim seçiyor? % 24' lük bir oyla seçiyorsunuz siz. Kimi? Cumhurbaşkanını. Ben yıllardan beri şunu savunuyorum. Cumhurbaşkanını halk seçecek. Buna gitmediler ve baraj kalksın. AKP şunu diyebilirdi: Sistem çarpık, ama biz yapmadık bunu - haklı - biz böyle bulduk ve biz bununla iktidar olduk yalnız; "Ey millet biz bu yolla Anayasa değişiklikleri yapmayacağız." Ancak, yaptılar. Bakın mesela AB' ye bizi taşıma iradesinin samimiyetle varlığı bununla ispat edilirdi, büyük sükse yapardı AKP, ben desteklerdim. Ve mesela bugün sine-i millet filan diye milletin önünde tuluat oynayan ana muvafakat partisinin lideri sine-i milleti telaffuz etti ve o gün yaptığım basın toplantısında dedim ki, siyasî manevra yapıyor, sine-i millete CHP' den bir kişi dönmez. Dönün de görelim. Türkiye' de gündem birden değişsin ve gereği yapılsın. O dönüşün ortaya çıkaracağı siyasî ve ekonomik tablonun sorumluluğunu almak istemiyor olabilir sayın Baykal. YNÖ: Sayın Baykal o olabilir, bu olabilir ama olduğu birşey var, o kesin: Samimi değil. İki hafta önce türbanlıları parti binasına doldurdu, resimler çektiriyor, bütçe konuşmalarında başını örtenle, türbanlılarla ilgili söylediklerini gördünüz. Orada kıyamet koptu. Böyle tutarsızlık bir siyasetçide olmaz. Ne diyor Vedalar' da: "Neysen o ol". Baykal ne ise o olmuyor, Recep Tayyip de ne ise o olmuyor. Türkiye' yi neyse o olmayanlar atmış yıldır bu hale getirdi. Şimdi sayın Baykal, Recep Tayyip' in niye cumhurbaşkanı olamayacağını, olmaması gerektiğini uzun uzun bütçe konuşmasında da verdi. Güzel has da dönüp söylemezler mi sana, mesela ben söylemem mi: "Bunu yapma", diye yarı gecelere kadar tartışan 5-6 kişilik grubun içinde ben de vardım. Bunun tanığıyım. Siirt Seçimleri mi? YNÖ: Siirt seçimleri değil Anayasa' ya destek. Siirt seçimleri onun üstüne geldi, orada da özel olarak gidip orada kendi adayına destek vermedi. AKP doldurdu oraya polisleri şurdan burdan getirdi; tedbirini aldı, nüfusun terkibini on beş gün içinde değiştirdi ve seçtirdi adayını, çıkardı ordan. Gidip adayına yarım saat konuşarak destek vermedi. Böyle bir siyasî lider olur mu? Şimdi aynı Recep Tayyip Erdoğan' dır, aynı Meclis' tir, aynı iktidar dönemidir; o zaman cumhurbaşkanlığına itiraz etmemesi lazım. Yani Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı olmasın, olmamalıdır diyecek, Türkiye' de en son adam Deniz Baykal' dır. Çünkü onu oraya getiren odur. Az önce sorduğum soru yarım kaldı. Okullarda şiddet... anne-babaların kafaları karşık, eğitmcilerin kafaları karışık, bu noktada Milli eğitim bakanlığından doğru dürüst bir önlem gelmiyor. Buna bir çare var mı? YNÖ: Var çare. Şimdi Tevhidi Tedrisat (Eğitim Birliği) ı getireceksiniz. Türkiye' de eğitim allak bulluk olmuştur, eğitim dinamitlenmiştir. Türkiye' de eğitim nedir? Hıristiyanî standartlara göre eğitim. Din dersi kitaplarının üstüne ABD' deki Hürriyet Heykeli' nin resmi konuyor, Kâbe' nin veya Süleymaniye' Camii' nin değil. Bu kitaptan din dersi öğrenen bir çocuğun zihin alt yapısı ve psikolojisinin düzgün olacağını düşünüyor musunuz ? Din dersi kitabının içini açıyorsunuz, orada kullanılmış resimlerin hiçbirisi Türk insanını hatırlatmıyor. Öyle özellikle seçilmiş ki, Amerikalı tip... onu anlatıyor, onu imagine ediyor. (kullanmak zorunda kaldım) Hürriyet Heykeli' nin üstüne oturduğu bir din dersi kitabı ne demek? Bunların, çocukların zihninde yaptığı tahribatı düşünmek lazım. Sonra, çocuk akşama kadar ve sabaha kadar bunları dinliyor. Tevhidi Tedrisat' ın hiçbir standardı kalmadı. Bedava kitap dağıtıyoruz; Başbakan' ın, bir siyasi parti başkanının resimleri, çocuklara okullarda kitapların arkasına konarak veriliyor. Şimdi, bu çocuk bu eğitimle; bir de ekonomik yetersizlikleri, eğitimde araç gereç yetersizliklerini buna eklediğiniz zaman, çözülme var. İnsanımızın psikolojisinde çözülme var. Bu çözülmenin açtığı yaradan en büyük payı tabi ki çocuklar alıyor. Çözülme dediğiniz zaman bu, bugünün meselesi değil; çok ciddi bir birikimin sonunda geldi. YNÖ: Hiç itiraz etmiyorum. Gayet tabi. Bu cözülmeyi kader haline getirdi, resmileştirdi, tescil etti ve Türkiye' nin; imkânları asla olmayan, sade problemleri olan bir ülke olduğunu ve bu problemleri de Türk insanının çözemeyeceğini, bunları yabancıların ancak çözeceğini milletin kafasına âdeta soktular. Ve bu anlayışı camiye, mabede kadar soktular. Bu millete Peygamberi' ni inkâr ettirdiler. AKP' nin dönemi İslam Peygamberi' nin devrinin bittiğinin millete ilan edildiği bir dönemdir. Beni konuşturmayın. Çok ağır. YNÖ: Çok ağır değil, hafif. AKP Hıristiyanlaştırıyor Türkiye' yi. Adını koymadan; kendi ikbali ve geleceği, kendi siyasî çıkarları uğruna. Türkiye, ciddi biçimde Hıristiyanlaştırılıyor. Şimdi bakın, Türkiye, mesela "Ateistleştirilse" bu kadar tehlikeli olmaz. Her halde ilahiyat profesörü Yaşar Nuri' ye "Bunu atıyorsun" diyemezsiniz. Bunun hesabını yaparak konuşurum ben. Niçin biliyor musunuz? Ateist olur bir adam, Türkiye düşmanı olmaz. Türkiye ondan büyük zarar görmez. Ama Hıristiyanlaşırsa Türkiye düşmanı olur. 1071' de başlayan, bin yıldır devam eden kavganın rövanşını almak üzere Türkiye' nin düşmanlarının yanında yer alır. İşte, AKP bunu yapıyor. AKP' nin savunduğu başörtüsü de Müslüman kadının başörtüsü falan değil. O da bir Hıristiyanlaştırma simgesidir. Ben bunu yine siyasete girmeden yazdım. Siyasete girmeden, siyasette kullandığı bütün argümanları, projeleri, planları, gözlemleri kullanmış tek adam benim Türk siyasetinde. Siyasete girdim diye gak-guk etmiyorum. Yirmi yıldır savunduğum, Türkiye'yle ilgili, ülkemle ilgili, bir yapı var, bir felsefe var, bir anlayış, bir idrak var. Onu, siyasî projeye dönüştürecek adam göremediğim için geldim, bir siyasî parti kurarak milletin önüne koydum. Yani bunu da görmemiz lazım. Şimdi, Türkiye' nin dini bugüne kadar bu şekilde tarumar edildi mi, tahribe uğradı mı? Türkiye' nin mabedine girildi mi? Türkiye' nin bin yıldır yaşadığı dinin peygamberinin "işe yaramaz adam" ilan edildiğini gördünüz mü? Neyle? İsa gelecek, insanlığı kurtaracak, Müslümanlar da onun etrafında kümelenmelidir. Bu ne demek? Bu şu demek? İsa' nın ineceği beyaz minareden maksat Beyaz Saray' dır. Orada barışı isteyen büyük ruhlardır. Onların etrafında kümelenelim. Bu söylediğiniz "ekstrem" bir şey... YNÖ: Ne "ekstrem" i. Yayınladılar ... kapak yaptıkları şeyi söylüyorum ben size. 4-5 yazı yazdım STAR' daki köşemde. Ben vak'ayı tespit ediyorum. Yorum da yapmıyorum. Ondan sonra Kur' an' ın İncilleştirilmesine geçtiler. Yani, Türkiye çözülüyor (destabilize ediliyor), dengeleri alt üst ediliyor dediğim zaman bu böyle siyasî bir söylem filan değil. Hakikaten bakın, dünya bunu görüyor. Bunu Türkiye' de kurdukları sanal stüdyoda Türk halkından saklıyorlar. Bu saklamanını araçları da basındır. Şunu demek istiyorum: 2007' de Türk milleti AKP iktidarı ve onun ana muvafakat partisi gibi çalışan Deniz Baykal CHP' sini tasfiye etmezse, bunlar Türkiye' yi tasfiye ettirirler. Teşekkür ederim. **** * 'Türkiye 2007' Projesi - 18.12.2006 VOA News Amerika’nın eski Ankara büyükelçisi Mark Parris,Washington’da oluşturulan yeni bir Türkiye projesinin direktörlüğüne atandı. “Türkiye 2007” adlı proje, Brookings Enstitüsü adlı araştırma kurumu ile “Türk İşadamları ve Sanayicileri Derneği TUSIAD” tarafından ortaklaşa yürütülecek ve bir yıl sürecek. Brookings Enstitüsü Başkan Yardımcısı Carbs Pascual, projenin gerekçesini açıklarken 2007’nin Türkiye için hem iç hem de dış politika açısından belirleyici bir yıl olacağını belirtti. Mark Parris, 1997-2000 yılları arasında Ankara’da büyükelçi olarak görev yapmıştı.
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Tek bir vaadimiz var, yalan söylemeyeceğiz” 26/12/2006 Halkın Yükselişi Partisi (HYP) MYK Üyesi ve Bölge Sorumlusu Ajlan Akatlar ile Manisa Merkez İlçe Başkanı Tezcan İnce Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Sadık Cangel’i ziyaret ederek parti olarak politikalarını ve hedeflerini anlattılar. Akatlar, “Hiçbir siyasetçinin yer almadığı Halkın Yükseliş Partisi’nde bizim vatandaşlara tek bir vaadimiz var; biz hiç yalan söylemedik ve söylemeyeceğiz de.Biz vaat etmeyeceğiz, icraat yapacağız.” dedi. 16 Şubat 2005 tarihinde kurulan ve 10 ay gibi kısa bir sürede 72 ilde 521 birim oluşturan ve her şeyi imece usulü hallederek bir ilke imza atan Halkın Yükselişi Partisi (HYP) MYK Üyesi ve Bölge Sorumlusu Ajlan Akatlar ile Manisa Merkez İlçe Başkanı Tezcan İnce Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Sadık Cangel’i ziyaret ettiler. Ziyaret sırasında çarpıcı açıklamalarda bulunan Akatlar, bu ülkenin yeniden kaybettiği onurunun ancak halk ile kavuşabileceğini söyledi. ÖLMÜŞ İNSANLARI SÖMÜRME SİYASETİ TÜRKİYE’Yİ MAHVETMİŞTİR Türkiye’nin 1. sınıf birikiminin Parlamento ’da olmadığını dile getiren HYP MYK Üyesi ve Bölge Sorumlusu Ajlan Akatlar, siyasetin yozlaştığını ve düzgün insanların siyasete girmediğinden dert yandı. HYP olarak tamamen halk içinden insanlardan oluşturduklarını belirten ve bu anlamda siyaset tarihinde bir ilki gerçekleştirdiklerini kaydeden Akatlar, “HYP; bir siyasî dirilişin adı ve kanıtıdır. Rekor bir sürede, 10 ayda teşkilatlanan HYP, halkımızın teveccühü ve kamuoyu yoklamasının en alâsıdır. HYP mevcut partilerin hiçbirin devamı değildir. Ölmüş insanları sömürme siyaseti Türkiye’yi mahvetmiştir. Birilerinin devamı olan partiler, Türkiye’yi Haçlılara teslim ettiler; HYP bu yüzden ortaya çıkmıştır. HYP Kurtuluş Savaşı’nın bir devamıdır. Diyoruz ki yalan söylemeyeceğiz. Bu insanlara yalan söylemez ve gerçekleri ortaya koyarsanız 2. bir Kurtuluş Savaşı ile yeniden ayağa kalkabilecek güçtedirler.” diye konuştu. BU ÜLKEDE ÇOK SAYIDA YUSUF VAR “Hz. Yusuf kuyu içinde kalmasaydı Mısır’a Sultan olamazdı” diyen Akatlar, “Bu ülkede çok sayıda Yusuf var. Bu Yusufların ortaya çıkması lazım. Biz bunun peşindeyiz.Türkiye’yi Türkiye’den yönetmek için yola çıktık. Kendi kaynaklarımız kendimize yeter. Borçlarımızın temizlenmesi için yerin altındaki hazinelerimize gerek yok. Kamu İhale Kanunu, Teşvik Kanunu, Fonlar, İşletilmeyen bazı vergi tevkifatları ayrıca, devlet hazinesinin soyulmasında araç yapılan “Hazine Garanti” sini de kaldıracağız. Bu konularda yapılacak birkaç düzenlemeyle borçlarımızı 3-4 yılda öderiz.” dedi. MANİSA’DA ÇALIŞMALARIMIZ SÜRÜYOR Her Çarşamba günleri Manisa’da toplandıklarını belirten Akatlar, birçok ilde teşkilatlanma çalışmalarını tamamladıklarını belirterek, Manisa’da da çalışmalarını sürdürdüğünü kaydetti. Bana necilik yapmak bu ülkeye sahip çıkmak gerektiğini kaydeden Akatlar, gönüllü insanları Halkın Yükselişi Partisine beklediklerini söyledi. KADINLAR VE GENÇLER SİYASETİN İÇİNDE YER ALMALI Ülke nüfusunun yüzde 52’ sini oluşturan kadınların sadece yüzde 4 oranında parlamentoda temsil edilmesinin üzücü olduğunun altını çizen Akatlar, Genel Başkanları Yaşar Nuri Öztürk’ün talimatlarıyla harekete geçtiklerini, Parti Kurucu Kurulu' nun yüzde 29’unun, 521 biriminde yüzde 46’sının kadınlardan oluştuğunu anlatarak, milletvekili listelerinin de yüzde 40’nın kadınlardan oluşacağını dile getirdi. Kadınları dizi seyretmekten, derneklerde kek yapmaktan çıkarak siyasete davet eden Akatlar, gençlerinde muhakkak siyaset yapmaları gerektiğini söyledi. BU PARTİDE HİÇ KİMSE BİR ÇIKAR UĞRUNA BULUNMUYOR Gençlerin büyük projeler hazırlamak için Halkın Yükseliş Partisi' ne davet ettiğini söyleyen Akatlar, “Bizler bayrak yarışındayız ve bu bayrağı gençlerimize devredeceğiz. Bu partide hiç kimse bir çıkar uğruna bulunmuyor. Hepimiz masraflarımız kendi cebimizden karşılıyoruz. Tek bir çıkar noktamız var o da bu memleketin hak ettiği saygıya, itibara kavuşması.” dedi. Hür Işık Gazetesi 21.12.2006
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Açıklama: Zaman Gazetesi Manşeti - Karadeniz TV - 25.12.2006 25/12/2006 (HYP Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk'ün, Zaman Gazatesi tarafından yapılan söyleşinin "Millet hazır olsun AKP ile koalisyon kuracağım'' başlığına getirdiği açıklama. Karadeniz TV - Doğrudan Doğruya programı) "Zaman Gazetesi röportajlarını temiz verirdi. Biraz böyle ufak tefek espriler karıştırsa bile söylemediğim şeyleri isnat etmezdi. Bu sefer böyle bir manşet çekti; enteresan. Bir de aşağıda, tabi benim verdiğim metin, benden aldığı konuşma içinde o manşeti doğrulayacak hiçbir şey yok. Manşet ona ait. Yorumunu manşete çekmiş ama benim ağzımdan gibi veriyor onu. Bir de aşağıda 28 Şubat' la ilgili bir ifadesi var. 28 şubat o konuşmada telaffuz bile edilmedi. O tamamen oraya kendiliğinden sokulmuş bir şeydir. Bunu da söyleyeyim. Daha bir iki ufak tefek esnetme var ama onlar o kadar önemli değil ve Zaman bunu ilk defa bu kadar bariz yapıyor. Benim söylediğim şudur: Buradan tekrar bütün milletimize söylüyorum çünkü o manşet bizim teşkilatlarımızda ciddi rahatsızlık yarattı; bunu ifade edeyim. Herkese söylüyorum: Bana sorulan soru şu: 'Siz seçim ittifakı yapar mısınız? Böyle arayışlar var diğer partilerde.' Biz çok erkenden bunu açıkladık. Dedik ki; biz kimseyle seçim ittifakı yapmayız. Bitti. İkinci soru: 'Siz, koalisyon gerekirse, koalisyon yapar mısınız?" deyince bu birinciden farklı dedim. Orada herkesin fazla bir lüksü yoktur. Yani millet seçmiş; belli partileri Meclis' e göndermişse o partilerin millete bir hükûmet kurmaları ve Türkiye' yi yönetmeleri gerekir. Orada kimsenin keyif yapmaya, 'Ben böyle istemiyorum, gidin bir hafta sonra bir daha seçim yapın' demeye hakkı olamaz. Böyle bir durumda biz Türkiye' nin bizden beklediğini yerine getirmede tereddüt etmeyiz, dedim. O, seçim ittifakıyla aynı kefeye konacak bir durum değil. Orada o kadar tercih ve o kadar keyif hakkımız yok. Benim söylediğim bu. Bu zaten aşağıda, benden aldıkları konuşma metninin içinde var ama yukarı çıkarmış, "Millet hazır olsun, AKP' yle koalisyon kuracağım." Nereden çıktı bu? Benim dediğimle bunun ne alakası var? Ben Türkiye' ye diyorum ki: 'Ey Türkiye, ey millet, AKP seni tasfiye ettiriyor. Tarihî düşmanlarına tasfiye ettiriyor seni. AKP seni tasfiye ettirmeden sen AKP' yi tasfiye et'. Şimdi böyle diyen bir adam - ben mahallede misket takımının başı mıyım - benim ismim var, şahsiyetim var, sözümün değeri var, böyle bir şey söyler miyim? Tabi söylememişim ki oraya onu tırnak içinde koymamış, kendi yorumudur. Espri yapmak istediler belki ama espri oturmadı yerine. Dolayısıyla o söz bana ait değil. Benim öyle bir beyanım, öyle bir fikrim, öyle bir niyetim yok. Benim söylediğim, her aklı başında vatansever siyasetçinin söyleyeceği şeydir: Millet bir koalisyon istemişse, iradesini sandıkta bu yönde ifade etmişse, Meclis' e gönderdiği partilerin, milletin başına bir hükûmet getirmeleri, onların vicdan ve vatan borcudur. Biz de bu borçtan kaçmayız, dedim. Böyle olur, şöyle olur, nasıl olur, ben onu nereden bileceğim? Ama ben "AKP'yle koalisyon kuracağım - sanki seçim yapılmış, çıkan tabloda HYP ile AKP dışında bir koalisyon ihtimali de görünmüyor, onun için biz de bunu yapmaya mecburuz gibi - böyle yani espri derken abuk-sabuk bir şey olmuş. Dolayısıyla herkes rahat olsun. Benim böyle bir beyanım yok; olmaz. Sizin aracılığınızla; herkese, yurttaşlarımıza ve parti teşkilatlarımıza, tabanımıza, seçmenimize, herkese bunu buradan ifade etmek istiyorum. Teşekkür ederim."
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kurtuluş Savaşı'nın şartları içindeyiz! Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk 25/12/2006 Türkiye bugün Kurtuluş Savaşı’nın şartları içindedir. Türkiye’nin yarınları ve tarihsel misyonu için kotarılacak bugünkü siyasetler, Kurtuluş Savaşı’nın bir devamı olmaları gerektiğini unutamazlar. Unuturlarsa ‘Türkiye için siyaset’ iddiaları bir yalandan ibaret kalır. HYP, Kurtuluş Savaşı’nın devamını yürüten ve o şartlarda siyaset yaptığına inanan bir siyasal partidir. Şimdi gelin, bu dediklerimizin bir gerçek veya bazı hainlerin söylediği gibi, bir ‘paranoya’ olup olmadığını tarihe, belgelere soralım. Soruyu isabetli sormak için, önce,Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ nin hem kuruluş destanı hem de kuruluş belgesi olan NUTUK’ tan bazı satırlar aktaralım. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Türk-İslam aydınlanmasının öncüsü olan Mustafa Kemal Atatürk, 1927 Aralık ayının 20-25 günleri arasında milletin ve tarihin önünde okuduğu Nutuk’un daha ilk üç sayfasında o günkü Türkiye’yi ve o günkü şartları göstermek üzere şu tabloyu çiziyor: “İstanbul Rum Patrikhanesi’nde teşekkül eden Mavri Mira heyeti, vilayetler dahilinde çeteler teşkil ve idare etmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla meşguldü. Yunan Kızıl Haç’ı, resmi Muhacirîn Komisyonu; Mavri Mira heyetinin mesaisinin kolaylaştırılmasına hizmet etmekte, Mavri Mira heyeti tarafından idare olunan Rum mekteplerinin izci teşkilatları, yirmi yaşını aşmış gençler de dahil olmak üzere her yerde ikmal olunuyordu. Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyetiyle hemfikir olarak çalışıyordu. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyordu.” (Atatürk; Nutuk, s.1-2; Atatürk’ün Bütün Eserleri, 23-24) Soru 1: Bu Patrikhane, bugün de, ekümeniklik talebi adıyla Türkiye içinde ve dışında her türlü gayret, şeytanet ve fesadı yürütmüyor mu? “Doğu vilayetlerinin Ermenistan’a verilmesi ihtimali: “Müslüman ahalinin, Ermenileri katliam eder vahşiler olduğu iftirasının hakikat şeklinde kabulü farazıyesi hâkim oluyordu.” (Nutuk, 4; ABE, 26) Soru 2: Bu Ermeni iddiası bugün, hem de uluslararası alanda daha da güçlendirilerek, ‘Ermenilere soykırım’ iddia ve iftirası halinde dünya gündemine sokulmuyor mu? Bu iftira ve iddiaya destek verdiği için, beşinci sınıf bir ‘romancı’ya ‘Nobel ödülü’ verilmiyor mu? “Karadeniz’e sahil olan mıntıkalarda da bir Rum Pontus hükûmeti vücuda getirileceği korkusu vardı...” (Nutuk, 4; ABE, 26) Soru 3: Pontus soykırımı hezeyanları seslendirilerek Türkiye aleyhine bir Pontus Rum davası ateşlenmiyor mu? Selanik’te, Atatürk’ün doğduğu evin hemen yanında, bir Pontus Soykırım anıtı dikilmiyor mu? “İstanbul’da mühim sayılacak teşebbüslerden biri İngiliz Muhipler Cemiyeti idi... Bu cemiyeti teşkil edenler kendi şahıslarını ve şahsî menfaatlerini sevenler ve şahıslarıyla menfaatlerinin dokunulmazlığı çaresini İngiliz himayesini teminde arayanlardı. Bu cemiyete mensup olanların başında Osmanlı Padişahı ve halifei ruyi zemin unvanlarını taşıyan Vahdettin, (onun damadı ve o günkü hükûmetin başbakanı) Damat Ferit Paşa, içişleri bakanlığını işgal eden Ali Kemal ve Molla Sait bulunuyordu. Cemiyetin reisi, (İngiliz ajanı) rahip Frew idi. Bu cemiyetin asıl faaliyeti, memleket dahilinde teşkilat yaparak isyan ve ihtilal çıkarmak, millî şuuru felce uğratmak, yabancı müdahelesini kolaylaştırmak gibi haince teşebbüslerdi. Sait Molla’nın, cemiyetin açık teşebbüslerinde olduğu gibi, gizli faaliyetlerinde de rol sahibi olduğu görülmektedir. ” (Aynı eser, 26-27) Soru 4: Bugün, Türkiye’yi AB üyeliği adı altında Avrupa’ya manda ve sömürge olma noktasına getirenlerin, kişileri ve kuruluşlarıyla oluşturduğu ‘Batıcı kamp’ bunun bir tekrarı değil de nedir? İsimleri değiştirdiğiniz takdirde, dincisi ve dinsiziyle, bütün elemanlar yerine oturmuyor mu? Bugünkü hükûmetin Damat Ferit Hükûmeti’nden, bugünkü başbakanın söylemlerinin Damat Ferit’in söylemlerinden en küçük bir farkı var mıdır? Bugünkü Başbakan da, tıpkı Damat Ferit gibi, siyasal kariyerini Atatürk’e ve Cumhuriyet dönemine sataşarak yapmamış mıdır? “Bitlis, Elaziz vilayetlerinde, İstanbul’dan idare olunan Kürt Teali Cemiyeti vardı...Konya havalisinde, İstanbul’dan idare olunan Tealii İslam Cemiyeti vardı. Memleketin her tarafında İtilaf ve Hürriyet, Sulh ve Selamet cemiyetleri vardı.” (Aynı eser, 26) Soru 5: Bugün sadece bu anlamda tahrip ve fesat yayan dinci ve bölücü cemiyetler yok, kırk bin insanımızın ölümüne sebep olan bölücü terör örgütleri ve 35-40 milyar dolarlık soygunlara yapan dinci Yeşil sermaye, Yimpaş vs. Cumhuriyet düşmanı ekipler de var. Memleketin en büyük dinci fırkasının başındaki zatın ABD’de CİA tarafından korunan bir çiftlikte oturup oradan Türkiye aleyhine kullanıldığını, Papalık ve Hıristiyanî diğer örgütlerle işbirliği içinde olduğunu, insanlığın ve Müslümanların kurtuluşunun İsa’nın etrafında birleşmekle sağlanacağını sürekli propaganda ettiğini, BOP Projesi’ne destek sağlamak için Kur’an’ı İncilleştirme teşebbüsleri sergilediğini bütün dünya bilmiyor mu? “Bir kısım insanlar da hakiki kurtuluşun Amerikan mandasını talep ve teminde olduğu kanaatinde bulunuyorlardı.” (Aynı eser, 27) Soru 6: Bugün, kurtuluşun ABD’ye teslimde olduğunu söylemeyen kaç vatanperver siyasetçi kalmıştır? “Kurtuluş çaresi ararken, İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri gücendirmemek esas gibi kabul olunmakta idi. Bu devletlerden yalnız biriyle bile başa çıkılamayacağı vehmi, hemen bütün kafalarda yer etmişti. Bu zihniyette olan sadece avam değildi; bilhassa muhterem denilen insanlar böyle düşünüyorlardı.” (Aynı eser, 29) Soru 7: Bugünkü Türkiye’de bilhassa aydın ve sanayici denen zümre, Batı’ya sığınmak dışında bir çaremizin olmadığını, Batı’ya teslim olmaksızın bizim adam olamayacağımızı, kalkınamayacağımızı bağıra bağıra söylemiyorlar mı? Bu zevat, AB’ye, İMF’ye en küçük bir eleştiri getirenleri çağdışı ilan etmiyorlar mı? Bugünün dinci iktidarı bile, yıllarca sövdüğü bu Batılı odaklara, bugün iktidar ve çıkar uğruna kurduğu işbirlikleri yüzünden bir tür kurtarıcı şefaat kaynağı gibi bakmıyor mu? “Biz Ankara’nın şerrinden Brüksel’in şefaatine sığındık” diyen, bu iktidarın kurmaylarından biri değil mi? Ankara’nın şerri ile kast ettikleri, Atatürk Cumhuriyeti’nin değerleri ve mirası değil mi? Siyasal İslamcılarla İslam düşmanı Haçlı Batı, o mirası yok etmeyi ortak ve temel hedef seçmemiş mi? Bu soruların tümünün cevabı ‘Evet’tir. Bu demektir ki, bugünkü Türkiye, bundan 80 küsur yıl önce verdiğimiz İstiklal Harbi’nin şartları içindedir; hatta o şartlardan daha kötü şartlar içindedir. O halde, Türkiye’nin geleceğine ve misyonuna inananlar bu gerçeği bilerek siyaset yapmak zorundadırlar. Bunun birinci şartı da millete yalan söylememek, olup bitenleri, ne durumda olduğumuzu halka mertçe bildirmek, kitleleri derin dip dalgalarının şahlanışıyla ayağa kaldırmak ve milleti sahte refah ve rahatlık vaatleriyle aldatıp oy almaya tenezzül etmemektir. Böyle bir tenezzül en büyük alçaklıktır. Bu tenezzülden uzak durarak siyaseten başarısız olmaksa, tarihin ve Tanrı’nın taçlandıracağı en büyük onur ve ödül olacaktır. HYP, işte bu iman ve şuurla siyaset yapmakta, bu iman ve şuuru sinesinde taşıyan vatan evlatlarını tarihsel yürüyüşüne katılmaya çağırmaktır. Ölümsüz Atatürk’ün şu sözü, rehberimiz ve ilkemizdir: "Milleti; yapmak kudret ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici teveccühler elde etmeye tenezzül etmeyiz. Millete; âdi politikacılar gibi yalan vaadlerde bulunmaktan nefret ederiz." Bu yürüyüşün yarattığı onurlu destanda yer alanlara selam olsun! Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk HYP Genel Başkanı
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ümitsizliğini hayata karşı önyargı haline getirmiş insan kadar zavallı bir varlık var mıdır? Bu durumda olan insanların sayıca üstün olduğu bir toplum işkenceden zevk alan bir canlıya benzer. “Bu ülkenin düzelebileceğine inanıyorum.” sözüne verilen tepkileri, özellikle de gençlerin tepkilerini düşündükçe isyanım bir kat daha artıyor. Verilen tepkilerin bazı örneklerini buraya not ediyorum. 1. Bu ülkede insanlar kanunsuz yaşamaya alışmış, ekonominin % 80'i kayıtdışı, sen bunlara kayıt dışılığı kaldıracağım dersen seçilemezsin. 2. Bu ülkede ekonomik yönden büyük güç odakları var. Bir şekilde ekonomik krizlerle sizi indirirler. Halkı ayaklandırırlar. 3. Siyaset kolay iş değil ekonomik yönden güçlü biri arka çıkmazsa iki günde bitersiniz. 4. Bu millete doğruları söyleyerek başa gelemezsiniz. Önce milletin gönlünü eğleyeceksiniz sonra başa gelince belki bir şeyler yaparsınız. 5. Amerika bu ülkeyi düzeltmeye çalışan birinin başarabileceği ihtimalini bilse iki günde öldürtür. Türkiye gibi pazarı nerede bulacaklar, onu kaybetmeyi göze alamazlar. Bu görüşler gibi daha onlarcası var. Bu kadar mı ümitsiziz, bu kadar mı inandırılmışız... Çok uzağa değil, yakın tarihimize bir bakın. Açlık, sefalet içerisinde Anadolu, ordularının büyük bir kısmı dağıtılmış bir millet ve topraklarının bir kesimi dünyanın en güçlü silahlarına sahip devletleri tarafından işgal edilmiş bir vatan. Mustafa Kemal, tam bağımsızlığın hedef olduğu mücadeleye inanan ulu önder. Onun yaktığı ateşle bir millet dünyaya meydan okuyor ve bir destan yazıyor. Bu destanın faturasını inceleyen dünyanın gözüyle bakan Hollandalı bir yazar, Handelsblatat dergisinin Kasım 1922 sayısında şaşkınlığını şu satırlarla dile getiriyor. “ Türkleri en yakından tanıyanlar ve en koyu Türk dostları için bile şaşırtıcı olan bu beklenmedik başarı (Kurtuluş Savaşı y.n.) akla şu soruyu getiriyor. Görünüşe göre son nefesini vermekte olan, ölüme mahkûm Türkiye, dört yıl süren dünya savaşında maddi ve manevi gücünü son damlasına kadar tüketmiş olduğu, üstelik bu savaşta hiç de özel bir yetenek ya da başkaca bir nitelik değişimi ortaya koymadığı halde, nasıl olur da böyle birden bire bütün dünyayı şaşkına çevirir. Sonu gelmiş gibi duran bu ülke, bugün üstelik yapayalnız kaldığı bir anda, en yüksek düzeyde bir örgütlenme ve dolu dizgin bir coşku sergiliyor. Türk paşalarıyla siyasetçileri, Asya halklarının ruh halini, Batı' nın bütün büyük devletlerinin, Dawning Street ya da başka yerlerdeki bakanlıklarında kurulu bütün Müslümanlık işleri şubelerinden çok daha iyi kavramışlar. Londra’da yapılan Mustafa Kemal ve milliyetçi hareketlerinin sıfırı tükettiği, Anadolu yaylasının ortasında itildiği yalnızlığın er ya da geç tüm Kemalist hareketi iflasa sürükleyeceği, iki kere iki dört edercesine kanıtlanmıştı. Anadolu’nun daha dünya savaşı sonrasında fazla kan kaybından öldüğü, sözcüğün tam anlamıyla bir dullar ve yetimler ülkesine döndüğü söyleniyordu. Toprakların işlenemediği, tohumluk, tarım makinası ve iş gücü sıkıntısı çekildiği ileri sürülmekte idi. Eninde sonunda ülkenin sabrı taşacak, milliyetçi önderlere karşı ayaklanmalar patlak verecekti. İşte Londra’da söylenenler bunlardı. Gerçi Anadolu’nun bir yetimler ve dullar ülkesi olduğu doğruydu. Tam dört yıl boyunca, milyonlarca insanın fedakârlığıyla durmaksızın savaşabilmesi, demirden yumruğuyla İngiltere’nin maşasını (Yunan Ordusu’nu y.n.) denize dökebilecek ölçüde güçlü darbeler indirebilmesi ise, ulusal davaya duyduğu inanç sayesinde olabilmiştir. Bekleyelim görelim tutumu yetmez. Kendimizi Avrupalı olma zirvesinden ya da kibirliliğinden kurtarıp, İslam düşüncesinin içine girebilmeliyiz. Bunun gerekçesi Müslümanlık konusundaki bilgimizi arttırmak falan değildir. En basitinden kendi bencil çıkarlarımız ve gelecekteki çıkarlarımız bizi buna zorluyor. Yoksa günün birinde gözlerimizi açtığımızda, Asya’nın muazzam kapılarının şaşkın bakışlarımız önünde ebediyen kapandığını görürüz." (1) Burada konumuzun dışında bir noktaya da değinmek istiyorum. Bu satırlardan bugün ülkemiz üzerinde oynanan oyunların neler olduğunun ipucu verilmektedir: “Müslümanlık bilgimizi arttırmak için değil, Müslüman ülkelerin geniş topraklarında var olabilmek için dini kullanmalıyız.” (2) Tarihi böyle destanlarla dolu olan bir milletin gençliği, örneği kendisinden bir insan ömrü kadar bile uzak olmayan bu destanı nasıl unutur da içinde bulunduğu milletin Mustafa Kemal’i olmaya çalışmak yerine en büyük önyargısı olan ümitsizliğini bu millete fatura eder. Tarih, bir çok mücadelenin öncüsünü kaydetmiştir. Bunlar içerisinde nadirdir ki halkı arkasına alarak hedeflediği mücadeleyi zafere ulaştırsın. Atatürk’ ün en büyük özelliği her yolun mübah olduğu düşüncesi ile yürüme yolunu seçmemesi ve fikriyatının temelini oluşturan şu sözleri ile ifade ettiği, mücadelesinde omuz omuza vereceği milletle olan ilişkisinin niteliğidir: “Milleti; yapmak kudreti ve kabiliyetini kendimizde görmediğimiz hususlar hakkında kandırarak geçici teveccühler elde etmeyi tenezzül etmeyiz. Millete; âdi politikacılar gibi yalan vaadlerde bulunmaktan nefret ederiz.” (3) Giriş bölümünde yazdığım tepkilere cevap vermek gerekirse; Bu ülkenin kurtuluşu Mustafa Kemal’in yoludur. O, halkını hiç aldatmamış ve yalan söylememiştir. Halkın yalana alışkın olması sözü, Anadolu’ya gelişi öncesindeki en büyük çekincesinin halkın artık savaştan bıktığı yönünde görüşler olduğun söyleyen Atatürk’ün Anadolu’ya gelişi ile halkta gördüğü inanç sayesinde, yalan olduğuna kanâat getirdiği görüşler gibidir. Halkı kandırarak başa gelenlerin sonları 1938 sonrası hükûmetlerinin sonlarında olduğu gibi açıkça ortadadır. Seçildikleri dönemin akabinindeki seçimde kaybolmuşlardır. Halkın güvenini kazanan bir hareket asırlık bir çınar gibidir. Kolay dağılmaz ve yıkılmaz. Gayemiz, bu ülkede siyaset, tarihi tertemiz olan Türk milletinin çocuklarının gelecekleri için onların tertemiz yürekleri ve zihinleriyle işlemesidir. Ekonomik yönden temiz olmak da böyle bir hareketin ancak halkın gönüllü olarak verdiği paralarla sağlanmasıdır. Bu yüzden büyük miktarları tek kalemde veren ekonomi devlerini değil, gönlüyle bu mücadeleye ortak olanları kabul ediyoruz. Biliyoruz ki ekonomik devler, günü geldiğinde verdikleri para boyutunda bir yama isteyecekler kendi açıklarına. Dış odakların müdahalesine gelince, bu ülke bir kurtuluş mücadelesi vermiştir. Binlerce insan hayatını kaybetmiştir. Bunların bir çoğu çocuk yaştadır. Onlar, o gencecik yaşlarında cephede hayatlarıyla kazandılar bu vatanı, bize düşen fikrimizle onların mirasını korumaktır. Her insanın mutlak varacağı son noktaya, bu vatanın vasiyeti yolunda iken ulaşmak en büyük şereftir. Atam cephede söz vermiş kardeşlerime, onların verdikleri mücadele ile kurtarılacak vatanın yeni nesillerinin, yani bizlerin, fikrî ve ilmî yönden onların mirasına yaraşır bir şekilde yükseleceğine, nasıl olur da dururum, nasıl olur da yorulurum. Çalışmaktan sıkıldığım, ümitsizliğe düştüğüm her an benim için bir utanç kaynağıdır. Her saniye bir adım daha yaklaşan hesap gününde kardeşlerimin yüzüne nasıl bakarım... Her şeyden önce zihniyet devrimi gereklidir. Ümitsizlik prangalarını kırmak için. Atamın sözlerini düşünün: “Bir an için başarısız olduğumuzu varsayın, içinde bulunduğumuz durum çok mu şereflidir.” (1) Metin Aydoğan; Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye sf.152 (2) Metin Aydoğan; Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye sf. 153 (3) Yaşar Nuri Öztürk; Halkın Yükselişi Hareketi - giriş sayfası Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Başbakan - HYP Genel Başkanı Davasında Erdoğan Kaybetti 20/12/2006 Başbakan Recep Tayyip Erdoğan' ın HYP Genel Başkanı Yaşar Nuri Öztürk aleyhine basın yoluyla hakaret iddiasıyla açtığı dava Yargıtay aşamasında da Öztürk' ün lehine karar bağlandı. Öztürk, STAR Gazetesi' ndeki köşesinde yazdığı yazıda Recep Tayyip' i "Siyasî kariyerini Atatürk'e ve Cumhuriyet dörnemine sataşmakla sağlayan bir zat ne yazık ki bugün Atatürk'ün kurduğu devletin en yüksek mevkilerinden birinde bulunuyor" demiş ve Erdoğan bunu kendisine hakeret sayarak Öztürk' ü dava etmişti. Bidayet mahkemesi Öztürk' ün; Erdoğan' ın Atatürk ve Cumhuriyet' le ilgili bu tür konuşmalarını belgelemesi üzerine davayı Öztürk lehine sonuçlandırmış, bunun üzerine Erdoğan temyize gitmişti. Davayı inceleyen Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 02.10.2006 tarihinde oy birliği ile verdiği kararda bidayet mahkemesinin kararını onaylayarak Öztürk' ün haklı olduğunu tespit ve tescil etmiştir. Yargıtay' ın davaya ilişkin kararının resmî sureti aşağıdadır. *** T.C. YARGITAY 4.HUKUK DAİRESİ Esas Karar 2005/10708 2006/10063 YARGITAY İLAMI MAHKEMESİ: Ankara Asliye 11.Hukuk Hakimliği TARİHİ : 01/03/2005 NOSU : 2004/186-2005/94 DAVACI :Recep Tayyip ERDOĞAN adına Avukat Fatih Şahin DAVALI : Ulusal Basın Gaz.Mat.Yay.A.Ş. ve diğerleri adlarına Avukat Süheyla Şen Davacı Recep Tayyip Erdoğan vekili Avukat Fatih Şahin tarafından, davalılar Ulusal Basın Gaz.Mat.Yay.A.Ş. ve diğerleri aleyhine 21/04/2004 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 01/03/2005 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü. Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlara yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ve aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 02/10/2006 gününde oybirliğiyle karar verildi. Başkan Üye Üye Üye Ülkü AYDIN Mustafa Kıcalıoğlu Mehmet Uyumaz Kamil Kancabaş Üye Ali Sezgin HARÇ 12,20 YTL.OH 11,20 YTL.PH _____ 1,00 YTL.TGH
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
"Bugüne kadar hiçbir siyasî partinin üyesi olmadım, hiçbir siyasî liderin ardından gitmedim. Çünkü bana göre siyaset hem temiz insanların işi değildi hem de ardından gitmeye değecek temizlikte ne bir parti vardı, ne de ardından gitmeye değecek bir lider!.. Ülkemin ve insanımın yaşadığı ekonomik sıkıntıları görmek; her geçen gün biraz daha yozlaşan, erozyona uğrayan değerlerimiz, çöken toplumsal ahlak yapımız, beni de bir şeyler yapmanın isteği içine itti. Ama nasıl? Hangi ortamda? Kime ve kimlere güvenerek? İşte benim bu sorulara yanıt aramamla, Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk’ ün parti kurmaya hazırlanması; daha doğrusu bir halk seferberliğine öncülük etmesi, hemen hemen eş zamanlı oldu. Yıllardır takip ettiğim, görüşlerini benimsediğim, dünyayı iyi okuduğuna inandığım ve aydın gibi aydın diye nitelediğim bu kişinin kurmakta olduğu partiye hiç tereddütsüz katıldım ve iki yıldır ilk günkü şevk ve heyecan ile çalışmalarımı sürdürüyorum. Buraya katılmakla çok doğru bir karar verdiğimi hergün birkez daha görüyorum ve Yaşar Nuri Öztürk gibi bir aydınla aynı dava uğruna omuz omuza mücadele vermekten onur duyuyorum. Bunu ifade ettikten sonra, şimdi size HYP’ nin felsefesiden ve kadınlara bakışından kısaca bahsetmek istiyorum. Genç bayan kardeşlerimin, geleceğin yönetimlere aday kişileri olarak bu konuya özellikle dikkatlerini çekmek istiyorum. Halkın Yükselişi Partisi, “yüzdeyüz yerli” bir partidir. Dışarıdan güdümlü değildir ve dışarıdan hiçbir kaynaktan beslenmez. İcazetini sadece halkından alan, Kuvayi Milliye ruhunu taşıyan bir diriliş ve uyanışın partisidir. HYP 9.5 ayda, halkın finansmanı ile Türkiye çapında teşkilatlandı. İMF ile değil, İMeCe ile teşkilatını tamamladı. Biz, hiçbir partinin devamı değiliz, yepyeni ve tertemiziz, genetik yapımız mevcut tüm partilerden farklı. Sadece bugünün değil, son 60 yılın alternatifiyiz. Halkın yükselişi, düşmanlıklar ve sömürü üzerine kurulamaz. İçimizde daha önce milletvekili dokunulmazlığı almış kimse yok. HYP; Türkiye ve Atatürk sevdalısı, Kurtuluş Savaşı’ nın ne demek olduğunun bilincinde olan yüreklerin bir araya gelmesinden oluşmuş bir Halk Seferberliği'nin, siyasî parti şeklinde tezahürüdür. Biz HYP olarak verdiğimiz mücadeleyi, Kurtuluş Savaşı'nın bir devamı sayıyoruz. Yepyeniyiz dedim ama; yirmi yıllık bir fikir birikiminin ürünüdür, tabelasını iki yıl önce asmış, yirmi yıllık birikimin doğuşudur HYP. Kendimizi sağ sol ideolojilerle tarif etmiyoruz. Sosyal demokrasiyi benimsemiş, kitle ve program partisiyiz. İnsan merkezliyiz. Düşüncesinin özüne insanı koyuyor ve ona hizmet etmeyi ibadet sayıyoruz. Partimizin öne çıkardığı temel değerler akılcılık, bilimcilik, özgürlük, insancılık, dürüstlük, erdem, çalışkanlık ve Türkiye sevgisidir. Temel inancımız, her yurttaşın aşını işinden kazanan onurlu ve başı dik bir insan olmasıdır. Bağımlı değil, onurlu ve erdemli insanlar yetiştirmeyi esas aldık. Bunun için; ahlak devrimi ile tamamlanmış bir zihniyet devriminin yapılmasını gerekli görmekteyiz. Zihniyet devrimi projemiz, bilimsel düşünmeyi kazandırmaya yönelik bir yeniden yapılanma projesidir. Kadın konusuna gelince; Türkiye'de kadının durumu, Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki kazanımlardan daha geriye gitmiş bulunuyor. Kadın, hayatın yaratıcı güçlerinin başında gelir. Kadınımız, fedakârlığın, azmin, gayretin, sevgi ve şefkatin canlı timsalidir. Cumhuriyetimizin getirdiği büyük zihniyet devriminin, kadınlarımıza verdiği imkânlar, sağladığı itibar, sonraki zamanlarda daha ileri götürülmesi gerekirken azaltılmış, bazı noktalarda yozlaştırılmış, hatta bazı noktalarda geri çekilmiştir. HYP; kadınlarımızı, çağdaş saplantıların ve dinci istismarların aracı olmaktan kurtaracak, Türkiye’ yi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkaracak kuşakları yetiştirecek ruhun vücüt bulmasında birinci unsur olarak ön plana çıkaracaktır. Demokratik hayatın tüm alanlarında, özellikle çok partili siyasal yaşamda ve iş hayatında kadınların önüne dikilen her türlü engelin kaldırılması sağlanacaktır. Politik örgütlenme ve katılım geliştirilecek, kadın ve gençlerin örgütlenişi öncelikle teşvik edilecek, yaratılacak örgütlenme modeli, gönüllü ve uygulamalı siyaset okulu gibi işlev görecektir. Nüfusun %52'sinin kadın olduğu Türkiye'de, TBMM'deki kadın üye oranı % 4 gibi esef verici bir rakamdır. 3200’ü aşkın belediye başkanlığından sadece 24 tanesinde kadın başkan vardır. Böyle bir tablo karşısında demokrasiden, insan haklarından söz etmek inandırıcılıktan uzaktır. Partimizin esas alacağı siyasette kadınlarımızın sayısı, alışılmışın birkaç katına çıkarılacaktır. Kurucular Kurulu ve parti yönetiminden başlayarak, tüm teşkilatlarımızdaki kadın sayısı, diğer siyasî partilerin çok üzerindedir. Örneğin; HYP kurucular kurulunda yüzde 28 kadın var. (Kuruluşta) Siyaset tarihinde ilk defa, 7 ilin başkanları kadın. (Kuruluşta) Tüm teşkilatlarda % 60 lara varan oranda kadın yönetici var. Hedefimiz; kadınlarımızın nüfusa orantılı bir şekilde mecliste temsil edilmesini sağlamaktır. Bu düşünce ile, en az %30 oranında kadınımızı Meclis'e yollamak düşüncesindeyiz. Kadına verdiğimiz önemin bir ispatı da şudur. HYP’ de Kadın Kolları yok!.. Ailelerle Dayanışma Kollarımız var. Biz kadınları dallara kollara değil, beyne layık görüyoruz. Aile sadece toplumun değil, başarı, mutluluk, sevgi, şefkat, dayanışma gibi temel insanlık değerlerinin yaratıcı kurumu, dayanağı ve güvencesidir. Türk toplumunda aile, birlikte yaşamanın en güzel örneği sayılabilecek bir yapıdadır. Bu temel ve hayatî değerimiz, ekonomik, sosyal ve kurumsal tedbirler alınarak korunacak, geliştirilecek ve yüceltilecektir. *Aileyi güçlendirme kararlılığımızın bir uzantısı olarak, Aileyi Koruma ve Geliştirme Merkezleri oluşturmak, Ana-çocuk sağlığı merkezlerini yaygınlaştırmak ve bu merkezlerin hizmet kalitesinin yükseltilmesi HYP iktidarında sağlanacaktır. *Kırsal kesim hanımlarının eğitiminde, emeklilerimizin birikim ve becerilerinden, başta TRT olmak üzere, elverişli kamu kurumları aracılığıyla yararlanılacaktır. *Özellikle çalışan annelere yardımcı olmak ve çocuklarının sağlıklı yetişmelerini sağlamak üzere çevresel ve bölgesel kreş ve anaokulları yaygınlaştırılacaktır. *Birleşmiş Milletler’in Çocuk Hakları Bildirgesi'ni tam anlamıyla hayata geçirmek temel amaçlarımızdan biri olacaktır. *Çocuğun ana sütünden olabilecek en ileri derecede ve en uzun süreli yararlanması için gereken tedbirler getirilecek, yasal düzenlemeler yapılacaktır. *Çocukların özellikle çalıştırma yoluyla sömürülmesi önlenecektir. *Aile içi şiddeti önlemek amacıyla, bu suçlara verilen cezalar caydırıcı boyutlara çıkarılacaktır. Kadın ve Çocuk sığınma evleri oluşturulacak ve buralarda kadınların istihdam edilmesi ve beceri kazanmaları amacı ile faaliyet gösterilecektir. *Aile bireylerinin bakım ve denetimini yapan aile doktorluğu kurumu geliştirilecektir. Bu bahsettiklerim, HYP nin programından yaptığım bazı alıntılar. Son olarak şunu belirtmek istiyorum; Yürekleri aynı ideal uğruna çarpan, vatansever insanların el ele verip, güç birliği yapmasının kaçınılmazlığı her devir için önemlidir muhakkak. Ama bugün, sanırım bu birlikteliğe daha çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Bugün hepimizin ortak derdi; dünün Yeşil Kuşak İslam, bugünün Ilımlı İslam senaryoları adı altında oynanan oyunlar ve de bu oyunlara bilerek veya bilmeyerek hizmet veren güçlerdir. Mustafa Kemal ile Hz. Muhammed'i çatıştıran, birbirinin tersi gibi gösteren zihniyetin ürünleri, bugün çeşitli adlar altında önümüze sunuluyor. BOP projesi, medeniyetler buluşması, dinlerarası dialog vb. teranelerle aslında yutturmaya çalışılan; hepimizin malumu, yüce dinimizi kullanarak, Mustafa Kamal’ in çizgisinden uzaklaşmak, laik Cumhuriyetimizin içini boşaltmak ve ülkemizi parçalamaktan öte bir düşünce taşımıyor. Bunu fark edebilecek vatansever kişilerin, ülkemizde yavaş yavaş uyanan bilince destek olması, kaçınılmaz bir toplumsal sorumluluktur bana göre. Bu bilinçle Halkın Yükselişi Partisi’ nin bir mensubu olarak sizleri, yani tüm gençlerimizi ve kadınlarımızı, bu seferberlikte bizimle kolkola girmeye davet ediyorum. Gelin, “Türkiye'yi Türkiye'den Yönetebilmek” için, aydınlık bir Türkiye' ye sahip olabilmek için bu hareketimize destek olun; 2023 yılında, yani Cumhuriyetimizin 100. yılında, Türkiye Mucizesi'ni yaratmanın onuruna ortak olun. UNUTMAYIN!.. SİZ YOKSANIZ, BU ÜLKE DE YOK!.. "Ulusal devamlılığın en büyük garantisi olan gençler, onlara sunulan imkânlar dahilinde elde ettikleri birikimlerle içinde bulundukları toplumun yönlendiricisidirler. Bu gerçeğin farkında olan dünya devletleri, geleceklerinin canlı teminatları olan gençlerin başta eğitim olmak üzere bireysel ihtiyaçlarını karşılanmasında büyük bir gayret ve özveri içerisindedirler. Ancak, aydınlanma dönemi ve akabininde gelen sanayi devrimiyle, yeni bir ekonomi sistem modeli olan liberalizme geçiş süreci sonrasında, yeni ekonomik sistemin yaratıcısı ve benimseyicisi olan ülkeler, bu sistemin temel şartı olan kâr oranının ivmeli artışını sağlayabilmek için, diğer ülkelerin gelişiminin yavaşlatılması veya durdurulmasının gerekliliğinin farkına varmışlardır. İstediklerini alabilmelerinin en kesin yolu, gelişmesini istemedikleri ülkelerin yeni nesillerini hayata dönük değerler üreten eğitim sisteminden, ülke geleceğine yönelik söz hakkından uzak tutmak ve millî kimliğe yabancılaşmasını sağlamaktır. Yakın tarihimiz gençler üzerine oynanan oyunların önemli örneklerini taşımaktadır. 68 kuşağının parlak gençliğine yapılanlar, 70'lerde Türk gençliğinin çarpışan iki kutup haline getirilerek birbirine kırdırılması ve 12 Eylül ile ülke geleceğine yönelik fikrî hayattan çekilmesi için sindirilmeleri, toplumumuzun temel taşı olan gençlerin kendine güvensiz ve her alanda fikir belirtmekten korkan bireyler haline gelmesine sebep olmuştur. Gençlik üzerinde o dönemin bıraktığı korku ve her türlü fikre karşı oluşan ön yargının izlerini bugün de görmek mümkündür. Çevrelerindeki insanların siyasî görüşlerini onlarla konuşarak değil, ellerinde gördükleri kitap veya gazetelerin adlarına göre belirlemeye çalışmaları ve bu yolla edindiği izlenime bağlı olarak onlarla ilişkilerini yönlendirmeleri bu gerçeğin en temel örneklerinden biridir. Üzerinde oynanan bunca oyuna rağmen gençliğimiz büyük bir potansiyeli yüreğinde barındırmaktadır. Halkın Yükselişi Partisi olarak gençlere olan güvenimizdeki samimiyetimiz, ülkemizin içinde bulunduğu durumdan kurtulacağına olan inancımızın en temel desteğidir. İnsan hayatının öne geçişini sağlayan atılımların temelinde yaratıcı zihniyet vardır. Öncülük farkını yaratan zihniyettir. Öyleyse her şeyden önce zihniyet devrimi gerekir. Ülkemizde 80 dönemi sonrasında sistemli bir şekilde yürütülen, halkın kendine olan güvenini yitirmesi ve başka milletlerin başarılarını ulaşılmaz görmesini amaç edinen faaliyetler, günümüzde özellikle gençler üzerinde etkisini göstermektedir. (Bu sözümüzü örneklememiz gerekirse, her alanda dünya standartlarında ürün üretebilecek kapasiteye sahibiz ancak markalaşma konusunda başarısızız bu durumun yegâne sebebi endüstriyel yapımızın zayıf olmasıdır. Bu yüzden dünya markaları gençliğimizin gözünde ulaşılmaz bir dev haline geliyor.) Halkın Yükselişi Partisi olarak gençliğe karşı olan birinci vazifemiz, gelişmeye dönük düşüncenin önündeki en temel engel olan kendine güvensizlik duygusunun, zihniyet devrimiyle yıkılmasıdır. Zihniyet devrimi yapmadan, bugünkü sorunları çözemeyiz. Zihniyet devrimi yapmadan, geleceği etkin yönlendiremeyiz. Zihniyet devrimi yapmadan, teknoloji üretemeyiz. Zihniyet devrimi yapmadan, halkın yükselişini gerçekleştiremeyiz. Peki nedir bu zihniyet devrimi? Hukukun üstünlüğünün işlevsel hale getirilmesi, Şeffaflığın sağlanması, E-devlet anlayışının getirilmesi ve Demokratik bir demokrasinin var olmasıdır. Türkiye son yıllarda ağır bir ahlak erozyonuna uğramıştır. Bu erozyonun giderilmesi için partimiz bir ahlak devrimini gerekli görmektedir. İnsanları birbirinden ayırıcı ve fark yaratıcı özellik, aklı kullanma yöntemi, yani zihniyetidir. Bu zihniyetin insanın sahip olduğu değerler manzumesi içersinde insan ilişkilerine yansıtılması ise ahlakı belirler. Aklın, diğer insanlar için olumlu yönde kullanılması ise erdemi belirler. Ahlak ve erdem sağlıklı toplumsal ilişkilerin güvencesidir. Arzulanan erdemli insanları yetiştirmek için zihniyet devriminin bir ahlak devrimi ile tamamlanması gerekir. Ahlak ve erdem sahibi nitelikli insanlardan oluşan bir toplum yaratılması partimizin ülküsüdür. Partimizin insanı merkez alan bir toplum sistemini benimsemiş olması zihniyet ve ahlak devrimini zorunlu kılmaktadır. Bunun gerçekleşebilmesinin tek yolu eğitimdir. Mevcut eğitim sistemimiz, aklın ve düşünme yetisinin baskı altına alındığı, donuk bilgi ve değerleri taklidi yol edinen bir yapıdadır. HYP'nin ön gördüğü yenilenme temel eğitimden başlayarak, üniversite ve lisansüstü eğitime kadar uzanan köklü bir yenilenmeyi amaçlamaktadır. Halkımızın sağduyusu yüksek, pratik zekâsı üstündür. Sorunlarına pratik çözüm bulmakta yeteneklidir. Gençlerimizin imkân verildiğinde neler yapabileceğini bugün yurtdışında saygın üniversitelerde eğitim gören gençlerimizin sayısından anlamamız mümkündür. Ancak gençlerimizi burslarla yabancı ülkelere göndererek değil, oradaki imkânları ülkemizde oluşturarak değerlendirmeliyiz. Beyin göçü olarak tanımlanan bu durumun en temel nedeni alanında ilerlemek isteyen gençlerin yeterli imkânı burada bulamaması ve iş hayatında elde edeceği gelirin yurtdışında, ülkemize göre çok fazla oluşudur. Bu gerçeğin farkında olan partimiz genç beyinlerimizin göçü için burs vermeyi değil, oradaki imkânları ülkemizde yaratma yolunu benimsemiştir. Yakın bir tarihte basında öğretmenlerimize karşı öğrenciler tarafından gerçekleştirilen çirkin davranışların vicdanımızda oluşturduğu hassasiyetten dolayı, öğretmenlerimize yönelik görüşlerimizi de bildirmek istiyorum. Eğitimin, bilginin, öğrenmenin ve hatta ahlakın vazgeçilmezliğinin canlı timsali olan öğretmenlerin, toplum önünde gereken saygınlığa kavuşturulmaları kutsal bir ödev bilinci ile mutlaka sağlanacaktır. Yeni nesillerin yetiştirilmesinde en büyük sorumluluğu üstlenen öğretmenlerin bu bilince sahip olmaları için gerekli çalışmaların yapılması ve maddi durumlarının onlara yüklenen bu büyük görevin saygınlığına yaraşır bir şekilde hiçbir bahaneye geçerlilik tanınmadan geliştirilmesi temel ödevlerimiz arasındadır. Bugün öğrenci öğretmen ilişkisi öğrencinin müşteri, öğretmenin işveren konumunda olduğu bir yapıdadır. Öğretmen bilgiyi pazarlama, öğrenci ise maddi durumunun elverdiği bilgiyi satın alma çabası içerisindedir. Günümüzde karşımıza çıkan öğrenci öğretmen vakâları bilinç altında yatan bu ilişkinin onlarda yarattığı gerilimin dışa yansımasıdır. Bu durumun tek sebebi tarafları bu şekilde düşünmeye mecbur kılan sistemdir. Eğitime yönelik diğer düşüncelerimizin bazılarını birer cümle ile şöyle sıralayabiliriz. Okul öncesi eğitimle ilköğretimde zihniyet yenilenmesinin temelleri atılacaktır. Lise eğitimi, yatay geçişlere açık, çok programlı lise modeli ile yenilenecektir. Lise sonrası için, meslek edindirici teknik programlara önem verilecektir. Üniversite eğitimi, bir yandan ulusal yenilik ve teknolojik sistemle bütünleştirilmiş, AR-GE yeteneği geliştirilmiş bir yapıda örgütlendirilirken, diğer yandan ekonomi ve sanayi ile işbirliğine önem vermiş, teknoloji geliştirme programlarına katılıma hazır bir yapıya kavuşturulacaktır. Temel eğitim, sosyal devletin zorunlu hizmetlerinden biri olarak her yurttaş için eşit ve parasız olacaktır. Ders kitapları vurgununa dönüşen ‘her yıl ders kitabı değiştirme’ uygulamasına mutlaka son verilecek, eğitimin salt bir ticaret sektörü olarak işletilmesi önlenecektir. Meslek okulları yaygınlaştırılacak, geliştirilecek, meslek eğitimi özendirilecektir. Ülkemize bir tür sömürge görüntüsü veren yabancı dille eğitim egemenliğine son verilecektir. Yabancı dil öğrenimi, tahsilli insanlarımızın en az bir yabancı dili öğrenmelerine ve insanların edindikleri yabancı dilde diledikleri seviyeye ulaşabilecekleri bir yapı sağlanacaktır. Yabancı diller, kültür emperyalizminin birer aracı olmaktan çıkarılacaktır. İyi Türkçe konuşulması ulusal bilinç ve bağımsızlık göstergelerinden biri olarak hak ettiği düzeye çıkarılacak, Türk dilinin ikincil dil gibi algılanmasına yol açan uygulamaların tümü gözden geçirilecektir. Dört başı mamur bir Türk dili ve kültürü seferberliği başlatılacaktır. Kamu kaynaklarının vakıf üniversitelerine aktarımı durdurulacaktır. Halkımızın bir siyasetçiden sık duyduğu cümleler: 'yapacağız- edeceğiz' şeklinde sonlananlarıdır. Ancak, biz halkımızın dolaysız sonuçları gözler önüne serilmedikçe ileri sürülen en çekici fikirlere bile ilgisini çabucak yitireceğinin farkındayız ve fikirlerimizin altını doldurmaya hazırız.
-
Bu durumu ve duyguları payalaşan biriyseniz lütfen bana yazın!
Bazı insanlar vardır, hayatlarını tamamen çalışmaya adamışlardır ve sosyal hayatlarının olmaması onlar için bir problem değildir. Bazıları vardır ki onlar içinde çalışmak önemli değildir ve hayatta başarılı olamamak korkusu onlarda yoktur. İşte en vahim durumdur ki hayatta başarılı olamama korkusunu üzerinde taşıyarak çalışan ve çalışmanın onun sosyal hayatını elinden aldığının farkında olan bir kişi olarak, istekle başladığı bir çalışmanın sonunu isyana dönüşen göz yaşlarıyla getiremiyen biri olmaktır. Bunu ancak izlediğim bir filimle örnekleyebilirim. Kimi insanlar vardır sevmeden yapamaz ve sevecek birini bulamamaktan dolayı acı çeker, bazıları vardır ki özel birinin olması veya olmaması onlar için önemli değildir. Notre Damein'in Kamburu filimindeki kambur olan karakterin filimin sonunda kilisenin çan kulesinin üzerinde bulunan bir heykele sarılarak, prensle evlenen prensesin gidişini izlerken söylediği : " keşke senin gibi bir heykel olsaydım, ve onun gidişinden duyduğum acıyı hissetmeseydim" sözler bahsettiğim durumun en güzel örneğidir diye düşünüyorum. Bu durumu benimle paylaşan herkesle kim olursa olsun konuşmak istiyorum lütfen bana yazın!!!
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
http://www.hyp.org.tr/haber.asp?kid=125 www.turkiyemiseviyorum.com sitesi anket sonunçları linki http://www.hyp.org.tr/haber.asp?kid=106 www.alternatifforum.com sitesinin anket sonuçları linki http://www.hyp.org.tr/haber.asp?kid=104 www.haberbank.com sitesinin anket sonuçları linki http://www.hyp.org.tr/haber.asp?kid=98 www.mimhaber.net sitesinin anket sonuçları linki http://www.hyp.org.tr/haber.asp?kid=96 www.haberbu.com sitesinin anket sonuöları linki http://www.hyp.org.tr/haber.asp?kid=94 www.memleketinsesi.com sitesinin anketinin sonuçları linki Yukarıdaki linkler partimizinde tercihler içerisinde bulunduğu anketlerin sonuçlarıdır. Hiç bir ankette adı bile görünmemiştir diyorsunuz . Bu bizim değil anketi düzenleyen sitenin sorunudur. Bu onların ne kadar demokratik oduğunu gösterir. CHP konusuna gelince, hala bu ülke için çözümler üretecek bir yönetime sahip olduğuna inananlar varsa hayal gördükleri kanısındayım. Atatürk bile son dönemlerde CHP adını kullanmamıştır. Benim partim demiştir. Kendisine CHP adını neden kullanmıyorsunuz sorusuna verdiği yanıtta," Cumhuriyet Halk Partisi'nin benden sonra, sonuna kadar benim partim olarak kalacağını nereden bileyim." sözünü kullanmıştır. CHP'nin Atatürk'ün ölümünden sonra başına gelen kişilerin o günden bugüne neler yaptıklarına bakarsak Atatürk'ün ön görüsünün mükemmelliğini bir kez daha görmüş oluruz. Yaşar Nuri Öztürk'e CHP ayrılığı konusunda sorulan sorulardan birine verdiği cevapda anlattığı şu olay bana göre tartışmayı gerektirmeyecek durumdadır. Bundan sonra daha söz söylemek isteyen varsa, buyursun söylesin. " Akşam sofralarında kafa çekmeye gelmedim. Çünkü kafa çekmek gibi bir âdetim yok. Poker de oynamayacağıma göre, niye geldim ben buraya? Buraya geldim ki, hizmet edeceğiz.’ dedim. Dedi ki, ‘Bu netameli devrede acele etmeyelim. Allah bizi korudu, iktidar yapmadı. Bunlar yandı. Bunlar yansın, biz biraz keyif yapalım." Bu sözlerin sahibi bir kişinin önderlik ettiği bir partiden ben hiç bir gelecek beklemiyorum Millet vekilliğini bile becerememesi ifadesi senin kişisel görüşünle sınırlı bir ifadedir. Kimseyi bağlamaz. Meclisde milletvekiliyim diye oturan insanların yüzde doksanı o koltuklarda oturacak kapasitede mi önce bunu sorgulamanız gerektiğini düşünüyorum. Büyük Amerika ieolojisini benimsemiş kişilerin, yorumlarını bir yol haritası olarak kullandığı ve İslam'ın gelecekte yükselişe geçecek olduğunu öngören ve nasıl engellenebileceği konusunda bu ideolojinin benimseyicilerine öneriler sunan kişi olan dünyanın tanıdığı Arnold Joseph Toynbee hakkında milletvekilleri ile yaptığı konuşmada bu isimi tanımaktan vazgeçtim bir insana ait olacağı bilgisinden bile yoksun kişiler o koltuklarda oturmaktadır. Yaşar Nuri Öztürk sadece bir ilahiyatçı değil, aynı zamanda bir hukukçu ve bir felsefecidir. Bugün dünya üniversitelerinde tez olarak hayatı ve yaptıkları araştırılan bir kişidir. Eleştirdiğiniz insanlar hakkında lütfen daha fazla incelemede bulunun! Saygıyı yitirmeden eleştirilerde bulunup sorular sorduğun için teşekkürler. Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Parti kurması bir çok insanın tepkisini çekiyor, oylar bölünüyor diyorlar. Bu tepki haklı görünebilir ancak değildir. Çünkü sisteminin kötü olduğunu bildiğiniz bir partinin içerisinde bulunmak ne kadar doğru! Aman oylar bölünmesin ben doğruyum, dürüstüm ama onun bir iki açığına göz yumarsam, hem oyları toplamış oluruz, hemde oylar bölünmez mi diyecekti? Şu an paranın gücünün işlediği bir parti sisteminde mücadele ediyoruz. Biz sıfırdan başladık ne hazineden alınan paramız var ne de arkamızda bir kodaman. Bu parti bu davaya inanan insanların kendi cebinden verdiği paralarla ayakta durmakta, Trilyonların döndüğü bir ortamda, bazı yazarlar bu parti ilk kurulduğunda Yaşar Nuri prof murof ama bu iş hocalığa benzemez iki ilde örgütlensin eşek gibi anırırım demişti. Ancak bugün 71 ilde örgütlenmesini tamamlamıştır. Bu illerde kurulan teşkilat binaları o illerde bize inanan insanların katkılarıyla olmuştur. Eğer hakkın desteğini arkanıza alarak iş yapmak istiyorsanız, ufak yanlışlara göz yummak gibi bir lüksünüz yoktur. Bu düşünce ile bu parti kurulmuştur. Dürüst bir şekilde elinizden geleni yapacaksınız ve bu Allah'ın iradesini tahrik edecek ve size yardımını gönderecektir. Gönlüm bu inançla doludur. Bu saatten sonra bizim söyleyeceğimiz tek söz şudur: "Oyların bölünmesi, oyların partimizin sembolü olan ulu çınarın altından uzaklaşmasıdır." Yaşar Nuri Öztürk , bir ilahiyatçı,bir felsefeci,bir hukukçu, bu ünvanların hepsini hakkıyla taşıyan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu ülkeye hizmet etmek için siyasete girmişse bundan daha doğal ne olabilir ki Bıraksın bu işleri hocalığını yapsın diyenleri kınıyorum(Seni tenzih ediyorum) . Bu ülke için elinden geleni yapacağını söyleyen herkesi daet ediyorum buradan kapımız ardına kadar açıktır. Saygıyı yitirmeden eleştirilerde bulunup sorular sorduğun için teşekkürler. Saygılarımla, Eren AKKAYA
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
(HYP) Halkın Yükselişi Partisi bir tabela partisi değildir ve olmayacaktır. Bunun gerçekliğini bizi takip edenler çok iyi görüyordur ve görecektir. Zülfi Livaneli'nin siyasetten çekilme sebebi konusunda yazdığı yazılar hakkında net bir bilgim yok , bu konuda bir yazısını okumadım, onun için bir yorumda bulunmayacağım. Ancak sizin bahsettiğiniz sebepten ise yani politikanın bir yalan imparatorluğu olması durumu ise bence hataya düşmüştür. Bir bataklığın pis olduğunu görüp çevreye zarar verdiğinin farkına varan bir insanın tek yolu oradan uzak durmak değildir. Bu bataklığın kurutulması için daha fazla üzerine gitmektir. Btaklıklar içlerine emdirilen temiz kumlarla son bulur ki ya bataklık kuma dönmeyi kabul eder ya da ebediyen yok olur. Biz bu düşünce ile çıktık yola ve bu bataklığın üzerinde bu milletin yetiştirdiği genç çiçeklerin yeşerdiğini görmeden de durmaya hiç niyetimiz yok. Sözlerim şovenistlik olarak görünebilir ancak bu, inancımın bende oluşturduğu duygusallıktan kaynaklanmaktadır. Paritimizin bu konuda ki sloganı şudur: " Sen geleceksin ki siyaset temizlenecek." Paritimizin kadrolarını sormuşsunuz bu liste bir çok kişiyi içerdiği için , buraya yazmadım ancak sitemizin linkini buraya ekliyorum. Umarım forum sitesinin sorumluları bunu reklam olarak algılamaz. www.hyp.org.tr sitesinden GENEL MERKEZ YÖNETİM seçeneğinde dilediğiniz bilgiye ulaşabilirsiniz. Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye ABD den falan mı yönetiliyor diye sormuşsun, Evet aynen öyle! sadece ABD değil AB tarafından da yönetiliyor. Bunun için resmi kağıt üzerinde yönetim ABD ye veya AB ye devredilmiştir diye yazmak zorunda değil, dininin koyduğu yasağı (ör: zina yı) bile Avrupalıların verdiği akılla yok sayan bir hükümeti yaşıyoruz şu anda, ayrıca ABD den gönderilen programı uygulayan ve AB nin uyum yasası altında yürütülen emirlerini gerçekleştirilen bir dönemi yaşıyoruz. Bu bizim için ülkenin dışarıdan yönetilmesidir. Kamu malları konusunda söylediğiniz şey bizim söylediğimizle aynı, talan edilmeyen kamu malının kalmaması bunlar artık bitti , uğraşmaya değmez artık, bunları bırakalım dememizin gerektiğini mi söylüyorsunuz. Gerçekleşen talanları durdurmak en büyük vazifemizdir. Dolaylı vergilerin kaldırılması konusundaki sözleriniz beni çok üzdü, bunlar yapılmayacak şeyler değil, biz "gül bahçesinde dolaştıracağız milleti, hemde hiç diken batmayacak" demiyoruz. Gül bahçesine giden yol dikenlere katlanan insanların ulaşacağı bir yoldur. Bu benzetmelerim size şovenistlik olarak görünebilir ama isterseniz altınıda doldurabilirim. Bunu Yaşar Hoca'mı yapacak sözünüz de ayrı bir konu, Bu, yapılacak fiziki bir iş değil, yani 100 tonluk bir kayayı bir kişinin kaldırması gibi bir şey değil, yetkin bir kadro sahibiyiz. Fikir üreten kadromuz ne yaptığını bilen insanlar, Bu yüzden yapılacak eylemleri parti başkanının tek başına yapacağı eylemlermiş ve başarı sadece başkana bağlıymış gibi düşüncelerden artık sıyrılalım lütfen. Bundan sonraki iki madde parti programımızda açık bir şekilde anlatılmaktadır. Okumak isterseniz resmi sitemizden ulaşabilirsiniz. (sitemizin açık adresini buradan veremiyorum çünkü reklam olduğu düşüncesi ile kapatıyorlar, bu yüzden google dan halkın yükselişi partisi diye aratırsanız ulaşabilirsiniz.) Yenilikçi sosyal piyasa modeli parti programında çok net bir şekilde açıklanıyor. Sondaki üç madde konusundaki yorumunuz kişisel yorumunuzdur. Bunu topluma genelliyemezsiniz. Bu gerçek olsaydı, sadece biri için örnek veriyorum, kadınlardan oluşan sivil toplum örgütleri bu mücadeleyi vermezdi. Ayrıca biz bu mücadeleler verilmiyorsa bile verilmesini istiyoruz. Saygıyı yitirmeden eleştirilerde bulunup sorular sorduğun için teşekkürler. Eğer sorun olursa bana özel mesaj ata bilirsin
-
10 Kasım................
ATATÜRK’ün Ölümsüzlüğe Kavuşmasının 68.Yılında … 10/11/2006 Bugün Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümsüzlüğe kavuşmasının 68. yıl dönümü. Onsuz geçen koskoca bir 68 yıl… Yokluğunda Türkiye’de neler oldu, neler yaşandı; Türkiye nerelere geldi veya nerelere sürükleniyor. Gerçekten de Atatürk’ün işaret ettiği “muasır medeniyet” seviyesine ulaştık mı? Kısaca geçen 68 yılda Mustafa Kemal Atatürk’ü anlayabildik mi? 68 yıla bir göz attığımızda ne yazık ki Mustafa Kemal ATATÜRK’ ü rozet Atatürkçülüğünün dışında gerçek manâda anladığımızı söylemek pek mümkün görünmüyor. İşte 68 yılda yaptıklarımız; * Atatürk’ün ölümünden hemen sonra Amerika’nın kucağına atladık. Marshall Yardımı adıyla, halkın deyimiyle mareşal yardımı, kurtlu buğday ve süt tozu ile tanıştık. * Türkiye’yi şeyhlere, müritlere, dervişlere, tarikatlara ve irticaya terk ettik. * IMF, ABD, AB, Dünya Bankası v.s. dostlarımız(!) stratejik müttefiklerimiz oldu. * Batı ve Papaları her fırsatta Dinimize, Muazzez Peygamberimize ve Atatürk’e hakaretler yağdırıyor. * Tevhidi Tedrisat (Eğitim Birliği) ı delik deşik ettik. * İlim, bilim ve teknolojide muasır medeniyet seviyesine ulaşamadık, beyin göçünü engelleyemedik. İlim, bilim ve teknoloji adamı yetiştirmek yerine bolca imam yetiştirmeyi tercih ettik. * Nüfus plânlamasını yapamadık. * Çocuklarımıza eğitimde fırsat eşitliği tanıyamadık. Hâlâ okulu olmayan yerler, öğretmeni olmayan okullarımız mevcut. * Ekonomimizi dışa bağımlı hale getirdik. * Kaynağı belli olmayan sıcak paranın her an kaçacağı endişesiyle panik atak yaşar olduk. * Halkı üç haneli enflasyon oranlarıyla darmadağın ettik. Kredi kartı tuzağına düşürdük. * Cumhuriyet döneminde işimizden tırnağımızdan artırarak meydana getirdiğimiz millî değerlerimizi babalar gibi sattık. * Bankalarımızı yabancılara teslim ettik. * İletişim çağında iletişim kurumlarımız yabancıların ellerine geçti. * İnsanımızı “çağ atlatıyoruz” masalıyla uyutarak ithalat bağımlısı haline getirdik. * Ülkeyi iç ve dış borç batağına gömdük, dış ticaret açığına hapsettik. * “Benim köylüm”, “Benim işçim”, diye diye; tarımımızı bitirdik, köylümüzü öldürdük, küçük sanayici can çekişiyor. * Genç nüfusumuzla övündük ancak gençlerimize iş imkânı sağlayamadık. * Ülke yönetimini küresel sermayeye teslim ettik. * Büyüklerimizin “Bir avuç çapulcu” dedikleri 23 yılda başımıza bela oldu, 40 bin insanımızı teröre kurban verdik. İmralı’da bir kıble oluşturulmasına seyirci kaldık. * Bizi etnik ve kültürel olarak bölmeye çalışmalarına sesimizi çıkartmadık. Diyarbakırımız Madamların, Annan’ların âdeta ziyaretgâhı haline geldi. * Misyonerlik faaliyetlerine göz yumduk, ev kiliseler komşularımız oldu. * Topraklarımızdan kovduğumuz Emperyalist ülkelerin kapısında “bizi de aranıza alın” diyerek âdeta yalvarır durumuna düştük. * Onurlu dış politika izleyemedik, temiz alnımıza neredeyse “soykırımcı ülke” damgası yemek üzereyiz. * Kıbrıs elden gitmek üzere. * İstanbul; “Konstantinopol”, Fener; Vatikan, Patrik; Ekümenik” olma yolunda. * Sularımızın ortak paylaşıma açılması gündeme getirildi. * Topraklarımızı yabancılara satıyoruz, tarım arazilerimizi ve ormanlarımızı imara açtık. * İki atom bombası yiyen Japonya ve Türk korkusundan ülkesine boydan boya duvar çeken (Çin Seddi) Çin dünya devi, teknoloji devi oldu. Biz ise türban, lâiklik, Cumhuriyet ve benzeri tartışmalarla zaman öldürdük. * Her an deprem korkusuyla yaşıyoruz. Dere yataklarına, ekilebilecek arazilere, ormanlara, deniz kenarlarına evler, villalar yaptık. Çevreyi katlettik. Yüzlerce gölümüz ya kurudu ya da dolduruldu. Yaşadığımız büyük depremler aklımızı başımıza getirmedi. * Ülkemiz teknoloji çöplüğüne dönüştürüldü. İpini koparan çöpünü ya topraklarımıza ya da denize gömüyor. * Siyaset ahlâkı kalmadı. Köşe dönücüler, iş bitiriciler, ihale soyguncuları, vurguncular, hortumcular Meclis'e girdi. * Dinin siyasete âlet edilmesine göz yumduk. * Halkımızın dinî hassasiyetleri paraya çevrildi.YİMPAŞ’ zedeler, İMAR’ zedeler, İHLAS’ zedeler yarattık. * Ahlâken çöktük, hırsızlık, gasp, yaralama, adam öldürme olayları yaşantımızın bir parçası haline geldi. * Okullarımızdaki çocuklarımıza sahip olamıyoruz. Onları şiddete, uyuşturucuya, seks tuzaklarına, organ mafyasına kaptırıyoruz. * “AB uyum yasaları” adı altında toplum yapımızı düşünmeden kanunlar, yasalar çıkardık. Güvenlik kuvvetlerimizi zayıflattık. Ortalık suçlu kaynıyor. * Televizyonlarımızı magazin programlarına kaptırdık. Ülkece dizi seyrediyoruz. * Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Türkiye Bilimsel Araştırmalar Kurumu (TÜBİTAK) amaçlarını ve işlevlerini kaybetti. *** Bu liste daha da uzar gider. Şimdi sorabilirsiniz; 68 yılda hiç mi iyi şeyler yapılmadı diye. Elbette yapıldı. Türkiye 68 yılda çok yol aldı. Ancak yapılanlar çağı yakalamamıza yetmedi. Geride kaldık. Son yıllarda uygulanan politikalar nedeniyle de kazanımlarımızı kaybetmek üzereyiz. Atatürk’ün ölümünün 68. yıl dönümünde her vatandaş şapkasını önüne alıp düşünmelidir; “Biz nerede hata yaptık?” “Rahat uyu ATA’m” diyemiyorum, çünkü rahat uyumadığını biliyorum. “ATA’m izindeyiz!” diyemiyorum, çünkü izinden giderken bazen yoldan çıktığımızı biliyorum. “Cumhuriyeti’nin bekçileriyiz” diyemiyorum. Bu konuda şüphelerim var. Sadece “Bizi affet ATA’m” diyebiliyorum. Utanarak, başım önümde… Tülay Hergünlü HYP Gn.Bşk.Yrd.
-
Genel Seçimler 2007 ve Geniş Sol ittifak CHP Muhalif İsimDSP-HYP-SHP-İP-BCP-CDP-EP
(HYP) Halkın Yükselişi Paritisi kendisini parti programında ne sağ ne de sol olarak tanımlar. Bunuda net bir şekilde belirtmiştir. HYP yi bu şekilde sınıflandırmaya nasıl karar verebilmektesin? Lütfen bu yanlışını düzelt!! Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Öncelikle şunu söylemek isterim. Bu partinin kurulmasının en temel sebeplerinden biri insanların din yafsatası üzerinden kandırılıp, sömürülmesine artık dur demektir. Bu bardağı, dolduran son damla da bu işin artık içerideki dinciler ( dindar insanları tenzih ediyorum) tarafından değil de dışarıdaki gayri-müslimler tarafından yapılmasıdır. Kur'an'ın incil pasajlarıyla doldurulması yani "Kur'an'ın İncilleştirilmesi" , İslam'ın 'Ilımlı İslam' olarak nitelendirilmesi, batılıların taktığı bu adın altındaki anlam ise 'sorun yaratmayan, direnmeyen' dir. Bu partiden din yönünde sömürü beklemek en büyük yanlıştır. Yaşar Nuri Öztürk'ün TBMM'deki 23 Nisan Özel konuşmasını dinlediyseniz bu konuda neden iddialı konuştuğumu anlıyacaksınız. Bu konuşma metni , Avrupa ülkelerinin birçoğunun elçilikleri tarafından bizzat parti merkezinden talep edilmiştir. Şimdiden bu kadar büyük bir kitleye hitabı konusuna gelince, Yaşar Nuri Öztürk yaklaşık yirmi yıldır, yazılı ve görsel iletişim araçları vasıtasıyla , toplumun gözü önündedir. Ayrıca 50 yi aşkın kitabı çıktığı dönemlerde en çok satanlar listesine girmiştir. Bugün bu özelliğini hala korumaktadır. Kur'an'daki İslam kitabı Almanya'da şu anda en çok satanlar listesindedir. Binlerce okuyucusu vardır. Böyle bir insanın geliştirdiği bir hareketin ilgi görmesi pek de şaşırılacak bir olay değildir. İlginin ispatlarını şu örneklerle açıklamaya çalışayım. Parti Cumhuriyet tarihinde bir ilk olarak 9.5 ayda 71 ilde örgütlenmesini tamamlamıştır. Bu Türk siyasi tarihinde bir ilktir. Buna değinmemin sebebi bazı yazarlarımızın "Yaşar Nuri iyi hoş adamda siyaset üniversite hocalığına benzemez, iki il de örgütlensin eşşek gibi anırırım" şeklindeki sözleridir. Bugün onlardan ses seda yoktur. Bazı illerin bütün ilçeleri ile örgütlenmesi bir gün içerisinde gerçekleşmiştir. Örneğin Tunceli, bir gün içerisinde bütün ilçeleri ile örgütlenmiştir. Buda halkın artık sömürülmekten kurtulmak için inandıkları bir insan çevresinde nasıl toplanabileceğini göstermektedir. Teşkilatlanmalarda toplu bir nakit para akışı olmamıştır. Her ilçeye katılan kişinin kendi rızası ile verdiği paralarla kurulmuştur il ve ilçe teşkilatları. Biz hiç bir kodamanın desteğiyle ayakta durmuyoruz ve onlardan da yardım talep etmiyoruz. Çünkü desteği alınan kodamanlar yarın bir gün iktidar olunması halinde kendi açıklarının örtülmesini talep edeceklerdir. Biz bu gerçeğin farkındayız ve bunun için desteği yalnız halktan alacağımız için hizmeti de halka vereceğiz. Son olarak Yaşar Nuri Öztürk, bir ilahiyatçı, bir din tarihi profesörü, bir felsefeci ve bir hukukçudur. Bugün ülkesiniin içindeki duruma karşı duyarlı olan her insan bir şeyler yapmayı ister. bu kadar büyük bir donanıma sahip olan bir insanın böyle bir girişimde bulunmasından doğal ne olabilir. Saygı çerçevesinde bir yorum yapıp, aynı şekilde bir soru sorduğunuz için teşekkür ederim. Merak ettiğiniz başka şeylerde varsa sorabilirsiniz. Saygılarımla, Eren AKKAYA
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yaşar Nuri Öztürk'ün kurucu başkanlığını yaptığı (HYP) Halkın Yükselişi Partisi hakkındaki merak ettiklerinizi ve sorularınızı bekliyorum. Not : Sorularınıza cevaplar gecikebilir, çünkü çok yoğun internete giren birisi değilim! Saygılarımla, Ya Sev Ya Sevr
-
Tarikatlar, tasavvufta bir yozlaşmanın ürünüdürler...
Yazın çok güzeldi. Bu düşüncelere sahip insanların internet ortamında da olsa görüşmesi lazım, Bizim en büyük sorunumuz onlar kadar örgütlü olmayışımız Saygılarımla, Eren AKKAYA
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Mansur el Sabah sordu Yaşar Nuri Öztürk yanıtladı - Değerli Hocam, birinci sorum, 2. Fransız İhtilali hakkında: Göz göre göre geçirdiler. Öncelikle bunun yorumunu almak istiyorum. - Efendim, Türkiye bir Haçlı tasallutuna maruzdur, bunu söylüyoruz siyasete girdiğimiz günden beri ve Türkiye'nin sorunu, ana sorunu, başlık sorunu budur. Kürt sorunu değil. Ve bu tasallut, bu ana sorun, sorun yaratmaya devam ediyor. Türkiye'yi yönetenleri bugün bu emperyalist Haçlı güçlerle bugüne kadar sergiledikleri gafletle malul işbirliği içinde yakaladılar ve elden bunları kaçırmadan, bir takım tarihî iştahlarını tatmin ediyorlar. Dünya tarihinde bir ulusa böylesine alçakça oyun oynandığı görülmemiştir. Ve tabi, Avrupa Birliği; şunu çekin bu talebi dedik, bakın hâlâ çekmiyorlar. Ben isterim ki bununu cevabı yarın sabah Ayasofya'yı, bu Ramazan günü müminlerin namazına, niyazına, ibadete açmaktır. Hiç değilse buradan başlamak lazım. Bakın Türkiye yıllardır ve özellikle de son 4 yıldır, bütün sorunlarla yüzleşmek, gerçeği kabul etmek, acı gerçeği kabul etmek yerine sorunlarını ve kendisine oynanan oyunları hasırın altına süpürüyor, halının altına süpürüyor. - Hep böyle oluyor, evet. - Halının altına süpürmek yöntemi bir gaflet ve dalâlet yöntemidir. Hele bir takım hainlerle de desteklenirse ülkeyi tahribe götürür. Türkiye'nin silkinmesi, ayağa kalkması lazım. Demokratik bir halk seferberliği ile bu millet ayağa kalksın yoksa yeni bir Kurtuluş Savaşı'nın kanlı ortamına itiliyoruz. Ben bunu bağıra bağıra söylüyorum ve diyorum ki, ben Halkın Yükselişi Partisi'nin kurucu genel başkanı, lideri olarak-siyasete bunun için girdim- ey millet, eğer biz fikrimizle, zikrimizle, bilim adamlığımızla 20 yıldan beri sana söylediklerimizde bir tane yanlış çıkmamışsa, hepsi zaman tarafından doğrulanmışsa, şu söylediğimizin de altını çiz ve bunun üzerinde biraz düşün. - Artı, sizin önderliğinizde, daha sonrada çıkan bir çok bilim adamı sizin söylemelerinizle aynı şekilde arkanızdan gelmiş oldu. - Mansur Bey, benim söylemlerimden 6-7 tane ekol çıktı Türkiye'de... - Evet, evet - Hepsine teşekkür ediyorum, hepsinden Allah razı olsun. Bakın bugün Diyanet yeni bir açıklama yaptı. 20 yıl önceki söylemlerimden birinin altın daha imza attı. Ne diyor? "İslam'da dinî diye bir nikâh yoktur." Mansur Bey bakın geriye doğru arşivler, ekranlara... - Saim Yeprem açıkladı. Siz söyleyince de "Bu sosyete hocası da ne oluyor, nereden çıktı, dinimizi mi değiştiriyor?" - Niye ben bunu söyledim, onu da irdeleyelim. Dinî nikâh kıydırmayanların eşlerine- affedersiniz edebime muhalif ama- "sürtük", kendilerine de onun mukabili olan, erkeğe söyleneni, söylüyorlardı. Çocuklarına da "****" diyorlardı. Bunu kırmak için dedik ki böyle bir şey yok. İslam nikâhı, fıkha bakın, hiç sektelemeden tarihi boyunca akitler içinde mütalâa etmiş, ibadetler içinde değil. Öyleyse akit geçerli olan hukukun, kamu hukukunun ilkeleriyle taayyün eder ve oluşur. Dolayısıyla dinî nikâh falan diye bir tâbir İslam tarafından kabul edilmez. Bunu ne zaman dedik biz? 20 sene önce. Bakın kitaplarıma... Şimdi Diyanet bunca bize karşı çıkıştan sonra - tabi bugünkü başkanı asla itham etmiyorum, değerli bir arkadaştır, son derece müteşekkiriz kendisine- tabi o kalkıp da "Ya bunları filan adam demişti, ona ne kötülükler etti bu ülkede bazıları, bir helallik alalım" dese kafasını uçururlar. - Bir de Hocam, ben takip ediyorum. Köşe yazılarında da o sizi itham eden kişiler, sizin bütün söylemlerinizi gazetelerde yazıyorlar. - Ama şu haysiyeti gösteremiyorlar: "Ya, yazık oldu, hakkını helal etsin bize. Olur işte öyle, yanlış anladık, fikirdir bu nihayet" demiyorlar. Deseler, ben onların hepsinin elini öperim. O haysiyeti gösteremiyorlar, o da ayrı bir iştir. Ama tarih bunları görüyor. Çünkü 60 küsür kitabım altında imzam, 80'li yıllardan beri dünyanın önündedir. Şimdi onları geçelim. Ülkenin bakın geldiği yer burası. Şimdi hâlâ ben aynı şeyi tekrar ediyorum. Hâlâ demokratik bir halk seferberliği ile Ortadoğu, BOP ve ılımlı İslam projeleri çerçevesinde Türkiye'ye yöneltilen çökertme ve yok etme hareketine karşı; bu coğrafyayı, bu coğrafyanın dinini, dilini ve aynı zamanda Batı'yı da bilen, bunları birleştiren bir insan, bir siyasî figür, bir siyasî lider sıfatıyla hâlâ ülkenin önüne, etrafında birleşilecek ve vaz geçildiği zaman büyük bâdirelerle karşılaşılacak bir proje koyuyorum. Yani Halkın Yükselişi Partisi, partilerden bir parti değil. Böyle tarihî bir misyonun, bir imanın, bir davanın 1940'lardan berinin Türkiyesinde, bir seçenek, bir alternatif olarak milletin önüne kondu. - Değrli Hocam, Bekir Coşkun'un bir yazısı var. "Hepsi aynı partidir" diye, köklerini sıralamış, siz hariç. - Temel söylemimiz: Analardan danalar... bunu diyoruz. Teşbihtir bu. Hepsine saygım sonsuzdur, hepsiyle kucaklaşırız. Ama analardan danalar, bir teşbih, tarihî bir söz. Türk siyasetinde ana-dana kısır döngüsünü kıran tek siyasî teşekkül var bugün: Halkın Yükselişi Partisi... Seçime girecek. Şimdi bazıları, dün yine Zaman Gazetesi bir görüşme yaptı. -Şimdi oraya geliyoruz Hocam. Bugün bütün gazetelerdesiniz. - O, Aktüel'deki röportajla ilgili, hepsine teşekkür ediyorum. - Bir parti genel başkanı heyetiyle geldi, görüştü benimle İstanbul'da. Yeni bir faaliyet var. 3 Kasım'da iktidar olan iki partinin, iktidarda olan partilerden ikisinin, ikisinden birinin şemsiyesi altında, "küçük partiler" dedikleri - bizi de oraya sokuyorlar, küçük olduğumuza nereden hükmediyorlar, biz seçime girmedik ki!.. - Henüz küçük bir parti diyor bugün Star Gazetesi... - Ama nerden? Benim 20 yıllık geçmişim ne oldu, buharlaştı mı? - Hocam bunlar parmağa bakıyorlar. Sizin meşhur "tek parmak" var ya, söyleminiz. - Hayır, benim tek parmağım yok; o, Mecils'te tek parmak. Kadrolarımıza bakmak lazım. Kadrolarımız Türk siyasetinde bugüne kadar, Türkiye'nin birikimini en üst düzeyde ve en dürüst ve en güvenilir düzeyde parlamentoya taşıyacak bir yapılanmadır. 35 - 40 yıldır hukuk, basın ve üniversite hayatının içindeyim. İnsanın hasının nerede harmanlandığını en iyi bilenlerden biriyim, işim insan çünkü. - Eyvallah -Haa, o dirayetle Türk parlamentosuna taşıyacağım Türkiye'nin birikimini. Buna eğer bu millet, hayret verici bir biçimde karşı çıkmaz ve bize vekâlet verirse, bunu bütün cihan görecektir. - Bir de Hocam, Aktatürk'ün söylemlerine samimiyetle bu kadar paralel giden bir görüş bugüne kadar ben görmedim. Hep sloganlar vardı... Ve Yunus'u, Mevlana'yı da işin içinde tutuyorsunuz. - Anadolu Hümanizmi, kitaplarımdan biri... Bizim sosyal demokrat anlayışımızın esası. Deniz Baykal'ın bana, altını dolduracaksın dediği ama asla doldurtmadığı o proje; Anadolu Hümanizmi. O felsefenin 30 yıl üniversitede hocalığını yaptım. Yani bunu da söyleyelim. Biz bunları pazar yerinden, oradan buradan aşırmıyoruz. - Hocam, bu güzel Ramazan gününde şöyle bir de dua edelim. HALKIN YÜKSELİŞİ olsun inşaallah diyoruz. Bugüne kadar bir çok şey yükseldi fakat halk yükselemedi ne yazık ki. - Halkın omuzlarına basarak birileri yükseldi. - Evet, artık birisi, halkın ayaklarından, kollarından tutup yukarılara doğru çekecek. İnşaallah size nasip olur diyoruz. - Şimdi, bu Anadolu Hümanizmi; Yunus, Mevlana ve Hacı Bektaş'la başlayıp büyük Atatürk'le devletleşen bir büyük iman, felsefe ve insaniyetçiliğin ifadesidir. Bizim, sosyal demokrat anlayışımız bunun üzerine oturur, tabi çağdaş değerleri de iliklerine kadar değerlendirip milletimizin önüne projeler koyacağız. Bunu yapacak başka bir dirayette bir siyasetçi bugün Türkiye'de görmüyorum. - Zaten, artık yangında son kurtarılacak gibi bir konumdasınız değerli Hocam. Cam kırılacak ve her halde o seçenek seçilecek. Hocam bir de son olarak, irtica var mı yok mu? Ne demek irtica? - İrtica Türkiye Cumhuriyeti'nin, kurulduğu günden beri bir numaralı ve asla iki numaraya düşmeyen tehdidi ve belasıdır. İrticayı, 23 Nisan Olağanüstü Toplantısı'nda TBMM'de bu sene yaptığım konuşmada - şimdi dolanıp duruyorlar, ya orada bir konuşma var, bütün dünyanın ertesi gün bütün büyükelçilerin metnini istediği ve Meclis'in sağcısı solcusu dincisiyle bütün içerideki-dışarıdaki partilerin ortak talebiyle bastırdğımız bir şey - verdim; bir okuyun onu. Yani irtica dediğiniz şeyin bağlamları; hukuk, ilahiyat, felsefe... bunlar benim alt yapım, uzmanlık alanlarım. Böyle bir adam bir de siyasetçi kimliği ile bir irtica anlatmış Meclis'te. Kimse, oralara dolanmıyor. Bir tek Arslan Bulut Yeniçağ'da bunu aldı oturttu köşesine ve dedi ki, "Ne uğraşıyorsunuz?. İşte ben veriyorum, filan yerden alın, okuyun." Şimdi, yapmıyorlar bunu? Bu siyasî bir çıkarcılıktır. Biz hâlâ siyaseti memleketin menfaatleri eksenine oturtamadık. Hâlâ bizim parti, bizim amblem ekseninde gidiyor bu iş. Onun için de, bakın, emperyalist güçler Türkiye'yi o yandan bu yandan budamaya devam ediyorlar. - Değerli Hocam çok teşekkür ediyorum. Bir dua ile kapatılım. Önce ben bir dua edeyim. Kim insanlık için ve Türkiye Cumhuriyeti için ne düşünüyorsa, Allah ona milyon mislini versin diyorum. Sizden de güzel bir dua alalım, hayır dua alalım. -Dua da sayabilirsiniz bunu, bu bir gerçeğin de ifadesidir; ben, Cenabı Hakk'ın bu milletten vaz geçtiği kanaatinde değilim. - Eyvallah - O, bu milletten vaz geçmeyen yüce Allah, bu milletin hakikaten çok büyük noktalara varan hatalarını yine affetsin büyük rahmeti ve lütfuyla ve bu millet bu seçimde Cenabı Hakk'ın sabrını artık taşırmamak üzere gerekeni yapsın. Biz milletin önüne ne yapılacağını, seçeneği koymuşuz. - Hâlâ son bir ümit var diyoruz. - Şimdi, filan partinin şemsiyesi... Hayır! Yeni olan, 3 kasım seçimlerinden beri yalnız Halkın Yükselişi Partisi Çınarı'dır. Çınarın etrafında, Çınar'ın şemsiyesi altında toplanmaya davet ediyorum. Ve orada birlikteliğe davet ediyorum. Oyları bölmemek tâbiri, bu seçimde Çınar'ın oylarını o yana, bu yana kaydırmamak anlamındadır. - Eyvallah. Hocam o zaman ben de şöyle diyeyim son söz olarak: Çınarınız yüce olsun, rahmetiniz bol olsun diyorum,teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum. - Hayırlı yayınlar diliyorum. Not: HYP Halkın Yükselişi Partisi web sitesinden alınmıştır.
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Ermeni’nin 523955 Türk’ü katli 1910-1922 yılları arasında Ermeni çetelerin yaptığı katliamlar Başbakanlık Devlet Arşivleri tarafından ortaya çıkarıldı. 11 Ekim 2006 Çarşamba 19:51 Belirlenebilen bilgilere göre, Ermeni çeteleri Anadolu'da 523 bin 955 Türk'ü katletti. Ermeni meselesine siyasi olarak sahip çıkan ve soykırım olmadığını söyleyen kişilere hukuki yaptırım olarak hapis cezasını uygun gören bir yasa teklifini gündeme getirmekten çekinmeyen Fransız hükümeti, Ermeniler'in yaptığı katliamları görmezden gelerek hata üzerine hata yapıyor. Yüz binlerce insanı çocuk, bayan, genç, yaşlı demeden hunharca katleden Ermeni çeteleri, tarihe ışık tutan belge ve bilgilerin ışığında gün yüzüne çıkarılan toplu mezarlarla ne kadar acımasızca insanları katlettiğini açıkça ortaya koyuyor. Başbakanlık Devlet Arşivleri, 1910-1922 yılları arası Anadolu'da 523 bin 955 Türk'ün Ermeni çeteleri tarafından katledildiğini belgeleriyle ortaya koydu. Ermeni çetelerinin katliamları tarih, yer ve isim olarak tek tek açıklandı. Ermeniler, yıllardır sözde soykırımı iddialarıyla dünya kamuoyunu yanlarına çekmeye çalışırken, resmi belgeler ise Türkler'in katledildiğini gösteriyor. 1910-1922 yılları arasında Ermeni çetelerin yaptığı katliamların tarih ve yerleri ile katledilen Türk sayısı ise söyle: "1910 Muş (10 ölü), 21 Şubat 1914 Kars-Ardahan (30 bin ölü), 1915 Van (44 ölü), 1915 Van (150 ölü), 1915 Bitlis (16 bin ölü), 1915 Muş (80 ölü), 1915 Bitlis-Hizan (113 ölü), 1915 Van (5 bin 200 ölü), Şubat 1915 Haskay (200 ölü), Şubat 1915 Dutak (3 ölü), Nisan 1915 Bitlis (29 ölü), Nisan 1915 Muradiye (10 bin ölü), Nisan 1915 Van (120 ölü), Mayıs 1915 Van (20 bin ölü), Temmuz 1915 Muş-Akçan (19 ölü), Ağustos 1915 Müküs (126 ölü), 9 Mayıs 1915 Bitlis (40 bin ölü), 9 Mayıs 1915 Bitlis (123 ölü), 15 Ocak 1916 Terme (9 ölü), 1 Nisan 1916 Van-Reşadiye (15 ölü), Mayıs 1916 Muş (500 ölü), 8 Mayıs 1916 Van-Tatvan (bin 600 ölü), 8 Mayıs 1916 Bitlis (10 bin ölü), 8 Mayıs 1916 Pasinler (2 bin ölü), 8 Mayıs 1916 Tercan (563 ölü), 11 Mayıs 1916 Van (44 bin 233 ölü), 11 Mayıs 1916 Malazgirt (20 bin ölü), 11 Mayıs 1916 Bitlis (12 ölü), 22 Mayıs 1916 Van (bin ölü), 22 Mayıs 1916 Köprüköy-Van (200 ölü), 22 Mayıs 1916 Van (15 bin ölü), 22 Mayıs 1916 Van (8 ölü), 22 Mayıs 1916 Van (8 bin ölü), 22 Mayıs 1916 Van (80 bin ölü), 22 Mayıs 1916 Van (15 bin ölü), 23 Mayıs 1916 Of (5 ölü), 23 Mayıs 1916 Trabzon (2 bin 86 ölü), 23 Mayıs 1916 Van (3 yüz ölü), 25 Mayıs 1916 Bayezid (14 bin ölü), Haziran 1916 Van-Abbasaga (14 ölü), Haziran 1916 Edremit-Vastan (15 bin ölü), 6 Haziran 1916 Satak-Serir (45 ölü), 6 Haziran 1916 Satak (bin 150 ölü), 7 Haziran 1916 Müküs-Serhan (121 ölü), 14 Ağustos 1916 Bitlis (311 ölü), 1919 Sarıkamış (9 ölü), 1919 Tiksin-Ağadeve (5 ölü), 1919 Nahçivan (4 bin ölü), 6 Ocak 1919 Zarusat (86 ölü), 21 Ocak 1919 Kilis (2 ölü), 22 Ocak 1919 Antep (1 ölü), 25 Ocak 1919 Kars (9 ölü), 26 Şubat 1919 Adana-Pozantı (4 ölü), 18 Mayıs 1919 Osmaniye (1 ölü), 13 Haziran 1919 Pasinler (3 ölü), 3 Haziran 1919 Iğdır (8 ölü), Temmuz 1919 Sarıkamış (803 ölü), Temmuz 1919 Kurudere (8 ölü), Temmuz 1919 Sarıkamış (695 ölü), 4 Temmuz 1919 Akçakale (180 ölü), 5 Temmuz 1919 Kağızman (4 ölü), 7 temmuz 1919 Kars-Göle (9 ölü), 8 Temmuz 1919 Mescitli (4 ölü), 8 Temmuz 1919 Gülyantepe (10 ölü), 9 Temmuz 1919 Kağızman (6 ölü), 9 Temmuz 1919 Kurudere (8 ölü), 11 Temmuz 1919 Mescitli (20 ölü), 19 Temmuz 1919 Bulaklı (2 ölü), 19 Temmuz 1919 Pasinler (2 ölü), 24 Temmuz 1919 Kars-Kağızman (9 ölü), Ağustos 1919 Muhtelif köyler (2 bin 502 ölü), 15 Ağustos 1919 Erzurum (153 ölü), 15 Ağustos 1919 Erzurum (426 ölü), Eylül 1919 Allahüekber (3 ölü), 9 Eylül 1919 Ünye (12 ölü), 14 Eylül 1919 Sarıkamış (2 ölü), Kasım 1919 Adana (4 ölü), 11 Kasım 1919 Kahramanmaraş (2 ölü), 6 Kasım 1919 Ulukışla (7 ölü), 7 Aralık 1919 Adana (4 ölü), 1920 Göle (600 ölü), 1920 Kars (3 bin 945 ölü), 1920 Haramivartan (138 ölü), 1920 Nahçivan (64 bin 408 ölü), 1920 Nahçivan (5 bin 307 ölü), Şubat 1920 Kars civari (561 ölü), 1 Şubat 1920 Zarusat (2 bin 150 ölü), 2 Şubat 1920 Suregel (bin 150 ölü), 10 Şubat 1920 Çildir (100 ölü), 28 Şubat 1920 Pozantı (40 ölü), 9 Mart 1920 Zarusat (400 ölü), 9 Mart 1920 Zarusat (120 ölü), 16 Mart 1920 Kağızman (720 ölü), 22 Mart 1920 Suregel-Zarusat (2 bin ölü), 6 Nisan 1920 Gümrü (500 ölü), 28 Nisan 1920 Kars (2 ölü), 5 Mayıs 1920 Kars (bin 774 ölü), 22 Mayıs 1920 Kars (10 ölü), 2 Temmuz 1920 Kars-Erzurum (408 ölü), 2 Temmuz 1920 Zengebasar (bin 500 ölü), 27 Temmuz 1920 Erzurum (69 ölü), Mayıs 1920 Kars-Erzurum (27 ölü), Agustos 1920 Oltu (650 ölü), Ağustos 1920 Kars-Erzurum (18 ölü), 15 Ekim 1920 Bayburt (bin 387 ölü), 20 Ekim 1920 Göle (100 ölü), 17 Ekim 1920 Pasinler (9 bin 287 ölü), 18 Ekim 1920 Tortum (3 bin 700 ölü), 19 Ekim 1920 Erzurum (8 bin 439 ölü), 26 Ekim 1920 Kars civarı (10 bin 693), Ekim 1920 Aşkale (889 ölü), 1 Aralık 1920 Kosor (69 ölü), 3 Aralık 1920 Göle (508 ölü), 4 Aralık 1920 Kosor (122 ölü), 4 Aralık 1920 Kars-Zeytun (28 ölü), 4 Aralık 1920 Sarıkamış (bin 975 ölü), 6 Aralık 1920 Göle (194 ölü), 7 Aralık 1920 Kars-Digor (14 bin 620 ölü), 14 Aralık 1920 Sarıkamış (5 bin 337 ölü), 29 Kasım 1920 Zarusat (bin 26 ölü), Aralık 1920 Erivan (192 ölü), 1921 Nahçivan (12 ölü), 1921 Bayburt (580 ölü), 1921 Arpaçay (148 ölü), 1921 Karakilise (6 bin ölü), 1921 Karakilise ( 6 bin ölü), Şubat 1921 Zenibasar (18 ölü), 21 Kasım 1921 Pasinler (53 ölü), 21 Kasım 1921 Erzurum (bin 215 ölü), 1918 Hınıs (870 ölü), 1918 Tercan (580 ölü), Mart 1922 Kahramanmaraş (4 ölü)". Mynet (İHA) Selçuk KARAGÖZ (Araştırmacı-Yazar) Kuvayı Milliye ve Kuvva-i Milliye Not: kuvvaimilliye.net adresinden alınmıştır.
-
(HYP)Halkın Yükselişi Paritisi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Fransız Ulusal Meclisi, “Ermeni soykırımının inkârını cezalandıran yasa tasarısını onayladı. Sonuçta Türk-Fransız ilişkilerinde onarılması çok güç bir yara açıldı. Daha da önemlisi 1787 Fransız İhtilali’nin dünyada yaktığı “özgürlük, hak ve eşitlik “ateşi de yara aldı. Fransa, bir avuç Ermeni oyu için 70 milyon Türk insanının nefret ve infialini kazanmıştır. Fransa Cezayir’de yaptığı soykırımı unutmuştur! Fransızlar 1830’ da Kuzey Afrika’yı işgalinde Cezayir’de yaptığı soykırım vahşetini ve kalanlara uyguladığı 'baskı ile eriterek yok etme süreci' ni (asimilasyon) unutmuş görünüyor. Bu; yıllarca sürdü. Halen Cezayir’de konuşulan ikinci ana dil Fransızca'dır. Ermenilerin Azerbaycan Hocalı’da yaptıkları katliam ise çok uzak bir tarih değildir. 26 Şubat 1992’ de 3.000 kişilik Hocalı nüfusunun 613’ ünü bir gecede hunharca katlettiler. Binlerce Azerî’yi yerlerinden, yurtlarından ettiler. Bugünden itibaren Türkiye - Fransa ilişkileri asla eskisi gibi olmayacaktır. Türk halkı Fransa’nın almış olduğu bu haksız kararı gelecek nesillere de aktaracak ve tarih boyunca unutulmamasını sağlayacaktır. Fransa’da kabul edilen “inkâr yasası “ bireysel özgürlüklere ve düşünce özgürlüğüne bugüne kadar vurulmuş olan en ağır darbedir. Fransız ve Ermeni halkları da Fransız Ulusal Meclisi’nde alınmış olan bu haksız, mesnetsiz ve ****** kararı alınlarında bir utanç lekesi olarak taşıyacaklardır. Türk halkı burada kazanmıştır. Tarihinde bir tek soykırım vakası olmayan Türkiye Cumhuriyeti ilelebet onurlu, gururlu ve tertemiz yaşayacaktır. Tarih saklanamaz, tarihî gerçeklerin üstü örtülemez! Tarih kendisinde yapılan bu tahribatı affetmeyecektir! Bu yara sonsuza kadar kapanmayacaktır! Türk milleti salt çıkar amaçlı alınmış olan bu kararı nefret ve şiddetle kınamaktadır! *** Burada yazar (!) Orhan Pamuk’ un aynı günde Nobel Edebiyat Ödülü’nü alması da düşündürücüdür. Pamuk’un bir İsviçre Gazetesi’ne söylemiş olduğu “Ermeni soykırımı vardır” sözleri burada ödüllendirilmiş olmaktadır. Orhan Pamuk ülkesini ve Türklüğü aşağılamasının karşılığında “Nobel Edebiyat Ödülü”’ne layık görülmüştür. Keşke o sözleri söylemeden bu ödülü almış olsaydı... Orhan Pamuk, kendisini Orhan Pamuk yapan Türk halkına ihanet etmiştir. Dünya çapındaki bir Attila İlhan acaba neden Nobel Edebiyat Ödülü alamamıştır? *** Fransa olayı bize ders olmalıdır. Türkiye çağdaş, modern, kendi kendisine yetebilen güçlü bir ülke olabilmek için tüm olanaklarını seferber etmelidir. Tüketen değil üreten bir Türkiye olmalıdır. IMF, ABD ve AB boyunduruğundan kurtulmanın yollarını aramalıdır. Süratle kendisini ekonomik bağımsızlığa kavuşturacak bir maliye politikası izlemenin yollarını aramalıdır. Türk halkı cömerttir. İkinci bir Tekâlif-i Milliye (Atatürk’ün ordunun ihtiyacını karşılamak ve Sakarya Savaşı’na hazırlamak için halktan yardım istemek amacıyla oluşturduğu emirler) zamanı gelmiştir. Terör sorununu “genel koordinatör” atayarak değil geçmişte olduğu gibi bizzat kendisi çözümlemelidir. Bunun içinde tarihten gelen haklarına dayanarak K.Irak’a girmelidir. Dış politikasını süratle, “güvensizlik” üzerine oturtacak politikalar izleme kararı almalıdır. Ayasofya’yı derhal ibadete açmalıdır. Avrupa Birliği müracaatını dondurmalıdır. Gümrük Birliği’ni askıya almalıdır. *** Sözde soykırımı inkâr yasası çıkartanların ve onları destekleyenlerin geriye doğru dönüp bakmalarını ve kendi tarihlerini hatırlamalarını öneririz, eğer hatırlamazlarsa hatırlatmak bizim vicdanî görevimizdir. İşte medenî dünyanın ve özellikle Batı’nın soykırımlar ile süslenmiş geçmiş ve yakın tarihinden örnekler: (Birleşmiş Miletler raporlarından alınmıştır) 20. Yüzyıldaki Etnik ve Kültürel Soykırımlar : 1- Jozef Stalin (SSCB, 1934–39) 13.000.000 mülteci–100 binlerce ölü. 2- Adolf Hitler (Almanya, 1939–1945) 12.000.000 mülteci kamplarda 2 milyon ölü-kayıp. 3- Mao Tze Dong (Çin, 1966–1969) 11.000.000 kişiye kültürel asimilasyon-toplama Kamplarında sayısı belli olmayan kayıplar. 4- İspanyol ve Amerikalı Kâşifler (1492–1800) 7.972.000 ölü- kayıp. 5- Hideki Tojo (Japonya, 1941–1944) 5.000.000 ölü-kayıp 6- Pol Pot (Kamboçya, 1975–1979) 1.700.000 ölü. 7- Kim Il Sung (Kuzey Kore, 1948–1994) 1.600,000 mülteci ve toplama kamplarında ölü- kayıp. 8- Menghitsu (Etopya, 1975–1978) 1.500.000 ölü-kayıp. 9- Charles De Gaulle (Cezayir, 1954–1962) 1.000.000 ölü-kayıp. 10- Yakubu Gowon (Biafra, 1967–1970) 1.000.000 ölü-kayıp. 11- Leonid Brezhnev (Afganistan, 1979–1982) 900.000 ölü-kayıp. 12- Jean Kambanda (Ruanda, 1994) 800,000 ölü-kayıp. 13- İngiliz Krallığı (Avustralya, 1849–1938) 719,000 ölü-kayıp, 100 bin mülteci. 14- Suharto (Doğu Timor,1976–98) 600.000 ölü-kayıp. 15- Saddam Hüseyin (Iran, Kuzey Irak 1980–1990) 600.000 ölü-kayıp. 16- Yahya Khan (Pakistan,1971,Bangladeş, 1990) 500.000 ölü- kayıp. 17- Savimbi (Angola, 1975–2002) 400.000 ölü-kayıp. 18- Molla Ömer - Taliban (Afganistan, 1986–2001) 400.000 ölü- kayıp. 19- Idi Amin (Uganda, 1969–1979) 300.000 ölü-kayıp. 20- B.Mussolini (Etiyopya, Yugoslavya 1936) 300.000 ölü-kayıp. 21- Danimarka (Danimarka 1945) 250.000 Alman Mülteci ölüme terk edildi. 22- Mobutu Sese Seko Zaire, 1965–1997) 250.000 ölü-kayıp, 200 bin mülteci. 23- Charles Taylor (Liberya, 1989–1996) 220.000 ölü-kayıp. 24- Foday Sankoh (Sierra Leone, 1991–2000) 200.000 ölü-kayıp. 25- Amerika (Almanya Dresden,1943–1945) 200.000 sivil ölü (Dresden'e sığınan siviller). 26- S. Milosevic (Yugoslavya,1992–96) 180.000 ölü-kayıp. 27- Michel Micombero (Burundi, 1972) 150.000 ölü-kayıp. 28- Amerika (Hiroşima-Nagazaki 1944) 135.000 ölü (atom bombası). 29- Almanya (Namibya 1891) 117.000 ölü-kayıp, 15 bin mülteci. 30- Hassan Turabi (Sudan, 1989–1999) 100.000 ölü-kayıp. 31- Richard Nixon (Vietnam, 1969–1974) 70.000 ölü-kayıp. 32- Papa Doc Duvalier (Haiti, 1957–1971) 60.000 ölü-kayıp. 33- Marcos (Filipinler) 50.000 ölü-kayıp 34- Hissene Habre (Çad, 1982–1990) 40.000 ölü-kayıp. 35- Vladimir Ilich Lenin (Rusya, 1917–1920) 30.000 muhalif infaz edildi. 36- Francisco Franco (İspanya) 30.000 muhalif infaz edildi. 37- Lyndon Johnson (Vietnam, 1963–1968) 30.000 ölü-kayıp. 38- Hafız Esad (Suriye 1980–2000) 25.000 ölü-kayıp. 39- Khomeini (Iran, 1979–1989) 20.000 ölü-kayıp. 40- Eski Yugoslavya (1995 Bosna-Hersek) 15 ölü, 7500 kayıp, 45 bin mülteci. 41- Paul Koroma (Sierra Leone, 1997) 6.000 ölü-kayıp. 42- Usama bin Ladin (Dünya çapında,1991–2001) 4.000 ölü-kayıp. 43- Augusto Pinochet (Chile, 1973) 3.000 ölü-kayıp. 44- Efrain Rios Montt (Guatemala) 2.000 ölü-kayıp. 45- Sierra Leone 80.000 mülteci, kayıp rakamı belli değil. 46- Kıbrıs Cumhuriyeti (1912–1974) 25,000 sivil mülteci, 1000'ni aşkın ölü, 100 İngiliz ölü. 47- Yunanistan (Bati Trakya,1923–1990) 400.000 mülteci evlerini terk etti. 48- Bulgaristan (1970–1989) 360.000 mülteci kültürel asimilasyon sonucu evlerini terk etti, 1000 kişi toplama kamplarına alındı. 49- Norveç (1920–1930) Tatar göçmenleri kısırlaştırma ve toplama kamplarında izole etme. 50- ABD –Felluce (2004) ... *** Türk’ün binlerce yıllık tarihi, onur, şeref ve zaferlerle doludur. Alnı açık, yüzü paktır. Tarihi ile de barışıktır. Aksini iddia edenler gerçeğin tokadını elbette yüzlerine yiyeceklerdir. Ancak bu utancı asla tarihlerinden silemeyeceklerdir. N E M U T L U T Ü R K Ü M D İ Y E N E ! Tülay Hergünlü HYP (Halkın Yükselişi Partisi) Gn.Bşk.Yrd.