Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

adrenalin

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    821
  • Katılım

  • Son Ziyaret

adrenalin tarafından postalanan herşey

  1. €L€KTRO_777.... 220 volt.... :D
  2. bu mastikayıda bilmez şimdi...
  3. gereksiz bir başlık olmuş... kolay gele...
  4. KERWANE.... :D
  5. kerwane beni öldürür be martı.... iyi hatırlattın dur açayım...
  6. bi sevgi pıtırcığı olamadık ya şu hayatta yanarımda ona yanarım...... neyse ben vakana diye bi arkadaş var,onu severim.... sona eylülü,caviti,sarayı,nikoyu,madeyi,erbayı,akını,bercesteyi... severim...sayarım...
  7. ben çocukken "evden kaçmaca" oynardım... hemde ilk fırsatta.... karanlık çökünce çok korkar ve her gece geri dönerdim... eğer dönmezsem dört adet amcamda oyuna dahil olurdu vede sevmedikleri bir oyunduki hep suratları asık olurdu....
  8. Çocuğu için telaşlanmayı hayatının biricik meşguliyeti haline getirmiş olan anne, sesinde çelimsiz bir kuşun ürkekliğiyle soruyor: “Bugüne kadar ona hep insanlara iyi davranmayı bir erdem olarak öğrettik. Görüyorum ki bu bilgi onu hayatta geri düşürüyor, daha fazla ezilmesine yol açıyor. Yanlış mı yaptık?” Psikiyatri uzmanı bir meslektaşımla St. Exupery’nin kitap ve özlü sözlerinden konuşuyoruz. “Bütün kitaplarını döne döne okudum” diyor, “Ama ondan aldığım düsturlar beni hayat karşısında savunmasız bıraktı.” Katı olan her şey buharlaşıyor. Yırtıcılığın, hodbinliğin, bencilliğin öne çıktığı ve bildik erdemlerin değer kaybına uğradığı bir gösteri çağında yaşıyoruz. Zamanımızın gözetim toplumu, seyretmeye ve seyredilmeye her şeyden daha fazla önem veriyor. Yeni yetmeler, ergenler hayatı sanki karşılarında “hayali izleyiciler” varmış gibi yaşar, dışarıdaki dünya tarafından sürekli izlendiklerini düşünürler. İmgenin arsız saltanatı artık bütün bir toplumu böyle yaşamaya zorluyor. Herkesin gösterecek ve görünecek bir şeyi var: Kimileri bedenleriyle, ilişkileriyle, sahip olduklarıyla, kimileri de sahip olamadıklarıyla yani acılarıyla, yoksulluklarıyla, şaşkınlıklarıyla ekrandalar. Kapitalizm önce arzuyu üretiyor sonra sattığı mallarla onu doyuruyor. Şehirlerde katedral ve caminin merkezi yerini artık ticaret kuleleri aldı. Şehre yaklaşanlar mabetlerin gölgesiyle değil paranın kibriyle selamlaşıyor önce. Modern kültür gençliğe, genç tarz-ı hayat kalıplarına çok fazla vurgu yapıyor. Yaş ve yaşın getirdiği bilgelik artık geçer akçe değil. Bütün bir toplum çocuksulaşma eğilimine giriyor, eğlence programlarının karşısında göbek atıyor, ergenlerin tüketim kalıplarını benimsiyor ve onlar gibi ben merkezci yaşamaya başlıyor. “Bana! Önce bana! Sadece bana! Hep bana!” diyen ve dünyanın sadece kendi çevrelerinde döndüğünü düşünen, büyümemiş, ıstırapla sınanmamış, ağrıyı ve acıyı gördüğü yerde hayalet görmüş gibi kaçan bir insan kuşağı dünyayı istila ediyor. İnternet ve mobil telefonlar gibi hız ve akışkanlık sağlayan, bunun ötesinde fiziksel dünyanın sınırlamalarını kaldıran yeni teknolojik dinamikler toplumu adeta yeniden biçimlendiriyor. Bu teknolojilerle kişisel mekânımız daralıyor (bir telefonun ne zaman çalacağını kim bilebilir!), yarattıkları müptelalık ve sundukları eğlence seçenekleriyle de zamana tasarrufumuz azalıyor. Bir önceki kuşağa hayatın anlamıyla ilgili sorular sordurtan deneyim ve yaşantılar bu yeni gençlik kültü içinde değer kaybediyor. Geçmişin ve geleceğin bir önemi yok. Artık sadece burada ve bu anda yaşıyoruz. Niçin istediğimiz değil ne istediğimiz önemli ve bunun hemen yerine getirilmesi gerek, yoksa sıkıntıdan patlarız. Beyinlerimiz çoktan bilgisayar oyunlarının hızına ayarlı, hayat ve insanlar daha hızlı akmalı, her şey hızla zaplanabilir bir akışkanlıkta olmalı, sûretler hızla değişmeli. Çabuk tatmine ayarlı yeni kuşak hayatı fast-food tarzında tüketiyor. Belleği dikkate almayan, bilgiden ve bilgelikten mahrum bir ergen kültürü, bütün bir toplumu inhisarına alıyor. “Tek hakikat hazdır” diyor bu yeni gençlik kültürü, ve “hiçbir şey için beklemeye değmez, hiçbir şeye katlanmaya değmez.” Erich Fromm “her toplum ihtiyaç duyduğu karakteri üretir” demişti. Savaş sonrası kapitalizmi de nevrotik karakterini üretmişti, bu karakter kendi sahici duygularına ve hakikate yabancılaşarak pazar ekonomisine uyum sağlayan bir türdü. Bu pazarlama karakteri için her şey bir mala dönüştürülebilirdi, sadece eşya değil kişinin bizatihi kendisi de -bütün becerileri, duyguları, bilgisi, enerjisi ve hatta gülümsemesiyle- bir mal haline getirilebilirdi. Bu insanlardan içten bir ilgi beklemek safdillik olurdu, çünkü bencillerdi ve gerek kendi aralarında gerekse de başkalarıyla kurdukları ilişki çok sığdı. Küresel kapitalizm bu pazarlama karakterlerine çokça ihtiyaç duyuyor ve onları üretiyor. Bir “bencillik çağı”nda yaşıyoruz, doğruluk ve meşruiyeti kabul görmüş ahlâk kaideleri değil kendi ihtiyaçlarımızın şiddeti belirliyor. “Bir şeyi ben çok istiyorsam o olmalıdır ve doğrudur” diyoruz. “Benlik kültü”nü kutsayan ve başarıyı sadece maddi ifadeler içinde anlamlandıran bir ticari ahlâk, insanı önceleyen bir ahlâkla kıyaslandığında daha az sevgi üretiyor. İnsanlar arasında dayanışmayı çoğaltmak, beklenebileceği gibi, kapitalizmin yapması gerekenler arasında anılmıyor. Kameranın modern hakimiyeti ve imgenin dile göre daha önemli sayılması, şeylerin anlamından çok görünüşüne dikkat etmemize yol açıyor. Görüntü ve imge, özü önceliyor. Narsisistik kişilik bozukluğunun temel tanı ölçütlerinden birisi olan, başka insanları kendi çıkarları için istismar etme davranışı, günümüz toplumunda kınanmak bir yana, övülüyor. Ekonomik sistemin özünde, başka insanları bir ürünü almaya ikna eden kişileri ödüllendirmek yatıyor. Şirketlerin dünyasında başarmak; sadâkat, adanmışlık, bütünlük ve samimiyet gibi değerlerden daha önemli hale geliyor. Narsisizm, “modern zamanların Protestan etiği” olarak küresel yaygınlık kazanıyor. Elektronik medya yüzeysel imgelere yaslanıyor, öz ve derinlik yok sayılıyor. Batı ülkelerinde bugün yaşlıların % 80’i çocuklarından ayrı yaşıyor, oysa bu oran bir yüzyıl öncesinde % 25’ti. Ölümden, yaşlılıktan, hastalıktan, acıdan tiksinen ve hep genç, her daim güzel ve her an hareket halinde olmak isteyen bir narsisistik insan tipi, küresel rüzgarlarla, metastaz yapan kanserli doku misali dünyaya yayılıyor. Bu tip dünyaya yayıldıkça merhamet, dayanışma ve erdem hayatlarımızdan çekiliyor. Güvenli bir sığınak olan ailenin çözülmesi, anne babanın işyerlerinde geçirdikleri uzun ve yorucu saatlerden sonra çocuklarına yeterli düzeyde eşduyum gösterememeleri, geleneksel toplumun ve siyasi ideallerin yetersizliği, politika ve edebiyattaki şüpheciliğin artması gibi bir dizi durum narsisistik kişilik bozukluğunun artan yaygınlığı ile ilişkilendiriliyor. Bu kişiliğin başat özelliklerinden birisi olan haset duygusu, modern reklamcılığın marifetiyle azgın bir ejderhaya dönüşüyor. Rekabet kültüründe ötekinin mutluluğu benim mutsuzluğum, ötekinin başarısı benim başarısızlığım oluyor. Narsisistik kişiliğin temel özelliklerinden birisi eşduyum yeteneği gösteremiyor oluşu, karşısındaki insanın duygularını anlamakta ve yorumlamakta gösterdiği yoksunluk. Yalnızca kendisi için yaşayan, diğer insanlara sadece kendisini yüceltsin ve övsünler diye değer veren ve istediğini aldıktan sonra bir kâğıt mendil gibi onları bir kenara atan, cinselliği aşksız ve nezaketsiz, insan ilişkileri sığ, sevebilmekten âciz bir kişilik. Zamanımızın bir kahramanı. Yaşadığımız çağda bu tarz bir kişiliğin uyum gücü yüksek, zira kendisini göstermek için iş hayatında çok başarılı olmak ister ve olur da. Gösteri dünyasına bakın, kendilerine yönelmiş kameralarla sarhoş olmuş, “ufak dağları ben yarattım” havasında, ülke için ürettiği en ufak bir değer olmayan, çok sayıda besleme narsisistle karşılaşacaksınız. Yahut şirketler dünyasının lider profiline bakın, siyasete bakın, spor dünyasına bakın. Mahremiyet yerini laubaliliğe, aşk yerini duygusuz cinselliğe bırakıyor. Narsisistik klon bütün dünyaya yayılırken biz de hakkın gücüne değil gücün hakkına inanmaya başlıyoruz. Ruhları ele geçiren bir istila karşısındayız ve elimizde savaşmak için kadim insanlık değerlerinden başka bir silah yok. Toza karşı toz, kibre karşı tevazu, sığlığa karşı derinlik, bencilliğe karşı diğerkâmlık, hasede karşı dayanışma, hıza karşı yavaşlık, yalnızlığa karşı yârenlik, som akla karşı gönül. Bir toplumda gönlün şarkılarını söyleyenler varsa narsisizm hastalığı burçları aşıp orada otağ kuramaz. “Tarab benim, ben tarabım” diyor büyük şair, iş mutribin sesini duyacak kulak olmakta! PUSULA HABER..
  9. sizde hemen bozanı yanlış anlıyorsunuz... bakınız işte;sahilde yürüyüşü engellenenlerin özgürlüğünden bahsediyor sevgili bozan.... :D
  10. tam yerinde bir tespit... bende seni tanıdığıma çok memnun oldum... hayallerini bir an önce gerçekleştirmeni dilerim...sevgiler bizden..
  11. Aşk Yalandır Artık… Bütün işaretler bunu gösteriyor… Bu şehir “yalandan sevgilerin” mezarlığı; “aşk”, mahkeme kapılarında sürüm, sürüm sürünen bir mezbelelik… Her yerden haberler geliyor. Aşk bitti, aşk bitti diye. "Ben aşka aşığım abicim", şeklinde ağzından yalan akıtan türlü cinslerden şehir hokkabazlarını bir kenara bırakırsak etraftaki bütün gerçek fısıltılar aynı şeyi söylüyor: Kadınlar vampir oldu, erkekler Drakula… İnce belli Leylalar, bir yamyam; dağ delici Mecnunlar bir tokatçı kıvamındadır artık... Kadınların kurtuluşuyla birlikte insan olmaya yükseleceğiz derken, en erkeksi dangalaklığı taklit etmeyi özgürlük diye başına geçiren (post feminist) hanım kızlar sonunda kafayı sıyırdılar. Onlar içiyor, ben de içerim, onlar önüne geleni götürüyor, ben de götürürüm, onların ağzı bozuk, benim de bozuk. Süper bir özgürlük durumu. Şehirdeki en ahmak erkek kadar ahmak olabilmeliyim! Seks on the City’deki kadınlar kadar götürücü olmalıyım. Ama aşk tabii ki olsun! Ben çocuk yapmak için bir erkek bulurum, bir ev tutarız, kapısına da bu evde aşk vardır yazarız, hem çocuk büyütürüz hem de… Sonra gelsin bıçaklar, gitsin mahkemeler, gelsin yalnızlıklar, gitsin cinayetler... Yorgunuz, çok yorgunuz. Tenler, metropolün seksüel uzmanlarınca parlatılsa da, siz biliyorsunuz, ben biliyorum, gezegen biliyor: Ruhlar yorulmuştur, ruhlar gitgide dibe çökmektedir, ruhlar pis kokmaktadır. Ruhumuzu çekip aldılar ve yerine Bir tür matematik koydular: Gen bencildir! Ruhlar, ideal ve büyük ne varsa, erdem denen ne varsa, oh be insan olmak ne güzel dedirtecek ne varsa ondan vazgeçmiştir çoktan. Şefkat, sevgi, merhamet, demode siyah beyaz filmlerde kalmış bir geçmişi temsil ediyor. “Kıyakçının sonu ayakçılıktır”, şehrin bütün sokaklarında duvar yazısıdır artık. “Parasız adam lüzumsuz adamdır” lafı bir tür istiklal marşı... Birini teklifsiz ve bütünüyle sevmek, onun sevgisinde kendini kaybetmek, aşk için ölmek gibi durumlar da aptallık olarak geçti çoktandır sözlüklere. “Aşkım, aşkım”, bir sit-com muydu neydi, hatırlayan var mı? Ya da menfaatlerinizin bodrumundan böceklenmemiş bir sevgi çıkarabilir misiniz bana bu hayattan? Gidin ve “metroseksüeller”e sorun, o şanslı şehir prenslerine sorun, terapistlere ne kadar para veriyorlar, haplarla, psikotroplarla araları nasıl? Gidin ve sorun, o görkemli gece güzellerine sorun, valiumlar kaç draje, zanaxlar ne hesap, ekstacy'ler kuşlu mu? Kim memnun hayatından? Birazcık midesi olan kimse mutlu değil. Çünkü dışarıda savaş var. Çünkü dışarıdaki ölümüne yarış düşeni tanımıyor. Haberlerin hiç acıması yok, gelmeye devam ediyor: “Sinemanın ve de tiyatronun az sayıdaki hakiki yeteneklerinden biri olan Adam ile süre önce boşandığı eşi şarkıcı Kadın iki yaşlarındaki kızlarının velayetini almak için mahkemeye başvurmuşlar ve sonuçta Adam, yani baba davayı kazanmıştır. Adam, ‘Bu davanın sonucu, kendini özgürlük, heyecan uğruna çocuğunu terk edip gidebilen kadın tipine mahkeme tarafından verilmiş çok iyi bir cevaptır. Artık, bu tip kadınlar ve onların mutsuz, tatminsiz, hayatlarından uzak, kızımla mutlu, başarılı bir hayat yaşayacağım.’ dedi” Lafa bak: Mutsuz ve tatminsiz!... Mutsuz ve tatminsiz olmayan bir kişi göster sokakta desen kim gösterebilir, her tarafta, “tatmin olma daha çok iste” diye bağıran bir cesetler korosu varken? Yani bir takım yazarlar işsiz kalacak diye korkmadan konuşmalıyız: Aşk, aşk diye büyük iç geçirişlerle söze dökülen şey bir yalandır. Onların bahsettiği aşk yalandır… Gazetelere, televole-vizyonlara, yani hayatımıza, ancak bitiş öyküleriyle manşet olan ve sadece Pazar Ekleri’nde yazar-kasaların adam diye halka yutturulması için planlanan bir yutturmacadır aşk. Janjanlı bir kelimedir… Haber, şehrin en büyük yenilgi üreticisidir, her haberde yeniliyoruz birlikte: Bir aşk bitiyorsa orada haber vardır tabii. Haber, seri katillere dönüşen aşıkların üstüne atlar… Haber çocuğun kimde kalması gerektiği üzerine konuşur, tahlil yapar ve yargılar. Sonuç, aşkın çirkef kuyusuna tam olarak batmasıdır. Böyle olur. Böyle oluyor… “5 yıl önce evine yapılan baskında uyuşturucudan dolayı gözaltına alınmıştı. Ama pişmandı… Bir kaç gün önce ünlülere kokain pazarlayan çetenin ifadesi nedeniyle gözaltına alınan kadın, çocuğunu kendisine göstermeyen Adam’ın adını polise verdi. Kokain kullandığı iddiasıyla gözaltına alınan şarkıcının ifadesiyle gözaltına alınan eski eşi ise uyuşturucu kullandığını itiraf etti. ‘Evde yalnızken arada bir esrar içiyorum. Ama hiç kokain ve eroin kullanmadım. Eski karım beni çocuğumuzun velayetini alabilmek için ihbar etti’ dedi. Adamın evinde 10 gram esrar ele geçirildi.” Aşıklardan biri eski aşığını polise ihbar ediyor, diğeri maşuk’unu mahkeme kapılarında basına ihbar ediyor, ortada bir çocuk sallanıp duruyor, başı dönüyor aşkın meyvesinin bu “aşk”tan… Son haber gelir: “Kadın, acılı bir hayattan gelmişti, parçalanmış bir ailenin çocuğuydu, önce kısa süreli bir evlilik yaptı, bir çocuğu oldu. Daha sonra şöhretle değişen yaşamına rağmen kendini toparlayabilmesi mümkün olmadı. Şöhret geldiği gibi aynı hızla yaşamından uzaklaştı. Bu arada evlendi, kızı oldu, ama hayata tutunabilmesi için bunlar da yeterli olmadı. Eşinden ayrıldı, çocuğunu göremedi, beş parasız kaldı.” Büyük Aşk’ın finaliyse şöyledir: Eski koca gözaltına alınınca eski eş gider, adamın evinden çocuğu kaçırır, büyük tantanalar çıkar, çocuğu sonunda babasına geri verir ama gözleri parlamaktadır. Ve konuşur: “Gözlerime bak, parlıyor, intikamımı aldım, mutluyum!”... Boş, jelatin ve insan sağlığına zararlı bir zımbırtıdır artık aşk. Aşk, ruhunu sistemin hortumbank’ına kaptırmış dalaverecinin son numarasıdır. Aşk üzerine konuşan tecavüzcüler miyiz biz? İçimizde bir güzellik var, uzak, derin bir köşesinde içimizin. Onun için de bir katil kadar yaralıyız. Bizim kadar bencil, bizim kadar kindar, bizim kadar faydacı olmasın istiyoruz aşk. Bu fosseptik kuyusunda, inanacağımız bir ışık kalsın, bir kurtuluş ümidi kalsın istiyoruz. Yarış altları gibi hazırlandığımız köpek dövüşünde, ağzımızda kan ve rakibimizden koparttığımız et parçasıyla mutlu bir gelecek projesi olarak aşk, sihirli ve saf ve temiz bir sığınak olarak bizi bir yerlerde beklesin istiyoruz. Cuma namazlarını hiç kaçırmayan bir işkencecinin inancıyla, aşk gezegenine giden hayal arabasına, iki kişilik birinci sınıf rezervasyon yaptırmak istiyoruz. Olmuyor tabii. Biz ne kadar rezalet bir durumdaysak aşklar da o durumda çünkü. Birbirinin etini yiyen “aşıkların” öyküsüdür aslında bizim öykümüz. Birilerinin mahremiyeti medyaya düştüğü için konuşuluyor, ya biz, “aşkları” henüz medyaya düşmemiş mutsuz çoğunluk? Ya biz? Biz kendi durumumuza bakalım. Etrafımızdaki bütün aşklar şu ya da bu şekilde böyle sonlanmıyor mu? Yalan aşklar zamanında, öldüren sevgiler zamanında, intikamcı aşklar zamanında, “aşksız” bir zamanda yaşamıyor muyuz? Çünkü kasadan fiş alarak sürdürebileceğimiz bir hayattayız. Ve aşıkları izliyoruz. Hevesle aşıkları izliyoruz. Onları, televizyon şovlarında ayrıldıkları karılarını tokatlarken, bıraktıkları eski kocalarını muhabbet tellallığı ile suçlarken izliyoruz. Hevesle…. En çok aldatmış, en çok “indirmiş” olmanın erkeklik, en sarışın ve en yamyam olmanın kadınlık olarak anlaşıldığı bir uzayda aşk, olsa, olsa narkotiğe kocanı ihbar ettiğin anda içini rahatlatan bir oh olsundur o kadar… Ama aşk bitmişmiş, yok neler olmuşmuş, haklı tarafları varmış, falanmış, filanmış, hepsi yalan. Açıp sözlüklere bakmanızı öneriyorum. Öyle TDK, şu, bu sözlüklere değil, kalbinizdeki sözlüğe bakmanızı öneriyorum. Aşk, böyle bir sabun köpüğü gibi bir şey mi ki, ardından önüne “eski” kelimesini takar takmaz birbirimize keskin kılıçlarla saldırıyoruz. Aşkımızı banyoda bıçaklıyoruz, onun en değer verdiği şeyi mahvetmek için kıçımızı yırtıyoruz. Açık konuşalım gazeteler, dergiler, televizyon bize, birbirini öldürmek için silahçı dükkanlarına tezgahtar olan aşıkları anlatıyor dümdüz. Açık konuşalım: Çok yaralı çocuklarız ve birbirimize can havliyle “ihtiyaç için” koşuyoruz. İhtiyacımıza “aşk” adını takarak yapıyoruz fakat bunu. Çocukluğumuzu yeniden, ama bu kez sevgiden patlamış ve güneşli bir mutluluk içinde yaşamak istiyoruz çünkü. Ama içimizdeki o yalnız çocuk bir kere daha hayal kırıklığına uğrayınca… Tavan arasına sakladığı o paslı kasap bıçağını çıkarıp… CEM SANCAR..
  12. toprak... mutluluklar dilerim..
  13. CİNAYET CİNAYETTİR Tüm Askerlere Açık Mektup Tom Mann (1918) Bu yazı Britanyalı sendikalist Tom Mann tarafından Birinci Dünya Savaşı sırasında yazılmıştır. Bu yazı yüzünden 6 ay hapis yatmıştır. Arkadaşlar! Yoldaşlar! Kardeşler! SİZ artık Ordu'dasınız. Ve BİZ de. SİZ, Yıkım Ordusunda. BİZ, Sanayi'de veya İnşaat ordusunda. Biz madende, değirmende, demirci atölyesinde veya limanda çalışıyoruz; insanların yaşamalarını mümkün kılan tüm malları, giysileri, maddeleri vb.'ini üretiyor ve dağıtıyoruz. SİZ EMEKÇİ İNSANLARIN OĞULLARI. SİZİN BABALARINIZIN, ANNELERİNİZİN, ERKEK KARDEŞLERİNİZİN, KIZ KARDEŞLERİNİZİN nasibi de olan KENDİ nasibimiz için BİZ Mücadele ederken, SİZ subaylarınız tarafından BİZİ ÖLDÜRMEK için çağırılıyorsunuz. YAPMAYIN BUNU! Hep süregelenin nasıl olduğunu biliyorsunuz. Biz durabildiğimiz kadarıyla karşı duruyoruz. Sonra bizim (ve sizin) sorumsuz Erkek Kardeşlerimizden ya da Kız Kardeşlerimizden birisi, sevdiklerinin sefaleti ve açlığını görerek ve düşünerek kızıyor; [ve] mülkiyet üzerinde bir suç işliyor. Hemen akabinde SİZE Bizi ÖLDÜRME emri veriliyor. DELİKANLILAR, ... YAPMAYIN BUNU! [Kutsal] Kitap "ÖLDÜRMEYECEKSİN" der. BUNU UNUTMA! [Kitap] size "üstünüzde üniforma olmadıkça" [öldürmeyeceksin] demiyor. Hayır! İster kızgınlık ateşi ile sevdiği bir kişiye karşı yapılmış olsun, isterse bir asker tarafından tüfekle yapılmış olsun; CİNAYET CİNAYETTİR! DELİKANLILAR, ... YAPMAYIN BUNU! ARKADAŞLAR HAREKETE GEÇİN! KARDEŞLER HAREKETE GEÇİN! İNSANOĞULLARI HAREKETE GEÇİN! Mülkiyet tekrar yerine konabilir!. İnsan hayatı ise asla. Size sahip olan ve emir veren Aylak Zengin Sınıf, bize de sahiptir ve bize de emir veriyor. Onlar ve onların arkadaşları, Yeryüzü topraklarına ve yaşam araçlarına sahipler. SİZ DEĞİLSİNİZ. BİZ DEĞİLİZ. BİZ tekmeyi attığımızda, SİZE bizi ÖLDÜRME emri veriliyor. Siz tekmeyi attığınızda, askeri mahkemeye ve hücrelere gidiyorsunuz. SİZİN kavganız BİZİM kavgamızdır. Birbirimize KARŞI savaşacağımıza, BİZ birbirimizle biraraya gelerek BERABER savaşmalıyız. BİZİM rahmimizden, BİZİM yaşamımızdan, BİZİM evlerimizden; Siz geldiniz. EFENDİ SINIFIN gönüllü aletleri olmaya devam ederek; EBEVEYNLERİNİZİN, SINIFINIZIN yüzünü kızartmayın. Siz, Bizim gibi, KÖLE SINIF'tansınız. BİZ yükseldiğimizde, SİZ yükselirsiniz; BİZ düştüğümüzde, belki de sizin kurşunlarınızla. Siz de düşersiniz. Verimli vadileri ve engebeli tepeleri ile, maden kaynakları ile, denizi ile; Yeryüzü bize çağların bıraktığı bir miras. SİZ hiç şüphesiz ki yoksulluk yüzünden Ordu'ya katıldınız. BİZ yoksulluğUMUZ yüzünden, AĞIR işlerde ufak ücretlerle uzun saatler boyunca çalışıyoruz. Ve hem SİZİN, hem de BİZİM yoksulluğumuzun sebebi ise, tüm kaynaklarıyla Yeryüzü'nün sadece birkaç kişiye ait olmasıdır. Yeryüzü'ne sahip olan Bu birkaç kişi, BİZİM işlerimizin de sahibidirler. BİZİM işlerimize sahip olarak, onlar bizzat YAŞAMLARIMIZA sahip oluyorlar. Yoldaşlar, BİZ boşu boşuna mı çağrıldık? Enine boyuna düşünün, ve artık KIZ KARDEŞLERİNİZİ VE ERKEK KARDEŞLERİNİZİ ÖLDÜRMEYİ reddedin. İŞÇİLER ve YOKSULLAR için, DÜNYA'yı geri almamızda Bize yardım edin. dünya tarihinin en büyük soykırımlarından birinin bütün dünyanın gözlerine baka baka gerçekleştirildiği şu günlerde yıllar önce okuduğum ve o zaman üstünde fazlaca düşünmediğim bu yazı şimdi daha anlamlı sanki.....
  14. valla benim en sevdiğim nik.. VAKANA...
  15. hadis falanda değil ama şunu okuyunca aklıma geldi..pekde severim.. "fikrin neyse,zikrinde odur.."
  16. her kafam bozulduğunda,kafamı dahada bozan; bu sabahların bir anlamı olmalı...VEGA son ses ama..
  17. Önce verdiğim şu linkteki haberi okuyun lütfen...... HÜRRİYET GAZETESİ HABER yola çıkacağımı iki gün önce yazmıştım foruma.... böyle bir şahitlik yaşayacağıma,çıkmasaydım daha iyiydi sanırım...dün gece yukarıda bahsedilen kazadaki araba ile nerdeyse aynı saatlerde denizliden yola çıktık..daha sonra dikkatimi bir şey çekmişti çok hızlı ve dikkatsizdi vede onu en az onun kadar dikkatsiz bir şekilde izleyen bir araba daha vardı;32 plakalı bir bora...iki araba çıkılmıştı galiba yola.. sık sık arka arkaya gelmiştik vede dikkatimi çeken bir şey vardı;her sollama yaptığında sollanan arabaya bakan "kaza yapan arabadaki"çocuklar...şimdi hayatta olmayan çocuklar.. yine tehlikeli bir şekilde benden yol istediğinde yanımdaki arkadaşım şunu demişti.. -----n başımıza bela olacaklar bırak geçsinler.. ileride kırmızı ışıkta pikabı kullananla yanyana geldik afyon dolaylarında...göz göze geldik..keşke arabadan inip uyarsaydım onu dikkatli kullanması için...bir şey değişirmiydi acaba...eğer yol vermesem "kelebek etkisi" olurduda hayatta kalırlarmıydı 6 can gitti..ikisi çocuk... ve bile bile gitti.. lütfen arkadaşlar dikkatli kullanın arabanızı...yaşam bu kadar ucuz olmamalı.. helede hayatının henüz başındakiler için...
  18. Yol umuttur çocuğum Kars'a gitsen, Kars'ın Haritada adı görünmeyen Hoçuvan'ına Kanasa'da için bugünkü gibi Dostlarından, kavga arkadaşlarından ayrılışına Yol umuttur... Yol umuttur Çünkü nereye giderse gitsin insan Yeni kavgaların içinde Yeni dostlar bulunur...................................İ.DUYAROĞLU
  19. dün izledim daha... çok iyi bir film..bir çocuk alman toplama kamplarında günlerini geçirir ve çıktıktan sonra orayı özlermi???? özler.. ilginç bir film ve sanki milyonlarca fotoğrafın birleşmesinden oluşmuş bir film...bir kaç sahne ekleyeyim bana hak vereceksiniz... iyi seyirler...
  20. kastamonu,küre dağları ve oraya yakın köyler hakkında bilgiye yada internet sitelerine ihtiyacım var.. bilgisi olan arkadaşlar buraya yazarlarsa eğer çok sevineceğim...bizzat kastamonulu olan ve oradan foruma katılan arkadaşlar varsa irtibata geçmek isterim... şimdiden teşekkürler...
  21. Kudüste Zeytindağında, Filistinli gerillaların kaçırıp öldürdüğü İsrailli 18 yaşındaki Eliahu Asheri�nin cenazesi... Yakınlarından ikisi, gencin mezara konmasını izliyor. O anda birinin duyguları çakır gözlerini başka yöne çeviriyor. Yüzünde yakınını öyle görmenin dehşeti diğeri ise o ana kadar saklamış gibi, bakışlarında umudunu da bakışlarını kullanarak içine gömüyor. (Associated Press / Oded Balilty) Fotoğraf Ortadoğu'dan... Filistinli Hüseyin Awad Shueni Ramallah'ta İsrail askerlerine taş atarken başından vuruldu ve öldü. Cenazesi Batı Şeria'daki köyünde kaldırıldı. Tören sırasında Hüseyin'in cansız bedeni cenazeye katılanlara gösterildi. Foto muhabiri objektifini kalabalık üzerinde dolaştırırken Hüseyin Awad Shueni'nin bir yakınına odaklandı ve bu o an ortaya çıktı. Hüseyin Awad Shueni 17 yaşındaydı. ırklar farklı olsa bile acı eşikleri hep aynı...
  22. gelinen durumu şu şekildede özetleyebiliriz; ve birbuçuk milyon filistinli şimdi elktiriksiz ve susuz.... dünyanın en büyük soykırımına uğrayan bir halk,yıllar sonra başka bir halkı soykırıma uğratmaktan çekinmiyor...
  23. son zamanlarda seyrettiğim en iyi filmlerden biri...bir ameros perros daha... bakkal dükkanlarından başka hiçbirşeyi olmayan bir iranlı aile,muhtemelen meksikalı olduğu için potansiyel suçlu gözüyle bakılan bir tamirci,zenci bir film yönetmeni,ırkçı bir polis,zenci bir polis ve onun sabıkalı kardeşi.... hepsinin hayatları bir noktada kesişiyor....ve film boyunca bazen kimin ırkçı kimin değil onu bile şaşırtacak derecede kişiler üstünde oynanmış ince roller.... izleyin derim....
  24. ben niçin faşist bir bakış açısı olarak algıladığımı biraz örnekleyerek anlatmaya çalışayım ki şöyle; türklerinde bir takım isimleri alması yasaktır,hatta devrim,ulaş......gibi isimleri alsanız bile ırkınıza bakılmadan heryerde garip karşılanır,bazı guruplar tarafından hedef bile gösterilirsiniz,isminizden dolayı.. yayını hangi dilde yaptığınız değil bence önemli olan,ne yayını yaptığınız önemli...yine ırklada alakası yok ama türkçe yayın yapan o kadar televizyon ne kadar özgür....ne kadar biz..ne kadar türk?? romanlarımızı hikayelerimizi türkçe yazdık...yazdık ne oldu..takibe uğradı,yakıldı,toplandı... evet okullarımız var... türkçe olarak kurbağanın sindirim sistemini anlatıyorlar yıllarca... evet bizim bir tarihimiz var...zaferlerle dolu ...nasıl kazandığımızı yazan ama nasıl kaybettiğimizi ve halada nasıl kaybetmek üzere olduğumuzu yazmayan,eleştirmeyen,propoganda dolu tarihimiz var... biz türklerde hapse atıldık,bizlerde kovuşturmalara uğradık,bizlerde işkencelerden geçtik,bizlerde sivaslarda yandık...12 eylüllerde bizdende onca genceceik beden darağıcını boyladı hayatının baharında.... bizimde evlerimiz basıldı,aydınlarımız havaya uçuruldu...... ------------------------------------------------------------------------------------- demek istediğim bu bir ırkın sorunu değil bir ülkenin sorunudur....hepimiz özgürlüğün artması,daha eşitlikçi bir dünya için uğraşmalıyız...din gözetmeden,ırk gözetmeden,renk gözetmeden... eğer bu yazı herkesi kucaklayan bir sonla sonlandırılsaydı bunu söylemezdim...bizim bile elimizde olmayan özgürlükleri bir ırka parmak basarak istediği için bana hala faşizan bir yazı olarak geliyor..... bana;biz...bizimde...dedirttiği için faşizan geliyor
  25. "Her şeye başkaldırıyorum. Başka insanların kendilerini üzerimde yetke saymalarına, başkaları tarafından eğitilmeye, başkalarının bildiklerini bana kabul ettirmeye çalışmalarına başkaldırıyorum. Kendim bulmadıkça hiçbir şeyi doğru kabul etmiyorum. Başkalarının benden farklı düşünmesine karşı değilim, ama onların bana düşüncelerini, yaşamla ilgili görüşlerini zorla kabul ettirmeye çalışmalarına katlanamıyorum. Daha küçük bir çocukken de başkaldırıyordum. Dinliyor, izliyor, ama bir yandan da sözlerin yanılsamasının ardındaki hakikati arıyordum." JİDDU KRİSHNAMURTİ
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.