Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

adrenalin

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    821
  • Katılım

  • Son Ziyaret

adrenalin tarafından postalanan herşey

  1. adrenalin

    DOGVİLLE.

    ben bu dünyanın izzeti nefsini ****** yansın ******* su veren itfaiyenin hortumunu ******* ben mecnunmuyum bir .m için çöllere düşeyim verirse verir vermezse leylayıda ****** neyzen tevfik...
  2. onun felsefesi; çocukluğundan beri ona hiç sevgi göstermeyen,zamanında iyi bir yazar olan,malikanesinde hergün başka erkeklerle birlikte olup buna karşı çıkan oğlu artur şopenaueri evden kovan annesine endekslidir diyeyim ben...
  3. adrenalin

    Nietzsche

    nitşeyi anlamak için birazda en çok etkisi altında kaldığı,annesi ile her daim kavgalı olan,yaşamın kadınlarla zaman kaybedecek kadar uzun olmadığını düşünen, "kanunlar kadınlara erkeklerle eşit haklar verirken, onlara erkek aklı da vermeliydi" sözü ile kadın düşmanlığı tescillenen ama zamanının çoğunuda çıtırlarla gününü gün ederek geçinen,arada bulduğu boş zamanlarındada "aşkın metafiziği" adlı kitabı kaleme alan pesimist abimiz arthur şopenauer i de es geçmemek lazım der zataliniz..
  4. 98 yılında bir şampiyonlar ligi maçından önce Hakan Şükür'ün Fatih Terim'in yanına gidip "kıymayla mıymanın arasında ne fark vardır?" diye sorması, ardından Fatih Terim'in "git basımdan Hakan konsantre olmaya çalışıyorum!" demesi ve olayın saniye saniye Star aracılığıyla tüm Türkiye'ye izletilmesi. Yılmaz Morgül'ün Gülben Ergen'e aşık olduğu sıralarda bir magazin muhabirinin Yılmaz Morgül'ün evine gitmesi ve annesine Gülben Ergen olayını sorması, annenin ise "biz kız istüyrük!" diye Gülben Ergen'i istemediğini belirtmesi... HHB'de bir haber muhabirinin, sarhoş bir adama neden çok içki içtiğini sorması, adamın canlı yayında "sana ne lan, sen içmiyor musun sanki!" diye çıkışması, spikerin tırsarak "evet beyfendi!" şeklinde sıvışması... Seda Sayan'ın programına satanist olduklarını iddia eden iki genç kızı çıkarması ve bu sorunlarından kurtulmak istediklerini belirten kızlarla canlı yayında halay çekmesi, programa katılan Medyum Memiş'in de halay esnasında onlara alkış tutması... Bir Galatasaray maçı çıkışında Ali Sami Alkış'ın televizyona röportaj verirken yanına epey irice ve mafyavari bir adamın yaklaşarak Ali Sami Alkış'a bir daha Galatasaray hakkında ileri geri konuşmaması konusunda uyarıp tehditler savurması, Ali Sami Alkış cevap vermeye yeltenince adamın psikopat bir ifadeyle "doğru gonuşşş!" şeklinde ortamda terör estirmesi, bunun üzerine Ali Sami Alkış'ın ağzını açmadan ortamdan uzaklaşması. Daha sonra Telegol programının adam hakkında araştırma yapmaya kalkması ve adama "akıl hastası olduğu yolunda söylentiler var" şeklinde teşhis koyması... Konuk: Ya neden her şeyi erkeklerden bekliyorsunuz? Neden ilk 14 Şubatta biz kutlayacağız? Mesela bi yatağa girdiğinizde neden ilk biz..... Esra Ceyhan: Yalnız canlı yayındayız!.. :D şimdilik favorilerim bunlar..
  5. şuara suresinden; 221.Şeytanların kimlere inmekte olduklarını size haber vereyim mi? 222. Onlar, 'gerçeği ters yüz eden,' günaha düşkün olan her yalancıya inerler. 223. Bunlar (şeytanlara) kulak verirler ve çoğu yalan söylemektedirler. 224.Şairler ise; gerçekten onlara azgın-sapıklar uyar. 225. Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip duruyorlar, 226. Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylüyorla ve ekleyelim; bende severim şiiri şairi, insana dairdir her söylediği, adrenalin kulun derki;azgın-sapık ben değilim neylersinki şiiri şarabı pek sevmekteyim...
  6. o ayrı konu... bu ayrı konu.. uzar gider... kalın sağlıcakla..
  7. dedimya biz birbirimizi yeriz diye... diğer dinler ne için gelmiştir peki??????? sapmadan.. saptırmadan...
  8. dur..... orda dur.... biz birbirimizi yeriz bu konuda.. ama birbirimizi size yedirtmeyiz.... bunun için geldiysen eğer... gelme... hoşgelmedin..
  9. tam yerindesin... saz dinleyip rakı içerken aynı zamanda dayakda yiyebileceğin tek yerdir benim yurdum.. :D
  10. ünlemle yetinmek zorundamıyım..??
  11. Biz sa.lağız farzedin..yada ben.. Hangi ülkeler bunlar?? Bilmiyorum.. Açın.. Vede aydınlatın lütfen bizi..
  12. Ek yapma ihtiyacı duydum..
  13. Bunu biraz daha açarmısınız.. Mesela sizin taraf olduğunuz Türkiye ise... Sizinle aynı taraf olmayanların yerine hangi ülkeyi koymalıyız??? Diğerleri kimdir??
  14. Suheda, Yazdıkların baştan aşağı o kadar çelişki doluki, Samimiyetime inanırmısın bilmem ama,cevap bile yazmak istemedim.. İnanmıyorsan yazabilirimde aynı zamanda. Ama baktımki vereceğim cevap kendimi tekrar etmekten başka hiçbirşey olmayacaktı.. Birbirimizi anlamak konusunda çok uzağız, Uzun zamandan beri kafamı kurcalıyan bir konuydu bu vede verdiğin cevapla biraz daha ete kemiğe büründü sadece...
  15. Kyoto'ya imza atmayan ülkeler; Gelişmiş ülkelerden,ABD ve Avustralya.. Gelişmekte olan ülkelerden ise Türkiyedir...
  16. yıllar önce izlediğim,mükemmel bir avrupa sineması örneği... Harry işinden başka birşey düşünmeyen,ailesi ile de problemleri olan bir pazarlamacıdır ve bir gün down sendromu hastası olan georges ile bir köy yolunda elinde valizle yürürken yolları kesişir.Hayattaki tek amacı para kazanmak olan harry nin hayatı artık kesinlikle eskisi gibi değildir.İnsanın dünyaya geliş amacının nasılda bu düzen içinde hedefini şaşırdığını anlatan çok içten,sıcak mükemmel bir film... izleyin.. seveceksiniz... özellikle bu gece extra gergin olanlar..
  17. Başlığı takip ediyorum arasıra ama,sayın sedat kardeşim bana yaratanın varlığının bu şekilde ispat edilmesi her zaman garip gelmiştir,açıkcası yanlışda gelmiştir... Sen dersenki kaş mükemmeldir,vede yaratanın varlığının ispatlandırılmasında çıkış yollarından birisidr.. Bende derimki bu çıkışınla yaradanı sadece minimize edersin okadar... Daha "İLAHİ" şeyler gerekmezmi sence?? Ben demezmiyim o zaman;kaşda kusur yok ama yarattığın şeytanda kusur var? Sen yaratıyorsan eğer vede şeytanda kötü olma potansiyeli varsa bu potansiyeli ona kim yükledi. Kötüyü ona kim öğretti? Kaşdaki,gözdeki kusursuzluktan daha önemli değilmi sence bu "kusur"??
  18. En son kutuplaşmalardan bahseden ben olduğum için üzerime alındım bu paragrafı bende,yanlış anlamışta olabilirim gerçi. Herşey bir yanada bu sinir niye. Yazınızda dikkatimi çeken birkaç nokta vardı değinmek istediğim ama tavır biraz "ben böleyim kardeşim,işinize gelirse....." tarzında olduğu için yazmaya gerek duymadım açıkcası. Genelde tarzım değildir ama hışmınıza nail olmak istemediğim için ekleyeyim;saygılar....
  19. Suheda yazarın aşağıdaki şu yazılarına bir bakalım önce; Peki, AB bize niye bu aşağılık muameleyi yapıyor? Milliyetçi olduğu için değil mi? Merkel ana ne diyor? “AB’nin Hristiyan kimlikli olduğunu açıklayalım!” Yani dini milliyetçilik yapıyor. Kime karşı? Sadece bize, tek ve farklı olan biziz çünkü. PKK-DTP ne? Kürt milliyetçisi ırkçı örgütler. Ya Ermeniler bizimle niye bu kadar uğraşıyorlar? Hem Milliyetçi hem kindar değiller mi, vurulan diplomatlarımızı nasıl unuttuk? Ya Amerika? Bush, NEOCON lar kim onlar milliyetçi değil mi? ------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Yazarın bu tespitlerine katılmamak elde değil,bu konuda hemfikiriz,evet yukarıda örneklenen kişiler vede kuruluşların çoğu milliyetçi,hatta ırkçılık sınırlarında gezindiğini düşündüğüm kişi yada örgütler. Fakat bu tespitleri yaptıktan,bu kişileri vede örgütlere nefretimizi bu şekilde gösterdikten sonra yazarın aşağıdaki yazısıda onlarla aynı çizgide olduğunu göstermezmi,onlar kürt milliyetçisi,amerikan milliyetçisi,alman milliyetçisi,diplomatlarımızı vuran ermeni faşistler...bunlar kabulümüz.. Arkasından yazarın bunlara karşı öne sürdüğü panzehir değilde,zehrin bizzat kendisi değilmidir; "Türküz, Milliyetçiyiz, hoşgörülüyüz, sabırlıyız ama aptal değiliz. Senin milliyetini kültürünü yaşaman için canımı veririm. Ama bana, benim kimliğime, milliyetime saygılı olman şartıyla" -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Şimdi bu ne demektir??Hem milliyetçilerden nefret edeceksin hemde ben daha milliyetçiyim diyeceksin.Bu kutuplaşmaları arttırmaktan fazla neye yarar bunu açıklarmısınız..
  20. evet suheda.. incitildikleri zaman başkalarının eşlerini yataklarından çalmayı düşünecek kadar his sahibi olunabiliniyormuş.. öğrendik sağolun..öğrettiniz. çok mukaddes bir hismiş... horoz döğüşüne döndü burasıki hiç sevmem... son iletileri silmiş admin ama ben son sözümü söyledim bu konuda..
  21. yukarıdaki ileti ağa mahmutun..aşağıdaki yazı sie şu siteden:http://www.tiyatronline.com/yelestri139.htm "oyun birbiriyle yoğun bir diyalektik ilişki içinde olan üç söylem düzleminde gerçekleşir. temel söylem düzleminde, gecekondu koşullarında yaşama savaşı veren asiye ve annesinin dramı dile getirilir. ikinci söylem düzleminde öyküyü seyirciyle birlikte izleyen küçük burjuva hanımefendi ile yorumcu yer alır. üçüncü söylem düzlemi ise oyunun sonunda oluşur ve izleyici konumundaki hanımefendi ile oyun boyunca kişisel dramını yaşamış olan asiye karşı karşıya getirilir. yine yukarıdaki ağa mahmutun....fakat aşağıdakiler ise ekşi sözlükten:http://sozluk.sourtimes.org/Default.asp? kafada ufak bir elektrik arkının bir lob dan diğer loba atlamsında hissettiğiniz şeydir anlamak. (efendisiz, 11.04.2004 22:40)#4074949 !? bazen gerçekleri değiştiremeyecek bir idrak etme halidir. * (adore, 16.05.2004 23:49) şimdi kırmızı harfle belirttiğin "HIRSIZ" kelimesi dahada anlammı kazandı ne????
  22. şurada ne demek istediğini bir anlasam... o zaman neye katılmadığın konusuda netleşecek.. "Oyun birbiriyle yoğun bir diyalektik ilişki içinde olan üç söylem düzleminde gerçekleşir.!!" sorun düzlemde olmasın sakın...
  23. Günlerdir bu yazıyı arıyordum,çok önceleri okumuştum ama yazarı kimdi hatırlayamadığım için bir türlü bulamıyordum vede bir tesadüf eseri tekrar karşıma çıktı.. Altı yıllar önce çizilmesi gereken vede satır aralarının iyi analiz edilmesi gereken bir yazıymış...geç kaldık... Hepimiz geç kaldık... Dağ gibi bir yazarı,fidan gibi bir delikanlıyı kaybettik.. GALEYANA GEL,GALEYANA BİR İKİ... Mersin'de bayrak yakma olayından hemen sonra hız kazanan gerilim, Trabzon'da linç girişimi gibi ürkütücü noktalara taşındı. Yüreğimiz ağzımıza geldi. Madımak günlerini hatırlıyor, korkuyoruz. Bin defa Allah korusun, Allah korusun, diye dua ediyoruz. Akşam Genel Yayın Yönetmeni Serdar Turgut, Trabzonlu bir yazar olmam hasebiyle benden konuyla ilgili yazı istedi. İsabet etmiş. Sadece Trabzonlu olmam değil, üslup olarak da konuya uygunum, çünkü galeyancı bir üslubum vardır, birden parlayan harlayan edebi tarzım beni Anadolu'da şöhret yapmıştır. Oysa konuyla ilgili çok şey bilmiyorum, olsun, memleketimizi anlatmak için bir fırsattır, girelim mevzuya.. Memleketim Trabzon'u Octavya Paz'ın Meksika'yı anlattığı gibi anlatmak isterdim, kısmet değilmiş, işin galeyanlı linçli tarafı bize kaldı, hayırlısı. Trabzon yeryüzü topraklarının en dramatik şehridir. Çünkü bu şehir tarihten bugüne sebebi henüz keşfedilmemiş bir gençlik enerjisiyle mağdurdur. Şehvet dolu enerji. Hangi yokuşa tırmansa yamaçları söküp indirir. Kabından çıkamayan bu enerji her insana, her aileye akılalmaz derinlikte ıstıraplar yaşatır. Fatih 1461'de bu şehri aldı, iyi mi yaptı henüz anlaşılmamıştır, çünkü 1807'de laz uşakları Kabakçı Mustafa'yla ihtilal yapıp lazlar bir müddet Osmanlı tahtına dahi oturmuştur. Bugünkü kabadayı ve dikbaşlı kültürü o günlerden miras mı kaldı bilemeyiz. Yani Trabzon'un trajedisi aşırı enerjidir. O günlerde nüfusu 160.000 olan bu şehrin altı kez Türkiye futbol şampiyonu olduğunu unutmayalım. Bu şehrin gençleri henüz iki yıl önce dünya liseler şampiyonuydu, bunu da unutmayalım. Gençler her spor dalını delirmişçesine bir iştahla yapar. 1. 2. 3. liglerdeki Trabzonlu futbolcuları saysak, Trabzon'un ligde iki takımla değil, 10'un üstünde takımla oynadığını görürüz. Futbol aşırı yüksek enerjinin temposuyla oynanan bir oyundur. Bildiğim bir şey var. Bu yüksek enerji, ya hayal kurmayı öğrenecek ya da akşama kadar top oynayacak. İkisini de sonsuz bollukta yapar. Bu şehir kadar hayal kurulan toprak parçası yoktur. Yerinde duramaz, kabına sığmaz bu tarifsiz enerji, hayal kurmayla birleşince, asırlardır Trabzon'un çocukları, en uzak ülkelere, en uzak adalara kaçıp göçüp giderler. Bu şehirde nedeni henüz keşfedilmemiş başka derin şeyler de var: Kendine aşırı güven. Her bilim, sanat, din, kitap, yönetici, her alanda coşkuyla kendini kaybetmiş kimi görürseniz, o mutlaka Trabzonlu'dur. Trabzon'u tüm dünyalılardan ayıran ikinci büyük özellik, 'huzur'dan ne anladıklarıdır. Dünyalılar için huzur, sakinlik, dinginlik, sabır ve bekleyiş ve rahatlıktır. Trabzonlu için huzur 'coşkudur'. Delilendikçe, kafaları karıştıkça, kendilerini kaybettikçe 'huzur' bulurlar. Bu yüzden horon demek, yüzleri kıpkızıl oluncaya kadar oynamak, tepinmek demektir. Horon, bitmeyen bir ayin gibidir. Etleri / kasları iyice kızdırıldıktan sonra bedenlerinden harlı alevler çıkmadıkça oyunu bitirmezler. Bu şehrin yetiştirdiği bilim adamları, din adamları, yazarlar, sanatçılar bu yüzden 'normal' değildir, sakin, oturmuş, dingin hiç olamazlar. Bilimi de dini de sanatı da çıldırmışcasına yaparlar. Her şeyi kudurmuşcasına yapan bir iştah... O denli hızlı konuşur o denli hızlı düşünürler ki, sizin bir ömürde sarfettiğiniz cümleleri, onlar, bir günde, hatta, öğle vaktine varmadan dünyayı konuşup, bitirirler. Yani, rüzgarın en çok estiği, yağmurun en çok yağdığı, toprağın en çok kaydığı bu şehirde büyüyen çocuklar, bedenlerine toprağın kattığı zalim bir enerji yüzünden dünyaya ayak uydurmakta zorluk çeker. Dolu dizgin parlamış at gibi yaşarlar. Belki de biz Trabzonlular bu yüksek enerjinin kurbanı olarak hayatımız çatışma, çarpışma ve şok ve trajedi ve kavgayla başlar ve biter!. Trabzon şehir merkezi birbirine paralel üç sokak ve bir sahilden oluşur. Üç sokak: Uzun Sokak, Maraş Caddesi, Kunduracılar Çarşısı. Bu üç sokak Meydan Parkı'na açılır. Meydan Parkı aynı zamanda yan semtlere ve merkez köylere kalkan dolmuş ve otobüslerin merkezi durak yeridir, her saat Meydan Parkı ana baba yeridir. Hayat günboyu burada döner. Meydan Parkı kalabalık, işlek, hareketli ve enerji doludur. Belediye binası, oteller, lokantalar, her şey bu üç sokak ve Meydan Parkı'nda başlar ve biter. Bu üç sokak ve açıldıkları Meydan Parkı'nda gün boyu voltalayan üçbine yakın işsiz genç görürsünüz. Bütün Anadolu şehirleri gibi işsizlik had safhadadır. Kırk yaşına kadar iş bulamamış, kırk yaşına kadar hiçbir işte çalışma şansı bulamamış kalabalığın ileri geri hareketiyle kaynar bu sokaklar. Gün boyu hızlı adımlarla aşağı yukarı volta atıp, sağ sola bakınılıp, sonra bir kahvede oturulup, ya da köşebaşlarında dikilinip, yine sağa sola bakınılarak. Yani bu sokakta her gün üç bine yakın genç hareket halinde. Dışardan gelenin bilmediği, bu üç bine yakın gencin birbirini tanıdığını, kestiremez. Üç bine yakın genç birden toplanır. Aniden harekete geçebilir. Şehrin misafiri, bu üç bine yakın gencin ortak hareket edebileceğini düşünemez. Bu genç kalabalığı ayrıca şehirde olup biten şeyi anında birbirine taşır, fısıltıyla, dedikoduyla , futboldan, Yattara'dan, siyasete kadar her şey bu kalabalık içinde hızla yayılır, yeni uydurulmuş bu espri, onbeş dakikada bir koca şehri anında dolanıp geri gelir. Bu yüzden, diyelim Uzun Sokak'ta bir hadisenin başına bu mahşeri kalabalığın toplanma süresi üç dakikayı geçmez. Ki, malum vakada üç bine yakın genç, anında koşarak toplanıverdi. Olayın anlaşılmayacak tarafı yok. Olay Türkiye'de geçer. Mersin'de başladığı iddia edilir. Birileri Türk bayrağı yakıldı haberini bu kalabalık içine atıverir ve bir TV kanalı, alt yazıyla bu haberi pekiştirir. Kalabalık çığırından çıkar. Bu hadise üzerine şimdi iki tür görüş hakim. Birinciler, bunun provokasyon olduğu, yani yalan haberin kalabalığa birileri tarafından kasıtlı atıldığını söylüyor. Diğerleri, bu başıboş gençlerin galeyana, linçe çok açık bir psikoloji taşıdıklarını iddia ediyor. Hadisemiz budur, ben size şehir hakkında genel bilgiler verip, tekrar buraya döneriz. Şimdi hızını kesmiş olsa da, beş/altı yıl önce yapılan bir ankette, Rus kızların bu şehre yüz dolarla giriş yapıp, üç bin dolarla ayrıldıklarını yazar. Şehir, teşvik kapsamına alınmasına rağmen yatırım sıfırdır. AKP iktidarını da bu yüzden sevmez. Şehire yapılan tek yatırım 'fıkra' gibidir, Çimento fabrikası şehrin ortasında ve günboyu tipi kar fırtınası gibi şehri bembeyaz yapar. Karsusan Su Ürünleri Sanayi ve Yomra Su Ürünleri Sanayi, tek sanayiidir ve hacimleri üç/beş milyon dolardır. Arsin Organize Sanayi Bölgesi'nde hareketli 50/60 firma vardır, ancak firmalar çok düşük kapasitede çalışır. Rusya kapıları açıldıktan sonra çevre ülkelerle gezi turizminde canlanma olmuştur. Özellikle zengin turistlerin sürat tekneleriyle bir bavul ticareti söz konusu, ancak bu da hızını kaybetmiştir. Geriye kalır, on binyıllık ekmekleri, fındık ve balıkçılık. Balık dediğimiz de istavrit, mezgit ve hamsidir, birazcık palamut ve birazcık da kalkan... Bugün şehrin nüfusu 200. 000 bin, toplam nüfus bir milyon civarında.. Yol hastalığı Trabzon şehri, otuz yıl öncesine kadar Anadolu'nun en güzel şehriydi. Sağ politikacıların, müteahhitlerin 'yol kavgası' bu şehri bitirdi. Akılalmaz bir cehaletle Karadeniz yok edildi. Birinci yol, 'tanjant' denilen şehrin tam ortasından geçiyor. Onlarca sokak, tarihi bina, yani şehrin dokusu paramparça yapıldı. Bu cehalete akıl sır ermiyor. Ve istimlak parasının sevabına Trabzonlu birçok insan bu çirkinliği alkışladı. Yani Trabzon'un katledilmesine göz yumdu. Öyle böyle bir cehalet değil. İkinci yol faciası, Karadeniz sahil yolu projesi. Karadeniz Oto Yolu, dünya tarihinin en büyük çevre faciasıdır. Binlerce koy kaybedildi. Dünya coğrafyasının bu en eşsiz manzarası tarihten silindi. Kıyılar betonla dolduruldu. Yüzlerce km. asfaltla kaplandı. Sağcı müteahhit politikacılar, bu yol sizi kalkındıracak propagandası yaptı, yol kalkındırmadı, kandırdı. Artık iş işten geçti. Karadenizliler el ele verip tarihin bu en güzel coğrafyasını katletti. Suça herkes ortaktır. Artık Karadeniz sahili sıradan bir Konya yoludur. Hem şehri hem de sahili yok eden bu iki yol otuz yıl içinde olup bitti. Medya yazmadı. Halk ilgisiz kaldı. Bu denli amansız bir vahşete seyirci kalındı. Bu toprağın çocuğu olarak, kıyılarını, koylarını, manzarasını, şehrin tarihini dokusunu paramparça eden müteahhitlerle işbirliği yapan Karadenizliler'le duygusal bağlarım sona ermiştir. Trabzonlu olmaktan utanıyorum. Tarihin bize bağışladığı bu çarpıcı güzellikler sağcı politikacılar ve şehir işbirliğiyle betonlaştırıldı. Asıl 'galeyan' buydu. Asıl galeyan müteahhit galeyanıydı, sağcı politikacı galeyanıydı ve bu galeyan tarihin en güzel şehri ve sahilini paramparça yapıp tarihten sildi. Yani ben artık kendime Trabzonlu'yum diyemiyorum, toprağının değerlerini bilmeyen insanlarla, ya da üç/beş kuruş uğruna sağcı müteahhit politikacılarla tarihin bu en güzel şehrini katledenlerle işim olmaz... Yanlış sevgi O halde diyorum vatan sevgimiz yanlış. Yanlış saçma sapan şeyleri seviyoruz. Milliyetçi bir dalga deniliyor. Hayır. Dünyadan habersiz kitleler. Ülkesini, toprağını, değerlerini tanımayan bir dalga... Korumacı, sadakat, kabadayı kültürü Savaş tarihimizin hangi sayfasını açsam, orada cesareti ve saflığıyla ve inanılmaz ateşiyle Karadenizli gençlerin kahramanlık hikayelerini bulurum. Her yerde onlar vardır. İnanılmaz atılgandırlar. Devletlerine, saltanata, sultana, cumhuriyete bu inanılmaz bağlılığın nedenlerini bilemem. Ama sağcı politikacılar bu 'sadakat'ın şifrelerini çözüp, Karadenizli gençleri kullanmasını bilmiştir. Asırlardır bu toprak delirmişcesine sadık insan üretiyor. Sadakat kültürü. Devleti korumak denilince akılları çıkıyor. Burada milliyetçilik tam anlamıyla 'devletçilik'tir. Devletin ta kendisine sahip çıkmak. Topal Osman'ın öyküsü Karadenizli'yi bize özetler. Savaş tarihimiz bu sadakatin tarihidir. Osmanlı'dan başlayarak Kabakçı Mustafa'dan Topal Osman'a ve Mesut Yılmazlar'a kadar, Türk komutan, sultan, devlet başkanlarının 'korumalarına' dikkat edelim. Tek tek araştırıp sayalım. Şu derin devlet denilen yakın korumaların, komutanlara, sultanlara yakın duranların, şu özel adamların, sağcının, komünistin, edebiyatın en sıkı, en sert, en radikal 'karakterleri'nin hep bu topraktan yetiştiğini göreceksiniz. Araya özel notum Türkiye'de ne zaman Amerikan karşıtı bir hareket büyüse, hemen bir sağ/sol çatışması ya da benzeri bir çatışmayı birileri büyütür, soru işareti? Milliyetçilik ideolojisi Milliyetçilik devletçiliktir, devletin bekası. Devlet uğruna halkı feda etme. Kanuni ve sonraki Osmanlı çağlarında başlar. Bu yüzden devletin kutsal simgeleri milliyetçiler için her şeydir. Oysa bir de vatan vardır, vatanımız, fındığımız, yolumuz, pamuğumuz, Ziganamız, halkımız, ürettiklerimiz. Milliyetçiler'e yüzlerce yıldır 'toprağın' ve 'vatan'ın gerçek değerlerini öğretemedik. Milyonlarca genç devlete tapınarak vatansever olduğunu düşünüyor ama yolları, hazinesi birileri tarafından yağmalanırken, sessiz kalıyor. Ve birileri bu toprağın değerlerini gençlere anlatmadan, kutsal devletin kutsal simgeleriyle gençleri milliyetçilik dolmuşuyla talim yaptırıyor!.. Yakın tarihten bir galeyan öyküsü Bugün, tiyatronun olduğu Zağnos mevkii 1969'da boş bir arsaydı. Çok eskiden de şehitlikti. Bu arazide mitingler yapılır, kumpanya, cambaz çadırları kurulurdu. 1969 yılında üniversiteli solcu gençler burada miting yapar. Yüz/yüzelli kişi kadardırlar. Ellerinde mikrofon 'üniversiteye İstanbul'dan taşıma hoca gelmesini' eleştirip protesto ederler. Miting başlar başlamaz halk gençlerin üstüne hücum eder. Öğrenciler kaçarak bir büyük meydan bir de Zağnos köprüsünü geçip hükümet binasına sığınır. Halk hükümet binasını çevirip gençlerin kendilerine teslim olmasını ister. Yani, bugünkü hadisenin tıpkısı, kırk yıl önce... Üniversite/şehir çatışması Üniversite, Trabzon'un sosyalleşmesi için fırsat olmadı. Bunun sebebi, ilk kurulduğu yıllar 60'lı yıllar, üniversiteli gençler, hippi, uzun saçlı ve solcudur. Halk bu öğrenci tipini sevmez, onlara evini kiraya vermez. Öğrencilere iyi gözle bakmaz. Ve Trabzon halkıyla üniversite arasında bitmeyen bir çatışma başlar. Bu yüzden Trabzon'da üniversite okuyan dışardan gelenler Trabzon'u, Trabzonlu'yu sevmez. Trabzon'da okuyan üniversiteli kızlar Trabzon'daki ağır delikanlı kültürü yüzünden şehirden olumlu intibalarla ayrılmaz. Bu son günlerde yeni yeni üniversiteyle şehir nihayet kaynaşmaya başladı... Nihat GENÇ
  24. uzun zamandır giremiyordum vede yine uzun bir zaman yine giremeyeceğim...diğer arkadaşlarada cevap yazmak isterdim ama sorum gayet ciddi olduğu halde buna cevap vermeyip bir bektaşi kurnazlığıyla geçiştirmeye çalışan,aynı zamanda alenen bana hakaret etmeye çalışan honest adlı arkadaşa cevabım ilk; ben yukarıdaki fıkrada evet bir budala(senin deyiminle) görüyorum inanmayan saf bir budala.... ama ne ilginçtirki bir at çalan vede çalakamçı uzaklaşan vede soruyu yine bir bektaşi kurnazlığıyla geçiştiren ama inanan bir "HIRSIZ" görüyorum... NE GARİPTİRKİ DÜNYAYA BAKINCADA AYNI ŞEYİ GÖRÜYORUM.... milyarlarca müslümanın paralarını hac diye umre diye ceplerinden çalan birkaç "suudi bektaşi".. ondan dahada kurnazki bu milyarlarca doları kendi bankalarına yatırtıp sonrada bunları yine bu müslümanların üstüne bomba olarak yağdıran "bektaşi buş"... birisi budalamı dedi..
  25. evet.. şimdi.. şu anda ne yapıyor acaba.. tokmudur karnı.... yada acıkmazmı.. yada ırak,filisin,çeçenistan,somali,sudanda akan kanlar bir nebze karnını doyurmuşmudur benim esirgeyen vede bağışlayan tanrımın midesini... sizce şu an ne yapıyordur tanrımız;elenseden gayri..
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.