Zıplanacak içerik

cerenimoo

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

cerenimoo tarafından postalanan herşey

  1. cerenimoo şurada cevap verdi: VAKANA başlık Felsefe
    dogville'ye kesinlikle katılıyorum...
  2. bence de...
  3. Önceki başlık silindiği için,önerilerimi sanırım tekrardan yapacağım... Bu filmi mutlaka izleyin derim... Ne yazık ki;2005'in en kötü filmleri arasında ilk sırada yer almış bir yapıt... Nabza göre şerbet vermek böyle birşey oluyor olsa gerek...
  4. cerenimoo şurada bir başlık gönderdi: Sinema ve Tiyatro
    Güneşli Pazartesiler...
  5. cerenimoo şurada bir başlık gönderdi: Güncel Konular
    Seviyorlar bizi... Öldüresiye... Ve biz dirençsiz uzatıyoruz boğazımızı varoluşumuzun gönüllü cellatlarına... 1980 yılının 16 Kasım günü, bir Pa­zar'dı... 20. yüzyılın en önemli düşünürle­rinden Louis Althusser, saat 9 sularında, karyolasının ayakucunu aydınlatan kurşuni bir gün ışığı ile uyandı. Eşi Helene, karyolanın kenarında sırtüstü yatıyordu. Bacaklarını gevşekçe yerdeki halının üzerine salıver­mişti. Althusser yere diz çöküp, eşinin üzerine eğildi ve hiç konuşmadan boynuna masaj yapmaya başladı. İki başparmağını göğüs kemiğinin üst tarafındaki çukur­luklara bastırıyor, ovmanın şiddetini artırdıkça, ön kol kaslarında büyük bir yorgunluk hissediyordu. Az sonra durdu. Eşinin din­gin ve huzurlu yüzüne baktı: Helene'in gözleri tavana diki­liydi ve vücudu kımıldamıyor­du. Sonra dudaklarının ara­sından sarkan küçücük dil parçasını farketti. Birden dehşete kapıldı. Althusser o an yaşadıkla­rını, daha sonra "Gelecek Uzun Sürer" adlı otobiyografisinde şöyle anlatacaktı: "Boğazı sıkılarak ölmüş birinin yüzünü o ana dek hiç görmemiştim. Birden doğru­lup bağırmaya başladım: Helene'i boğmuştum... Ön avlu­ya inen demir trabzanlı kü­çük merdiveni uçarcasına in­dim ve gene koşa koşa birinci katta oturan doktoru bulaca­ğım revire yöneldim. Basa­makları dörder dörder tırma­nırken bağırmayı da sürdürü­yordum: Helene'i boğdum... Helene'i boğdum..." Az sonra doktor, Althusser'in dairesine koştu. He­lene'in bedenini yokladı. Sonra dönüp, "Yapacak bir şey yok, artık çok geç" dedi. Bir süre sonra gelip ünlü Fransız filozofa bir iğne yaptılar ve götürüp Sainte - Anne akıl hastanesine ya­tırdılar. Althusser'in otobiyografisini okuyunca, ünlü düşü­nürün eşiyle paylaştığı bunca sıkıntı, bunca aşk, bunca acıdan sonra ona reva gördüğü bu finale inanamıyorsu­nuz. Ama bir yandan da bu kadar şiddetle yaşanan bir aşkın son kertesinde insanın, sevdiğini ölümün sonsuz­luğunda saklama fikrine kapılabileceğini düşünüyorsunuz. Helene'in bu boğma sırasında en küçük bir direniş göstermemiş oluşuna dair raporlar, bu hissin karşılıksız olmadığını gösteriyor. Acaba Helene, aslında ölmek istiyordu da, intiha­rını eşinden mi "rica etti?" Yoksa Althusser, karısında kendi yıkımını gördüğünden, onu yok edince kendi ya­şamını temize çıkarmayı mı umdu? Bilemiyoruz. Bildiğimiz şu ki, aşk bazen öldürücü bir şiddetin tahrikçisi olabiliyor. Ben kitabı okurken, hem aşkın şiddetle kurduğu bu tuhaf ilişkiyi düşündüm, hem de bizi sevdikleri için el­lerini sürekli boğazımızın düğüm noktalarında gezdirenleri... Eminim ki, onlar da her eziyeti bizi sevdikleri için yapıyorlar... Dergilerimizi, kitapla­rımızı toplatıyorlar, fena fikirlere kapılmamamız için... Telefonlarımızı din­liyorlar, yanlış bir şey söy­lemeyelim diye... Bizi tatsız gerçekler­den korumak için televiz­yonlarımızı kapatıyor, tehlikeli masallara inan­mayalım diye yazarları­mızı susturuyorlar. Üni­versite pankartlarıyla zehirlenmeyelim diye, genç­leri copluyorlar üniversite kapılarında... Çeteler kurup, boğa­zımızı sıkıyorlar; vatan millet aşkının ölümcül şehvetiyle... Bizi, bizden korumaya çalışıyorlar... Bu yasaklar, bu tuzaklar hep bizim için... Biz ise, yaşadığımız bunca acı, bunca sıkıntı, bunca aşktan sonra dirençsiz uzatıyoruz boğazımızı varoluşu­muzun gönüllü cellatlarına... Belki intiharımızı kolaylaştırmak için... Belki de bizde kendi yıkımını gören bir zihniyete, bizi yokederek arınma çabasında yardımcı olmak için... Bizi boğuyorlar, ses etmiyoruz. Gözlerimizi sabit bir noktaya dikip sessizce bekli­yoruz. Geleceğin uzun sürdüğünü biliyoruz... CAN DÜNDAR
  6. Oyuncak olduğumuzdan mıdır oyunların perdeleriyle bu kadar uğraşmamız bilmem ama... Kim bu oyunların baş kahramanı yakalambaçını bir köşeye bırakalım artık... Baş kahramanlar bizleriz...sadece figüranlar bizden çok para kazanıyor,ün ve şöhret yakalıyorlar... Bunca tartışmanın üzerine şöyle bir yorum; -Danıştay saldırısı hükümete yönelik bir komploysa bile bize düşen, hem saldırgan demeçlerle bu komploya zemin hazırlayan hükümeti hem de komplocuları eleştirmek, oyuna gelmemektir-... getirmiş Can Dündar... Uslubü köşe yazısı hafifliğinde olsa da Can Dündar'ın,'artık oyunu terkedelim...ve en başta da seyircisi olmayalım diyor'...sanki...
  7. Elbette vardır!... En büyük bahane,aldanmaktır...
  8. cerenimoo şurada cevap verdi: MINEU başlık Havadan Sudan Konular
    .... başka nabiyonuz... başlıgı da dağıttık bu arada....du ben başka yerden ce eee yapıvereyim sana....
  9. cerenimoo şurada cevap verdi: MINEU başlık Havadan Sudan Konular
    hem de.... benim olcek... siz bir dane daha yaparsınız...işiniz mi var...
  10. cerenimoo şurada cevap verdi: MINEU başlık Havadan Sudan Konular
    düşünüyoruz ha... ben pembe yanaklı,tombul,elime almaya çalıştıgımda alamadıgım bir çocuk isterim,baştan diyem...
  11. cerenimoo şurada cevap verdi: MINEU başlık Havadan Sudan Konular
    ııh... çocuk da isterim...
  12. cerenimoo şurada cevap verdi: MINEU başlık Havadan Sudan Konular
    foruma sık sık ayak basıyorum da... adım pek atmıyorum... neyse sen evlen de,gelcem ben...
  13. cerenimoo şurada cevap verdi: MINEU başlık Havadan Sudan Konular
    evet şaka yapıyorum... ama birgün beni kutlayacaksınız... 'eylül,nasıl bu yaşına kadar evlenmedin sen' diye....
  14. neden sadece doğum günlerinde söylenir bu bilmiyorum ama.... iyi ki varsın be angel... iyi ki bundan bilmem kaç yıl önce var diyebileceğimiz biri olmuşsun...
  15. cerenimoo şurada cevap verdi: MINEU başlık Havadan Sudan Konular
    evlilik hazırlıkları yapıyorum ben de...
  16. cerenimoo şurada cevap verdi: MINEU başlık Havadan Sudan Konular
    mineu'nun eşi olmaya vakti az kalmış arkadaşı tebrik ediyorum ben... O'na evliliği benimsetebilecek kadar yaraşır olduğu için....
  17. adrenalin.... sana binebileceğin daha güzel ve kontrolü benim elimde bir taşıt aldım... al.... :biggrin:
  18. emily.... ve kendine benimsediğin çocuk saflığı anımsatmaların için...
  19. Yaşadığın bir dakika öncesini unutmak... Yaşayamadığın her an için gözyaşı damlalarına sığınmak... Gördüğün her yeni sahnede hayatından bir kesitin gözlerinin önünde canlanması... İzlediğin filmdeki olmadık bir sevişme sahnesinde bile ağlamak... Bu durumuna bile bir neden aramamak. Hayatın sana verdiklerini toplamadan senden aldıklarının hesabını tutmak... Gidenlere kal dememek için yüreğinden akan kanlı gözyaşlarının seni iç kanamadan öldürmesine izin vermek... Sen izin verdikçe yüreğinin kanayıp durması...Kimsenin hayatından bişey almadan yaşamak için aldığın nefeslerin sayısını azaltmaya çalışmak...Samimiyetinden şüphe duymadığın insanların en sahtekar yüzlerine gülümseyebilme hasretin...Seni senden defalarca kez alıp gitmesine rağmen hala hayata duyduğun inanılmaz bağlılık...Yaşamına son verememe cesareti... Yaşamak nedir bilmeyen bir vücuda ettiğin eziyet ve yinede hayattayım bakın diyebilme terbiyesizliği... Sonunu biliyorum ben bu yolun deyip yine de girdiğin çıkmaz yollar... Yani sensizlik, imkansızlık, aşksızlık, mutsuzluk, umutsuzluk, hayatsızlık, samimiyetsizlik, huzursuzluk, acımasızlık, güvensizlik, sevgisizlik, merhametsizlik, acımasızlık, tepkisizlik… Yani bensizlik… Gelen güne lanetle başlamak... Giden günü bitirememek... Gecelerin bir türlü rahat uyutmaması... Gündüzleri de sokaklarda dolaşan ruhsuz bir beden ve donuk bakışlar... Mücadeleden vazgeçen bir hayatın nasıl sonlanacağını beklemek... Sonra birden aklıma gelen sen... Aniden şimşek gibi başıma düşmesi senli anların sensiz anlarla değişimi... İçinde bulunduğum ortamın birden anlamsızlaşması... Hafiften bir şarkı çalar o an kulaklarımda... Onun sesinden başkasını da duyamam o an... Sonra deli gözlerin gelir aklıma... İçim ısınır gözlerine baktığımda... Herkesten farklı bakarsın sen... Hele de bana baktın mı dünyalarımız değişir... O an gözlerim gözlerinde takılır kalır da bir rüzgar eser hafiften kokunu verir bana ama yalnızca ben duyarım o kokuyu nefes almamın sebebi kokun... Seni solumak isterim sadece... Sensiz nefes almanın ne anlamı var? Kokunu vücudumun en ücra köşelerinde hissedebilmek için derinden bir nefes alırım... Sadece senin için... Damarlarımda kokun dolaşır sen dolaşırsın... Ellerini tutar öperim o an dudaklarımda hissettiğim teninin tadını benden çok sevemez kimse ... Ellerini yüzümde gezdirirsin içim titrer... Hem nefesinin sıcaklığı hem ellerinin serinliği... O an artık bir başka güzel olur yaşamak... Seni yaşamak sen de yaşamak seninle yaşamak… Sımsıkı sarılırsın bana tüm bedenini bedenimde hissederim... Tenim tenine değdiğinde felaketim olur bilirim... Sarılmak hiçbir dilde ifade edilemeyen duygular taşır... Nasıl anlatılır ki seni hissetmek hem de tüm bedenimde... Aniden gider kaybolursun bu düşten… Gerçek olduğunu söyledikleri hayata dönerim... Benim gerçeklerimden uzaklaşarak... Bizim gerçeklerimizi yok sayarak... Kimse bilmez bu dünyayı belki Peyami Safa’nın Simerenya’sı, belki Oğuz Atay’ın Olric’i gibi… Hayat gibi cümlelerde nasıl bağlıysa ironiyle birbirlerine anlamını yalnız hissedebilen bilir... Ne bugünler geçecek ne hayat sensiz yaşanacak... Sana söz kimse dokunmayacak ruhuma... Bu dünyada yalnız ben varım sen yanımda değilsin ve hiç olmadın ki... Hayali bir düş olsa da sanki senden bir can var içimde senin aklına geldikçe imkansızlıklar o can burada atıyor... Ya al canını sahip çık, yada bırak kimsesiz büyüteyim… Tuğba Kasal
  20. Neden koyar vedalar bu kadar insana...? Niçin düğümlenir bir şeyler insanın boğazına? Neden her şey cevapsız birer soru işaretinden ibarettir sadece ve gizliden bir tedirginlik vardır içinde? Gidiyorsun işte! Ne olacak olursa olsun adı gitmek işte… Veda etmek zorunluluğu vardır o saatlerde. Arkanda kalanlar gelir öncelikle aklına ve senin ardından neler yaşadıkları neler yapacakları? Gitmek işte adı üstünde! Beni bırakıp gitme diyenler vardır elbet arkada kalan ve paylaşımların vardır sana göre yarım kalan. Aslında ne olacak ki bırakıp gitsen bir şeyleri, ama kendinden verdiklerin var içinde. Artık tatsız olur alkol yada sigara, asıl tat kalmaktır baktığında. Düşünürsün; evet yaşanılan her anın değerini bilmeli ona göre yaşamalı ama geçmiştir zaman. Yine öyle mi olacak sorusu gelir aklına? O zaman bu gitmelerinde kıymetini mi bilmeli yani? Gitmek işte adı üstünde, neresinin kıymeti bilinmeli ki! Ağlamak bile kar etmez bu saat itibariyle, gideceğin yeni yerler seni düşündürür bir müddet. İşte o düşünme anında biraz uzaklaşırsın gidişinin hüznünden ama yükü yine de omuzlarındadır atamasın gidip yaşayıp anlamadan. Bütün duyduğun, bildiğin bilmediğin ayrılık şarkıları gelir aklına. Bir yandan söylersin gözyaşları arasında, bir yandan düşünmekle meşguldür kafan. Her şey iç içedir o saatte gitmek bunun adı, bir şeylerden uzaklaşmak kendinden verdiklerinden. Yeni bir hayat dilimi bekliyor oysa seni ama gözlerin öylesine kapalıdır ki göremezsin hiçbir şeyi… O dostlarına verdiğin örnekler geçerliliğini yitirmiştir senin için. Ne kadar avunmaya çalışsan da yavan kalır senin hissettiklerinin arasında. Tuttuğun şarkıları ararsın dinlemek için bekleyenler vardır ama kendinedir ayırdığın tüm zaman. Her şeyi bir anda yaşamak istersin ve geri dönüş olup olmadığını yargılamaya başlarsın sana zamanında gelen sevgiler düşündürür bir yandan, her şey karmaşıktır arap saçı misali. Anlarsın ki ne kadar kırılmış yada kırmış olsan da gelip geçici bir anlıkmış anlarsın sende geç olsa da. Hesabını soracak vaktin yoktur saat gelip geçiyor ve gitme vakti yaklaşıyordur. Saat daha hızlı çalışıyor yelkovanla akrep son viteste gibi birbirini kovalıyordur. Ve aklına gelir hep bir şeyler yarım kalan dudaklarında süzülen ve bir türlü söylenemeyen kurulamayan cümleler. Ümitlerin rüya gibidir , yarınlarsa yalan… Gelip giden dostlar arkadaşlar vardır hayatında ama yine de bir şans daha dilersin kendince. Düşünülen yazılacak çok kelime vardır yarım kalan, sessizliği seçtiren bir düşünce. Herkes durgunlaşmaya başlar vakit her geçtiğinde seninse yükün ağırlaşır ağlamak hıçkırıklara dönüşür. Arkanda kalan ve giden sen… Sen yeni bir hayata savrulurken yeni hiçbir şey eski tadı veremeyecektir istesen de. “Gelen gideni aratır” cümlesi korkutur benliğini dileklerin inançsızlığa dönüşür. Ayrılık şarkısı dolandı mı diline anlarsın gitme vakti gelip çatmıştır! Hiç bir şey olmasa bile gitmek işte adı üstünde. Geride kalanlar sağ sen selamet, hadi yüklen bavulunu götüreceğin tek eşyalar onun içinde. Usulca bırak yüreğini havaya o elbet gideceği yeri bulur. Ufuk Bostancı
  21. Adrenalin!Ölümü çiğnemeden binemezsin o motorlardan 'herhangi birine'... dirimi de çiğneyemezsin...
  22. kardeş,nikin üstüne yapışmış,ter yapçak....arada bir çıkart emi... 'politika'ya olmayan sevgilerimle.... ve zorlandığım saygımla....
  23. Evet, evet. Sen bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Çünkü sen hiçbirimizin olamadığı kadar kendinsin. Kendinde kaynamış ve dönüp dolaşıp kendine akan bir ırmak gibi yaşıyorsun hayatı. Dolanıp durduğun kıvrımlar seni kendine tamamlamaktan alıkoyamıyor. Üzerine giydiğin o sonbahar aynası elbiselerin senin nehrine düşmüş yapraklar gibi seninle akıyor. Fakat o akışta ne bir sonbahar yalnızlığı, ne bir yitiriliş hüznü var; ne de yardan ayrılışın elemli kasvetli acılığı… Evet, evet. Sen bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Çünkü sen gülmenin ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu bilenlerdensin. Güldüğünde yaşamın şahdamarımıza binen ağırlığını ta içinden hissettiriyorsun bize. Ne lüzumundan fazla gülüyorsun, ne de az. Sanki yüzünün hassas kesimi o sahiciliğinden hiç şüphe bulunmayan gülüşün için ayarlanmış. Gözlerin, yanakların, burnun, dudakların… Tüm bunları bir araya getiren nice eylemler içinde gülmen ne kadar huzurlu, gülmen ne kadar bizden. Ne kadar sıcak ve sıcacık. Evet, evet. Sen bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Kalabalıkların içinde yalnız kalışınla, koskoca ormanların orta yerinde yapayalnız ötüşen minik bir serçe gibisin. Fakat serçe nasıl ormanla bütünleşmiş ve aslında yalnızlığın değil, hayatın tam orta yerindeyse sen öylesinesin işte. Sessiz ve sakin yanlarınla hayata aldırdığın nefesleri hissetmeyi bilenler tanır ancak senin hayatının kalp atışlarındaki coşkuyu. Hiç kimse ihtimal vermese de ihtişamlı bir dokunuşla dokunur ince zayıf parmakların varlığın aşki tenine. Orada nice yanardağlara atlarsın, nice bulutlardan düşersin, nice arenalarda savaşırsın da kimsecikler fark etmez içinden içine taşan engin okyanusun sularında nasıl oynaştığını… Hiç durmaksızın, umutsuzluğa bulaşmaksızın… Evet, evet. Sen bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Mesela yürürken amansız bir savaşın ortasında kalmış bir savaşçı gibi tedirgin basarsın adımlarını. Tedirgin fakat o kaostan kurtulmak için olabildiğince hızlı. Gezegenlerin dönüş hızında bulunmayan bir anlam vardır o hızlı adımlarda. Ayağının salınması, sonsuz gökyüzünün tam merkezinden o soğuk taş ve kül yığıntılarına bir nefes gönderir gibidir. Azar azar can verir o salınımların yeryüzünde yitik düşmüş nice yoksulluklara. Varlığın gömülü olduğu bedenlere sahip olanlar seni nasıl kıskanırlar bir bilsen… Hiç erişemeyecekleri bir yaşamı nasıl kıskanırlar, nasıl özlerler… Evet, evet. Sen bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Ne kadar anlatsam da bitmeyecek bir masal gibisin. Kelimelerin, sözcüklerin, sayıların ne yan yana ne alt alta dizilmesinin, formüller üretmesinin, şifreler kurmasının seni anlatmaya ne denli yetersiz kaldığını nasıl anlatsam sana bilmem ki! Sadece bu dünyadan hala ümit besleyebilmem, çiçeklerin ısrarla açmaya devam edeceğini ummam, kelebeklerin inatla yüzlerimize dokunacağını hayal etmem senden işte. Evet, evet. Sen bu dünyanın başına gelen en güzel şeysin. Bense geç bestelenmiş bir güftede erken yazılan bir mısrayım. Hangi notama ses vermeye çalışsam; hangi neyde, tamburda, rebapta, gitarda, kanunda, udda can bulmayı umsam hiç iyileşemeyeceğim kadar yaralı, hiç bilemediğim kadar belirsiz, hiç öpemeyecek kadar tedirginim. Dileğim, ezberimde olan bu cümleyi her söylediğimde gülden güzel gülüşünle göreyim seni. İşte bana en çok yetecek, aslında hiç yetmeyecek yegane mal varlığım. Senden gelip sende nihayete eren hayatım… Adem Özbay

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.