tersinim tarafından postalanan herşey
-
Bir Yaratıcı İradenin Varlığı ve Sıfatları
Bilimsel bulgular materyalizm ve uzantısı teorilerin tüm öngörülerini yalanlar ve çürütür. Diğer ifade ile tüm var oluş bir Yaratıcının varlığını hep bir ağızdan ikrar ve tasdik eder. Kimi felsefelerin Bir Yaratıcı İradenin varlığını ret ve inkar etmeleri bu gerçeği değiştirmez. Bu, anadan doğma bir körün Güneşi, ışığı, gökyüzünü, ayı, yıldızları...... inkar etmesi gibidir. Bir Yaratıcı iradenin varlığını eserimizin hemen hemen her bölümünde kesin ve güçlü delillerle gösterdik. En küçüğünden en büyüğüne kadar tüm varoluş O’nun eseri olduğundan sıfatlarının bir kısmını yansıtır. Bir yaratıcının varlığını ret etmek hiçbir zaman inkâr edemediğimiz varoluştaki ilmi, gücü ve iradeyi görmemek, bütünüyle ret etmek demektir. En küçük bir yaşam belirtisi olmayan bir yerde örneğin Mars’ta bırakınız büyük bir eseri, küçük ve basit bir kulübe ya da üst üste konulmuş üç beş taş bulunsa orada düşünüp irade edebilen, sonrada iradesini eyleme geçirebilen bir takım canlıların olduğu şeklinde yorumlarız. Hiç bir zaman o basit kulübenin ya da üst üste dizilmiş taşların rastlantılarla oluşabileceğini düşünmeyiz. Bu olasılık aklımızın ucundan bile geçmez. Emin olunuz ki ateist dostlarımızda aynı fikirde olacaklardır. Heyecandan büyümüş, gerçekleşmekte olan büyük buluşun heyecanıyla parlayan gözleriyle o basit kulübenin ya da dizilmiş taşların sahipleri olan akıl ve irade sahibi varlıkları arayacaklardır. Hiç bir zaman o kulübenin ya da dizilmiş taşların rastlantılarla oluşmuş olabileceğini iddia etmeyeceklerdir. Bu tür iddianın akıl ve mantık dışı olduğunu onlarda çok iyi bilirler. Çok iyi bilirler ama aynı kişiler milyarlarca canlının yaşadığı dünyamızdaki yaşam harikalıklarını, o muazzam ekolojik düzeni görüp izledikleri halde rastlantılarla oluştuğunu iddia etmekten de kendilerini alamazlar. Bu ne yaman çelişkidir. Aşağıdaki bölümde bir Yaratıcı iradenin var olduğu konusunda çeşitli bilim insanlarının görüşlerinden bir demet sunuyor, bu konuyu tekrar tartışmaya gerek görmüyoruz. = = = Ünlü bilim insanlarından Fred Hoyle: -Doğanın kör kuvvetleri yoluyla hayatın ortaya çıktığı gibi akıl dışı, küçük bir ihtimali kabul etmek yerine hayatın kökeninin üstün akla sahip bir varlığın ürünü olduğunu düşünmek daha makul görünmektedir. Daha makul kelimesiyle ihtimali az olan şeyin yanlış olduğunu kastediyorum. Ünlü bir bilim insanımız: -Canlılarda üstelik belli bir amaca yönelik görünen bu düzeni, şans ya da rastlantı ürünü saymak inandırıcı olmaktan uzaktır. İnsan Genomu Projesi'ni yürüten bilim adamlarından Gene Myers: -Beni esas hayretler içerisinde bırakan yaşam mimarisidir... sistem son derece kompleks. Sanki dizayn edilmiş gibi... Orada büyük bir akıl var. * * * * Dünyamızda yaşayan milyonlarca canlı türünden her birinin kendilerine özgü bir yaratılış biçimleri vardır. En basitinden en karmaşıklarına kadar tüm canlılar basite indirgenemez komplike sistemlerin bütünsel kurgularıdır. Kaldı ki evrim teorisinin temelini teşkil eden maddenin en basit, en küçük parçası olması gereken atomlar bile elektriksel ve kütlesel dengeler içerdiğinden basite indirgenemez kompleks yapılardır. Bırakınız bir canlı hücresini, tek bir atomun bile rastlantılarla oluşması mümkün değildir. Bir bakıma varoluş rastlantılarla oluştu yanıtının yanlışlığını gösteren bilimsel kanıtlar, bu yanıtın zıttı olan diğer yanıtın doğruluğunu gösteren bilimsel kanıtlardır. Diğer ifade ile varoluş rastlantılarla oluştu yanıtının yanlışlığını gösteren bilimsel kanıtlarla, en baştan dogmatik ve bilim dışı ilan edilen Bir Yaratıcının varlığı bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Evrim teorisini savunanları kara bir taassuba sokan, dogmatik ve bilim dışı inatçı davranışlara iten bu gerçektir. Evrim bir BİLİM YOBAZLIĞINA dönüşmüştür. Yaratıklar ve yaratıklar arasında bulunan ilişkiler ve hassas dengeler bütün bunların basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusu olduğunu gösterir. Bu kurgunun oluşabilmesi için; bu kurgu içinde bulunan kompleks sistemler, bu kurgunun içinde bulunmaları nedeniyle kendi kendilerini oluşturamayacaklarından bu kurgu dışında bir İradenin, bir Yaratıcı'nın varlığı gerekir. Bu nedenle mutlak güç, mutlak ilim sahibi bir Yaratıcı İradenin var olduğu kesindir. Tüm bilimsel bulgular ret ve inkârı mümkün olmayacak bir şekilde Onun varlığını göstermektedir. Bizlerde yaratıcımızın huzurunda huşu ile eğiliriz. * * * * Bir yaratıcı iradenin varlığı bilimsel delillerle kesin ve inkârı mümkün olmayan bir biçimde ortaya konulmuşsa da Onun varlığı gerçekte varoluşun ilk anından beri tüm yaratıklar tarafından bilinmekte İsm-i Celilesi durmaksızın tespih edilmektedir. O tek var edici iradeye çeşitli dillerde Allah, Tanrı, Tengri, Çalap gibi çeşitli isimler verilmiştir. Referans aldığımız İslam dininde ise O tek ve yüce yaratıcı Allah (c.c) özel ismiyle anılır. Allah İsm-i Celilesinin başka dillerde karşılığı yoktur. Dilbilimciler Allah (c.c) İsm-Celilesinin İlah'tan (El-İlah) ya da El-Laha’dan gelmiş olabileceğini söylerler. Bu sözde Sami dillerinde En Üst İlah anlamına gelir demişlerdir. Allah (c.c) adı, Allah'ın (c.c) zatını (Zat-i Akdes, En Kutsal Öz) içermesi dolayısıyla, bütün sıfatlarını ve En Güzel Adlar'ın (Esma-ül Hüsna) ifade ettiği anlamları da içerir. Diğer adları, yalnızca ad almış durumlarını içerirler, sıfatlarını içermezler. Bu nedenle Allah (c.c) adı İslam'daki Uluhiyetin, İsm-i Hâss dediğimiz özel adıdır. Müslümanlar, Allah lafzının ardından Celle Celaluhu (c.c.) veya Teâlâ (Yüce) gibi övücü sözler kullanırlar ki bu İslam adabının birinci kuralıdır. Vâhidiyyet (kendisinden başka ilah olmayışı) ve ehadiyyet (eşsiz ve benzersiz) oluşu gibi Allah inancı İslam dininin temelini, inanışının esasını oluşturur. Devamı var.
-
Tevhit (Akrostiş şiir)
Lisan-ı ilâhiyle, seslendi Cenab-ı Hak, Adını tehlil ile, anarken Hakk-ı Mutlak. İmanın çatkısıdır, nur içre nur-u kelâm, Lâfız-ı sultandır o, onda felâh, onda selâm. Asumanlar almaz ama, mümin kalbe sığar nuru, Haktan gelen o sürûru, inananlar duyar ancak. Ey İlâhi; bilirim ki, Sen’den başka yoktur ilâh, İmanın kapısıdır, Lâ İlâhe İllallâh. Lâ yemutsun ey Kerim, er Rahîmsin ey Rahman, Lâ mekansın ey Celîl, el Cebbâr-u vel Gufran, Aşkın ile yandı gönlüm, izin ver tutunayım, Lütf-u ilâhine erenlerin dâmânına, Lisan-ı tespih ile, yorulsun dudaklarım, Adın için öleyim, izin ver katılayım. Hak yolunda can veren, şehitler kervanına. Mahşerde aydınlığım, gölgesine sığındığım, Ufkumda doğan güneş, Sen’inle ısındığım. Hatem-ül enbiyasın, nebiler sultanısın. Alemlere inen rahmet, Resul-ü kibriyasın. Muhammedül eminsin, habib-i nebi Allah Medet ya Muhammed, medet ya Resulallah, Enbiya-i nur-u Sultan, şanı büyük yüce resul, Defterim günah dolu, olamadım iyi bir kul. Ümidimdir şefaatin, yoksa halim yaman benim, Ne olur esirgeme, kurtulsun nârdan tenim. Rahmetini esirgeme Ya Zül Celâl-i Vel İkram, Esma-i Hüsna’n aşkına, alma bizden intikam. Sığındık Tevvâb-ü Rahim-i Rahmanına, Umarız mağfiretini, biz günahkâr kullarına. Lisan-ı hüsnü kalple söyledim ben bu nâzımı, Arz ettim içtenlikle hâl-i pür melâlımı, Lafz-ı Nuru nakşettim şu nâciz mısralara, Lisan-ı tevhit ile iman etti şiirim, Arzımı kabul eyle, mağfirete kıl vesile, Hidayet nasip eyle; Ya, lâ Nazîr-i el Kerim. Hüdai ÇAKMAK Not. Şiir akrostiş tarzındadır. İlk harfleri yukardan aşağı okunduğunda LAİLAHEİLLALLAH MUHAMMEDÜN RESULALLAH çıkmaktadır. Sözlük: Asuman: Gök, sema Celîl: Büyük ulu Cenab-ı Hak: Allah Çatkı: İskelet, dayanak , öz Dâmân: Etek El Cebbâr: Kuvvet ve kudret sahibi, Allah El Cebbar-u vel gufran: Kuvvet ve kudret sahibi olduğu halde yargılayıp affeden yüce Allah. Er Rahîm: Koruyan, esirgeyen, merhametli Er Rahman:Bütün canlılara merhamet eden, esirgeyen Enbiya-i nur-u Sultan: Peygamberlerin nurlu sultanı Esma-i Hüsna: Allah’ın 99 ismi Felâh: Kurtuluş Gufran: Yargılayıp affeden Habib-i nebi Allah: Allah’ın sevgili peygamberi Hakk-ı Mutlak: Hak olduğundan şüphe edilmeyen Hal-i pür melâl: Acınacak durum Hatem-ül Enbiya: Peygamberlerin sonuncusu Hidayet: Hak yoluna, doğru yola kılavuzlanma Kerim: Cömert, eli açık, ulu, büyük Lafız-ı Sultan: Sözlerin sultanı Lafz-ı nur: Nurlu söz, kelime-i Tevhit Lâ mekan: Mekansız, yersiz, yere ihtiyacı olmayan Lâ Nazîr. Eşi benzeri olmayan Lâ Nazîr-i el Kerim: Eşi benzeri olmayan; cömert, ulu Allah. Lâ Yemut: Ölmez, bitmez, kaybolmaz Lisan-ı İlâhi: İlahi lisan, vahiy Lisan-ı hüsnü kalp: İçtenlikle, riya karışmadan doğaçlamayla akıp gelen sözler, esin, ilham Lisan-ı tespih: Zikir Lisan-ı tevhit: Kelime-i tevhit, La İlahe İllallah sözü ve manası Lütf-u İlahi: İlahi lütuf, ihsan Mağfiret: Allah’ın kullarını bağışlaması, affetmesi Muhammedül Emin: Emin, doğru sözlü, güvenilir Muhammed (Peygamberimizin lâkabı) Nâciz: Değersiz, kıymetsiz Nâr: Ateş, Cehennem Nâzım: Şiir Nur içre nur-u kelâm: Nur içindeki nurlu söz, kelime-i Tevhit Resul-ü Kibriya: Resullerin en büyüğü, Selâm: Selâmet Sürûr: Sevinç, mutluluk Şefaat: Günahların affı için yapılan aracılık Tevhit: (Allah’ın)Tek’lik, bir’lik Tevvâb: Kullarının tövbelerini kabul eden, Allah, Zül Celal-i Vel İkram:Ulu; güç kuvvet sahibi; ikram eden, veren Allah
-
EVRİM KÖŞESİ_Yaşam Tarihinin Kilometre Taşları.
Klasik bir evrimci masalı. BİR ŞÖYLE OLDU BÖYLE OLDU EDEBİYATI. Her şeyden önce kanıtlarla şu sorulara cevap veriniz de diğerlerini tartışalım. 1-İlk canlılık nasıl oluştu? 2.Prokaryotlar ile ökaryot hücreler arasında en küçük bir BENZEŞİM YOKTUR.Ökaryot hücreli canlılar prokaryot hücreli canlılardan nasıl ve hangi yöntemlerle evrimleşti? 3-Eşeysiz üremeden eşeyli üremeye nasıl geçildi? 4-Çok hücreli canlılar nasıl oluştu? 5-Soğuk kanlı metabolizmadan sıcak kanlı metebolizmaya nasıl geçildi? vb. Binlerce soru. Cevabınızı bekliyoruz. Saygılar.
-
Hüdai ÇAKMAK kimdir? Kim değildir.
Hocamız, köpeklerin salıverilip, taşların bağlandığı bir sitede; bilimsel bir teorinin yergi, sövgü, karalama, iftira atma edebiyatıyla yapılacağını, korunacağını, savunulucağını zanneden bir kaç zavallı tarafından hakkında yazılanları görünce çok üzüldü. Üzülmesinin nedeni, hakkında yazılan yergi, sövgü, karalama, iftira atma amaçlı yazların içeriklerinden çok; bu yazıların bilim insanları olduklarını iddia eden kişiler tarafından yazılmış olmasıydı. Bilimsel yazılara cevap olarak konuyu kişilikleri indirgemek, kişileri yermek, sövmek, karalamaya çalışmak, insafsızca iftira atmak ne kadar bilimsel ve ahlaki olabilirdi? Böyle bir davranış gerçek bilim insanlarına yakışır mıydı? İşte hocamızı üzen gerçek neden bu idi. Bilim insanlarına (ya da kendini öyle tanıtan insanlara) böyle davranışları yakıştıramıyordu. Bir bilim insanı olarak buna üzülüyordu. Gerçekte kendini bilim insanı sayıp da bilimden en küçük bir nasibi olmadığını yazısıyla kanıtlayan kişinin ya da kişilerin karalamaları hocamıza herhangi bir zarar vermez ve etkilemez. Hocamız bu tür yazılardan etkilenmeyecek kadar olgun ve özgüven sahibidir. Hocamız her türlü yanlış anlamaları önlemek için (kendisinden bahsedilmesini genelde sevmez ve istemez) kısacık da olsa bir tanıtım yazısı yazmamıza izin verdi. = = = Hocamız 1946 yılında Deniz’lide doğmuş, tahsilini burada yapmış, vatani görevini ifa ettikten sonra bir kamu kuruluşunda göreve başlamış; uzun ve yorucu bir çalışma sürecinden sonra iletişim şefi olarak buradan emekli olmuştur. Fakat hayat şartları hocamızın peşini bırakmamış, emekli olduktan sonra uzunca bir süre daha (yedi yıl) bir özel şirkette servis müdürü olarak çalışmaya mecbur kalmıştır. Hocamız hayatımın en büyük değerleri, bu dünyadaki hazinelerim olarak nitelediği çocuklarını (üç tane) okutup iş güç sahibi yaptıktan sonra başını sokacak mütevazi bir eve de sahip olunca kendini tamamen ilme vermiştir. Hocamız bundan önceki dönemi (yaklaşık elli yılı) hayatının büyük ölçü de heba olmuş bölümü olarak niteler. O, bilimin tarafsızlığına gönülden inanır. Bu nedene kaleme aldığı yazılarında kişisel inançlarından (kendisinin samimi bir inançlı olduğunu bu arada belirtelim) etkilenmeyi izin vermez. Ona göre bir bilim insanı, bilim insanı kimliğini büründüğünde diğer kimliklerini, inançlarını dışarıda bırakmalı, sadece bilimi düşünmek zorunda olmalıdır. Hocamızın en büyük özelliği okumaya, öğrenmeye olan tutkusudur. Gittiği her yerde ilk işi bulunduğu yerdeki sahafların, kütüphanelerin yerlerini öğrenmek, kütüphaneye üye olmak kitaplar alıp okumaktır. Ne yapar eder her gün bir miktar da olsa (bu miktar günde yaklaşık iki yüz sayfadır) okumayı adet edinmiştir. Maddi yönlerden en sıkıldığı dönemlerinde bile üç beş kuruş artırmanın yolunu bularak kitaplar almış ve okumuştur. Bu gün zengin sayılabilecek bir kütüphanesi ve arşivi vardır. = = = Hocamızın bir başka özelliği ise toplumsal olaylardan güçlü ve derin olarak etkilenmesidir. Nitekim bir televizyon haberi bülteninde gördüğü eroin tutkunu bir genç kızdan ve bu genç kızın durumundan etkilenerek KADER ÇİÇEKLERİ adını verdiği beş ciltlik romanını kaleme almıştır. Bir şaheser olarak nitelediğimiz Bir Ölünün Hatıra Defteri ise Dante’nin İlahi Komedyasındaki küçük bir bölüme tepki sonucudur. Merhamet'te annesi öldürülmüş bir köpek eniğinin…. Hocamızın bu gün: Kader Çiçekleri - roman- beş cilt Sel - roman- bir cilt Bir Ölünün Hatıra Defteri - roman- bir cilt Merhamet -roman- bir cilt Nur damlaları - peygamberler tarihi - bir cilt Cahiliye dönemi - Peygamberler tarihinin devamı - bir cilt İslam Tarihi (Mekke dönemi) peygamberler tarihinin devamı- bir cilt (devamı Medine Dönemi-1 olarak yazım halinde) İlk Müslümanlar - bir cilt Tersinim Teorisi - bilim - sekiz cilt (yazımı devam ediyor) Düzeltme durumunda olan eleştiri kitapları 3 cilt Olmak üzere yayınlamış ya da yayınlanmış yirmi kitabı bulunmaktadır. = = = Hocamız bütün bu çalışmaları sırasında herhangi bir kuruluş, kişi ya da kişilerden tek kuruş dahi yardım almamıştır. O son derece mütevazi olan emekli maaşından ayırabildikleriyle kitaplarını bastırmaya, her hangi bir kâr amacı gütmeden gerçek okuyucularına ulaştırmaya çalışır. O kesinlikle bu dünyada mal, mülk, ün, şan, şeref peşinde değildir. Onun tek amacı varlığına ve tekliğine GÖNÜLDEN İNANDIĞI ALLAH’ININ RIZASIDIR. Bu böyle biline...
-
İlk Müslümanlar (Hicrete Kadar)
001- Ümmülmüminin Hz Hatice bint-i Huveylid (r.anha) Peygamberimiz Hz. Muhammed’e (a.s.v) ilk iman eden insan sevgili eşi Hz. Hatice (r.anha) validemizdir. Hz. Hatice’nin (r.anha) soyu peygamberimizin soyu ile Kusayy b. Kilab’da birleşmektedir. Hz. Hatice (r.anha) cahiliye döneminde Tahire diye anılırdı. Kureyş kadınları içinde soyca en üstün şerefçe en büyük servetçe en zengin olanı idi. İşini çok iyi bilir ve sıkı tutardı. Kendisi akıllı, uyanık ve ince ruhlu, ince düşünceli, mübârek bir kadın idi. Cebrail (a.s) Hira dağında gelip Alak suresinin ilk üç ayetini getirdikten sonra peygamberimiz çok korkmuş bir halde evine dönmüştü. Her zaman olduğu gibi kendisini sevgili eşi Hatice (r.anha) karşıladı. Peygamberimiz Onu görünce: -Ey Hatice! Uykuda gördüğüm ve sana anlattığım şeyi yüce Rabbim bana Cebrail’i (a.s.) göndererek açıkladı buyurup yüce Allah (c.c) tarafından gelenleri ve Cebrail’den (a.s.) işittiklerini haber verdi. Hz. Hatice R.anha): -Ey Muhammed! Müjdeler olsun. Vallahi Allah Senin hakkında hayırdan başka bir şey yapmaz. Sana Allah’tan gelen hak ve gerçektir. Sen muhakkak Allah’ın resulüsün dedi ve Ona inanan ilk insan olma şerefine ulaştı. Peygamberimiz Ona Cebrail’den (r.anha) öğrendiği gibi abdest almayı ve namaz kılmayı öğretti. Hz. Hatice (.anha) peygamberimize peygamberlik geldiği Pazartesi gününün sonuna doğru herkesten önce iman etmek ve namaz kılmak şerefine eren, Allah (c.c.) tarafından Cennet’te inciden bir köşkle müjdelenen mutlu Cennet Hatunu idi. Aynı zamanda O Allah’ın (c.c.) selamına da nail oldu. Peygamberimiz sırtında olan nübüvvet görevini taşımakta güçlük çektiği, kavmi tarafından yalanlandığı, ret olunduğu, türlü eziyetlere, işkencelere maruz kaldığı dönemlerde üzüntü içinde evine döndüğü zaman yüce Allah (c.c.) Resulünün üzüntüsünü Hz. Hatice’nin (a.anha) teselli ve teskin edici sözleriyle hafifletir, Onu Onunla güçlendirir, vazifesini Onunla kolaylaştırırdı. Peygamberimiz onun hakkında: -Halk beni inkârla karşıladığı zaman O bana inandı. Halk ben yalanladığı zaman O beni tasdik etti. Halk beni mahrum ettiği zaman O Bana malına ortak etti. Kadınlar bana evlattan mahrum ettiği zaman Allah (c.c.) bana ondan evlatlar nasip etti. Kendi zamanında kadınların en hayırlısı imran’ın kızı Meryem idi. Bu ümmet kadınlarının en hayırlısı da Hatice’dir. Cennet kadınlarının üstünü Hatice bint-i Hüveylid, Fatıma bint-i Resulallah, Meryem bint-i imran ve firavunu zevcesi Asiye bint-i Müzahim’dir buyurmuştur. Hz. Hatice (r.anha) nübüvvetin onuncu yılında, ramazan ayının başlarında vefat etti. Vefat ettiği zaman altmış beş yaşında idi. Hz. Hatice (r.anha) Hacun kabristanına defnedildi. Gömüleceği zaman peygamberimiz kabrinin içine girdi. Resulallah’a peygamberlik verildiği sıralarda ailesi, korumasına aldığı Hz. Ali b. Ebu Talib (k.v) ve evlatlık edindiği Zeyd b. Harise (r.anha) ile birlikte yedi kişi idi. En büyük kızı Hz. Zeynep (r.anha) henüz on yaşında olduğu halde Ebul As ile evlendirilmişti. Bu yüzden evde değildi. Allah (c.c.) ondan razı olsun.
-
Evrimcilerden Masallar-
Eleştiri ve tartışmalara baktım da konu ile ilgili tek bir cümle yok. Tersinim yanlışlardan doğruların bulunacağını gönülden, inanır bu nedenle yapıcı eleştirilere büyük önem verir. HİÇ BİR FİKRE, VARSAYIMA İDEOLOJİYE TAASSUPLA BAĞLI DEĞİLİZ. SADECE GERÇEKLERE DEĞER VERİRİRİZ. GEREKTİĞİNDE TEMEL VARSAYIMLARIMIZ BİLE DEĞİŞEBİLİR. Lütfen yazılarımızı baz alıp yanlışlarımız varsa KANITLAR GÖSTEREREK düzeltiniz. Tersinim teorisi bu yöntemle devamlı DOĞRULANIP YÜCELECEKTİR.
-
Tersinim Teorisiyle İlgili Sorular ve Cevapları
Bu bölümde tersinim ve evrim teorileriyle ilgili sorularınızı cevaplandıracağız. = = = Soru-1 Tersinim nedir? cevap-1 Tersinim tüm düzen ve sistemlerin doğal şartlar ve zaman içinde; eskimesi, yıpranması, bozulması, çeşitlenmesi, azalması, sakatlanması, hastalanması, ihtiyarlaması vb.. gibi olumsuz olguların genel ifadesidir. Soru-2 Tersinim teorisi ve ana mantığı nedir? Cevap -2 Tersinim teorisine göre tüm varoluşta (evrende) düzen ve sistem sahibi oluşumlar doğal şartlarda ve zaman içinde tersinime uğrarlar. Tersinim evrensel olup kaçınılmazdır. Tersinim teorisi başta madddenin sakımı, entropi kanunları olmak üzere tüm doğal kanun ve ilkeleri kendine temel alır, hiç bir doğal kanun, ilke ve mantık çıkarımlarıyla çelişmez. Devam edeceğiz.
-
Tanrı Yanılgı mı?
Evrim konusunda yazdıklarıyla meşhur prof. Unvanlı bir yazar Tanrı kavramının bir yanılgı olduğunu iddia eden bir kitap yazmış ve yayınlamış. Bilimsel olduğu iddia edildiği halde içeriğinden alıntılar yapma izni verilmediğinden sözü edilen kitabı doğrudan eleştirme imkanımız yok. Fakat konu itibariyle sessiz kalmamızda mümkün olmayacak. Bu nedenle doğrudan kitaptan alıntılar yapmadan, kitabın yazarı ve içeriğinden bahsetmeden sadece anladıklarımızı yazıp buna uygun eleştirilerde bulunacağız. Ne yapalım ki tanınan imkanlar bu kadarına elveriyor. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az. Önce şunu belirtelim ki bilimin paylaşıldıkça çoğaldığını ve değerlendiğini inananlardanım. Bilimsel bir kitabın içeriği rahatlıkla paylaşılıp, eleştirilebilmeliydi. Meşhur bir Arap atasözü vardır, harcanmayan para senin değildir diye. Bizde bunu; paylaşılmayan ilim sahibine ait değildir şekline dönüştürebiliriz. Gerçektende öyle. Paylaşılmayan, eleştirilmeyen bilimin hiç bir değeri yoktur. Her ne ise…. = = = Kitap Tanrı’ya dolaysıyla dine hedef almış. Sayın yazarımıza göre din; kimi insanların aklını, bilincini özgürce kullanmasını engel olan, toplumsal baskılarla yaşatılmaya çalışılan ruhsal bir hapishanedir. Yazarımıza göre dini inkar eden bir ateist her şeyden önce gerçekçidir, cesurdur ve dinin prangalı hapishanelerinden kurtulmanın görkemli bilincindedir. Bu bilinç son derece görkemlidir, yücedir; çünkü bu bilince herkes ulaşamaz. Dinin akıl ve mantık dışılıklarından bunalmış ruhunu kurtarmayı başarmış bir kişi rahatlıkla dengeli, ahlaklı ve mantığa dayalı fikirlerle tatmin olmuş mutlu bir ateist olabilir. Sayın yazarımız bir şarkıcıdan ve şarkıdan esinlenerek dinin olmadığı bir dünyayı hayal eder. Dinin olmadığı bu hayali dünyasında; ne ikiz kuleleri yıkan Müslüman teröristler, ne intihar bombacıları, ne İsa’nın katilleri suçlamasıyla suçlanan ve ceza gören Yahudiler, ne minicik bir yerini açtığı için kırbaçlanan kadınlar, ne heykelleri kırıp yıkan Talibanlar, ne de kısas uygulanarak boynu vurulan kişilerden eser vardır. Bir bakıma onun bu hayali dünyasında her şey sütlimandır, kurt ve kuzu kardeş kardeş yaşamaktadır. Bir ateist için dinin dünyaya yaptığı kötülükler!!!! örnek verdiklerimizden binlerce kat daha çok ve çeşitlidir. Acaba öyle mi? Kitabı ilgiyle okurken bir şey hemen dikkatimi çekti. Sayın yazarımız dinin kötülüklerini sayıp dökerken; doğru dürüst örtünmediği için kırbaçlanan kadınları yazarken nedense çok daha büyüklerini; insan olduğumuz için utançla yüzlerimizi kızartanlarını; engizisyon mahkemelerini, zindanlarda çürütülen, diri diri yakılan insancıkları, cennetten parsel parsel arsalar satan suiistimalcileri bunlara benzer ya da benzemez Hıristiyan dinine özel nice kötülükleri nedense yazmamış. Bu da sayın yazarımızın konunun temelinde bile tarafsız olmadığını, diğer dinleri bir kenara bırakıp İslam’ı hedef aldığını gösterir. Sayın yazarımıza göre bütün kötülüklerin kaynağı dindir. Büyük ölçüde (açıkça yazmasa da) İslam dinidir. Sayın yazarımız yazısını devam ederken aklını, vicdanını, daha da önemlisi bilimsel tarafsızlığını bir kenara bırakmış. Sayın yazarımız din olgusunun kötülüklerini yazmadaki hünerini; insanları diri diri fırınlara atarak yakan, gaz odalarına gönderen, işkenceler altında inim inim inleterek canlarını alan; kadın, kız, çoluk çocuk, genç ihtiyar demeden on milyonlarca insanı ölüme gönderen, çıkardığı dünya savaşı sonucunda yüz milyonlarca insanın ölümüne neden olan, bir o kadarını da hasta ve sakat bırakan azılı bir ATEİSTİ ortaya koyup kınamada göstermemiş. Sayın yazarımız masum çocukların, hastaların, elden ayaktan düşmüş ihtiyarların topluma yük oldukları kararını vererek doğal seleksiyon gereği yok edilmelerini savunan, daha da korkuncu bunu uygulayan öjenistlerin, insanları kafataslarının büyüklüğüne ya da teninin rengine göre az gelişmiş, çok gelişmiş diye ayıran kafatasçıların, ırkçıların da Tanrı tanımazların içinden çıktıklarını unutmuş görünüyor. Son iki dünya savaşlarını ateizme meyilli devlet adamlarının çıkardıklarını; on milyonlarca insanın ölümlerine, bir o kadarının da sakat kalmalarına, onca acıya, gözyaşına neden olduklarını da bilmezlikten gelmeyi tercih etmiş. Neden acaba? Azılı tanrıtanımazların işlediği yüz kızartıcı, insanlık dışı suçlar dincilerin yaptıklarından daha mı hafifti? Yoksa sayın yazarımız gerçeği arayan tarafsız bir bilim insanı değil de gözü dönmüş bir din düşmanı mıdır? İyi ve de kötülerin toplumların her kesiminden çıkabileceğini prof unvanlı sayın yazarımız bilmiyor muydu? Kötülüğü tek bir kesimin üzerine yıkma çabaları bir kara cahilliğin sonucu değil midir? Devamı var.
-
Bilim ve Yaratılışçılık Kitabına Eleştiriler
Amerikan Ulusal Bilimler Akademisinin görüşünü yansıtan Bilim ve Yaratılışçılık kitabının özetini görünce çok sevindim. İçlerinde prof.larında bulunduğu on beş bilim insanı tarafından hazırlanmış. Basın ve yayın hakları Türkiye Bilim Akademisine verilmiş, onlarda yayınlamışlar. Eserin önemli bir kısmı yaratılışçılıkla (yayın ekibi en baştan yaratılışçılık mantığının bilim dışı olduğunu iddia ettiğinden) ilgili ise de bilim tarafı bize yeterli olabilirdi. Bilim insanlarının böylesine büyük ve geniş bir katılımıyla ortaya konulmuş bir eser bilimin susuzluğuyla kavrulan, bu nedenle kitaplardan kitaplara, sitelerden sitelere koşan gönlümüzü ve ruhumuzu serinletebilir, daha da önemlisi doyurabilirdi. Sevinmemin gerçek nedeni buydu. Beni yakından tanıyanlar bilirler. Bilimin tarafsız olması gerektiğine inananlardanım. Bu konuda asla taviz vermem. Benim için bir eser bilimsel tarafsızlığını koruyabildiği, bu nedenle konulara objektif yaklaşabildiği ölçülerde değerlidir. Yazar ya da yazarları değil. Fakat daha ilk cümlelerde derin bir hayal kırıklığına uğradım. Beni böylesine heyecanlandırıp umutlandıran söz konusu eserin önsözünde bakınız neler yazıyor: Çağdaş bilimin en temel yapıtaşlarından birisi olan evrim….. Canlı yaşamın ortak bir geçmişe sahip olduğu ve tüm canlıların zaman içinde değişime uğradıkları görüşlerini ortaya süren evrim kavramı günümüzde sayısız bilimsel gözlemle doğrulanmış ve tüm saygın bilimsel çevrelerce benimsenmiştir. Evrim teorisi kanıtlanmış bir teori midir? Adı geçen eserin hemen önsözünde çağdaş bilimin en temel yapıtaşlarından biri olarak tarif edildiğine göre öyle olmalı. Ama evrim teorisi öngörüleriyle açıklanamayan, daha sonra yanıtlanmak üzere devamlı buzdolabına kaldırılan öylesine çok soru ve sorunlar var ki bu nedenle evrim teorisi kanıtlanmıştır diyemiyoruz. Diğer ifade ile evrim şüphe sislerinin arkasında belli belirsiz görünen, bu nedenle rahatlıkla aldatıp, yanıltabilen bir hayal gibidir. Bilimsel tarafsızlığın gerekliliği konusundaki titizliğimizi daha önce belirtmiştik. O halde sormak gerekir. Kanıtlanmamış, yanıtlayamadığı soru dağlarının altında ezilen bir teori çağdaş bilimin en temel yapıtaşlarından birisi nasıl olabilir? Böyle bir iddiayı ancak bilimin tarafsızlığını bir kenara fırlatıp atmış tutkulu bir evrim savunucusu ya da savunucuları yapabilir. Diğer ifade ile bu cümleyi yazan ya da yazanlar bilimsel tarafsızlığını yitirmiş taassup sahibi kişilerdir diye yazarsak doğruyu söylemiş ve yazmış oluruz. Nedeni ise birbirine zıt her iki iddiadan birinin kanıtlarla desteklenmediği ve kesinleşmediği sürece varoluş bir yaratıcının eseridir diyenlerle evrim modern bilimin temel yapıtaşıdır diyenler arasında herhangi bir farkın olmamasıdır. Bizlere göre her iki grup da bilimsel tarafsızlıklarını yitirmiş, bilimsel yöntemlerle doğruluğu kanıtlanmamış bir öngörüyü en baştan doğru kabul etmiş taassup sahipleridirler. Filanca kişi ya da kuruluşların evrimi doğrulaması ya da yanlışlaması bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren evrimin doğrulunu ya da yanlışlığını gösteren bilimsel kanıtlardır. Burada bilimsel kanıtlar derken gerçek bilimsel kanıtları kastediyoruz. Hayal ürünü şöyle oldu böyle oldu edebiyatını, yine hayal mahsulü çizimleri, türlü sahtekarlık yöntemleriyle duruma ve vaziyete uydurulmuş fosilleri değil. Malum! Taraflardan birisi bu konuların uzmanıdır. Devamı var.
-
Böcekler Evrime Meydan Okuyor
Böcekler yaşam dünyasının tür, çeşit ve sayı bakımından en zengin bölümüdür. Kimi böcekler arasında yapı ve yaşamsal meziyetler, beceriler yönünden öylesine derin, geniş ve büyük farklılıklar vardır ki evrimsel yönden uzaktan ya da yakından akraba olmaları mümkün görünmemektedir. Evrim teorisince böcekler ilkel canlılar olarak tanımlanırsa da tek kelime ile harika olan yapıları, yaşamsal meziyetleri ve becerileri göz önüne alındığından evrimleşmiş addedilen canlılarla kıyaslandığında hiç de ilkel olmadıkları görülür. Aşağıdaki yazı dizimizde böceklerin harika dünyalarından kesitler sunacak, evrim ve tersinim teorilerinin öngörüleriyle sorgulayacak, bir kez daha gerçekleri bulmaya çalışacağız. = = = Böceklere Evrim Teorisi Savunucuları Ne Diyor? Evrimci teorisi savunucularınca böceklerin harika yapıları; özellikle kanatlarının oluşumu, uçuşun gerçekleşmesi ve gelişimi konusunda çeşitli senaryolar üretilmişse de bilimsel kanıtlara dayanmadığından şöyle oldu, böyle oldu edebiyatı dışında değerleri yoktur. Fakat bilimsel tarafsızlığımız gereği bu varsayımlardan kısaca bahsedeceğiz. Böcek kanatlarının oluşumu konusunda evrim savunucularınca ortaya atılan Trakeal kuram adı verilen birinci senaryoya göre, suda yaşayan böceklerin göğüs trakelerinden karaya çıkınca kanatlar oluşmuştur. Fakat solungaçlarda rastlanan kaslar, kanatlarda yoktur. Ayrıca, böceklerin kanatsız aşamadan, kanatlı aşamaya geçtiğini gösteren bir delil veya ara-geçiş formuna ait fosiller de bulunamamıştır. Fosil kayıtları ilkel böcek olmadığını, bilinen en eski böceklerin bile günümüzdeki gibi mükemmel uçuş sistemlerine sahip olduklarını göstermektedir. Bu uçuş sistemleri görüldükleri ilk tarihten beri basite indirgenemez kompleks özelliklere sahiptirler. İkinci senaryo olan paranotal kuram ise, bazı vücut bölgelerinin genişlediği, düzleştiği ve zaman içinde kanat haline geldiğini savunur. Bu varsayıma göre böceklerin göğüs bölgesinin üç bölümünden sadece ikisi, evrimcilerin de bilmediği0 kimi sebeplerden dolayı bu gelişimi göstermiş ve böylece kanatlar oluşmuştur. Böceklerdeki uçuş sistemlerinin basite indirgenemez komplike oluşları göz önüne alındığında bunun mümkün olmadığı hemen anlaşılır. Diğer ifade ile henüz tam evrimleşmemiş yarı gelişkin kanatlar böceklere fayda sağlamadıkları gibi yük oluşturduklarından zarar da verirler. Bu tür başlangıçlarındaki faydasız oluşumların canlı vücutlarında barındırılması (hele hele uzun süreçlerde) mümkün değildir. Böceklerin mükemmel ve eksiksiz olarak aniden ortaya çıktıklarını belgeleyen sayısız fosillerin olmasına rağmen bir tane dahi ara format fosilinin bulunamaması bu iki varsayımı da bilimin çöplüğüne atmaya yeterlidir. Mutasyonların hepsi de yararlanma mekanizmaları yok ise canlılar için zararlıdır. Bu varsayım Tersinim Teorisiyle birebir uyuşur. Gerçekte mutasyona uğrayan canlılar mükemmel yaratılışlarında az ya da çok bir kayba uğrarlar. Ünlü Fransız zoolog Pierre Paul Grassé böceklerin kökeni konusunda tam bir karanlık içindeyiz derken aslında bu gerçeği itiraf etmektedir. Exeter Üniversitesinden Robin J. Wootton, Scientific American dergisinde yayınlanan makalesinde böceklerin uçuş becerilerini şu şekilde yorumluyor: -Böcekler bütün uçan makineler içinde en çevik ve en çok manevra kabiliyetine sahip olanlardandır. bazı böcekler az kütle, gelişmiş sinir duyu sistemleri ve kompleks kas yapıları sayesinde hayret verici hava akrobasisi örnekleri sergilerler. Örneğin karasinekler hızlı uçuş sırasında yavaşlayıp havada asılı kalır, ters döner ve bu şekilde uçar, dikey dönüş yapar, yuvarlanır ve tavana iniş yapar; hepsi saniyeden az bir sürede gerçekleşir. Böcek kanatlarının işlevlerini ne kadar öğrenirsek, tasarımları da bize o kadar usta ve güzel görünmektedir. Devamı var.
-
Richard Dawkins'in Gen Bencildir Kitabına Eleştiriler
Richard Dawkins 26 Mart 1941 yılında Kenya’nın Nairobi şehrinde dünyaya gelmiştir. Clinton Richard Dawkins İngiliz uyruklu etolog, yazar, evrim kuramcısı olarak tanınır. Kendisi Oxford Üniversitesi'nde zooloji profesörüdür. Dawkins bilimin halkça anlaşılması için oluşturulmuş Oxford Üniversitesi Charles Simonyi kürsüsünde profesör ve aynı zamanda New College bilim kurulunun üyesidir. 1976'da yayımlanan The Selfish Gene (Gen Bencildir) adlı kitabında doğal seçilim'in bireyler ya da türler seviyesinde değil, genler seviyesinde incelenmesi gerektiğini savunmuştur. Aynı kitapta, mem kavramını ortaya atarak bugün memetik diye bilinen bilim dalının kurucusu olmuştur. 1982'de yayımladığı The Extended Phenotype (Genişletilmiş Fenotip) adlı kitabında, fenotipi vücutla eş anlamlı gören geleneksel görüşe karşı çıkmış, bir organizmanın kendi vücudu dışında oluşturduğu yapıların da (kuş ve termit yuvaları gibi) o organizmanın genleri tarafından inşa edildiğini, dolayısıyla organizmanın fenotipine dahil edilmesi gerektiğini savunmuştur. Evrim, yaradılışçılık ve din konularındaki fikirlerini açıklamak için pek çok popüler bilim kitabı yazmış ve pek çok televizyon programına katılmış olan Dawkins, tutkulu bir ateizm savunucusu olarak da ünlenmiştir. 2006'da yayımladığı The God Delusion (Tanrı Yanılgısı) adlı kitabında tanrının varlığı ve dinlerin gerekliliği için öne sürülen geleneksel savlara karşı çıkmış ve ateist bir dünya görüşünü savunmuştur. Richard Dawkins’in herhangi bir taassuba kaçmadan başta gen bencildir kitabı olmak üzere ulaşabildiğimiz tüm eserlerini bilimsel yöntemlerle eleştireceğiz. Devamı var.
-
Canlılık Bu Meçhul = Mikroorganizmalar ve Bitkiler
Canlıların Harika Dünyaları Canlıların harika dünyaları bizleri şaşkınlıklardan şaşkınlıklara uğratır, bizleri bir kez daha yaratılış mucizesine hayran bırakır, Bir Yaratıcı İradenin var olduğu konusundaki kanaatimizi pekiştirip, güçlendirir. Öyleki bu kanaatimiz gelişen bilim ve teknolojinin paralelinde öğrendiklerimizle büyümekte, derinleşmekte, genişlemekte sonuçta imanımız bir kat daha güçlenmektedir. Sıkça gözlemlediğimiz artık inkarı mümkün olmayan maddesel sistemli düzenliliklerle beraber asla rastlantısal oluşumların birikimsel sonucu olamayacak kadar mükemmel olan canlıların harika dünyaları bizleri bu büyük gerçeğe götürmektedir. Bu konuda bir kaç örnek verecek, oluşan kanaatimizi dolaysıyla imanımızı bir kat daha güçlendireceğiz. Bu bölümdeki örneklerimiz evrim teorisi savunucularınca ilkel ya da başat oldukları iddia edilenlerden rast gele seçilmiş kimi canlıları kapsayacaktır. Seçim, yazdığımız gibi rast geledir. Bunun nedeni de istisnasız her canlının kendine özel olduğu, nice şaşırtıcı meziyetlerle var edildikleri konusunda en küçük bir şüphe dahi duymamamız; her canlının kesinlikle birer var ediliş harikaları olduklarını görmemiz ve buna inanmamızdır. Bu çabamızdaki amacımız iddia edildiği gibi canlılığın rastlantılarla oluşup oluşamayacağı sorusunun doğru cevabını bulmaktır. Okuyucu eseri bu amaca uygun yorumlamalıdır. Bu küçük araştırmamızda şunu defalarca görüp, şahit olduk ki hiçbir canlı ilkel ya da az gelişmiş değildir. Nasıl mükemmel ve eksiksiz var edilmişlerse o şekilde (belki de tersinim sonucu bazı meziyetlerini zayıflatmış ya da kaybetmiş olarak) yaşamlarını devam ettirmektedirler. Çeşitli nedenlerle soylarını devam ettirememiş olanlardan örnekler almadık. Milyonlarca tür ve en az bir o kadarda olan çeşitleriyle dünyamızı tıka basa doldurmuş tüm canlılar ister tek, ister çok hücreli olsun yaşamalarına ve üremelerine uygun harika yapılışlara sahiptirler. Hepsi de kendilerine özeldir. Farklı fakat mükemmel yaşam avantajlarına sahiptirler. Birinin diğerlerine kendilerine özel üstünlükleri vardır. Bir bakıma canlıları ilkel ya da gelişkin diye ayırmak mümkün değildir. Çünkü hepside mükemmel yapılara sahiptirler. Bu bölümümüzde canlıların harika yapılarından kısaca bahsedecek, yapılarının rastlantılarla oluşup oluşamayacağı sorusuna cevaplar arayacağız. Devamı var.
-
İnsanlar Evrildi mi?
Evrim teorisinin en iddialı varsayımların birisi şüphesizki insanların primatlardan evrildiği iddiasıdır. Bu yazı dizimizde bilimsel yöntemlerle bu iddianın doğruluk derecesini araştıracağız. İnsanlarla Hayvanlar Arasındaki benzerlikler ve Farklılıklar: İnsanlarla hayvanlar arasındaki benzeşim ve farklılıkları şöyle sıralayabiliriz. a)-İnsanlarda diğer canlılar gibi aynı malzemeden var edilmişlerdir. Örneğin bütün canlılar hücrelerden, hücreler proteinlerden, proteinlerde aminoasit dizimlerinden oluşmuşlardır. Canlılar bu hücrelerden ya da bu hücrelerin oluşturdukları kompleks sistemlerden meydana gelirler. -Canlı türlerinin kendilerine özel yapı şablonları vardır. Şablon bilgileri en küçük ayrıntısına kadar gen şifreleri ile tespit edilmiş ve korunmuştur. Kromozomlar bu bilgilerin kümeleridir. Her canlı türünün kendine özel gen bilgisi vardır. Kromozomlar bu gen bilgilerinin ayrıntılarıyla doldurulmuştur. Bir şablondan bir başka şablona geçilmesi (milyarlarca ayrıntının bir anda değişmesi, yeni oluşumunda rastlantılarla daha gelişkin kompleks sistemler meydana getirmesi gerektirdiğinden) mümkün değildir. c)-Gen bilgilerindeki benzerlik ya da kromozom sayılarının aynılığı türden türe geçişi ya da canlılar arasındaki evrimsel akrabalığı göstermez. Gen bilgilerindeki büyük oranda benzeşim gösteren ya da kromozom sayıları aynı olan, yapı olarak tamamen ayrı pek çok canlı türü vardır. (Örneğin patatesin kromozom sayısı insanla aynı yani 46’dır) d)-Canlılar kendilerine özel yapı şablonlarına sahip olsalar da aynı malzemeden var edilmiş olmaları nedeniyle benzer organlara sahip olabilirler. Örneğin sıcakkanlı hayvanlarda sindirim, solunum, boşaltım vb.. sistemler hemen, hemen aynıdır. Bunun benzerleri soğukkanlı hayvanlar içinde geçerlidir. e)-İnsanları diğer hayvanlardan kısmen ayıran en büyük fiziksel özellik dik durabilmeleri, dik yürüyebilmeleri, koşabilmeleri, dik hareket edebilmeleridir. İnsan buna uygun var edilmiştir. Pelvis kemiği, omurgalar, dengeyi sağlayan iç kulak yapısı vb… gibi farklılıklar insanları diğer canlılardan fiziksel olarak ayırır. f)-İnsanın dik durup hareket edebilme özelliği bazı hayvanlarda kısmen de olsa vardır. Örneğin maymunlar, ayılar kısa süreli de olsa dik durup yürüyebilirler. Fakat bu bir benzeşimden öteye gitmez. İnsanların maymunlardan ya da ayılardan evrimleştiği anlamına gelmez. g)-İnsanları hayvanlardan ayıran en büyük özellik aklını kullanma, düşünebilme, öğrenme, öğrendiklerini aktarabilme, öğrendiklerini kullanma, muhakeme edebilme, bilinçli olarak uzun vadeli amaçlara yönelebilme, hayal kurabilme, sorumluluk, vicdan, merhamet, sevgi, vefa duyguları gibi hayvanlarda bulunmayan insansı meziyetlerdir. Bu meziyetlerin kaynağı ise insana özel beyin ve ruhsal yapılarıdır. Bu meziyetlerin maddesel bir açıklaması yoktur. Enzimlerin, hormonların doğrudan sonucu değildir. Maddeye bindirilmiştir fakat madde üzeridir. Madde sadece bir vasıtadır. Bu nedenle maddeye indirgenemez. İnsanlar bu meziyetleriyle etrafı tetkik eder, araştırır, bir şeyler öğrenir, muhakeme yapar, öğrendiklerini kullanarak icatlarda bulunur, sanat eserleri meydana getirir. Hiç bir hayvan en küçük ve basit bir alet dahi yapıp geliştirme meziyetine sahip değildir. Hayvanların yaptıkları bir içgüdü ya da şartlı refleksten öteye gitmez. h)-Hayvanlarda gördüğümüz şaşırtıcı meziyetler (arının bal yapması, örümceğin ağ örmesi, göçmen kuşların yollarını bulabilmesi vb.. gibi.) belirli bir kalıbın içinde kalır. Bu meziyetlerin bilgisi var edilişlerinde kendilerinde vardır. Öğrenilmez ve öğretilmez. Ne azalır, ne çoğalır. Hayvanlar bu meziyetlerinin bilincinde değildir. İnsansı meziyetler ise bilinçlidir, artıp eksilebilir, bu nedenle sınırsızdır. Evrim teorisinin canlılar tek bir hücreden evrimleşti varsayımı akıl ve mantık dışı olduğu kadar bilimsel verilerle de ters düşer. İnsanlar diğer canlılar gibi yeri ve zamanı geldiğinde mükemmel olarak var edilmişler, aniden ortaya çıkmışlardır. Bu gerçeği evrimi dışlayan ve iddiamızı doğrulayan kanıtlarla göstermeye çalışacağız. Devamı var.
-
Madde ve Evren
Tüm varoluş, varoluşun içinde minik bir noktadan başka bir şey olmayan evrenimiz kompleks yapısıyla hemen dikkat çeker. Bu yazı dizimizde evrenimizden, evrenimizi meydana getiren maddelerden ve maddelerin ilginç ve şaşırtıcı yapılarından bilimsel yöntemlerle bahsedeceğiz. Konu öylesine büyük, geniş ve derindir ki vereceğimiz bilgiler gerçeklerin karşısında son derece yüzeysel ve basit kalmaktadır. Ne yazık ki ancak bu kadarını bilebiliyoruz. Her zaman olduğu gibi bu yazı dizimizin gerçek amacı söz konusu oluşumların rastlantılarla oluşup oluşamayacağını araştırmak, sonuçta gerçekleri bulmaya çalışmaktır. Yazı dizimizi bu amaca uygun yorumlamak gerekir. EVREN Tersinim teorisi var oluşu bir bütün olarak görür. Sıkça ve uzun uzun tartışılmış olan canlılık konusundaki abiyogenez ve biyogenez görüşlerini bir noktada sentezler. Varoluşu canlılık ve cansızlık diye ayırmaz. Tersinim teorisine göre varoluş madde ve madde ile ifade bulan yaşamın kompleks bütünlüğüdür. Varsa diğer evrenleri de kapsar. (Maddenin Sakımı Kanunu Bir Büyük Bütün’ün Varlığını Kanıtlar isimli makalemize bakınız) Bu görüşe göre eğer yaşam oluşacaksa her şeyden önce maddenin oluşması gerekir. Bu nedenle varoluş maddeyle başlar; kademe kademe bütünleşerek devam eder. Yaşamsal uygunluklar dediğimiz milyonlarca kompleks sistem bu oluşumlar sırasında sırasıyla meydana gelip bütünleşir. Bir bakıma yaşam ve ekolojik düzen bu oluşumların en son aşamasıdır. Bu forumda madde ve evren konusunda bilgiler vereceğiz. Buradaki amacımız varoluşun planlı ve kademeli bir gelişim sonucunda oluşmuş; kompleks, muhteşem ve eksiksiz bir bütün olduğunu, dolaysıyla bir Yaratıcı’nın varlığını göstermektir. Yaşamsal uygunluklar dediğimiz milyonlarca olgu bu büyük bütünün içindedir. Bu bütünlük yaşamsal uygunluklar için özel olarak düşünülüp planlanmış ve oluşturulmuş gibidir. Canlılık ve cansızlık bu büyük bütünün içindedir ve birbirini tamamlar. Konu aynı zamanda insanların ne kadar kolay yanılıp aldanabilir olduklarını göstermesi yönünden de hayli ilginçtir. === içinde bulunduğumuz ve uçsuz bucaksız sandığımız evrenin nasıl var olduğu, nereye gittiği, içindeki düzen ve dengeyi sağlayan kanunların nasıl işledikleri her devirde insanların merak konusu olmuştur. Bilim insanları asırlardır bu konuyla ilgili sayısız araştırmalar yapmışlar, doğru ya da yanlış pek çok teoriler üretmişlerdir. Evrenimizin bir düzenler ve sistemler bütünlüğü olduğu varsayımının en büyük kanıtı şüphesiz ki nice milyar yıllardan beri değişmeyen ve işlerliğini devam ettiren kanun ve ilkelerin varlığıdır. Kanun ve ilkelerin varlığı bu kanun ve ilkelerle ortaya konulmuş bir düzenli sistemlerin varlığı anlamına gelir. Eserimizin amacı herhangi bir taassuba varıp dayanmış bir önkabule takılı kalmadan var oluş gerçeğini arayıp bulma olduğundan bu konu bizi yakından ilgilendirmektedir. Madde ve evrenin rastlantılarla oluşup oluşamayacağı sorusunun yanıtını bilimsel bulguların ışığında arayıp bulmaya çalışacağız. Okuyucu bu yazı dizimizi öncelikle bu yönden değerlendirmelidir. Devamı var.
-
Embriyodan İnsana
Aşağıdaki yazı dizimizde her biri basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusu olan canlıların üreme sistemlerini konu alacağız. Konumuz özellikle insan üreme mekanizmaları odaklıdır. Bunun nedeni ise bu konunun diğer üreme sistemleri konularına göre bizlere daha çok ilgilendirmesi, çok daha ilgi çekici olmasıdır. Konu öylesine, hassas, ince ve ayrıtılıdır ki gerçek bir yaratılış mucizesi olan bu muazzam ve o derece de esrarengiz olaylar dizisinin sırlarını yeterince keşfedebilmiş değiliz. Bu nedenle vereceğimiz bilgiler çok basit ve yüzeysel kalacaktır. Yazı dizilerimizin gerçek amacı varoluş denen muazzam olgunun rastlantılarla oluşup oluşamayacağını araştırmak ve gerçeği bulmak olduğundan yazılarımızı bu yönden yorumlamak ve değerlendirmek gerekir. YAZILARIMIZI TERSİNİM VE EVRİM TEORİLERİNİN ÖNGÖRÜLERİNİ DİKKATE ALARAK VE KIYASLAYARAK YORUMLAMAK GERÇEĞİ BULMA YOLUNDA EN ÖNEMLİ BİR İLK ADIM OLACAKTIR. DOĞRU KIYASLAYIP YORUMLAMAK İÇİN DE HER İKİ TEORİNİN TEMEL VARSAYIMLARINI BİLMEK GEREKİR. = = = İNSAN VÜCUDU CANLILARDA ÜREME SİSTEMLERİ Dünya üzerinde yüz binlerce türe, en az bir o kadarda farklı çeşide ait milyarlarca canlı vardır Her canlı gibi bunlara da belirli bir ömür biçilmiştir Uzun ya da kısa bir yaşamdan sonra ölüp gideceklerdir Bu tersinimin kaçınılmaz bir sonucudur Eğer üreme sistemi olmasaydı bu canlıların tümü belirli bir süre içinde yok olup gideceklerdi Bu nedenle canlılardaki üreme sistemleri yaşam devamlılığının gerçek nedenidir Üreme sistemleri olmasaydı dünyamızda canlılıktan söz edilemezdi Tersinim teorisine göre üreme canlıların yenilenmesi, bu yolla tersinim etkisinden korunup varlıklarını sürdürme sürecidir Üreyemeyen canlılar yok olmaya mahkumdur Bu nedenle üreme sistemleri diğer yaşamsal sistemler ile birlikte ilk anlardan itibaren mükemmel (eksiksiz, tam, işlerlik sahibi ve acil) olmak zorundadır Yarım, eksik, işlerliği tam olmayan, uzun süreçlere yayılmış oluşumlar yararsızdır Bu nedenle kademeli evrim geçersiz olur Canlılardaki üreme sistemleri; bu sistemin başlangıcı olan üreme ihtiyacını hissedişin dürtüsü, yavrunun oluşumu, yeni oluşan yavrunun korunma ve beslenme mekanizmaları ile birlikte kesin olarak basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğindedir Bunlardan bir tanesinin eksikliği ya da yokluğu en azından o canlı türünün yok olması demektir Bu bütünsellik uzun sayılabilecek bir süreci de kapsar Bu sürecin başı, ortası ve sonu, sonucu hayati öneme sahip olan bütünselliği bozmaması için çok hassas, ince ve detaylı planlamalar gerektirir Aksi halde basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğinde olan bu hayati oluşumda meydana gelecek her hangi bir aksaklık üremeyi durduracak, dolaysıyla o canlı türünün yok olmasına neden olacaktır Bu oluşum öylesine hayati bir önem taşır ki hiç bir şekilde şansa, rastlantılara yer verilemez Bu olayı son derece karmaşık kimyasal yapılardan oluşmuş hormonların canlılar üzerindeki etkileri olarak yorumlayıp basite indirgemeye çalışmak; bir iradeye sahip olmayan, sadece karmaşık kimyasal maddelerden oluşmuş bu hormonların; uzun sayılabilecek bir süreci de kapsayan kompleks sistemlerin bütünselliğini nasıl oluşturduğu sorusunu gündeme getirir ki, bu sorunun basite indirgenmiş hiç bir yanıtı yoktur Canlılar çok sayı ve çeşitte basite indirgenemez yöntemlerle ürerler Her canlı türün kendine özel bir üreme sistemi vardır Bu sistem sadece yavrunun ortaya çıkması üzerine kurulmamıştır. Yavru ortaya çıktıktan sonraki gelişim sürecini de kapsar Örneğin penguenler sıcaklığın eksi kırk derecelere kadar düştüğü kutuplarda yaşarlar Bu ortama uyum sağlamaları için vücutları kalın bir yağ tabakasıyla kaplanmıştır Besinleri çok hızlı bir şekilde kullanıma hazır hale getiren bir sindirim sistemine de sahiptirler Canlılar dünyasında hayli ilginç üreme mekanizmaları vardır ve hemen, hemen tüm canlılar yavrularının üzerlerinde titrerler, onlara kol kanat germeye çalışırlar ve inanılmaz fedakârlıklarda bulunurlar Canlıların bu çok yönlü kompleks davranışlarını basite indirgeyip bazı kimyasal maddelerin canlılar üzerlerindeki etkisidir deyip geçiştirivermek bu harikulade olayı gerektiği gibi anlamamak ve değer vermemekle eşteştir. Bu bölümde sadece canlılardaki üreme sisteminin yaşam için ne kadar hayati olduğunu belirtmekle yetineceğiz Canlılardaki üreme sistemleri konusundaki ayrıntılı bilgileri canlılarla ilgili bölümlerde ayrı ayrı bulabilirsiniz Canlılarda Üreme Sistemleri: Dünya üzerinde yüz binlerce türe, en az bir o kadarda farklı çeşide ait milyarlarca canlı vardır. Her canlı gibi bunlara da belirli bir ömür biçilmiştir. Uzun ya da kısa bir yaşamdan sonra ölüp gideceklerdir. Bu tersinimin kaçınılmaz bir sonucudur. Eğer üreme sistemi olmasaydı bu canlıların tümü belirli bir süre içinde yok olup gideceklerdi. Canlılarda üreme devamlı bir YENİLENME şeklidir. Bu nedenle canlılardaki üreme sistemleri yaşam devamlılığının gerçek nedenidir. Üreme sistemleri olmasaydı dünyamızda canlılıktan söz edilemezdi. Bu nedenle üreme sistemleri diğer yaşamsal sistemler ile birlikte ilk anlardan itibaren mükemmel (eksiksiz, tam, işlerlik sahibi ve acil) olmak zorundadır. Yarım, eksik, işlerliği tam olmayan, uzun süreçlere yayılmış oluşumlar yararsızdır. Bu nedenle kademeli evrim en azından üreme konusunda geçersiz olur. Canlılardaki üreme sistemleri; bu sistemin başlangıcı olan üreme ihtiyacını hissedişin dürtüsü, yavrunun oluşumu, yeni oluşan yavrunun korunma ve beslenme mekanizmaları ile birlikte kesin olarak basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğindedir. Bunlardan bir tanesinin eksikliği ya da yokluğu en azından o canlı türünün yok olması demektir. Bu bütünsellik uzun sayılabilecek bir süreci de kapsar. Bu sürecin başı, ortası ve sonu, sonucu hayati öneme sahip olan bütünselliği bozmaması için çok hassas, ince ve detaylı planlamalar gerektirir. Aksi halde basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğinde olan bu hayati oluşumda meydana gelecek her hangi bir aksaklık üremeyi durduracak, dolaysıyla o canlı türünün yok olmasına neden olacaktır. Bu oluşum öylesine hayati bir önem taşır ki hiç bir şekilde şansa, rastlantılara yer verilemez. Bu olayı son derece karmaşık kimyasal yapılardan oluşmuş hormonların canlılar üzerindeki etkileri olarak yorumlayıp basite indirgemeye çalışmak; bir iradeye sahip olmayan, sadece karmaşık kimyasal maddelerden oluşmuş bu hormonların; uzun sayılabilecek bir süreci de kapsayan kompleks sistemlerin bütünselliğini nasıl oluşturduğu sorusunu gündeme getirir ki, bu sorunun basite indirgenmiş hiç bir yanıtı yoktur. Canlılar çok sayı ve çeşitte basite indirgenemez yöntemlerle ürerler. Her canlı türün kendine özel bir üreme sistemi vardır. Bu sistem sadece yavrunun ortaya çıkması üzerine kurulmamıştır. Yavru ortaya çıktıktan sonraki gelişim sürecini de kapsar. Örneğin penguenler sıcaklığın eksi kırk derecelere kadar düştüğü kutuplarda yaşarlar. Bu ortama uyum sağlamaları için vücutları kalın bir yağ tabakasıyla kaplanmıştır. Besinleri çok hızlı bir şekilde kullanıma hazır hale getiren bir sindirim sistemine de sahiptirler. Canlılar dünyasında hayli ilginç üreme mekanizmaları vardır ve hemen, hemen tüm canlılar yavrularının üzerlerinde titrerler, onlara kol kanat germeye çalışırlar ve inanılmaz fedakârlıklarda bulunurlar. Canlıların bu çok yönlü kompleks davranışlarını basite indirgeyip bazı kimyasal maddelerin canlılar üzerlerindeki etkisidir deyip geçiştirivermek bu harikulade olayı gerektiği gibi anlamamak ve değer vermemekle eşteştir. Bu bölümde sadece canlılardaki üreme sisteminin yaşam için ne kadar hayati olduğunu belirtmekle yetineceğiz. Canlılardaki üreme sistemleri konusundaki ayrıntılı bilgileri canlılarla ilgili bölümlerde ayrı ayrı bulabilirsiniz. = = = Bir olgunun canlılık olarak tanımlanabilmesi için beslenme – üreme -korunma, savunma, çevreye uyum niteliklere eksiksiz sahip olması gerekir. Bu niteliklerden herhangi birine eksiksiz sahip olmayan olgular canlı olarak nitelenemez. Her niteliğin ayrı ayrı basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğinde olması tüm varoluş gibi canlılığı da rastlantıların eseri olarak tanımlayıp, yorumlayan evrim teorisinin içinden çıkamadığı dev sorunlardan sadece biridir. Canlıların üreme sistemleri en ilkel kabul edilenden, en gelişkini zannedilen insana kadar ilginç, şaşırtıcı ve gerçek birer varoluş mucizeleridir. Bu bölümde örnek olarak insanların üreme sistemleri konusunda bazı bilgiler vereceğiz. Önce şunu belirtelim ki vereceğimiz bilgiler insanların üreme sistemlerinin ayrıntılı, hassas ve kompleks bütünselliğinin yanında son derece yüzeysel kalmakta, gelişen teknoloji ve bilim her gün milyonlarca defa gözlerimizin önünde gerçekleşen bu var oluş mucizesinin sırlarını azar, azar da olsa ortaya koymakta, bizleri defalarca şaşırtıp, hayran bırakmaktadır. Her zamanki gibi amacımız varoluş konusunda gerçekleri arayıp bulmaktır. Sayın okuyucularımızın ilk amaçları objektif ve bilimsel olması yolunda son derece titizlik gösterdiğimiz bu konuda da tüm mekanizmalarıyla önce evrimi ardından tersinimi sorgulamak olmalıdır. Devamı var.
-
Tersinim Teorisinin Tanıtımı
Tersinim Teorisine Giriş Uzun ve yorucu çalışmalar sonucunda var oluş sorusuna bir cevap niteliğinde olan tersinim teorisi zihnimde şekillenip yazmaya karar verdiğimde konunun derinliğinden, genişliğinden ve ağırlığından yeterince haberdardım. Konu hem bilimi, hem felsefeyi ilgilendiriyordu. Ayrıca insan odaklıydı. İnsan odaklı olması konuya çok yönlülükle birlikte, tarihsel bir süreci de beraberinde getirmekteydi. İnsanlar varoluş sorusuna verdikleri cevaba göre hayat felsefelerini düzenliyorlar, bu felsefelere uygun yaşıyorlardı. Bu nedenle var oluş sorusuna verilen cevaplar çok önemliydi. Bu uzun araştırmalarım sırasında öğrendiğim en büyük gerçek şu oldu: İnsan mükemmel yaratılmıştı ama en mükemmel değildi. Yaratılışından gelen zaaflar nedeniyle kolaylıkla yanılabiliyor, aldanabiliyordu. Bu yanılabilirlik ve aldanabilirlik bir soruya birden fazla cevabın verilmesine neden oluyordu. İsteklere, inançlara, zaaflara göre değişmemesi gereken gerçekler kimi insanların menfaatlerine, düşüncelerine uygun olarak eğilip bükülmekte, bunlara uygun yorumlanmaktaydı. Kendimizi doğrularla yanlışların bir arada bulunduğu bilimsel bir karmaşa içinde buluyorduk. Bu nedenle gerçeği bulmak hiç de kolay değildi. Varoluş sorusunun birbirinin zıddı yalnız iki yanıtı vardı ama gerçek tekti. Diğer ifade ile yanıtlardan birisi yanlıştı. Yanlış yanıt üzerine hayat felsefelerini kurgulayanlar ve bunu yaşamlarına aksettirenler çok kötü bir şekilde yanılıp aldanmaktalar, bir bakıma yanlışlar üzerine kurgulanmış hayatlarını heba etmekteydiler. Bu nedenle eserimiz doğruyu (gerçeği) arayan fakat bulamayanlara tarafsız bir yol gösterici konumunda olacaktır. = = = Bir soruya verilen değişik yanıtların içinden doğruyu arayıp bulmak gerekir. Muhtemel ki var ediliş gerekçemiz budur. Fakat yanılabilir, aldanabilir olmamız nedeniyle gerçekleri arayıp bulmakta kolay değildir. Sonuçta bütün içtenliğimle şunu söyleyebilirim. En baştan gerçeği bilmediğimi kabul edip her yanıtın doğru olabileceğini var sayarak konulara olabildiğince pozitif yaklaşmaya, genellikle birbirinin zıttı olan yanıtları bir bütün kabul ederek bilimin tarafsız gözleriyle görmeye; tartıp kıyaslamaya, irdelemeye, bilimi ön planda tutmaya çalışmak gerekir. Bağnazlık bilimin en büyük düşmanıdır. Doğruyu buluncaya kadar bütün yanıtlar (her biri doğru olabileceğinden) benim için aynı değerdeydi. Ayrıca yanlışlardan doğrularda bulunabilirdi. Bu nedenle yanlışlarda dâhil tüm yanıtlar doğru bulunana kadar değerli olmalıydı. Fakat doğru bulunduktan sonra yanlışlarda ısrar etmemekte gereklidir. Aksi halde bu bir taassup olur. Eserimizin temelinin tamamen bilimsel olması konusunda olabildiğince titiz davranacağız. Bu nedenle eserimizi dört temel üzerinde kurgulayacağız. Çalışmalarımız öncelikle bilimsel veriler, bilim insanlarının görüş ve düşünceleri, karşıt teorilerin görüş ve düşünceleri, bulunan sonuçların akıl ve mantıkla irdelenip yanlış ve hatalıların ayıklanması, bu yolla gerçeğin aranıp bulunması esaslarına dayalı olacaktır. Fakat konu birbirine zıt, iki yönlü, geniş ve derin olduğundan genelde bilimsel bir yol olan; olmayana ergi (bir önermenin doğruluğunu karşıtı önerme sonuçlarının yanlışlığını kanıtlayarak göstermek) yöntemini de kullanacağız. Sık eleştiri aldığımız ve alacağımız konulardan birisi de eserimizde kaynaklara yeterince yer vermememiz, daha doğrusu veremememizdir. Bunun bir kaç nedeni vardır. Birinci neden araştırmalarımızda doğru bilgiler kadar yanlış bilgilere de ulaşmamızdır. Makbul ve geçerli kaynak sayılabilecek bazı eserlerde doğru ve yanlışlar yan yanaydı. Fakat biz gerçeği henüz bulamadığımızdan yanlış oldukları bilimsel yollarla kanıtlanıncaya kadar tüm yanıtları doğru kabul etmek zorundaydık. Doğruyu ararken bilgileri kıyaslama metodu kullanarak yanlışlardan doğruları ayıklamaya çalıştık. Doğru olduklarını zannettiklerimizi başka kaynaklardan teyit etme yönünden çabalar gösterdik. Sonuçta eserimizdeki bilgiler tek kaynaktan değil de pek çok kaynaklardan toparlanmış bir derleme, genelleme hâline geldi. Ayrıca iletişim çağında kaynak göstermenin gerekliliği konusunda (her türlü bilgiyi rahatlık ve kolaylıkla ulaşabildiğimizden) derin ve güçlü şüpheler içindeyiz. Eserimizde verdiğimiz bilgilere güvenebileceğinizi özellikle belirtmek isteriz. Tereddüt ettiğiniz ya da doğruluğu konusunda şüpheye düştüğünüz bilgiler olursa konusuyla ilgili ders kitaplarından, kapsamlı ansiklopedilerden ve hatta internetten rahatlıkla kontrol edebilirsiniz. Her şeyi bilmemizin mümkün olmadığını, yaratılışımız nedeniyle hata ve yanlışlara kolaylıkla düşebileceğimizi biliyoruz. Bu nedenle yapıcı olma kaydıyla her türlü eleştiri ve önerilere açığız. Bu açıklık (pek çok hata ve yanlışların olabileceğini en baştan kabul ederek) eserimizde verilen bilgiler çoğunluğunun doğruluğu konusundaki güvenimizi de ifade eder. Şunu da bilip, inanıyoruz ki hata ve yanlışlar akıllı insanlar için iyi bir öğretmendir. Hüdai ÇAKMAK
-
Varoluşun En Büyük Gerçeği = Evrim mi? - Tersinim mi?
Evrim mi? Tersinim mi? -2 Yazı dizimizin ana konusu gerçekleri bulma amacıyla evrim ve tersinim teorilerinin kıyaslaması olduğundan evrim ve tersinim kavramlarının anlamlarını belirtmede sayısız faydalar vardır. Varoluşun en büyük gerçeği olmaya aday birbirine zıt evrim ve tersinim olmak üzere iki teori vardır. Evrim ve tersinim teorilerinin kıyaslanması, bilimin terazisinde doğru olarak tartılması, bu yolla gerçeğin bulunması için evrim ve tersinim kavramlarının anlamlarını ve yöntemlerini açıkça belirtmek ve bilmek gerekir. Evrim canlıların zaman içinde değişip pozitif anlamda geliştikleri mantığını temel alır ve yine canlıların evrimleşmeyle türlerden türlere geçtiklerini, geçebildiklerini öngörür. Evrim teorisine göre bu gün şaşkınlık ve hayranlıkla gözlemlediğimiz yaşam dünyası rastlantılarla oluşmuş (Ya da uzaydan gelmiş) bir canlı hücresinin zaman içinde kademeli evrimiyle oluşmuştur. Evrim teorisi en baştan bir Yaratıcı İradenin varlığını ret ve inkar ettiğinden tüm oluşumlar rastlantı-madde-zaman üçlemesinin sonucudur. Evrim on milyonlarca senelik çok uzun süreçlere ihtiyaç duyduğundan birebir gözlemlenemez. Fakat (eğer gerçek ise) yaşam süreçlerindeki değişimleri gösteren izlerle (fosillerle) kanıtlanabilir. Evrim çok uzun süreçlere ihtiyaç duyduğundan birebir gözlenip sınanamaz. Bu nedenle materyalist bilimin gözlem ve deneylerle sınanma şartına uymaz. Evrim teorisi taraftarları yaşamın gelişim aşamalarını gösteren olguların; canlıların basitten karmaşığa(düzen ve sistemlere değil) doğru geliştiklerinin açık kanıtları olduğunu, bu nedenle evrimin birebir gözlenip sınanmasına ihtiyaç olmadığını iddia ederlerse de sonuçta; teoriyi çok yakından ilgilendiren, temellerini oluşturan bazı konulardaki kimi soruları yanıtlamaktan aciz kalırlar. Taraftarları için evrim (bütün olumsuz işaretlere rağmen) bilimsel kanıtlarla doğrulanmış bir gerçektir. Bir bakıma taraftarları için evrim bilimin hem annesi, hem de babasıdır. Bu nedenle tüm olguları evrim mantığına uygun yorumlamak gerekir. Bu bilimin gereğidir ve olmazsa olmazlarındandır. Evrime uymayan bilimsel gerçeklerin, mantıksal çıkarımların düşünülmeden, araştırılmadn ret ve inkar edilmesi rahatlıkla taassup olarak nitelenebilecek bu sakat mantığın ürünüdür. Fakat temellerini ilgilendiren konularda pek çok sorulara yanıtlayamayan bir teorinin bilimselliğinin doğrulandığı şüphelidir. Tarafsız bir bilim insanı bunu rahatlıkla fark eder. Gerçekliği konusunda derin, güçlü ve kalın şüphe bulutlarının üzerinde dolaştığı bir teoriyi inkar edilemez gerçek, bilimin annesi, babası kabul etmememiz, tüm bilimsel olguları buna uygun yorumlamaya kalkışmamız mümkün değildir. Böyle bir teoriyi bilimin hem annesi hem babası kabul etmek, bilimsel bulguları buna uygun yorumlamak tek kelime ile putperestlik benzeri koyu bir taassup olur. Devamı var.
-
Evrimcilerden Masallar-
Genç kardeşim! Gerçekler asla birbirleriyle çelişmez. Varoluşun RASTLANTILARLA OLUŞTU ya da YARATILDI dışında başka cevabı da yoktur. BİRBİRİNE ZIT İKİ CEVABIN İKİSİNİNDE DOĞRU OLMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR. Evrim Allah'ın bir ayetini bile yalanlamaz SÖZÜ BİR EVRİMCİ PROPOGANDASIDIR.
-
Evrimcilerden Masallar-
Evrimcilerden Gençlere Masallar-2 Bir evrimci amcanın insanın evrimi konusunda anlattığı videonun linki aşağıdadır. Lütfen eleştirimizi dikkatle izledikten sonra okuyunuz. Maymun - İnsan Kromozom Sayı Farklılığı Sorunu Evrim teorisinin kurucusu ve duayeni Charles Darwin insanın evrimi konusunu ayrı bir kitaba konu yapacak kadar çok önem verir. Bir bakıma evrim teorisi insanın evrimine odaklanmıştır denilebilir. Charles Darwin’e göre günümüz insanları ve maymunları ortak bir atadan evrimleşmişlerdir. Charles Darwin'i böyle bir kanıya iten neden şüphesiz ki maymun ve insanların fiziksel benzeşimleridir. Charles Darwin İnsanın Türeyişi kitabında bu konuyu olabildiğince incelemeye, teorisine kanıtlar bulmaya çalışmıştır. Maymunlarla insanların benzeşimlerini dikkate alan Darwin nedense ayrımlarına pek önem vermez. Bunun nedeni ise bu ayrımların önemini yeterince farkına varamamasıdır. Maymun insan ayrımlarının belki de en önemlisi kromozom sayı farklılığıdır. Bilindiği gibi insansı maymunların kromozom sayıları 48 insanların ise 46 dır. Bir evrim taraftarı asla ve asla teorinin bazı yanlışlar üzerine kurgulanmış olabileceğini düşünmez. Onlara göre teori mutlak doğrular üzerine kuruludur. Tartışmaya bile gerek yoktur. Eğer teori insanlar ve maymunsular ortak bir atadan evrimleşti diyorsa bu böyledir ve tek gerçektir. Eğer kromozom sayıları farklı ise bu geçmişte bazı eklentiler ya da çıkarımlar sonucu oluşmuş olmalıdır. Evrim sAvunucularına göre maymunların 48 insanların 46 kromozoma sahip olmasının tek açıklaması (insanların maymunlardan evrimleştiği inkar edilemez bir gerçek olduğu peşinen kabul edildiğinden) maymun kromozomlarının birleşerek sayılarının azalması olur. Bu sorunun başka cevabı da yoktur. Bu nedenle evrimciler buna uygun (gerçeklere değil evrime uygun) senaryolar kurgulamışlar; şemalarla, resimlerle süsleyerek buna uygun bir de şöyle oldu böyle oldu hikayesi uydurarak bilimsel bir gerçek gibi ortaya atmışlardır. Evrimcilere göre kromozom birleşmesi şu şekildedir. Resimde de görüşeceği gibi kromozomların bir çifti uçlarında bulunan telomerler vasıtasıyla birleşmekte, bu birleşmede herhangi bir bilgi kaybı olmamaktadır. Bu olayı maymun, insan genom benzerliğinden faydalanarak kendilerine göre kanıtlarda bulmuşlardır. Bir evrimci bu şemayı bilimsel bir gerçek olarak kabul eder ve bir kanıt gibi kullanır Bir evrimciye sorarsanız insan maymun kromozom sayı farklılığı sorunu bu yolla mükemmel ve bilimsel bir şekilde çözümlenmiştir. Fakat burada bir şeyi dikkat çekmek isteriz. Kromozomlar birleşirlerken çok az da olsa bilgi kaybı olur ama bilgi artırımı (evrim) oluşmaz. Burada açıklığa kavuşturulması, doğru yanıtlanması gereken pek çok sorular vardır. Kromozomu birleşti denilen canlı yetişkin bir australopiketus (evrime göre insan ve maymunların ortak atası) olmalıdır. Yetişkin bir australopiketusta her birinde DNA her DNA da kromozomlar bulunan kan, sinir, kas, kemik, kıkırdak, üreme vb. olmak üzere çeşitli yaklaşık ikiyüz trilyon hücre vardır. O halde sormak gerekir. Kromozomları birleşen hücre hangi hücredir? 48 kromozomdan bir çifti birleşirse sayı kırkaltıya iner mi? Bu soruya verilecek cevap hayırdır. Çünkü ortaya çıkan kromozom sayısı 23 çift artı tek yani 47 olduğudur. Soruya evrimci gözüyle bakıp cevaplamaya çalışırsak değişimin (birleşmenin) üreme hücrelerinde olduğu söylenebilir. Söz konusu australopiketusun bir dişi olduğunu varsayarsak 24 kromozomlu yumurta hücresinin bir çifti rastlantılarla birleştiğinde sayı 23e iner ki bu evrimin istediği rakamdır. Fakat maymunlarda insanlarda eşeyli üreyen canlılardır. Üremede erkek ve dişi olmak üzere iki ayrı cinse ihtiyaç duyarlar. Diğer ifade ile 23 kromozomlu bir dişi yumurtası ancak 23 kromozomlu bir erkek spermiyle aşılanabilir. Bu durumda aynı mucizenin hem erkek spermlerinde hem de dişi yumurtasında aynı anlarda meydana gelmesi ve kromozomları azalmış dişi yumurtasının yine kromozomu azalmış spermle aşılanmış olması gerekir. Bir erkek atmığında üç yüz milyona yakın spermin olması ise ayrı bir sorundur. Aynı anda yaklaşık üç yüz milyon spermin kromozomları mı birleşti? Tek bir spermin bir çift kromozomu birleşti de o da gidip bir çift kromozomu birleşen yumurtaya mı aşıladı? Görüleceği gibi bu senaryoda mucizeler bile aşırı zorlanmaktadır. Cevabı aranan hücrenin yeni aşılanmış fakat henüz bölünmeye başlamamış, bir yolunu bularak bir çift kromozomu birleşmiş taze bir hücre olduğunu var saymak evrimci öngörüsüne en uygun varsayım olacağı açıktır. Hayalleri ve mucizeleri zorlayan bu sonuçda sorunu çözmez. Bu kezde bir başka hayati sorun daha ortaya çıkar. Mucizeler dizisi devam etse ve 46 krozomlu bir dölüt ortaya çıksa 48 kromozomlu bir anne bünyesi 46 kromozomlu bir dölütü bünyesinde tutup gelişmesine izin verir mi? İzin verdiğini kabul edersek bu bir maymunun bir insan doğurması anlamına gelmeyecek midir? Doğurduğunu da kabul edersek bu kezde bu insanımızın üremesi için karşıt cinsten bir başka insana daha ihtiyaç duyacağıdır. Karşıt cins bir maymunsu olursa (bir insanla bir maymunsunun çiftleştiğini ortaya bir dölüt çıktığını varsayarak) dölüt 47 kromozomlu olur. 47 kromozomlu (2n kuralına aykırı olduğundan) söz konusu canlı ise hiç bir zaman üreyemez. Tek kromozom sayılı bu garip canlının benzerleri günümüzde vardır. Örneğin katırlar 67 kromozomludur. Fakat kısırdırlar. Evrimin hatırına hayal gücümüzü bir kez daha zorlasak ve olmazları olur yapsak (47 kromozomlu canlımızın üremeye hazır olduğunu kabul etsek) sonuç değişir mi? 47 kromozomlu garip canlımızın (bu canlımızı bir an erkek kabul edelim) 48 kromozomlu maymunsularla çiftleştiği düşünülebilir Garip canlımızın spermleri 23 ve 24 kromozomlu olacaktır. Dişimiz maymun olduğuna göre onun da yumurtası 24 kromozomludur. 23 kromozomlu sperm 24 kromozomlu dişi yumurtasını aşılasa (bu mümkün değildir ama evrimcilerin hatırına bir kez daha olası kabul ederek) ortaya çıkan 47 kromozomlu bir başka garip canlıdır. 24 kromozomlu sperm 24 kromozomlu yumurtayı aşılarsa bu kez ortaya çıkan 48 kromozomlu bir maymun olur. 47 kromozomlu canlılar yaşasa ve aralarında çiftleşseler 23 kromozomlu sperm 23 kromozomlu yumurtayı aşılasa 46 kromozomlu bir canlı oluşur ama bu kez bir kromozom devre dışı kaldığından gen bilgi kaybı oluşur. Böyle bir canlının ise yaşamını devam ettirmesi mümkün değildir. Görüleceği gibi krozomlarından bir çifti birleşiverdi bu yolla kromozom sayısı 46 ya indi deyip geçiştiriliverilen sorun evrim için iki ucu b...lu değnektir. Bu sorun evrimin önünde (diğer milyonlarca sorun gibi) aşılamaz ulu dağlar gibi durmaktadır. Evrimciler ortaya konan bu bilimsel gerçekleri sadece evrime ters geldiği için kabul etmek istemezler. Eşeysel üreme iki ayrı canlı da oluşan birleştiğinde eyleme geçen son derce ayrıntılı ve hassas bir olgudur. En küçük bir eksiklik ya da aksilik üremeyi engel olur. Bu gün her şeyleri yerli yerinde olduğu halde çocuk sahibi olamayan binlerce çift vardır. Gerçekte diğerleri gibi eşeyli üremede bir var oluş harikası ve mucizesidir. (Embriyodan insana bölümüne bakınız) Görüleceği gibi hayal dünyamızı olabildiğince geniş tutsak olmazları olur yapsak bile (en azından eşeyli üreme konusunda) evrime uygun bir çıkış yolu yoktur. Maymun kromozomlarından bir çiftinin birleşip sayının 46 ya indiği varsayımı tam bir evrimci masalıdır. İnsan türü canlıların diğer eşeyli üreyen canlılar gibi kendilerine özel fiziksel yapıları, yaşamsal meziyet ve becerileriyle en azından bir dişi bir erkek olmak üzere var edilip üredikleri açıktır.
-
İlk Müslümanlar (Hicrete Kadar)
ASHAB-I KiRAM (R.ANHÜMA) (Yazım müslüman oluş sıralarına göre düzenlenmiştir. Aradığınız ashabın sıra numarasını alfabetik listeden bulunuz.) (HiCRETE KADAR - ALFABETiK SIRAYA GÖRE) Müslüman Oluş Sıra No: 178-Abbas b. Ubade b. Nadle el Ensarî (r.anh) 207-Abbad b. Kays el Ensarî (r.anh) 230-Abdullah b. Amr b. Haram el Ensarî (r.anh) 044-Abdullah b. Cahş (r.anh) 189-Abdullah b. Cübeyr el Ensarî (r.anh) 089-Abdullah b. Huzafe (r.anh) 104-Abdullah b.Hübeyb (r.anh) 141-Abdullah b.Haris (r.anh) 148-Abdullah b.Mahreme (r.anh) 022-Abdullah b.Maz’un (r.anh) 030-Abdullah b.Mes’ud (r.anh) 202-Abdullah b.Revaha (r.anh) 084-Abdullah b.Süfyan (r.anh) 149-Abdullah b.Süheyl (r.anh) 228-Abdullah b.Üneys el Ensarî (r.anh) 113-Abdullah b. Yâsir (r.anh) 016-Abdurrahman b. avf (r.anh) 105-Abdurrahman b.Hübeyb (r.anh) 227-Abs b.Amir el Ensari (r.anh) 086-Adiyy b Nadle (r.anh) 057-Âkil b. Ebi Bükeyr (r.anh) 226-Amr b.Ganeme (Aneme) el Ensarî (r.anh) 237-Amr b.Haris el Ensarî (r.anh) 163-Amr b.Tüfeyl el Ezdî (r.anh) 034-Âmir b.Ebi Vakkas (r.anh) 051-Âmir b. Füheyre (r.anh) 043-Âmir b.Rebia (r.anh) 155-Amire bint-i Sa’diy (r.anha) 112-Ammar b.Yasir (r.anh) 122-Amr b.Abese (r.anh) 133-Amr b.Cehm (r.anh) 151-Amr b. Ebi Serh (r.anh) 226-Amr b.Ganeme (r.anh) 199-Amr b.Gaziyye el Ensarî (r.anh) 101-Amr b.Haris (r.anh) 080-Amr b.Osman (r.anh) 010-Amr b.Said (r.anh) 068-Amr b.Ümeyye (r.anh) 099-Amre (Umeyre) Bint-i Sâdi (r.anha) 169-Avf b.Haris (r.anh) 039-Ayyaş b.Ebi Rebia (r.anh) 209-Berâ b.Ma’rur el Ensarî (r.anh) 072-Bereke Bint-i Yesar (r.anha) 203-Beşir b. Sa’d el Ensarî (r.anh) 006-Bilal-i Habeşî (Bilal b.Rebah) (r.anh.) 210-Bişr b. Berâ el Ensarî (r.anh) 143-Bişr b.Haris (r.anh) 247-Büreyde b.Husayb b.Abdullah (r.anh) 173-Cabir b.Abdullah (r.anh) 231-Cabir b.Abdullah el ensarî (r.anh) 138-Cabir b.Süfyan (r.anh) 218-Cebbar b.Sahr el Ensarî (r.anh) 074-Cehm b.Kays (r.anh) 109-Cuayl b. Süraka (r.anh) 139-Cünade b. Süfyan (r.anh) 216-Dahhâk b. Harise el Ensarî (r.anh) 161-Dımad b. Salebe el Ezdî (r.anh) 045-Ebu Ahmed Abd b. Cahş (r.anh) 231-Ebu Abdullah Cabir b. Abdullah (r.anh) 218-Ebu Abdullah Cebbar b. Sahr el Ensarî (r.anh) 220-Ebu Abdullah Kâb b.Malik el ensarî (r.anh) 187-Ebu Abdullah Sa’d b.Hayseme el Ensarî (r.anh) 236-Ebu Abdurrahman Muaz b. Cebel el Ensarî (r.anh) 185-Ebu Burde Hani b.Niyar (r.anh) 230-Ebu Cabir Abdullah b.Amr b. Haram (r.anh) 191-Ebu Eyüp el Ensarî (r.anh) 008-Ebu Fükeyhe (r.anh) 208-Ebu Halid Haris b.Kays el Ensarî (r.anh) 053-Ebu Huzeyfe b.Utbe b.Rebia (r.anh) 092-Ebu Kays b.Haris (r.anh) 245-Ebu Mabed Eksem b. Cevn (Abdüluzza) (r.anh) 023-Ebu Muaviye Ubeyde b. Haris (r.anh) 118-Ebu Musa el Eş’arî (r.anh) 121-Ebu Rafi (r.anh) 240-Ebu Sabit Sa’d b.Ubade el Ensarî (r.anh) 106-Ebu Sebre b. Ebi Ruhm (r.anh) 018-Ebu Seleme Abdullah b. Abdülesed (r.anh) 235-Ebu Şubas Hadîc b. Selâme el Ensarî (r.anh) 197-Ebu Talha Zeyd b.Sehl el ensarî (r.anh) 017-Ebu Ubeyde (b. Cerrah) Âmir b.Abdullah (r.anh). 228-Ebu Yahya Abdullah b.Üneys (r.anh) 123-Ebu Zerr’el’Gıfarî (r.anh) 223-Ebul Yeser Kâ’b b. Amr el Ensarî (r.anh) 179-Ebul Heysem Malik b.Teyyihan (r.anh) 222-Ebul Münzir Yezid b.Amr (Amir)(r.anh) 238-Ebul Velid Rifâa b. Amr el ensarî (r.anh) 070-Ebürrum b.Umeyr (r.anh) 056-Erkam b.Ebil’Erkam (r.anh) 168-Es’ad b. Zürare (r.anh) 032-Esmâ bint-i Ebu Bekir (r.anha) 040-Esma bint-i Selâme (r.anha) 047-Esma Bint-i Ümeys (r.anha) 067-Esved b. Nevfel (r.anh) 196-Evs b. Sabit el Ensarî (r.anh) 038-Fatıma bint-i Alkama (r.anha) 160-Fatıma bint-i Esed b. Haşim (r.anha) 026-Fatıma bint-i Hattab (r.anha) 154-Fatıma bint-i Mücellel (MuhacceL) (r.anha) 011-Fatıma bint-i Safvan (r.anha) 205-Ferve b. Amr el Ensarî (r.anh) 073-Firas b.Nadr (r.anh) 064-Fükeyhe Bint-i Yesar (r.anha) 033-Habbab b. Erett (r.anh) 235-Hadîc b. Selâme el Ensarî (r.anh) 229-Halid b.Amr (r.anh) 058-Halid b. Ebi Bükeyr (r.anh) 206-Halid b. Kays el Ensarî (r.anh) 009-Halid b. Said (r.anh) 066-Halid b. Hizam (r.anh) 007-Hâmâme Hatun (r.anha) 201-Harice b. Zeyd el Ensarî (r.anh) 153-Haris b. Abd Kays (r.anh) 142-Haris b. Haris (r.anh) 078-Haris b. Halid (r.anh) 208-Haris b.Ksays el Ensarî (r.anh) 075-Harmele bint-i Abd (r.anha) 137-Haris b. Hatıb (r.anh) 095-Hasene Hatun (r.anha) 082-Haşim b. Ebi Huzeyfe (r.anh) 052-Hatıp b. Amr (r.anh) 061-Hatıp b. Haris (r.anh) 063-Hattab b. Haris (r.anh) 083-Hebbar b. Süfyan (r.anh) 091-Hişam b. As (r.anh) 041-Huneys b.Huzafe (r.anh) 134-Hüzeyme b. Cehm (r.anh) 119-Hz. Abbas b. Abdülmuttalip (r.anh) 003-Hz. Ali b. Ebu Talip (k.v) 046-Hz. Cafer b. Ebu Talip (r.anh) 005-Hz. Ebu Bekir Abdullah Atik b. Ebi Kuhafe (r.anh) 158-Hz. Erva bint-i Abdülmuttalip (r.anha) 028-Hz. Fatımatüzzehra bint-i Resulullah (r.anha) 157-Hz. Hamza b. Abdülmuttalip (r.anh) 001-Hz. Hatice bint-i Hüveylid (r.anha) 013-Hz. Osman b. Affan (r.anh) 159-Hz. Ömer b. Hattab (r.anh) 002-Hz. Rukayye bint-i Resulullah (r.anha) 097-Hz. Sevde Bint-i Zem’â (r.anha) 131-Hz. Ümmü Habibe Remle Bint-i Ebu Süfyan (r.anha) 019-Hz. Ümmü Seleme Hind Bint-i Ebi Ümeyye (r.anha) 027-Hz.Ümmü Külsüm Bint-i Resulullah (r.anha) 024-Hz. Zeyneb bint-i Huzeyme (r.anha) 100-ibn Ümmü Mektum b. Kays (r.anh) 059-iyas b. Ebi Bükeyr (r.anh) 166-iyas b. Muaz (r.anha) 167-iyas b. Muaz (r.anh) 152-iyaz b. Züheyr (r.anh) 220-Kâb b Malik el ensarî (r.anha) 071-Kays b. Abdullah (r.anh) 198-Kays b. Ebi Sa’saa el Ensarî (r.anh) 090-Kays b.Huzafe (r.anh) 021-Kudâme b. Maz’un (r.anh) 171-Kutbe b Amir (r.anh) 043-Leyla Bint-i Ebi Hasme (r.anha) 128-Lübeyne Hatun (r.anha) 136-Muhammed b.Hatıb (r.anh) 093-Mahmiye b. Cez’ (r.anh) 213-Makıl b. Münzir el Ensarî (r.anh) 179-Malik b. Teyyihan el Ensarî (r.anh) 098-Malik b. Zem’a (r.anh) 085-Mamer b Abdullah (r.anh) 048-Mamer b Haris (r.anh) 190-Ma’n b. Adiyy (r.anh) 049-Muttalib b. Ezher (r.Anh) 248-Mes’ud b. Huneyde (r.anh) 036-Mes’ud b. Rebi (Rebia) (r.anh) 088-Mes’ud b. Süveyd (r.anh) 215-Mes’ud b. Yezid el Ensarî (r.anh) 164-Meysere b. Mesruk (r.anh) 108-Mıkdad b. Amr (Esved) (r.anh) 076-Muaykıb b. Ebi Fatıma (r.anh) 135-Muattıp b Avf (r.anh) 192-Muavviz b. Haris el Ensarî (r.anh) 232-Muaz b. Amr b. Cemuh el ensarî (r.anh) 236-Muaz b. Cebel el ensarî (r.anh) 175-Muaz b. Haris el Ensarî (r.anh) 136-Muhammed b. Hatıb (r.anh) 193-Muhriz b. Nadle (r.anh) 116-Mus’ab b. Umeyr (r.anh) 049-Muattib b. Ezher (r.anh) 241-Münzir b. Amr el Ensarî (r.anh) 126 ve 127-Nehdiye Hatun ve kızı (r.anhüma) 060-Nuaym (Nahham) b. Abdullah (r.anh) 147-Numan b. Adiyy (r.anh) 186-Nüheyr b. Heysem el ensarî (r.anh) 102-Osman b. Abd. Ganm (r.anh) 020-Osman b. Maz’un (r.anh) 140-Osman b. Rebia (r.anh) 170-Rafi b. Malik (r.anh) 050-Remle bint-i Avf (r.anh) 079-Reyta Bint-i Haris (r.anha) 188-Rifaa b. Abdülmünzir el Ensarî (r.anh) 238-Rifaa b. Amr el Ensarî (r.anh) 233-Sabit b.Cız’ (Salebe) el Ensarî (r.anh) 150-Sa'd b. Havle (r.anh) 015-Sa’d b. Ebi Vakkas (r.anh) 103-Sa’d (Said) b. Abd. Kays (r.anh) 182-Sa’d b. Muaz (r.anh) 200-Sa'd b. Rebi (r.anh) 240-Sa'd b. Ubade el Ensarî (r.anh) 065-Saib b. Osman (r.anh) 145-Saib b. Haris (r.anh) 144-Said b. Haris (r.anh) 025-Said b. Zeyd (r.anh) 225-Salebe b. Ganeme(Aneme) el ensarî (r.anh) 037-Salit b Amr (r.anh) 224-Sayfî b. Sevad el Ensarî (r.anh) 195-Sehl b.Atik el Ensarî (r.anh) 054-Sehle Bint-i Süheyl b. Amr (r.anha) 096-Sekran b. Amr (r.anh) 081-Seleme b. Hişam (r.anh) 183-Seleme b. Selame (r.anh) 211-Sinan b. Sayfi el Ensarî (r.anh) 094-Süfyan b. Mamer (r.anh) 115-Süheyb b. Sinan (Süheyb-i Rumi) (r.anh) 029-Süheyl b. Beyza (r.anh) 221-Süleym b. Amr (Amir) el Ensarî (r.anh) 111-Sümeyye Bint-i Huyyat (Hubat) (Hubbat) (r.anha) 246-Süraka b. Malik b. Cu’şum el Müdlicî (r.anh) 132-Süveybit b. Sa’d (r.anh) 165-Süveybit b. Samıt (r.anh) 117-Şemmas b. Osman b. Þerid (r.anh) 077-Şurahbil b. Hasane (r.anh) 014-Talha b. Ubeydullah (r.anh) 163-Tüfeyl b. Amr el Ezdî (r.anh) 219-Tüfeyl b. Malik el Ensarî (r.anh) 212-Tüfeyl b. Numan el Ensarî (r.anh) 129-Tuleyb b. Umeyr (r.anh) 176-Ubade b. Samit el Ensarî (r.anh) 172-Ukbe b. Amir (r.anh) 239-Ukbe b. Vehb (r.anh) 194-Umare b. Hazm el Ensarî (r.anh) 035-Umeyr b. Ebi Vakkas (r.anh) 146-Umeyr (imran) b. Riab (r.anh) 234-Umeyr b.Haris (r.anh) 087-Urve b. Üsase (r.anh) 114-Utbe b. Gazvan (r.anh) 031-Utbe b. Mes’ud (r.anh) 180-Uveym b. Saide el Ensarî (r.anh) 234-Umeyr b. Haris el Ensarî (r.anh) 136-Ümeyne (Hümeyne) bint-i Halef (r.anha) 062-Ümmü Cemil Fatıma Bint-i Mücellel (r.anha) 156-Ümmülhayr Selma Bint-i Sahr (r.anha) 107-Ümmü Külsüm Bint-i Süheyl b.Amr (r.anha) 244-Ümmü Mabed Atike Bint-i Halid (r.anha) 243-Ümmü Meni’ Esma el Ensarî (r.anha) 125-Ümmü Übeys Hatun (r.anha) 242-Ümmü Ümare Nesibe el Ensarî (r.anha) 120-Ümmülfadl Lübabetülkübra Bint-i Haris (r.anha) 181-Üseyd b. Hudayr el Ensarî (r.anh) 055-Vakıd b.Abdullah (r.anh) 110-Yasir b. Amir (r.anh) 222-Yezid b. Amr (Amir) el Ensarî (r.anh) 217-Yezid b. Haram el Ensarî (r.anh) 214-Yezid b.Münzir el Ensari (r.anh) 177-Yezid b. Salebe el Ensarî (r.anh) 069-Yezid b. Zem’a (r.anh) 174-Zekvan b. Abd Kays (r.anh) 004-Zeyd b. Harise (r.anh) 124-Zinnure Hatun (r.anha) 204-Ziyad b. Lebid el Ensarî (r.anh) 012-Zübeyr b. Avvam (r.anh) 184-Züheyr b. Rafi’ el Ensarî (r.anh)
-
İlk Müslümanlar (Hicrete Kadar)
ÖNSÖZ Bismillahirrahmanirrahim. Rahman ve Rahim olan Allah’ın (c.c) adıyla, Şahadet ederiz ki O’nun eşi, şeriki yoktur. Yerlerin, göklerin, ikisi arasındakilerin ve din gününün sahibidir. Her şeye gücü yeter. Yalnız O’na ibadet eder, yalnız ondan yardım dileriz. Yine şahadet ederiz ki Muhammed (a.s) O’nun kulu ve resulüdür. O Muhammed (a.s) ki Habibullah’tır, Resul-ü Kibriya’dır, Hatem-i Enbiya’dır. Cahiliye dönemi insanlarının ufuklarını aydınlatan, yollarını gösteren Allah (c.c) tarafından gönderilmiş bir Nurdur. Bu nurlu yola davet kolay olmadı. Peygamber efendimiz bu kutlu yolda pek çok eziyetlere, işkencelere, zorluklara maruz kaldı. insanların bir kısmı tasdik ederken, bir kısmı tarafından da şiddetle ret ve inkâr edildi. Tasdik edenler O mübarek insanın yoldaşı, arkadaşı, yardımcısı olma şerefine ulaştılar. O’nun ve getirdiği din için işkencelere uğradılar, acılar çektiler, mallarını saçarcasına harcadılar, yurtlarını terk ettiler, gerektiğinde canlarını verdiler. O insanlara bu gün rahmet ve minnetle andığımız Ashab-ı Kiram adı verildi. Peygamberimiz gibi bu mübarek insanları rahmet ve minnetle anmak, en azından unutmamak boynumuzun borcudur. Bu kitabımızda nübüvvetin verilişinden hicrete kadarki dönemde tespit edebildiğimiz ilk Müslümanları erkek, kadın, çocuk, yaşlı, genç, köle, efendi, siyah, beyaz, zengin, fakir, ırk, dil, cins ayırımı yapmadan Müslüman oluş sıralarına dikkate alarak yazmaya, kısa da olsa hayatları hakkında bilgiler vermeye, bu mübarek insanları tanıtmaya çalıştık. Unuttuklarımız ya da okuduğumuz kaynaklarda geçmediği için isimlerini bilmediklerimiz varsa onları da bu mübarek zümreye katar, rahmet ve şükranla anmayı bir borç biliriz. Peygamberimizle birlikte bu mübarek insanları da hayırla anmanın rahmet ve berekete vesile olacağı umuduyla; gelmiş geçmiş tüm peygamberlere, hassaten peygamberimiz Hz. Muhammed’e (a.s) ve O’nun ashabına, din âlimlerimize ve bu yolda canlarını vermiş aziz şehitlerimize bir kez daha rahmet, minnet ve şükranla anar, salat-ü selamlarımızı göndeririz. İnayet Allah’tandır Haziran 2006 Hüdai ÇAKMAK
-
Evrimcilerden Masallar-
Hemen hemen on seneyi aşkın bir zamandır mümkün olduğunca tarafsız bir gözle evrim teorisini inceliyoruz. Ulaştığımız bilimsel sonuçlar bizleri Tersinim Teorisini götürdü. Bir bakıma tersinim teorisinin temellerinin kaynakları evrim teorisinin açıkça gözlemlenen kurgulama hataları, ısrar ve inatla eğilip bükülerek, çarpıtılarak evrime uydurulmaya çalışılan gerçekler, şark kurnazlığıyla yapılmaya çalışılmış taraflı yorumlardır. Bu yorumlar bazen öylesine saçma ve gülünçtür ki bunlardan bahsederken Evrimcilerden Masallar başlığında toplamayı uygun gördük. Dilimiz sürçerse af ola. = = = Evrimcilerden Masallar-1 Dawkins'in Zürafası Evrimci öngörülerinin en temel MATERYAL KAYNAKLARIMIZ olduğunu bilen bir kardeşimiz bir kaç video göndermiş ve fikrimizi sormuş. Kendisine teşekkür ederiz. SIRA İLE CEVAP VERMEYE ÇALIŞACAĞIZ. Richard Dawkins'in zürafa diiyonu konulu konferansındaki konuşmalarına eleştirilerimizi daha sonra yazacağız. Onu anlamanız ya da anlamaya çalışmanız eleştirilerimizi anlamaya yardımcı olacaktır. Aşağıdaki video evrimcilerin teorilerini savunmak için nelere umut bağladıklarının açık ve ibret verici bir vesikasıdır. http://youtu.be/9HkQBFp4EZA Dawkins'in Zürafası'na Cevap Evrim teorisinin duayenlerinden biri olan Richard Dawkins; tüm canlılarda dolaysıyla insanlarda da bulunan Recurrent Laryngeal sinirinin beyinden çıktığını, gırtlaktan dallanıp budaklandıktan sonra en kısa yolda beyne dönme yerine gereksiz bir şekilde aşağıya doğru indiğini, kalp atardamarlarından bir ilmik yapıp geri döndüğünü, boyun uzadıkça bu yolunda uzadığını, bunun anlamsız ve mantıksız bir yol olduğunu, aklı başında hiç bir mühendisin böyle bir hata yapmayacağından bahseder ve bunu evrimin ilk canlıları olan balıklarla bağlantılayıp kıyaslar, sonuçta evrime bir kanıt olarak gösterir. Bilindiği gibi evrim taraftarları karşılarında aşılması mümkün görünmeyen sorun dağları halinde duran evrimin temel konularını bir kenara bırakmış (bu sorunlar hala evrim buzdolabında kokuşmuş halde duruyor) eğer canlılar gerçekten yaratılmış ise (Yaratıcının mutlak olan sıfatları gereği herhangi bir kusurun olmaması gerektiği savı uyarınca) canlılarda kusurlar, hatalar aramaya başlamışlardı. Bir bakıma (tabi ki evrimciere göre) yaratıklardaki kusur ve hatalar Bir yartıcı İradenin OLMADIĞININ inkar edilemez kanıtlarıdır. Evrimcilere göre hatalı ve kusurlu yapıların başında gözler, bademcikler, kör bağırsak, leğen kemiği, pandanın başparmakları vb. başta geliyordu ve sayıları yüzü ulaşıyordu. Fakat bilim ve teknoloji ilerledikçe canlıların sırları keşfedildikçe hatalı ve kusurlu zannedilen bu yapı ve organların hiçte hatalı ve kusurlu olmadıkları, pek çok yaşamsal görevlerine uygun var edildiklerini anladık ve gördük. Bu gün kusurlu ve hatalı sayılan organların sayıları oldukça düşmüştür ve canlılığın sırlarına eriştikçe bu sayı zamanla daha da azalacak, sonuçta sıfırA inecek; evrimcilerin sığındıkları bu dağa da kar yağacaktır. Bilimsel veriler buna gösteriyor. Dawkins'in iddiasına göre anlamsız bir şekilde uzayıp, oldukça uzun bir mesafe kat ettikten, kalp bölgesinde bir ilmik yaptıktan sonra beyne dönen söz konusu sinirin bu yapısında henüz bilmediğimiz hayati bir görevi olamaz mı? Örneğin yaşamın temel merkezi olan beyin başta bulunur, besin ve oksijen yönünden dengeli beslenmesi, diğer ifade ile buraya kan ideal basınçta ve miktarda gelmesi gerekir. Baş sağa sola, aşağıya yukarıya inip kalktıkça (ki hayvan bu hareketleri hayatı boyunca milyonlarca kere yapar) beyindeki kan basını azalıp çoğalacaktır. Aniden ayağa kalktığımızda başımızın dönmesi bu nedenledir Bu değişim zürafa gibi uzun boyunlu canlılar da çok daha geniş, güçlü ve o nispette etkili olur. Bu tür hayvanlar başı yere yakın iken (örneğin su içerken) bir saldırıya uğrayıp başını aniden kaldırsa kan basıncı aniden düşer; beyne giden kan miktarı azalır. Hayvan en azından üç beş saniye kendini toparlayamaz. Bu da onun sonu olabilirdi. Fakat Var Edici İrade bu tür sorunlar için tedbirlerini çok önceden almış, zürafa dahil tüm canlıları mükemmel olarak var etmiştir. Zürafa denen canlı nice milyon yıllardan beri yaşam sahnesinde ise bundan en küçük bir şüphe yoktur ve olamaz. Bilimsel bulgularda bunu doğrular. Tüm canlılarda dolaysıyla zürafa da beyne (başa) giden kanın basıncını ve miktarını ayarlayan mekanizmalar vardır. O zaman soralım. Beyinden atardamara kadar uzanan ve geri dönen, anlamsız bir yol kat ettiği iddia edilen bu sinir beyne gelen kanın basıncını ve miktarını ayarlayan mekanizmada yaşamsal bir rol oynuyor Ya da Henüz bilmediğimiz bir başka yaşamsal görevi yerine getiriyor olmasın? = = = Bir konu üzerinde kesin yargılara ulaşabilmek için konuyu eksiksiz ve tam anlamıyla bilmek ve hakim olmak gerekir. Tüm ayrıntıları ve incelikleriyle bilip hakim olmadığımız bir konuda kesin yargılara ulaşmak ve bunu açıkça ifade etmek en hafif tabiriyle ahkam kesmekten başka bir şey değildir. Sayın Dawkins örnek verdiği zürafalardaki Recurrent Laryngeal sinir yapısının anlamsızlık ve mantıksızlığını, aklı başında hiç bir mühendisin böylesine açık bir hata yapmayacağını; bununda akıllı tasarıma değil rastlantısal oluşumlara kanıt olduğunu kesin bir dille ifade ve iddia edebildiğine göre zürafa denen çok hücreli hayvanın (dolaysıyla tüm canlıların) yeni yeni keşfedip hayran kaldığımız tüm ayrıntılarına, inceliklerine, sırlarına eksiksiz biliyor olmalıdır. Bir bilim insanı büyük bölümü hala sır olduğu açıkça bilinen bir konuda her şeyi bildiği iddiasında bulunabilir mi? Sayın Dawkins bu iddia da bulunabiliyorsa,(canlılığın tüm sırlarını eksiksiz biliyorsa) iddia ettiği gibi bu durum en ilkel canlı olarak kabul edilen balıklarla zürafalar (ve tabi ki evrim yönünden gelişkin kabul edilen diğer canlılar) arasındaki evrimsel bağa kanıt ise; aşağıdaki soruların nedenlerini, niçinlerini, nasıllarını da kanıtlara, akıl ve mantık çıkarımlarına uygun yanıtlar vermek durumunda ve zorundadır. a)- Balıklar susal, zürafalar ise karasal hayvanlardır. - Balıklarla zürafalar arasında en küçük bir yapısal benzerlik yoktur. c)-Balıklar soğuk, zürafalar sıcak kanlı hayvanlardır. d)-Balıklar yumurtlayarak, zürafalar doğurarak ürerler. BUNA BENZER ONLARCA, YÜZLERCE SORU... Neden? Nasıl? Niçin? Sayın evrimcimiz BİLGİSİZLİĞİ KANIT GÖSTERME çabaları yerine bu sorulara cevap arasa EVRİM TEORİSİ için daha hayırlı bir iş yapmış olurdu. = = = Yukarıdaki mesnetsiz ve kanıtsız iddia prof unvanlı bir bilim insanına yakışmayan pek çok mantıksızlıkları da içermektedir. Bir kaçını yazalım ve açıklayalım. Zürafa gibi bir hayvan kan, kas, sinir, beyin, kemik vb olmak üzere çeşitli ve gruplar halinde yaşamsal görevlerine uygun olarak var edilip örgütlenmiş yaklaşık iki yüz trilyon hücreden oluşur. Bir canlı hücresi ise İNSANLARIN TARİHİ BOYUNCA KARŞILAŞTIĞI EN KOMPLEKS YAPIDIR. Bir canlı hücresinin yapısı öylesine komplekstir ki günümüzün en kapsamlı bilgisayarları ble yanında çok basit ve ilkel kalır. Bu nedenle bir zürafanın vücudunu olabildiğince basite indirgeyerek açıklamaya çalışırsak; çeşitli görevlere uygun imal edilip programlandırılmış, görevlerine uygun yerlerde gruplandırılıp işlevsel hale getirilmiş, çok gelişkin, iki yüz trilyon bilgisayardan yapılma muazzam bir oluşum olarak düşünebiliriz. Bu benzetmede Dawkins’n iddiası ancak bilgisayar gurupları arasında görevinin ne olduğu tam bilinmeyen uzunca bir kablo durumundadır. Bu iddiadaki sakat, kusurlu ve mantıksız olan yer; her biri yaşamın bilinen ve bilinmeyen bin bir sırlarını içinde barındıran ve her biri birer mucize olan, gözlerinizin önündeki oluşumları görmemek; bu oluşumun içindeki bir kablonun şeklini, yerini ve uzunluğunu dar, kısır, kör ve taraflı bir mantıkla bir yapılış kusuru olarak niteleyip tüm oluşumu rastlantıların eseri olduğu sonucuna varıp iddia etmek ve bunu kanıt olarak göstermektir. Böyle mantıksız, akıldışı bir yorum ancak EVRİMİ DİNSEL BİR TAASSUPLA İNANIP BAĞLANMIŞ bir evrimciden beklenebilirdi. İyi güzel de, Materyalist bilimin gözlem ve deneylerle sınama ve sınanma şartı nereye gitti? Evrimciler evrimi savunma uğruna; bilimi, bilimin temellerini, inançlarını, savundukları varsayımları rahatlıkla feda edebilirler. Çünkü onlar bir Yaratıcı İradenin varlığını kabul etmektense en akıldışı varsayımları kabul etmeyi daha ehven görürler.
-
Varoluşun En Büyük Gerçeği = Evrim mi? - Tersinim mi?
Bu yazımızın amacı gerçekleri bulmaktır. Varoluşun en büyük gerçeği olmaya aday birbirine zıt evrim ve tersinim olmak üzere iki teori vardır. Evrim ve tersinim teorilerinin kıyaslanması, bilimin terazisinde doğru olarak tartılması, bu yolla gerçeğin bulunması için evrim ve tersinim kavramlarının anlamlarını ve yöntemlerini açıkça belirtmek ve bilmek gerekir. Evrim canlıların zaman içinde değişip pozitif anlamda geliştikleri mantığını temel alır ve yine canlıların evrimleşmeyle türlerden türlere geçtiklerini, geçebildiklerini öngörür. Evrim teorisine göre bu gün şaşkınlık ve hayranlıkla gözlemlediğimiz yaşam dünyası rastlantılarla oluşmuş (Ya da uzaydan gelmiş) bir canlı hücresinin zaman içinde kademeli evrimiyle oluşmuştur. Evrim on milyonlarca senelik çok uzun süreçlere ihtiyaç duyduğundan birebir gözlemlenemez. Fakat yaşam süreçlerindeki değişimleri gösteren izlerle (fosillerle) kanıtlanabilir. Evrim çok uzun süreçlere ihtiyaç duyduğundan birebir gözlenip sınanamaz. Bu nedenle materyalist bilimin gözlem ve deneylerle sınanma şartına uymaz. Evrim teorisi taraftarları yaşamın gelişim aşamalarını gösteren olguların; canlıların basitten karmaşığa doğru geliştiklerinin açık kanıtları olduğunu, bu nedenle evrimin birebir gözlenip sınanmasına ihtiyaç olmadığını iddia ederlerse de sonuçta; teoriyi çok yakından ilgilendiren, temellerini oluşturan bazı konulardaki kimi soruları yanıtlamaktan aciz kalırlar. Taraftarları için evrim (bütün olumsuz işaretlere rağmen) bilimsel kanıtlarla doğrulanmış bir gerçektir. Bir bakıma evrim bilimin hem annesi, hem de babasıdır. Bu nedenle olguları evrim mantığına uygun yorumlamak gerekir. Bu bilimin gereğidir ve olmazsa olmazlarındandır. Fakat temellerini ilgilendiren konularda pek çok sorulara yanıtlayamayan bir teorinin bilimselliğinin doğrulandığı şüphelidir. Tarafsız bir bilim insanı bunu rahatlıkla fark eder. Gerçekliği konusunda derin, güçlü ve kalın şüphe bulutlarının üzerinde dolaştığı bir teoriyi inkar edilemez gerçek, bilimin annesi, babası kabul etmememiz, tüm bilimsel olguları buna uygun yorumlamaya kalkışmamız mümkün değildir. Böyle bir teoriyi bilimin hem annesi hem babası kabul etmek, bilimsel bulguları buna uygun yorumlamak tek kelime ile dine benzeri koyu bir taassup olur. = = = Tersinim düzen ve sistemlerde oluşan azalma, yıpranma, değişme, bozulma hastalanma, ihtiyarlama vb gibi negatif kavramların genel ifadesidir. Bu nedenle tersinim evrenseldir. Tersinim etkilerini gözlemlemek için oluştuğu ortamda farklılıklar gerekir. Bu nedenle tersinim yalnız düzen ve sistem sahibi olgularda gözlenir. Farklılık oluşmadığından düzensizlik ve karmaşalarda tersinim gözlenemez. Bir bakıma tersinim gözlendiği olgunun düzen ve sistem sahibi olduğunun açık kanıtı olur. Tersinim etkisi ve çeşitliliği düzen ve sistemlerin ayrıntılılığı, hassaslığı ve kompleksliği ile doğru orantılı olarak artar ya da azalır. Diğer ifade ile düzen ve sistem sahibi olgular ne kadar hassas, ayrıntılı ve kompleks ise tersinime o kadar açıktır. Tersinim etkisi o kadar çok ve güçlü olur. Bu nedenle canlılık gibi basite indirgenemez kompleks yapıların bütünsel kurgusu olan olgular son derece güçlü ve çeşitli tersinim etkilerinden korunmak için korunma, savunma ve bağışıklık mekanizmalarıyla donatılmışlardır. Tersinim teorisi varoluştaki oluşumları üç şekilde inceler. 1)-Rastlantısal oluşumlar. 2)-Şartların oluşumları 3)-Düzen sahibi sistemler. Rastlantısal oluşumlarda herhangi bir amaç gözetilmeden bir araya gelme söz konusudur. Rastlantıyla amaçsız olarak bir araya gelen olguların içinde şartların oluşumuyla meydan gelenlerle düzen sahibi sistemlerde bulunabilir. Örneğin çeşitli madenlerle bir parça elmasın ve mikro organizmaların bulunduğu herhangi bir kaya kütlesi bir rastlantısal oluşumdur. Buradaki çeşitli madenler (cansızlıktaki kompleks yapılar) bir parça elmas (cansızlıktaki kompleks yapılarla meydana gelen şartların oluşumu) ve mikro organizmalar (canlılıktaki basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusu) her hangi bir amaç gözetmeden meydana gelmişlerdir. Bu nedenle bu kaya kütlesi bir rastlantısal oluşumdur. Düzenli sistemler çok sayıda parçaların aynı amaç için bir araya gelip işlerlik kazandığı olgulara denir. Basite indirgenemez sistemler; sistemleri oluşturan parçalardan birinin olmaması, niteliğinin ya da yerinin değişmesi amaca uygun işlerliğinin bozulması veya durması ile sonuçlanan olgulardır. Örneğin göz bir basite indirgenemez kompleks sistemdir. Basite indirgenemez sistemler amaç için bir araya gelip daha gelişkin ve kompleks yapılar oluşturuyorsa buna basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliği denir. Örneğin gözler, sinir sistemi ve beyin görme amaçlı olarak bir araya gelmiştir. Ve her biri ayrı ayrı basite indirgenemez kompleks sistemlerdir. Görme olayının gerçekleştiği bu olgu bir basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğidir. Canlı vücutları; bu tür sistemlerin yaşam denen amaç için bir araya geldikleri; daha büyük, daha kompleks, daha ayrıntılı ve hassas olguları oluşturduğu, basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgularıdır. Evrim teorisi mantığı gereği varoluştaki sistemlerin varlığını ısrarla ret ve inkar eder. Onlara göre varoluş ilkellikten (basitlikten) karmaşalığa doğru gitmektedir. Fakat karmaşalıkta (karmaşalık tersinim en güçlü hali olduğundan gözlenebilen bir farklılık oluşmaz) tersinim gözlenemez. Fakat varoluşun her aşamasın tersinim gözlenir. Bu nedenle varoluş bir basite indirgenemez sistemlerin kurgusal bütünselliği-dir. Bundan en küçük bir şüphe yoktur. Tersinim teorisi hiçbir doğal kanun ve ilke ile çelişmez. Tersinim teorisinin evrim teorisine göre belirli üstünlükleri vardır. Tersinim teorisi evrim teorisi gibi uzun süreçlere ihtiyaç duymaz. Tersinim için anlık olaylarla bir kaç on senelik süreçler yeterlidir. Bu nedenle tersinim olayları varoluşun her olgusunda rahatlıkla gözlenip sınanabilir. Tersinim teorisi evrim teorisi gibi canlıların zaman içinde değiştiklerini kabul eder. Fakat bu değişim pozitif gelişme (evrim) yönünde değil negatif (tersinim) yönündedir. Tersinim teorisine göre canlılar gelişme bir yana zaman içinde gerileme eğilimindedir. Bu nedenle canlılar yapılarını korumaya diğer nesillere eksiksiz aktarmaya çalışırlar. Tüm canlılar kendilerine özel yaşam avantajlarına sahiptirler. Kaçınılmaz olarak bu avantajlar zaman içinde önce zayıflar sonra kaybolur. Artık o canlının yaşam sahnesinden çekilme zamanı gelmiştir. İhtiyarlama ve ölüm tersinimin kaçınılmaz ve doğal sonucudur. Kimi canlılar yaşam şartları ve olguları nedeniyle yaşam avantajlarını zamansız zayıflatıp kaybedebilirler. Yaşam avantajlarını zayıflatmak ve kaybetmek eko sistem gereği yaşamdan elenmenin en önemli nedenidir. Bu nedenle güçlünün zayıfları elemine etmesi (doğal seleksiyon) bu yolla daha güçlü canlıların yaşama hakim olması ve zamanla evrimleşmesi yerine; avantajlarını zayıflatma ve kaybetmeyle oluşan, zayıflama sonucu eko sistem gereği yaşam sahnesinden çekilme (doğal elenme) kanıtlarla desteklenen akıl ve mantığın onayladığı açık bir gerçek olur. Tüm canlıların varoluşlarındaki yapılarını korumaya ve diğer nesillere aktarma çabasında oluşları aklın ve bilimin onayladığı en büyük gerçektir. Kaynak tersinim
-
Tersinim Teorisi ve Doğal İlkeler
Evrimleşen Tek Şey Bilimdir. TERSİNİM TEORİSİ VE DOĞAL İLKELER Varoluş dediğimiz muazzam sistem tam bir düzen içindedir. Nice milyar yıllardan beri değişmeden var ve işler olan doğal kanun ve ilkeler bu düzenin inkâr edilemez kanıtlarıdır. Düzensizliklerde kanun ve ilkeler bulunmaz. Bu nedenle düzensizdirler. Kanun ve ilkelerin ortaya konulması, işlerlik kazanması bilgi, irade ve kudret üçlemesinin ürünleridir. Doğal kanun ve ilkeler pek çoktur. Çoğu hakkında henüz bilgimiz bulunmamaktadır. Şüphesiz ki gerçekleri arayan bilimde bu kanun ve ilkelerle doğrudan bağımlıdır. Kanun ve ilkelere ters düşen bilim olmaz. Bilimde önce kanıt sonra sonuç ilkesi: Teorilerin kurgu-lanmasında; genelde doğru olduğu kuvvetle inanılan bir varsayım ya da fikir temel alınır, sonra da doğruluğu kanıtlanmaya çalışılır. Temel, doğru ya da yanlışları ayıran bir mihenk taşı konumundadır. Nedense temelin yanlış olabileceği (doğru olduğu kuvvetle inanıldığından) düşünülmez, kanıtlar temele uygun fakat yanlış teraziler de tartılır. Sonuç ise tam bir hüsran olur. Bunun için kanıtlara göre sonuç ilkesi bilimin temellerinden biridir. Örneklemek gerekirse şunları yazabiliriz. Varoluş sorusunun yalnız iki cevabı vardır. Varoluş ya yaratılmıştır ya da yaratılmamıştır. Bilimde önce bulgulara bakılır, bulgular bilimsel yöntemlerle yorumlanır daha sonra da gerçeklere ulaşılmaya çalışılır. Eğer bilimsel bulgulara ve yorumlarına dikkate almaz, en baştan yanıtlardan birini seçer, bu yanıtı gerçek kabul ederseniz bu bir önkabul olur. Önkabuller söz konusu sorunun birbirinin zıddı yalnız iki cevabı varsa çok büyük önem kazanır. Cevaplardan birine önkabulle ret ve inkâr eden bir kimse başka seçeneği olmadığından kendini diğer cevaba mahkûm etmiş demektir. Örneğin varoluş bir yaratıcı iradenin eseridir cevabını önkabulle benimseyen bir kimse diğer cevaba sırtına çevirir, varoluşla ilgili tüm soruları varoluş mutlak güç, mutlak ilim, mutlak irade sahibi bir Yaratıcının eseridir mantığıyla yanıtlamaya çalışır. Bunun zıddı cevabı benimseyenler içinde durum değişmez. Varoluş sorusuna; varoluş yaratılmamıştır, bir yaratıcı irade yoktur şeklinde yanıtlarsanız eğer bir yaratıcı irade yoksa o halde nasıl var oldu sorusuna cevap aramak zorunda kalırsınız. Bu soruya rastlantılarla var oldu dışında verebileceğiniz bir cevapta yoktur. Bu durumda yaratıcı bir irade yoktur, varoluş rastlantıların sonucudur cevabı bir önkabul, yadsınması mümkün olmayan bir gerçek olur, varoluşla ilgili tüm sorular bu mantığa uygun cevaplanmaya çalışılır. Bu mantık temelde doğru kabul edildiğinden bir canlı hücresi rastlantılarla oluşmuştur gibi ayrıntıların yanlışlığı; (bir canlı hücresi rastlantılarla oluşamayacak kadar komplekstir.) akıl, mantık ve bilim dışılığı kabul edilmez. Fark edileceği gibi her iki önkabulün varoluş sorusuna vereceği cevaplar bilimsel kanıtlara dayanmaz, önce cevabı verme sonra kanıtları arama mantığına dönüşür. Nitekim evrim teorisinin fosiller konusunda kanıt bulunamayışını fosillerin yetersizliğine bağlaması ilerde bulunacağı umuntusu bu mantık üzerine kuruludur. Daha sonra bu mantık evrim yadsınamaz bir gerçektir, tüm bilimsel bulgular evrimin kanıtlarıdır taassubuna dönüşmüştür. Tabi ki tüm bilimsel bulgular evrimin kanıtıdır öngörüsü; bulgular gerçekten evrimin kanıtı ise bir değer kazanır. Önce varsayımları gerçek kabul edip bilimi bu varsayıma uydurmaya çalışmak, varsayımları yalanlarla, aldatmacalarla, sahtekârlıkla ayakta tutmaya çabalamak o varsayımı bilim dışına iter ve hiçbir yarar sağlamaz. Dollo kuramı: Bilindiği gibi canlılarda kullanılmayan organlar zamanla körelir, işlevlerini yitirmeye başlar. Evrim teorisi bu kuramı kendine bir kanıt gibi gösterirse de gerçekte bu tam bir tersinim olayıdır. (Körelmiş organlar bölümüne bakınız) Düzenleri (sistemleri) bozmanın kolay, yapmanın zor oluşu ilkesi: Bir şeyi yapmak, orta-ya koymak her zaman zordur. Doğa ise genelde basit ve kolay olanları seçer. Bu da eser olan düzenli sistemlerin rastlantılarla oluşmalarının mümkün olmadığının bir başka kanıtıdır. Eserler ne kadar ayrıntılı, hassas ve kompleks ise ortaya koymak o kadar güç olur. Ortaya konulan eserleri bozmak ise son derece kolay ve basittir. Eğer o düzen ya da yapı ayrıntılı ve hassas bir komplekslik gösteriyorsa bozmak o kadar kolay olur. Bir bakıma eserlerdeki incelik, hassaslık ve komplekslik yap-makla doğru, yıkmakla ters orantılıdır. Bir sanatkâr yıllar süren çabalarla göz nuru dökerek bir eser örneğin bir heykel meydana getirir. Bu sanat eserini bozmak için bilinçsizce yapılacak bir darbe yeterde artar bile. Yıllar süren emek ve çabalarla sırçadan bir saray yapabilirsiniz ama atılacak bir taş bu sırça sarayı kırıp yıkmaya yetecektir. Nice mühendislerin, işçilerin yıllarca emek, güç ve zaman harcayarak ortaya koyduğu mükemmel planlanmış bir şehri bir deprem ya da bir kıvılcım bir kaç dakika, bir kaç saat içinde yerle bir edebilir. Bir bakıma bir eser ortaya koyabilmek için bilinç, bilgi, kudret, madde ve yeterli zaman gerekli olduğu halde bo-zup yıkmak için kaba kuvvet ve kısa süreçler yeterlidir. Termodinamiğin ikinci (entropi) kanunuyla bozmanın kolay, yapmanın zor olduğu ilkesi rastlantıların örneğin canlılık gibi basite indirgenemez kompleks oluşumları meydana getirebileceğini savunan materyalizm ve uzantısı olan teorilerin önünde diğer doğal kanun ve ilkelerle birlikte aşılması mümkün olmayan sıra dağlar gibi durmaktadır. Materyalizm ve uzantısı teorilerin bu konuda canlıların basite indirgenemez kompleks yapılarını inkar etmekten başka seçe-nekleri yoktur. Kompleks düzenlerin oluşumunda bilgi, irade, güç, madde ve zaman beşlemesinin gerekliliği ilke-si: Düzenleri yapmanın zor; yıkmanın kolay olduğu ilkesi aynı zamanda (düzenlerin bir amaca yönelik olması gerektiği göz önüne alındığında) yeterli bilginin, gücün ve her ikisini amaca uygun harekete (eyleme) geçiren bir iradenin ol-ması gerektiği gerçeğini ortaya koyar. Diğer ifade ile bir yapıda bir amaç ve bu amaca uygun düzen-lilik varsa o yapı bilgi, güç ve iradenin eseridir. Asla rastlantılar sonucu değildir. Örneğin bir çölde güneş, rüzgâr gibi doğal etkenler art arda dizilmiş estetik görünümlü, göz zevkimizi okşayan minik tepe-cikler, şekiller meydana getirebilir. Art arda dizilişlerine ve estetik görünümlerine bakarak bu oluşumların bir düzenlilik (bir eser) olduğu iddia edilebilir. Fakat bu oluşumlar bir amaca yönelik değildir. Eser sahibi olması gereken doğal etkenler estetik görünüşlü tepecikler mey-dana getireceklerini bilmezler, bu amaç için hareket etmezler. Örneğin çölde esen rüzgârların, dört bir yanı kavuran güneş ışıklarının, radyasyonların zaman içinde estetik görünümlü te-pecikler oluşturduğunu gördüğümüz ve bildiğimiz halde bir adım daha ileri giderek; ayni etkenlerin evler, saraylar, yollar, köprüler, fabrikalar, enerji santralleri oluşturarak modern ve güzel bir şehir meydana getirebileceğini hiçbir zaman düşünmeyiz, düşünemeyiz. Bunun nedeni ise bu tür oluşumların bir amaca yönelik kompleks sistemler oluşudur. Bilinç dışı rastlantısal etkenler estetik görünümler verdikleri yerleri rahatlıkla kirletip bozabilirler. Çünkü bunlar tıpkı modern bir şehri yerle bir eden depremler benzeri kontrolsüz kaba güçler gibidir. Bu nedenle ortaya çıkan oluşumlar gözlere okşayan estetik görünümde olsalar dahi bilgi, irade, güç, madde ve zaman beşlemesinin sonucu olmadığından eser değildir. Fakat aynı çölde basit bir kulübe, çadır ve hatta üst üste konulmuş taş yığınlarından ibaret harabeler görsek; estetik olmasalar, göz zevkimizi hitap etmeseler bile bunların emek, bilgi, irade, madde ve zaman beşlemesiyle meydana getirildiğini, rastlantılar sonucu oluşmadığını kesinlikle biliriz. Rastlantılarla oluştuklarını düşünmeyiz. Bu konuda en küçük şüphemiz olmaz. Fakat estetik görünümlü tepecik dizimleri çok güzel görünümleri olsa dahi aynı şeyi düşünüp söyleyemeyiz. Sonuçta şunu belirtmek istiyoruz. Eğer bir oluşumda bir amaç ve bu amaca uygun düzenlilik ya da düzenlilikler varsa o oluşum bilgi, irade, enerji (güç), madde ve zaman beşlemesinin sonucudur. Asla rastlantıların sonucu değildir. Doğa Gücü ya da Tabiat Ana…Eserlerin Eser Sahibi Olamayacağı İlkesi: Varoluş ret ve inkâr edilemeyen bir düzenlikler bütünlüğüdür. Bu bütünlüğe ekoloji diyoruz. Düzenlilikler ise kurallar ve yasalar sonucudur ve bir amaca yöneliktir. Düzenlerin düzenliliği ise yasaların, kuralların eksik-siz işlemesine bağlıdır. En küçük bir hata ya da aksaklık bu muazzam makineyi durdurabilir. Bu nedenle kuralların, yasaların işlemesi son derece karmaşık, kompleks ve şaşırtıcı bir oto kontrol sistemiyle yapılır. Hiç bir şey rastlantıya bırakılmamıştır. Hiç bir şeyin rastlantıya bırakılmaması devrede eyleme geçmiş bir iradenin varlığını açık şekilde gösterir. İnkar etmek ya da etmemek bu gerçeği değiştirmez. Materyalizm bu sistemsel bütünlüğe Doğa Gücü ya da Tabiat Ana der. Materyalizme göre doğa gücü doğal kuralların, yasaların bileşkesidir. Bu nedenle doğaüstü bir güç değildir. Belki de doğanın ta kendisidir. Gerçek ise ifade edilmek istenen doğa gücünün ekolojik düzenin bir sonucu olduğudur. Ekolojik düzen ise madde ve yaşam dünyasını içine alan yaşamsal uygunluklarla kurulmuş kompleks düzenlerin, sistemlerin bütünlüğüdür. Yaşamın varlığına ve devamlığına yöneliktir. Doğa gücü konulmuş kural ve yasaların bileşkesi (sonucu) olduğundan kendini meydana getiren yasaların, kuralların oluşturucusu, koyucusu olamayacağı açıktır. Hiç bir şey rastlantılarla kendi kendini meydana getiremez. Doğa gücü ve varoluşun dışında bilgi kudret ve irade sahibi bir Varlık gerekir. Bu nedenle eserler eser sahibi değildir. Eser sahibi eserin dışındadır, eserden başkadır. Gerçeklerin Birbirleriyle Çelişmeyeceği İlkesi: Varoluş muazzam bir büyüklük ve bütünlük içindedir, çeşitli kanun ve ilkelerle korunup idare edilir. Bu kanun ve ilkeler genişim evresinin (Planck dönemi) ilk anlarından itibaren kademeli olarak devreye girmiş olup, değişmeden yaklaşık on dört milyar yıldan beri etkinliğini sürdürmektedir. Düzen ve sistemleri kontrol edip sürdüren kanun ve ilkelerin oluşu aynı zamanda düzen ve sistemleri oluşturan bir irade-nin de var olduğunu gösterir. Bunun nedeni ise düzen ve sistem sahibi oluşumların birer eser olduklarıdır. Eserler ise bilgi, irade, güç, madde ve yeterli zaman beşlemesinin sonuçlarıdır. Asla rastlantısal değildir. İlginç olan ise binlerce olan bu kanun ve ilkelerin asla birbiriyle çelişmemesi, birinin yaptığını diğerinin bozmamasıdır. Öne sürülen teorilerin doğru ve yanlışlıkları bu kanun ve ilkelere uyumlu olup olmadıklarına bakılarak kolaylıkla tespit edilebilir. Eğer bir teori doğal kanun ve ilkelerin kimileriyle uyumlu kimileriyle çelişiyorsa o teorinin içinde bazı tutarsızlıklar, temelden çürüklükler, gerçek dışılıklar var demektir. Deneme ve yanılmalarda doğrunun seçilebilmesi için bir İradenin var olması gerekliliği ilkesi: Yukarıdaki kuram kompleks düzenlerin yapılanmalarında amacın en baştan bilinmesi gerekliliği ilkesine dayanır. Eğer amacı en baştan bilmezseniz rastlantısal seçimlerde doğru ya da yanlışı tespit edemezsiniz. Fakat evrim teorisi savunucuları böyle düşünmez. Evrim teorisi taraftarlarının en çok başvurdukları bir başka varsayımda doğanın deneme yanılma yoluyla sonuçta doğruyu bulacağıdır. Yani bir şeyin oluşması imkânsızdır ama zaman öylesine uzun ve deneme yanılma o kadar çoktur ki doğa bir gün imkânsızı başarır; rastlantılarla doğruyu bulup seçebilir ve saklar. Fakat burada basit bir mantık hatası vardır. Deneme yanılma sonuçta bir seçim olacağı için bilinçle gerçekleşebilecek işlemlerdir. Deneme yanılma yapan doğa bilinç sahibi olmadığından yanıldığını ya da yanılmadığını nasıl bilecektir? Bilinçsizlik yanıldığını ya da yanılmadığını bilmeme demek değil midir? Doğada böyle bir bilinç mekanizması var mıdır? Belki de bu konuda doğal seleksiyona sığınılabilir. Fakat doğal seleksiyonun bilinç gibi bir özelliği olmadığı, sadece canlıların var oluşlarındaki mükemmel yapılarını (yaşam avantajlarını) korumaya yönelik olduğunu, dıştan gelen zararlı etkenleri savunma sitemleriyle yok ederek bir bakıma zararlıları seçilebildiği, kompleks yapıların oluşumu için gerekli olan bilinçli planlamaların yapılamayacağı evrimciler tarafından da kabul edilen gerçeklerdir. Uzun süreçli işlemler dizisi sonucunda bir amaca ulaşılmak isteniyorsa her şeyden önce o amacın belirlenip bilinmesi gerekir ki işlem sonuçlarının amaca uygun olup olmadığına karar verilebilsin; uygun olanlar saklanıp biriktirilebilsin. Eğer amaç bilinmiyorsa oluşum sonuçlarının faydalı olup olmadığı bilinemeyecek, faydalıyla faydasız, zararlıyla zararsız arasında fark olmayacak; canlılar tarafından kabul edilip biriktirilmeyecek ve korunmayacaktır. Trilyonlarca yıl geçse katrilyonlarca kez deneme yanılma yapılsa da; yanılma ya da yanılmama, faydalı veya faydasız bilinmediğinden baştan belirlenmiş bir amaca yönelik olumlu bir sonuca ulaşılması kesinlikle mümkün olmayacaktır. Doğanın tasarruf ilkelerine riayet ettiği, asla israfta bulunmadığı ilkesi: Doğada ekoloji denen öylesine muazzam bir sistem vardır ki hiç bir şey israf olmaz. Her şey yerli yerindedir ve kullanılmaya hazırdır. Ayrıca canlılar faydalı olmayan hiç bir olguyu vücutlarında barındırmazlar. Atmanın ya da tahrip etmenin bir yolunu ararlar ve bulurlar. Canlı vücutlarında kullanılmayan organların zamanla güdükleşmesi bu oluşuma bir örnektir. Bu ilke evrim teorisinin en büyük handikaplarından biridir. Henüz faydası olmayan ancak milyonlarca yıl süren evrim süreci sonunda faydalı olacak bir oluşumun canlı vücutlarında bu kadar uzun süre varlıklarını sürdürüp evrimleşmeleri mümkün değildir. Kaynak:tersinim
-
Tersinim Teorisi Mekanizmaları
Evrimleşen Tek Şey Bilimdir. TERSİNİM TEORİSİ MEKANİZMALARI Tersinim teorisinin belli başlı mekanizmaları özetle şunlardır. 1)-Tersinimsel değişim: Tersinim teorisi varoluşu canlılık ve cansızlık olarak ayırmaz bir bütün olarak kabul eder. Canlılık ise düzenli sistemlerin bütünselliğidir. Entropi kanunları ise doğal şartlara bırakılmış düzen sahibi sistemlerin zaman içinde bozuma (tersinime) uğrayacağını, düzenlerin düzensizliğe doğru gideceğini belirtir. Maddeler moleküllerden, moleküllerde atomlardan oluşur. Atom ve moleküller ise sistem ve düzen sahibi oluşumlardır. Maddeler de doğal şartlarda ve zaman içinde değişimler gösterir. Örneğin bir granit kaya zamanla çürür kimi metaller oksitle-nir. İster canlı ister cansız olsun tüm varlıklar zaman içinde negatif değişim gösterirler. Daha kompleks düzen sahibi cansız oluşumları örneğin son model bir arabayı doğal şartlara bıraktığınızda kullanmadığınız halde ciddi şekilde tersinimsel değişime uğradığını (bozulduğunu) görürsününüz. Tersinimsel değişimler düzen sahibi sistemlerin kompleksliği, hassaslığı ve zamanla doğru orantılıdır. 2)-Canlılarda tersinimsel değişim: Dış ve iç etkenlerin canlılar üzerinde meydana getirdikleri deği-şimlerdir. Bir irade tarafından kontrol edilmeyen (yararlanma ve korunma mekanizmaları olmayan) bu değişimler rastlantısal olduklarından negatiftir, bozum (tersinim) yönündedir. 3)-Doğal elenme (elenim): Doğal elenme evrim teorisinin doğal seleksiyon mekanizmasının tersini ifade eder. Doğal seleksiyon zaman içinde daha çok evrimleşen canlı-ların diğerlerini elemine ettiğini, hayat sahnesinden sildiğini, daha güçlü canlıların ortaya çıktığını, bu yolla evrimleşmenin gerçekleştiğini savunur. Fakat tersinim teorisi aynı fikirde değildir. Canlılar mükemmel ve eksiksiz var edilmişlerdir. Fakat tersinim sonucu kimi yaşam avantajlarını azaltabilirler ya da tamamen kaybedebilirler. Yaşam avantajlarını azaltanlar (örneğin ihtiyarlayanlar, hastalar) gerektiği kadar sahip olamayanlar (örneğin gerektiği gibi korunamayan yavrular) yaşam avantajlarını ta-mamen kaybedenler (örneğin bacakları kırılmış hayvanlar, kanatları kırılmış kuşlar) ekolojik sistem içinde elemine edilirler. Avantajlarını koruyabilenler yaşamlarını devam ettirir. Elenenler bu avantajlarını zayıflatanlar ya da kaybedenlerdir. Gerçek doğal elenme budur. 4)-Tersinimsel çeşitlenme: Tersinimsel değişimler çeşitlidir. Bunun nedeni canlıların yaşamsal şartlarının farklı olabilmesidir. Eğer tersinimsel değişimlerden bir kısmı gen bilgilerine etkilerse ayrıntı yönünden atalarından farklık bireyler oluşur. Buna tersinimsel çeşitlenme denilir. Örneğin mavi ya da yeşil gözlülük, ten rengi farklılıkları tersinimsel çeşitlenme sonuçlarıdır. 5)-Dar alanda tersinimsel çeşitlenme: Evrim teorisinin allopatrik varyasyon teriminin kar-şılığıdır. Genelde dar bir alanda sıkışıp kalmış türdeşleriyle bağlantıları kopmuş küçük topluluklarda meydana gelir. Bu topluluklarda yakın akraba evlilikleri yaygındır. Yakın akraba genlerinde ise farklılıklar az, benzerlikler çoktur. Yavrular anne ve baba genlerinin karışımları olduğundan kombinasyonu zenginliği oluşmaz. Benzerlikler çoğalır ve diğer nesillere aktarılır. Dolaysıyla gen rahatsızlıkları daha kolay diğer nesillere daha kolay geçer. Bu tür toplumlarda tersinimsel değişimler (negatif değişimler) son derece güçlü ve çeşitlidir. 6)-Seksüel seçilim: Evrim teorisi dişilerin gösterişli erkekleri seçtiklerini bu erkeklerin döllerini diğerlerine göre diğer nesillere daha kolay daha çok aktardıklarını savunur ve bu seçimi evrim mekanizmalarından biri sayar. Fakat irade sahibi olmayan bu tür canlıların güzelle çirkini nasıl ayırt ettikleri güzelliklerden zevk alabilme melekesini nasıl sahip oldukları konusunda herhangi bir bilgi veremezler kanıt da gösteremezler. Tersinim teorisi bu konuda güzelliğin gençlik sağlık güç, kuvvet sembolü olduğunu dişi bir hayvanını sadece bunu anladığını, nesillerini güçlü bireylerle aktarma isteği ve içgüdüsüyle güzel erkekleri seçtiğini söyler ve kabul eder. Her zaman olduğu gibi evrim teorisi doğal bir içgüdünün sonucu olan bu olayı kendi görüşüne uygun yorumlamayı tercih etmiş, teorilerine bir evrim mekanizması olarak koymuştur. Bu doğal olayın evrimle uzaktan yakından ilişkisinin olmadığı sadece varoluşlarında kendilerine verilen mükemmel yapılarını diğer nesillere aktarma içgüdüsünün doğal bir sonucu olduğu açıktır. Kaynak:tersinim