-
İçerik Sayısı
341 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
13
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
Zuhurat tarafından postalanan herşey
-
Tüm anne ve anne adaylarının anneler gününü içtenlikle kutlarım.
-
Bu arada sanatçıları eserlerinin korunmasında güçlü kılan “Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu”nun 16’ncı maddesi şu hükmü içeriyor: “Eser sahibinin izni olmadıkça eserde veyahut eser sahibinin adında kısaltmalar, ekleme ve başka değiştirmeler yapılamaz. Kanunun veya eser sahibinin müsaadesiyle bir eseri işleyen, umuma arz eden, çoğaltan, yayımlayan, temsil eden veya başka bir suretle yayan kimse; işleme, çoğaltma, temsil veya yayım tekniği icabı zaruri görülen değiştirmeleri eser sahibinin hususi bir izni olmaksızın da yapabilir. Eser sahibi, kayıtsız ve şartsız olarak yazılı izin vermiş olsa bile şeref ve itibarını zedeleyen veya eserin mahiyet ve hususiyetlerini bozan her türlü değiştirilmeleri men edebilir.”
- 21 cevap
-
- Mehmet Aksoy
- İnsanlık Anıtı
-
(ve 3 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Türkiye’nin heykelle imtihanı! Kemer’de yeni belediye başkanının ilk icraatı müstehcen bulduğu ‘Aşk Yağmuru’ heykelini depoya kaldırmak oldu. Heykellerle savaş neredeyse bir Türkiye klasiği. İşte Türkiye'den en ilginç heykel tartışmaları... AŞK YAĞMURU İSTANBUL - Kemer’in yeni Belediye Başkanı MHP’li Mustafa Gül, 29 Mart yerel seçimlerinden sonra ilk iş olarak ‘Aşk Yağmuru’nu yerinden etti. 2004 yılında CHP'den seçilip daha sonra AK Parti'ye geçen eski başkan Hasan Şeker tarafından heykeltıraş Zafer Sarı'ya yaptırılan ve Çınarlı Kavşağı'na konulan ‘Aşk Yağmuru’, müstehcenlik gerekçesiyle Kemer'de bazı çevrelerin tepkisine neden olmuştu. Kadıköy Belediyesi ise "Aşk Yağmuru"na sahip çıkmak için kolları sıvadı, heykelin Kadıköy'e getirilmesi için Kemer Belediyesi ve heykeltıraş Zafer Sarı ile irtibata geçeceklerini açıkladı.‘Aşk Yağmuru’nun akıbetinin ne olacağı zaman içinde görülecek ancak geçmişte tartışmalara neden olan pek çok heykelin sonu gözlerden uzak, karanlıklar içinde kaybolmak oldu. Bazılarının müstehcen, bazılarının estetik ya da politik bulduğu ‘ünlü’ heykeller şöyle: PERİLERİN BAŞINA GELENLER İtalyan heykeltıraş tarafından yapılan ‘Su Perileri’ anıtı, 1924 yılında Şehremini Asaf Bey tarafından Avrupa’dan getirildi. Periler ilk önce Kızılay’a yerleştirildi. 1930’lu yıllarda yerine başka bir heykel getirilince periler 1930’larda Gençlik Parkı’nın önüne, 1950’lerde Ulus çukurundan Hacettepe Parkı'na taşındı. Perileri 1960’ların sonlarında eski bir gazeteci olan Halil Soyuer hatırladı ve Belediye Başkanı Ekrem Barlas’a, “Su Perilerini bulun ve uygun bir yere koyun” çağrısı yaptı. Periler arandı; belediyenin depolarında bulundu. Tandoğan meydanına yaptırılan havuzun ortasına dikildi. 1992’de Ankaray inşaatı sırasında yerinden mecburen kaldırılan anıt, üç parçaya bölünüp söküldü ve yeniden depoya kaldırıldı. Yıllar sonra gazeteci Ateş Yalazan Hürriyet Ankara’da heykelin akıbetini sorup Ankaralılardan yardım istedi. Bu haber üzerine perilerin belediyenin açık hava deposunda çürümeye terk edildiği ve çıplaklıkları görünmesin diye de muşambayla örtüldüğü ortaya çıktı. HÜKÜMET KRİZİ YARATAN ‘GÜZEL İSTANBUL’ Cumhuriyet’in ilan edilişinin 50. yılı nedeniyle 1973’te açılan yarışmada Gürdal Duyar’ın ‘Güzel İstanbul’ adlı heykeli Karaköy Meydanı’na yerleştirildi. Ancak 1974 Mart’ında, dönemin CHP- Selamet Partisi koolisyon hükümetinin İçişleri Bakanı Oğuzhan Asiltürk heykel için, “Türk anasına hakarettir” dedi, Necmettin Erbakan da “heykel derhal oradan sökülmelidir” dedi. Hükümet krizine dönen heykel, dönemin İstanbul Valisi Namık Kemal Şentürk’ün talimatıyla 21 Mart 1974 gecesi yerinden söküldü ve Kumkapı sahiline bırakıldı. Ancak uzun tartışmalardan sonra ‘Güzel İstanbul’, Yıldız Parkı’nda bir köşeye yerleştirildi. ATAÜRK’ÜN ‘MUZIR’ GENÇLERİ Atatürk'ün 19 Mayıs 1919'da Anadolu'ya ayak basışını simgelemek için yaptırılan ''İlk Adım ve Atatürk Anıtı''ndaki gençlerin heykelleri ''muzır'' oldukları iddiasıyla gündeme geldi. Heykeltıraş Hakkı Atamalı'ya Atatürk'ün doğumunun 100. yılında yaptırılan ve 15 Mayıs 1982 tarihinde açılan Atatürk'ün Samsun'a çıkışını simgeleyen heykel, ''Kurtuluş Savaşı'nın Samsun'a ayak bastığı yerden'' başladığını ifade ediyor. Anıtta yer alan söz konusu erkek ve genç kız heykelleri 20 Kasım 1982'de Samsun'u ziyaret eden dönemin Devlet Başkanı Orgeneral Kenan Evren'in talimatıyla, çıplak oldukları gerekçesiyle kaldırıldı. Heykeltrıraşının ‘özgürlük ve barışı'' simgelediğini söylediği heykeller, aradan 18 yıl geçtikten sonra, Kültür Bakanlığı'nın talimatıyla 13 Mayıs 2000'de tekrar eski yerine yerleştirildi. TÜKÜRÜLEN HEYKEL GERİ GELDİ Melih Gökçek 1994 yılında Belediye Başkanı olduktan sonra Ankara Altınpark'taki Mehmet Aksoy'un 'Periler Ülkesinde' adlı eserinin orgazmı anlattığını ileri sürdü. Gökçek, "Böyle sanatın içine tükürürüm" diyerek heykeli söktürdü. Gökçek’in sözleri kendisine pahalıya mal oldu. Mahkeme Aksoy'a o zamanın parasıyla 1 milyar 342 milyon lira tazminat ödenmesine ve heykelin tekrar yerine konmasına karar verdi. Gökçek, heykelin Altınpark'a geri konulması hakkında, "Ben yargı kararını uyguluyorum. Yine de kesinlikle tasvip etmiyorum. Ama mahkeme kararı var, yapacak bir şey yok" dedi. ‘TÜRK ASKERİ BÖYLE YÜRÜMEZ’ Antalya’daki Şehitler Anıtı, anıtta yer alan asker figürleri nedeniyle tartışma konusu oldu. 1998 yılında yaptırılan anıttaki figürlerde, askerlerin sağ ayak ve kollarının, aynı anda havada görünmesi nedeniyle ”Türk askeri böyle yürümez” tartışması yapıldı. Belediye yetkilileri o dönemde heykelin gerekirse düzeltilebileceğini açıkladı, ancak heykeltıraş Cüneyt Çağlıcan yürüyüşü bozuk askerlerle ”askerleri provoke eden kişileri” tasvir ettiğini ileri sürdü. FATİH’İN ATI ERKEK Mİ DİŞİ Mİ? Nisan 1999’da Kırklareli'nin Babaeski ilçesinde çıkan heykel krizinin nedeni ise Fatih Sultan Mehmet'in atının cinsiyetiydi. Atın erkek mi dişi mi olduğunu çıkaramayanlar heykeltıraş Tülin Özdemir'i suçlu buldu. Seçimleri kazanan CHP'li başkan Haluk Tezsezer önce heykeli depoya kaldırttı. Sonra 'eksiklerinin' giderilmesi için heykelin heykeltıraşa geri gönderildiği açıklandı ancak heykelden o günden beri haber çıkmadı. ORHAN VELİ’NİN MARTISI İlginç heykel tartışmalarından biri de Orhan Veli’nin Rumelihisarı’ndaki heykeli oldu. Tartışma, bir vatandaşın Sarıyer Belediyesi'ne "Orhan Veli'nin martısının yerine konması" konusunda yazdığı dilekçeyle başladı. Söz konusu martı, şairin 1992'de Rumelihisarı'na dikilen heykelinin omuzundaki martıydı ve dilekçe ile bu martının koparıldığı anlaşıldı. Sarıyer Belediyesi heykelin Beşiktaş sınırları içinde olduğu gerekçesiyle Beşiktaş Belediyesi’ni işaret etti. Beşiktaş Belediyesi ise sözkonusu yerin ana artel olması nedeniyle konunun Büyükşehir Belediyesi'nin yeki alanında olduğunu açıkladı. Konuyu gündeme getiren vatandaş bir dilekçe de Büyükşehir Belediyesi'ne yazdı. Büyükşehir Belediyesi’nden ilginç bir yanıt geldi: Bu yıl martı için tahsisatımız yok, önümüzdeki yılın programına alacağız. Aynı vatandaş bu kez dönemin Şişli Belediye Başkanı Ayfer Atay'a mektup yazdı. Atay heykelin tamir edilmesi talimatını verdi ama heykeltıraş bu sırada Kars'ta askerlik görevini yapmaktaydı. Heykeltıraştan habersiz olarak yerine bir bronz martı kondu. BIYIKLI MI BIYIKSIZ MI? Aydın'ın ulusal kahramanı Yörük Efe bıyıklı mıydı, köse miydi? Köseden efe olur mu, olmaz mı? Bu sorular sadece Aydın'ı değil, bütün Ege'yi ikiye böldü. Kurtuluş Savaşı'nda Yunan ordusunu yıpratarak Türk ordusuna yardımcı olan Yörük Ali Efe'nin anısına, ölümünden 46 yıl sonra Aydın'da bir anıt dikilmesi kararlaştırıldı. Heykel şehrin kurtuluş yıldönümüne yetiştirildi ve dönemin Aydın milletvekili ve Milli Savunma Bakanı İsmet Sezgin'in de katıldığı bir törenle 1997’de açıldı. Heykelin açılışıyla birlikte Efeler Derneği ayağa kalktı. Bıyıksız efe olmayacağını söyleyen dernek başkanı Cafer Sağdıç, heykeli efeliğe hakaret olarak nitelendirdi ve heykel için sanatsal bir eleştiri de getirdi: Heykel oturan değil, nişan alan bir efe olmalıdır. Aydın'ın ANAP'lı Belediye Başkanı’na göre ise efeler sanattan anlamıyor ve kendi siyasi görüşleri doğrultusunda böyle konuşuyorlardı. Aydınlılar Vakfı'nın düzenlediği basın toplantısına rağmen tartışma bitmedi. Kimi köselerin de efe olabileceğini, kimi Yörük Ali'nin sarışın olduğunu o yüzden eski fotoğraflarda bıyığının belli olmadığını ileri sürdü. Sonunda Yörük Ali'nin oğlu hikayeci-yazar Cengiz Yörük bulundu. Yörük'ün 'Babam sarışındı, bu yüzden eski fotoğraflarında bıyığı seçilmiyor' demesi üzerine heykel söküldü, bıyık yapıldıktan sonra 1998’de yerine kondu. Fakat tartışma yine bitmedi. Bu kez de bir grup folklorcü bıyıklı heykeli protesto etti. TRT'nin yerel sanatçısı Emin Tenekeci önderliğindeki grup 'bıyıklı efe heykelini istemeyiz' diyerek anıtın önünde sazlı-sözlü gösteri yaptı. Heykelin bıyıkları hala tartışılıyor. NENE HATUN TÜFEKLİ MİYDİ BALTALI MI? Rus ordusuna karşı savaşan yerel kahraman Nene Hatun'un heykeli Erzurum'da tartışmalara neden oldu. Süleyman Demirel'in talimatıyla yapılan heykel, Nene Hatun'un elinde silah, sırtında yavrusu ile cephede savaşan halini tasvir ediyordu. Ama Nene Hatun bekârdı. Yani çocuğu olamazdı. Üstelik elinde tüfek vardı ve bunun satır olması gerekiyordu. Kültür eski Bakanı İstemihan Talay'ın ziyareti sırasında Erzurumlulular’ın sıkıntısı Bakan Talay'a aktarıldı. Bakan şikayetleri haklı buldu ve yeni bir heykel yapılması talimatını verdi. NOEL BABA DİPLOMATİK KRİZ YARATTI 2000 yılında Demre'de Rusya tarafından gönderilen bronz Noel Baba heykeli, ''Noel Baba'nın, dünyaca tanınan görüntüsüyle uyuşmadığı'' gerekçesiyle, Demre Belediye Başkanı Süleyman Topçu tarafından müzeye kaldırıldı. Bu girişim, Türkiye ile Rusya arasında diplomatik krize neden olurken, Rus heykeltıraş Grigoriy Pototosky, Türkiye'ye bağışladığı heykelin kilise girişinden kaldırılmasını anlamsız bulduğunu belirtti, olay Rus gazetelerine, ''Türkler Aziz Nikolaus'u Santa Klaus ile değiştirdiler'' şeklinde yansıdı. SARI KIZIN GÖĞÜSLERİ Eylül 2000’de Balıkesir Edremit ilçesinde Sarıkız Heykeli krizi çıktı. Yıllardır Barbaros Meydanı'nda duran ve ilçenin simgesi konumundaki heykelin göğsünün göründüğünü söyleyen Fazilet partililer konuyu belediye meclisine getirdi. 'Bu heykel Sarıkız'ı sembolize edemez" diyen FP Balıkesir İl Sekreteri Cengiz Acar ve taraftarlarına cevap MHP'li Belediye Başkanı Tuncay Kılıç'tan geldi: ‘‘Haklısınız, Türk-İslam menkıbelerine sahip çıkmak bizim görevimiz.'' KARAMAN’IN KOYUNLARI Karaman'da ''Karamanlıları alay konusu yaptığı'' gerekçesiyle yerinden kaldırılan iki koyun heykeli, yeniden yerine dikildi. Belediye Başkanı Ali Kantürk, Karaman koyununun ününün ülke sınırlarını aştığını belirterek, ismi Karamanla bütünleşen bu koyunun kentin önemli değerlerinden biri olduğunu vurguladı. Kantürk, ''Vatandaşların talepleri oldu ancak, biz heykelleri bulamıyorduk. Sonunda Park Bahçe Müdürlüğümüzde bulduk. Heykelleri yeniden dikeceğiz'' dedi. ‘CİHANGİR GÜZELİ’ TAHRİK ETTİ Beyoğlu Cihangir Güzelleştirme Derneği tarafından Belediye Başkanı’nın da katıldığı bir törenle Cihangir Parkı'na dikilen 'Cihangir Güzeli' adlı heykel de tahrik edici bulunup gözden uzaklaştırılan heykeller arasına girdi. Ağustos 2001’de bölgede otopark işleten ve beslediği kuzuyu parkta otlatırken dernek üyeleriyle tartışmaya giren Habip Muhammet Ali Çelik, 'Bu heykel beni bile şehvete getiriyor. 15 yaşındaki çocuklar görünce kimbilir neler olur' diyerek heykeli arkadaşlarıyla birlikte kaidesinden söktü. Çelik, polis tarafından gözaltına alınırken, otoparkında alıkoyduğu heykel tekrar yerine dikildi. KEYHÜSREV'İN TARTIŞMALI HEYKELİ Antalya'da, şehrin fatihi Anadolu Selçuklu Sultanı Gıyaseddin Keyhüsrev'e ait heykel, önce Keyhüsrev'in üzerinde bulunduğu atın normal boyutundan küçük oluşuyla tartışma konusu oldu. Büyükşehir Belediyesi tarafından heykelin bulunduğu Meydan Kavşağı'na köprülü kavşak yapılmasına karar verildi. Bu yüzden heykel, Topçular'daki şehiriçi otobüs garajına kaldırıldı. Aylardır otobüs garajında bekleyen Keyhüsrev heykelinin son olarak Antalya'nın Aksu beldesindeki kavşağa dikileceği açıklandı. ŞEYTAN HEYKELİ Diyarbakır Bağlar Belediyesi bahçesinde 2003 yılında yaptırılan kanatlı kadın heykeli, kentte 'Şeytan heykeli' tartışması yarattı. Kentte yayınlanan bazı yerel gazeteler, söz konusu heykelin şeytanı temsil ettiğini savunarak, buna "Şeytan heykeli" derken, Bağlar Belediye Başkanı Yurdusev Özsökmenler ise heykelin özgür kadını temsil ettiğini savundu. KARACAOĞLAN'I SAZINDAN AYIRDILAR Osmaniye’nin Düziçi ilçesindeki Karacaoğlan heykeli, 2003 yılında Belediye Başkanı Abdulmuttalip Öner tarafından Çukurova Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Görevlisi Selma Tahbeler’e yaptırıldı. İlçenin girişindeki heykelde, Karacaoğlan’ın elinde bulunan saz önce parçalandı. Saz, yeniden yapılarak yerine konuldu. BABALARA SAYGI KALMADI Eskişehir Büyükşehir Belediyesi tarafından 15 Haziran 2003’te, babalar gününde Yenikent Mahallesi'ndeki bir parka yerleştirilen ''Babalarımıza Saygı Anıtı'', iki kez tahrip dildi. Bunun üzerine anıt, bir süre sonra yerinden kaldırıldı. Kızılcıklı Mahmut Pehlivan ve İsmet İnönü caddelerine yapılan fıskiyeli havuzların içine yerleştirilen kadın heykelleri ise özellikle bazı siyasi parti ve sivil toplum örgütü temsilcilerince, ''kenti temsil etmediği ve müstehcen bulunduğu'' gerekçesiyle eleştirilmişti. KRAL ATTALOS SAPIK MIYDI? Antalya'da Kalekapısı mevkisindeki, Bergama Kralı II. Attalos'un heykeli, bir süre Antalya gündemini meşgul etti. Savaşa giden ağabeyi için ''öldü” denilince Bergama Kralı olarak tahta oturan Attalos'un bir süre sonra ağabeyinin dönmesi ve tahtı ağabeyine terketmesi üzerine aldığı ‘kardeş seven’ unvanı, Antalya'da bazı kesimlerce farklı düşünüldü. Heykel, Kral Attalos'un ‘sapık’ olduğunu ileri süren grubun protestolarına rağmen Mart 2004’te Kalekapısı'ndaki yerine konuldu. DAVA KONUSU HEYKEL Diyarbakır'daki Sur Belediyesi, İnönü Caddesi'nde 2004 yılında Mardin'in Kızıltepe ilçesinde babasıyla birlikte öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz adına bir anıt yaptırdı. Anıtı yaptıran Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş hakkında, ''Belediyeyi zarara uğratmak ve görevi kötüye kullanmak'' suçundan dava açıldı. Demirbaş, ilk duruşmada beraat etti. DİYOJEN HEP TARTIŞILDI Geçtiğimiz aylarda Başbakan Erdoğan’ın Bizans İmparatoru Romen Diyojen’le karıştırdığı, Sinoplu filozof Diyojen’in 2006’da doğduğu kente dikilen heykeli de tartışma yarattı. Dönemin Belediye Başkanı AKP'li Zeki Yılmazer tarafından Samsun Belediyesi Heykel ve Seramik Atölyesi'nde yaptırılan 5.5 metre yüksekliğindeki heykel Ekim 2006’da Sinop Otogarı girişine dikildi. Ancak heykel bazı parti il başkanlarının tepkisini çekti. MHP İl Başkanı Mehmet Şimşek, Sinop'ta birçok sorun varken 50 bin YTL'ye heykel dikilmesinin anlamsız olduğunu savunup, "5 bin yıl önce yaşamış birinin heykelini dikiyoruz. Bu heykel, AKP hükümetinin dış politikada bu kadar yetersiz olduğu bir dönemde, Karadeniz'de Pontus devleti hayali kuran dış güçlerin düşüncelerini destekler. Elinde fenerle 'Adam arıyorum adam' diye dolaşan biri Sinop halkına hakaret etmiştir. Sinop'ta adam yok muydu?" dedi. Saadet Partisi İl Başkanı Hüseyin Şeker de heykelin dikilmesinin gereksiz olduğunu savundu. DSP İl Başkanı Ahmet Kavazak da, "Ben heykelin dikildiği yere karşıyım. Şehrin en güzel yerine yapılmamalıydı" dedi. ATI HADIM ETTİLER Mart 2008’de Denizli’de CHP İl Başkanı Ali Kavak, Denizli Belediye binasının önündeki Atatürk heykelinde atının cinsel organının AKP’lilerce koparıldığını iddia etti. Kavak, Prof. Tamer Başoğlu’nun yaptığı ve 1981’de Denizli Belediyesi’nin önüne dikilen heykelin fotoğraflarını gazetecilere dağıttı. Kavak, “AKP’li belediye Atatürk anıtındaki atın cinsel uzvunu koparıp, boyamış. Kendilerini sanata yaptıkları saldırıdan ötürü kınıyoruz. Atatürk’ün atının cinsel uzvu yakın zaman önce vardı. AKP’liler’in kopardığını ya da koparttıklarını düşünüyoruz” dedi. Denizli Belediye Başkanı AKP’li Nihat Zeybekci ise göreve geldiği 2004 yılına ait olduğunu söylediği heykelin fotoğraflarını gösterip iddiaları yalanladı. Zeybekci, “Görüyorsunuz heykelde hiçbir değişiklik yok. Böyle muhalefet olmaz. Buna dense dense kepazelik denir” dedi. Heykeli yapan Prof. Başoğlu ise “Atın cinsel uzvunun koparıldığını iddia edenlere gülüyorum” dedi. BELEDİYE BAŞKANI VE EŞİ ATATÜRK’ÜN YANINDA İzmir’in Torbalı ilçesindeki Atatürk de heykeli ilginç bir tartışmaya neden oldu. Üç parçadan oluşan heykelde, Atatürk’ün iki yanında bulunan erkek ve kadın figürlerin, dönemin Belediye başkanı CHP’li İsmail Uygur ve eşine benzediği iddiaları, haykeli Türkiye’nin gündemine getirdi. Tartışmalar üzerine heykeldeki erkek figürünün yüzü değiştirilip, 20 ay sonra yeniden yerine dikildi.
- 21 cevap
-
- Mehmet Aksoy
- İnsanlık Anıtı
-
(ve 3 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Mehmet Aksoy'un AKP ile hesabı eskiye dayanıyor. 1994'te Melih Gökçek Aksoy'un Periler Ülkesinde heykelini müstehcen bulup içine tükürmüştü ve kaldırtmıştı. Ama Aksoy açtığı davayı kazanmış 11 yıl sonra heykeli aynı yere diktirmişti. Dolayısıyla AKP'nin Aksoy'a karşı bir hırsı mevcuttu. Bu sefer raundu kazanmaya kararlılar.
- 21 cevap
-
- Mehmet Aksoy
- İnsanlık Anıtı
-
(ve 3 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Kulina en iyisiydi derim.
-
köpekler neden ezan okunurken havlarlar.Cevap verirseniz sevinirim?
Zuhurat şurada cevap verdi: AsiMeLek başlık Dini Konular - Din - Dinler
Tüm kuşlar ve aynı zamanda köpekler için iletişim saati güneşin doğuş ve batış saatleridir. Kuş besleyenlerde iyi bilir ki kuşlar sabahları ve akşamları heyecan içinde ötmeye başlarlar. Bu ötüşler haberleşme tarzı sesleniş şeklinde ötüşlerdir. Köpeklerin haberleşme şekli ise kurt atalarından gelen ulumadır. Bu iç güdüsel hareketin sebebi gece sonrası civardaki benzerlerinin hayatta kalıp kalmadığının kontrolü ve akşama kadar yiyecek peşinde gezinen hayvanların kendi mevkilerine dönüp dönmediğinin yoklamasıdır. Sabah ve akşam namazları da bu saatlere geldiğinden hayvanların iletişim saatiyle örtüşür. Bu saatlerde hayvanlar her tür sese duyarlıdır ve iletişim çabası sayarlar. Cevap vermelerinin en önemli nedeni budur. -
Eeee, manevi babası bu darbe kanlı mı kansız mı olacak dememişti boşu boşuna.
-
sence bekaret önemli mi?, erkekler için çok tuzak bi soru .kıvırın.
Zuhurat şunu cevapladı bir başlık içinde Kadın Erkek İlişkileri
İnsan zarla doğar, amnion zarı ve bu zarın bekaretini de genellikle bir doktor bozar -
Birisine bu derece bağlanmak! Belki artık sevdiklerini kaybetmekten korkmaktan doğan yılgınlıktır buna sebep,kim bilir! Hayat ilginç... Elinizde ve yanınızda olduğundan, tam da en emin iken gider o sevilen uzaklara. Mücadele edersiniz gitmesin diye. Ama tutamazsınız. Uçar uzak diyarlara, kimi ansızın, kimi kıra döke, kimi sessizce... Bir sebep arar dururuz, ya nafile! Her yeni temiz sayfaya bir kuşu elimizde tutmak istercesine sarılırız. Sonradan görünür minik pürüzler, lekeler, yırtıklar, eskinin izleri. Görmemeye çalışırız kaybetme korkusuyla onları ta ki bir gün gelir sayfada beyaz tek bir alan olmadığını fark edinceye kadar. Böyle biter aşklar, sevgiler. Aşk ve sevgiye açlığımızın altında yatanlar aslında, eski sevdiklerimizin kırıklıkları, gitmişlikleri, hatta hiç bir zaman tam yanımızda olamayışları çoğu kez. En ihtiyacımız varken yoktur onlar, kendi dertlerinde yüzer boğulurlar. Farketmezler sizin nefessizliğinizi. Çırpınırsınız ama görünmezsinizdir. Anlarsınız ki bu sevgi size yetmez tek başına. Siz eşinizi, yarınızı arasınız hep şu hayatta. Çoğu kez tanıyamaz yarınız sanırsınız putlaştırdığınızı, olmayacak dualar dilinizde. Hayat met-cezir manzaralarından ibaret. Canınız ölür gider bazen elinde büyüdüğünüz. Eski mutlu günler asılı kalır bazen soluk resimlerde. Eskisi kadar paranız bile yoktur üstelik. Belki tüm sevdiklerinizden, sizin bildiğiniz eviniz gördüğünüz yerden ayrılırsınız bilinmezliklere giderken. Gelecek endişeler arasına sıkışmış bir ümidi ararken şekillenir, bazen bir aşkla ya da ihtimaliyle. En iyisi neden aşkına ulaşamamaktır bilir misiniz? Onu uzaktan sevmek aşkların en güzeli, temizi, safı, el değmemişi ve kirlenmemişidir de ondan. Varsın karşılıksız olsun ne yazar? Önemli olan içiniz sevgi dolu olsun dünyalar kadar.
-
Tanzimat’la başlayan çağdaşlaşma hareketi çerçevesinde Türk kadını gerek düşünce alanında, gerekse doğrudan doğruya siyasi ve toplumsal haklar yönünde ciddi adımlar atabilmiştir. Bu gelişmeler ancak, söz konusu dönemlerin düşünce yapılarının ve ideolojik kalıplarının kendine özgü kalıpları içinde anlam kazanabilmektedir. Batıya yönelme hareketlerinin en önemlisi kuşkusuz eğitim ve öğretim alanında başlamıştır. Askeri okullarımızda Türk ordusu Tanzimat’tan önce başlayan batılılaşma hareketi ile eğitim sistemimize öncülük yapar. Askeri okullarımız arasında Rüştiye (Ortaokul), İdadi (Lise) ve 1773’te Mühendishane-i Bahri-i Hümayun (Deniz Harp Okulu), 1793’te Mühendishane-i Berr-i Hümayun (Kara Harp Okulu), 1826’ da Tıphane-i Amire (Askeri Tıbbiye), 1836’da Mızıkayı Hümayun (Saray Bandosu ve Askeri Mızıka Okulu) gibi modern eğitim müesseseleri açılmış ve mezunlarını vermeye başlamıştır. (Göksel, 1993:133-134) Öte yandan toplumsal gerilemenin nedeni olarak kadınların cehaletini ve geriliğini gören “batıcı” aydınlar, kadınların eğitilmesi gereğini kabul ederler. Kızlarımız için ilkokul ve ortaokulların eğitimine 1858’ de başlanır. Meslek okulu olarak ilk önce, 1842’ de Askeri Tıbbiye’ye bağlı olarak ilk “Ebe Okulu”, 1869’ da İnan Sanayi Mektebi (Kız Sanat Okulu), 1870’de Darülmuallimat” (Kız Öğretmen Okulu) açılır. (Göksel, 1993:134) Böylece Türk kadınının ev dışında, okulda yetiştirilmiş olarak ilk mesleği olan Ebelik ve Öğretmenlik meslekleri için okullar açılmış oldu. Kuşkusuz bu modern kurumlardan yararlanabilen üst tabakalara mensup ve büyük kentlerde yaşayan kadın sayısı çok azdı. Bu okur-yazar kadınlar, yine de 19 yüzyıl sonlarında gazetelerde kadın sayfalarının yer almasına ve hatta kadınlar için, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1 Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına 17 yazarları da kadın olan gazete ve dergilerin yayınlanmasına zemin oluştururlar. (Mukadderat, Şukufezar, Hanımlara Mahsus Gazete) gibi. II. Meşrutiyet Dönemi’nde aydın kadınlar, kadın statüsünün değerlendirilmesi amacıyla Teali-i Nisvan, Müdafaa-i Hukuku Nisvan, Asri Kadınlar Cemiyeti gibi dernekler kurulmuştur. Bu dönemde kadınları ilgilendirip de gündeme gelen tek konu evlilik statüsüdür. 1917 kararnamesi, evliliği yasal bir çerçeveye bağlarken, kadınlara ilk defa boşanma hakkını verir.... Çok karılı evliliği karının rızasına bağlayarak sınırlandırır. (Tekeli, 1983:1192) Tanzimat döneminin reformcu havası içinde Namık Kemal, Şemseddin Sami, Abdülhak Hamit Tarhan gibi düşünürler, dönemin gazete ve dergilerinde kadın konusu üzerinde durmuşlardır. Batıdaki feminist hareketlerin etkisiyle Türk kadınının çeşitli mesleklere girmesini teklif etmişler, görücü usulüyle evlenmenin zararlarını belirtmişler ve Türk kadınının geçirdiği sarsıntıya işaret etmişlerdir. (Taşkıran, 1982:24) Birinci Dünya Savaşı Osmanlıların yenilmesi ve ardından başlayan Kurtuluş Savaşı, kadınların gerçek yaşamlarında hukuki statülerini zorlamasına imkan veren değişikliklere yol açar. Çok sayıda kadın cepheye giderek, erkeklerin yerine işçi ve memur olarak çalışma hayatına girmiş, ilk işçi hakları kadın işçilerle ilgili olarak tanınmıştır. Sonuç olarak teokratik bir yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğunda Tanzimat’tan birinci dünya savaşı sonuna kadar geçen dönemde kadın sorununa ilişkin gelişmelerin temel niteliği, bu gelişmelerin temel niteliği Oya Çiftçi’nin belirttiği gibi (Çiftçi, 1982:29) kapsayıcı değil, büyük kent kadınlarının çok sınırlı bir kesimine yönelik olmasıdır. Bu dönemde kadınların büyük bir bölümü tarımda çalışırken, büyük kentlerde çok az sayıda bir kadın grubu öğrenim olanaklarından yararlanabilmekte, işçi kadınlarda fabrikalarda çok düşük ücret karşılığı çalışmaktaydı. Evlenme ve boşanma konularında şeriat hükümleri yürürlükteydi. Kentli seçkin bir kadın kesiminin örgütlenme çabasında olmasına karşın, Batılı kadınların yürürlükteki eşit haklar mücadelesine benzer bir mücadeleyi sürdürememiş ve sorunların çözümünü yöneticilerden beklemişlerdir. Görüldüğü gibi İslam dininin etkisi altında kalan Osmanlılarda, hiçbir hak ve yetkisi olmayan Türk kadınlarının bu hak ve yetkilerine kavuşmalarının ilk adımı Tanzimat döneminde atılmıştır. Özellikle edebiyatçıların ve aydınların kadının toplumsal statüsünü eleştirmeleri ve kınamaları kadınlar için beklenen olumlu sonuçların ilk adımları olmuştur. 4.Kurtuluş Savaşı ve Sonrasında Türk Kadını ve Atatürk Tanzimat’tan sonra düşünce dünyasında ve siyasal yaşamda kimi geriye dönüşler olmakla birlikte , imparatorluk sosyal yaşantısında, dünyada gelişen yeni siyasal akımlarında etkisiyle özellikle II. Meşrutiyet döneminde radikal kırılmalar görülmüştür. Kadın sorunları açısından ilk ciddi gelişmeler bu dönemde 18 Vahap SAĞ yaşanmıştır. Kadının toplum içindeki etkinliği arttıkça, kadınla ilgili olarak toplumda oluşturulan rol de önem kazanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nde siyasal teoriler açısından tepeden inme ve devlet merkezli bir zorlama olarak görülse de, kadının radikal nitelikli hak kazanımlarına bu dönem adeta bir zemin hazırlamıştır. Söz konusu dönemde yaşanan deneyimler ve bu deneyimlerle ortaya konulabilen birikim, Cumhuriyet Türkiyesi’ne aktarılan önemli bir mirastır. (Kırkpınar, 1998 :14) Cumhuriyet döneminde Atatürk devrimleri ile kadınların toplumsal durumları önemli bir değişimin ve gelişimin içine girmiştir. Yasalarda kadın-erkek eşitliği büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Kadın, boşanma hakkında, seçmeseçilme, eğitim, meslek seçimi, kamu görevleri yapma haklarına kavuşmuştur. Gerçek anlamda modern bir toplumu oluşturan bütün sektörlerde en ciddi atılımlar bu dönemde gerçekleştirilmiştir. Mustafa Kemal Atatürk gibi karizmatik bir önderin bunda belirleyici bir rol oynadığını söylemek gerekir. Gerçekte Atatürk’ün düşünce dünyasının oluşumunda Tanzimat’la birlikte yaşanan batılılaşma çabaları etkili olmakla birlikte, Atatürk’ün yalnızca yakın çevresinden gelen etkileyici faktörlerin yanısıra, dünya klasiklerine olan yakın ilgisi ve yoğun okuma tutkusunun çok daha fazla yönlendirici olduğu söylenebilir. Bu nedenle, Türkiye’ de ki kadın konusundaki fiili gelişmeleri yakından görüp anlayabilmek için O’nun düşünce dünyasında yer alan kadın konusu ve bu konu ile ilgili öngörüleri önemlidir. Bu anlatılan ve açıklananların yanı sıra, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, gerek toplumsal yaşantı içinde kadının yeri gerekse hızla gerçekleştirilen sanayileşme, kentleşme sürecinde kadının aldığı yeni statü ve hukuksal kazanımlar, adeta yakın Türkiye tarihinin canlı bir panoraması niteliğindedir. (Kırkpınar,1998:14) Toplumun yaşantısını belirleyen temel faktörler gittikçe içiçe girip karmaşık ve girift bir durum alırken, kadının statüsü de aynı süreci yaşamıştır. Böylelikle 1950’li yıllardan bu yana, Türkiye’ de gerek ekonomik sektörlere, gerek kültürel yapılara, gerek dini kalıplara, gerekse sosyal yaşantı biçimlerine göre kadın grupları arasında ilişkiler yönünden bir yakınlaşma değil, adeta bir uzaklaşma ortaya çıkmıştır. Bunun sonucunda ise başta fırsat eşitliği olmak üzere her alanda olumsuz göstergeler ortaya çıkmaya başlamıştır. Çalışan kadınlar arasında şaşılacak kadar derin farklılıklar söz konusu olmuştur. Çalışmayan kadınlar arasında da, gerek sosyal statü, gerek dinsel taassubun dayatmaları ve gerekse diğer normlar açısından benzer farklılıkları görmek mümkündür. Toplumu oluşturan katmanlar arasında olduğu gibi her bir katmanda yer alan guruplar arasında da ciddi farklılaşmalar söz konusudur. Bu farklılık ve anlam derinliği, bütünüyle Cumhuriyet döneminin benimsediği yeni felsefeden ve uygulamadaki yöntem farklılığından kaynaklanmaktadır. Kadının gerçek toplumsal statüsünde, gerekse bizzat kendisinin, kendi bedensel ve ruhsal yapısının algılayışında ve tanımlayışında geçmiş dönemlerle kıyaslanamayacak farklılıklar ortaya çıkmıştır. Bu farklılığı yaratan başta kültürel ve eğitimsel alanlarda olmak üzere, teknolojide, C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1 Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına 19 sanayileşmede, tarımda ve bürokraside yaşanan gelişmeler... Toplumun her kesiminde olduğu gibi kadın konusunda da yeni algılamalara ve statü edinme süreçlerine yol açmıştır. Kısaca Cumhuriyet kadını, bölgeler ve kültürler arasındaki farklılıklara ve yaşanan yoğun çelişkilere rağmen önceki dönemlerden kıyaslanamayacak ölçüde farklıdır. Bu farklılık yalnızca kadının dış görünüşünde değil, toplumsal statüsünde, kültürel yapısında, kişilik tanımlamasında tanık olunan çok yönlü bir farklılıktır. Bu değişmeler, hiç kuşku yok ki, ülkede yaşanmış olan ekonomik, toplumsal, kültürel alandaki yoğun değişmelerle paralellik göstermektedir. (Kırkpınar,1988:14-15) Kadının başta eğitim olmak üzere, hukuk, çalışma, siyasal katılım, toplumsal yaşamda ve aile yaşamında eşit haklara sahip olarak yerini alması için gereken tüm atılımlar yapılmış ve mümkün olan kısa zaman içinde gerçekleştirilmiştir. Daha Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç yıllarında gerek hazırlık aşamasında gerekse savaş sırasında Türk kadınının yapmış olduğu hizmetlerin önemi tartışma götürmez ölçüde büyüktür. Atatürk, Kurtuluş Savaşı’nı verirken güç aldığı, yardımını gördüğü Türk kadınını hiç unutmamıştır. Vefa duygusunu her fırsatta belirtmiştir. Cumhuriyet dönemi boyunca kadın haklarına öncelik tanınması veya çok önem verilmesinde bu duygunun etkisi vardır. (Gül, 1998:79) Atatürk, Türk kadınına kendine özgü bir anlayışla gereken önemi vermiş ve bunu çeşitli nedenlerle yapmış olduğu yurt gezilerinde açık bir dille ifade etmiştir. Daha 23 Mart 1923’ te kadınlara Konya’da söylediği şu sözler önemlidir. “Son senelerin inkılap hayatında hummalı fedakârlıklarla mahmul mücadele hayatında, milleti ölümden kurtararak hulâsa ve istiklale götüren, azm-ü faaliyet hayatında her ferdi milletin mesaisi, gayreti, himmeti, fedakarlığı sebkeylemiştir. Bu meyanda en ziyade tebcil ile yâd ve daima şükran ile tekrar edilmek lazım gelen bir himmet vardır ki, o da Anadolu kadınının ibraz etmiş olduğu çok ulvi, çok yüksek, çok kıymetli fedakarlıktır.... Kimse inkar edemez ki, bu harpte ve ondan evvelki harplerde milletin kabiliyeti hapyatiyetisini tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu, keresteyi getiren, mahsullâtı pazara götürerek paraya kalbeden, aile ocaklarının dumanının tüttüren, bütün bunlarla beraber, sırtıyla, kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla, yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip, cephenin mühümmatını taşıyan hep onlar, hep o ulvi, o fedakâr, o ilâhi Anadolu kadınları olmuştur.” (Caporal, 1982:180) Yine bir yurt gezisi sırasında daha açık ve seçik sözcüklerle Mustafa Kemal şöyle demektedir. “Türk kadını savaş sırasında ülkeye çok büyük yardımda bulundu; herkes gibi o da acı çekti. Bugün o özgür olmalıdır, eğitim görmeli, okullar kurmalı, 20 Vahap SAĞ ülkede erkeklere eşit bir konuma sahip olmalıdır. Buna hakkı vardır.”(Caporal, 1982:180) Atatürk, Ocak 1923’te İzmir’de yaptığı bir konuşmada özellikle kadın ve erkeğin kalkınmada birlikte yer almaları gerektiği konusundaki düşüncelerini şöyle dile getirmektedir: “Şuna inanmak gerekir ki, yeryüzünde herşey kadınlar tarafından yapılmıştır. Bir toplum onu oluşturanlardan yalnız birinin ihtiyaçlarının kazanılması ile yetinirse, o toplum yarıdan çok güçsüzlük içinde kalır... Bir millet ilerlemek ve uygarlaşmak isterse, özellikle bu noktayı temel alarak benimsemek zorundadır. Kadınlarımız da bilgili olacak ve erkeklerin geçtiği tüm öğretim derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar, toplumsal hayatta erkeklerle birlikte yürüyerek birbirlerinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır. Memleketimizde cahillik varsa bu yaygındır.Yalnız kadınlarımızı eğil, erkeklerimizi de kapsamaktadır... Son olarak diyorum ki, bizi analarımızın adam etmesi gerekirdi. Onlar edebilecekleri kadar etmişlerdir. Ancak bu günkü seviyemiz, bu günün gerektirdiği zorunluluk ve ihtiyaçlara yeter değildir. Başka zihniyette, başka olgunlukta adamlara ihtiyacımız var. Bunları yetiştirecek olanlarda bundan sonraki annelerdir.”(Gül, 1998:79) Bu konuşmalar açıkça, Atatürk’ün kadınlar yararına açtığı aktif mücadelenin başlangıcını ifade eder. Artık kadınlar hakkında halkın kafasında bulunan olumsuz fikirleri yok etmek için hiçbir fırsatı kaçırmadı. 1924 yılında yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Uygarlıktan söz ederken kesinlikle açıklamalıyım ki, aile hayatı gelişmenin temeli ve güç kaynağıdır. Kusurlu bir aile yaşamı, sosyal, ekonomik ve siyasal zayıflıklara yol açar. Aileyi oluşturan erkek ve kadın unsurların doğal haklarından yararlanmaları ve ailede ki ödevlerini yerine getirecek şartlar içinde bulunmaları çok gereklidir.”(Genel Kur. Baş.,1988:331) Görüldüğü gibi Atatürk, daha Cumhuriyet edilmeden önce kadın hak ve statülerinden her fırsatta söz etmiştir. Bu anlamda İnebolu’da yaptığı konuşmada ciddi bir muhakemeye dayanmadan kadınlara yüklenen bütün adetleri bırakmak gerektiğini açıkça ifade etmiştir. Türkiye’de kadın hakları ile ilgili ciddi gelişmeler Cumhuriyet ile birlikte başlamıştır. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyet’ in ilanı ile birlikte Türkiye yeni devrim ve reformlara sahne olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk Türk kadının toplumsal statüsünü değiştirmek için çok sayıda reformlara girişmiş ve hepsinde başarılı olmuştur. Özellikle 1925- 1926 yılları kadın haklarının sık sık konuşulduğu yıllar olmuştur. Atatürk 28 Ağustos 1925’te İnebolu konuşmasında, giyim, şapka ve Türk kadınından söz etmiştir. Ülkenin esenliği ve çağdaşlığını kadınların dünyaya açılmasında gördüğünü ifade etmiştir. 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu konuşmasında yine kadın hakları üzerinde duran Atatürk; C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1 Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına 21 “Bazı yerlerde görüyorum ki kadınlar, yüzünü gözünü gizliyor ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çeviriyor veya yere oturarak kapanıyor. Bu tavrın anlamı nedir? Efendiler medeni bir milletin anası, millet kızı bu garip şekle son vermelidir.... Şüphe yok ki ilerleme adımları, iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme yeniliklerle birlikte, merhaleler aşmak lazımdır. Böyle olursa, inkılap başarılı olur. Herhalde daha cesur olmak lüzumu açıktır.” (Gül,1998:80) demiştir. Atatürk, kadın hakları konusunu, öteki gelişmelerin bir parçası olarak görmüş, birbirinin tamamlayıcısı ve destekleyicisi yaklaşımıyla hareket etmiştir. Genel olarak, devrimlerin başarıya ulaşabilmesi için Türk kadınının çağdaş dünyadaki yerini almasının gerektiğini kesin ve kararlı ifadelerle vurgulamıştır. Atatürk, kadının kıyafeti ile ilgili konuya eğilirken, kuşkusuz kadının, erkeğin yanında toplumsal yaşantı ile bütünleşmesinin tek engelinin yalnızca kıyafet ile ilgili olmadığını biliyordu. Bunun yanında bir çok kuralların da aynı şekilde değiştirilmesini istemiştir. Kadın hak ve statüleri konusunda en önemli gelişmelerden biri de 17 Şubat 1926 günü kabul edilen “Türk Medeni Kanunu” dur. Bu kanunla Türk vatandaşları ayrım yapılmaksızın diğer uygar ülkelerin vatandaşları gibi eşit haklara kavuşmuşlardır. Bu yasa ile kadın, öncelikle anne ve eş olarak değerlendirilmektedir. Atatürk’ten güç alan Türk kadını, her sahada kendini yenilemiştir... Poligami önlenmiş, evlilikte tek eşlilik gündeme gelmiştir. Kadına kocasından ayrılma hakkı tanınmış, tanıklıkta cinsiyet farkı ortadan kaldırılmıştır.(Gündüz, 2000:238) Atatürk bu gelişmelerin ardından, kadınlarımızın ekonomik hayattan sonra eğitimde ve siyaset alanında da gerekli yerini almalarının önemi üzerinde durmuştur. Atatürk çok iyi biliyordu ki, kadının toplumda yerini alabilmesi eğitimle mümkündür. 1924 yılında kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu (Öğretim Birliği Yasası) ile kadın ve erkeklerin eşit öğretim imkanlarından yararlanması sağlanmıştır. Atatürk, hareketinin başından beri kadının eğitimine ve eşitliğine büyük önem vermiştir. Atatürkçü eğitim sistemi, laik bir niteliğe sahip olarak gelişip yaygınlaşırken, çağdaş uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Bu arada kadınlarımızın eğitim, sağlık, ekonomik faaliyetler vb. de yer ve görev almaları ile ülke kalkınmasına da katkıları artmaktadır. Ülke kalkınmasını kadın-erkek eşitliği ile bilimsellikte gören Atatürk, gelişmelere bu anlayış ile yön vermiştir.(Gül, 1998:83) Türk kadını çok kısa bir zaman içinde çalışma alanlarının her dalında başarı ile görev yapabilme durumuna gelmiş ve pek çok Avrupa ülkesinde bile yasal ve yasa dışı olarak uygulanan ücret farklılıklarından uzak olarak emeğinin karşılığını alabilmiştir.(Doğramacı, 1989:136) 22 Vahap SAĞ Kadının toplumsal konumunun değişmesinde en önemli haklardan biri de 3 Nisan 1930’da tanınan Belediye Meclislerine seçme ve seçilme hakkıdır.(Arat, 1986:127) Türk kadınları bu haklarını 1933’te kullandılar. 5 Aralık 1934’te de milletvekili seçme ve seçilme hakkıyla birlikte Türk kadınlarına eşit yurttaşlık hakları tanınmış oluyor... Atatürk bu konudaki düşüncelerini şöyle dile getiriyor: “Bu kararla Türk kadınları siyasal ve sosyal alandı pek çok batı ülkesindeki kadınlardan daha üstün bir durum kazanmışlardır. Bundan sonra peçe altında, kafes altında kadın kalmayacaktır. Türk kadınları bugün en önemli haklarını kazanmışlardır. Bundan ötürü ben bu kararı en önemli reformlarımızdan biri sayıyorum.”(Arat, 1986:126-127)
- 6 cevap
-
- 1
-
-
- Türkiye
- Kadın hakları
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
TARİHSEL SÜREÇ İÇERİSİNDE TÜRK KADINI VE ATATÜRK Vahap SAĞ Cumhuriyet Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü Özet “Tarihsel Süreç İçerisinde Türk Kadını ve Atatürk” konusunda hazırlanan bu makale, giriş kısmının dışında “İslamiyet’ten Önce Türk Kadını”, “İslamiyet ve İslamiyet’ten Sonra Türk Kadını”, “Kurtuluş Savaşı ve Sonrasında Türk Kadını ve Atatürk” olmak üzere üç temel başlık altında ele alınmış olup, tarihsel süreç içinde incelenmiştir. Atatürk eline geçen her fırsatta gerçekleştirdiği reformlarla tek bir amaç güdüyordu. Bu amaç, Türk ulusunu, çağdaş dünyada layık olduğu konuma yükseltmek ve Türkiye Cumhuriyeti’ni sarsılmaz temeller üzerinde her geçen gün daha güçlendirmekti. Cumhuriyetin kurulması ile birlikte ciddi bir biçimde ele alınan kadın hakları 1924’te başlatılan çalışmalarla hız kazanmış, 1926’da kabul edilen “Türk Medeni Kanunu” ile sonuçlandırılmıştır. Tarihi perspektiften bakarsak kadınlar, kentleşme, artan öğrenim ve istihdam olanakları ile birlikte özgürlük kazanmışlardır. Günümüzde kadınlar sıkıcı ev işlerinin monotonluğu sebebiyle çalışmaktalar ve ev kadınlığının düşük statüsünden kurtulmak, ekonomik bağımsızlık kazanmak, benliğini gerçekleştirmek ve yeni çevrelerde ahbaplık kurmak gibi güdülere sahiptirler. Kadınlar, erkekler izin verdiği için değil fakat böylesi onlar için bir yaşam tarzı haline geldiği için çalışmaktadırlar.(Ekin, 1990:67) 1. Giriş Çağımızın güncel tartışmaları arasında “kadın hakları” ve “kadın-erkek eşitliği” önemli bir yer tutmaktadır. Gelişmiş ülkelerde hatta bazı gelişmekte olan ülkelerde kadın ve erkek, içinde doğup büyüdükleri, yaşamlarını sürdürdükleri toplumda eşit hak ve sorumluluk taşıyan bireyler olarak yerlerini almışlardır. İş yaşamının her kademesinde, her alanda ve her meslek dalında kadınlar erkeklerle yan yana, yarışırcasına çalışmakta, diretmekte, dolayısıyla başarılı olacağını göstermektedir. Buna rağmen kadının toplumda ikinci sınıf vatandaş statüsünde bulunduğu doğrultusundaki görüşün, gösterilen tüm tepkilere rağmen, güncelliğini koruduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Hızla değişen ve evrimleşen çağdaş toplumlara damgasını vuran özelliklerin başında, daha fazla eşitlik ve özgürlük arayışlarıyla birlikte, bireyler ve kategoriler arası farklılaşma ve bu farklılaşmaya karşı hoşgörü gelir. Tüm toplumlarda kadının rolü çok yönlü ve çok boyutludur. Bu nedenle kadının iş olanaklarını arttırmaya, düzeltmeye yönelik düzenleme ve politikaların başarılı olabilmesi için aynı zamanda aile içi rol ve ilişkilerin yeniden tanınması, yeni koşullara uymayan, gelişme ve uyumu zorlaştıran köhnemiş değer yargılarıyla mücadele edilmesinin yanısıra, gerek kadın gerekse erkeğin eğitiminde ve sosyalleşmesinde köklü değişikliklere gidilmesi gerekmektedir. Bu eşitliğe yöneliş içinde cinsiyete göre belirlenmiş geleneksel işbölümü yerine, cinsiyeti ne olursa olsun her bireyin yeteneğine göre işbölümünde yer alacağı yeni bir toplumsal düzende, gerek kadın gerekse erkek, kişiliklerinin çeşitli yönlerini geliştirerek en üst düzeyde verimli olabileceklerdir. (Özden,1990:19) Günümüzde bir çok ülkede, mevcut aktif nüfusun bir kısmını oluşturan kadınlar, kalkınmanın dayandırabileceği insan kaynakları içinde kabul edilmektedir. Öte yandan kadınlar, yapısal düzenlemenin sonuçlarına da iştirak etmektedirler. Aktif nüfus ve istihdam içinde kadın ve erkeklerin yer ve rolleri önemli farklılıklar arz etmektedir. Bu nedenle, özel bir öneme sahip kadınların durumu, yapısal düzenlemelerin olumsuz etkilerinden çalışanların korunmasına yönelik politikalar kapsamında önemle ele alınmalıdır. Bu duruma koşut olarak, bütün nüfusa yönelik ve insan kaynaklarından potansiyel olarak en iyi şekilde yararlanma amacı taşıyan politikalar kadınların tüm kapasitelerinin sınırları ölçüsünde ekonomik faaliyetlere etkin şekilde katılmalarını ve mesleksel isteklerini gerçekleştirmelerini sağlayacak özel koşulları içeren bir şekilde oluşturulmalıdır. C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1 Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına 11 Türkiye’de kadınların konumu incelenirken perspektiflerden birinde kamusal alana ağırlık verilip Cumhuriyet döneminin hukuki, siyasi ve kurumsal reformları gözönüne alınabilir. Cumhuriyet öncesi dönemde ve Orta Doğu’ nun diğer toplumlarıyla karşılaştırıldığında bu reformların, kadınların kamusal katılımının giderek artmasındaki yansımaları gerçekten olağanüstüdür. 1926 yılında dinsel kanunlar külliyatı olan Şeriye’ den medeni hukuka; çok eşlilikten tek eşliliğe; boşanma, mülkiyet, çocukların yönetimi konularında eşit olmayan hukuki haklardan eşit hukuki muameleye; siyasi katılımsızlıktan 1930’da yerel seçimlerde, 1935’te de genel seçimlerde olmak üzere tam seçme hakkına geçilmesi gibi hukuki reformlar çok önemlidir. Bu reformlar, kadınların, kanun tahtında cinsiyet olarak ayrı tutulup eşit olmayan muamelelere maruz bırakılmalarının sona erdirilmesinin resmi kalıplarını oluşturdu. (Kağıtçıbaşı, 1990:103) “Kadın” ve “kadınlık” herşeyden önce bir niteliktir. İnsanın cinsiyetini belirleyen, fizyolojik bir farkla başlayıp yaşamı boyunca kişiliğinin ayrılmaz bir parçası olarak, onun gelişmesi ile bütünleşen bir özelliktir. Kadınlar kendilerini herşeyden önce anne ve eş olarak görmek üzere yetiştirilirler. “Kadın dışarıda çalışan erkeğin rahatını sağlayan, aile ahlak değerlerine bekçilik eden bir varlık olarak algılanmaktadır.” (Türk Aile Ans.,1991:537) Öte yandan “ekonomide, üretim sürecinde kadın emeği daha fazla sömürülüyor. Toplumun yaşantısında asıl yerinin ailesi, evi olduğu yaygın görüşü yüzünden eğitim olanaklarından daha sınırlı yararlanıyor. Meslek seçim alanı, çalışma olanakları daralıyor, herşeye rağmen çalışma hayatına katılabildiği zaman ne ücret ve değer haklar açısından ne ilerleme olanakları açısından eşit koşullarda yer alabiliyor.” (Tekeli,1998:9) Devletin ve milletin devamı açısından çok önemli olan aile kurumunun en iyi şekilde sürdürülmesi görevi de kadının omuzlarına yüklenmiştir. Bu kısa girişin ışığında “Atatürkçü Düşünce Sisteminde Kadın” konusunun daha iyi anlaşılmasının sağlanabilmesi için kısa bir tarihçeden sonra Atatürk döneminde Türk kadınları ile ilgili görüş ve düşüncelerin bir sentezi yapılmaya çalışılmıştır. Konu ile ilgili olarak başvurulan kaynakların bir çoğunda kadın konusu tarihsel süreç içinde ele alınırken genellikle “İslamiyet’ten önce”, “İslamiyet’ten sonra” ve “Cumhuriyet Dönemi’nde Kadın” olmak üzere üç temel başlık altında incelenmektedir. Bu araştırmamızda da konunun aynı sistem içinde incelenmesinin uygun olacağı düşünülmüştür. 2. İslamiyet’ten Önce Türk Kadını Türkler’in tarihte göçebe bir yaşam tarzı sürdürmüş oldukları bilinen bir gerçektir. Bu yaşam tarzlarına rağmen Türklerin doğal ve geleneksel ulusal kültürlerinin kadına kazandırdığı kişilik canlı ve hareketlidir. 12 Vahap SAĞ İslamiyet’ten önceki Türklere ait bilgiler M.Ö. 4000 yıl gerilere kadar gitmektedir. Bu köklü bilgiler arasında kadının temel nitelikleri “Ana” lık ve “kahramanlık” tır. Kadın ata binme, silah kullanma, savaşabilme gücü ile de değerlendirmeye tabidir. (Savcı,1993:107) Türkler tarihleri boyunca kadına hep değer vermişler ve onu yüceltmişlerdir. Özellikle Oğuz Kağan Destanı kadına çok yer vermiştir. Sekizinci Yüzyıl Orhun Kitabeleri’nde Türk kadınından saygı ile bahsedilmekte ve Oğuz prenseslerinin sosyal ve siyasi alanlardaki çalışmalarına da değinilmektedir. Bu dönemde kadın savaşta, siyasi toplantılarda ve sosyal ilişkilerde her zaman kocasının yanında yer alırdı.(Gündüz, 2000:135)) Türklerin İslamiyet’e girmelerinden önceki mitolojik çağda ve daha sonraki “yazılı eser” döneminde çok ilginç bir yaşam tarzı vardır... “Totemcilik ilk Türklerde de görülmektedir. Yine en ilkel toplum sayılan “klan” hayatını yaşayan atalarımızda “klan” mensupları arasında evlenme yoktur. Erkek evleneceği kızı başka klanlardan seçmeye mecburdur. Exogamı (dışardan evlenme) zorunluluğu aile yaşamına bazı özellikler getirir.” (Kafesoğlu, 1980:9) Türklerin totemi “Kurt” tur. O’ nu “Ata” sayarlar, ona taparlar. (Göksel,1993:105) Totemcilikten sonra Türklerin girdikleri din Şamanizm’dir. Bu dönem “Tanrı” ve “Tanrıça” lara inanma devridir. Türklerin en fazla inandıkları ve güçlü buldukları Tanrı’nın adının “Ana Tanrıca” olması gerçekten ilginçtir. Doğum, iyilik ve aşk gibi “güzel” olan her konunun üzerinde bir “Tanrıça” ismi, buna mukabil hastalık, ölüm ve savaş gibi “fena” konularda olan bir “Tanrı” nın gücü geçer. Eski Türk inanışlarına göre, evrenin yaradılışında Ulu Tanrı’ya “Dünyayı yaratan fikri”ni veren “Akana” da bir “Tanrıça” dır. Dişidir. (Göksel,1993:105) Şamanizm’ de eşitlik temel kuraldır. Kadın güçlü, kişilikli ve etkilidir. (Doğramacı,1989:132) Türk Halk İlmi (Folklor) nin en değerli belgesi sayılan “Dede Korkut” kitabında “kadının erkeği tanımlayan saygıdeğer kişiliğinden” sık sık söz edilir. Dede Korkut’ ta kadının aile yapısındaki yeri konusunda kendine özgü bir sınıflandırma vardır. Aile her bakımdan kadının yönetimindedir. (Öztelli,1976:106) Eski Türklerde kadın konusunda bilgilerin yer aldığı diğer bir yapıt Yusuf Has Hacip’in 1069 yılında yazdığı “Kutadgu-Bilig” adlı eserdir. Bu eserde de kadın ve kızın değerinden “nadir” deyimi ile söz edilir. Yine Türk Moğol inanışlarına göre Yer Ana Tanrıçası “Ötüken” de dişidir. (Göksel,1993:106) Ziya Gökalp’in “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde de İslamiyet’in kabulünden önceki Türk kadınının konumu ayrıntılı bir biçimde incelenmiştir. Bu eserde yer alan bilgilere göre eski Türklerde ana ve baba soyu değerce birbirine eşit tutulmuştur. Ayrıca ev yalnız kocanın malı olmayıp, karı ve kocanın ortak malıdır.Bu nedenle evin erkeğine “ev ağası” denildiği gibi, evin hanımına da “ev hanımı” denirdi. (Unat,1982:7) Gökalp adı geçen eserinde Türkler’in tarihin her döneminde aile yaşamı açısından demokrat ve feminist bir görüşe sahip olduklarını ifade ettikten C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1 Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına 13 sonra totemizmin etkisiyle erkeğin, Şamanizm’in etkisiyle de kadının kutsallaştırıldığını belirtmektedir. Bu nedenle tüm aile uygulamalarında kadın ve erkeğin birlikte bulunması zorunluluktu. “Velayeti amme Hakan ile Hatunun her ikisinde müpteseken tecelli ettiği için bir emirname yazıldığı zaman “Hakan Emrediyor ki” ibaresiyle başlarsa kabul olmazdı. Kabul olması için, “Hakan ve Hatun Emrediyor ki” sözleriyle başlaması gerekirdi. Ayrıca Hakan tek başına bir elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler ancak sağda hakan ve solda hatun oturdukları bir zamanda, ikisinin birden huzuruna çıkarlardı. Şölenlerde, kenkaşlarda, kurultaylarda, ibadetlerde ve ayinlerde, harp ve sulh meclislerinde hatunda mutlaka hakanla beraber bulunurdu.”(Gökalp,1958:112) Görüldüğü gibi, eski Türk toplumlarında, devlet hizmetlerinde bile erkeğin egemenliğinin olmadığı, devlet yönetiminin “karı-koca”, “Hatun-Hakan” ekibinin ortak sorumluluğu ile yürütüldüğü bir gerçektir. Hatta yukarıda görüldüğü gibi, “yasa” mahiyetindeki “Emirname”ler her ikisince imzalanmazsa yürürlüğe konulmamaktadır. (Taşkıran,1978:13) Tarihte “Devlet Başkanlığı” yapan ilk kadınlarda Türklerdir. Mesela Delhi Türk Devleti’nde Raziye Sultan, Kirman’da Kutluk Türk Devleti’nde Türkan Hatun gibi. Türklerde örtünme (tesettür) yoktu.İslamiyet’in getirdiği daha çok büyük kentlerde özellikle İstanbul’ da gelişen “kaç-göç adeti” köy ve kasabalarımızda pek etki yapmamıştır. Daha yakın tarihimizde kadının erkeğin sorumluluklarını hep paylaştığı görülür. Atilla, gelenekleri sürdürür, elçileri karısıyla birlikte kabul ederdi.(Göksel, 1993:109) Eski Türklerde evlilik kurumunda, “tek kadın – Monogami” esastı. Ailede mal-mülk tümüyle ortaktır. Çocuklar üzerinde velayet hakkı da birleşiktir. (İnan,1969:9) Görüldüğü gibi tarihsel gelişim sürecinde Türk toplumunda kadına gereken değer verilmiştir. Çeşitli Türk devletlerinde kadının önemli ve saygın bir konuma sahip olduğunu görmekteyiz. Yine Türk toplumuna her dönemde yön veren kadın olmuştur. Bu bir Türk yaşam tarzıdır. Bunu bir milletin dilinde, edebiyatında ve sanatında görmek mümkündür. Türk devletlerinde kadın yalnız ev içinde değil, tarlada, pazarda ve hatta devlet işlerinde eşinin yardımcısı olmuş, özellikle sosyal etkinliklerde ön planda yer almıştır. Kadının meclislere katılması, kaç-göç olmaması, yaşlı kadının söz sahibi olması,tek eşlilik modelinin yaygınlığı kadının taşıdığı değeri ortaya koymaktadır. (Erkal, 1987:101) 3.İslamiyet ve İslamiyet’ten Sonra Türk Kadını: İslamiyet öyle bir toplumun içinde öylesine kötü bir ortamda doğmuştur ki, her manevi anlayışın düştüğü ve ahlak kurallarının sıfıra indiği bir dönemdir. Kuran-ı Kerim ve diğer dini kitaplar, bu kapkara devre “cahiliye devri” adını verirler. (Göksel,1993:113) İslamiyet Arap ülkelerinde doğmuştur. Arabistan’da İslamiyet doğduğu zaman kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor ve öldürülüyorlardı. Kız çocuğu doğuran kadınlar cezalandırılıyorlardı. Kadın bir sürüden farksızdı. Bir erkek istediği kadar kadınla evlenebiliyordu, kocası ölen kadın başka birine miras olarak 14 Vahap SAĞ devredilebiliyordu ve erkeğin mutlak egemenliğindeki Arap kadınının hukuki yönden durumu erkeğin çok aşağısında idi. (Tozduman, 1984:28) İslamiyet doğduğu ortamın etkisiyle, önce o yöre için kurallar getiriyordu. Kızların öldürülmesi yasaklanıyor, evlenme ve boşanma yasal kurallara bağlanıyordu. İslamiyet ile birlikte ilk kez miras hakkı ve mal edinme hakkı kadına tanınmış, kadına kocasına itaat zorunluluğu konurken, kocada karısına iyi davranma yükümlülüğüne bağlanmıştır. Kadın ve erkek Kur’an da eşittir.Ana ve baba saygı açısından denktir. (Doğramacı, 1989:133) Bu açıklama gösteriyor ki, İslamiyet evlilik, eş sayısı, boşanma, miras hakkı, mal-mülk edinme, insanca muamele görme, cinsiyet ayrımı gözetmeme gibi konularda kadın ve erkeği aynı düzeyde görmektedir. Türkler İslamiyet’e girişleriyle birlikte, bir taraftan kendi örf ve adetlerini muhafaza etmeye çalışırken, Arap ve istila ettikleri yerlerdeki Fars, Bizans ve Avrupa ülkelerinin kültürünün de etkisi altında kalmışlardır. Bu kültür karışımı içerisinde elbette ki Türk kadınının statüsünde de değişmeler olmuştur. Daha sonra Anadolu’ da doğan tarikatlar da Türk kadınının durumunu etkiler olmuştur. Bunlar arasında özellikle Mevlevilik ve Bektaşilik sayılabilir. Orta Asya’ da ki Türk kadınının üyesi olduğu ailenin durumu hiçbir zaman babaerkil (Pederşahi – patriarkal) olmamıştır. (İnan,1969:19) Selçuklular’ ın X. Yüzyılda Anadolu’ya gelişlerine kadar, İslamiyet’in tesirlerine rağmen, Türk kadını aktiftir. Günlük yaşamda erkekle beraberdir. Eve kapatılmamıştır. “Harem” henüz bilinmemektedir. Selçuklu egemenliği 300 yıl kadar sürer. Bu dönemde kadının sosyal durumu hayli değişikliğe uğrar. Bununla beraber erkekten yine kopmamıştır. Sanat ve kültür hareketleriyle ilgilidir. Kadınlar adına Medrese, Hastane ve Kütüphaneler yapılmaktadır. İran’ın Kirman şehrinde Kutlu Türkan Hastanesi (1271), Kayseri’de bugün adına Tıp Fakültesi kurulan Gevher Nesibe Şifahanesi (1206), Divrik’te Turan Melek Hatun Kütüphanesi (XIV.yy) gibi. (Göksel, 1993:129) Osmanlı toplumunda, özellikle İmparatorluğun ilk dönemlerinde medreselerin, tarikatların etkisiyle, kısmen kadına da dini inanışlarına göre sosyal hayatta bir yer tanınmış ise de bu durum gitgide kaybolmuştur. Osmanlı toplumunda kadının “harem”e kapatılarak toplum yaşantısının dışına itilmesinin İstanbul’un alınışından sonra Osmanlılar’ ın köleci Bizans devlet yapısından etkilenmesiyle başladığı sanılmaktadır. (Çağlar, 1992:49) Osmanlı toplumunda, kadının önceleri sahip olduğu yerini kaybetmesinin nedeni, İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte, Arap geleneklerinin ve kültürünün etkisi altında kalmasının bir sonucu olduğu öne sürülmektedir. İslam dininin kabul edilmesiyle kadın toplumdaki yerini kaybetmiş, eve kapanmıştır. Diğer bir görüşe göre Türk kadınının toplumdaki yerini kaybetmesine C.Ü. İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, Cilt 2, Sayı 1 Doç.Dr. Feramuz AYDOĞAN’ın Anısına 15 neden olan temel etken, Osmanlı Devleti’ nin kuruluş aşamasından başlayarak Bizans kurumlarının etkisinde kalması ve kadının hareme kapanmasıdır. Bu açıklamaların ikisi de kadının Osmanlı toplumunda ki yeri konusunu çözümlemede geçerli olduğu açıktır. (Doğramacı,1989:2) Özellikle Osmanlıların ilk dönemlerinde büyük şehirlerde medreselerin ve tarikatların tesiriyle, nispeten kadına da dini inançlarına göre sosyal hayatta bir yer tanınmış ise de, bu durum gitgide kaybolmuştur. Osmanlı haremli kadınların kendi aralarında ve yalnızca ailelerinde erkeklerle temas halinde yaşadıkları ve kadının temel toplumsal işlevini çocuk doğurmak yetiştirmek ve erkeklere hizmet ve cariyelik olarak belirleyen bir kurumdur. Yani bir anlamda haremde yaşayan kadınlar hukuken olmasa da toplumsal ilişkiler bakımından köle durumunda idiler. Bir kurum olarak “harem” Engels’in kadının “evcil köleliği” olarak tanımladığı durumun tipik bir örneğidir. (Tekeli,1982:377) Ancak Osmanlı toplumunda kent kadınları tümüyle eve kapalı bir biçimde kurumsallaşmış kadınlık uğraşını sürdürürken kırsal kesim kadınının üretimde yer aldığı bilinmektedir. Ayrıca bu dönemde yönetici sınıf kadınlarının dışında kalan halk sınıfı kadınlarının kimi uğraşlara girdikleri padişah fermanlarından anlaşılmaktadır. Kanuni Sultan Süleyman ve Üçüncü Selim dönemlerinde halk sınıfından kimi kadınların çalışma yaşamına girdikleri bilinmektedir. Örneğin, bu dönemlerde kadınların pratik hekimlik yaptıklarına ilişkin belgeler bulunmuştur. Kanuni döneminde evden eve dolaşan bohçacı kadınlar, çalışan kadınlar sayılmaktaydı. (Çiftçi, 1982:81) Kentlerdeki her türlü mesleksel etkinliklerin kadına yasak oluşu onu, kocasına ya da çocuklarına tümüyle bağımlı kılmıştır. Onları terketmesi, yoksulluğa düşmesi ya da ölümü halinde sefaletin kucağına iter. (Caporal, 1982:61) Giyim konusunda da bu dönemde kadınlara bir takım kısıtlamalar getirilmiştir. Kadınların giysileri feracelerin boylarına kadar belirlenmiş olup, bayramlarda bile dışarı çıkmaları, gezi yerlerine gitmeleri konusunda, çok az sayıda kadının ev dışına çıkmayı başarabilmesine karşılık bu sınırlı uğraşlar bile fermanlarla yasak edilmiştir. Gerek Selçuklular gerekse Osmanlı kadınını “Saraylı kadın” ve “kırsal alandaki emekçi kadın” olmak üzere ikiye ayırarak değerlendirmek gerekir. Her ikisi de temelde erkeğe bağımlıdırlar. Saraylı kadın tam bir tüketici olduğu halde, kırsal alandaki kadın üreticidir. Saraylı kadın örneğinde özellikle Valide Sultanların padişah nezdindeki etkilerini anımsamak gerekir. Sarayda özel bir yeri olan Valide sultanları özellikle yükselme devrinden sonra politik bir nitelik kazanmıştır. (Tunç,1981:108) Tanzimat dönemine kadar Türk kadını ile ilgili kısıtlamalar birbirini takiben fermanlarla devam etmiştir. Fakat bu yaşamın ilginç bir yönü de vardır. Türk kadınının bu baskıya tam anlamıyla boyun eğdiği söylenemez. Özellikle giyim – kuşamda padişah fermanlarının yerine “moda” cereyanları kadınları etkilemiştir. Kıyafetlerde değişme hareketleri kendini göstermeye başlar. Osmanlı Devleti’nde kapsamlı bir toplumsal değişmeye yol açan ilk önemli gelişme, Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla başlayan yeni tarihi dönemdir. Batı16 Vahap SAĞ dünyasında tanık olunan pek çok gelişmenin sonuçta Osmanlı bürokrasisini de etkilemesinin yanısıra batılı devletlerin Osmanlı devletini yönlendirmeye dönük politikalarının da etkisiyle ilan edilen bu ferman, Osmanlı Devleti’nin sosyal yapısında ciddi değişmelere neden olmuştur. Bu değişmelerin niteliği ve boyutu, yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin tarihsel gelişimi ile karşılaştırıldığında daha iyi anlaşılacağı gibi, etkileri açısından o denli derin ve şiddetli olmuştur ki, bunun sonucunda yaşanan kurum, kavram ve kurumsal değişmeler, sonraki önemli değişmelerin de nedeni haline gelmiştir. Bu önemli tarihsel evreyi, önce kazanılan özgürlüklerin geriye doğru gidişi demek olan istibdat rejimi, ardından da daha ciddi bir toplumsal dönüşüm olan II. Meşrutiyet hareketi izlemiştir. (Kırkpınar,1998:13) Bu döneme gelinceye kadar her türlü haktan yoksun olan kadın statüsünün durağan hali Tanzimat hareketiyle hızla değişmeye başlamıştır. Tanzimat hareketiyle birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nda Avrupa’dan esinlenen bir dizi reformun gerçekleştirildiği görülmektedir. Batı uygarlığına gerçek yöneliş ve alıştırmaları da bu dönemde başlamıştır. Avrupa’ da ortaya çıkan her ideolojik hareket, er yada geç, kısmen birbiri üzerine binerek kısmen de eski İslam görüşünün yerini alarak, yeni bir etik görüşün oluştuğu Osmanlı İmparatorluğu’nda yankılanmasını buluyordu. (Caporal, 1982:52)
- 6 cevap
-
- 1
-
-
- Türkiye
- Kadın hakları
-
(ve 1 diğerleri)
Yapıştırılan Etiketler:
-
Sana : İnanmıyorum, Şuna : Artık Bırak Peşimizi
Zuhurat şurada cevap verdi: bozan başlık Havadan Sudan Konular
Bak zaman zamansızlığıyla halimize gülüyor. Dalga geçer gibi… ayrılık zamansız mı geldi yoksa biz mi zamanı ayrılığa bıraktık anlamadım. Şimdi zamana bıraktığımız meydanlar zamansızlığıyla sana ağlıyor. Tıpkı ben gibi. Zaman öyle bir hal almış ki ne seni bana ne de beni sana bırakma gibi bir eğilim içinde değil. Bak sevgili zaman sana ağlamaz belki zaman seni düşünmekten yorulmaz belki zaman her şeyden önce senin olmaz ama ben… Bana zaman diye sensizliği ölüm diye ayrılığı verdiler… Bana ömür diye seni vermediler sevgili vermediler... Şair: Esat SEFALI- 1 cevap
-
- 1
-
-
Yoksul daima adalet ve eşitlik ister, oysa bunlar zenginin umurunda bile değildir
-
Farklı alanlar olduğu doğru. Ama din ve batıl inançlar düşünmek yerine kabullenmeyi getirdiğinden, düşünen insanların cevapları kolaycı kabullenmeler yerine, gerçek bilgiye bilimsel verileri araştırıp değerlendirme kabiliyetleriyle ulaşma çabaları onlara tabuların parazitlerinden arınmış saf bir öngörü kazandıracaktır. Eleştirel bakış açıları gelişecek ve hayatı ve kuralların oluşma mekanizmalarını daha iyi değerlendireceklerdir. Böylece yaptıkları eylemlerin hata olup olmadığına başkasının fikirsel empozeleri olmaksızın karar verebilir hale geleceklerdir. Bu toplumdaki anlayamadıkları her tür kuralın varlık sebebini de onlara izah edecektir.
-
Haklısınız. Ben idealinden bahsettim. Determinist bir yaklaşımla hayatı anlamaya çalışmanın temel ayağı bilim olacağından, her türlü kati nedenlere bağlı olmayan nondeterminist din ve benzerleri gibi batıl inançlardan çok daha gerçekçi bir anlayışın gelişmesine yol açacaktır. Determinizm yaşamsal bir vazgeçilmezlik, hakikatı bilim ve kesinlikle arama yoludur, inanca yer vermez. Bu yüzden şaka gibi gelse de Aile Deterministliği en doğru olandır. Bireylere düşünme yetisini öğretecek ve her nevi din benzeri yönlendirmelerden koruyacaktır.
-
Halk dinini iyi ve gerektiği gibi bilmediğinden, hükümet dini iyi bildiği sertifikalı kişilerin Allah - Kul arasına girerek halkı yönlendirmesi ve kendi gibi düşünmesini sağlamasına karar vermiş gözüküyor. Kendi gibi düşündürttüğünde de kamuoyunu da oluşturmuş olacak. İktidarını da din üzerine kurduğundan yerini sağlamlaştıracak.
-
Aile İmamımızı kaç nolu telden öğreniyoruz acaba! Sünnilikten hafif bir şüphe duyduğumuzda arar aramaz eve yardımımıza koşacaklardır mutlaka. Gayrisünni kesimin evlerinde işleri yoğun olacağından bu bölgelere normalden kat kat fazla imam istihdam edilmeli elbette.
-
Bence Aile Deterministliği kurulsa kat kat daha faydalı olurdu. En azından hayatımızdaki anlayamadığımız olayların sebeplerini dinde aramak yerine bilimsel neden sonuç ilişkilerinde bulurduk.
-
Aile İmamlığı masumane bir görüntüyle devreye yakında girecek gibi görülüyor. Herkesin bir Aile İmamı olacak. Bunun zararları veya kötüye kullanımı neler olabilir? Aklıma ilk gelen bir kaçı: 1...Devletin görevlisi olan ve diyanete bağlı çalışan imamlar (ki devletten maaş alan din görevlisini laikliğe aykırı buluyorum) Siyasi İslamci hükümetin politikalarını halka yaymakta bir propaganda aracına dönüşebilir. Örneğin tesettür vs. 2...Din kişiye özel bir inançken ve isteyen dini başvuru yaparken, bu istek dışı ziyaretler ile dini görüşünün bilinmesini istemeyen kişilerin haklarına tecavüz edip, Sünni müslümanların dışındakilerin fişlenmesine kadar varabilir. 3...Sadece Sünni görüşü yansıtan diyanet imamlarınca diğer dini görüşlere Sünni propaganda yapılmasına yol açabilir. Tersi olduğunda Hristiyanlık propagandası yapmaktan içeri alırlardı... 4...Zamanla baskı aracına dönüşebilir. 5...Yakında Ramazanda savura kalkmayanları ev telefonundan arayıp kardeşim mahallede bir senin ışık yanmıyor kalksana savura diye ararlarsa şaşırmam
-
Üzmez tahliye edildiğine göre bizdeki ideal yaş 13 anlaşılan