Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

gaffar

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    188
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    2

gaffar son kazandığı tarih 8 Ağustos 2011

gaffar en çok beğeni kazanandı!

gaffar - Başarıları

Ortak

Ortak (7/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

4

İçerik İtibarınız

  1. istenilen sadece bir özür..illa birilerinin avukatligina soyunmaniz gerekiyorsa "TUNC EL"operasyonunda magdur olanlardan yana olun sosyal demokrat Williy Brandt bir örnek olabilir.. Willy Brandt ve özür.. "...........Kişi olarak Willy Brandt’ın Yahudi Soykırımında sorumluluğu yoktu ancak Brandt Almanya’da Başbakanlık koltuğuna oturduğunda soykırım beni ilgilendirmez demedi. Dolayısıyla Almanya’nın efsanevi Başbakanı Willy Brandt, 7 Aralık 1970’de Başbakan olarak Polanya’nın başkenti Varşova’yı gitti. Brandt, 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerin katlettiği Polonyalı Yahudiler anısına yapılmış olan anıtın önünde diz çökerek özür diledi. Bu davranış dünya kamuoyunda büyük yankı ve saygınlık uyandırdı. Brandt, daha sonra ‘bütün Nazi cinayetleri, toplama kampları, işkenceler, kötülükler ve insanlık dışı davranışlar için insanlıktan özür diledim’ diyecekti. Brandt, Polonya’da diz çöktüğünde soykırımın 25. Yılı geride kalmıştı. Willy Brandt’ın bu davranışıyla dünya yeni bir döneme girdi. Hem Avrupa hem de insanlık tarihine Brandt’ın Polonya‘ da diz çökmesi oldukça büyük kazanımlar sağladı. Brandt bu hareketiyle, Dünya barışına yaptığı katkısı nedeniyle, 1971 yılında, Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü. Bazı Almanların gururunu inciten dünün tartışmalı adımı ‘diz çöküş’, bugünün demokrasi ve insan haklarının sembolü oldu. Willy Brandnt’ın açtığı yolda 1990’lı yıllardan sonra ABD, Japonya, Belçika, Kanada, Avustralya, Danimarka, Hollanda, Güney Afrika, Vatikan, İtalya, Almanya, Fransa gibi ülkeler geçmişleriyle yüzleşti. Sebep oldukları soykırımlar, katliamlar ve asimilasyonlardan dolayı özür dileyip, mağdurlara tazminat ödemeyi kabul ettiler...." (Birgün Yayıncılık) slm.
  2. ilginc.. dersim de "TUNC EL" oprasyonunu organize eden CHP zihniyetidir..bu despot zihniyete sahip cikan da yine CHP..tarifinize göre dersim olayinin faili/destekcisi dün´ün ve bugün´ün CHPsi ben de baska bisey demedim zaten..) slm.
  3. gaffar

    Ölümden sonra hayat!

    peki sizce ? slm.
  4. Almanya Federal Meclisi : 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.. UTANÇ DUYUYORUZ.. "....Almanya Federal Meclisi, Neo-Nazilerin öldürdüğü 8'i Türk 9 kişinin ailelerinden özür diledi. Başbakan Merkel ve tüm hükümet üyeleri ölenler için 1 dakikalık saygı duruşunda bulundu. Almanya Federal Meclisi, bütçe tartışmaları öncesinde, 2000 yılından beri aşırı sağcılar tarafından öldürülen Türklerin ailelerinden, cinayetlerin önlenememiş olmasından dolayı özür diledi ve cinayetleri kınadı. Federal Meclis Başkanı Norbert Lammert, tüm hükümet temsilcilerini ve milletvekillerini, kurbanları anmak amacıyla ayağa kaldırarak bir konuşma yaptı ve 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu. ‘UTANÇ DUYUYORUZ’ Lammert, aşırı sağcıların işlediği cinayetlerden dolayı meclis olarak utanç duyduklarını belirterek, güvenlik makamlarının cinayetleri zamanında önleyemediği için kurbanların ailelerinden özür diledi. Akşam gazetesinin haberine göre, İçişleri Bakanı Hans-Peter Friedrich de şimdi yaklaşık 300 polisin ve anayasayı koruma dairelerinin cinayetleri aydınlatmak için çalıştığını söyledi. Radikal dinciler için hazırlandığı gibi şimdi aşırı sağcılar için de bir ortak bilgi bankasının hazırlanacağını belirten Friedrich ayrıca, zor olsa bile aşırı sağcı Almanya'nın Milliyetçi Demokratik Partisinin (NPD) yasaklanması gerektiğini, yasağın bazı şeyleri zorlaştırsa bile en azından devlet paralarının bu partiye akmasını önleyeceğini sözlerine ekledi. Sosyal Demokrat Parti (SPD) Federal Meclis Grubu Başkanı Frank-Walter Steinmeier, eski ırkçı ruhun yeniden ortaya çıkarak insanları vahşi bir şekilde öldürmesinden utanç duyduğunu belirtti...." slm.
  5. unutmayin,tarihiyle yüzelesenlerin degil gerceklere gözünü kapatanlarin ülkesi bölünür.. "...Dönemin Emniyet Müdürü, eski Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil'in anılarında Seyit Rıza'nın idamı şöyle aktarılmıştır: “ Seyit Rıza, sehpaları görünce durumu anladı. "Asacaksınız" dedi ve bana döndü: "Sen Ankara'dan beni asmak için mi geldin?" Bakıştık. İlk kez idam edilecek bir insanla yüz yüze geliyordum. Bana güldü. Savcı, namaz kılıp kılmayacağını sordu. İstemedi. Son sözünü sorduk. "Kırk liram ve saatim var. Oğluma verirsiniz" dedi... Seyit Rıza'yı meydana çıkardık. Hava soğuktu ve etrafta kimseler yoktu. Ama Seyit Rıza, meydan insan doluymuş gibi sessizliğe ve boşluğa hitap etti. "Evlâdı Kerbelayıh. Bi hatayıh. Ayıptır. Zulümdür. Cinayettir" dedi. Benim tüylerim diken diken oldu. Bu yaşlı adam rap rap yürüdü. Çingeneyi itti. İpi boynuna geçirdi. Sandalyeye ayağı ile tekme vurdu, infazını gerçekleştirdi..." Seyit Rıza'nın yaşı 80'lere yakın olduğu halde kendisinden yaşça çok küçük Muhundulu Seyit Hüseyin'in şahitliğiyle yaşı küçültülür ve cezası infaz edilir. (1863-15 Kasım 1937) 17 yaşındaki oğlu Hüseyin'in yaşı ise; 21'e çıkartılarak idam edildi..." VE "Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu, ama ben de sizin önünüzde eğilmedim, bu da size dert olsun!" (Seyit Rıza) slm.
  6. birinci elden belgenize karsi belge sundum size göre objektif degil (!) duygusal hikaye (!) öylemi ? yorumlariniz resmi ideoloji tezleriyle bire bir örtüstüyor bu mu objektif olmak ? slm.
  7. "...Sabiha Gökçen 28 Haziran 1987’de Nokta dergisinden Hıdır Göktaş’a verdiği röportajda harekât sırasında halktan ölenler olup olmadığı sorusunu da şöyle yanıt verecektir: “Yoktu. Keşif yapılıyordu, ordunun da istihbaratı vardı. Biliniyordu bu kötü kişilerin nerede olduğu.." !? halbusi,atatürk´ün manevi kizi sabiha gökcen´in,kötü kisiler dedikleri daglara siginan dersimliler(tunc eli) , direnisciler, savunmasiz insanlardi.. anlatilanlar masal degil dersimlilerin (tunc eli) yasadiklari dram ve travma.. bilmediklerimiz,bilinenlerden cok daha vahim anlamak icin kahin olmaya gerek yok.. "dersimin kayip kizlari" belgeselini seyredin.. slm.
  8. seyyid riza´nin yasi idam edilmeye müsait olmadigindan asagi cekildigini,oglunun ise büyütüldügünü bu vesileyle hatirlatmak isterim.. evet "...Sabiha Gökçen, Nokta dergisinden Hıdır Göktaş’a verdiği röportajda harekât sırasında halktan ölenler olup olmadığı sorusunu da şöyle yanıt verecektir; “Yoktu. Keşif yapılıyordu, ordunun da istihbaratı vardı. Biliniyordu bu kötü kişilerin nerede olduğu. Çoluk çocuk olan yerleri doğrudan tahrip etmek insanlık dışı olurdu. Böyle bir şey olmamıştır.” tabi inanirsan.. nitekim "üc maymun"u oynayanlari örnegin muhsin batur verdigi bir mülakat ile tekzip ediyor.. "..O sırada, 19. Piyade Alayı’nda stajyer olarak görev yaparken Dersim’e gönderilen, geleceğin Hava Kuvvetleri Komutanı ve Kontenjan Senatörü, 12 Mart Muhtırası’nın imzacılarından Muhsin Batur yıllar sonra verdiği bir mülakatında okuyucularından özür dileyerek yaşantısının bu bölümünü anlatmaktan kaçınacağını söyler. Bunun nedeni sorulduğunda, Dersim’de tanık olduğu şeylerin bir devlet sırrı olarak kendisinde kalacağını, ancak o dönemde o yörede tanık olduğu ‘şeylerin’ günümüzde de yapılan ve karşısında olduğu ‘şeyler’ olduğunu söyleyerek sözlerini noktalar..." Sabiha Gökçen’in suskunlukla geçiştirdiği, Muhsin Batur’un anlatmaya dilinin varmadığı şeyleri artık konuşuyoruz..." (Ayse Hür) sen isvicre kanunlarini cevirip sözde "modern" devlet kur, kadinlara oy hakki verdim diye övün, ondan sonra taa "orta cag"dan kalma "sucun sahsiligi" ilkesini bosverip "bombalayin bütün dersim´i de.. ha isyan isyan deniyor ya nedir kardes bu ? binlerce kisi dersimde(tunc eli) ordu olusturup ankaraya mi yürümüs ? el insaf.. slm.
  9. *** iyi haber.. umarim refarandum da "hayir" kampanyasi yapanlarin derdi neymis anlasildi..) slm.
  10. sayin halukgta, T.C.´nin kendine referans aldigi islam cografyasi kriterleri/ilkeler degil uygar dünyada uygulananlardir.. ancak nerdeyse bütün uygar ve demokratik olan ülkelerde vicdani ret hakki var.. slm.
  11. Belge lütfen.. Hani "camur at tutmazsa izi kalsin" olmasin.. slm.
  12. Politika yazdi: "...Yukaridaki testi kimin hazirladigini anlatmaya bile degmez cünkü Kemalizmin bas düsmanlari Komünistler ve din tüccarlari seriat özlemiyle yanan cevrelerdir...." pes dogrusu.. Genç siviller rahatsız! Buda size dert olsu!!! 'Sizin yalanlarınızla ,hilelerinizle baş edemedim. Bu bana dert oldu. Bende sizin önünüzde diz çökmedim. Bu da size dert olsun!' Seyit Rıza slm.
  13. gaffar

    Kemalizminizi ölçün

    "..Şeyh Sait isyanında analar ağlamadı mı, Dersim isyanında analar ağlamadı mı?.." (onur öymen) "..Dersim katliamının sorumlusu devlettir. Katliamın yapıldığı tarihte tek parti iktidarı vardı, CHP iktidardaydı. Atatürk’ün olaydan haberdar olmaması imkânsızdır..." (Hüseyin Aygün/chp) ve simdi slm.
  14. “..Bu açıdan bakıldığında Atatürk için kullanılan “Ulu,” “Yaratıcı,” “Yüce” benzeri sıfatların dinî referanslarının da bulunması, 1945 yılına kadar Türk Dil Kurumu sözlüklerinde “din” kelimesinin mecazî anlamda kullanımına örnek olarak “Kemalizm Türk’ün dinidir” cümlesinin verilmesi tesadüfî değildir. Bu dinselleşmenin toplumun eğitimli tabakalarında ciddî bir etki yarattığı şüphesizdir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’yi ziyaret eden Grace Ellison’a bir Maarif müfettişi tarafından yapılan, “Bizim peygamberimiz Gazimizdir. Biz o Arabistanlı şahıs ile ilişkimizi sona erdirdik. Muhammed’in dini Arabistan’a pek uygundu; ama bize yaramaz” yorumu bu etkiyi yansıtan ilginç bir örnektir.”(M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU)
  15. gaffar

    Kader, İrade, İmtihan

    farkli bir yorum paylasmak istedim.. “Güzellik teklif edilir, netice değildir” (Bergson) Güzel BULDUĞUMUZ her çiçek, her kelebek, her gün batışı… Bize bizdeki bu gizli gücü işaret ediyor. Adına ister yargı deyin, ister tercih, ister başka bir şey. Determinist, bilimsel, materyalist bir kafesin içindeyiz. Tabiat’ın kurallarına tabi “ten kafesi”. Acıkan, susayan, korkan, yanabilen hatta ölebilen ten kafesi. Bu kafes kendi tabiatına TAMAMEN ZIT olan bu mavi kelebeği hapsediyor. Tırtıl olarak girdiği kozadan kelebek olarak çıkan, kanatlarını Zaman’a açan bir kelebek: Özgür irade. Ne garip bir varlık özgür irade.Şiirsel bir dille ihata edebiliyoruz onu. Çünkü fizikî boyutları, renkleri olan mekânsal bir varlıktan bahsetmiyoruz. Zamansal bir varlıktan bahsediyoruz.GÖR-ünen ya da ön-GÖR-ülebilen değil ancak yaşanabilen bir varlık özgür irade. Fazla mı teorik bu sözler? Fazla sanatsal? Fazla metafizik belki? Yaşamınıza anlam veren şeyleri gözden geçiriverin çabucak: Bu özgür iradeye yaslanarak ayakta durabiliyor bütün gelenekler, kişisel değerler ve hukuksal yapılar. En laik hatta en dinsiz adalet sistemi dahi iki ilkeyi peşinen kabul ederek inşa ediliyor: 1) İnsanların iyi-kötü ayrımı yapma kapasitesi vardır, 2) İnsanların iyiyi seçecek cesareti olmalıdır, bu bir ödevdir. Determinist kurallarla “su 100 derecede kaynayacak” diyerek geleceğiGÖRebildiğimiz gibi “şu çocuk katil olacak” diyemiyorsak işte bu yüzdendir. Yoksa anaokullarından toplardık potansiyel katilleri, sübyancıları, tecavüzcüleri… Vücudumuzun büyük bir kısmı su. Geri kalanı ise karbon, azot, vs. Tıpkı su molekülleri gibi bilimsel determinizme boyun eğmek zorunda olan atomlar, moleküller, bu moleküllerden oluşan proteinler, dokular, organlar. Suyun kaynama noktası sabit iken nasıl oluyor da bir insanın ne zaman, nasıl katil olacağı da sabit olmuyor? Kimyasal bileşenlerin neresinde akıl? Vicdan? Pişti oyunu gibi hayatımız. Dağıtılacak kartları (=Başımıza gelecekleri seçmiyoruz). Kısmet, nasib, şans… Ama kartları takip etmek gerek pişti yapmak için. Papazların hepsi çıktı mı? Öteki oyuncuların elini tahmin etmeli… Ne var ki Hayat’ın piştisi tuhaf biraz: Kartların sürekli karıldığı, sürekli yeni kartların eklendiği bir oyun. Her an her şey mümkün! *** Duygularımızın etkileşimini, dış dünyanın hissiyatımızda yaptığı değişiklikleri illâ ki bir eşyaya benzetmek icab ederse suya düşen mürekkep damlalarını nazara alabiliriz diye düşünüyorum. Her damla yeni bir renkte, farklı ve öngörülemez şekiller oluşturuyor. Renkler ve şekiller Zaman’la birbirine karışıp yeni hislere ve eylemlere kapılar açıyor. Yine de nefsimizin hallerini anlamak için gösterdiğimiz çabalar genellikle boşa çıkıyor çünkü Tabiat bilimlerinin bize öğrettiği sebep-sonuç zinciri ve tümevarım gibi yöntemlerle bakıyoruz kendimize. Açalım biraz. Birinci etap: Önce tabiatta aynı anda görünen ya da peşpeşe gelen olayların arasında bir sebep-sonuç ilişkisi kuruyoruz. Bunda bir sakınca yok tabi ama bir süre sonra tümevarım yoluyla kurduğumuz bu ilişkiyi bir tür kudret gibi görmeye başlıyoruz. Russell’in tümevarımcı hindisi gibi gerçeklikten kopuyoruz giderek(*) Bizim icadımız olan ilişkilere “kanun” adı veriyoruz. Tabiat’ın bu kanunlara uyacağını vehmediyoruz! İkinci etap: Bilim’e, analitik zekâya olan güvenimiz neticesinde Hakikat ileBilimsel Kesinlik kavramlarını karıştırıyoruz. Ta Galieo’dan, Descartes’tan gelen bir yöntem hatası bu. Ama o kadar yaygın ki artık, tersini söyleyen “gerici / bilim düşmanı” ilân ediliyor anında. Üçüncü etap: Yanılmazlık(!) Vasfı ile donatılan Bilim Zaman’dan ve Mekân’dan münezzeh, her şeyi GÖR-ebilen, her şeyi ön-GÖR-ebilen bir tür tanrı oluyor. Bütün parametrelerini kontrol altına aldığımız, ölçtüğümüz Şimdiki Zaman bu aşamada Gelecek’i ihtiva ediyor(!) August Compte gibiyiz, damarlarımızda kan yerine pozitivizm akıyor artık! Dördüncü etap: Delilik bedava! Neden biraz daha ileri gitMEyelim ki? Bilimsellik adıyla kutsadığımız tartışılmaz(!) hata yapmaz(!) ve hesap vermez(!) Tanrı-BilimEŞYA hakkındaki bulgularını İnsan’a uyarlıyor. İnsan’ın şeyleştirilmesi tamamlandı. O artık bir rakam, bir istatistik, öngörülebilir bir şey. Bütün totaliter rejimlerde bu şeyleştirme sürecini görebilirsiniz. Komünizm, Faşizm, Liberal totalitarizm… Mavi kelebek öldü, kelebek şeklinde örülmüş bir duvar kaldı geriye. Uçmasına ne gerek var? Gece-gündüz Tanrı-Bilim’e hamd edin artık! Çıkış yolu yok mu? Yine totaliter bir rejimden bahsederek bir çare, bir çıkış yolu arayalım ve ardından sırlayalım bu bahsi: “The Lives of Others” isimli film Komünist Doğu Almanya’nın gizli polis teşkilatı Stasi’de görevli bir insanın kaybettiği insanlığını yeniden buluşunu konu alıyor. HGW XX/7 kod adıyla görev yapan Yüzbaşı Gerd Wiesler (Ulrich Mühe) devletin baskıcı politikalarını meşru göstermek için bütün totaliter rejimlerin yaptığı gibi “iç düşman” peşinde. Yaptığı işin yani insanları fişlemenin, evlerine gizli mikrofon yerleştirmenin doğruluğuna inanmış uzman ve işgüzar bir sosyalist. Fakat bir takım beklenmedik olaylar ve Wiesler’in iç hesplaşmaları neticesinde bazı şeyler ters (yani düz) gitmeye başlıyor. Sosyalizme olan inancı, emirlere itaati, görevini mükemmel biçimde icra edişine baktığımızda üzeri buzlarla kaplı bir göl gibi. Wiesler adlı bir insan görmüyoruz, HGW XX/7 kod adlı bir robot iş başında. Takip ettiği insanları Sosyalizm uğruna feda eden, işkence tezgâhlarına hatta ölüme gönderen soğuk bir makina HGW XX/7. Bürokrasinin çarklarından bir çark. Ama buzlarla kaplı bu gölü çatırdatarak yukarı fışkıran tazyikli bir kaynak suyu gibi, nereye akacağı önceden kestirilemeyen bir şey var HGW XX/7′nin içinde. Adı üstünde, “özgür” bir irade. Maddî çıkarlarını, kendi güvenliğini, kariyerini takip eden HGW XX/7 gitgide makineleşmiş, büyük bir kıyma makinesinin küçük bir dişli çarkı olmuş ama o da bir insan ve özgür iradesini kullanacak sonunda. Bir dişli çarktan bekleneni yapmayacak artık… Filmin en çarpıcı sahnelerinden biri işte bu uyanışın eyleme dönüşmesi. Bir gün çocuk parkında karşılaştığı küçük bir kız çocuğuyla aralarında şöyle bir konuşma geçiyor meselâ: - Sen Stasi’den misin? - Sen Stasi’nin ne olduğunu biliyor musun? - Evet. Sizler kötü adamlarsınız. İnsanları yakalayıp hapse atıyorsunuz. - Kim dedi sana bunu? - Babam dedi. - Senin babanın… ee şey topunun adı ne? - Ne aptal şeysin sen. Topların adı olmaz ki! İnsan ne kadar baskı altında kalırsa kalsın tabiatına boyun eğmek zorunda değildir. Tabiatı icabı fare yakalaması gereken bir kedi değildir insan. Her an frene basabilir ve “bir daha asla!” diyerek yeni bir hayatın kapısını aralayabilir. Gerçekte Zaman’ın tabiatı farklıdır, Zaman GÖR-ünmez, yaşanır. Bu sebeple Hayat’ın her An’ı yeni bir başlangıçtır. Özetle, tıpkı Güzellik gibi İyilik, Adalet, Doğruluk birer tekliftir, netice değildir! Zaman denen zeminde(!) kanat açan “Ben” ön-sebeplere ihtiyaç duymayan bir ilk sebeptir. Tabi eğer idrak edebilirse… (alinti) slm.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.