Zıplanacak içerik

Liderler

Popüler İçerikler

Üzerinde en yüksek itibara sahip içerik gösteriliyor: 18-01-2019 bütün bölümler

  1. tek eliyle tutup küçük su şişesini, baş ve işaret parmaklarıyla çevirdi plastik kapağını, bir yudum aldıktan sonra yine açtığı gibi kapağını kapatıp masanın üzerine bıraktı. -Vitrin önemli azizim... Şu etrafındaki insanlara baksana. Giydiklerinin renk uyumları, el ve yüz mimiklerindeki yapmacıklık... Sanki sokağa çıkmadan önce aynanın karşısında yapacakları hareketleri, söyleyecekleri sözçükleri prova etmişler gibi. Hazırlıklılar, hazırlıksız yakalanmaya karşı bile hazırlıklılar, şaşırma ünlemleri bile önceden çalışılmış. Baksana, cam kenarında, köşede ki masa. Evet kadın ve erkeğin karşılıklı oturdukları. Birazdan adam cebinden küçük siyah bir kutu çıkaracak ve kadın öyle şaşırmış gibi yapacak ki, etrafta ki herkes de, bu şaşkınlığa eşlik edip şaşıracaklar. -Bunu nasıl bilebilirsin ki? -Dedim ya vitrin önemli. Adam bu soğuk kış gününde ince beyaz gömlek, siyah üç düğmeli bir ceket ve ceketten daha kalın olmayan bir mont giymiş. Siyah makosen ayakkabıları yağmurda yürürken su çekecek deriyle kaplı ama umursamamış. Buraya gelmeden hemen önce bir berbere girip sakal ve saçlarını düzelttirmiş. Evet, bunu biliyorum çünkü, yanımızdan geçerlerken genelde ikinci sınıf berberlerde kullanılan traş losyonunun kokusunu aldım. -İyi de belki ilk defa o kadınla dışarı çıkıyorlar. Bu yüzden de iyi giyinmiş ve traş olmuş olabilir. Yani ilk izlenim önemlidir. -Yani vitrin diyorsun azizim... Biraz daha ayrıntıya girelim o zaman. İçeriye girdikleri andan, şu an oturdukları masanın yanına gelinceye dek, kadın yarım adım ön sağ tarafında yürüdü adamın ve adam sağ eliyle hafifçe beline dokunuyordu. İlk buluşmada böyle bir özgüvene sahip olacağını sanmıyorum. Şimdi de nasıl sanmıyorsun, adamı tanımıyorsun bile diyebilirsin. O kadar özgüvenli biri olsaydı, oturup konuşmaya başladıklarından beri her sessizlikte gözleri camdan dışarı dalıp gitmezdi. Ve düzenli olarak sağ elini pantalonunun sağ cebine götürüp üzerinden dokunuyor kabarıklığa. -Adamın pantalon cebindeki kabarıklığa mı dikkat ettin sen? Neden birinin ceplerine dikkat edesin ki? -Sanırım ayrıntıları görmeden duramıyorum. Bazen insanları incelememek için ağaçlara hayvanlara bakıyorum ama onların da ayrıntları yok mu? Her neyse kabarıklığımıza geri dönelim. Bu kabarıklık dar kumaş pantalonun cebinden bariz belli oluyor. Kadın da bunu farketmş olmalı. Yanımızdan geçerken sandalyeler yolu kapadığı için kadın ansızın durakladı. Adam bu duraksamayı beklemediği için kadına hafifçe çarptı. Kadın önce anlam veremedi, belki aklına muziplik geldi yüzü kızardı sonra adam sandalyesine otururken farkettirmeden adamım önüne baktı. Sırtında neyi hissettiğine emin olmak için. -Kadın farkettirmeden bakamamış, en azından sen farketmişsin. Peki kadın anladı diyelim, neden az önce evden çıkmadan şaşırmanın bile provasını yapmış dedin, ya da onun gibi bir şey söyledin. -Vitrin önemli azizim. Artık insanlar yaşarken, yalnız kaldıkları anlar ve diğer insanların yanındaki anlar diye iki farklı hayat yaşıyorlar. Başka insanların kendilerine nasıl baktıklarını, baktıklarında neler düşüneceklerini hesaplıyorlar. Bunu yaparlarken başkalarına nasıl baktıklarını ve onlar hakkında neler düşündüklerini baz alıyorlar. Mesela popülerlik, hangi model pantalon ya da renk modaysa bir kaç gün içinde bakıyorsun, sanki biri düğmeye basmış gibi, herkes o renk o model pantalonları giyiyor. Mesela gömlek ya da tişört giyiyorlar, ön taraflarını pantalon içine sokup diğer kısımları dışarıdan bırakıyorlar. Çünkü birileri bu görünüşün iyi olduğunu onlara söylüyor, onlar da itaat ediyorlar. -Dış görünüş konusunda bu söylediğine katılabilirim. Ama insanlar duygusal tepkiler verirken bu kadar programlı olamaz. Bunu kabul edemem. Çünkü duygular kontrol edilebiliyorsa artık duygu olmazlar ki! -İzle ve gör o zaman. Bir kaç dakika içinde adam cebindeki küçük kutuyu çıkarıp kadına evlenme teklif edecek. Kadın çok şaşırıp, iki eliyle yüzünü kapatacak, yani yüzünün bir kısmını, çünkü kutunun içinden çıkan yüzüğü çok merak ediyor. Beğendiği takdir de kutuyu eline alıp hafifçe yan dönüp bizim de görebileceğimiz şekilde kendine yaklaştıracak. Eğer beğenmezse, kutuyu değil de içindeki yüzüğü parmaklarının arasına alıp masadan fazla kaldırmadan aşağıda tutup, ''ne diyeceğimi bilemiyorum, şu an çok mutlu ettin beni!'' gibi bir şeyler söyleyecek. Yüzüğün değeriyle sesinin tonunun şiddeti doğru orantılı olacak. -Bu bahsettiğin duygusallık ya da sevgi değil ama. Gösteriş olacak. kaldı ki belki kabul etmeyecek kadın. -Kadın bir süredir bekliyor bu anı -Büyücü ya da falcı olduğunu düşünmeye başlıyorum artık. Hem bir dakika sen bu insanları tanıyor musun yoksa? daha önce de gördün değil mi? Şimdi bana hava atmak için anlatıyorsun bunları. -İkimiz buraya oturduğumuzdan beri kaç defa telefonunu eline alıp kontrol ettin? -Ne demek şimdi bu? -Basit bir soru sordum. hemcinslerini sen de tanıyor olmalısın. yani kendini tanıyabilen, tanıdığım ender kadınlardan birisin. Sadece soruma cevap ver. -Ben nereden bileyim belki bir kaç defa bakmışımdır. -Neden baktın? -Mesaj falan var mı diye. neden bakayım ki başka? -Kimden mesaj bekliyorsun? -Kimseden mesaj beklediğim yok! -Sakin ol, seni yargılamıyorum. sadece kadınlar değil erkeklerde bunu yapıyor. hem merak etme sana karşı duygusal bir his beslemiyorum. Sadece iki eski arkadaş gibi konuşuyoruz. -Konu nasıl bana geldi? -Eğer biz arkadaş olmasaydık, duygusal veya çıkarsal birbirimizden beklentimiz olsaydı telefonlarımızla bu kadar ilgili olmazdık. En azından dikkatimizi dağıtmak için kullanma yoluna gitmezdik değil mi? -Yani? -yanisi şu, geldiğimizden beri telefonunu yaklaşık sekiz defa kontrol ettin. Belki mesajlara baktın, belki sosyal medya hesaplarını kontrol ettin belki sadece saatine baktın. Masaya oturduğumuz anda çantandan çıkarıp masaya ilk telefonunu koydun. Ama bu buluşmamız farklı bir buluşma olsaydı, yani dikkatinin dağılmaması gerekseydi, o telefon çantadan çıkmazdı... Evet o kadar belli etmeseydin dönüp bakarken iyiydi ama neyse. kadının telefonu hala çantasında. Yani telefonundan ne mesaj gelirse gelsin şu andan daha önemli değil onun için. Giydiklerinin, yaptığı makyajın, hareketlerinin ayrıntısıyla boğmadan seni kısaca bir kadın için telefonundan daha önemli anların sayısı öyle az ki... -Çok fazla polisiye roman okuyorsun değil mi? -Bir dakika... İşler ilginçleşmeye başlayacak. -Ne oldu? -Adam iki oldu yere bakıp inceledi. -belki yerde bir şey görmüştür. -Hayır. -Çıldırtma işte söyle ne geldi yine aklına. -oturduğu yerden kalkıp, kadının yanına gidip bir dizini yere koyup evlenme teklifini öyle yapacak. Tam da kadının hoşuna gideceği türden. Akıllı adammış, işini şansa bırakmak istemiyor. -Oldu olacak keman çalan birini de tutsaymış. -Sen bunu nasıl anladın? -Neyi nasıl anladım? -Keman? -Anladığım bir şey yok dalga geçiyorum sen anlamıyorsun! -Normal de müzisyenlerin çoktan sahneye çıkmış olması gerekiyordu. Demek bunun için gecikmişler. -Sanırım sen dalga geçiyorsun benimle! -Hayır, izle şimdi başlıyor... .................. -Bazen senin bu çok bilmiş tavırlarından nefret ediyorum! Adamın yaptığı sürprizi bozmuş kadar oldun. neyse ki kadın duymadı söylediklerini. Sayende herkes şaşırıp alkışlarken ben yapmacık buldum tüm tiyatral sahneyi. Ama dediğin gibi kadın yüzüğü çok beğendi, beğenilmeyecek gibi değilmiş hani. Herkes gibi ben de gördüm o ne kadar büyük taştı öyle! -Vitrin önemli azizim, demiştim... -Ama anlamadığım bir şey var. Dediğin gibi hepimiz diğerlerinin yanında oynuyorsak, yani önceden çalışıp, sonradan gösteriye çıkıyorsak,bu iki insan evlendikten sonra da böyle mi yapacaklar? yani başbaşa kaldıklarında, yine birbirlerine oynayacaklar mı? Bu insanlar aile kuracak, çocuk yapıp onları büyütecekler, insan nasıl hayatı boyunca rol yapabilir ki? Bunu aklım almıyor. -Birbirlerine karşı da oynayacaklar. Onlara öğretildiği gibi, çocuklarına öğretecekler oynamayı. Hatta öyle uyuşturacaklar ki kendilerini, oynamadan nasıl yaşanır unutacaklar. Bu yüzden mümkün olduğunca yalnız kalmayacaklar. Yalnız kaldıklarında ne yapacaklarını bilmiyorlar. Yalnız kaldıklarında, bu oyunculuktan yorulanlar depresyona girecekler, şizofren olacaklar. Akıl sağlıkları bozulacak. Bunun farkına vardıkça kendilerinden uzaklaşıp yarattıkları sanal dünyanın esiri olacaklar. -Ama bu yaşamak değil ki! Ne giyeceğimize, ne yiyeceğimize, ne okuyacağımıza neye inanacağımıza biz karar vermeliyiz. Yoksa biz olmayız ki! -Sen, gerçekten sen olduğunu mu sanıyorsun? -Konuyu yine bana getireceksin yani? -hayır bu da basit bir soru. Sen, gerçekten sen misin? üzerine giydiğin kıyafeti sen mi seçtin? çalıştığın işi, yaşadığın ülkeyi, inandığın tanrıyı sen mi seçtin? Yoksa sana sunulanı alıp kabul mu ettin? -Bak, yaşadığım ülke konusunda haklı olabilirsin, hadi diyelim ki iş konusunda da haklısın ama kıyafetim benim seçimim, yakışmamış mı? -ben de bundan bahsediyorum. Sen seçtin ama, bu seçimi yaparken yakıştırma baskısı altındaydın. O kıyafetin içinde çok rahat değilsin, giydiğin topuklu ayakkabı, yanımdayken boyunun boyuma uygun olmasını sağlasa da akşam eve döndüğünde ayak bileklerin ve tabanların ağrıyacak. Yakışma kaygın olmasaydı yine de böyle giyinir miydin? -O ağrıyı çekmeyi seçtim belki! -Uzun boylu görünmenin bir önemi olmadığına ikna edebilseydim seni, bir yine de o ağrıyı seçer miydin? -....Yani, ben de o kadın ve adam gibi oyunun bir parçası mıyım? -Bu o kadar da kötü bir şey değil aslında. Mesela şu an güzel görünüyorsun, fotoğrafını sosyal medya hesabına yükleyip beğeni ve yorum alabilirsin. Bu şekilde mutlu olabilirsin. Bu mutluluk için değer sanırım. O kadın aldığı evlenme teklifinden çok,, az önce çantasından çıkarıp telefonuyla fotoğrafını çektiği yüzüğe aldığı övgülere bakıyor şu an ve parmağını ekranda her hareket ettirdiğinde yüzündeki gülümseme daha da büyüyor. Bunu asla küçümseyemem. Vitrin önemli, o vitrini önemli yapan sergilediklerindir. Artık herkes vitrinde gösterecekleriyle var oluyor bu hayatta... -Yemin ederim yarım saat içinde ruhumu kararttın. Tam bir paranoyaksın sen! İnsanlarla bu kadar uğraşacağına biraz kendinle ilgilensen hiç böyle dertlerin olmayacak biliyorsun değil mi? -ben kimseyle uğraşmıyorum ki, içime batıyorlar sadece. Bu yapmacıklık, bu sahte yüzler, ışıl ışıl, göz alan vitrinler, dikkatimi dağıtıyor. elimde değil demiştim ya, sadece anlamaya çalışıyorum. insanlar nasıl beceriyorlar bunu... -Neyi nasıl beceriyorlar? -gece, yataklarına uzandıklarında, uykuya dalmadan hemen önce, gün boyu yaşadıklarından etkilenmeden, aldıkları etkileşimlerle kendilerini nasıl uyuşturup mutlu olabiliyorlar, ya da mutsuz olup bunalıma giriyorlar. Anlayamıyorum. başka vitrinleri inceleyip gün boyu, uyumadan önce nasıl oluyorda, kendilerini değil de, diğerlerinin nasıl göründüğüyle beyinlerini meşgul ediyorlar.Başkalarının sözleri, başkalarının hareketleri, kendisinin nasıl göründüğü, beğeni sayıları, beğenilmeme sayıları, hep bir açlık, doyumsuzluk... evlenip bir başkasıyla yatıyorlar ya da evlenmeden de başkasıyla yatıyorlar ama akılları hep vitrinlerde, bitmek bilmeyen beklentiler içinde... mesela yarın ne giyeceklerini düşünüyorlar, bunu düşünürken uyuya kalıyorlar biliyor musun! nasıl yapabiliyorlar bunu. Bazen yolda yürürken onbeş onaltı yaşında kızlar görüyorum, ellerinde telefonlarla dudaklarını büzüp fotoğraflarını çekiyorlar. Bunu onlara yaptıran dürtüyü merak ediyorum mesela. daha on yedi yaşına gelmemiş bir erkek çocuğunun sakal bırakıp, maço tavırlarla etrafındaki insanlara davranmasının nedenini merak ediyorum. daha ehliyeti bile yokken babasının arabasını alıp kullanırken kendini videoya çekip paylaşmasını sağlayan o dürtü nedir? inancı gereği erkeklerden sakınmak için örtünen bir kadının, makyaj yapmasının nedenini merak ediyorum, o makyajı yaparken ona iyi hissettiren dürtüyü... kime güzel görünmek istiyor? bu mantığı bu inancı anlamak istiyorum. asgari ücretle hayatını sürdüren insanların binlerce lira vererek, borclanarak aldıkları telefonu ceplerinde taşırlarken ne hissettiğini ya da hissetmediğini bilmek istiyorum. Kendini dine adadığını söyleyen insanların, başka insanlara yardım etmek yerine nasıl zengin olduklarını ya da zenginleri savunduklarını anlamak istiyorum mesela... şu vitrin meselesi var ya hani, sürekli önemli deyip duruyorum. Vitrini bu kadar önemli kılan iradeyi anlamak istiyorum. beni rahatsız eden bu... -afedersin, bir mesaj gelmişti de ona bakıyordum son söylediklerini tam anlayamadım. neyse, benim kalkmam gerekiyor. Yine görüşelim olur mu? arayı uzatmayalım bu kadar...
  2. Dilinin sürekli olarak kırık dişinin üzerine gitmesi gibi yaralarımızla oynayıp durmamız. İyileşmek, iyi hissetmek gibi bir kaygımız görünürde olsa da içten içe o acıyı, ağrıyı çekerken kendimizi önemli sandığımız için mi, iyileşmesine izin vermiyoruz. Sanki o yara iyileşirse yaşadıklarımız da o yarayla birlikte kaybolup gidecek. İnsan geçmişte yaşadıklarını unutmaya başladığında nasıl bir insan olabilir ki? Geleneksel anlayışa sahip toplumlarda değişimlere karşı direnç göstermek sanki doğuştan verilen bir yetenek gibidir insana. Bilincin ötesinde bir refleks gibi değiştiğini hissettiği anda karşı koyar. Çoğu zaman bunun farkında bile olmadan, karşı koyuyor gibi değil de, kendini koruyor gibidir. Oysa tek yaptığı kafasını toprağa gömmektir. Bunu fark etmemek için daha çok kapatır kendini. Bir süre sonra kopar gerçeklikten. Başka, başkasının gerçeklerine sahip çıkmaya savunmaya başlar. Çünkü başkasının sahip olduklarını savunmak kendi sahip olduklarını savunmaktan her zaman daha kolaydır. Kaybetse bile zarar görmeyeceğini bildiği için rahattır. En fazla başka bir gerçeklik bulup ona sığınır. Başkalarının parasıyla kumar oynayıp sürekli kazanan ama beş kuruşu olmayan bir kumarbaz tanıdım. Neden diye sordum. Neden kendin için oynayıp kazanmıyorsun ve bu sefaletten kurtarmıyorsun kendini? Oynadığını söyledi eskiden. Herşeyini kaybettiğini. Kaybetme ve sonrasında bu kaybetme duygusuyla karşı karşıya kalma korkusunun tüm benliğini ele geçirdiğini, doğru zaman da doğru riskleri alamadığını ve bu yüzden kaybetmeye mahküm olduğunu. Çok yetenekli ve akıllı olsalar da çalıştıkları iş yerlerinde yükselip mevki sahibi olmak yerine daha az kazanmaya tamah edip hayatları boyunca yerlerinde sayan, hesaplayamadıkları bir felaket başlarına geldiğinde ise kaybolup giden insanların da açıklaması çok farklı olmayacaktır. Bir gün tamamen yıkılıncaya dek almadıkları risklerin rehaveti ve rahatlığıyla oldukları yerde saymayı tercih ederler. Kaybetmek istemezler. Çünkü oynadığın kumarda orataya koyduklarının büyüklüğü, sonrasında olacakları düşündüğünde başına gelecek felaketin de büyüklüğünü gösterir insana. Tüm elindeki yetenekleri aklı ve tecrübeyi başkalarının kazanması için harcar dururlar. Kaybedecekleri en fazla standart bir iştir ve bu işi her yerde bulabileceklerini düşündükleri için algıları korkuyla gölgelenmez. Bu yüzden başarılıdırlar ama bu başarı diğerlerine hizmet eder. İnsanın ruhundaki yaralarla elindekileri kaybetme korkusu aşağı yukarı benzer şekillerde hayatlarını olumsuz etkiler. Birey bunun farkında olsa bile az önce bahsettiğim nedenlerden dolayı ikisinden de vazgeçemez. Bir kadının yetişkin olana kadar babasından şiddet ve baskı görmesi onu ne kadar olumsuz etkilese de o kadınların aşık olduğu adamların da babalarına benzedikleri, kimi zaman bunun farkında olarak kimi zaman farkında olmadan o adamları seçmeleri de bu şekilde açıklanabilir. Gelenekçi ve ataerkil bir toplumda yaşıyor olmamız, kocasından ya da sevgilisinden şiddet gördüğü halde yine de ondan vazgeçmeyen kadınların bu davranışını açıklamaya yeterli değil görüşündeyim. Bastırılmış kişilik, özgür bir birey olmanın risklerini almak ve kendi kararlarını vermek yerine, hayatlarını çekilmez kılan erkekleri tercih etmeleri, o erkeklerden gördükleri zararı kendi sorumluluklarının sonucunda kaybettiklerinin vereceği zararla karşılaştırıp bilineni tercih etmeleri, yetenekli ve akıllı odluğu halde mevki sahibi olmak yerine ait olduğu yerde sebat edenlerle, geçmişinden gelen yaraların kapanmasına izin vermeyip o yaranın bilindik acısına sahip çıkıp iyileşmesine izin vermeyenlerle aynı nedenden kaynaklanmaktadır. Bilinen acı, bilinmeyen acıya tercih edilir. Çünkü yetiştirilirken olasılıkların en kötüsüne hazırlıklı yetiştiriliyoruz. Daha çocukluktan itibaren, terli terli su içme hasta olursun, evden uzağa gitme kaybolursun, annenin elini bırakma seni çingeneler çalar, yalan söyleme Allah baba seni çarpar.... vb. gibi hep olumsuzluk içeren örneklerle kişiliğimiz baskı altında büyütüldük. Elbette ki bu uyarılar doğru ve yerinde uyarılar ama bize bunları yapma dedikten sonra şunları yapabilirsin böyle daha iyi olur diye seçenekler sunulmadı. Bu yüzden biz ne zaman sokağa çıksak ya hasta oluyoruz, ya kayboluyoruz ya da çingeneler bizi çalacak diye korku içinde yaşıyoruz. Büyümüş olmamız bu örnekleri çeşitlendirerek arttırdı sadece bu.
  3. Açlığı 'güç' olan birini kontrol etmek kolaydır. Tüm diğer ihatiyaçlarının önüne güçlü olmayı koymuşsa insan bu zehirle başkalarının kontrolünde olduğunun bile farkına varamaz. Güce ulaşma yolunda her kalıba girebilir, amacı uğrunda tüm benliğinden vazgeçebilir. Bazen ulaşamayacağını bile bile güç kırıntıları için yok olmayı bile göze alabilir. içinde yaşadığımız toplum düzeninde belki de en kolay kontrol edilebilir bireyler bunlardır. bu düzeni kontrol edenler gerçek güç sahipleri, güce ulaşma yolunda gözünün karartmış kişileri kullanarak yerlerini sağlamlaştırırlar. çünkü basittir onları yönledirmek. labirentin çıkış yerine gücü koyarlar, sonra olabildiğince karmaşık hale getirirler koridorları. sürekli olarak dikte ederler, güce ulaşmak için, mutlu olmak için, tatmin olmak için şunları yapmanız gerekiyor diye. diğerleri söylenenleri kabul edip beklenen tepkileri verirler. güç, zengin olmaktır, zengin olmak için ünlü olmak gerekir, ünlü olmak için popüler kültür enjekte edilir toplumun damarlarına. bunun en kolay yolu izlenilen televizyon programları. yalan kurgulanır, sıradan insanların da ünlü dolayısıyla zengin ve güçlü olduğu hikayeler sunulur. güç hırsıyla tutuşan ama oturduğu koltuktan kalkmaya üşenen insanlara umut vaat edilir. bir gün siz de böyle olabilirsiniz diye. kalkmaya üşenen insan, uykusu gelince yatağına gider, sabah hava aydınlanmadan işine, sonra akşam geri geldiğinde tüm gün yaşadığı saçmalığı, hizmet ettiği güç sahiplerini unutmak için aptal kutusunu açar ve koltuğuna oturur. yeni hikayelerle uyuşturur aklını, bir sonraki neden ben olmayayım?! güç, birliğin, bir olmanın ardına konur sonra. birlikteysek güçlüyüzdür der, gücün gerçek sahipleri. sonra korkuları yaratırlar, tüm dünya bizim birliğimizin karşısında, bizi bölmek istiyorlar, bizim güçlü olmamızı istemiyorlar, bizi bölerek yok edecekler! derler... güç aşkıyla yanıp tutuşanlar, birlik olma yolunda saf tutarlar. liderlerinin bir sözüne bakarlar düşünmeksizin, sorgulamaksızın. çünkü tüm dünya onlara düşman, tüm dünya onların yok olmasını istiyor, dünyanin işi yok, onun güçlü olmasını istemiyor... lierleri sağa gidin der, hepsi birlik olarak sağa gider, sonra sola gitmeleri emredilince neden sağa gittik diye sormazlar. çünkü sonunda güçlü olacaklar... güç, ilahi inancın ardına konur. gücün gerçek sahipleri der ki, iman sahibi olanlara cennet mükafattır, bu dünyada çok zorluk çekmiş olabilirsiniz, baki olan diğer dünyadır... derken kendilerinin bu dünyada sürdükleri sefayı mümkün olduğunca örtbas ederler. güç açlığıyla yanan yığınlar yeterince şükrederlerse bu dünyada olmasa bile diğer dünyada güçlü olacaklarına biad ederler. dinlerler liderlerinin sözünü, onların istediği şekilde iman eder, istemediği şekilde lanetlerler. hayatları boyunca güçlü olamayacaklarını düşünseler bile şükretme mekanizmasıyla kendilerini kullananların beklediği gibi davranırlar, kendileri gibi değil... açlığı güç olan birini kontrol etmek kolaydır. onları düzene adapte etmek kolaydır çünkü doğru şekilde yaklaşılırsa tepkileri ve tercihleri de tahmin edilebilir olur. kimini zengin olmakla kandırırsın, kimini birlik olmakla kimini imanla... ama mutlaka kanacakları bir yol vardır. çünkü tahmin edilebilirler. açlığı sevgi olan biri ise tercihlerinde tutarsızdır ve önceden tahmin edilemez. işte mevcut düzenin sahiplerinin en çok korktukları bireyler bunlardır. kontrol edilemezler. bir kadını seven erkeğin, ya da bir erkeği seven kadının ne zaman ne yapabileceği, nelerden fedakarlık edeceği öngörülemez. bunları ne televizyon izleterek uyuşturabilirsin, ne milliyetçilik, bir olmak kaygısıyla korkutabilirsin ne de iman gücüyle yapacaklarından vazgeçebilirsin. çünkü aşık olan insanın parayla işi olmaz. aşık olan insanın milliyeti olmaz çünkü başka ırktan birine sevdalanabilir. aşık olan insanın sevdasının karşısına imanı koyamazsın çünkü kalbiyle hareket eder, biad etmez. tanrı korkusuyla insan aşkı arasında sıkıştıramazsın. bir yerde mutlaka hata verir, ya kendini yakar, ya imanını... bu yüzden düzeni yöneten gerçek güç sahipleri, toplumları yönetirken sevgiye aç olan insanları bastırmak için kendilerine göre kurallar koydular. en basiti ve tartışmaya en kapalı olanı, kadını kapatmak oldu. kadını bir insan olmaktan çıkarıp, el değmemesi gereken, sadece erkeğin ait olabileceği bir malmış gibi davranmasını dayattılar. erkeklere ise el değmemiş bir kadınla evlenmeyi şart koştular. kadınlar önce saçlarını örttü, sonra başka erkeklerle aynı ortamda oldukları zaman vicdan azabı çekmeye başladılar. içten içe bunun yanlış olduğunu bilseler de daha yüce bir aşk için, tanrı aşkı için buna katlanmak zorunda olduklarına kendilerini inandırdılar ki, bunu yaparken de en çok kadınlar diğerlerini etkiledi. erkeklere ise daha çok müsamaha gösterdiler. diledikleri kadınla birlikte olabilecekleri ama evlenecekleri zaman, el değmemiş olanı seçerlerse diğer aptıklarının bir önemi olmadığı öğretildi ki bu da işlerine geldi. bu dayatmalardan sonra ne kadınlar ne de erkekler sevdikleriyle birlikte olmak yerine, kurallara uymayı tercih ettiler. sevgiyi çıkardılar denklemden, çünkü işin içinde sevgi varsa, tüm zenginlikler, ırkçılıklar, inanç farklılıkları anlamasız kalıyordu. insanı, sevmek için insan olması yetiyordu. bu güç sahiplerinin işine gelmedi. kadını kapattılar. toplumdan soyutlayıp onları değerli mal haline getirdiler. bunu yaparlarken kendilerini ayrı tuttular ve kimse farkına varmadı. bugün, yaşadığı hayatta mutlu olan sadece güç sahipleri. bir avuç azınlık. geri kalan çoğunluk şükür mekanizmasının ardına sığınıp sıranın onlara gelmesini bekliyor. ya kadınlar? bir külçe altından değerli olmak karşılığında, kendilerini kapatıp, mal olmayı kabul mu ediyorlar? insanın sevmesinden korkuyorlar. çünkü en büyük devrimler aşkla başlamış tarih boyunca. bunu bildikleri için kadınları özenle saklıyorlar... ya kadınlar? neden saklanıyorlar? hiç mi sevmiyorlar?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.