NE ÇIKAR KONUŞTUM İŞTE...
Saat sabahın beş buçuğu...Vampirella geldi...
Niye kendime bu eziyeti yaptığımı merak ediyor olabilirsiniz, tabii bilmiyorsunuz; ben kafamın içinde hiç durmadan çan çan öten bir sürü sesle uyumaya çalıştığım zaman eziyetlerin en büyüğünü yapıyorum kendime...
Hani huylu huyundan vazgeçmez ya, hani can çıkar da huy çıkmaz ya, bu sözlerin doğruluğunu kendi üstümde iyice test edip onayladım artık. Evet, insanlar yıllar geçtikçe türlü deneyimlerle olgunlaşıp gelişirler, ama ÖZ'de bazı şeyler siz değiştirmek isteseniz de asla değişmiyor.
İnsanların birbiriyle hiç durmadan komşuculuk oynadığı, birbirine gülümsediği, selam verdiği, yardımına koştuğu küçük, ama güzel bir yerde büyüdüm ben. Annem acaba çocuğumu kaçırırlar mı endişesi olmadan sokağa salardı bizi, ilkokul 1'den itibaren kendi ayağımla gittim okula, ama asıl önemlisi bugün bile beni hala gülümseten asıl ayrıntı, sokak kapımızın anahtarının dış tarafta takılı oluşuydu... Babanemlerin hele hiç anahtarı yoktu... Oysa şimdi kilit üstüne kilit vuruyoruz kapılara, gerçi ben hala kapının üstünde unutuyorum anahtarı da komşular zili çalıp uyarıyorlar. 16 yıldır halaaa öğrenmeye çalışıyorum ben. Kendi içimden halaaa GÜVEN sözcüğünü fısıldarken çocuklarıma GÜVENSİZLİĞİ aşılıyorum hiç istemeden, yabancılarla konuşmayın diyorum mesela.
Hiç unutmam, yeni evlediğim yıllardı, zili çalıp kapıdan gazete, kağıt toplayan çocuklara meyva suyu ikram ettim diye eşim ateş püskürmüştü, içeri dalıp beni keserlerse görürmüşüm. El kadar, sıcakta ekmek derdine düşmüş çocuk beni niye kessin ki, keserse de o onun günahı... Beni kesecek korkusuyla insanlığımdan vaz mı geçmeliyim!
İki gün önce yine bir yabancıyla konuştum ben...Hatta şeker bile aldım ondan...
Alp'le alışveriş merkezinden çıktık tam arabaya binicez, yandaki ağaçların altında bir sürü, bir sürü kedicik! Kendileri için yapılmış tahta kaplarda önlerine konan mamaları yiyorlardı birbirlerini ite kaka... Cahit amcayı o zaman gördüm. Heyecanla "bu kapları da siz mi yaptınız" diye soruverdim. Evet, o yapmış. Günde iki kere oraya gelip besliyormuş kedileri, hatta köpekleri. Alp arabanın içinde ona aldığım kaykayın dizlik ve kaskını takmaya uğraşırken biz kediler, memleketler, meslekler falan filan sohbet etmeye başladık.(Cahit amca bir mesleğim olmayışına çok hayret etti...) Bir ara "Sana bir hatıra vermek istiyorum" dedi.
Usul usul cüzdanını çıkarıp açtı. İçinden arkası yapışkanlı, tahta görünümlü bir kağıt çıkardı. Ben merak içinde beklerken yine aynı yavaşlıkla elindeki torbayı kurcalamaya başladı. Torbadan ne çıksa beğenirsiniz? Bir makasss! O anda nefesimi tuttum ve eşimin sesi çınlamaya başladı kulaklarımda. Bir iki saniyelik duraksamadan sonra "hayır" dedim kendime, "Hayır, sakın bir adım bile geri adım atma. Bekle, o makas karnına saplanacak bile olsa bekle"
İsmimi sordu Cahit amca, hiç tereddütsüz söyledim. Makasla elinde ki kağıdı şekillendirmeye başladı. Sonra telefonumu istedi ve çok güzel işlediği adımın baş harfini telefonumun arkasına yapıştırdı...
Daha sonra bir kağıt daha çıkardı cüzdanından, ardından da bir kalem. Bana ismini, soyismini ve telefonunu yazdı, sonra benimkileri aldı. En son bir şeker çıkardı cebinden ve bana ikram etti...
Bütün bunlardan sonra yine o şiir geldi aklıma "NE ÇIKAR ATEŞBÖCEĞİ SANSALAR BİZİ"
Eğer bir yıldız gibi ışıl ışılsam ve bir yıldız kadar
parlak. Ne çıkar atesböceği sansalar beni.?
Belki en hoyrat yürek bile ateşböceğinin o uçucu,
masum, sevimli çocuksuluğuna el kaldırmaya kıyamaz?
Güçlü kapıların arkasına kilitlemesem kendimi,
korkaklığımı, sevgi isteğimi en insani yönlerimi
kayıtsızca sunabilsem bu sert kabuğun ağırlığından
kurtulup bir kuş gibi uçacağım özgürce.
10 Yorum
Önerilen Yorumlar