Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DEMİREFE RÖPORTAJI


Freyja

Önerilen İletiler

  • Admin--

•:*´¨`*:•.☆ DEMİREFE RÖPORTAJI ☆•:*´¨`*:•.

 

RADYA'NIN SORULARI, DEMİREFE'NİN CEVAPLARIYLA

 

***

 

Daha nickini okuyunca bile bi gerileyip gardını alası geliyor insanın... Demir soğuk bir gerçekliği temsil ettiği için önce bi adım geriliyorsunuz... Bu yetmezmiş gibi bir de yanında Efe'si var... Efe miiiii? Kaçınnnn! Şaka bir yana gerçekten de ne Demir'liği ne de Efe'liği asla mübağala değil. Hani denir ya, tam da kendine "cuk" oturmuş bir nick seçmiş sevgili Demirefe. Amaaa... Bir de bunun ötesi var... İçerilere doğru gittiğiniz de karşılaşacağınız sıcak gerçeklik... Yaniiii Altınefe... Dikkatinizi çekerim bak Efelik sabit! Evetttt o sıcak gerçekliği görmek için yolculuğa çıkmaya hazırsanız, sırtınıza yaslanın ve okumaya başlayın.

 

İlk söylemek istediğim, soruların çok profesyonelce oluşu... Çok güzel sorular.

 

Doğrusu böyle bir röportaja muhatap olmak insanda çelişik duygular uyandırıyor. Gururlanmayı sevmem. Dünyada gurura değecek bir şey olduğuna inanmıyorum. Lafla olacak bir iş olduğuna da hiç inanmıyorum. İnsan ancak bir iş başardıysa konuşmaya hakkı vardır diye düşünüyorum.

 

Yine de konuşarak belki bir şeyler başarmak mümkündür. Ya hep ya hiç mantığını doğru bulmuyorum. Olabildiği kadarıyla da yetinebilmeli, çok büyük işler yapamıyorsam hiç bir şey yapmayayım dememek gereklidir herhalde.

 

Fakat diyeceğim; İnsanlar kendinden bahsetmekten daima hoşlanır. Bundan kimsenin kaçınabileceğini düşünmüyorum. Hepimiz bir parça kendimizle gurur duyarız, duymak zorundayız, aksi halde insan olamayız. Çünkü insan olmak, süperegonun alt benliği denetlemesidir. Bu itirafı hepimizin dürüstçe yapmamız gerek sanıyorum. Bu bir tür terapi biçiminde yarar da sağlar. Aynaya bakmalıyız, bu yararlıdır.

 

Sorular öyle güzel ki korkarım çok uzun yanıtlar vereceğim. İlk soruya yanıt vermekten diğerlerine geçemem korkarım:

 

Ne yalan söyleyeyim hangi soruyla başlamalıyım diye biraz düşündüm ama şöyle bir geri baktığımda soru geliverdi karşıma...

 

1.Sen hiç ateşböceği gördün mü demirefe?

 

Yandı gülüm keten helva... Bu soruya bir hafta sürer yanıtım. Öbür sorulara geçemem korkarım.

 

Görmez olur muyum! Çocukluğumun en yakıcı özlemi ateşböcekleri... Şimdiki çocuklar onları görmedikleri için öyle şanssızlar ki, hiç gerçek hayatta büyülü bir efsaneyi yaşamadıkları için neyi kaçırdıklarının farkında bile değiller. Onlar yanıp sönen renkli led ışıklarını teknolojinin mucizesi olarak görüyorlar.

 

Fakat babamın nesline göre ben de şanssızım. Çünkü babamın anlattığına göre dar ve karanlık orman yolunu iki yanı kaplayan otların arasından uçan ateşböcekleri aydınlatırmış. Hep o yolda yürümenin hayalini kurardım çocukken.

 

Benim çocukluğumda gündüzden otları karıştırıp onları bulmak ve toplamak gerekiyordu. Sayıları azdı. Çok çirkinlerdi aslında, kuzenim öğretmese onların ateş böceği olduklarına inanmazdım. Parlak siyah, uzun gövdeli kıvrak böceklerdi. Onları toplar bir kavanoza doldururdum. Sonra ağzına bir tül geredim, hava alsınlar diye. Ne yediklerini bilmiyordum, bilsem yiyecek verirdim. Ama nasılsa çok tutmayacaktım onları.

 

Hava kararınca kavanoz elektrik ampülü gibi ışık verirdi. Onu alır karanlıkta evden iyice uzaklaşırdım, iyice karanlık olsun diye. Sonra onları özgürlüklerine kavuştururdum. Işıklı bir bulut gibi yayılışları büyüleyiciydi, hepsi gözden kaybolmadan oradan ayrılmazdım.

 

Sadece ateş böcekleri değil, ben yabani bülbüllerin şakımasını da duydum. Bunu duymayan insan doğadan bir şey anlayamaz. İlk duyduğumda nasıl ürperdiğimi anlatamam. Bülbülün niye efsanelere konu olduğunu anlamıştım. Çünkü kendine has bir besteyle coşkuyla şakıyor, şakıyor, şakıyorlardı. Ama ürperten şakımaları değildi. Sonunda nefesleri tükeniyor ve hıçkırığa çok benzer bir sesle susuyorlardı. Sanki anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor fakat artık anlatamadığı için hıçkırarak susuyorlardı.

 

Ormanla kaplı derin bir vadiydi. Üç sabah sanırım, erkenden güneş doğmadan yürüyerek o vadiye gittim. Çünkü güneş doğunca susuyorlardı. Hiç birini göremedim. Sadece sesleri yankılanıyordu. Biri bitince öbürü başlıyordu. Vadinin her yanından bir bülbül sırası gelince uzun uzun şakıyordu. Hepsinin bestesi başkaydı, aynı değildi.

 

Dünyada hala böyle bir bülbül vadisi var mı? Bilmiyorum...

 

2. Demirefe nasıl bir çocuktu?

 

Sürekli doğa ile ilgilenen bir çocuktu. Yuvasından düşen serçeleri toplayıp eliyle ekmeği, meyveleri bulamaç yapıp besleyen ve büyütüp uçuran, suya düşen karıncaları çıkaran, yavru kedilere peynir götüren bir çocuktu. Korkunç görünüşlü böcekleri de incelemekten çekinmezdi. Geyik böceğinden korkardım ama incelemekten kendimi alamazdım. Bu acaip ve korkunç böcek beni çok etkilerdi. Yine de gardını alıp dikenli boynuzlarını uzatarak beni korkutmasına rağmen eğilip yakından incelerdim. Hayvanlardan pek korkmazdım, küçük bir çocukken yılanları boyunlarından yakalardım.

 

3-Çocukluğunda seni derinden yaralayan ve bugüne kadar yüreğinden silemediğin bir anın var mı? varsa anlatırmısın bizlere?

 

Olmaz mı... Derin bir travma ile sonraki tüm hayatımda izini silemediğim olay, elimle besleyip büyüttüğüm küçük kartopu kuzumun kesilmesiydi.

 

Travma o kadar derindi ki, bilincim travmadan kurtulmak için bu anıyı silmişti. Her kurban bayramlarında depresyon yaşamaktan bıkarak babama bir psikiyatra gideceğimi söyledim. Babam "kuzunu kestiğim içindir" deyince heykel gibi dondum. Belli etmemeye çalışarak mırıldanır gibi: "Ne kuzusu?" dedim. Babam şaşırdı: "Nasıl hatırlamazsın, sen büyütmüştün" dedi. O kadar şaşırdım ki "ve sen onu kestin öyle mi?" bile diyemedim.

 

Küçükken babamla neredeyse hiç konuşmazdım ama nedenini bilmiyordum. Demek buymuş. İki ay uykularım kaçtı. Sonunda bir gece uykuya dalmak üzereyken birden kuzuyu hatırladım. Küçük kartopu gibi bir kuzu avucumu ona doğru çevirdiğimde koşarak gelip avucuma tos vuruyordu. Sonra ona taze çim getirdiğimi, abimin "tos vurmaya alıştırma şunu" diye kızdığını, hepsini hatırladım.

 

Nasıl kesildiğini ise ne kadar düşünsem hatırlayamıyorum. Bu tamamen silinmiş, kesinlikle yok ve hatırlayabileceğimi de sanmıyorum.

 

Faydası oldu hatırlamamın, artık kurban depresyonlarım bitti.

 

Dur devam edeyim, ilginç geldi soruları yanıtlamak. Tekrar edeyim sorular güzel...

 

4-Okul çağlarında nasıl bir öğrenciydin? sınıfta nasıl bir öğrenciydi Demirefe? Tenfüste arkadaşlarıyla birlikteyken nasıldı?

 

Silik bir öğrenciydim. İnsanlarla iletişim kurmakta başarılı değildim. Şaka yapmayı bile beceremiyordum. Çok sessiz ve sakin görünürdüm. Ama nadiren yaptığım çıkışlar büyük şaşkınlığa neden olurdu.

 

Bir keresinde ilkokulda sınıfın delisi olarak tanımlanan ve herkesi döven bir çocuk benim yanımda oturan ve aslında en iyi anlaşabildiğim tek arkadaşım olan... Adı evet hatırlıyorum, Oğuz idi. O da çok halim selim sakin bir çocuktu. İşte sınıfın delisi dediğimiz çok taşkın hareketleri olan iri bir çocuk Oğuz'u dövmüş. Oğuz söylemiyordu ama aşırı durgundu. Ne kadar nedenini sorduysam söylemedi. Sonra sınıftakiler durumu anlattılar.

 

İyi hatırlıyorum, tek kelime etmeden çocuğa giriştim. Neye uğradığını anlamayan çocuk delirmiş gibi bağırarak üzerime saldırdı. Etrafımda dönüp açığımı bulup etkili bir vuruşla beni indirmek istiyordu. Bir kısmı boşa giden, bir kısmı bir derece hedefini bulan yumruklaşmalardan sonra ikimiz de etkili bir sonuç alamadık. Beni epey bir süre bağırarak tehdit etti ama sonra bir daha kavga etmedik nasılsa. Yine de kinci değilmiş, iyi çocukmuş aslında.

 

Öğretmene yaranmak, aferin almak aklımdan bile geçmezdi. Sevmiyordum aslında kadını, ayrım yapıyordu. Zenginlerin de çocuklarının okuduğu bir okula gidiyordum ve kadın onlara çok açık bir şekilde inanılmaz ayrıcalık yapıyordu. Onların söylediği aptalca sözler zeka parıltısı, bizim söylediklerimiz gevezelikti. Halbuki çok da az konuşurdum.

 

Hiç unutmam, sınıfa mikroplarla ilgili bir kitapçık getirip okudu ve ertesi güne bunun özetini isteyip çantasına koydu.

 

Sınıftaki bir tek çocuğun bunun hakkında tek kelime hatırlayacağını hiç sanmıyordum. Ama benim çok ilgimi çekmişti ve oturup kitabın neredeyse tümünü içine alır şekilde özetledim.

 

Ertesi gün kim özet hazırladı diye sorduğunda tek parmak kalktı.Canı sıkıldı, o süper zekalara keşke akşamdan kitabı verseydi de babaları yazsalardı, doktor, avukat çocukları vardı ve hepsi lakayt lakayt bakınıyorlardı. İster istemez azarlar gibi: "Oku bakalım" dedi.

 

Sınıfta bir anda çıt bile çıkmaz oldu. Kadın kitapçığı çantasına koyup götürmese neyse, aynısını bulmuş olmam da pek akla yakın değildi. Hatta mikrop bile demiyor, mikroorganizma filan diyordum. Zaten öğretmen kullandığım sözcüklere hayret eder? "Ne? Ne? Ne?" diye yüzünü buruşturarak kızardı. Tanrım... Ne kadar sinir bozucu bir kadındı! Onu hiç sevmiyordum.

 

Bitirdiğimde tek kelime etmedi. Hiç bir şey olmamış gibi o günkü dersin kitaplarını çantasından çıkardı, masaya koydu. Açtı, gözlüklerini takıp baktı, baktı. Sonra gözlüklerinin üzerinden sınıfa bakıp "bugünkü konumuz..." derken gözü bana takıldı. Söylediği cümle şuydu:

 

-"Ne var, baykuş gibi niye bakıyorsun?" Lanet kadın... Galiba ondan hala hiç hoşlanmıyorum...

 

:D Bu iş bayağı hoşuma gitti... Dur şimdi madem ilkokul hayatımı anlattım, ilkokul aşkımı da anlatmadan olmaz... ;)

 

Adı Nur... Geniş bir yüzü vardı. Babası önemli bir kişiydi, neydi şimdi hatırlamıyorum. Durgun, ağırbaşlı, sessiz ve çok sakin bir kızdı. Gülmezdi bile. O yaşta bu kadar ağırbaşlı ve olgun bir kız nasıl olur diye hayret ederdim. Onunla bir kaç kez konuşmayı denedim. Fakat çok mesafeliydi, çok ağırbaşlıydı. Zaten espri yapıp güldürmeyi hiç beceremiyordum.

 

Kesinlikle göz göze gelmeye izin vermezdi. Ya önüne bakar, ya başka tarafa yüzünü çevirirdi. Hiç cesaret vermezdi. Ben de zaten çok tutuktum, genellikle bir şey sorulmadan konuşmazdım. Konuştuğumda da çok kısa keserdim, laf kerpetenle alınırdı ağzımdan. O yüzden kızla hiç bir şekilde iletişim kuramıyordum.

 

Kız gerçekten güzeldi. Yüzünün geniş oluşu olgun tavrını destekliyor, yaşından büyük bir hava veriyordu. Onu hiç atlayıp zıplarken, bağırırken görmezdim. Her zaman sakin ve ağırbaşlıydı. Yüzü son derece pürüzsüz ve parlaktı. Teni beyaz, fakat saçları simsiyahtı. Saçlarını kısa kestirir ve yüzüne doğru perçemler yaptırırdı. Bunu kendisi mi yaptırıyor, annesi mi yaptırıyordu bilmiyorum. Ama beyaz teni üzerinde siyah perçemler öyle yakıcıydı ki, yüzü bunca seneden sonra kafamda canlanır. Yüzünde çok keskin bir kontrast vardı. Siyah kaşlar, siyah saçlar, derin siyah bakışlar ve parlak beyaz ten...

 

Bir gün öğretmen beni tahtaya kaldırdı. Nur ayrıcalıklı bir kız olduğu için en önde otururdu. Bir anlatım konusuydu, sözel bir konu anlatacaktım. Gözüm Nur'a takılınca kekelemeye başladım. Bir an bocaladım. Öğretmen hayret nasılsa tepki vermedi. O gün insaflı günündeydi, belki de başka bir şeyle meşguldü, öğretmenden yana hiç bakmıyordum. Nur hafifçe gülümseyerek kitabı yavaşça ileri doğru sürdü. Kitaba bakmadım, hala yüzüne bakıyordum. Bir iki bocalamadan sonra toparladım. Nur gülümsemeye başladı. İnanılmazdı, bana gülümseyerek bakıyordu! Bir süre sonra öğretmen: "Tamam tamam, otur" dedi.

 

Uzun süre Nur'un dönüp bana bir küçük bakış atmasını bekledim. Hayır, kesinlikle yapmadı.

 

Başka bir gelişme de olmadı, yine aynı mesafeli ve ağır kız tavrını o günden sonra da sürdürdü.

 

Acaba o kız kiminle evlendi diye hep merak etmişimdir... Nasıl biriyle evlendiğini, ona layık bir adam olup olmadığını sadece bir kez görmeyi çok isterdim doğrusu...

 

Facebook bu işlere yarıyor diyorlar ama... Yok ya, nostalji ile uğraşamam...

 

5-Çocukken kurduğun hayallerden bahsedermisin biraz...Büyüdüğünde ne olmak isterdi demirefe?

 

Tabii ki bilimci olmak isterdim. Daha ilkokuldayken birtakım projelerin bulunduğu bir dosyam vardı. Bu dosyada çizimler, krokiler, tasarımlar vardı. Bu tasarımlar arasında neler yoktu ki... En önem verdiğim proje bir roket projesiydi. Son derece ayrıntılı çizimler ve tasarımlar yapmıştım. Üç kademeli bir roket olacak ve yükseldikçe alt kademelerini atacaktı. Son kademenin yakıtı da bittiğinde paraşütü açılıp yere süzülecekti.

 

Denemelerim sırasında terasta şiddetli bir patlamaya neden oldum. Roket yerden bile kalkmadan patlamıştı. Şanslıydım veya tedbirliydim, her nasılsa bana bir şey olmadı. Resmen patlama beton zemini sarsmıştı. Önce abim çıkıp geldi ne oluyor diye. Abimle tartışmaya başladık. "Oğlum sen manyak mısın, çatlak mısın?" diye bağırıyordu. Az sonra da babam geldi. Bizi tartışırken görünce abime bir tokat patlattı. Abim benim tersime atak ve dışa dönüktü, babam onun kendisine cevap vermesinden hoşlanmazdı. Bu sefer de ne dediyse babam kızmıştı. Suçlu ben olduğum halde tokadı abim yeyince zoruna gitti, bir şey söylemeden aşağı indi. Zavallı abim, yaramaz ve hareketli bir çocuk olduğu için ne zarar olsa ondan bilinirdi, kimse benim yapmış olabileceğimi aklından geçirmezdi. Her ne olsa, bir şey kırılsa azarı o işitirdi. Kesinlikle ben yapmış olamazdım. Halbuki gizli gizli ve sessizce yapmadığım yaramazlık yoktu. Tehlikeli kimyasallar, patlayıcılar, benzin, barut, asit, elektrik... :lol: Uğraşmadığım tehlikeli nesne yoktu. Hatta buna bir ara silahlar bile dahil oldu. Bu konuda amcalarım suçlu. O yaşta bir çocuğun eline nasıl olup dolu silah verip bir de ateş ettirirlerdi aklım almıyor. Küçücük bileklerim silaha hakim olamaz ve kurşunlar sağa sola rasgele giderdi. Ne aymazlık, hayret... Biz daha yeni bilinçlenmeye başlayabilen bir toplumuz, bu kesin...

 

İşin garibi babam filan benim roket denemesi filan yapacağımı aklından geçirmezdi. Öyle uslu ve sakin bir çocuktum ki, yaramazlık yapacağım kimsenin aklından geçmezdi. Daha küçükken o kadar sessizmişim ki, evde bile beni arayıp bulmak zorunda kalırlarmış. Bulduklarında da bütün dikkatimi bir şey üzerinde toplamış, inceliyor olurmuşum. Bu ya bir hayvan, ya da bir alet filan olabilirmiş. Oyuncakları çok merak eder ama sökmeye kıyamazdım. Söktüğümde mutlaka bozulacağını bilirdim. En sonunda abim evirip çevirip durmama dayanamaz, sökerdi. Asla kendim sökmez, ama nasılsa söküldü diye incelerdim. Hatırlıyorum, bir at arabası vardı. Yürürken atlar başlarını sallıyorlar ve adım atıyorlardı. Onu her gün saatlerce inceler, içinde ne olduğunu kestirmeye çalışırdım. Kendi kendime birtakım kestirimlerde bulunur, makaralar, ipler hayal ederdim. Abim "kafayı yiyeceksin sen, söküyorum" der, kıyameti koparırdım, "hayır sökme!" diye.

 

Bir gün dayanamayıp sesimi çıkarmadım. Benden itiraz gelmeyince abim hevesle işe girişti. Güzelim oyuncağı parçalarken çok üzülüyordum ama merakımı da yenemiyordum. Annem görmesin diye masanın altına saklanmıştık.

 

Sonunda bana beni bir ay kadar uğraştıracak bir iş çıktı. Uzun uğraşlarım sonunda esli haline getirmeyi başaramadım. Pek uzmanca sökülmemişti! :D

 

En sonunda atlara öyle üzüldüm ki, saatlerce ağladım. :lol:

 

6.Demirefe büyüdüğünde hangi mesleği seçti? Bulunduğun nokta seni mutlu kılmaya yetiyor mu?

 

Sorunun ikinci kısmının yanıtı, birinci kısmını önemsiz kılıyor, ikinci kısmın yanıtı hayır...

 

Bilimci olmadıktan sonra ne olsam boş... Hayalim ODTÜ okumaktı. Fakat bunun için yeterli gelecek hiç bir desteğim yoktu, ne maddi, ne manevi. Azıyla yetinmek zorunda kaldım. Evet, fakülte ama ODTÜ olmadıktan sonra kıymeti yok.

 

7.Mutluluk deyipte sormadan olmaz...Senin için mutluluk nedir?

 

Bilmek...

 

8-Yaşama sevincini nereden alıyorsun?Seni neler bağlar hayata?

 

Anlamak...

 

9.Seni en mutsuz eden şey? Hani şu içimde yaradır deriz ya...]

 

Anlayamamak.

 

10.Bir gün mutlaka! dediğin kendinle ilgili plan ve projelerin var mı?

 

Olmaz mı... Bir tekne istiyorum.

 

11-İnsanlara güvenirmisin? Sana güvenmelerini nasıl sağlarsın?

 

Hayır. Hiç bir şey güvenilir değildir. Kimsenin de bana güvenmesini beklemem.

 

12-Benden "şu olmaz" dediğin bişey var mı hayatta?

 

Sanmıyorum.

 

13-Demirefe mutfağa girer mi acaba? Yemek yemek için değil tabi, yapmak için

 

Evet. Gerekli olursa yemek yapar ve tabii yerim de...

 

14-Mucizelere inanırmısın? Eğer evetse, mucizeleri doğuran bir kuvvet var mıdır?

 

İnanırım. Mucizenin iki tanımı var diye düşünüyorum. Olmayacak kadar düşük olasılıkların gerçekleşmesi ve aynısını yapmaktan aciz kaldığımız şeyler... Her iki anlamda da mucize elbette var.

 

Slogan kabul ettiğim prensibe göre raslantının bile nedenleri varsa, mucizelerin nedenleri mutlaka olacaktır. Ama nedenlerini kavrasak zaten mucize olmazlardı.

 

15-"İyi ki var" dediğin özelliklerin?

 

Yok, sıradan bir kişi olduğuma inanıyorum.

 

16-"Olmasaydı iyiydi ama huyum kurusun işte " dediğin özelliklerin?

 

Yok, sıradan bir kişi olduğuma inanıyorum. :)

 

17-Hayalini kurduğun tatil?

 

Issız ada... Robinson Crouse çocukluğumun en etkileyici romanıydı, yıllarca kendimi Robinson olarak hayal ettim. Fakat tatilimin onunki kadar uzun olmasını asla istemem. Bu bir kabus olurdu.

 

18-Hayat koca bir hiç midir yokolup gideceğimizi düşünürsek?

 

Hiç diye bir şey yoktur. Hiç bir şey yokken ortaya çıkmamıştır, hiç bir şey yok olmaz. Zaman sonsuzdur, varlık da sonsuzdur. Bunun aksi düşünülemez, felsefi olarak aksi olanaksızdır.

 

19-Ölüm bir yokoluş mudur yoksa yeni bir başlangıç mı sence?

 

Hiç bir şey yok olmaz, var da olmamıştır, başlangıç ve son diye bir şey de yoktur.

 

20-Demirefenin kural ve prensipleri var mıdır? Varsa nelerdir?

 

Mutlaka nedeni bilmek isterim. Neden? sorusunu mutlaka cevaplamalıyım. Cevaplayamıyorsam elimden geleni sonuna kadar yapmalıyım. Neden? sorusunu cevaplayamamayı asla kabul edemem.

 

21-Öfkelendiğinde öfkeni nasıl yatıştırırsın?

 

Doğa ile başbaşa kalmak tüm sorunlarımı çözer.

 

22-Cevabını vermekte en cok zorlandığın veya kararsız kaldığın soru ne olurdu hayatında ?

 

Gerçek nedir?

 

23-Hiç duygularınla, mantığın arasında çeliştiğin olur mu?Böyle bir durum karşısında tepkin ne olur?

 

Olmamasını düşünemiyorum. Hiç kimse için bundan bağışık olmak düşünülemez.

 

Tabii ki mantığımı kullanırım. En azından kullanmaya çalışırım. Başaramazsam yeniden denerim. Mutlaka sonuçta mantık üstün gelmeli...

 

24- "Evet, işte bu benim dostum" dediğin insanın özellikleri neler olmalı?

 

Kayıtsız şartsız çıkarların söz konusu edilmekten uzak tutulması. Çıkar söz konusu olduğunda dostluk olamaz.

 

25-Zaman makinası olsa hangi tarihe giderdin,eğer geçmiş bir tarihi seçiyorsan, o zamanda yaşamış kimi tanımak isterdin?

 

65 milyon yıl öncesine gitmek isterdim. Tiranosaurus Rex ile tanışmak için...

 

26-Eğer ışınlanabilme özelliğimiz olsa şu saniye nereye ışınlanmak isterdin?

 

Geleceğe... Ne kadar geleceğe diye sorma, madem yaptın bir hayır, sonsuza kadar her istediğim yere...

 

27-Benim bildiğim bir özelliğini arkadaşlarla paylaşmak istiyorum,tabi eğer iznin olursa...Vereceğim fotoyu inceleyip karakter analizi yaparmısın desem?

 

basbakan_recep_tayyip_erdogan.jpg

 

Onun karakter analizini halk daha yapamadıysa koyver gitsin, ben yapsam ne yazar...

 

Bir kere daha soruların güzel olduğunu vurgulamak istiyorum. Hatta yeniden uzun olarak yanıtlamak bile isteyebileceğim kadar güzeller...

 

Teşekkür ederim, öyle olmaları gerekiyordu...

 

28-Tartışmaların bile aralarına konuya uygun fıkralar eklemenden fıkra dağarcığının bol olduğunu düşünüyorum...Çok güldüğün bir fıkrayı bizlerle paylaşırmısın?

 

Tabii...

 

Henüz milenyum olmamıştı. Tanrı milenyumdan sonrasının anlamsız olacağını düşünüp kıyameti koparmaya karar verdi. Bunu insanlara bildirmesinin iyi olacağını düşündü. Belki içlerinden biri tanrıyı vazgeçirecek bir yeteneğe sahip olabilirdi.

 

İnsanlardan üç önemli kişiyi seçmesinin yeterli olacağını düşündü. ABD başkanı Clinton, Rusya lideri Yeltsin ve Microsoft yönetim kurulu başkanı Bill Gates'i seçti.

 

Üçünü çağırıp milenyumda kıyameti koparacağını bildirdi ve gidebileceklerini söyledi. Sonra merakla ne yapacaklarını izlemeye başladı.

 

Clinton döner dönmez hemen Temsilciler Meclisini acil toplantıya çağırdı. Kürsüye çıkıp:

 

-"Bir iyi bir kötü haberim var." dedi. Senatörler:

-"Önce iyisini söyle" dediler.

-"Dünyanın en önemli kişisi benim. Kötü habere gelince, milenyumda kıyamet kopacak!"

 

Aynı anda Yeltsin de Duma'yı acil toplamış konuşma yapıyordu:

 

-"Haberler kötü, öncelikle tanrı gerçekten de varmış. Daha kötüsü, milenyumda kıyameti koparmaya karar vermiş."

 

Bu sırada Bill Gates sevinçten uçarcasına yönetim kurulunun başına geçmiş, mikrofonu sıkıca kavramıştı:

 

-"Millet, size süper haberlerim var! Birincisi dünyanın en önemli üç kişisinden biri benim. Daha mükemmeli, artık bilgisayarlarda milenyum sorununun üstesinden gelmemize gerek kalmadı!"

 

29-Demirefe unutkan mıdır?

 

Evet, çok...

 

30- Nasıl unutkanlıklar birkaç örnek lütfen (tamam kabullll benim kadar unutkan birilerinin olduğunu bilmek güzel, o yüzden soruyorum...:D)

 

Ertesi gün mutlaka yerine ulaştırılması gereken bir şeyi sabah çıkarken unutmayayım diye kapıya yakın en göze batacak yere koymama rağmen sabah onu görmeden geçer giderim. Saat her kaçta aklıma geldiyse geri gelir onu alır cebime koyarım. Sonra cebimde kalır, vermeyi unuturum. Öğlen cebimde olduğunu görünce öğleden sonra mutlaka vereyim diye düşünürüm. Öğleden sonra yine unuturum. Akşam cebimden çıktığında ertesi gün mutlaka unutmamam gerektiğini düşünürüm. Yarın artık haftasonu, pazartesi için böyle bir şey cebimde bekliyor. Umarım unutmam. :D

 

Birazda tek kelime, tek cevap yapalım mı?

 

Tabii ki ,neden olmasın?

 

Politika- Sarmal

 

Tartışma- Sonsuz

 

Kedi- Mükemmel

 

Gipgip- Garibim

 

Fıstık- Bir de keçilere inatçı diye iftira ederler. Mubişimi görseler inat, hem de aksi bir hayvan nasıl olur anlarlardı. Dünyanın en gaddar muhabbet kuşu.

 

Dünya- Bilye

 

Ötenazi- Zor

 

İdam- Kaldırıldı

 

Bağışlamak- Asla

 

Zaman- En zor

 

Yaşam- Kısa

 

Aşk- Tek atımlık barut

 

Müzik- Ritm

 

Yumak- Benim güzel prensesim... Son kedim...

 

Bana vakit ayırdığın için çok teşekkürler...Benim açımdan da çok keyifli bir röportaj oldu...:)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Admin--

Sevgili Radya ve Sevgili Demirefe,

 

Elinize, yüreğinize, canınıza sağlık...

 

İkinize de bu güzel röportaj için içtenlikle teşekkür ediyorum :):flowers:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Radya ve Sevgili Demirefe,

 

Elinize, yüreğinize, canınıza sağlık...

 

İkinize de bu güzel röportaj için içtenlikle teşekkür ediyorum :):flowers:

 

:):flowers:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çok güzel röportaj olmuş teşekkürler arkadaşlar. Bu arada;

 

Benim çocukluğumda gündüzden otları karıştırıp onları bulmak ve toplamak gerekiyordu. Sayıları azdı. Çok çirkinlerdi aslında, kuzenim öğretmese onların ateş böceği olduklarına inanmazdım. Parlak siyah, uzun gövdeli kıvrak böceklerdi. Onları toplar bir kavanoza doldururdum. Sonra ağzına bir tül geredim, hava alsınlar diye. Ne yediklerini bilmiyordum, bilsem yiyecek verirdim. Ama nasılsa çok tutmayacaktım onları.

 

Hava kararınca kavanoz elektrik ampülü gibi ışık verirdi. Onu alır karanlıkta evden iyice uzaklaşırdım, iyice karanlık olsun diye. Sonra onları özgürlüklerine kavuştururdum. Işıklı bir bulut gibi yayılışları büyüleyiciydi, hepsi gözden kaybolmadan oradan ayrılmazdım.

 

Ben de çocukluğumda bu ateş böceklerini çok kereler gece lambası olarak kullanıştım smile.gif Benim tül bulma şansım yoktu yalnız, o yüzden ben çiviyle kavanoz kapaklarını deler, hava almalarını öyle sağlardım. Blogumda da yazmıştım bunu hatta...

 

Acaba ateş böceklerinden gece lambası yapan başka kaç çocuk vardır? unsure.gif

 

Röportajın bu kısmını okurken gecenin karanlığında ışıl ışıl parlayan ateş böcekleri geldi gözlerimin önüne, sayenizde bir kez daha gördüm şimdi onları... Çoook güzeller, çooook!

 

Çok içten, çok samimiyetle hazırlanmış bir röportaj olmuş, çook hoşuma gitti smile.gif

 

Freyja'nın da dediği gibi elinize, yüreğinize canınıza sağlık arkadaşlar clover.gif

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Röportajın bir harika Radya, yanıtlar da bir o kadar keyifliydi demirefe clover.gif

 

Ateşböceği ile orta 1 sıralarında tanışmıştım..eskilere gittim sayenizde :) akşamüzerleri yanmaya başlarlardı..dışarı çıkar dikkatle seyrederdim..gündüz eniştem 1 tane yakalayıp bana vermişti ufak kapkara bişey olarak hatırlıyorum..

ama gece keyfine diyecek yoktu..

 

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

içtenlikle teşekkür ediyorum :):flowers:

Ben teşekkür ediyorum. Keyifli ve ötesinde yararlı, çünkü içimde çocukluğumdan beri sakladığım duygu ve düşüncelerimi ortaya çıkarma fırsatı yabana atılır bir şey değil. Örneğin ilkokul öğretmenimi sevmeyişim. E sevmeyeceğim de ne yapacağım, ne olacak yani, gidip adresini bulup "sen yok musun sen" mi diyeceğim? Hayatta bile değildir olasılıkla. O yüzden anlatmak her zaman bir deşarj biçimidir. "Kurban sendromum" hakeza... Beni yıllarca bocalatan, her sene bazen bir bazen iki ay boyunca geçmeyen, tam nedenini bir türlü kavrayamadığım "kurban sonrası depresyon"un (hatta öncesi de, çünkü giderek daha kurban yaklaşırken de şiddetlenir olmuştu.) en sonunda nedenini çözmüş olmam önemli bir dönemeç ve bunu anlatmak ayrı bir rahatlama sağlıyor elbette.

 

Bu yabana atılmaz bir konudur, hipnozla bilinçaltı çözümlenerek tedavi edilen insanlar çoktur. Kısaca bir örnek; küçük böcek fobisi olan bir kadının küçük bir çocukken bahçede bulduğu içi küçük böcekler tarafından boşaltılmış olgun bir armut bulmuş olmasının bu fobinin nedeni olduğu saptanmış. Şiddetli depresyon olayı bellekten silmiş. Fakat her küçük böcek gördüğünde yine bayılıyormuş. (Ben kurban bayramlarında hiç bayılmadım neyse ki... :) ) Fakat bilinçaltı çözülünce durumu düzelmiş.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Acaba ateş böceklerinden gece lambası yapan başka kaç çocuk vardır?

Bu soru ömrümce kafamı kurcalamıştır. "Neden çevremde benim benzerim bir tane bile çocuk yok?" düşüncesi hep beynimi kemirmiştir. Neden hep ben yavru kedilere eziyet eden çocukları dövüyordum da bir arkadaşım bile bana yardım etmiyordu? Neden arkadaşım dediğim çocukları ağaç dallarını kırıp sapan yaparken görüyor ve sapanını elinden alıp kırdığımda arkadaşlığımız bitiyordu? Neden yuvasından düşen yavru kuşları besleyip uçuran bir kişi daha göremiyordum? Kendi kardeşim buna dahil? Neden sokakta miyavlayan yavru kediye peynir vermeye gitmek istediğimde "cırmalar, hasta olursun" diye engel olduklarında ağladığım zaman "sorunlu çocuk" damgası yiyor, "ne olacak bu çocuğun sonu?" diye konuştuklarını duyuyordum?

 

Neyse... Kavanozu tül ile kapatmak iyi fikir değil aslında. Aynını kocaman bir orman karıncasına uyguladığımda fiyasko oldu. Onu piknik örtüsünün arasında bulmuştum. Hiç görmediğim kadar büyük, kırmızı bir karıncaydı. Hemen bir kavanoza koydum ve bir damla su, bir damla reçeli kavanozun içine damlattım. İkisini de bitirdi ve canlandı. Uzun uzun hayran hayran onu seyrettim. Ayrılıp geri geldiğimde tülü kocaman kıskaçlarıyla kesip kaçmıştı! Halbuki onu piknik yaptığımız yere bisikletle gidip bırakacaktım! :) Yuvasına ulaşamamıştır diye epey üzüldüm, etrafta aradım. :) Canlı türlerinin nesillerinin tükendiği dünyamızda çok cılız, hatta komik kalan bir duyarlık elbette.

 

O günden sonra savaşçı orman karınca devletinin savaşlarını anlatan çizgi romanlar çizmeye çalışmıştım... :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Güvene takıldım ben

Haklısın, çok duyarlı görünürken bazı konularda çok katı tutum takınmamı ben de kendi çelişkim olarak görüyorum. Ama açıklayabilirim:

 

Benim söylediğim tam bir güven diye bir şey olmadığı. Güven duygusu yüzdeli bir oran sayısıdır. %50, %90 gibi. %100 olanaksızdır. Hiç bir şeye tam bir güven duyamazsın. Bu kaçınılmazdır, çünkü bizler çok tehlikeli bir doğada evrildik. Bu genlerimize işledi. En güvendiği annesinin kucağında, ağaç tepesinde güven içinde uyuyan bir yavru, annesinin zor geçen günün yorgunluğu sonucu bir anlık gafletle kendisini aşağıya düşürmeyeceğinden ve yırtıcılar tarafından parçalanmayacağından güvende olamadı. Karanlıkta korkunç homurtular ve çığlıklar duyarak büyüdü. Halen uykuda sıçrama refleksimizin, ağaç dallarına tutunma içgüdüsünün kalıntısı olduğu söyleniyor.

 

Ötesinde, bir çok annenin "nasılsa bir yavru daha doğururum" düşüncesiyle yavrusunu yırtıcıların dişleri arasında parçalanırkan bırakıp kaçmak zorunda kaldığına defalarca tanık oldu...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ufak kapkara bişey olarak hatırlıyorum.

Evet, onu yakaladığında sanki kuyruğunda iğnesi varmış da sokacakmış gibi belini kıvırıp dururdu ama tehlikesizdi.

 

Çocukken hayvanlara yaklaşmam konusunda sayısız kez azarlandım. Hiç bir hayvandan çekinmezdim. Bir sefer piknik yerine boynundan tuttuğum bir yılanla döndüğümde herkes çil yavrusu gibi kaçışmıştı. :lol: Babamdan başka kimse yanıma gelmedi. Babam kaşlarını çatarak "bu çocuğu bu kez fena pataklayacağım" der gibi bakarak bu yılanı niye tutup getirdiğimi sorduğunda sanki çok sıradan ve normal bir şey söyler gibi soğukkanlılıkla:

 

-"Onu eve götürüp besleyeceğim" dedim. :lol: Babam beni hayvan sevgimden vazgeçirmek için bir kere güvercinimi kesmekle tehdit etmişti. Bıçağı eline aldığında öyle bir yaygara koparmıştım ki, bunu bir daha denememişti.

 

Yılanım serbest kaldı, bir zarar gelmedi ama okkalı azarlar işittim... Artık bu seferki kuş kedi filan değil, yılandı! :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

NOT: Gipgip bir su kaplumbağasıdır. Çeşitli telaffuzları var. Gepgep, gupgup... :D

 

Ses çıkarma yeteneği olmaması bana hüzün veriyor. Hiç yiyecek bulamasa bile en küçük çığlık atamayışı, tümüyle çaresiz kalırsa metabolizmasını yavaşlatarak direnişe geçme yeteneği olması ona duyduğum hayranlığın nedenleri.

 

Her türde ona saygı duymayı gerektirecek olağanüstü bir özellik var...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Haklısın, çok duyarlı görünürken bazı konularda çok katı tutum takınmamı ben de kendi çelişkim olarak görüyorum. Ama açıklayabilirim:

 

Benim söylediğim tam bir güven diye bir şey olmadığı. Güven duygusu yüzdeli bir oran sayısıdır. %50, %90 gibi. %100 olanaksızdır. Hiç bir şeye tam bir güven duyamazsın. Bu kaçınılmazdır, çünkü bizler çok tehlikeli bir doğada evrildik. Bu genlerimize işledi. En güvendiği annesinin kucağında, ağaç tepesinde güven içinde uyuyan bir yavru, annesinin zor geçen günün yorgunluğu sonucu bir anlık gafletle kendisini aşağıya düşürmeyeceğinden ve yırtıcılar tarafından parçalanmayacağından güvende olamadı. Karanlıkta korkunç homurtular ve çığlıklar duyarak büyüdü. Halen uykuda sıçrama refleksimizin, ağaç dallarına tutunma içgüdüsünün kalıntısı olduğu söyleniyor.

 

Ötesinde, bir çok annenin "nasılsa bir yavru daha doğururum" düşüncesiyle yavrusunu yırtıcıların dişleri arasında parçalanırkan bırakıp kaçmak zorunda kaldığına defalarca tanık oldu...

Katıldığım ve tatmin olmadığım yerler var, haklısın güven konusunda hep nedenlerle yaklaşıyoruz.

Yüzdeler konusunda ise, :unsure: tamamen güvenmeden sürekli yalnız hissetmez mi insan kendini diye takıldım.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

güven konusunda hep nedenlerle yaklaşıyoruz.

Hele benim için bu kaçınılmaz bir sonuç, çünkü nedensellik felsefesi benim yaşam felsefem olmuş durumda. Artık bunu bir yaşam tarzı biçimine getirmiş durumdayım. Her konuda tek ölçütüm nedensellik...

 

Bu belki bir şartlanma ve kısıtlayıcı bir tarz olarak görünebilir. Belki de önünü sonunu düşünmeden ileri atılan insanlardır asıl insanlığın ufkunu açan, hatta belkisi fazla... Ama her türden insan olması, çeşitlilik türümüzün asıl zenginliği...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hele benim için bu kaçınılmaz bir sonuç, çünkü nedensellik felsefesi benim yaşam felsefem olmuş durumda. Artık bunu bir yaşam tarzı biçimine getirmiş durumdayım. Her konuda tek ölçütüm nedensellik...

 

Bu belki bir şartlanma ve kısıtlayıcı bir tarz olarak görünebilir. Belki de önünü sonunu düşünmeden ileri atılan insanlardır asıl insanlığın ufkunu açan, hatta belkisi fazla... Ama her türden insan olması, çeşitlilik türümüzün asıl zenginliği...

Evet nedensellik benim içinde önemli ama; aslına bakarsan bazende cevap veremediğimiz nedenler bizi bilinmezlere sürüklüyor.

Cevap bulamadığım nedenler hep korkutuyor beni.

Enini sonunu düşünmeden ileri mi atılmak ... hmm bazen kötü sonuçlar doğuruyor.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Sorular güzel..cevaplarda, sorulardaki güzellik kadar güzel.. :)

 

Güven meselesi.. :D

 

Kendimize her konuda %90 güven %30 güven..karşımızdakinede yüzde o kadar güven..NEDENİ bu Sn.Demirefe.. :)

 

Felsefen NEDENSELLİK ise.. :)

 

Sen neleri yapabileceksen yada neleri yapamayacaksan(yapmayacaksan) :) ..nedeni sensin.. :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Doğrusu soruları profesyonelce buldum. Radya psikiyatr olmalıymış! :D

 

İşte buda benim içimde hep uktedir...:D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Neden?

Sorduğun için teşekkür ederim. Aslında bunun açıklanmaya muhtaç bir yanıt olduğunu biliyordum da, soran olmazsa öyle kalsın diyordum. Madem sordun, yanıtlamam gerekiyor.

 

Bağışlayıcılık elbette önemli bir haslet. Ben asla kelimesini tabii ki kusur ve kabahatler için kullanamam. Bu korkunç bir katılık ve taş yüreklilik olur.

 

Fakat önemli konularda gerçekten affedemezsiniz, ederseniz yanlışların en büyüğünü yaparsınız.

 

Örneğin: Bir kadın kendisini tekme tokat, öldürürcesine döven kocasına asla dönüp bir şans daha vermemelidir. Önemli bir hata yapan insana ikinci şansın verilmesi, "öldürecektin öldüremedin, bir daha dene başaracaksın" demekle eş anlamlıdır...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşte buda benim içimde hep uktedir...:D

İyi bir psikiyatr olacakmışsın, ben de iyi bir bilimci olurdum sanırsam, kader utansın demeyeceğim, determinist olduğum için. "Koşullar oluşmamış" diyeyim, koşulların utanacakları yok, olmaz da ama utansınlar diyeyim yine de... :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

nedeni sensin.

İlla ki... "Becerememişsin işte, madem deterministsin, kendini suçla" diyorsun demi Dayı... Çok sert konuştun, kalbimi kırdın! :D

 

Tabii şaka. Doğru söze boynum kıldan ince. Şikayete hakkım yok. Kafaya koyan, dişiyle tırnağıyla söker alır, bahane olmaz, haklısın.

 

Aslında iyi bir kader-determinizm tartışması çıkar bu işten ama... Hem uzun, hem derin kaçar...

 

Sahi, güven yüzdelidir tamam ama, başta kendine yüzde kaç güvenebilirsin değil mi, bırak başkasına güvenmeyi!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.