Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Dindar Bir Vatan Evladı: Mustafa Kemal Atatürk


selamgeneral

Önerilen İletiler

Dindar Bir Vatan Evladı: Mustafa Kemal Atatürk

Kaynak : sozcu.net - Dindar Bir Vatan Evladı: Mustafa Kemal Atatürk Yarım yüzyılı aşkın bir süredir bazı ideolojik çevreler tarafından Türk halkına son derece çarpık bir mantık aşılanmaya çalışıldı.

 

Oysa, Atatürk’ün hayatı ve düşünceleri araştırılıp incelendiğinde, materyalist kesimlerin öne sürdükleri bu tür iddiaların bütünüyle gerçek dışı olduğu ortaya çıkar. Gerek Atatürkü yakından tanıyan kişilerin aktardıkları bilgiler, gerekse Atatürkün hayatını anlatan güvenilir kaynaklar incelendiğinde, Atatürkün sarsılmaz bir Allah inancına sahip, Kuran-ı Kerimi kendisine rehber edinmiş samimi bir Müslüman olduğu görülecektir.

 

Atatürk’ün sağlam bir İslam inancına sahip olduğu, çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda da açıkça kendini göstermektedir. Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önderimizin ortaya koyduğu uygulamaları incelediğimizde de, bunların dinimizin özüne ve Kuran-ı Kerimde tarif edilenlere uygun olduklarını görürüz.

 

Atatürk’ü dinden uzak ve materyalist bir kişi olarak göstermek isteyenler şunu iyi bilmelidirler ki, Atatürk hayatı boyunca, temelini materyalizmden alan komünizme karşı büyük bir mücadele vermiştir. Bu konuyla ilgili olarak da, Şurası unutulmamalıdır ki; Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir. (Faruk Şükrü Yersel, Eskişehir Gazetesi, 1926) talimatını vermiştir.

Bizlere yani Türk Ulusuna düşen vazife ise Atamızı, onun ilkelerini, fikir ve düşüncelerini en doğru bilgilerle tanımak, halkımıza tanıtmak ve gelecek nesillere aktarmaktır.

 

Atatürk, Allahın birliğini, büyüklüğünü şu samimi sözlerle ifade etmiştir:

 

Ey Millet! Allah birdir. Şanı büyüktür. Allah’ın selameti, atıfeti ve hayrı üzerinize olsun. Koyduğu esas kanunlar, Kurân-ı Azimüşşandaki ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhunu vermiş olan dinimiz son dindir. Ekmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, hakikate uymamış olsaydı, bununla diğer ilahi ve tabii kanunlar arasında aykırılıklar olması gerekirdi. Bütün ilahi kanunları yapan Cenab-ı Haktır. (Atatürkün S ve D. c. 2, s. 93)

 

Atatürk, Kuran-ı Kerime olan bağlılığını onu Kitab-ı Ekmel yani (En Mükemmel Kitap)8 diye tanımlayarak dile getiriyordu. Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşküne hafızları çağırtarak sık sık Kuran okutmuş, ayetler üzerinde incelemelerde bulunmuş ve hafızlarla meal ve tefsir konularında fikir alış verişinde bulunmuştu.

 

Atatürk özel sohbetlerinde pek çok kez dindar olmanın gerekliliğinden, Peygamber Efendimizin hayatından, Asr-ı Saadet ve Hülefayı Raşidin (dört halife) dönemlerinden, dinimizin yüceliğinden, Allahın kudretinden söz etmiştir. İslam Dininin son ve mükemmel din, Peygamberimiz (sav)in de son peygamber olduğunu her fırsatta vurgulayan Atatürk, ulusuna da dindar olmayı, dinini öğrenmeyi öğütlemiştir.

 

Atatürk, dinimizin akıl ve mantığa uygun olduğunu da aşağıdaki sözleriyle belirtmiştir:

 

Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslamın menfaatine uygunsa kimseye sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. (Atatürkün S.D. II, 1923, s. 127)

İslam Dini hakkında bu kadar güzel fikirlere sahip olan ve her ortamda bu düşüncelerini dile getiren Atatürk, açıktır ki Allahtan korkan, Allahın emirlerini elinden geldiği kadar yerine getirmeye çalışan bir Müslümandı. Atatürk, Çanakkale Zaferinde çarpışan Türk askerlerinin iman ruhunu şöyle anlatmıştır:

 

Çanakkale İslâmla korundu diyen Atatürk şöyle devam ediyor: Öleni görüyor. Üç dakikaya kadar öleceğini biliyor. En ufak bir fütur (yılgınlık) bile göstermiyor. Sarsılmak yok. Okuma bilenler ellerinde Kurân, cennete girmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler kelime-i şehadet getirerek yürüyor. Bu, Türk askerlerindeki ruh kuvvetini gösteren, şaşılacak ve övülecek bir misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur. (Atatürkün S ve D. c. 2, s. 93)

 

Atatürk; Peygamber Efendimizi çok iyi tanımış, onun üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:

 

O, Allahın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuca kadar O, ölümsüzdür. (Dr. Utkan Kocatürk, Atatürkün Fikir ve Düşünceleri, Atatürk ve Din Eğitimi, A. Gürtaş, s. 26)

 

Onun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed (sav)in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedirde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir; Onun peygamber olduğunun en kuvvetli işareti işte bu savaştır. (Hakikati Tasvir, Ş. Günaltayın Anıları, A. Gürtaş, s. 26)

Atatürk’ün Hz. Muhammed (sav)e yönelik övgü dolu sözleri ise şöyledir:

 

 

Bütün dünyanın Müslümanları Allahın son peygamberi Hz. Muhammedin gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammedi örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyetin hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler. (Urduca Yayınlarda Atatürk, A.Ü. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Yayını, 1979, s. 70-71)

 

Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (sav)e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir. (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s.)

Atatürk, laikliği, din ve vicdan özgürlüğünün temeli olarak kabul etmiştir. Bize düşen görev, Atatürkün de yaptığı gibi, İslamı savunmak ve Allahın dinini insanlara öğretmektir.

 

Şurası unutulmamalıdır ki; Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir.

 

**********

 

Tam bir Türk milliyetçisi ve Türk-İslam Birliği taraftarı olan Atatürkün Türk aleminin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir. sözü onun tüm bu deccallere ve zihniyetlerine karşı olduğunu göstermektedir. Komünizmle mücadele eden Atatürk ayrıca Türk-İslam Birliğinin en büyük savunucularından biri olarak bu birliğin önemine şöyle dikkat çekmiştir:

 

Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile, gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği`ne inanıyorum, onu görüyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliğiyle açacaktır. Dünya sükununu bu fasıllar içinde bulacaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 ay sonra...

Atatürk son derece dindar bir insandı. Fakat günümüze kadar kendisinin bu dindar yönü hep gizlenmiş, bir insanın hem dindar hem de medeni ve son derece de aydın olamayacağı insanlara empoze edilmiştir. Halbuki Atatürk hem dindar olunup hem de dünya çapında aydın ve ileri görüşlü olunabileceğinin en büyük göstergesidir. Üstelik din zaten insanı karanlıktan çıkarıp aydınlığa götürür, birtakım dogma fikirlere saplanmasına müsaade etmez, daima araştırmayı ve öğrenmeyi öğütler.

 

Atatürk, İslam ahlakıyla ahlaklanmış, tam bir Osmanlı beyefendisidir. Kendisinin ne kadar dindar bir insan olduğunu hayatına baktığımızda çok iyi anlayabiliyoruz. Her şeyden önce Atatürk 1920’ lerin sonu 1930’ ların başında Kuran tefsiri ve tercümesi ile hadis çalışması yaptırmıştır. Atatürk’ ün Kuran’ ın tercümesini yaptırması Türk halkının Kuran’ ı anlayarak öğrenmesini, dinini bilerek uygulamasını sağlamaktır. Elmalı Hamdi Atatürk’ ün bu verdiği görevi yerine getirerek Kuran’ ın hem tefsirini, hem de tercümesini yapmıştır. Atatürk sayesinde Kuran tüm Müslümanlar tarafından Türkçe okunabilmiş ve ayetler üzerinde derin düşünerek, anlayarak Allah’ ın hikmetli sözleri kavranabilmiştir.

 

Atatürk’ ün dindar yönünü anlatmak için hayatından vereceğimiz birkaç örnek yeterli olacaktır.

 

ATATÜRK’ ÜN KURANI ÇOK İYİ BİLMESİ:

Atatürk Edirne ziyaretinde Selimiye Camii' nin içini dolaşırken, mihrapla büyük avizenin arasında durarak yukarıdaki yarım kubbenin üzerinde Arapça yazılı olan ayeti okuyarak müftüye sorar. ' Hocam bu ayet Tevbe suresi 18' nci ayet değil mi? ' der. Müftüden ' Evet paşa hazretleri' cevabını aldıktan sonra müftüye ' Bana bu ayetin manasını söyleyebilir misiniz? ' diye sorar. Hocanın doğru cevabı üzerine teşekkür edip ' Evet bende öyle biliyorum' der. Hat sanatının ağdalı uygulamasıyla kubbeye yazılı ayetin hem Arapça' sını ve hem de Türkçe anlamını bilecek kadar İslam konusunda birikimli bu büyük ve güzel insanı dinsiz gibi göstermek çok büyük bir hata olacaktır.

 

ATATÜRK’ ÜN MECLİSİ KURAN OKUTARAK AÇTIRMASI:

Atatürk Büyük Millet Meclisi' nin 23 Nisan 1920 Cuma günü açılmasını emretmiştir. Bu açılışın 21 Nisan 1920' de tüm Türkiye' ye gönderilen bildirgesi, bildirgeyi bizzat kaleme alan Atatürk' ün, samimi inancını açıkça gözler önüne seren tarihi bir belge niteliğindedir: 1. Allah' ın yardımıyla 23 Nisan Cuma günü, Cuma namazından sonra Ankara' da Büyük Millet Meclisi açılacaktır. 2. Vatanın bağımsızlığı ve kurtarılması gibi çok önemli vazifeleri olan Meclisin açılış gününü, Cumaya tesadüf ettirmekten maksat, o günün kutsallığından faydalanmak ve açılmadan önce sayın milletvekilleriyle Hacı Bayram Camii' nde Cuma namazı kılmak, Kuran ve namazın nurlarından faydalanmaktır... 3. O günün kutsallığını güçlendirmek için bugünden başlayarak valiliklerde, vali beyefendinin düzenlemesiyle hatim indirilecek, muhayiri şerif okunacaktır. Hatmin son kısımları Cuma namazından sonra Meclis binası önünde tamamlanacaktır....

 

ATATÜRK’ ÜN ALLAH İNANCI:

Sabiha Gökçen: ' Bir sabah, Ata' nın elini öpmek üzere yanına girdim. İşleri ile meşguldu. Bir süre ayakta bekledim, birden derin bir iç geçirdi ve ' Allah' dedi. (O bunu sık sık tekrarlardı) Atatürk hakkında evvelce çok şeyler duymuştum, bu tesirle olacak, bir hayli şaşırdım. O' nun ağzından Allah kelimesini duymak beni şaşırtmış ve heyecanlandırmıştı. Ata' nın yüzüne şaşkın bir şekilde bakmış olacağım ki; ' Sen dindar mısın?' diye sordu. Ben de ailemden aldığım din terbiyesiyle ' Evet, dindarım' dedim ve bu cevabımı nasıl karşılayacağını anlamak için ürkek ürkek yüzüne baktım. Cevabım hoşuna gitmişti. ' Çok iyi... Allah büyük bir kuvvettir. O' na daima inanmak lazımdır. ' dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi. Ben de o zaman anladım ki, Atatürk hakkında söylenenlerin aslı yoktur ve Ata bütün söylenenlerin hilafına inançlı bir insandır.

 

ATATÜRK’ ÜN İSLAM DİNİNE BAĞLILIĞI:

" Türk Milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam, buna da öyle inanıyorum. "

"Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkan yoktur" ; "Din vardır ve lazımdır. " (Yakınlarından Hatıralar, Asaf İlbay, s. 102)

 

"Allah birdir, şanı büyüktür. Allah' ın selameti, sevgisi üzerinize olsun. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri Allah tarafından insanlara dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası, hepimizce bilinmektedir ki, Yüce Kuran' daki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyz ruhu vermiş olan dinimiz son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor." (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, c. 2, s. 93)

 

" Bizim dinimiz en makul ve en doğal bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, ilme ve mantığa uygun olması gerekir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. İslam' ın sosyal hayatı içinde hiç kimsenin, bir özel sınıf halinde varlığını sürdürme hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler dini kurallara uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmeye mecburuz" (Atatürk' ün Söylev ve Demeçleri, 1959, c.2, s. 90)

 

ATATÜRK’ ÜN ÖLMEDEN ÖNCE SÖYLEDİĞİ SÖZ:

" Bütün dünya Müslümanları, Allah' ın son Peygamberi Hz. Muhammed (SA)' in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli; İslamiyet' in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli; zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilir. " (Urduca Yayınlarda Atatürk, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları, Ankara 1979, sayfa 102)

Atatürk’ ün köşkte sürekli dört hafız getirtip Kuran okuttuğu, peygamberimize olan sevgisi ve düşkünlüğü çok iyi bilinmektedir. Peygamberimizin mezarını yıkmak isteyenlere Suudilere ‘‘ Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam orduyu aşağıya gönderirim’ diye karşı çıkan da Atatürk’ tür. Dolayısıyla Atatürk’ ün gerçek bir dindar olduğunu saklamaya çalışmak her zaman beyhude bir çabadan öteye gidemeyecektir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Atatürk ölümünden elli yıl sonra bazı görüşlerinin açıklanmasını istemiş ve bu son derece önemli görüşlerini vasiyetinde bildirmiştir. Atatürk 6 Eylül 1938 tarihinde Dolmabahçe Sarayı’nda iken yanında Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak, Ordinaryüs Prof. Neşet Ömer İrdelp olduğu sırada İstanbul Beyoğlu 6. Noteri İsmail Kunteri makamına davet ederek elyazısı ile yazıp bir zarfa koyduğu ve zarfı kapalı bir şekilde üç yerinden kırmızı balmumu döküp mühürleterek, Noter’e, “Bu kapalı zarfta vasiyetim var, icap ettiği zaman gerekeni yaparsınız” diyerek teslim eder.

 

Mühürlü zarf 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün vefat etmesi üzerine Ankara 3. Sulh Hukuk Hâkimi Osman Selçuk ve görevli bir heyet tarafından 5 Ocak 1939 tarihinde Ankara Ulus semtindeki Ziraat Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü Merkez Şube’deki özel kasalara Atatürk’ün vasiyetinde belirttiği üzere 50 yıl sonra, yani 10 Kasım 1988’de açılmak üzere konur Tutanaklar tutulup imzalar atılır ve kasalar kilitlenerek gününden önce açılması engellenir.

 

Ölümünün üzerinden yetmiş yıl geçmesine rağmen Atatürk’ün vasiyeti adeta bir sır gibi özenle saklanıyor. Peki bu yüzyılın dahisi olan, aklı, bilgisi, ileri görüşlülüğü dünya çapında bilinen ve taktir edilen Atatürk’ün görüşlerinin açıklanmamasının nedeni nedir? Yoksa bu görüşler birtakım çevreleri son derece rahatsız mı etmektedir?

 

Basında bildirilen haberlere göre Atatürk’ün vasiyeti 1988 yılında ölümünden tam elli yıl sonra 'Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve o günkü Başbakan Turgut Özal tarafından açılıp okunmuştur. Ancak Atatürk’ün görüşlerine toplumun henüz hazır olmadığı! öne sürülerek vasiyetin açıklanması 25 yıl yasaklanmıştır. Öncelikle Atatürk’ün açıklanmasını istediği vasiyeti nasıl başka kişiler tarafından değerlendirilmeye tabii tutulup açıklanmayabilir? Toplum neye, hangi fikre ve inanca göre bu vasiyeti öğrenmeye hazır görülmemiştir?

 

Vasiyetle ilgili 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın da bilgisi olduğunu söyleyen Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal, 1967'de Bayar'a 'Atatürk'ün gizli vasiyeti var mıydı?' diye sorduğunu, Bayar'ın da kendisine, 'Muhtemeldir. Açıklanması şimdi doğru olmaz, Türkiye hazır değil' dediğini söylemiştir. Kenan Evren'in, Atatürk'ün fikirlerini gizlemesindeki amacı mutlaka açıklaması gerektiğini söyleyen Altındal, Atatürk'ün notlarının Anıtkabir'de olduğu yolunda kendisine güvenilir bilgiler geldiğini de sözlerine ekledi. Altındal, Atatürk'ün sır vasiyetinin, Cumhurbaşkanlığı'nın ardından Meclis'te Atatürk'ü Koruma Komisyonu'nun kararıyla, Genelkurmay Başkanlığı'nın oluru alındıktan sonra açıklanabileceğini de sözlerine ekledi.

 

Özenle saklanan Atatürk’ün vasiyeti ile ilgili birtakım ipuçları var. Altındal'a göre, Atatürk'ün notlarında Hilafet'le ilgili ilginç fikirleri yeralıyordu. Buna göre Atatürk, hilafetin kişi bazında değil, bütün İslam ülkeleri arasında rotasyonla değişecek bir kurum olarak canlandırılabileceğini düşünüyordu. Altındal’a göre, bu vasiyeti 1958’de öğrenen Adnan Menderes, "Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz" bu nedenle söylemişti. Altındal, Atatürk’ün "1920’lerde sadece 3 Müslüman devlet var. Türkiye, İran ve Afganistan. Bu sayı ileride 40’a 50’ye çıkarsa, bu devletler kendileri bir araya gelerek bir Hilafet Meclisi oluştururlar" dediğini öne sürüyor.

 

Atatürk çok kuvvetle muhtemel ki, aklı ve üstün ileri görüşü sayesinde İslam ülkelerinin gelecekte birleşeceklerini görmüş ve bunu vasiyetinde dile getirmişti. Bu önemli bilgiler şimdi özenle Türk halkından adeta sır gibi saklanıyor. Hiç kimse bu vasiyetin varlığından söz etmiyor, konuşulmuyor ve adeta unutturulmaya çalışılıyor. Peki bu vasiyeti bilmek ve öğrenmek her Türk vatandaşının hakkı değil midir? Vasiyetteki bilgiler kimleri ve hangi çevreleri rahatsız etmiştir? Ayrıca toplumun buna hazır olup olmadığına toplum adına nasıl başkaları karar verme cesaretini gösterebilir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 yıl sonra...
  • 3 ay sonra...
  • 3 yıl sonra...

Mustafa Kemâl'in telgrafla  Peygamberimizin kabrinin yıkılmasını önlediği de
doğrudur. Murat Bardakçı, Engin Ardıç ve Kadir Mısıroğlu'nun yorumları
yanlıştır.  Mekke Şehir Planlaması projesinde ekipbaşı olan   Orol Ataman, 
bu telgrafın metnini Medine  Müzesi'nde görmüştür.  Okuyun.

 

 

SUUDÎLER  PEYGAMBERİN MEZARINI NEDEN YIKAMADILAR?

 

Dünyanın 5 büyük şehir plancısından birisıfatıyla  ödül almış olan,  değerli dostum OROL ATAMAN'ın bu konuda 

 bizzat yaşadıkları var...  Vehhabî Suudiler'in Mekke ve Medine''deki  icraatını ı  şöyle anlatıyor:

 

-  "Bir şehir düşünelim, 20 yıl içerisinde geçmişine ait ne varsa imha edilsin. Tüm tarihi ve kültürü imara kurban gitsin. Yerine betonarme uydu kentler kurulsun."

- " Bu varsayım sadece bir felaket senaryosundan ibaret değil.İslam’ın en kutsal şehri Mekke ’de olan biten tam da bu. Çeyrek asır içerisinde Mekke’deki tarihi eserlerin %95’nde yıkım yapıldı. Tarihî değer taşıyan mekânlar, dinî yapılar, kadim mezarlıklar yok edildi. Türbeler dinamitlendi. Açılan sahalara gökdelenler, rezidanslar, ultra-modern yedi yıldızlı oteller, lüks markaların satıldığı alışveriş merkezleri inşa edildi.  Mekke’nin tüm geçmişi İslam Medeniyetinin geleneksel estetik anlayışından koparılarak Brütalist, Post-Modernist mimarinin hâkim olduğu yapılarla donatıldı0  Buldozerler ve vinçler şehri yeniden dizayn etmede parsel parsel ilerlediler."

- "Bu hafriyat çalışmaları geçtiğimiz günlerde Mescid-i Haram’ın duvarlarına dayandı. Genişletme projeleri kapsamında Müslümanların kıblesi Kâbe’yi çevreleyen mescidin yıkımına başlandı. Kısım kısım devam eden yıkım

 ile Emevî, Abbasî, Fatımî, Memlük ve Osmanlılar tarafından yapılan yüzlerce yıllık mekânlar tamamen ortadan kalkacak. Hazret-i Peygamber’in doğduğu ev ya çoktan yıkıldı, ya da gökdelen, rezidans, otel,  alışveriş merkezi inşaatı için buldozerlerin gölgesinde bekliyor!."

-  "  Zira Suudî kraliyet ailesi, mensup olduğu katı Vehhabî inancı dolayısıyla bu yapıları  dinî olarak “şirk” ve “putperestlik” addediyor. Bu inanç kıstaslarına göre pek çok dinî-tarihî  yapı,êbide ve mezarlık “put” niteliğinde

kabul ediliyor. Dolayısıyla imha edilmelerinde bir beis görülmüyor."

- " Yani kısacası kentsel dönüşüm, genişletme, modernleşme söylemlerinin özünde, Vehhabî (Necdî) öğretinin ideolojik yaklaşımı yatıyor. Meselâ, Cennet-ü’l Muallâ  mezarlığındaki Hz. Hatice türbesi... Türbe ve mezarlar

 yıkılarak, yok edilerek kabirler düzlendi."

- " Yanlış okumadınız!.. Mekke’de tarih, kültür türbe, mescit hoş görülmüyor. İslâm’ın en kutsal yapısı Kâbe’nin,  devasa alışveriş merkezleri, yedi yıldızlı  lüks oteller, rezidanslar ve gökdelenler arasında âdeta “ufacık”  kaldığını, kaybolduğunu  görürsünüz. Brütalist, Post-Modernist mimarî anlayışın hızla hâkim olmaya başladığı  şehir, İslâm Medeniyeti'nin geleneksel estetik anlayışından tamamen koparılmak üzere!  İslâm’ın erken devirlerine ait tarihî mekânlar, hatıralar, sahabe kabirleri, türbeler parsel  parsel dümdüz ediliyor!  İlk dönemlerden 20. yüzyıl başlarına değin uzanan bir yelpazede,  İslam devletlerinin Mekke’yi kuşatan tarihî izleri bir bir silindi, siliniyor. Ama Paris

 Hilton,  Gucci, Dior, Burberry,  Hugo Boss gibi lüks markalar yeni mağazalar, Starbucks yeni  şubeler açmakta hiç  zorlanmıyor. "

- "İslâmiyetin “ihtilâfı” -muhtelifliği- “çoğulcuğu” rahmet olarak niteleyen telkinleri hilâfında Mekke’yi ziyaret eden müslümanlar, Suudi idolojinin “tekilci” dayatmalarıyla yüzleşiyor. Vehhabî (Necdî) öğretinin değer yargıları doğrultusunda ibadet ve inançlar üzerinde tahakküm kurulmaya çalışıyor. Sunnî müslümanların mukaddes
addettiği, “yadigâr” olarak gördüğü ziyaret mekânları çoktan yıkıldı, kapatıldı ya da yasaklandı. Şiî müslümanlar, kutsal addetikleri zâtların türbelerinde dua etmek istediklerinde, bizzat devlet tarafından tahkir ediliyorlar. Herhangi bir müslüman, Sahâbenin kabri başında dua etmek istediğinde, derhal Suudî bir şurtanın (polisin) elindeki jobla  üzerine yürüdüğünü görüyor ve “Yâ Hacı, şirk şirk!” müdahalesiyle karşılaşıyor. Suudların kendi inanç kıstaslarını temel alarak yaptıkları takvim düzenlemeleri, ibadet saatleri, mübarek gün ve gecelerin tarihlerine uymak mecburî
tutuluyor. Kendilerinin dışındaki görüşlere hiçbir şekilde müsamaha tanınmıyor. Bunları da sıkıştıkları zaman

“Bizler de Ehl-i Sünnetiz (Selefîyiz) ve Hanbelî mezhebindeyiz” diyerek bu kisve altında meşrulaştırıyorlar.  Halbuki

 bu, manzara İbn-i Teymiyye’nin şâzz (marjinal) görüşlerinin Muhammed bin Abdilvehhâb ile yeni bir veche kazanmasından başka bir şey değil!"

 

Sevgili dostum, büyük mimar ve şehir planlamacı  OROL ATAMAN şöyle devam ediyor:

 

- "Mekke'nin planlamasını Haziran 1982'de tahta çıkan Kral Fahd yaptırmıştı. Kral hemen  o yıl içinde benim de bulunduğum planlama ekibini kurdu ve 1982-1985 yılları arasında bizim hazırladığımız Bölge Planı ve Kent Master Plan'ını da kendi iktidarda kaldığı 1980'li ve 1990'lı yıllar boyunca sadakatle uyguladı. Bizim hazırladığımız planların
önemli bütün kararları, ufak tefek mevziî değişiklikler dışında, gerçekleşti."

- " Planın  hedef yılı  2010 idi. Ama maalesef plan 2010'u göremedi. 2000 yılından sonra  Kral Fahd ciddi biçimde rahatsızlandığı için ülkenin yönetimi büyük ölçüde Veliaht Prens  Abdullah'ın eline geçti. Nitekim 2005 yılında da

Kral Fahd öldü ve Abdullah yerine Kral olarak geçti.   Kral Abdullah kategorik olarak Osmanlı'yı ve Türkleri hiç sevmeyen bir insandı  .İlk iş olarak 2002 yılında bizim planımızda korunması ve restorasyonu öngörülen Ecyad Kalesini yıktırıp,  yerine 5 yıldızlı otel yaptırdı. Ecyad Kalesi, Kâbe'nin âsi kabilelerden ve bedevilerden savunmasına yardımcı olmak üzere Türkler tarafından yapılmış, I. Dünya Savaşı'nda Türk Garnizonu olarak kullanılmıştı. Kâbe'ye hâkim bir tepede 23 dönümlük arazi üzerine inşa edilen kale, Ocak 2002'de Suudî Arabistan hükümeti tarafından yerine otel yapılmak amacıyla yıkılmıştır. Ebrac el Beyt (Evin burcları) kuleleri adı verilen gökdelen oteller Fransız ACCOR grup tarafından işletilmektedir."
- "Daha sonra Kral,  Mekke'de en değerli yer olan Kâbe ve 1 km.lik yakın çevresini (Design+Build+Operate)

formülüyle Saudi Bin Ladin Grubuna 49 yıllığına verdi. Suudî Arabistan'lı bu inşaat firması, yanına Pakistanlı bir müşavir firma da alarak, Kâbe'nin çevresini 100 katlı gökdelenler ile kuşatmayı öngören bir kentsel tasarım

projesi hazırladı. Bu Proje'ye hem İslâm dünyasından, hem de Batı dünyasından büyük tepkiler gelince, Proje'yi değerlendirmek üzere uluslararası bir jüri oluşturdular. Bu jüride Türkiye'den de meslektaşımız Prof Süha Özkan

 da vardı. Jüri Proje'yi yerden yere vuran çok güzel bir eleştiri raporu hazırladı. Raporu aldılar bir rafa koydular.

Kral Abdullah ölmeden önce, Mekke'deki 500 yıllık Türk hâkimiyetinden geriye kalan Sultan Abdülaziz ve

II. Abdülhamid tarafından Kâbe'nin etrafında inşa edilen revaklar'ı da yıktırdı. Böylece Mekke'de Osmanlılar'ın

ve Türkler'in tüm izlerinin silinmesi işlemi, tamamlanmış oldu."

 

Değerli dostum OROL ATAMAN, 90 yıldır süren bu hır-gür, hengâme, yıkım ve tahribat arasında, Hazret-i MUHAMMED'in (S.A.V.) kabrinin nasıl dimdik ayakta kaldığını da anlatıyor. Ama onun hayret uyandıran hatırasına geçmeden, olayın evveliyatını  nakledelim.

 

Can Ataklı Vatan gazetesinde anlatıyor:

 

- "1981 yılında ATATÜRK’ün 100. doğum yılı nedeniyle kapsamlı bir program hazırlanmış. Prof. Yalçıntaş o dönemde İlim Kurulu’nun başına getirilmiş. Amaç ATATÜRK’le ilgili çeşitli kaynaklardan arşiv araştırması yapmak ve “bilinmeyen ATATÜRK’ü” ortaya çıkarmakmış."

 - "Yalçıntaş, yaşadıklarını, 'Dışişlerinde Münir Bey vardı. (Soyadını hatırlayamadı) İyi bir araştırmacı ve arşivciydi. Ona Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin araştırılması görevi verilmişti,' diyerek anlatmaya başladı."

 - "Sonra  sürdürdü: 'Bir gün Münir Bey aradı. Çok ilginç bir belge bulduğunu, bunu getirip göstermesi gerektiğini söyledi. O sırada benim çalıştığım Başbakanlık binası ile Dışişleri binası aynı yerde. Hemen atlayıp geldi. Çok heyecanlıydı."

 - "Prof. Yalçıntaş, Münir Bey’in gösterdiği belgeye baktığında çok şaşırdığını belirterek şöyle devam etti:  'Belge bir telgraf metniydi. Henüz yeni kurulan Suudî devletinin kralına gönderilmişti. Telgrafta  ‘Hazret-i MMUHAMMED’in (S.A.V.)  mezarının yıkılacağını derin üzüntü içinde öğrendim. Bu kutsal emanete asla dokunamazsınız. Bir tek taşının bile zarar gördüğünü duyarsam, orduyu aşağıya gönderirim’ anlamına gelen cümleler vardı."

 - ”Yalçıntaş, burada Hazret-i MUHAMMED’in mezarı ile ilgili kısa bir detay anlattı. İngiliz işgali sırasında komutan

 olan Medine Müdafii FAHRETTİN PAŞA'nın kabri terk etmemek için uzun süre Padişah fermanına bile direndiğini,

 aç kaldıklarını, uzun süre  çekirge yiyerek beslendiklerini, sonunda İngilizler’in hiçbir şekilde dokunmamaları kaydıyla Hazret-i MUHAMMED’in mezarını bırakmak zorunda kaldıklarını, ancak kutsal emanetleri de yanlarına aldıklarını söyledi."

- "Nevzat Yalçıntaş’ın anlattığına göre Münir Bey belgeyi önce bir üst âmirine götürüyor. Belge oradan daha yukarı taşınıyor. Sonunda Müsteşar'a. oradan da Bakan İlter Türkmen’e geliyor. Tabii Evren Başkanlığı’ndaki Milli Güvenlik Konseyi’nin de haberi oluyor."

- "Sorun şu: Bu belge ne yapılacak? Dönemin Atatürkçü komutanları ve onların emrindeki bürokrasi bu belgenin açıklanmasını istemiyor. Ancak belge de ortaya çıkmış bir kere. Sonunda o dönemde yazılan ve şimdi kitapçılarda

tek nüshası bile kalmayan bir ATATÜRK  kitabının içine, hiçbir anons yapılmadan konuyor."

- "Kısacası konu âdeta kapatılıyor, sadece o tuğla gibi kalın kitabı sonuna kadar okuyanların dikkatini çekecek biçimde 'zevahiri kurtarmak' adına konuyor."

 - "Peki, bu belge şimdi nerede?.. Kimin koruması altında?..  Bu da bilinmiyor. Bilinen tek şey, Atatürk’ün İslâm Âlemi'nin peygamberi Hazret-i MHAMMED’in (S.A.V.)  mezarının ortadan kaldırılmasını önlemesi herkesten saklanıyor.

 - "Nevzat Yalçıntaş’la sohbetimiz sırasında 'Bir gün Yaşar Nuri Öztürk Bey aradı. Benim bu anlattığımı duymuş, belgeye nasıl ulaşabileceğini sordu,' dedi. Ben de 'Yaşar Nuri Belgeyi bulmuş mu?' diye sorunca, 'Onu bilemiyorum, ama Yaşar Nuri galiba bir kitabına koymuş, ben okuyamadım' dedi. "

- "Bunun üzerine önceki gün Yaşar Nuri Öztürk’ü aradım. Öztürk, Yalçıntaş’ın anlattıklarını doğrulayarak, 'Ancak bunu henüz bir kitabıma koymadım. Araştırmayı aşağı yukarı tamamladım, GAZİ  MUSTAFA  KEMÂL ve İSLÂM  isimli çok kapsamlı bir kitap hazırlıyorum, bunun bitmesi üç yılı alır. Konu bu kitapta yer alacak' dedi."

- "Milletvekili olduğu sırada bu belgeye ulaşmak için çok çalıştığını söyleyen Öztürk, 'Belge Dışişleri Bakanlığı arşivlerinde. Milletvekili sıfatımla bu arşivlerde çalışmak için bakan Ali Babacan’a başvurdum, ama bana izin  vermedi' diye konuştu."

- "Öztürk’e 'Peki hocam, böyle bir belgenin açıklanmasını neden istemiyorlar?' diye sordum. Öztürk’ün cevabı çok ilginç oldu."

- "Şöyle dedi: 'ATATÜRK’ü din ve İslâm dışı göstermek isteyenler, elbette bu belgeden rahatsız olacaklardır.  Bu nedenle dini siyasete âlet edenler, emperyalistlerle iş birliği bile yapabiliyor. Dincilerle İslâm'ı reddedenler bu

 noktada birleşebiliyor.' "

 

Nevzat Yalçıntaş'ın açıklaması (vidyo) :

 

Kendisini sürekli "gazeteci" olarak tanıtan, ama her türlü tariî konuya bilir bilmez burnunu sokmaktan kendini alamayan Murat Bardakçı, bu açıklamayı  yalanlıyor, üstelik dayanamayıp askerî bir değerlendirme yapıyor:

 

- "ATATÜRK'ün 1930'larda Suudi Kralı İbn Suud'a 'Hazret-i MUHAMMED'in türbesini yıkmaya kalkarsan ordumu tepene gönderirim' diyen bir mektup yolladığı yolundaki balon İddiayı, bundan birkaç sene önce bir iktisat profesörü ortaya attı, Dışişleri Bakanlığı'nda hadisenin orijinal belgesini gördüğünü, ama kopyasını almasına izin verilmediğini söyledi. İbn Suud'un Peygamber'in mezarını yıkmayı düşünmesinin imkânsızlığını bir tarafa bırakın, Türk birliklerinin tâââ Mekke'ye kadar nasıl gidecekleri, İngiliz idaresindeki Irak ile Fransız mandası altındaki Suriye'den nasıl geçecekleri düşünülmeden, özellikle o dönem Türkiye'sinde din ile ilgili uygulamalar bile hatıra getirilmeden ortaya atılan bu tuhaf iddia da palavradan ibarettir. Üstelik, arşivlerde de bu konu hakkında tek bir belge yoktur!" 1.11.2012

 

Nevzat Yalçıntaş'ın yalan söylediği, palavra attığı, en azından yanlış bilgi verdiği iddiası, ilk açıklamasını yaptığında

telgrafın tarihini 1919 olarak vermesi, ve ATATÜRK  adını kullanmasıdır.  O tarihte ne Suud Kralı vardı, ne  yıkılan mezarlar, ne de ATATÜRK  adı vardı!..

 

İşte bu yanlış tarihe dayanarak yazılanlar: 

 

Hz. Muhammed’in mezarını yıkıp, yerini degiştirmek isteyen zamanın Suud kralına Atatürk’ün kendi el yazısı ve imzasıyla çektigi telgraf:

Not: Yazıya başlarken Kral'a sayın kelimesini kullanmıyor.."

 

"Suud kralının dikkatine !! Tarafımıza ulaşan haberlere göre ALLAH’ın sevgili ve özel kulu, elçisi, peygamber efendimiz Hazret-i MUHAMMED MUSTAFA’nın kabrini yıkıp yerini degiştirecekmişsin. O mezarın tek taşına dokunursan, Kurtuluş Savaşı’nı bırakır ordularımla aşağı inerim.’

26 Haziran 1919 MUSTAFA KEMAL ATATÜRK

(Cumhurbaşkanlığı Atatürk Özel Arşivi)”

 

"Sözde  telgraf  'el yazısıyla' çekilmiş… Faks mı bu mübarek, el yazısıyla çekilebilsin? Telgraf sisteminde

 mürekkepli kalem bir kağıt şerit üzerine nokta (.) veya çizgi (-) şeklinde şekiller çizer. Daha sonra ise Samuel

Morse ve yardımcısı Vail bu sistemi geliştirdiler. 'Nokta ve çizgilerden' oluşan bir kodlama sistemi ortaya

çıkardılar. Bu kodlama sistemi, daha sonra tüm dünyada kabul gören Mors alfabesiydi."

 

Ve aynı yazıyı hiç düşünmeden yayımlayan diğer siteler

 

Bu kişilerin  hayatlarında hiç telgraf çekmediği,  veya hiç telgraf almadığı  anlaşılıyor... Siz metni kâğıda el yazısı veya daktilo ile yazardınız, PTT'deki telgrafçı onu mors alfabesiyle çekerdi. Karşı postanedeki makine otomatik olarak mesajı bildiğimiz yazıya çevirir ve şerit halinde çıkarırdı. Telgraf yazıcıya o yazı olarak ulaşırdı. O zamanlar herhalde telgrafçı mesajı elyazısıyla yazıyordu...  Şimdilerde telgraf çekiliyor mu, bilmem.

 

Bir de Engin Ardıç  var. O da  "Belge isterim, belge" diye tutturmuş!..

 

Bir açıdan haklı. Ama mahkemelerde bile belgelerin yanısıra şahitler de delil sayılır. Şimdilik elimizde iki, hatta üç şahit var.  (Nevzat Yalçıntaş, Münir Bey, Orol Ataman)

 

Telgraf-mektup asla yalan değil!   İsteyen, dileyen, eğer Suudî prenslerden birinden izin mektubu alabilecek

kadar etkili biri ise,  Mescid-i Nebevî Müzesi'ne gidip görebilir! 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ataturk'un kendi agzindan ne oldugu iletilmemistir.

 

Ataturk pragmatistti.

 

Yani donem donem kendince ulke ve toplumu cikarina ne gerekiyorsa, o kiliga burundu.

 

Kisaca;

 

Ataturk'un uc farkli donemi vardir.

 

Dindar donem- 1881-1919

 

Osmanli donemi- 1919-1923

 

Milliyetci donem- 1925-1938

 

1923'ten sonar da, dine karsi; ilimi ve akli one cikarmistir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 11 ay sonra...

Mustafa Kemâl sapına kadar TÜRK idi.
Onun kadar Türkçü, turancı, mlliyetçi, vatanperver İSLAM'ı koruyan insan az bulunur.
 Mustafa Kemâl Atatürk'ün  İslâmiyet  üzerine söylediği güzel sözler,  Erbakan'dan da,
Erdoğan'dan da daha fazla ve daha derindir.  O sadece din istismarına ve
yobazlığa karşı idi. Lâikliği ide bu  mânâda kullanmıştır.
Mustafa Kemâl'in telgrafla  Peygamberimizin kabrinin yıkılmasını önlediği 
doğrudur. Murat Bardakçı, Engin Ardıç ve Kadir Mısıroğlu'nun yorumları
yanlıştır.  Mekke Şehir Planlaması projesinde ekipbaşı olan   Orol Ataman, 
bu telgrafın metnini Medine  Müzesi'nde görmüştür. 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.