Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 7 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 7 Temmuz , 2007 AŞK sakın bir safsata olmasın?... İnsanın kendisini bile kandırabilecek denli incelikli yalanlar söylemesi ne zaman işe yarayabilir? Yalan ve aldatmaca gönül oyunlarının vazgeçilmez unsurlarından biri. Eş bulma süreci yanlış yorumlamalar, yalanlar ve kendini aldatmalardan oluşuyor, belki de en büyük yanılgı insanın gerçekten âşık olduğu duygusuna kapılması. İnsan aşık olduğunda belli bir kişinin onun için en uygun eş olduğu inancına kapılır; George Bernard Shaw: "Aşk bir kişi ile tüm ötekiler arasındaki farkın büyük ölçüde abartılmasıdır." Sevgilinizin ruh ikiziniz ya da tek gerçek aşkınız olduğu düşüncesi, salt istatistiksel açıdan da olanaksız. Milyarlarca insanın barındığı bir gezegende olsa olsa birkaç yüz, bilemediniz bin uygun eş adayı ile karşılaşabiliriz. O halde kendimizi niye aldatıp dururuz? İnsanlar genellikle kendilerine benzer etnik ve sosyo-ekonomik özelliklere, ortak dinsel değerlere, eğitim ve zekâ düzeyine sahip kişilere âşık oluyor. Uygun özellikte kişinin seçilmesinde esas alınan ölçütler, çocukluktan itibaren yaşanan deneyimlerle oluşuyor ve bu ölçütlerin tümüne "aşk haritası" deniyor. Öyle ki, birey kendi aşk haritasına uygun biriyle yüz yüze geldiğinde ona aşık olmaya programlanıyor. Ama asıl aldatmaca bu noktada devreye giriyor... Çiftleşme zekâsı: ilk bakışta birbirleriyle hiç bağdaşmazmış gibi görünen iki sözcük. Öyle ya, cinsel dürtülerimiz de tüm öteki duygularımız gibi içgüdüsel değil mi? Konu aşk olduğunda da, bu duyguyu "iç çekişlerin buğusuyla yükselen bir duman" ya da "yalazlanmış bir ruh" olarak tanımlayan Shakespeare’e katılmamak elde mi? Tüm bunlarda zekânın en ufak bir belirtisine rastlayabilir miyiz? Ne var ki, "çiftleşme zekâsı" aşk yaşamlarımızı nasıl yürüttüğümüzü kavramaya çalışan bilim insanlarının dillerinden düşürmedikleri bir kavram. Tozpembe dizelerin ve duygu yüklü filmlerin ardında ruhsal açıdan tam anlamıyla bir mayın tarlasının olduğu düşünülürse, bu kavramın dilden dile dolaşması hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Ozanlar aşkın şiirsel yüzünü süslü püslü sözcüklerle yansıtmaya çalışadursunlar, bu duyguyu tadan herkes romantik ilişkilerin söz cambazlıkları, insanları yanlış düşüncelere iten çarpıtılmış gerçekler ve kuyruklu yalanlardan oluştuğunu bilir. Aşk ilişkisi riski yüksek bir güdümleme oyunudur. Flört edilen kişiyle her buluşma ciddi bir iş görüşmesidir- bu görüşme sonucunda elde edilebilecek en büyük ödül yaşam boyu mutlu bir birliktelik kurma ve çoluk çocuğa karışma olanağıdır. İşin ucunda böyle bir ödül olunca zekâya neden gereksinim duyduğumuz da açıklık kazanır. OYUN NASIL OYNANMALI? O halde, aşk denince insanın aklına neden kesinlikle mantıktan uzak bir duygu gelir? Son on yılda yapılan araştırmalar zeki yaşamlarımızın büyük bir bölümünün bilincin radarı dışında geliştiğini, çiftleşmenin de bu kapsama girdiğini ortaya koyuyor. Ruhbilim uzmanları bu konuda hem çelişkili, hem de şaşırtıcı bulgular elde ediyorlar. Aşk ilişkisi söz konusu olduğunda, kadınlarla erkekler birbirlerini-hatta kendilerini- yanlış anlamaya ve yanlış yorumlamaya programlanmış gibi görünüyorlar. Oysa, çiftleşen beyinde bilinçsizce gelişen süreçler çok daha yakından incelendiğinde tüm bunların gerçekte son derece akla yatkın olduğu fark edilir. Potansiyel eşle ilgili bilgilerin kısıtlı ve yalan yanlış oldukları düşünüldüğünde, seçimin en iyi- biyolojik açıdan en başarılı- olan kişiden yana yapılmasının en etkili yolu, genellikle düşler âleminde gezinen bir romantik olmaktır. Çiftleşme oyununu nasıl oynayacağımızı belirleyen bilinçaltı süreçler ilk randevudan bile önce etkili olurlar. Bu süreçlerin erkeklerle kadınlar arasındaki farklılıklarını inceleyen Kaliforniya Üniversitesi evrimsel ruhbilim uzmanlarından Martie Haselton , erkeklerin kadının gülümseme ya da kahkaha yoluyla aktardığı cinsel iletiyi genellikle abarttıklarına tanık oldu. Haselton'a göre, erkekler karşı cinsten birilerinin kendilerine gülümsediklerini gördüklerinde bunu genellikle "kendilerine ilgi duydukları" biçiminde yorumlarken, kadınlar gülümsemeyi salt bir gülümseme olarak algılıyor. Dahası, erkek ne denli zeki ve yakışıklıysa, "beni arzuluyor" duygusunu yansıtmaya da o denli eğilimli oluyor. Bir grup erkek deneğe başka erkeklerin "kayıtsız şartsız" cinsellik önerisinde bulundukları kimi reklamlara kadınların nasıl tepki gösterecekleri konusundaki görüşlerini soran New York Eyalet Üniversitesi toplumsal ruhbilim uzmanlarından Glenn Geher deneklerin IQ düzeyi yükseldikçe kadınların ilgili olabilecekleri görüşünün de ağırlık kazandığına tanık oldu. Erkeklerdeki karşı cinsin ilgisini abartma eğilim ile kadınlarda görülen ve erkeklerin bir gecelik cinsel ilişkilerde çok daha başarılı olduklarını düşünmeye iten bilinçaltı eğilim arasında bir uyum söz konusudur. Haselton bir başka araştırmasında kadın ve erkeklerden oluşan farklı gruplara- erkeğin kadına pahalı mücevherler alması gibi- çiftleşmeyle ilgili farklı türlerde davranışların uzun erimli bir ilişkinin ya da adanmanın bir göstergesi sayılıp sayılmayacağı konusundaki görüşlerini sordu. Sonuçta, bu tür abartılı armağanlar vermenin anlamı konusunda kadınların erkeklerden daha kuşkulu bir tavır sergiledikleri görüldü. Görünüşe bakılırsa, kadınlarda erkekleri çok daha kolay "parmaklarında oynatabilecekleri" görüşü egemendi. YANILGI YÖNETİMİ Bu tür eğilimlerin insanı rahatlıkla yanılgıya düşürebileceği açıkça ortada. Ne var ki, Haselton, çiftleşme ediminin etkili olabilmesi için bu eğilimlerin çok uzun süreli doğal ayıklamalarla biçimlendirildiklerine inanıyor. Texsas Üniversitesi araştırmacılarından David Buss gibi, o da bu tür eğilimlerin insanın düşebileceği çok büyük yanılgıları en aza indirmek amacıyla evrilen yanılgı yöneticileri işlevini gördüklerini savunuyor. Akıl yürütmeyle ilgili yanılgılar iki farklı türde karşımıza çıkıyor: Olmayan bir şeyi gördüğümüze inandığımız durumlarda ortaya çıkan yanlış olumlamalar; var olan bir şeyi göremediğimiz durumlarda ortaya çıkan yanlış olumsuzlaştırmalar. Haselton,"Aynı anda her iki yanılgının riski en aza indirilemeyeceğine göre, sistemlerin daha az zarar verecek riske eğilmeleri son derece mantıklı," diyor. Örneğin, yanlış bir alarmın yaratacağı zarar alarm verilmediğinde yangının yol açacağı hasara kıyasla çok daha az olacağından yangın alarmları dumana aşırı duyarlı olacak biçimde tasarlanırlar. İnsanın dirimsel yapısıyla ilgili gerçekler kadınlarla erkeklerin farklı yaklaşımları benimsemeleri gerektiğine işaret ediyor. Erkeğin "beni arzuluyor" düşüncesi karşısındaki kadın sandığı kadar zeki değilse utanç verici bir duruma yol açabilir. Öyle bir durum keyifli olmasa da, en azından çok önemli bir zarara yol açmaz. Haselton'a göre, bu durumda yanlış olumlamanın vereceği zarar daha azdır. Yanlış olumsuzlaştırma, yani kadının gerçek ilgisini gözden kaçırma durumu ise üreme olanaklarının da elden kaçmasına yol açabilirdi. Bu da, yanılgıların bedelinin Darwin'ci ekonomiden daha ağır olmadığını gösteriyor. KADININ SEÇİMİ Kadınların, "erkeklerin daha kolay güdümlenebildikleri" yönündeki inançları, bu cinsin farklı bir sorunla karşılaştıkları gerçeğini yansıtır. Kadınlar gebelik, emzirme ve çoğunlukla çocuğun bakımını üstlenme gibi edimlerle üremeye yönelik çok daha büyük bir yatırımda bulundukları için, olası baba adayının kendisini gerçekten bu ilişkiye adayıp adamayacağı konusunda emin olmak isterler. Öyle ki, kadınların bu tür önlemleri onların aşağılık biriyle ilişkiye girme olasılığını en aza indirir. Üstelik, kadının hedeflediği ilişkinin uzun ya da kısa erimli olması durumunda da aynı sürecin geçerli olduğu görülüyor. Araştırmasında kadın deneklere erkekler tarafından kaleme alınmış ilanlar gösterip kendilerine en çekici geleni seçmelerini isteyen Geher, kadınların her iki durumda da seçimlerini benzer özelliklere sahip erkeklerden yana yaptıklarına tanık oldu. Geher kadınların salt cinsel bir yakınlık kurmaya çalıştıklarında bile, fiziksel ya da cinsel özellikleri ağır basan erkekler yerine, uzun süreli ilişkilere daha eğilimliymiş gibi görünen erkekleri seçtiklerine dikkat çekiyor. Erkeklerle kadınlar arasındaki farklılık salt bununla da kalmıyor. San Francisco Üniversitesi ruhbilimcilerinden Maureen O'Sullivan 'ın araştırması, erkeklerle kadınların duygusal ilişkiye girecekleri kişilere söyledikleri yalanların da çok farklı özellikler taşıdığını ortaya koyuyor. Cinsel arenada tarafların birbirlerine sürekli yalan söyledikleri gerçeğinden yola çıkan O'Sullivan, kadınlarla erkeklerin belirli türlerde yalanları ne sıklıkla söylediklerini saptamak amacıyla bir denek grubuna sorular yöneltti. Verilen yanıtların evrim kuramına dayanarak yapılan kestirimlerle genelde uyumlu oldukları, kadınların daha çok, bakirelik, doğum kontrolü ve cinsel ilişkiye girdiği eşin performansı gibi konularda yalan söyledikleri görüldü. Öte yandan, erkekler genellikle ilişkinin geleceği, eşle ilgili gerçek duyguları ve ne kadar para kazandıkları gibi konularda yalan söylediler. AŞK SAFSATA MI? İnsanların, başarıyla üremek üzere evrilen canlılar oldukları düşünüldüğünde, bu tür yalanlar da belli bir anlam kazanır. Olaya bu açıdan bakıldığında, dişilerde en çok aranan özellikler doğurganlık ve bağlılık iken, erkeklerin biyolojik uygunluğu, kaynaklar ve adanmayla ilintili. Öyle olunca, erkek için iffetliliğini kanıtlayan bir kadın, önüne gelenle yatıp kalkan kadından çok daha uygun bir eştir. Aynı biçimde, kadınlara çekici gelen erkekler de uzun süreli ilişkiye daha yatkınmış gibi görünen ve varlıklı izlenimi veren erkeklerdir. Ne var ki, Sullivan'ın araştırması çok daha şaşırtıcı bir başka gerçeği de gözler önüne serdi. Denekler, eşlerin birbirlerine yalan söyledikleri konusunda hemfikir olmakla birlikte, yalana ne denli başvurdukları sorulduğunda, kendi onurlarını öteki hemcinslerinden üstün tuttuları, bu bir kendini aldatma eğilimiydi. Eş bulma sürecinin yanlış yorumlamalar, yalanlar ve kendini aldatmalardan oluştuğu düşünülürse, belki de en büyük yanılgı insanın gerçekten aşık olduğu duygusuna kapılmasıdır. "İnsan âşık olduğunda belli bir kişinin onun için en uygun eş olduğu inancına kapılır," diyen New England Üniversitesi felsefe uzmanlarından David Smith, konuya açıklık kazandırmak için George Bernard Shaw 'un dizelerine dikkat çekiyor: "Aşk bir kişi ile tüm ötekiler arasındaki farkın büyük ölçüde abartılmasıdır." Sevgilinizin ruh ikiziniz ya da tek gerçek aşkınız olduğu düşüncesi, salt istatistiksel açıdan ele alındığında olanaksızdır. Milyarlarca insanın barındığı bir gezegende olsa olsa birkaç yüz, bilemediniz bin uygun eş adayı ile karşılaşabiliriz. O halde kendimizi niye aldatıp dururuz? AŞK, BİR KISA DÜZENEK "İnsanlar mantıklı davranıp en uygun olası eşi arıyor olsalar, asla durmazlardı. Yaşam onca insanı tanımamıza el vermeyecek denli kısa. Bu yüzden insanları, en azından geçici bir süre için, aramaktan vazgeçiren bir düzenek olsa gerek," diyen Smith,"Sırılsıklam âşık olmak eş bulma sorununa getirilen en etkili çözümlerden biridir" diye ekliyor. Rutgers Üniversitesi insanbilimcilerinden Helen Fisher tutkulu romantik aşkı neyin tetiklediği konusunda kesin bir bilgi olmamakla birlikte, insanların genellikle kendilerine benzer etnik ve sosyo-ekonomik özelliklere, ortak dinsel değerlere, eğitim ve zekâ düzeyine sahip kişilere aşık olduklarına dikkat çekiyor. Fisher uygun özellikte kişinin seçilmesinde esas alınan ölçütlerin çocukluktan itibaren yaşanan deneyimlerle oluştuğuna inanıyor ve bu ölçütlerin tümüne "aşk haritası" adını veriyor. Öyle ki, birey kendi aşk haritasına uygun biriyle yüz yüze geldiğinde ona aşık olmaya programlanıyor. Fisher'e göre asıl aldatmaca bu noktada devreye giriyor. Beyinde romantik duygularla devinime geçen dopamin kanallları yoğun odaklanma ile de ilintili olduğundan, sevilen kişinin hoşa gitmeyen özellikleri bir yana atılıyor ve beyin yalnızca hayran olunan özellliklere odaklanıyor. Fisher aşık olanlarda beynin korku ve öfke ile ilintili olan amigdala bölgesindeki etkinliğin azaldığına da dikkat çekiyor. TASARIM HATASI DEĞİL Beyinde meydana gelen bu tür değişimler Wellesley College uzmanlarından Faby Gagné 'nin araştırmasında deneklerin %95'inin neden eşlerini dış görünüm, zekâ, sevecenlik ve espri anlayışı açısından ortalamanın üzerinde gördüklerine de ışık tutabilir. Bu arada halihazırdaki eşlerle eski eşler konusunda bir anket uygulayan Geher de insanların genelde halihazırdaki eşi göklere çıkarttıklarına, eskilerini de yerin dibine batırdıklarına tanık oldu. Elde edilen bulguların, gerçeklerden çok, çarpıtılmış algıları temsil etmesi gerektiğine dikkat çeken araştırmacı,"Çalışma kapsamındaki 300 deneğin tümünün de halihazırdaki eşlerinin kusursuz, eskilerinin ise beş para etmez insanlar olması düşünülemez," diyor. Aşık olan kişi kendini aldatıyor olsa da, aşk körlüğünün bir tasarım hatası olduğu söylenemez. Geher'in araştırması eski eşlerine olumsuz gözle bakmaya daha yatkın olan kişilerin halihazırda yaşadıkları ilişkilerde daha mutlu olduklarını ortaya koyuyor. Gagné ise sevgiliye övgüler yağdırma eğiliminin ilişkinin güç olduğu dönemlerde, söz gelimi ne zaman çocuk sahibi olunacağına karar verirken, daha da arttığına dikkat çekiyor. Aşk inişli çıkışlı bir süreç olduğundan, çiftleri birarada tutacak herhangi bir akıl oyunu son derece yararlı olabilir. Geher çocuklar kervana katıldığında çiftler üzerinde "çocuklar için" birlikteliği sürdürme yönünde bir baskı oluştuğuna, bu süreçte muhtemelen uyarlayıcı bir kendini aldatma sürecinin devreye girdiğine dikkat çekiyor ve,"Aşk aldatmacası evrimin duygusal yapıştırıcısı işlevini görüyor olsa gerek," diyor. Bilinçaltı dünyamızın üzerindeki giz perdesini kaldırmanın, aşkın büyüsünü ve gizemini yok ettiği düşünülebilir. Oysa, durum çok daha farklı. Geher çiftleşmenin temelinde yatan ruhsal süreçlerin ilişkileri etkileyemeyecek denli derinlikli olduğuna dikkat çekiyor ve,"Bu konuda kendimi kandırıyor olabilirim, ama duygularım öyle söylüyor," diye ekliyor. O'Sullivan da,"İnsanların içinde bulundukları durumla ilgili duygularının ne kadarının kendi uydurmaları olduğunu bilmeleri gerekir. Ancak bu kendimizi aldatmaya son vermemizi gerektirmiyor. Çünkü, kendimizi aldatmak son derece keyifli. Oysa, perdenin arkasında olup bitenleri kurcalamaktan kaçınıyoruz," diyor. Fisher bu konuda daha da olumlu bir tavır sergileyerek,"Eşleri konusunda kendilerini aldatma eğilimini sürdürenler evlilik yaşamlarında çok daha mutlu olduklarını belirttiklerine göre, kendini aldatma doğanın bizlere sunduğu değerli bir armağan olsa gerek," diyor. Kaynak: New Scientist, 31 Mart 07 / Rita Urgan / DİPNOT Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 7 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 7 Temmuz , 2007 kendimizi aldatmak..hayatın her anında pek çoğumuzun yaptığı bir şey..gerçekler bazen o kadar çirkin oluyorki..kendimize yalan söylemeden hiç bir işin içinden çıkamayacak duruma gelebiliyoruz.. bu araştırmaya gelince..koskoca bir safsata.. toplumsal kuralların ve geleneklerin şekillendirdiği insanoğlunun düşünceleri bile esirken..birbirinin benzeriyken.. Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 8 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 8 Temmuz , 2007 kendimizi aldatmak..hayatın her anında pek çoğumuzun yaptığı bir şey..gerçekler bazen o kadar çirkin oluyorki..kendimize yalan söylemeden hiç bir işin içinden çıkamayacak duruma gelebiliyoruz..bu araştırmaya gelince..koskoca bir safsata.. toplumsal kuralların ve geleneklerin şekillendirdiği insanoğlunun düşünceleri bile esirken..birbirinin benzeriyken.. Sevgili frozen forumda size saygım sonsuz... Tabiki düşüncenizede, Fakat konuya farklı bir boyut kazandırma açısından araştırmanın safsata olabilecek noktaları ve bütünü hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır ve bizleri aydınlatırsanız çok mutlu olacağımızi belirtmek isterim... Dost sevgiler... Alıntı
Φ frozen Gönderi tarihi: 8 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 8 Temmuz , 2007 Sevgili frozen forumda size saygım sonsuz...Tabiki düşüncenizede, Fakat konuya farklı bir boyut kazandırma açısından araştırmanın safsata olabilecek noktaları ve bütünü hakkındaki düşüncelerinizi bizimle paylaşır ve bizleri aydınlatırsanız çok mutlu olacağımızi belirtmek isterim... Dost sevgiler... sevgili dipnot forumda benimde size ve düşüncelerinize saygım sonsuz.. cevabı verdiğimi sanıyorum ..''toplumsal kuralların ve geleneklerin şekillendirdiği insanoğlunun düşünceleri bile esirken..birbirinin benzeriyken..'' biraz açayım.. kalıplaşmış birbirinin aynı fikir yaşam şekli ve yetiştiriliş biçimiyle ki üç aşşağı beş yukarı aynı..karşı karşıyayken..ne aşka bakış şeklimiz ne namus kavramına bakış şeklimiz ne paranın ve korkularımızın şekillendirdiği bize bakış şeklimiz..vs..farklılık arz ediyor.. edenlere verdiğimiz isim marjinaller.. gelenekler..inançlarımız..ahlak kavramlarımız..adalet sistemimiz..insanoğlunun ilkel tarafının törpülenmesi için gelişmiş toplum modelleri olarak bizlere sunulmuş..bunların olmadığını bir düşünürsek sanırım bakış açılarımızın göstericeği farklılığıda anlatabilirim..dağıtmayayım.. buna aşk ta dahil.. ben burda bizlerle paylaştığınız araştırmanın benim için bir geçerlilik taşımadığını belirttim..nedeninide açıkladım..umarım yanlış anlaşılmamışımdır tarafınızdan..ama görüyorum ki anlaşılmışım.. Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 8 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 8 Temmuz , 2007 sevgili dipnot forumda benimde size ve düşüncelerinize saygım sonsuz.. cevabı verdiğimi sanıyorum ..''toplumsal kuralların ve geleneklerin şekillendirdiği insanoğlunun düşünceleri bile esirken..birbirinin benzeriyken..'' biraz açayım.. kalıplaşmış birbirinin aynı fikir yaşam şekli ve yetiştiriliş biçimiyle ki üç aşşağı beş yukarı aynı..karşı karşıyayken..ne aşka bakış şeklimiz ne namus kavramına bakış şeklimiz ne paranın ve korkularımızın şekillendirdiği bize bakış şeklimiz..vs..farklılık arz ediyor.. edenlere verdiğimiz isim marjinaller.. gelenekler..inançlarımız..ahlak kavramlarımız..adalet sistemimiz..insanoğlunun ilkel tarafının törpülenmesi için gelişmiş toplum modelleri olarak bizlere sunulmuş..bunların olmadığını bir düşünürsek sanırım bakış açılarımızın göstericeği farklılığıda anlatabilirim..dağıtmayayım.. buna aşk ta dahil.. ben burda bizlerle paylaştığınız araştırmanın benim için bir geçerlilik taşımadığını belirttim..nedeninide açıkladım..umarım yanlış anlaşılmamışımdır tarafınızdan..ama görüyorum ki anlaşılmışım.. Sizi konunun toplumsal yaşamımızdaki yeri ile ilgili olarak anladım sevgili frozen... Ve size kısmen katılıyorum... Konuya gösterdiğiniz katkı için ise tekrar teşekkürler... Saygılar... Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2007 Belkide Aşk dünyayı anlamadığımız zamanların işidir... Ya da şöyle denilebiler, belki çok anlayıp ta ona hâkim olamayacağımızı farkettiğimiz günlerin işi. Düşünün birkere onyedisinde âşık oluruz ya da ellisinde... Eee dünyayı anlamadığımız zamanlar, kendimizi her şeyin üstünde görmemiz ve gökyüzüne çıkmamız kolaydır değilmi?. Peki Neden?... Çünkü o iki bilinmeyenli denklemin bilinmedik bir şeyin gücüne karşı fütursuz olunabilir. Ellisinde de, belki her şey bilinmektedir ama, bilinenler bizim olmaktan çıkmaktadır artık. Bizim olmayana karşı da aldırmaz olmak kolaydır. Ya da; "Evet hayat sen belki çok üstünsün, ama artık ben senden uzağım ve sana karşı korkusuzum; o yüzden hayalen kendimi senin üstünde ve bulutların içinde hissetmemin, yanlışlayabileceğin tarafı kalmadı; çünkü bunca yıldır kendime yalan söylemeyi, yalanımı saklamayı, ortaya çıksa da gülüp geçmeyi öğrendim artık" denilebilir pekala. Yani onyedisinde aşk, yanlış fakat sarsılmaz bir inanca bağlıysa; ellisinde de uydurulup itiraf edilmiş lüzumlu hayallere... Sonunda aşkla meşkle, egonun yani "ben"in kazançları ve kayıplarıyla ilgili galiba. Eğer bir gün "ben"i gökyüzünde yüzdürerek vareden şey aşk ise, aşk yaşanıyor; "ben"i yokeden şey aşk olmaya başlamışsa aşk bitiyor. Denilebilir ki insan aşk bilmiyor, aşk beni bitiriyor. Evet öyle oluyor, intiharlar oluyor ve cismani ben bitiyor. Ama bu sadece şu durumda oluyor: Son olarak şu söylenebilir... Kanımca her iki "ben"in de yerlerde sürünmesi ve fakat aradaki seviye farkının sıfırlanarak birbirine yaklaşması umulur. Velakin kelam, herkes kendi "ben"inin ederini, dalgalı sosyal borsada, ince denklemlerle yükseltme sevdasındadır!. Aşk gibi hepimizin en tepede tuttuğu bir duygunun bile, varoluşumuzun ve hayata tutunmamızın bir aracı olmaktan öte bir işlevinin olmaması ne tuhaf değil mi?.. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 9 Temmuz , 2007 Aşk'ın zorunlu bir tarifini yapıp kelimelere hapsetmek gerekir mi bilmiyorum. Ama "Aşk" deneyimlenmeden bilinemiyor kesinlikle... Ve herkesin "Aşk"tan anladığı farklı oluyor genelde... Aşk iki türlü... Bir "Anlık Aşklar" var, özelleri olan... Hani sadece "O An" yaşayabileceğiniz... O "An"a ait... Mesela: Sevdiğinizle birlikteyken, Bir an için gözlerine baktığınızda, Sırf o bakışla bile sırtınızdan parmak uçlarınıza inen o ürpertidir... Başka hiç bir zevki o kadar önemsemediğiniz farkedersiniz... "Aşkım" dediğinde Vücudunuzun bir anlık bir şok dalgası ile silkelenmesidir çoğu zaman... Gördüğünüzde gözlerini, Kalbinizin kabını yırtarcasına atmasıdır belki de... Tuttuğunuzda elini, Vücudunuzu bir sıcaklığın sarmasıdır... Aynı el, ayrılırken tutuluyorsa; O son hissedişte bir parçanızı, Elinizini, Kolunuzu, Omzunuzu, Kalbinizi... Götürmesidir o avuçlarınızdan kayan elin... Her ve özellikle son kere öpüşünüzün tadının hala dudaklarınızda olmasıdır... Onlarca kişi içindeyken, Onlarca koku varken, Hala onun kokusunun burnunuzda olmasıdır Aşk... Hala onun tenini hissediyor olmanızdır... 9-10 saat telefonun ucunda konuşup, Yine de doyamamaktır... Uykusuz işe gitmek ve gelince aynı mesaiye devam etmektir... Sayfalarca yazı yazıp onun için, Yine de hala yorulmamış olmak Ve her satırda aşkınızı dile getirirken Tekrar tekrar heyecanlanmaktır... Kıyamamaktır mesela üzülmesine, En ufak bir çiziğinde içinizin acımasıdır... Ama "Aşk" hep anlıktır... Aşk'ın gerçekte böyle bir şey olduğunu bilirseniz Yani kalbiniz gerçekten "Aşk" ile atabiliyorsa eğer O zaman erdemli olursunuz işte... Aşk insanı olgunlaştırır, Şüphesiz... Herkes aşkı farklı yaşar ama paydaları aynıdır... Erken ya da Geç yaşasakta farklı zamanlarda, Eksikliğinde ortaya çıkan insan ile Yaşayabildikten sonra ortaya çıkan insan çok farklı oluyor... Aşk'ın eksikliği, İnsanı kendisi olmaktan çıkarıyor... Sonunda ortaya çıkan, Ne olduğunu bilmediği bir arayışın kurbanı oluyor sadece... "Aşk" bir süreçtir aynı zamanda, kaybedişlerden sonra yaşanan... O da biraz "An"lıktır... Yutkunamamanızdır, kaybettiğinizde... Boğazınızda bir yumru olarak kalmasıdır... Hiç yaşadınız mı bu duyguyu? Hatırladığınızda, yutkunamadığınız bir kimse oldu mu hiç? Adını söylemekten korktuğunuz... Albümleri karıştırmaktan korktunuz mu hiç peki? Görürüm diye anıları... Boğazınızda düğümlenmiş, söylenememiş tümceleriniz var mı? Söyleyemediğiniz için eksik kaldığınız! Yaşayamadıklarınız var mı ya da? Başkası ile yaşarken, İçinizde bir yerlerde hep bir filmin oynadığı Başrollerini "O" ve "Siz"in paylaştığı... Omuzlarınız sizi terketmek istercesine çöktü mü aşağı doğru? Son gidişi geldiğinde aklınıza? Size son tutunuşu... Gözleriniz mesela! Öylece bakakaldılar mı? İz bıraktığınız mekanları gördükçe... Bir deniz kıyısında uzandığınız çimeliği, Koşuşturduğunuz parkı, Uzandığınız yatağı... Kokusu mu var hala, Açmaktan korktuğunuz ona ait çekmecede, O koku oradan hiç gitmesin diye? Sahiplendiğiniz üç beş anınız mı var, Tutunduğunuz ölürcesine? Ve... Unutulmak ilk defa koyuyor mu size? Bir anı olarak bile kalamayacağınız bilmek... Canınız yanıyor mu, Paylaşamayacağınız anıları Ve paylaşamayacaklarınızı paylaşırken... Aşıksınız siz o zaman... İnsanlar bir çok aşk denkleminin çeşitli varyasyonlarıdır: -Aşkı gerçekten tatmış olan şanslı insanlar... -Aşkı henüz tatmamış olan eksik insanlar... -Aşkı hiç tadamayacak olan biyolıjik canlılar... Aşık olmak insanın elinde... Tek yapılması gereken, Yaşayabilineceğine inanmak... Ve kendini fütursunzca salmak... Aşkın kuralları var, katı... Uymak... Saygılarımla... Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Sevgili Tengeriin boşig... Ne güzel düşünce, duygu ve baylaşım bunlar.. Yazında biraz daha gözlerimizi açtık... Çok teşekkür ederim... Sevgi veya yeteri kadar sevilmeye dair.. Yoksa sizde: Aşkperestlerin yüzde doksan dokuzu gibi, sevginin en büyüğünün, en kutsalının nedensiz, koşulsuz, akılla-mantıkla izah edilemeyen bir sevgi türü olduğuna mı inanıyorsunuz..? Yoksa sizde: "Ben hiçbir şey için sevilmek istemiyorum, kendim için sevilmek istiyorum, yaptığım, söylediğim, ya da düşündüğüm herhangi bir şey için değil. Kendim için. Vücudum için de değil, aklım için de, kelimelerim, çalışmalarım, eylemlerim için de değil..." mi DİYORSUNUZ.. " Yoksa siz de: Sevginin nedensiz olmasını mı istiyorsunuz? Yoksa siz de: " Sevgi her nedenin, her mantığın üzerindedir. Sevgi kördür. Ama sana göre bir şey değil o. Sende ticaret yapan, ama asla bedavaya vermeyen, hesapçı bir dükkâncı ruhu var! Sevgi bedava bir armağandır. Her şeyi aşan, her şeyi bağışlayan, kocaman, bedava, şartsız bir armağandır. Bir insanı iyi yanları için sevmekte bir cömertlik var mı? Ne vermiş oluyorsun ona? Hiçbir şey. Soğuk adaletten başka ne ki o? Zaten hak ettiği şey, o kadar!" mu DİYORSUNUZ..? Yoksa siz de: " Aşkın gözü kördür " - " Aşkla mantığı, sevgiyle aklı bir arada düşünememek saçmadır " - " Aşk: Koşulsuz bir sevgidir..." dir mi DİYORSUNUZ..? O ZAMAN SİZ HAK EDİLMEMİŞ BİR SEVGİ İSTİYORSUNUZ! http://www.bencil.org/hangi.htm Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Sevgili Tengeriin boşig... Ne güzel düşünce, duygu ve baylaşım bunlar.. Yazında biraz daha gözlerimizi açtık... Çok teşekkür ederim... Sevgi veya yeteri kadar sevilmeye dair.. Yoksa sizde: Aşkperestlerin yüzde doksan dokuzu gibi, sevginin en büyüğünün, en kutsalının nedensiz, koşulsuz, akılla-mantıkla izah edilemeyen bir sevgi türü olduğuna mı inanıyorsunuz..? Yoksa sizde: "Ben hiçbir şey için sevilmek istemiyorum, kendim için sevilmek istiyorum, yaptığım, söylediğim, ya da düşündüğüm herhangi bir şey için değil. Kendim için. Vücudum için de değil, aklım için de, kelimelerim, çalışmalarım, eylemlerim için de değil..." mi DİYORSUNUZ.. " Yoksa siz de: Sevginin nedensiz olmasını mı istiyorsunuz? Yoksa siz de: " Sevgi her nedenin, her mantığın üzerindedir. Sevgi kördür. Ama sana göre bir şey değil o. Sende ticaret yapan, ama asla bedavaya vermeyen, hesapçı bir dükkâncı ruhu var! Sevgi bedava bir armağandır. Her şeyi aşan, her şeyi bağışlayan, kocaman, bedava, şartsız bir armağandır. Bir insanı iyi yanları için sevmekte bir cömertlik var mı? Ne vermiş oluyorsun ona? Hiçbir şey. Soğuk adaletten başka ne ki o? Zaten hak ettiği şey, o kadar!" mu DİYORSUNUZ..? Yoksa siz de: " Aşkın gözü kördür " - " Aşkla mantığı, sevgiyle aklı bir arada düşünememek saçmadır " - " Aşk: Koşulsuz bir sevgidir..." dir mi DİYORSUNUZ..? O ZAMAN SİZ HAK EDİLMEMİŞ BİR SEVGİ İSTİYORSUNUZ! http://www.bencil.org/hangi.htm Alıntı
Φ suheda Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Kim nasıl tanımlarsa tanımlasın mutlaka eksik kalır,aşk tıpkı acı gibi,anlatılmıyor hissediliyor,çektiğiniz bir ağrıyı karşınızda ki insana ne kadar anlatabilirsiniz,yada o ne kadar anlayabilir görsel birşey değil ki tarif edebilelim hani derler ya "anlamak için yaşamak lazım" Nasıl ki acıyı tanımlayamıyoruz aşkıda tanımlayamayız aşk hissetmektir,ruhunuzda,yüreğinizde,tıpkı acı çekmek gibi............ Alıntı
Φ alamet-i farika Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 '' Aşk birinin gelip yarana dokunmasıdır.'' böyle bi cümle okumuştum bi yerlerde ben. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Ama neyi tattım biliyor musunuz? Benimsediğim "Aşk" anlayışım gerçekten beni tatmin ediyor... Yani her aşka ayrı ayrı anlamlar ve önemler vermem çok müthiş ve güzel bir duygu... Aşkın o saflığını, o temizliğini koruyabilmek ve sürdürebilmek... Leke sürülmemiş olarak kapatabilmek bir Aşkın dosyasını... Anılara öylece koyuvermek, Güzelce bantlamak o geçmişi... Böylesi çok güzel... Çünkü hep Temiz bir sayfa olarak kalıyor geçmişinizde, Ak ü pak... Nereden mi esti bu şimdi? O geldi... Hani bir yerlerde yaşayabilmek için bırakıp giden birisi bir zamanlar... Çok eskilerde kalan... Kapanmış bir sayfaydı, tamam... Geçmişteydi... Ama o saflığı ve temizliği... Hala gözlerime bakamayışı... Her baktığında o geçmişi gözlerinde görebilmem... Kötü bir anıyla kapatmamıştık ki? Evliliğine leke sürecek bir adım atacak kadar değilim tabii ki... O da değil zaten... Sadece masum bir geçmiş, Hatırlamaya değer olan... Ama geçmiş işte... Kötü şeyler yaşanmadı ki? Kötü kapanmadı ki? Geldi arkadaşım... Aşk buymuş işte biraz... Ne kadar unutulmuş Ve geçmişte kalmış olsa da... Tatlı izinin kalabilmiş olması bir şeylerin... Aradan yıllar da geçse, Yeni insanlar da girse aranıza, Hayatınıza... Hatırlanmaya değecek kadar masum olması... Tattırdığı acının bile temiz olması... O geldi... Bencileyin gitmişti ama, Bakışları hala benim... Böyle yaşayın aşklarınızı... Yeni aşkınıza ait olun tüm benliğinizle, Ama eski aşklarınız size özel olsun. Hatırlanmaya ve hatırlamaya değer şeyler yaşayın, Ve bittiğinde, Hatırlayınca acıtmayacak şekilde bitirin... O zaman hatırlamanın zevki, Yani geçmişe bakmanın zevki doyulmaz oluyor... Mesela: Hala gözlerime baktığında ne görüyorum biliyor musunuz? Ben onu severken hep gözlerinin "Ela" olduğunu söylerdim. O da bana; "Hayır, kahverengi!" derdi... Ben; "Ben en çok gözlerini seviyorum, o yüzden Ela" derdim... O; "Hayır be! Kahverengi işte..." Sonra o giderken bana geldi ve: "Ahmet, benim gözüm Ela biliyor musun?" dedi... Ben; "Hayır! Artık senin gözlerin kahverengi..." demiştim yıllar önce... Bu konuşmanın anlamını çözebilen var mı aranızda bilmiyorum.. Ama o bana baktığında, gözleri hala: "Benim gözlerim Ela" diyor... Ve gözleri biraz Ela'ya çalıyor... Sizlere tavsiyemdir: Her aşkınıza, ona özel anlamlar yükleyin, Ve her ilişkinizi hatırlanmaya değer bir şekilde noktalayın, Eğer bitmesi gerekiyorsa... Yoksa ne Aşk'tan, Ne Sevgi'den, Ne de Hayat'tan hiç bir zevk alamazsınız... Yıllar sonra hatırladığınızda tatlı bir acı yaşamak istiyorsanız Zevk veren... Hoş olan... Aşkı gerçekten tatmak istiyorsanız eğer... Aşkın ne olduğunu kavrayabilmelisiniz... Anlayabilmelisiniz... Yoksa yaşayamazsınız... Aşk öyle yaşanır... Dediğim gibi... Biraz "O" olarak, Biraz "Biz" olarak, Biraz "Ait" olarak, Ve Biraz "Özel" olarak... Ben zevk alıyorum aşklarımdan... Bir sekte alana kadar... Aşkı, Hakettiği şekilde yaşayın... Sevgilerimle... Alıntı
Φ ErdalAktas Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 kendimizi aldatmak..hayatın her anında pek çoğumuzun yaptığı bir şey..gerçekler bazen o kadar çirkin oluyorki..kendimize yalan söylemeden hiç bir işin içinden çıkamayacak duruma gelebiliyoruz..bu araştırmaya gelince..koskoca bir safsata.. toplumsal kuralların ve geleneklerin şekillendirdiği insanoğlunun düşünceleri bile esirken..birbirinin benzeriyken.. frozen.. gerçekler acı ve çirkindir. bunları görüp kabul edebilmektir yaşam acılarla güzelleşiyor.. toplumsal kurallar ve gelenekler gerçekleri görmemizi engelemek icin oluşturulmuş.. bu perdeyi yırtıp atmalı insanoğlu .. saygılar.. Alıntı
Φ ErdalAktas Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 11 Temmuz , 2007 Ben onu severken hep gözlerinin "Ela" olduğunu söylerdim. O da bana; "Hayır, kahverengi!" derdi... Ben; "Ben en çok gözlerini seviyorum, o yüzden Ela" derdim... O; "Hayır be! Kahverengi işte..." Sonra o giderken bana geldi ve: "Ahmet, benim gözüm Ela biliyor musun?" dedi... Ben; "Hayır! Artık senin gözlerin kahverengi..." demiştim yıllar önce... Bu konuşmanın anlamını çözebilen var mı aranızda bilmiyorum.. siz hala sevdiğinizin Ela gözlerini sevin lütfen....ne güzel... sizi cokmu gec anladı acaba.:? sizin icin hala Ela dır gözleri..giden sevgilinin... ne güzeldir yaşanılan bu güzel anılar.... hiç bitmiyorki yaşanılanlar...o AN da kalıyor..yıllar geçse bile. saygılar..... Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 1 Ağustos , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 1 Ağustos , 2007 Uzmanlar karşılıklı güvene, eğlenceye dayanan, sosyal beklentilere göre şekil değiştiren sevgi türlerini sıraladı Bilim adamlarından aşk tarifleri 60 çift ile görüşen Nottingham ve London College üniversitelerindeki bilim adamlarına göre aşkın, yaşam tarzları, kültürel faktörler ve çağa göre değişen ''9 hali'' bulunuyor. Psikolog Simon Watts , aşkın değişken olduğunu söylüyor. Aşkın bir beklenti olduğunu savunan uzmanlar aralarında ilk görüşte, güvenli, veya ihtiraslı olan aşkın 9 halini şöyle sıralıyor: Yetişkin aşk : Karşılıklı güven ve desteğe dayanır. Eros aşkı : Çiftler birbirlerini görür görmez âşık olur. Hedonistik aşkı : Birlikteyken kişisel zevklere ve eğlenceye dayanıyor. Romantik aşk : Çiftlerin birbirlerine duygusal olarak ihtiyacı olduğunu döneme denk gelen aşk. Mitolojik aşk : Çiftlerin birbirlerine kavuşmak için büyük savaş verdiği ve sürmesi için çabanın gerekli olduğu aşk. Yunan mitolojisindeki savaşa neden olan Truvalı Helen ve Paris'in aşkı gibi. Sosyal aşk : İhtiraslı bir aşktan sonra toplumun beklentilerine göre şekil değiştiren aşk. Maceracı aşk : Gişe rekorları kıran, sürekli inişler ve çıkışlar yaşanan aşk. Güvenli aşk : Zamanla çiftlerin birbirlerinin en iyi arkadaşı olduğu ve kendilerini güvende hissettikleri aşk. Ortak aşk : Çiftlerin kişiliklerini yitirerek tek benlik oluşturdukları aşk. Herkesin mutlaka bulabileceği bir aşk vardır ve hep olmalıdır... Siz ne isterdiniz efendim... Alıntı
Misafir RA_dya Gönderi tarihi: 1 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 1 Ağustos , 2007 HASTALIKLI AŞK Aşıkmısınız Yoksa Hasta Mı ? -------------------------------------------------------------------------------- Modern toplumda aşk âdeta ayağa düşürülürken, ucu ölüme bile varabilen takıntılı aşk vakalarının başlangıçta tedavi edilmesi gerekiyor. Karşı cinse yönelik aşk, zannedildiği kadar masum değil. “Ya benimsin, ya toprağın” veya “Ölürüm de seni kimselere yar etmem” gibi ifadelerle dışa vurulan ‘takıntılı’ aşklar ise hiç değil. Karşılıksız aşklar, özellikle ergenlik çağındaki gençlerde psikiyatrik rahatsızlıklara davetiye çıkarıyor. Bu rahatsızlıklar da istenmeyen olay ve travmalara sebebiyet veriyor. Anne babalar, ‘unut gitsin’ veya ‘gençlikte olur böyle şeyler’ sözleriyle geçiştirmeye çalıştıkları durumun vahametini çoğu zaman ya fark edemiyor ya da fark ettiğinde iş işten geçmiş oluyor. Depresif yetişkinler, bitmesini kabullenemedikleri aşk sonrasında, kendilerine ve ilgi duydukları kişiye de hayatı zehir edebiliyor. ÂŞIK OL HER FIRSATTA! Aşkın takıntısı belli bir sınırda kalmışsa zarar sadece yaşayana; ama bu sınırı aşmışsa aileler, yakın arkadaşlar ve hatta çevre de fazlasıyla nasipleniyor bu huzursuzluktan. Tıpkı 1996 Ekim’inde Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanlığının önünde vuku bulan cinayetteki gibi. Olay sonrasında paronoid şizofren teşhisi konulan Şefik Dağaçar, aşkına karşılık vermeyen fakültenin üçüncü sınıf öğrencisi 19 yaşındaki Seval Erdoğan’ı katletmişti. Dağaçar, bir yıllık tedavinin akabinde yeniden topluma karışmıştı. Türk televizyonlarının âdeta ‘geçim kapısı’ haline gelen dizilerin yanı sıra kolay yoldan köşeyi dönmek isteyen ‘yıldız’ adaylarını bir buğday tanesi gibi öğüten müzik sektörünün ana teması da aşk. Lakin son yıllardaki eğilim ‘imkânsız aşk’tan yana. Sürekli bu tür aşk hikâyeleri pompalanıyor medya yoluyla. ‘Yasak aşk’ kurguları da bolca serpiştiriliyor dram sosuyla birlikte. “Kadın da aldatabilir, erkek de” zihniyetiyle sosyal zemin sürekli cilalandığı için bu gidişata dur diyecek gür bir sadâ çıkmıyor, sağduyulu sesler ise boğuluyor. Ortaöğrenim çağındaki çocuklar bile ‘her fırsatta âşık ol’ dürtüsünün etkisinde. Olamazsa bir şeyler eksik kalacak sanki! Belki de beceriksiz, asosyal yaftası yiyecek. Sadece televole programları, diziler ve sosyetik mekânlar değil; artık okul koridorları da eks-aşk (eski aşk, önceki aşk) muhabbetleriyle inliyor. Bir ‘topkek’ine iddiaya girilen aşk oyunları cirit atıyor maalesef. 25 Mayıs’ta Samsun’da meydana gelen eks-aşk cinayeti, belleklerdeki tazeliğini hâlâ koruyor. 17 yaşındaki A.A.’nın, kız arkadaşını kastederek ‘Şimdi benim artığımla çıkıyor’ dediği Cihan Semizoğlu ve yanındaki arkadaşı Ahmet Genç’e kurşun yağdırarak ölümlerine sebep olmasının müsebbibi kim acaba? Bu çocukların hepsi de lise öğrencisiydi. TAKINTILI AŞKIN TEDAVİSİ VAR İzmir ve Samsun’daki vakalar yalnızca birer sembol. Diğer yandan toplumun her kesimi, her gün yasak aşk trajedileriyle sarsılıyor. Bu gayrimeşru olayların boyutu, bir annenin yasak ilişkisine şahit olan öz evladını katletme caniliğine kadar vardı. Medyanın mühim bir kesimi ise hem suçlu, hem güçlü. “Karşı cinsi tavlamanın altın metotlarını” göstere göstere lanse edenler, sorumlulukları hiç yokmuşçasına her defasında vuruyorlar abalıya. Aşkın gözü kör; ama dünyevî aşkı “her şey” olarak gösteren medyamızın da birçok kez aynı durumda olması düşündürücü. Mazhar Fuat Özkan üçlüsünün “Leyla’dan geçme faslındayız, Mevla’yı bulma yollarında / Majörler tükendi, minörlere yolculuk” diye ifade ettiği ‘ilahi aşk’ konusunda da kamuoyunda büyük bir körlük var. Aşılamayan, bitmesine alışılamayan ve hayatı tersyüz eden aşk, terapi ve tedaviye muhtaç derecede ciddi bir hastalık aslında. Psikiyatri Uzmanı Funda Güdücü Sağır ve Uzman Psikolog Zehra Erol, yıllardır, ‘takıntılı aşk’ rahatsızlığı içindeki hastaların tedavisiyle meşgul. Tecrübelerini kısa bir süre önce ‘Takıntılı Aşklar’ adıyla kitaplaştırdılar. Sağır ve Erol ile aşkın vücut kimyamızı nasıl etkilediğini ve bunun sonuçlarını konuştuk. Basit, saf ve masum bir olay şeklinde algılanan aşkta gizlenen ‘sinsi tehlikeleri’ okuyunca bir hayli irkileceksiniz. -Aşk, çok güçlü bir duygu. Hiç tanımadığı bir kişiye ilk görüşte vurularak bağlanmanın, onu her şeyiyle kabul edip hiçbir özelliğini dikkate almamanın alt yapısında ne var? Funda Güdücü Sağır (FGS): Aşk sosyal bir olay. Bütün sosyal olaylardaki gibi psikolojik, kültürel ve kimyasal boyutu var. Kişinin yetiştiği ortam, çocukluktan itibaren aldığı ve öğrendiği davranış kalıpları, bunlarla beraber kendi kişililik özelliklerinin getirdiği bazı davranış biçimleri ve beyin kimyasalları hepsi yoğrularak aşk dediğimiz olgu ortaya çıkıyor. Çok yönlü bakmak gerekiyor aşka. Bu arada, beyindeki serotonin ve dopamin kimyasallarının ne derece etkin oldukları konusunda halen araştırmalar devam ediyor. -Serotonin maddesinin azlığı ya da çokluğu neyi sağlıyor? FGS: Serotonin halk tarafından mutluluk hormonu olarak bilinir. Ama diğer kimyasallarla birlikte aktivitesi önemlidir. Böylece davranış kalıpları ortaya çıkar. Serotonin kişinin olayları olumlu değerlendirmesini sağlar, depresyondan koruyucu bir maddedir. Âşıkken serotonin maddesinin azaldığı gözlenir. Kişi mutluluk algılarken bu madde azalır. Dopamin ise artar. Dopamin kişiye heyecan verir, aşka yönelik motivasyonunu artırır. -Bu maddelerdeki dengeye göre daha fazla âşık olma veya böyle konulara fazla zaman ayırmama gibi durumlar gözlenebilir mi? FGS: Gözlenebilir. Dopamin çok arttığında motivasyon sağlar, davranışa yönelik hareketi canlandırır. Mesela bir alkolik, sürekli alkol arama peşindedir. Bu dopamin artışıyla paraleldir. Bağımlılığa sebep olur. -Bu kimyasal durum ile kişinin cinsel dürtüleri arasında da bir ilişki var mı? Aşk bazılarına göre cinsel temelli, bazılarına göre ise duygusal…. FGS: Erkekler ve kadınların aşkı algılayışı farklı. Kadınların duygusal değerlendirmesi daha yoğun. Kadınların daha fazla kelime üretmesi, bu duygusal alanda ortaya çıkmaktadır. BAĞIMLI ÂŞIKLAR, KOPAMIYOR -Erkeklerin aşkında cinsellik, kadınlarınkinde ise duygusallık daha çok önde öyle mi? FGS: Tabii tabii. Zehra Erol (ZE): Bir şey ekleyebiliriz. Kadınlarda sevmekten çok sevilme ihtiyacı ön planda. Bu nedenle daha fazla bağımlı ilişki yaşıyorlar. Sevgi, ilgi ve destek görme ihtiyaçları daha fazla. Bunu aldıkları kişilerle ilişki kurmak ve devam ettirmek kendinden mutlu olmayı da getiriyor bayanlarda. FGS: Testosteron, cinsel aktiviteyi en çok tetikleyen hormondur. Erkeklerin cinsel aktiviteye yönelik duygusal davranışları daha fazla. -Kişi aynı anda birden fazla kişiye âşık olabilir mi normal şartlarda? FGS: Bu davranış kalıbının altında başka şeyler vardır bence. Davranış bozuklukları da olabilir, kişilik özellikleri de. Bağımlı kişiliklerde mesela bir ilişkiyi bitirir bitirmez arkasından başka bir ilişkiyi arar kişi. Arada boşluk bırakmak istemez. Birinde elde edemediği ilgiyi başkasında elde edebilir. TAKINTILI AŞK BAŞKA BİR SÜREÇ ZE: Çocuk küçükken anne ile güvenli bir ilişki kurmak ister. Yedirilirken, altı bezlenirken vs. güvenli bir dünyada olduğu ve sevildiğine dair inançlar gelişir. Fakat anne ile kurulan bağ çok iyi olmadığında güvenli bağlanma olmaz. Anne uzaklaştığında kaygı yaşar. Yurtdışında yapılan çalışmaların büyük çoğunluğunda çocuğun davranışlarıyla, romantik davranışlar arasında paralellik bulunmuş. Bağımlılığa eğilimli kişiler, annelik bağı ilişkilerini yetişkinlikte de kurmaya çalışıyor. Kişi güvenli bağlanamamışsa çocuğunkine benzer davranışlar gösteriyor. Ayrılma döneminde karşıdaki kişiyi kaybettiğinde aşırı ağlama, öfke nöbetleri görülüyor. Çünkü güven ve bağlanma ihtiyacı tatmin edilmemiştir. Başka kişiye yöneldiği zaman rahatlıyor, yönelemediği zaman o kişiden kopuş da çok zor oluyor. -Aşkın bir süreç sonucunda oluşanı; bir de ilk görüşte olanı var. İkisi arasındaki fark nedir? Takıntı hangisinde daha yoğun? ZE: İkincisinde, kendi zihninizdeki şekle göre karşınızda ideal erkek ya da bayan vardır. Erkek ideal özelliklerden birini gördüğünde diğerleri varmış gibi algılıyor. Ama ilkinde bir özelliğini beğeniyor, o özellik üzerine gidiyor. Takıntılı aşk ise farklı bir süreç. İlk görüşte aşkta da olabilir, sürekli görerek bağlandığı aşkta da. Takıntı, o aşkın bittiğini kabullenemeyip, tek taraflı devam ettirmek. Baştan beri kabul edilmeyen bir aşk ise platonik aşk kategorisine girer. Başlayıp bitmiş bir aşkta, her reddedilme sonrasında karşı tarafa daha çok sarılmak ise bambaşka bir vaka. -‘Ölürüm de seni kimseye yar etmem’ noktasına mı geliyor. FGS: Ha evet. Güzel ifadeler. AŞKIN TEHLİKE SINIRI -Platonik aşk ile seni kimselere yar etmem noktası arasındaki çizgi nerededir? FGS: Kendi içinde yaşıyor olması, karşı tarafın bundan çoğu kez haberi bile olmaması platonik. Peşinde koşuyordur, takip ediyordur, çoğu kez karşı taraf bundan habersizdir. Karşılık da vermiyordur. -Aşkın takıntıya dönüşmesinde kişideki başka psikiyatrik ya da psikolojik bozuklukların etkisi var mı? FGS: Büyük bir kısmında var. Depresyonda, özellikle takıntılı aşklarla karşılaşırız. Çünkü ya acılardan, hüzünlerden uzak tutar, veyahut da onu bir yaşam amacı şeklinde devam ettirip depresyonun diğer yönlerini görmeyebilir. Veya zaten başlı başına takıntılı kişilik (obsesif) özellikleri vardır. Ve tuttuğu dalı sürekli sallayan bir kişidir. Yine psikotik bozukluk yaşayan, realist değerlendirme yapamayan hastalar vardır. Karşısındakini pes ettirecek, hayatından bezdirecek seviyede rahatsız etmeye başlar. Artık o, takıntılı aşk olmaktan çıkıp normal sınırdan uzaklaşan obsesif aşklara girer. -Peki normalden uzaklaşmanın sınırı nedir? FGS: Normal sınıra yakın takıntılı aşklar ve bir de normal sınırı aşan takıntılı aşklar var. Normal sınırdaki kişi bu aşkı içinde yaşıyordur; ama hayatını da devam ettiriyordur. Bir başkasını sevemiyordur, başkasına ilgi duyamıyordur. Sürekli kafasında o vardır. Ara ara hayatına başkaları giriyor; ama öncekinin yerini tutamıyordur. Bu, normal sınırda. Ama bu durum işlevselliğini bozmaya başladıysa artık işini gücünü bırakıp bu aşkla uğraşır hale geldiyse, diyelim ki sizin istememenize rağmen sürekli kapınızda yatıp kalkan birisi var, işine gücüne gitmiyor, başkalarını da rahatsız ediyor, tehditler başlıyor, mahkemelere düşülüyor, peşine dedektif takılıyor vs. AŞK EĞİTİMİNDE İKNA VE İLETİŞİM -Bu kişinin yaptıklarının artık karşısındakine duyduğu aşktan kaynaklandığını söyleyemeyiz değil mi? FGS: Bu patolojik bir durum. ZE: Buradaki esas problem şu. Depresyon ve takıntılı aşk beraber olabiliyor. Bu durumda geçmiş hayatındaki birtakım faktörlerin hepsi etkili. Sürekli arayıp rahatsız etme, kopmak istememe, ‘hayır’ı dinlememe, bunun sorumluluğunu sadece karşısındakine yükleme en sık gördüğümüz davranış bozukluğu. - Peki aşkın takıntıya dönüşmesi kişide bazı psikiyatrik rahatsızlıkları tetikleyebilir mi? Mesela zaten şizofreni potansiyeli bulunan bir kişide böyle bir aşk, hastalığın tetikleyicisi olabilir mi? FGS: Tabi, bize de sıklıkla geliyor böyle vakalar. Bu vakalarda gerçeği görememenin sebebini bulmak için başa döndüğümüzde aşkı görebiliyoruz sıklıkla. -Psikotik kişiler aşkın bitişinde başka şeyler arıyor herhalde. Ege İletişim’de yıllar önce bir şizofren sevdiği kızı okulda vurmuştu. Z.E: Biliyorum bu olayı. FGS: Onun değişmez bir hezeyanı haline gelmiş. Onunla yaşıyor. ZE: Aslında o tür durumlarda aile, bu tür rahatsızlıkları değersiz kılabiliyor, onu aşkın yıktığını düşünüyor. Âşık oldu da böyle oldu. Unutur gider, düzelir vs. -Toplumda bu konuda oluşan kültürel yanılgıları açabilir miyiz biraz daha? Aileler çocuklarına bu konuda nasıl yaklaşmalı? Ya da neler yanlış aktarılıyor? ZE: Mesela en çok ‘unut gitsin’, ‘nasıl olsa unutursun’, ‘hepimiz bunu yaşadık’ gibi söylemleri görüyoruz. Çocuk konuşmaya başladığı zaman hemen bu tarz yaklaşımlara giriliyor. Tam olarak dinlemediğinizde çocuğunuzdaki davranış bozukluklarını, değişikliklerini göremezsiniz. Sadece âşık olmak üzerinden değerlendirirseniz, birçok noktayı kaçırırsınız. Onun için önce dinleyip anlamaya çalışmak, hemen yargılamamak gerekiyor. Toplumda genel olarak şöyle bir inanış var: Âşık olan kişiler bu duygularını kontrol edemez. Örneğin çocuk uygunsuz bir kişiye âşık da olabilir. Problem karşınızdakinde değil sadece sizdedir. O durumda da yardım almanız gerekir. Bu durumda ebeveynler, yanlış yapan evlatlarını iyi dinlemeli. Niçin kopamadığını, uzaklaşamadığını anlamaya gayret göstermeli. Ona yardım etmeli. O kişi kötü biri demek kâfi değil. Sağlıklı bir iletişim kurulmalı. -Takıntılı âşıklar kendilerini daha çok nasıl avutmaya çalışıyorlar? Ne gibi yanlış alışkanlıklara sapıyorlar? FGS: En sık hanımlarda görüyoruz. Aşk biterken başka bir aşka geçmeye çalışıyorlar. Acıyı ve yası yaşamadan. Yas süreci önemlidir. Bir yakınınızı kaybettiğinizde bir süre acısını yaşamanız gerekiyor. Bir başka ilişkiye daha sağlıklı geçebilmek için de buna ihtiyaç var. Anında yerine bir başkasını koymak problemi çözmez. -Kişi unutmak için neler yapmalı? FGS: Mutlaka bir sosyal yaşantısı olmalı kişinin. Hayatındaki tek sosyallik o aşkı ise zaten problem var demektir. Bittiği zaman boşlukta kalır. Aynen ölümlerde olduğu gibi... ZE: Acıyı yaşamak istedikleri için takıntılı aşk devam ediyor. Sürekli aramak, görüşmeye devam etmek istiyor. Kişi telefonda küfür edebiliyor. Buna rağmen hâlâ aramaya devam ediyor. Sıkıntıyı, acı veren durumu yaşamak istiyor. MEDYA AŞKI BOZUYOR; FUZÛLÎ DE MELANKOLİKTİ -Çok kritik bir soru: Müzik sektörü bu duyguyu sömürmüyor mu? Aslında terapi etmesi gerekirken. Bazı parçalar takıntıyı perçinlemiyor mu? FGS: Müziğin terapi yönü var. İnkâr edemeyiz. Ama o müziği hangi amaçla dinlediği, niye tercih ettiği önemli kişinin. -Umutsuz aşk parçaları var ya… FGS: Bu ta Fuzûlî’den gelen bir olay. Fuzûlî acı çekmekten hoşlanan bir şair. Melankolik âşıklar var. Acı çekmekten hoşlananlar. -Kişinin normal acısını anormale çeviren müzikler yok mu? ZE: Sizin dediğiniz gibi bunu artırabiliyor özellikle hüzünlü şarkılar. Kişi kendi yaşadıklarını bulabiliyor orada. Onunla pekiştirmiş oluyor. Takıntılı kişilerde adeta uğraş olabiliyor. Bazı kişilerde rahatlatıcı etkisi de görülebiliyor. Sadece müziklerde değil, televizyonlarda aşkı sürekli kurguluyorlar; gazetelerde de yazılıyor. Kişilerin özellikle hassas oldukları, görmek istedikleri, mutsuz oldukları noktadan hareket ederek bu şekilde kurgulamalarla aslında kişilerin aşka bakış açılarıyla ilgili yanlış inanışlar da gelişiyor. İnsanlarda yanlış inanç ve inanışlar oluşturuyorlar. Son zamanlarda ergenlik çağındaki kızların küçük kadınlara dönmüş olmalarındaki sebeplerden biri de bu. FGS: Az önce onu söylüyordum, melankolik özellikteki kişiler acı çekmeyi prensip haline getirmiştir. Mutlu giden aşkı vardır. Ama onun içinde bile kendine hüzün verecek bir şeyler arayarak mutlu olmaya çalışır. Fuzûlî misali yani. Bir de yüceltme duygusuyla kişinin kendini müziğe vermesi var. Tamir edici bir özelliktir. Kişi aşkı yaşamış bitirmiş; ama hâlâ acı çekiyor. Beste, güfte yapıyordur, kendi duygularını olumlu biçimde başka yöne çevirerek. -Takıntılı aşklar ile sosyoekonomik statü, eğitim seviyesi, çevre, dinî duygular, ahlakî kaygıların ne oranda ilgisi söz konusu? FGS: Türk toplumuna baktığımızda kızlarımıza çocuk yaştan itibaren aşk yaşantısından çekinmesi, kendisine zarar gelebileceği yönünde bilgiler aktarılır. Dolayısıyla aileye bağımlı, ayakları üzerine basamayan çok sayıda kadınımız var. Bu kişilerde bağımlı aşkları görüyoruz. Kendisine eziyet eden, alkol içen her gün döven bir kocadan kopamayan bir kadının temelinde de bu var. BAĞIMLI AŞIKLAR Sadece sosyoekonomik yetersizlikle alakası yok. Aileden bunu alıyor. Döven, söven, eziyet eden koca ya da sevgili onun için güçlü niteliktedir. Genellikle anti sosyal kişilere bağlanırlar bağımlı kişiler. Buradan da bağımlı aşk ortaya çıkar. Kültürel özellikler dediğimizde, filmlerde; ‘ben senin için ölürüm’ pekiştirilir, ‘amma seviyormuş ha’ dedirtilir. Yoluna hayat feda edilecek aşklar işlenir. Bunlar da olağan şeyler değil. ZE: Takıntılı aşk her yerde yaşanabilir. Ama sosyoekonomik seviyesi düşük yerlerde sosyal faaliyetler kısıtlıdır. Sosyo ekonomik seviye yüksek olduğunda imkânlarını kullanarak o ortamdan uzaklaşılabilir. Tanışılan insan sayısı fazladır. Ancak kişilik özellikleri, yetiştiriliş tarzı her zaman önemlidir. -Takıntılı hastalarınızda ne gibi sonuçlar elde ettiniz? FGS: Takıntılı aşklarda çoğunlukla Zehra Hanım’la beraber çalışıyoruz. Bağımlı aşk vakıalarında da. İşin biyolojik ve psikolojik tarafı var. Takıntılı aşklarda genellikle depresyonla karşılaşıyoruz. Önce onun biyolojisini düzeltmeye çalışıyoruz. Maddeleri düzenliyoruz. İlaçla takıntılar kısmen azalıyor. Terapiyle kişinin bakış açısını değiştirmeye çalışıyoruz. Tedavilerin büyük bir bölümünde olumlu yanıtlar alıyoruz. Ama bazen daha uzun sürebiliyor. ZE: İlişkiyi devam ettirmekle bundan kurtulmak istemek çok ince bir sınır. Bazen o probleminden kurtulmak istemeyenler var. Zire bu ona motivasyon veriyor. AŞK, AŞIRI YÜCELTİLİYOR -Aşk olayı ortaöğretime kadar indi. Çocuk, kendini âşık olmak zorunda hissediyor, böyle hissettiriliyor. Mayıs ayında Samsun’da bir liseli kız yüzünden iki arkadaşını öldürmüştü. ZE: Sabah programlarından geceye kadar aşkla ilgili programlar yapılıyor. En çok reytingi aşk dizileri alıyor. Günlük hayat içinde en çok konuşulan konular aşkla ilgili. Gerek toplum olarak gerek fert olarak bu konuyu fazla yüceltmemizden kaynaklanan bir problem var. Onun da biraz toplumsal değer yargılarıyla ilişkili olduğunu düşünüyorum. Çünkü geçmişte de aşklar vardı; ama birtakım sosyal değer ve ahlak kuralları daha baskındı. Bireyselleşmeyle birlikte kişiler biraz daha istek ve ihtiyaçlarına yöneldi. İçten gelen sevgi ve aşk gibi birtakım duyguların tatminine yönelmeler oldu. Bunun sonucunda da değişik ilişki tarzları paylaşılmaya başlandı. Cazip bir şey gibi gösterildi. Tabii çok riskli. Bunun yanında aile yapıları. Anne baba ilişkileri. Özellikle bu nedenlerle kuramadığı ilişki tarzını dışarıda arıyor. Onun için konuya sadece aşk diye bakılmamalı. -Televole aşkları bizi ilgilendirmiyor; ama orta öğretimdeki durum endişe verici boyutta… FGS: Ne modelize edilirse onu alır ergenler. Toplum da olur, ailesi de olur. Çevresi de. Televizyonlar çok büyük etken. Medyayı bu konuda olumlu bulmuyorum. EVLİLİK, AŞKI ÖLDÜRÜR MÜ? -Aşk - sevgi ilişkisi çok tartışılan bir konu. Önce aşk olur, sonra sevgiye mi dönüşür? Aşk ile sevgi arasındaki fark ne? FGS: Aşkın içinde tutku var. Tek ya da çift taraflı da olabilir. Tutkunun içinde de cinsellik vardır. Karşı tarafı özlemek, sürekli onunla meşgul olmak, kendi hayatınızı onunkiyle birleştirmek aşkı gösterir. Sevginin içindeyse şefkat ve hoşgörü var. Daha çok bu yönleriyle pekişen bir şey. Aşkın belli bir süresi var. Araştırmalar da gösteriliyor. Üç yılın sonunda aşk sona eriyor. Bu sevgiye de dönüşebiliyor; tükenebiliyor da, kişiler birbirini tanıdıkça başka yönlerini gördükçe… Uzaklaşma olabilir. Ya da bunu sevgiyle ve hoşgörüyle pekiştirerek devam da edebilir. - Demek ki aşk zamanla sevgiye dönüşebiliyor… FGS: Dönüşebilir de bitebilir de. - ‘Evlilik aşkı öldürür’ sözü ne derece doğru? Evlilik aşkı öldürüyor diye kestirip atmak yanlış olur. Onun közünü alevlendirmek, kişilerin elindedir. Köz durur. Zaman zaman birbirlerinin hoşuna gidecek şeyler yapmak. Bırakmamak ilişkiyi. Sadece olumsuz yönleri görerek devam ettirmek tabiî ki aşkı öldürür. Ama kişilerin evliliğe nasıl baktığıyla alakası var. BU DEVİRDE LEYLA İLE MECNUN OLMAZ -Meşhur âşıklarımız var tarihte. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı gibi. Mecnun’un âşık olduğu Leyla bazılarına göre kara kuru bir kızmış. Bir diğeri aşkı için dağları yarmış. Bunlar da mı takıntılı aşka giriyor? FDS: Efsanevi yönleri ağır basan hikâyeler. Şu zamana bakacak olursak, Leyla ile Mecnun şimdi olmaz. Yani bu dönemde yaşasaydı biz onu tedavi ederdik. Devam edip gitmezdi. ZE: Nasıl algılandığıyla ilgili bir şey. FGS: Leyla ile Mecnun olmak özlenen bir şeydir; ama olma ihtimali düşük bugün. - Toplumda kavuşulamayan aşklar daha revaçta. İmkânsız aşk parçası dillerde dolaşıyor. En iyi aşk sanki ulaşılamayan aşk. Kavuşulduğu zaman aşk bitiyor mu? FDS: Kavuşulunca o aşkın bittiğine inanılıyor. Türk toplumunda böyle bir inanç var aslında. - Niye böyle? FGS: Elde etme hırsı, elde etmeye çalışmanın hazzı ile, elde ettiğinizde düşen haz duygusuyla alakalı. Yeni bir çıta koyarsınız önünüze. ZE: Eğer siz kendi mutluluğunuzu dışarıdaki şeye bağlarsanız, âşık olduğunuz bir kişi olabilir. Ne kadar zor olursa duyacağınız tatmin duygusu o kadar fazla. Çünkü onun temelinde evet ben bu işi başardım. İmkânsız aşklar bitebiliyor da. Bunun sebebi şu ki, tatmini aldıktan sonra o düzeyde bir şey bulmak zorunda. FGS: Biricik olma duygusu. Ona cinsel anlamda sahip olmak değil. Alıntı... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.