Φ Tantalos Gönderi tarihi: 2 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 2 Mart , 2007 Eşek Arıları, bir kovanı yağmalıcakları zaman, bi öncü gönderir. Eşek arısı kovandan içeri girer. Uygun bir yere bir sıvı salgılar. Diğer eşek arıları, bu kokuyu duyarlar ve gelip kovanı talan ederler. Çok kısa bir sürede, kovanda bir katliam yaşanmıştır. Normal Bal arıları, eşek arıları ile mücadele edemezler... Eşek Arıları bu sefer bir Japon kovanını ziyaret etcekler. Bir öncü gelir ve içeri girer. Tabi girerken muhafızlardan bir kaç tane Japon Bal arısını öldürür. Kokuyu bırakacak bir yer arar ve bırakacağı sırada Japon Bal arılarının akılları başına gelir... İşte işin asıl ilginç yani burada. J. bal arıları, normal bal arıları gibi öyle bakınıp durmuyolar. Eşek arısının etrafını sarıyolar ve onu öldürüyolar. Ama işin ilginç yanı şu aslında, J. B. arısının ısırığı ya da iğnesi öldürmüyo eşek arısını... Arının etrafını sarıyolar ve kanat hareketleri ile ısıyı yükseltiyolar. Eşek arısı, sıcaklık 36 dereceye gelince kavrulup ölüyo... J. B. arısı ise 38 derece de ölüyo... J. B arısı, Eşek arısını böyle öldürebileceği içgüdüsüne nereden ulaştı? Tanrı mı verdi yoksa Evrimle zamanla bu içgüdüye sahip mi oldu? Normal bal arıları niçin bu içgüdüye ya da özelliğe sahip değiller? Hayvanlardaki içgüdünün kaynağı nedir: Hayatta Kalmak ve Üremek Varoluş amacı mı? Yoksa dinlerin söylediği, Dağılın ve Üreyin Yaratılış amacı mı? Linke tıklayıp izleyebilirsiniz... http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=87991 Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 3 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 3 Mart , 2007 Sayın Tantalos, ben sana içgüdü'nün tanımını yapayım ama Tanrı mı yaratmış yoksa Evrimle mi var olmuş onun cevabını başkaları bulsun. İçgüdüler öğrenmeye bağlı olmayan davranışların hepsidir. şu an bildiğimiz kadarıyla içgüdü nesilden nesile aktarılıyor ancak bu aktarım dna'nın neresinden kaynaklanıyor hala bilinmiyor. Şu var ki bugün gördüğümüz bütün hayvanların içgüdüleri var ve tuhaftır ki bu içgüdüler aynı türün her bireyinde aynı şekilde görülüyor. Yani aktarım Dna'dan kaynaklanıyorsa eğer, birebir diğer bireylerede aktarılıyor. Ve bilinmeyen diğer bir şeyde içgüdülerin nasıl ortaya çıktıkları. iki görüş var bu açıdan: Evrim yolu ile savunma mekanizmalarının zamanla sistemli hale gelmiş olması ve içgüdülerin genetik olarak aktarılıyor olmasından dolayı kalıtsal olarak zaten var olmuş olmasıdır. İçgüdü hakkında gerekli bilgiler net'te bulunabilir ancak tebrik ederim sizi, çok güzel bir soru ve hakkaten kafa yoruyor. Çünkü içgüdülerin nasıl ortaya çıktıkları, nasıl var oldukları ve nasıl değişmeden nesilden nesile aktarıldıkları çok büyük bir sır. Saygılarımla... Alıntı
Φ Tantalos Gönderi tarihi: 3 Mart , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 3 Mart , 2007 Tengerin açıklaman için tşk'ler. Ama biri cevap verse iyi olur yaa... İçgüdülerin kaynağı ne? Nasıl ortaya çıkmış? Amacı ne? kimse bilmiyomu? Alıntı
Φ y/k Gönderi tarihi: 3 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 3 Mart , 2007 Sevmedim aralarında Türk arısı yok Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 İçgüdülerin kaynağı ne? canlı organizma Alıntı
Φ Tantalos Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 canlı organizma Sorumun cevabı bu değil. Bak, içgüdüler çok karmaşık bi yapıdalar. deneme-yanılma ile ortaya çıkcak gibi değiller yani. şöyle düşün: J. B. arıları ele alalım. diyelim ki bunların o ilkel dönemlerinde bi eşek arısı bunların kovana aynı amaçla geldi. koku bırakcak yani. J. B. arılarının bi tepki vermesi gerek dimi? ama bu kanatlarla ortamı ısıtma olayı, gökten vahiy iner gibi birden tüm arılara inmiş olamaz. "ulan eşeğin biri geldi, napalım. dur dur vahiy geliyo... hah kanat çırpıp ısıtabilirmişiz. haydin kalkın lan ipraaam, haydaaar!!!" gibi bişey yok yani. eğer öyleyse, Tanrı'nın insanlarla da iletişim kurmasından daha normal bişii olamaz. darwin'in dediği gibi içgüdüler zamanla ortaya çıkmış olsa, daha bu çok karmaşık yapı bugünkü haline gelmeden çıktığı anda yok olurdu. niye mi? çünkü daha ilk kullanımda başarısız olunduğu, işe yaramadığı ve bu karmaşık yapı bu yüzden hiç gelişemice için yok olurdu. bunu anladın. İçgüdünün kaynağı, meydana geldiği bünye tabi canlı organizma ama bak soru açık: İçgüdüler nasıl meydana geldi? kapiş? içgüdülerin özellikler; türe özgü olması ama aynı türün bazı çeşitlerinde görülürden bazı çeşitlerinde görülemiyebiliyo da! mesela arıların sahip olduğu bi içgüdü karıncalarda varsa o şey içgüdü diil. bide insanlarda içgüdü yok. ve ekliim mi bi soru daha: diyelim ki Tanrı verdi bu içgüdüyü, niye bi tek J. B. arılarına torpil geçti? diğer arılar sapır sapır kesiliyo? niye? sanıyom ki cevap verebilecek kimse yok bu sorulara. araştırın bakalım, belki bulan olur. bekliyom. şunu da ekliim, eşek arısının bu "koku" tutkusu şu sıralar sinemaya giren "koku" diye bi filmi hatırlattı bana. psikopat ruhum depreşim geçirdi. koku neler yaptırıyo dimi? bide kötü kokular var, hiç bahsetmeyelim. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Sayın Tantalos evrimcilerin bugüne kadar bulamadıkları yanıtlardan biride içgüdüdür.. Evrimciler iç güdü meselesini tabiat ana derler ve geçiştirirler.. Canlı organizmaya yükledikleri "tesadüf" sözü, içgüdüyle hiç eşleşmemektedir.. Örneğin arıda içgüdü, yuvasını terzi gibi dikerek yapan bir kuş türündeki içgüdü, ırmaklara baraj yapan kunduzun içgüdüsü, yavrusuna bir zarar gelmesin diye, yavrusuna yönelen düşmanı, yaralı taklti yaparak kendisine çeken kuştaki içgüdü, binlerce yarasanın içinden kendi annesini bulabilen yarasa yavrusu vs..vs.. Bu konuda Darwin'in zor durumda kaldığını belirten sözleri vardır.. Saygılar.. Alıntı
Φ katakuta Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Eşek Arıları, bir kovanı yağmalıcakları zaman, bi öncü gönderir. Eşek arısı kovandan içeri girer. Uygun bir yere bir sıvı salgılar. Diğer eşek arıları, bu kokuyu duyarlar ve gelip kovanı talan ederler. Çok kısa bir sürede, kovanda bir katliam yaşanmıştır. Normal Bal arıları, eşek arıları ile mücadele edemezler... Eşek Arıları bu sefer bir Japon kovanını ziyaret etcekler. Bir öncü gelir ve içeri girer. Tabi girerken muhafızlardan bir kaç tane Japon Bal arısını öldürür. Kokuyu bırakacak bir yer arar ve bırakacağı sırada Japon Bal arılarının akılları başına gelir... İşte işin asıl ilginç yani burada. J. bal arıları, normal bal arıları gibi öyle bakınıp durmuyolar. Eşek arısının etrafını sarıyolar ve onu öldürüyolar. Ama işin ilginç yanı şu aslında, J. B. arısının ısırığı ya da iğnesi öldürmüyo eşek arısını... Arının etrafını sarıyolar ve kanat hareketleri ile ısıyı yükseltiyolar. Eşek arısı, sıcaklık 36 dereceye gelince kavrulup ölüyo... J. B. arısı ise 38 derece de ölüyo... J. B arısı, Eşek arısını böyle öldürebileceği içgüdüsüne nereden ulaştı? Tanrı mı verdi yoksa Evrimle zamanla bu içgüdüye sahip mi oldu? Normal bal arıları niçin bu içgüdüye ya da özelliğe sahip değiller? Hayvanlardaki içgüdünün kaynağı nedir: Hayatta Kalmak ve Üremek Varoluş amacı mı? Yoksa dinlerin söylediği, Dağılın ve Üreyin Yaratılış amacı mı? Linke tıklayıp izleyebilirsiniz... http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=87991 Çok ilginç ve irdelenmesi gereken bir konu.Ben şimdi iğneyi kendimize (dinsizler,ateistler) batırmanın zamanının geldiğini korkmadan söylemek istiyorum. Yani arkadaşlar sesli düşünüyorum. Not;Dinciler bundan kendillerine bir pay çıkarmaya kalkmasın,zira onların açısından ele alınacak hiç bir tarafı yok.Buna yeri geldiğinde değineceğim. Bizlerin yanlış, kötü, kısaca olmusuz olarak tanımladığı herşey doğada ki diğer canlılarda mevcut. Bizler neye dayanarak bazı davranışların kötü veya yanlış olduğunu söyleyebiliyoruz ?Bizlerin olumsuz olarak nitelediği davranışlar,hayvanlar ve bitkiler söz konusu olduğunda, iç güdü veya doğanın yasaları olarak değerlendiriliyor değilmi ? Hiç kimse kalkıpta bu hayvanlar çok *****sız,katil çapulcu filan demiyor değilmi.? İlşkiden sonra eşini yiyen karadul,doğduktan sonra çucuklarını yiyen bazı hayvanlar katilmi ? Peki insanlar için bunları neye dayanarak söylüyoruz.İnsanlarda doğanın bir parçası değilmi ? Bizler istediğimiz kadar erdemli,ahlaklı normlar getirirsek getirelim, bunların tamamının göreceli olduğunu, hatta doğanın bunları tanımadığını yine insanlara kendi kanunlarını istemeselerde dayattığını söylemek istiyorum. Acaba yanılıyormuyum ? Yani bizler ne kadar ahlaklı olmaya çalışssakta doğa bildiğini okuyor. Bildiğim kadarı ile doğadaki her canlı,insanlarda dahil,hayatını devam ettirebilmesi,hayatta kalabilmesi için diğer canlıları yemek zorunda,yani onları öldürmek zorunda. Bundan kaçıp kurtulmak mümkün değil.İşte tam burada dindarların tanrının varlığını isbat için kullandıkları akıllı tasarım argümenı külliyen çöpe gidiyor.Çünkü hem canlılarırı birbilerini yok ederek yaşamak zorunda olarak tasarlayacaksın hemde öldürmenin yasak olduğunu söyleyeceksin ki bu en büyük bir çelişki olur. Eşcinslelliği ele alalım Öncelikle batılı toplumlar eşcinselliği bir hastalık olarak Tıp litaretüründen çıkartmışlardır. Doğaya ters diyenler doğayı yeteri kadar incelemedikleri anlaşılıyor. Eşcinsellik doğada oldukça yaygındır. Eşcinsel kuğu, penguenler hemde uzun süreli birliktelik kuruyorlar... Hiç kurban bayramında satılık koçları görmediniz mi.. Şahsen birbiriyle ilşki kuran koçları ben çok görmüşümdür... Merak eden Bruce Bagemihl'in 10 yıl çalışarak hazırladığı 786 sayfalık ‘Biyolojik Coşku: Hayvanlarda Homoseksüellik ve Doğal Çeşitlilik’ kitabına göz atabilir. Eşcinsellik doğanın kendi içinde denge kurmasının bir sonucudur. Tıpkı kısırlık, düşük gibi. Düşün doğacak olan bebeğin yaşama şansı çok düşük olduğu için olmaktadır. Doğa baştan onu elemine ediyor..Doğa nüfusu dengelemek için böyle bir yola başvurabilir. Doğada ahlak yoktur. Bu iş hormonlarla alakalı değildir. Kime ne hormon verirseniz verin o kişinin sadece cinsel isteği artar yada azalır. Genlerle alakalıdır. Nasıl günümüzde bir çok hastalık genlerle alakalıysa, eşcinsellikte bu şekildedir. Şimdi kalkıp kimse doğuştan(genlerden gelen uyuşmazlıkla) siyam(yapışık) ikizleri, zihinsel özürlü, fiziksel özürlülüleri doğaya aykırıdır diye yargılayamaz. Katletmeyi ele alalım Ölüm!! Karşısına rüzgarı alıp tıpkı otlar arasında sürünerek avına sessizce yaklaşan aslanlar gibi sinsice süzülür. Ölüm, pusuya yatmış avcılar gibi tetikte durur. Ölüm, oltasını, ağlarını denize atmış balıkçılar gibi sabırla bekler. Bir yandan da doğa ölüm için yeni avlar sağlamak üzere insanın kalbine aşk ateşini düşürür. Doğanın tuzağına bir çocuk gibi kanıp, aşkı kendimize mal edip, doğaya hizmet ettiğimizi bilmeden onu bireysel olarak yaşarız. Bizler ölümün dipsiz kuyular gibi sonsuz isteğini doyurmak için büyülü sözler sarf ederek, ateşli öpücüklerle ölümüne sevişiriz. Olan bitene bireysel olarak baktığımız sürece ölümü kader olarak algılarız. Bir bütün olarak baktığımızda ise ölüm bir dengedir. Dünya üzerindeki yaşam bir bütündür ve insanlarda bütünün bir parçasıdır. (Her şeyin özü atomdur). Yaşamak, devimlilik (hareketlilik) demektir. Taşıyla toprağıyla, göğüyle yıldızıyla tüm evren yaşamaktadır. Ama biz insanlar bu deyimi, gözlerimizle görebildiğimiz kımıltılar ölçüsünde kullanmışızdır. Dengeyi biz insanlarla örnek vereyim. Dünya üzerinde yaşayan insan sayısını doğa belirler. En basit denge unsuru besindir, ne kadar besin o kadar insan. Bu denge bozulduğunda ölüm tuzaklarla, bir aslan edasıyla aramıza sızıp, bir balıkçı gibi ağlarını atar. Ölüm zayıflar haricinde Ali yada Fatma olsun, John veya Tina olsun diye seçim yapmaz. Denge kurulması için ne kadar kişi gerekiyorsa aramızdan rast gele seçer. Bizlerse tıpkı ağlara takılacak balıklar, aslandan habersiz otlayan ceylanlar gibi ölüme yol alırız. Bazı zamanlarda yani depremler, tayfunlar, seller gibi doğal afetlerde zayıf olup olmamakta önemli değildir. Hatta çoğu zaman bu dengeyi savaşlar çıkartarak, kitlesel katliamlar yaparak bizler insanoğlu olarak içimizdeki doğanın verdiği ilkel dürtüler doğrultusunda kendi ellerimizle kurarız. Bir bakıma ölüm bizzat kendi amaçları doğrultusunda bizleri kullanır. Sırf bu denge uğruna bizlere çeşit çeşit silahları, atom bombasını icat ettirmiştir. Ölüm kendi acımasızlığını bizlere bulaştırıp bir kenarda bekleyerek kanlı ellerini ovuşturur. Hitleri yaratan da dengedir, 13-14-15 yy larda Avrupa nüfusunun yarısını alıp götüren veba da bir denge. Ah insan aklında ne büyük bir çelişki? Doğanın amacı bir sonraki neslin sağlıklı olarak doğmasını garanti altına almaktır. En güçlü, sağlıklı genlerin bir sonraki nesle aktarılmasını sağlamaktır. Durum böyleyken ortaya çıkan nesil çocuklarının, torunlarının hayatlarını garantiye almak için birbirlerini katletmekteler. Üremek için doğanın tuzağına düşen bizler, yine doğanın verdiği bencillikle kendi kanımızdan, soyumuzdan olacak gelecek kuşaklar için katliamlar yapmaktayız. Evet amaç üremek, çoğalmak ama nasıl? Kendi çocuklarımız, torunlarımız için diğer insanları kurban ederek.. Öyleyse insanoğlunun varoluşu için insan kanının akması gerekiyor. Bir zamanlar İspanyolların insan kurban ettikleri için lanetledikleri Maya Uygarlığından pek bir farkımız yok. Tek farkla bizler kahramanlık, şan, şeref zafer kazanma derdiyle, onlarsa bunu herkesin iyiliği için olduğunu kabul ederek, bilerek gerçekleştiriyorlardı. Hatta çoğu kurban, kendisini bile bile ölümün kucağına atıyordu. Bu zincir sonsuzluğa doğru akıp gitmekte, bizler doğanın bizlere oynadığı oyunun farkında bile olmadan ellerimizi birbirlerimizin kanı ile kirletmekteyiz. Sonuçta her birimiz zamanı geldiğinde kullanılmak üzere yedekte bekleyen ölümün askerleriyiz..... Doğada seçim, doğumdan önce başlamaktadır. Örneğin bir insanın olması için iki yüz yirmi beş milyon erkek tohumu sekiz saat süren bir yarışa girişirler. Kadın yumurtası karanlık bir köşede gizlenmiştir. 225.000.000 yarışçı arasından hangisi amaca daha önce varır, yumurtayı gizlendiği köşede bulabilirse, doğacak çocuğu o meydana getirecektir. Kazanan, en güçlüdür. Çünkü, en iyi koşucu, en iyi bulucu ve en iyi delici olarak üç sınavda da başarıya ulaşmıştır. En güçlü, en iyi, en uygun böylelikle seçilir ve yenilen 224.999.999 (imkan), doğal süpürgenin acımak bilmeyen süpürüşü önünde ölüp giderler. Cinsi yaşatan, sürdüren en güçlülerdir. Bunları öğrenince az evvel ki dediğim büyük çelişki ortadan kalkıyor, bu sefer şu soruyla karşılaşıyoruz daha doğmadan, bilinç kazanmadan rekabete başlayıp 224.999.999 hayatı sonlandırıyorsak ve bilinçli olduğumuzda dahi ellerimizi birbirlerimizin kanı ile kirletiyorsak hala neden bu kadar acımasız ve kanlı bir düzeni yaratana hayranlık duyuyoruz? Oxford Piskoposu Wilberforce, Darwin'i savunan Th. Huxley'e, kendisinin baba yönünden mi, yoksa ana yönünden mi maymundan geldiğini sormaktadır. Huxley, bu kabalığa şu karşılığı veriyor: Bilimsel gerçekleri baltalamak için diller döken bir adamın soyundan gelmektense, alçakgönüllü ve haddini bilen bir maymunun soyundan gelmeyi tercih ederim. Ölüm, topraktan alınan ve artık işe yaramayan bir şeyi ona geri vermek zamanıydı. Ölüm bir son değildi. Ölüm, sonsuzluk dünyasında değişik bir biçimde varolmaktı. Aborijin Sözü İnsanlarda doğanın bir parçası olduğuna göre,yaşamak için öldürme iç güdüsünden kurtulmaları mümkün değil.Ancak insanlar hayvanlardan farklı olarak bu yaptıklarına bir kılıf bulmuşlar.Kılıf bulmalarının nedeni yine insanlar. Çünkü hayvanlardan farklı olarak yapılan bazı şeyleri yargılama gibi bir yetenekleri var insanların.İşte kılıf bulma çabasıda bu yargılanma karşısında bir savunma argümanı olarak işe yarıyor.Kimi arkasına tanrısal güçleri almış,din adına yapmış ,kimi millliyetçlik adına,kimileride başka nedenlerden dolayı. Ama objektif olarak baktığımızda tek nedenin hayatta kalma içüdsüsü olduğunu görmek mümkün. Bizler dinleri eleştiririyoruz,insanlık dışı şeyler yaptıkları için kınarken öne sürdüğümüz bazı değerlerin aslında sanal olduğunu,doğadaki gerçekliğini yansıtmadığını söylemek istiyorum. Ne kadar acımasız görünsede doğanın kuralları böyle işliyor. Kuvvetli olan her zaman zayıfı,güçsüzü yok edecek, zaten ediyorda.Ya avlayan yada avlanan olacaksınız.Ben şahsen doğada üçüncü bir şıkkı göremiyorum.Eğer avlayanları emperyalist olarak değerlendiriyorsak,avlayan hayvanlar neden emperyalist değil. Emperyalist olarak nitelediğmiz insanlar veya toplumlar için nasıl bir çözüm yolu sunulabilir? Barış teklifi yaparak mı ?Barış ve demokrasiyi diline dolayan amerikanın bugün yeryüzünde en büyük katliamları gerçekleştirdiğini göz ardı edebilrimiyiz ? O takdirde emperyalistlere karşı olabilemek veya kendimizi savunabilmek için en azından onların sahip olduğu teknolojik ve askeri gücü elimizde bulundurmaktan başka çare kalmıyor değilmi. ? Peki böyle bir güce ulaştığımızda,kınadığımız şeyleri bizzat kendimizin yapmayacağımızın,yani avcı olmayacağımızın garantisini verebilrimiyiz ? Hiç sanmıyorum. Alıntı
Φ Tantalos Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 onu bunu bilmem. sorudan kim zor durumda kalıyo onu da bilmem. tek bildiğim şey bu soru sağlam bi soru ve şu an kimse soruya yakışır bi cevap veremedi. Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Sorumun cevabı bu değil. içgüdülerin kaynağı canlı organizma başka bilinen birşey yok bunun dışında ne uydurursan uydur, tutar çünkü ne olduğu belli değil canlı organizma, basit bir şey değil soruları herzaman yanlış soruyorsunuz canlı organizmanın nasıl oluştuğunu soracaksınız, oluştuktan sonraki hallerini değil çünkü bu kadar komplex bir yapı oluştuktan sonra, canlı organizmadan herşey beklenir ve olabilir. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 onu bunu bilmem. sorudan kim zor durumda kalıyo onu da bilmem. tek bildiğim şey bu soru sağlam bi soru ve şu an kimse soruya yakışır bi cevap veremedi Valla zor durumda kalan evrimdir.. Biz zor durumda değiliz.. Çünkü herşeyi yaratmayı çok iyi bilen sonsuz güç ve kudret sahibi Allah'a inanıyoruz.. Başkasının innaıp inanmaması bu gerçeği değiştirmez.. Bilmin açıklayamadığı hirşey, bilim açıklayamıyor diye "yok" değildir.. Bir gün inşallah açıklar, ama açıkladığı gün bir çok meselede olduğu gibi yine Kur'an-ı Kerim'i doğruladığı görülecektir.. Saygılar.. Alıntı
Φ Tantalos Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 canlı organizmanın nasıl oluştuğunu soracaksınız, oluştuktan sonraki hallerini değil çünkü bu kadar komplex bir yapı oluştuktan sonra, canlı organizmadan herşey beklenir ve olabilir. Canlı organizmanın nasıl meydana geldiğiyle ilgili bilgiler zaten araştırılıyo. yüzyıla yakındır bu sorunun cevabı aranıyo zaten. soruları herzaman yanlış soruyorsunuz :angry: Tarafsız canım kardeşim... bana bunu söyleme... bana küfür gibi bu kapiş? -_- bak benim biraz sorunlarım vardır, takıntılıyımdır sorulara :D yanlış soru sormam ama merak etme... Alıntı
Misafir feraklit Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 İç güdüler, Allah'ın yaratmasıyla DNA ya kodlanmış diğer bazı duygular gibi olup, sırf madde baz alınarak ''evrimsel seleksiyonlarla'' izah edilmesi mümkün olmayan kazanımlardır. Başlangıca gidildikçe ne anlatmak istediğim anlaşılacaktır. Yani , henüz dünyaya gelen bir arı, kısa zaman içinde kovana dair tüm bilgileri ''operant'' bir tarzla değil, doğuştan gelme bir kabiliyetle bilmekte. Bu tarz bir öğrenme olmazsa şayet , kovandaki arıların istikbali daha ''ilk kışta'' tehlikeye girer. İşin devamı ve işleyişi buna dayanıyorsa,ki dayanıyor. Bu takdirde, evrimsel olarak zamanla kazanılmamış demektir ki, Yukarıda söylediğim gibi zamanla olacak iş değil bu. Daha ilk bahara bile çıkamayacak bir sorun bu..! Demekki iç güdü arıyla birlikte hep vardı..! Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 İç güdüler,Allah'ın yaratmasıyla DNA ya kodlanmış diğer bazı duygular gibi olup, sırf madde baz alınarak ''evrimsel seleksiyonlarla'' izah edilmesi mümkün olmayan kazanımlardır. Başlangıca gidildikçe ne anlatmak istediğim anlaşılacaktır. Yani , henüz dünyaya gelen bir arı, kısa zaman içinde kovana dair tüm bilgileri ''operant'' bir tarzla değil, doğuştan gelme bir kabiliyetle bilmekte. Bu tarz bir öğrenme olmazsa şayet , kovandaki arıların istikbali daha ''ilk kışta'' tehlikeye girer. İşin devamı ve işleyişi buna dayanıyorsa,ki dayanıyor. Bu takdirde, evrimsel olarak zamanla kazanılmamış demektir ki, Yukarıda söylediğim gibi zamanla olacak iş değil bu. Daha ilk bahara bile çıkamayacak bir sorun bu..! Demekki iç güdü arıyla birlikte hep vardı..! Sevgili feraklit evrimciler bu kazanımaların milyonlarca yılda kaznıldığını ve bir sonraki nesle aktarıldığını söylüyorlar.. Her ne hikmetse, bu kazanımlar bugün durmuş yani başka gelişmiş değişimler oluşmuyor. Aslında bunada cevapları hazır, belki milyonlarca yıl sonra değişim olacak diyorlar.. Oysa işin ilkine gidildiğinde, az deşelendiğinde işelr tersine dönüyor, seninde yukarda belirttiğin gibi.. İndiregenemez komplekslikte olduğu gibi, herhangi bir kazanım bir alt kademeye indirildiğinde o canlının yaşaması mümkün olmamaktadır.. Yani kazanımların her daim o canlıda olması gerekiyor.. Sonradan kazanım için canlı hayatta değildir, hatta canlı bile değildir ki, sonrası olsun.. Bu bağlamda, "daha baharında ölmek" deyimi hoşuma gitti.. Saygılar.. Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Her ne hikmetse, bu kazanımlar bugün durmuş yani başka gelişmiş değişimler oluşmuyordurduğunu nerden biliyorsunuz kaç yıllık ömrünüz varki bunu gözlemleyebilesiniz milyonlarca yıl bu, 5000- 10000 yıl değil ki kaldıki bunu gözlemek için, 70 yıllık bir ömür hiçbirşeye yetmez ve etki etmez Sonradan kazanım için canlı hayatta değildir, hatta canlı bile değildir ki, sonrası olsun.. bu nesli tükenmiş canlılar için geçerli nesli tükenmemiş canlılar zaten muhafsza ettikleri ve diğer aldıkları verileri sonraki nesle aktarırlar bir anne çocuğunu doğurduktan sonra ölürse, çocuğunun yaşaması yeterlidir, zaten annesinin ve babasının aldığı verileri devam ettirecektir. ama dediğim gibi bu bir insan ömrü tarafından izlenecek bir durum değildir. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 İlk canlıdan bahsediyorum arkadaşlar.. Kazanımlar diye birşey olamaz.. Kazanım yokken hayati faaliyetlerini nasıl yerine getiriyordu o canlı.. Canlılık evrime göre peyder pey aşama aşama oluşmuşya.. Mesela kalp oluşmazdan önce o canlı nasıl yaşıyordu..? Yada yaşamsal organların sırlaması oluşum sıralaması nedir.. Nesli tükenenlerle ne alakası var bunun.. Ben canlı oluşumdan bahsediyorum..! Saygılar.. Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Ben canlı oluşumdan bahsediyorum..!canlı oluşumundan bahsediyorsan ayrı konu o ben içgüdülerden bahsediyorum yani canlı oluştuktan sonraki hal Kazanım yokken hayati faaliyetlerini nasıl yerine getiriyordu o canlı.. önce hayati faaliyetler yerine geliyor sonra kazanımlar oluşuyor, bence Alıntı
Misafir feraklit Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 durduğunu nerden biliyorsunuzkaç yıllık ömrünüz varki bunu gözlemleyebilesiniz Neden acaba bir yandan gözlemleyemeyiz denilirken, öbür yandan,''meyve sinekleri'' evrime gözlemsel veriler olarak girer, anlamış değilim. Bir var bir yok. ohhh, ne ala memleket. Süper marketsel evrim. Giren boş çıkmıyor. Kral demişki : Sonradan kazanım için canlı hayatta değildir, hatta canlı bile değildir ki, sonrası olsun.. Tarafsızın cevabına bakalım : bu nesli tükenmiş canlılar için geçerli Koptum yahu 1-Kral canlı henüz canlı bile olmaz diyor. 2-Tarafsız,nesli tükenmiş olanlar canlı değil mi ? Alıntı
Φ Tantalos Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 bu "içgüdü" konusunu buraya taşımamın sebebi, mesela varoluş konusunda evrime dayalı bisürü açıklama getirilebiliyo. ve gerçekten kabul edilebilir, sağlam aratırmalar, bilgiler. ama içgüdü hiçbi şekilde açıklanamıyo. teistlerde "Tanrı yarattı" demekten öteye gidemiyo. ama bir bilimci olarak bunu kabul ettiğinizde de araştırmaktan mahrum kalıyosunuz. bilim açıklayamıyo da olsa böyle denmemeli. mutlaka "içgüdü neden var, nasıl oluştu" diye sormak lazım. eğer varsa, bir nedeni de mutlaka var. ama burada çok sağlam bilgiler sunmuşsunuz zamanında, çok uzun tartışmalar olmuş. nedense içgüdü konusunda kimse ipe sapa gelir bişee demiyo. Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 bu "içgüdü" konusunu buraya taşımamın sebebi, mesela varoluş konusunda evrime dayalı bisürü açıklama getirilebiliyo. ve gerçekten kabul edilebilir, sağlam aratırmalar, bilgiler. Gerçekten kabul edilebilir, sağlam araştırmalar mı..? Bir adet örnek alabilir miyim..? Alıntı
Misafir feraklit Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 bu "içgüdü" konusunu buraya taşımamın sebebi, mesela varoluş konusunda evrime dayalı bisürü açıklama getirilebiliyo. Evet mesela bu açıklamalardan bir tanesi şu: Bir proteinin kendiliğinden oluşması ihtimali 10 üzeri 950dir. Ve protein kendiliğinden oluşmuştur. Cidden büyük bir açıklama. Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Koptum yahu 1-Kral canlı henüz canlı bile olmaz diyor. 2-Tarafsız,nesli tükenmiş olanlar canlı değil mi ? içgüdüden bahsediyoruz Neden acaba bir yandan gözlemleyemeyiz denilirken,öbür yandan,''meyve sinekleri'' evrime gözlemsel veriler olarak girer, anlamış değilim. milyonlarca yıllık bir evrimin durmasını 70 yıllık ömrümüzle gözlemleyemeyiz fosillerde durum farklıdır, 100 bin yıl içinde bulunan iki aynı fosilin birbirine benzemesi evrimi yanlışlamaz, çünkü kainatın 15 milyar yıllık bir süreci olduğu düşünülüyor 100 bin yıl içinde değişmemiş iki fosil belki ondan 1 milyon yıl önce daha değişiktir. yada 1 milyon yıldan beri değişmemiş bir fosil, belki 10 milyon yıl önce daha değişikti Alıntı
Φ kralx Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Bu kadar "belki"ler bilme nasıl temel teşkil eder anlamış değilim.. Alıntı
Misafir feraklit Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2007 name='TARAFSIZ' date='Mar 4 2007, 06:01 PM' post='490971']içgüdüden bahsediyoruz nesli tükenmiş bir canlı içgüdülerini diğer nesle aktaramaz Buyur sen cevap ver kardeş. Bu takdirde iç güdü nasıl bu günlere geldi? Dahası sadece o mu ? Yani oki nesilden nesile aktarılamazsa evrimi neden savunuyorsun ? milyonlarca yıllık bir evrimin durmasını 70 yıllık ömrümüzle gözlemleyemeyiz fosillerde durum farklıdır, 100 bin yıl içinde bulunan iki aynı fosilin birbirine benzemesi evrimi yanlışlamaz, çünkü kainatın 15 milyar yıllık bir süreci olduğu düşünülüyor Tarafsız bahsini ettiğin şeyi görmeye dünyanın ömrü yetmez.15 milyar yıldır dünyada tüm bu gördüklerin yoktu. Dahası lamark gibi kirden pislikten fare çıkarmıyoruz..! Dikkat buyur, tek bir tane proteinin oluşma ihtimali bile 10 üzeri 950.. Bak mesela , sizin çevrenin adamı prof Ali Demirsoy hoca derki; Sitokrom-C'nin dizilimini oluşturmak için olasılık sıfır denilecek kadar azdır... Ya da oluşumunda bizim tanımlayamayacağımız doğaüstü güçler görev yapmıştır. Bu sonuncusunu kabul etmek bilimsel amaca uygun değildir. O halde birinci varsayımı irdelemek gerekiyor, sitokrom-c'nin tesadüfen oluşması ihtimali için "bir maymunun daktiloda hiç yanlış yapmadan insanlık tarihini yazma olasılığı kadar azdır Daha bir proteinin oluşmasını böyle açıklarken, sen dünyayı bir anda ''hayvanat bahçesine'' çevirdin karş ya Alıntı
Φ TARAFSIZ Gönderi tarihi: 5 Mart , 2007 Gönderi tarihi: 5 Mart , 2007 Bu kadar "belki"ler bilme nasıl temel teşkil eder anlamış değilim..bilimin temelini oluşturur, belkiler çünkü kesin kanıya varmadan önce şöyle denir belki durum daha farklıdır, belki şunuda araştırmamız lazım, belki şu durumun şu olayla ilgisi vardır kesin kanı oluşturmak için, ihtimaller belkiler mutlaka değerlendirilmelidir Buyur sen cevap ver kardeş.Bu takdirde iç güdü nasıl bu günlere geldi? Dahası sadece o mu ? Yani oki nesilden nesile aktarılamazsa evrimi neden savunuyorsun ? canlı organizma oluşmadan , içgüdü oluşmaz ilk iç güdü şimdiki bildiğimiz, çok mükemmel iç güdü değldir herhalde, ben, küçücük bir verinin bir sonraki hücreye aktarılması olarak düşünüyorum ? bizim ilgilendiğimiz, mükemmel canlı organizmanın nasıl oluşabileceğidir oluştuktan sonra, zaten içgüdüymüş, beyinmiş vs. bunlar canlı organizmanın kompleks halinin gelişimiyle ilgilidir Daha bir proteinin oluşmasını böyle açıklarken,sen dünyayı bir anda ''hayvanat bahçesine'' çevirdin karş ya bir proteinin kendi kendine oluşması ihtimali yokken, bir Tanrının kendi kendine oluşması ihtimali daha zordur zaten bir proteinin kendine kendine oluşması ihtimali 15 milyar yılki kainat etkileşimin incelenmesiyle anlaşılabilir ama bu şuan mümkün değil Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.