Misafir güzelim Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2008 Hayatı en güzel anlatan gözlerdir.Orada gerçekler,sevgi,acı,ızdırap,sevinç,üzüntü,...herşey vardır.Bakınca hissedersiniz ne demek istediğini size bakan gözlerin.... Alıntı
Φ Senyour Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2008 Gönderi tarihi: 25 Şubat , 2008 Varlığı ve bir kac güzel sözü.... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 28 Şubat , 2008 Türkiye'de kadın olmak zor, ancak nüfusunun büyük çoğunluğu müslüman olan diğer ülkelerde ki hemcislerimize nazaran bizler çok şanslı kadınlarız. Atatürk'ün tüm dünya kadınlarından önce büyükannelerimize ve bizlere sağladığı özgürlükle Cumhuriyetin 83 yıllık tarihi boyunca güvende ve rahat yaşadık . Ama şimdi Türkiye'de bizim kimliğimiz ve kişiliğimiz üzerinden siyaset yapılıyor. Bundan büyük rahatsızlık duyuyorum, bizi birey olarak algılamayan, cinsiyetimizi kullanarak namus ve şerefimizi siyaset malzemesi yapanların oyunlarını görüyorum. Ve ben hiç kimseye hakkımda hüküm verme ve kimliğim üzerinden siyaset yapma hakkı tanımıyorum. Bütün hemcinslerimden de bu onurlu tavrı ortaya koymalarını bekliyorum. Ülkemizin üzerinde dolaşan karanlık bulutlar 5/6 yıllık mazisi olan şeyler değil. Biz bunun geçmiş tarihininde farkındayız. Dini ve etnik kimliği kullananlar nedense her zaman kadın kimliğini cinsel bir obje ve bir günah unsuru olarak görüyor ve göstermek istiyorlar. bu topraklar üzerinde vahşice katledilmiş kadınların hakları ve veballeri onların üzerindedir. Bir ülkenin aydınlanmasını, tıpkı bir evi aydınlattığı gibi aydınlatacak olan kadınlardır. Ben şahsım olarak değil ülkemin bütün kadınları olarak açıkça talep ediyorum, artık kadın kimliğini ve kadın bedenini siyasi, etnik ya da tümsel anlamda çıkar amaçlı kullananlar ellerini başımızdan ve vicdanlarımızda taşıdığımız inancımızdan çekmeliler. Mustafa Kemal'in kadın askerlerinden biri olarak ben, bana tanınan hak ve özgürlüklerden feragat etmeyeceğim. Kişisel ve kimliksel bağımsızlığıma, ülkemin bağımsızlığına uzanacak her elin karşısında duracağım. Evet benim gibi milyonlarca kadın var bu ülkede. Ve bu karanlığı biz aydınlatacağız. Aklımız, inancımız, gücümüz buna yeter kişisel bütün egolarımızı bir kenara bırakıp, eğitimsiz ve cahil bırakılmış, aile içinde baskı ve şiddet görmüş bütün dostlarımıza el vereceğiz. İnanıyorum ki, evini aydınlatan her kadın ona imkan verildiğinde içinde bulunduğu her yeri aklı ve düşünceleri ile aydınlatacaktır. Bir kadını eğitmek ve onu iyi yetiştirmek, ondan sonraki nesilleride iyi yetiştirmek demektir. Başörtülü, başörtüsüz ayırmadan inançları kullanılarak kandırılmış ve sindirilmiş dostlarımıza sesimizi duyuracağız. İnanıyorum ki, bunu başaracağız. Bu millet tarihi boyunca kadını erkeği büyük felaketleri göğüslemiştir, şartlar gerektirdiğinde yine aynısını yapacak ve tarihi yeniden yazacak kudrete hepimiz sahibiz. 1881'de Selanik'te dünyaya gelen mavi gözlü adam bir ekili tohum, bir düşünsel donanım, bir deha o bu topraklara tesadüf eseri gelmedi, tarihe baktığımızda ogünler için geldiğini düşünebiliriz ancak bugün görüyoruz ve Gazi'nin anlatıklarından okuyoruz ki O'nun asıl ekilme sebebi bugünler içindi. Bir'di bin oldu, milyon oldu. Şimdi tarihe not düşme sırası bizde. Bu gücü bütün yüreğimde ve damarlarımda gezinen kanda hissediyorum. Söz konusu vatansa gerisi teferruattır. Mustafa Kemal Atatürk. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 28 Mart , 2008 İçiçe geçmiş karmaşık zamanlar... Mekansal, zamansal, algısal farklılıklar... Pramidin ortasından geçen meridyen, kara parçalarını ikiye bölen pramit... 12 ton ağırlığında bir blok ve günde 10 tanesi yerleştirilse 660 yıl alacak bir inşaat... Ergenekon: Demir dağı eritip çıkmış ataların torunlarını, ergenekona sokmaya çalışıyorlar, iyi peki öyle olsun ya bu Türkler Ergenekon'dan gene çıktıklarında ne olur? Ay tutulması: Med/Cezir gelir gider su gibi ruhlarda yerle gök arasında... Marduk: 3600 yıllık yörüngesel devinim, şaşmaz gelir geçer yerkürenin yamacından... Her gelişi bir son ve bir başlangıç mitalojik tarih, efsanevi tarih ve düşünce karmaşasında aklına olmayacak şey gelmez... ! Ne anlatıyor şimdi bu? Bilen bilir, anlayan anlar, çözen çözer şifre değil tanışıklık ve lisan anlaşmasıdır hepsi... Erdem: İnsanı insan yapan en önemli unsur... Ya vardır ya yok... Varlığı yüceltir ne dini, ne dili, ne ırkı, ne teninin rengi önemlidir... Erdem kazandıysa insanlığın vuku bulmuş demektir... Yalan söyleyip ben yalan söylemem demezsin o zaman, cesaretli görünen korkakta olmazsın... söz verirsin ve yaparsın, yerine getirmeyeceğin sözü vermezsin, gösteriş için değil içinde yaşadığın evren ve tabiat için yaşarsın, kendini ayrıştırmadığın bütünlüğün parçasısındır kırılan dal incitir seni artık... Yoksa eğer, hiç birşeysin, hiç bile değilsin demektir... Varlığın kendin içindir, sözdedir her söylediğin, öz yalana kilitlidir dışana koyduğun ışıklı tabela seni görmelerini engeller, canlılar arasında saklanmış zombi gibi yaşarsın kimliğin gizlidir... İnsansın, boşuna insan olmadın... Hiç sordun mu kendine neden melek ya da şeytan olmadım...? İnsan oldum... Oldumda ne oldum? Alıntı
Φ uyanikguven Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 10 Nisan , 2008 İşte Hayat Budur...(HAYAT bilgiSİ) Daha yıllar önce 7.sınıfa gidiyordum, o zamanlarda bizim ses korosu vardı, 23 nisan için hazırlanıyorduk, Koro sebebiyle bizler erken bırakıldık eve gitmek için...Ben kardeşimi beklemek için dışarda beklerken, (okulun çıkışında bir duvar üstünde) servis arabaları bekliyordu çocukları almak için...Hafif hava soğuk ve yağmur yağmak üzereydi...Zil çaldı herkes Servis arabalarına koşarken,bizim ev biraz yakın olduğu için bizler yaya gidiyorduk...Çocuğun biri evi uzakta olduğu için 5.sınıfa giden bir çocuk...Servise bindi,fakat aylık servis parasını ödememişti herhalde,(kaçak binmişti) anlayacağınız... Biraz gülemser biçimde çocuğu izliyordum,besbelliydi ki durumlarıda iyi değildi,çantası ve üzerindeki önlükleri gösteriyordu çıkça durumunu...Bir müddet sonra Servis şöfürü geldi herkes tam mı diye kontrol ediyordu... İçerde ki çocukların sesleri geliyordu "Amca bu bizim serviste değil,bu niye binmiş" diyorlardu... Biraz sonra göreceklerimi hiç tahmin bile etmiyordum... Ordaki adam ufak çocuğun kulağını çekerek, tekme tokat indirdi servvisten aşağı, artı küfürler yağdırıp öyle bir dövdü ki çocuğu,yüzü kızarmış bir halde çocuğu indirdi anlayacağınız...Ve indirdikten sonra servis arabası gözden kayboldu bir müddet sonra...Araba gittikten sonra çocuk hem ağlıyordu, (aşırı bir şekilde) hemde çantası elinde sürükleyerek eve doğru yürüyordu...(İçimden gitsem acaba çocuğa desem ki bişey olmaz,insanlar kendini bilmez desem mi diyordum) gene olmaz olmaz diyip ilerledim... Çocuğa hiç karışmadan ikimizde aynı hizada eve gidiyorduk....Çantasını taşırken yani sürüklerken,hafifçe yere değiyordu ,çantasının fermuarı bozuk olduğu için içinden bir kitap gözüküyordu, HAYAT BİLGİSİ diye Bir yazı vardı Herhalde hayat bilgisi kitabıydı...En çokta o kitap bu anıyı unutmamaya sebeb oldu...O gün anlamıştım hayatın nasıl bişey olduğunu... Ve belki de hayat bilgisi olabilecek bir örnekti...Hayat böyle acımasız mı? parası olan yaşar olmayan ise hep zorluk çekmek zorunda mı? Güçsüz güçlüye hep yenilecek mi? Hep büyük balık ayakta durup küçük balık ölecek mi? diye yüzlerce soru sormak geliyor bazen içimden... İşte hayat bilgisi olabilecek bir anı inş.Beğenirsiniz gerçek bir anı olduğu için başkalarıylada paylaşmak istedim... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 14 Nisan , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 14 Nisan , 2008 AZAP "Bilgeler yalnız ölür" insanlardan nefret edecek kadar çok sevmek! yuvasından düşmüş küçük serçeyi, narin bir kristal gibi kaldırıp yerine koyabilen, duyduğu nefretten gözleri kararıp gırtlağına basabilen haksız ve hadsizin... iki uç noktasında durabilmek hayatın, ayağına bastığın küçük kedinin çığlığıyla irkilen merhamet, vahşi bir kaplana dönüşen intikam yeminine denk... düzenin insanı olamayıp, olamadığınca deliren... üstüne üstüne giderken hayatın, ait olamadığı dünyanın ahalisine benzese bile, yalnızlığa nikah kıyan... bütün olup bitene bakıp olanca aklı tutulan, sığmadığı dünyada varolan herşeye aşık olabilen... ağız konuşmak içinmidir sadece ve o sözler ne işe yarar... ne kadar boş konuşabilirim acaba Acun bey kutuyu açacak mı? Yoksa Hamdi ahlaksız bir teklif mi yapacak? Kolay yoldan çok para kazanma hayali kuran acınası insancıklar nefretlerinizi üstüne çeken kaç ukala tanıyorsunuz? Çoğunluğun haklı sayıldığı yerde doğru bulunmaz, o güzel gözlerinle bak dünyaya kaç kişi var çoğunluğun piSliğini temizleyen? Öldürün bütün bilgeleri... Ukalalık yapmasınlar... Ölümden korkan dünyaya gelmez... Genişliyoruz durmadan ve yatay geçişlerle üstelik, nereye kadar? Ya bu balonun patlama kapasitesi ne kadar? Nefret ederken çok sevmek, üstüne titrerken eline batan kıymığı temizlerken yüzüne tükürmek!!! İnsan denilen benzersiz fabrikasyonlar, tek sermayesi düşünce olanlar çok değil korkmasınlar... 6,5 milyar çoğunluğun içinde kaç bilge kaldı ki geriye? İnsanoğlunun çizdiği sınırlar düşünceye engel olabilir mi söyle? Etrafını çevirdiğin bu bahçe gerçekten senin mi sanıyorsun? Ekmeğine siyanür sürüp yiyecek kadar paraya acıkanlar ile açlığı paylaşanlar bir olacak öyle mi? Nefretin özü aşk, aptallığına sövüyorum bütün gece... Ayna tutan elleri kırıp geçer yüzleşmekten korkan düşünce fakirleri... Satılabilir bir düşünce olmadı hiç bir zaman, paranın satın alamayacağı en pahalı zenginlik... Can yakan var olduğunu bildirir hangi zevk insanı adama benzetir? Sürüldüğün yerdir dünya... Sürgün yeridir başka birşey değil... Deve yükü sermayen olsa nefsinin esirisin, sürgün olmak ölümü özlemektir... Ölüm ise beraat... Ondan ağlar doğarken insan ve tebessümdür giderken bıraktığı ardında... Bilgeler yalnız ölür, bildiği tek şey bilmediğini bilmektir... SARDUNYAM Alıntı
Φ günışığı Gönderi tarihi: 15 Nisan , 2008 Gönderi tarihi: 15 Nisan , 2008 şöyle bir etrafına bak; senin dostunum diyenlere senin düşmanınım diyenlere mağrurlara, yoksullara , çocuklara.... ne kaypaklıklar göreceksin, ne şoklar yaşayacaksın....bazen İNECEKSİN.... bazen ÇIKACAKSIN....ne çok güveneceksin..ne çok sarsılacaksın....seveceksin,sevileceksin,terkedeceksin, terkedileceksin,özleyeceksin,özleneceksin ya da umursanmıyacaksın... tabiiki sadece olumsuzluklar yok hayatta....güzellikler de var aynı zamanda...herşeyi yaşayarak öğreneceksin.....sonuç olarak sanırım hayatı en iyi ZAMAN anlatacak bizlere...... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 18 Mayıs , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 18 Mayıs , 2008 hesap vakti gelmişti tarih alışkanlığından vazgeçecek kimsiz, kimliksiz, kişiliksiz kalanlar şimdi kendi yazgılarını yazacaklar ne ezen olmalıydı ne ezilen her ulus kendi bağımsızlığını kendisi yaratacak eğer siz bu işleri başkaları adına yaparsanız bunun adına emperyalizm denir oysa biz emperyalizmi kahretmeye geliyoruz hakimiyet milletindir dediğimde acaba ne anlıyorlardı? ama anlayacaklardı, savaştıkça anlayacaklardı, kazandıkça anlayacaklardı bir gün ressamlar kahramanlık yüzünü kaybederlerse gitsinler yıldırım'ın resmini yapsınlar aksak timur şimdi yaşasaydı belki de aynı şeyi yapacaktı şu gencecik çocuklara bak! yeni zelandalı, avusturalyalı, anzak ve yunan için anlamsız bir savaşın garip mezar taşları değiller mi? işte şimdi bizden öğrenecekler özgürlüğün ne olduğunu, bağımsızlığın ne olduğunu içleri rahat.. yanıbaşımızdaki mezarlarda. daha ilk meclis açılırken oradakilerin çoğunun ulus kavramı yoktu padişah, hilafet ve ümmet.. bundan başka kişiliği olmayanlarla böyle bir özgürlük savaşı nasıl kazanalıcaktı? diyelim ki kazandık, bu savaş kimin adına kazanılacak? ana kalbi işte; düşündüklerimi ve arkadaşlarımı tanıdıkça başıma bir şeyler gelecek korkusuyla pamuk elleriyle okşamıştı beni "mustafam" dedi, "korkuyorum. padişaha karşı mı geleceksin?" gün nasıl doğacaksa, sen beni nasıl doğurduysan anacığım.. güneşe bak doğudan doğacak güneşe bak güneşe bak doğudan doğacak güneşe bak gün nasıl ağarıp gelecekse, nasıl ki rüzgar bulut olacaksa buluta yağmur, el deyecekse yağmura toprak can verecekse güneşe bak doğudan doğacak güneşe bak güneşe bak doğudan doğacak güneşe bak ne din, ne ırk.. sen, ben var.. ne dün, ne bugün... yarın var.. sonra ateş, sonra kan, sonra ihaneti gördük ihaneti ateşle yakıp, aydınlatıp korku korkudan kaçıp, ressamlar bizim resmimizi yaptılar gencecik yeni zelandalı, anzak, avusturalyalı koyun koyuna bağımsızlığın resmini bizden öğrendiler güneşe bak doğudan doğacak güneşe bak güneşe bak doğudan doğacak güneşe bak aydınlattık korku korkudan kaçıp, doğudan doğdu güneş ilk defa karanlık korktu ihaneti ateşle yakıp, aydınlattık insanlar bilinçlendikçe kişiliklerini ister, milletler de öyledir kabiliyetlerini keşfetmek, zengin olmak isterler bu zenginlik başkalarının açlığı pahasına olursa işte o zaman iş değişir önünde sonunda hesabı sorulur din adına, ideoloji adına başka milletleri boyunduruk altına almak; işte biz buna emperyalizm deriz gerçek bir devrimcinin amacı egemenliğin kayıtsız ve şartsız ulusta olmasını sağlamaktır tam bağımsızlık dünya milletleriyle kardeş olmak demektir ırk esasına dayanan düşünce unsurları insanlık ailesine üvey evlat yetiştirmek demektir bilinçlenen bir toplum demokrasiden korkmaz halkını cahil bırakan insanlar önünde sonunda kahrolurlar fakirliği paylaşmakla, zenginliği paylaşmak ayrı ayrı şeylerdir sosyal devlet; emeğin ve geniş halk kitlelerinin refahı demektir bunun kaideleri bellidir ne üç beş kişi parası ile dünyayı değiştirebilmelidir ne de devlet zalim olmalıdır insan zekası ve kültürü soyut ve somut kavramlarıyla bir bütündür sanata, bilime ve söylediğin türküye ekmek kadar acıkıyorsan ne mutlu sana barış zeka ürünüdür savaş aklı olmayanlara aittir eğer uğruna savaşacak bir şeyin varsa o olsa olsa özgürlüğündür, bağımsızlığındır zaman akacak ve gidecektir hiçbir şeyi tabulaştırma dogmalara karşı koy büyük devrimlere gereğin kalmayacak kadar devrimci kal yeter eğer bir milletin kurtarıcıya gereksinimi yoksa artık millet olmuştur! SAKIN KURTARICI BEKLEME, YOKSA SANA KARŞI OLAN VAZİFEMİ YAPAMADIM SAYARIM!'' Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 9 Şubat , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 9 Şubat , 2009 (...) Caine'in yeteneklerinin sırrını bilmiyordu,bunu öğrenmek de istemiyordu... Adam yeteneklerini kullanmayı öğrendiğinde neler olabileceğinden korkuyordu... Birden aklına çoçukken sirke gidip de filleri ilk gördüğü gün geldi... Üç tane fil vardı ve bu altı tonluk canlıların kaçmaması için ayaklarına ince birer halat bağlamışlardı sadece... Nava'nın aklı karışmıştı... Babasına neden hayvanların ipleri koparmadıklarını sorduğunu hatırlıyordu... Bu koşullanmaları ile ilgili bir şey,diye açıkladı babası... "Filler daha bebekken kalın demir zincirlerle bağlanırlar... O ilk aylar boyunca da ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar, bu zincirleri kıramadıklarını görürler"... "Ama ipler zincirlerden daha ince,"dedi Nava... "Filler ipleri koparabilirler." "Evet... Ama eğiticiler filler zincirleri kıramayacaklarını öğrenene kadar ip kullanmazlar... Bak Nava, aslında o filleri orada tutan ipler değil,kendi akıllarındaki koşullanma... İşte bu yüzden bilgi önemlidir... Eğer bir şey yapabileceğini düşünürsen, aslında bu mümkün olmasa bile yapabileceğini görürsün... Eğer yapamayacağın düşünürsen, o zaman da çoğunlukla yapamazsın, çünkü denemezsin bile yapmayı." İşte bu Caine'in durumunu çok iyi açıklıyordu. O eskiden bir zincirle bağlanmıştı, ama şimdi bir ipti onu tutan... Şimdiden ipi esnetebileceğini öğrenmişti; ama ya koparabileceğini keşfettiğinde; o zaman ne olacaktı? Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 9 Şubat , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 9 Şubat , 2009 FAZIL HÜSNÜ DAĞLARCA ''İyi şiir yazmakla şair olunmaz… ...tir git!'' Bu sözleri hiç unutmadım. Bu şiir yazanlara ders olsun! Kadıköy’deyim… “Sevgimi unutmak için seyrederim bir tabloyu, bir mermeri, Ki ne kadar dalsa ruhum yeniden döner geriye: Okurum düşüne düşüne okuduğun şiirleri, Senin düşüncen geçerken üzerlerinde bir sıcaklık kalmıştır diye” dizelerini okuyorum. Karşımda bir başka şair arkadaşım aynı zamanda yayıncım oturuyor. İlk kitabım çıkacak… Ödül almışım… “Artık şairliğim tescil olacak?!” Bu sırada oturduğumuz yerin hemen önünden “biri” geçiyordu. Biri diyorum çünkü o geçen adamın Fazıl Hüsnü Dağlarca olduğunu o ana kadar bilmiyordum. Arkadaşım, “Bak” dedi “Şansa bak, Dağlarca geçiyor.” İlk defa görüyordum, hem de bu kadar yakından. Hemen masadan kalkıp yanına koştum. Koluna girip, “hocam merhabalar, nasılsınız” diye sordum. Kalın gözlük camının arasından bana sertçe baktı. Elindeki bastonun yardımıyla beni biraz itti. “Kimsin sen” diye sordu sert bir ifadeyle. “Şairim” dedim. Olanlar oldu… Bastonunu kaldırdığı gibi kafama geçirdi. Neye uğradığımı şaşırdım. Ardından bastonla rastgele vurmaya başladı. “Hocam, özür dilerim, ben…” diyecek oldum. O durmadan vuruyor ve avazı çıktığı kadar bağırıyordu. “Ben 100 yaşına gelsem şairim demem kendime, ...tir git. “ Demez olsaydım… Pişmandım, farkına varmıştım ama iş işten geçmişti. Dağlarca vurmaya devam ediyordu hem de nereme denk gelirse; “Şair olmak kolay değildir. İyi şiir yazmakla şair olunmaz… ...tir Git!” Çevreden insanlar girdi araya, kurtardılar beni bastonun darbelerinden. Sonra o bağıra çağıra yoluna devam etti. Arkasından öylece bakakaldım… Aradan uzun bir zaman geçti. Ölmeden iki üç ay önceydi, ziyaretine gittim. Kadıköy’deki evinde uzun uzun sohbet ettik. “Şairlik halim selimliktir” dedi. Öfkeliydi; “Bu halk var ya, kişilik sakatlığı yaşıyor, şiirden ne anlar, ben ne diyorum ki... Sen şairsen bir namazın en önemli rekatındasındır yazarken.” Bana kızdığı günü dün gibi hatırladı. Gülümsedi. “Sana açıkça bir şey ifade edeyim” dedi. “Artık dünya üzerinde şiirin pek önemi kalmadı. Bu çağın getirdiği bir durum. Biz şiirle yazışırdık. Yazdığımız şiirler merak edilirdi, elden ele dolaşır okunurdu. Şimdi böyle bir dünya yok…Samimi olmam gerekirse, sinemayla uğraş. Şiir yazma demiyorum ama pek ehemmiyet arz etmeyecektir. En geçerlisi bu.” Kadıköy Fazıl Hüsnü Dağlarca sokağında yürüdüm… Avazım çıktığı kadar bağırmak istedim usta şairin şu dizelerini: “Nereye, ey göz yaşlarımın sıcaklığı, Ki başka birisi yok beni duyan . Rüyalar nereye gidiyor, anlamıyorum; Ve sen nereye gidiyorsun, hatıralardan.” Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 27 Şubat , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 27 Şubat , 2009 YAŞAM KAVANOZUNUZU TAM DOLDURMANIZ DİLEĞİMLE ... Zamanın iyi ve üretken olarak kullanımı konusunda zaman zaman kurslar düzenleniyor. İşte bu kurslardan birinde zaman kullanma uzmanı öğretmen, çoğu hızlı mesleklerde çalışan öğrencilerine, "Haydi, küçük bir deney yapalım" demiş. Masanın üzerine kocaman bir kavanoz koymuş. Sonrabir torbadan irice kaya parçaları çıkarmış, dikkatle üst üste koyarak kavanozun içine yerleştirmiş. Kavanozda taş parçası için yer kalmayınca sormuş; "Kavanoz doldu mu?" Sınıftaki herkes, "Evet, doldu" yanıtını vermiş. "Demek doldu ha" demiş hoca. Hemen eğilip bir kova küçük çakıl taşı çıkartmış, kavanozun tepesine dökmüş. Kavanozu eline alıp sallamış, küçük parçalar büyük taşların sağına soluna yerleşmişler. Yeniden sormuş öğrencilerine; "Kavanoz doldu mu?" İşin sanıldığı kadar basit olmadığını sezmiş olan öğrenciler; "Hayır, tam da dolmuş sayılmaz" demişler. "Aferin" demiş zaman kullanım hocası. Masanın altından bu kez de bir kova dolusu kum çıkartmış. Kumu kaya parçaları ve küçük taşların arasındaki bölgeler tümüyle doluncaya kadar dökmüş. Ve sormuş yeniden; "Kavanoz doldu mu?" "Hayır dolmadı" diye bağırmış öğrenciler. Yine "Aferin" demiş hoca. Bir sürahi su çıkarıp kavanozun içine dökmeye başlamış. Sormuş sonra; "Bu gördüklerinizden nasıl bir ders çıkardınız?" Atılgan bir öğrenci hemen fırlamış; "Şu dersi çıkarttık. Günlük iş programınız ne kadar dolu olursa olsun, her zaman yeni işler için zaman bulabilirsiniz." "O da doğru ama" demiş zaman kullanma hocası; "Çıkartılması gereken asıl ders şu: eğer büyük taş parçalarını baştan kavanoza koymazsanız daha sonra asla koyamazsınız." Ve ardından herkesin kendi kendisine sorması gereken soruyu sormuş; "Hayatınızdaki büyük taş parçaları hangileri, onları ilk iş olarak kavanoza koyuyor musunuz? Yoksa kavanozu kumlarla ve suyla doldurup büyük parçaları dışarıda mı bırakıyorsunuz. Alıntı
Misafir Domuzbağı Gönderi tarihi: 4 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 4 Mart , 2009 Hayatın anlamı herkesin kendi beyninde saklı... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Ünlü şairimiz Ümit Yaşar Oğuzcan'dan bir Vezir-ül-azam, yani Sadr-ı-azam yani Sadrazam, yani Başvezir, yani Başvekil, yani Başbakan hamamda şiiri. Şimdi ne alaka demeyin, kimseye bir şey dediğimiz yok, ima falanda yok. Şiir işte, yazılı edebiyatın nazım olan türü, Ümit Yaşar'da (1926 - 1984) serbest vezin yazan bir şairimiz. Artık şiirin yazarı ne demek istediyse o onu bağlar, şiirden sen ne anlarsan o da seni bağlar. Elçiye ise zeval yoook. BASBAKAN (SADRAZAM) HAMAMDA Günlerden bir gün Hamama gideceği tuttu, Başbakan hazretlerinin. Bir yanında birinci veziri Bir yanında ikinci veziri Bir yanında üçüncü veziri. Sonra efendime söyleyeyim Peşkircibaşı, Nalıncıbaşı Sabuncubaşı. Velhasıl tam dört yüz kişilik kafile Peştamal takıp girdiler hamama Geçtiler kurnaların başına Üçer beşer. Başbakan deseniz Kuruldu göbek taşına Yan gelip yattı. Memleketin en ünlü tellakları Sardılar dört yanını Kimi elini kaptı, kimi bacağını Bir keseleme sürtme faslı başladı. Tam on iki saat On iki ünlü tellak İncitmeden keselediler Hazretin mübarek vücudunu. Öylesine kir çıktı ki sormayın Her biri nah parmağım gibi. Aman efendim bu ne kiri Demeye kalmadı Keselerin altında eriyip gitti Koskoca başbakan! Bütün maiyet erkânı yerinden fırladı: - Nettünuz devletliyü? dediler tellaklara. Tellaklar cevap verdi: - Biz yıkadık, keseledik. Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik. Suç bizde değil. Neyleyelim, Kir bitti, Başbakan elden gitti !!! *Ümit Yaşar Oğuzcan (1926 - 1984) Alıntı
Φ bursercan Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Ünlü şairimiz Ümit Yaşar Oğuzcan'dan bir Vezir-ül-azam, yani Sadr-ı-azam yani Sadrazam, yani Başvezir, yani Başvekil, yani Başbakan hamamda şiiri. Şimdi ne alaka demeyin, kimseye bir şey dediğimiz yok, ima falanda yok. Şiir işte, yazılı edebiyatın nazım olan türü, Ümit Yaşar'da (1926 - 1984) serbest vezin yazan bir şairimiz. Artık şiirin yazarı ne demek istediyse o onu bağlar, şiirden sen ne anlarsan o da seni bağlar. Elçiye ise zeval yoook. BASBAKAN (SADRAZAM) HAMAMDA Günlerden bir gün Hamama gideceği tuttu, Başbakan hazretlerinin. Bir yanında birinci veziri Bir yanında ikinci veziri Bir yanında üçüncü veziri. Sonra efendime söyleyeyim Peşkircibaşı, Nalıncıbaşı Sabuncubaşı. Velhasıl tam dört yüz kişilik kafile Peştamal takıp girdiler hamama Geçtiler kurnaların başına Üçer beşer. Başbakan deseniz Kuruldu göbek taşına Yan gelip yattı. Memleketin en ünlü tellakları Sardılar dört yanını Kimi elini kaptı, kimi bacağını Bir keseleme sürtme faslı başladı. Tam on iki saat On iki ünlü tellak İncitmeden keselediler Hazretin mübarek vücudunu. Öylesine kir çıktı ki sormayın Her biri nah parmağım gibi. Aman efendim bu ne kiri Demeye kalmadı Keselerin altında eriyip gitti Koskoca başbakan! Bütün maiyet erkânı yerinden fırladı: - Nettünuz devletliyü? dediler tellaklara. Tellaklar cevap verdi: - Biz yıkadık, keseledik. Devletlinin kirden ibaret olduğunu bilemedik. Suç bizde değil. Neyleyelim, Kir bitti, Başbakan elden gitti !!! *Ümit Yaşar Oğuzcan (1926 - 1984) Vay be süperdi çok hoş anlatılmış Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 14 Mart , 2009 Benim ensemide tırmalamasın adamın biri Alıntı
Φ sedelina Gönderi tarihi: 20 Mart , 2009 Gönderi tarihi: 20 Mart , 2009 AZAP "Bilgeler yalnız ölür" insanlardan nefret edecek kadar çok sevmek! yuvasından düşmüş küçük serçeyi, narin bir kristal gibi kaldırıp yerine koyabilen, duyduğu nefretten gözleri kararıp gırtlağına basabilen haksız ve hadsizin... iki uç noktasında durabilmek hayatın, ayağına bastığın küçük kedinin çığlığıyla irkilen merhamet, vahşi bir kaplana dönüşen intikam yeminine denk... düzenin insanı olamayıp, olamadığınca deliren... üstüne üstüne giderken hayatın, ait olamadığı dünyanın ahalisine benzese bile, yalnızlığa nikah kıyan... bütün olup bitene bakıp olanca aklı tutulan, sığmadığı dünyada varolan herşeye aşık olabilen... ağız konuşmak içinmidir sadece ve o sözler ne işe yarar... ne kadar boş konuşabilirim acaba Acun bey kutuyu açacak mı? Yoksa Hamdi ahlaksız bir teklif mi yapacak? Kolay yoldan çok para kazanma hayali kuran acınası insancıklar nefretlerinizi üstüne çeken kaç ukala tanıyorsunuz? Çoğunluğun haklı sayıldığı yerde doğru bulunmaz, o güzel gözlerinle bak dünyaya kaç kişi var çoğunluğun piSliğini temizleyen? Öldürün bütün bilgeleri... Ukalalık yapmasınlar... Ölümden korkan dünyaya gelmez... Genişliyoruz durmadan ve yatay geçişlerle üstelik, nereye kadar? Ya bu balonun patlama kapasitesi ne kadar? Nefret ederken çok sevmek, üstüne titrerken eline batan kıymığı temizlerken yüzüne tükürmek!!! İnsan denilen benzersiz fabrikasyonlar, tek sermayesi düşünce olanlar çok değil korkmasınlar... 6,5 milyar çoğunluğun içinde kaç bilge kaldı ki geriye? İnsanoğlunun çizdiği sınırlar düşünceye engel olabilir mi söyle? Etrafını çevirdiğin bu bahçe gerçekten senin mi sanıyorsun? Ekmeğine siyanür sürüp yiyecek kadar paraya acıkanlar ile açlığı paylaşanlar bir olacak öyle mi? Nefretin özü aşk, aptallığına sövüyorum bütün gece... Ayna tutan elleri kırıp geçer yüzleşmekten korkan düşünce fakirleri... Satılabilir bir düşünce olmadı hiç bir zaman, paranın satın alamayacağı en pahalı zenginlik... Can yakan var olduğunu bildirir hangi zevk insanı adama benzetir? Sürüldüğün yerdir dünya... Sürgün yeridir başka birşey değil... Deve yükü sermayen olsa nefsinin esirisin, sürgün olmak ölümü özlemektir... Ölüm ise beraat... Ondan ağlar doğarken insan ve tebessümdür giderken bıraktığı ardında... Bilgeler yalnız ölür, bildiği tek şey bilmediğini bilmektir... SARDUNYAM gece gece kötü oldum zaten kafamda bın tane tilki gezıyordu Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 21 Mart , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 21 Mart , 2009 Bundan 36 yıl önce, 21 Mart 1973'te aramızdan ayrılan kişi... O'dur ki Sunay Akın'ın anlattığı bir hikayeyle, bir kez daha tazelenir belleklerimizdeki yeri... Anadolu'nun orta vilayetlerinden bir köyde, yavaş yavaş güneş batmaya, hava kararmaya başlar. Karanlık iyice çöker köyün üzerine. Evlerden birinde bir kadın ve adam yatma hazırlığı yapmaktadır. Erken yatıp yarın sabaha, güneş ışığına erken uyanılacaktır. Adam üzerini değiştirir, yatağına yönelir. Evin penceresinden, karanlık bahçeye vuran ışıkta, ağaçların arasında bir gölge belirir. Kadın pencereden dışarı bakar ve gülümser. Kadının sevgilisi bahçededir... Tam sözleştikleri gibi, sözleştikleri saatte ve yerde adam onu beklemektedir. Kadın kocasının uyumasından emin olunca... Sessizce yataktan kalkar, üstünü giyer...Ve pencereden aşağıya atlar. Başka bir adam için... Kadın kocasını terk eder.. Koşarlar iki sevgili... Kaçıyorlar... Tarlaları, ovaları aşarlar... Anadolu'da bir köy nasıl nasıl koşmasınlar ki. Arkalarından onları kovalayacak onca şey vardır... Namus belası. Töre cinayetleri... Yoksulluk... Cefa... Korku.... Arkalarında bunlar varken nasıl durabilirler... Köyden uzaklaştıklarına iyice emin olunca soluklanmak için dururlar... Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki ; "Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor"... Çıkartıp bakarlar ki!... Ayakkabısının içinde bir tomar para! Kocası her şeyin farkında... Biliyor ki gidecek... "Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı, ütüledi. Bana emeği geçti" YABAN ELDE MUHTAÇ OLMASIN DİYE!!! O yoksul köylü; Bütün parasını; başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koydu... O güzel insanı... O onurlu davranışı sergileyen... O terk edilen adamı... HEPİNİZ TANIYORSUNUZ....... Çünkü o ; Bir dizesinde bize yürekten seslendiği gibi... Uzun ince bir yoldaydı ve Gidiyordu gündüz gece... Şimdi sorarım size ; Bu memlekette töre cinayetleri, kadına karşı uygulanan şiddet mi yakışır? Yoksa...Aşık Veysel gibi hayatında hiç kitap okumasa , OKUYAMASA bile... KİTAP GİBİ HAYAT YAŞAYAN ADAMLAR MI YAKIŞIR? Anlatı: Sunay Akın Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 17 Nisan , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 17 Nisan , 2009 DİKİŞ TUTMAZ BU SENSİZLİK.. Kendimi hep suçlu yakalıyorum... Senden düşler sürüyorum ve içinde sen olduğun için mutluluk kokuyorum... Bu kentte yağmur hep kendini ağlıyor.. Ben her gidişinde durağa yaslanıyorum, sonra bir kente... Ve sen gidiyorsun, ben kanıyorum.. Oysa gel desen gelirim biliyorsun.. Ağzımdaki uykuları hep öp... Gözlerim yalnızlıklara ihbar olmasın, kendimi buldukça sana geleyim emi.. Sen yar; melekleri bile kıskandıracak kadar kendinsin bende.. Hiç içini acıtma uzaklarda, dikenleri olsa da, güller kendine batamaz bil.... Benim gözlerim sevdamızın bekçisi, her gün ve hep, dünden ve senden kalmayım.. Her gece sensizken odamda, intihar acemisi bir şairin delilik provalarını yapıyorum.. Ağlamamaya çalışarak, yokluğunu kokluyorum, yokluğunu yokluyorum.. Senin kirpiklerin, sen yanımda olmayınca bana darağacı.. Geceyi asıyorum, sensizliği asıyorum ve yazıyorum... Kalemim bitiyor, şiirlerim şuurunu yitiriyor.. Ve kanımdaki mürekkep balığı intihar ediyor.. Ama hemen gözlerin geliyor aklıma.. Yaşamak için geç değil, ama ölmek için çok erken diyorum... Offff yine yasadışıyım, hadi tutukla beni gözlerimden.. Müebbetlere mahkum et.... Hücremde sen, ranzamda sen, soluduğum puslu ve tozlu mahpus damında bile sen olduktan sonra.. Bin yıl paşa paşa yatmayan ****** olsun yaaar.... Bırak da üstü kalsın yalnızlığımın, sen sadece gel de geleyim... Kaç cenaze var içimde, namazını tek başına kıldığım... Gömüyorum, yine buluyor beni yalnızlık.. Dokuz canlımı bilmem ama, kaç dokuz oldu aldığım can, onu yine hiiç sayamadım.. Horlak bir yalnızlık peşimi bırakmayan... Hep karanlıklarda yürüyordum yosun gözlüm... Şimdi ise tüm siyahlarla aram bozuk.. Gökyüzüne diktim gözlerimi, güneşe ilerliyorum.. Ellerimde ve yüreğimde daima sen.. Ömrümden düşürdüğüm acıları yollara döktüm.. Sevinç dolu kamyonlar geçti üzerlerinden.... Bir de sevenler ölüdür derler.. Küfrettim hepsine, senden olmayan her şeye... Derinlerde yüzmeyi bilmeyenler, bir gün mutlaka boğulur... İşte bundandır gözlerine hep temkinli bakışım.. Kim yar saçının bir telinden kendine gurbet yapmış ki.. Ben yaptım işte yar... Her gün sabah oluyorsun, akşam oluyorsun.. Alnından süzülerek, ellerime damlıyorsun... Teninin tuzunu içiyorum, bahar yağmuru olup iniyorsun yaşadığım kente... İşte gözüme çiğ kaçtı yine bu akşam.. Az kullanılmış intiharları geri çevirdim.. Kimsenin içi görünmez, ama sen benimkini hep gör emi.. Sözü namluya sürdüm, tüm sensizliğimi vurdum... Düşmeyi göze aldım seni ilk gördüğümde ve yüreğine uçtum... Şimdi düşmeyecek kadar bağlıyım sana.. Tüm kirli dünlerimi temize çektim, uzaklığına uzandım... Sensizken ben hiç yokmuşum, anladım... SENİ SEVİYORUM... alıntıdır.... bende sevda yarası derdin dermanı sende bende bahtın karası aşkın fermanı sende neyim var ise aldın meçhul bir derde saldın varım yoğum sen oldun artık can yok bedende var ise bu can yoluna kurban hazırım her an gel de sana geleyim yar ol de senin olayım yar sende beni bulayım yar canın olayım U. ışılak Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 23 Nisan , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 23 Nisan , 2009 Dünyadaki her “İnsan” maddi manevi özgür olana kadar, hiç kimse “özgür” sayılmaz Her “İnsana” özgürlüğün, refahın ve başarının yolu açılmadan, hiç kimse hiçbir şeyi gerçek anlamda başarmış sayılamaz. Ülkemiz milyarlarca dolarlık bir borcun, geçen seneden beri süren kuraklığın, globalleşme adı altında yürütülen kültürel – kimlik erozyonun ve Küresel Isınma tehdidin altındaki en çok zarar görecek ülkelerden birisi durumundayken, ülkemizin gündemi yapay ve vicdan meselesi olan sorunlarla meşgul edilmektedir. Vicdan meselesi olan “sorun” İnsanoğlunun; “kadın” olanını ilgilendirmektedir. Ve kadın “İnsandır”. Kadın; yüzyıllardır bilinçli veya bilinçsiz; ekonomik, sosyal, dinsel, toplumsal, geleneksel görüş ve ideolojilerle, baskılarla; iyi niyet gösterileriyle sömürülmüş, erkek enerjinin erki elinde tutabilmesi için kullanılmış, kurnazca yönlendirilmiş ve manipüle edilmiştir. Değersiz, yetersiz, çaresiz ve toplum dışında bırakılmıştır. İnsanoğlu için bu bir utançtır. Dünyada ve ülkemizde olmakta olanlar erkek egemen kültürün ve erk peşinde koşan eril enerjinin ürettiklerinden ve yarattıklarından başka bir şey değildir. Kadın; iflah olmaz iyi niyetinin, şimdi ayağına pranga olan saflığının, eril enerjiye binyıllık imanının, koşulsuz var olan her şeye sevgisinin, kendisini nasılda cehennemin kapısına çıkardığını sessizce ve henüz hayal kırıklığı içinde izlemektedir. “Cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla örülüdür”. Kadın “İnsandır”. Doğanın kadına verdiği muhteşem özellikler ve yetenekler, dünyayı kendimiz ve çocuklarımız ve diğer eril enerji içinde yaşanabilir bir yer yapmak için; her birimizin Ruhunda doğmak için beklemektedir. Kadının; eril enerjiden gelebilecek hiçbir desteğe, yardıma, yönlendirmeye, korumaya, hedef gösterilmeye, biçilmiş kaftanlara ve yazılmış repliklere ihtiyacı yoktur. Kadının Gücü, kendi içindedir. Kadının Gücü; kendisine nefesinden daha yakın olan Yaradan’ın sevgisine imanda ve kendisini koruyup kolladığının bilgisindedir. Kadının Gücü; kendi “Varlığına” ve “Oluşuna” olan sevgisinde ve saygısındadır. Kadının Gücü; şimdiye kadar olanları bağışlama ve artık “kendisi” için yaşama ve kendisini bu dünyada “Kadın İnsan” olarak gerçek kılma samimiyetinde iradesinde, cesaretinde ve eylemindedir. Kadın; sevgidir, nezakettir, inceliktir, zarafettir, yaratıcılıktır, sezgidir, bağışlamaktır, zekadır, muhteşemliktir. Kısaca varoluşun kendisidir. Doğurğandır. Ve bu Güçtür. Bütün bu özellikler Yaradan’ın kadına bir lutfudur. Yeter ki kadın ve erkek birbirlerine gölge etmesinler ve birbirlerinin yolundan çekilsinler. Yoldan çekilmek ve gölge etmemek, birbirini “madde” haline getirip kendi nefsani arzuları için kullanmamaktır. Kadın ve erkeğin birbirine gölge etmemesi; birlikte yan yana yürüyebilmesidir. Yan yana yürümek fiziksel olarak yan yana yürümek değildir. Yan yana yürümek Kadın İnsanın ve Erkek İnsanın Ruhen yan yana yürümesidir. Birbirini sevmesi sayması yüceltmesi ve karşısındakinin kendi özgürlüğünde durarak; kendini dilediği şekilde ifade edebilmesi için birbirinin önünden çekilmesidir. Birbirine hiçbirşey, hiçbir gerekçeyle dayatmamasıdır. Kimsenin kimseye lütfetmeye ihtiyacı yoktur. Yan yana yürümeye ihtiyacı vardır. Özgürlük alınabilen, bağışlanabilen, verilebilen bir olgu değildir. Özgürlük kimsenin kimseye “nimet” gibi sunabileceği bir şeyde değildir. Kadın İnsan ve Erken İnsan basitçe özgürdür. Ve bu Doğası gereği böyledir. Ve Özgürlük Yaradan’ın Kadın İnsana ve Erkek İnsana yaratılışın başından itibaren bağışladığı en değerli armağandır. Bu nedenle kimse kimseye Yaradan’ın zaten çoktan bağışladığı bir şeyi veremez. Veriyorum sanıyorsa da büyük bir günah içindedir. Bu Yaradan’a ŞİRK koşmaktadır. Yaradan hiç kimseyi kendisinin çoktan bağışladığı bir şeyi (özgürlüğü) vermek için “Vekil” kılmamıştır. Kadın İnsanın ruhuna örtülmeye çalışılan “Karanlık” yüzlerce yıldır cahil bırakılmış, ekonomik olarak yetersiz olan, ruhsal olarak özgür ve kusursuz olduğunun da netliğinde ve bilgisinde olmayan kadını bir yanılgı içine düşürmektir. Kadının mahremiyetini koruma-kollama, kadına dinsel özgürlüğünü verme, toplumda yerini ve kendini ifade hakkını koruma adı altındaki bütün eylemler; Kadın İnsanın içinden çıkamayacağı binyıllık bir karanlığı getirip başına sarmaktır. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2009 "Aşk için Mecnun olup çöle düşeceğine, Ferhat olup dağları del, Ki, aşkın işe yarasın, sayende köyün sulansın" Bir yerde okumuştum nerede hatırlamıyorum ama çok hoşuma gitmişti... Bir işe yaramak, ne güzel şey... Bir şey yapmak, güzel bir şey yapmak, kendin için anlık menfaatler kazanmak yerine, sürekli ve kalıcı eserler bırakabilmek... Ne güzel şey. Hayatta en önemli şey nedir diye sordum kendime, bilgiden başka şey gelmedi aklıma! Kendine yapabileceğin en önemli yatırım, en büyük kazanım, ruhuna işleyeceğin en özel, beynine nakşedeceğin en gerekli şey bilgi... Ve üstelik sonsuzken... Ve üstelik hiçbirimiz hiçbirşey bilmiyorken, oysa düşünebiliyorken, görebiliyorken, anlayabiliyorken... Empati kurarken, film izlerken, şarkı dinlerken, biri ile konuşurken, bir kitap okurken... Her yerde ve her şeyde bir mesaj var olduğunu anlıyor insan, başka türlü bakıyor o zaman dünyaya... biliyor ki hiç birşey boşuna değil... En gereksiz görülenden, en sıradanlaşmış gibi gelene kadar hatta bazen en rahatsız edici gibi durandan, korkularından, aşklarından, nefretlerinden daha nelerden alacak şeyler olduğunu anladığında artık gözlerin öylesine bakamıyor etrafına... Fakat, yalnızlaşıyorsun... O kadar tuhaflaşıyorsun ki, artık başka şeyler görüyor, başka türlü konuşuyorken diğerlerinin senin gördüklerinin farkına bile varamadıklarını anlıyorsun... Gittikçe sıkıcı geliyorsun belkide etrafına... Bu konuda yapacak birşeyin olmadığını bilerek... O saatten sonra içinede kaçamıyorsun artık, çünkü orayada sığmıyorsun, odalar daralıyor, insanlar ruhsuzlaşıyor, davranışlar ilkelleşiyor, sen galaksi kaçkını gibi bakınıyorsun! Hep daha sonrasını hayal ediyor, bütün gayen bir işe yaramak oluyor, bir kelebek kadar işe yaramış olabilmek... Her yer derya deniz, sen bir küçük kıymıksın artık... Ne ölmek var sana bundan sonra, ne kalmak! Bütün kalkanlarını indiriyorsun artık bir kayıp endişesi taşımıyorsun, korkmuyorsun, üzülmüyorsun, kızmıyorsun... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 5 Ekim , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 5 Ekim , 2009 Zor Yıllar Allah göz vermiş göresin diye Kulak vermiş duyasın diye Görmeden bakma Duymadan dinleme Anla be anla! Ot değilsin, Bir saksıda yetişmedin... İçinde hissetmelisin öğütüldüğünü, bak evrenin duygusu yok, acıması yok, ihtiması yok! Ne verdiysen onu alıyorsun... Peşinde koştuğun kendin olmalısın... Çünkü insan en çok kendisine yabancıdır... Bildiğini sandığı herşey yalan ya da yanlış... İnadına itibar eder yine kendisine... Çünkü, göz aynı göz, akıl aynı akıl, ayna aynı ayna... Bakar bakar durursun... Alıştığın, bildiğin, anladığın kadar değildir evren... Eğer kendini içinde hissetmiyorsan ne kadar küçük olduğunu anlayamıyorsun! Başkasının aklıyla düşünebilir misin? Ya başka birinin gözü ile bakabilir misin? Başka birinin kalbiyle sevebilir misin? İşte bunu yapabildiğin ölçüde yalnızsın ya da değilsin... Alıntı
Φ AED Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2009 bence hayatı nazım ustanın şu şiiri en iyi anlatıyor.. OTOBİYOGRAFİ.. 1902'de doğdum doğduğum şehre dönmedim bir daha geriye dönmeyi sevmem üç yaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite öğrenciliği kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu ve on dördümden beri şairlik ederim kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını ben hasretlerin hapislerde de yattım büyük otellerde de açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir otuzumda asılmamı istediler kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini verdiler de otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ'dan Havana'ya Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'de 961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır partimden koparmağa yeltendiler beni sökmedi yıkılan putların altında da ezilmedim 951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün 52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile aldattım kadınlarımı konuşmadım arkasından dostlarımın içtim ama akşamcı olmadım hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana başkasının hesabına utandım yalan söyledim yalan söyledim başkasını üzmemek için ama durup dururken de yalan söyledim bindim tirene uçağa otomobile çoğunluk binemiyor operaya gittim çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye ama kahve falıma baktırdığım oldu yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak kansere yakalanmadım daha yakalanmam da şart değil başbakan filân olacağım yok meraklısı da değilim bu işin bir de harbe girmedim sığınaklara da inmedim gece yarıları yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında ama sevdalandım altmışıma yakın sözün kısası yoldaşlar bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da insanca yaşadım diyebilirim ve daha ne kadar yaşarım başımdan neler geçer daha kim bilir. NAZIM HİKMET Alıntı
Φ AED Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2009 Gönderi tarihi: 18 Ekim , 2009 nazım ustanın şu şiiri de hayatı ve aşkı anlatır en iyi... KADINIM BREST'E KADAR Kadınım Brest'e kadar benimle geldi, indi tirenden peronda kaldı, ufaldı, ufaldı, ufaldı, uçsuz bucaksız mavilikte buğday tanesi oldu, sonra raylardan başka şey göremedim. Sonra, Leh toprağından seslendi karşılık veremedim. "Nerdesin gülüm, nerdesin?" diye soramadım, "Yanıma gel!" dedi, yanına varamadım, hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren, boğuluyordum kederden. Sonra, kumlu toprakta kar parçaları çürüyordu, sonra, birden anladım ki, kadınım beni görüyordu, "Beni unuttun mu, beni unuttun mu?" diye soruyordu, baharsa çamurlu çıplak ayaklarıyla gökyüzünde yürüyordu. Sonra, yıldızlar inip kondu telgıraf tellerine, karanlıksa yağmur gibi çarpıyordu tirene, kadınım telgıraf direklerinin altında duruyordu, koynumdaymış gibi de yüreği küt küt vuruyordu, direkler gelip geçiyordu o kımıldanmıyordu yerinden, hiç durmayacakmış gibi gidiyordu tiren boğuluyordum kederden. Sonra birden anladım ki, yıllardır, ama uzun yıllardır bu tirende yaşıyorum. - ama, bunu nasıl, neden anladığıma hâlâ şaşıyorum - ve hep aynı büyük, aynı umutlu türküyü söyleyerek sevdiğim şehirlerle sevdiğim kadınlardan boyuna uzaklaşıyorum ve hasretlerini etimin içinde işleyen bir yara gibi taşıyorum ve bir yerlere yaklaşıyorum, bir yerlere yaklaşıyorum... NAZIM HİKMET Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 2 Aralık , 2009 sanı... hayatının en zor gününü yaşadığını sanıyorsun ya da en güzel gününü gördün mü sanıyorsun? dur daha... daha dur... her yeni gün hep biri çıkar sana yanıldığını öğretir ellerin ağzında parmaklarsın gözünü gördüklerine inanamadan... işte böyledir hayat, acılara ağrılara ölümlere ve doğumlara gebe her daim bu son diyerek koşarsın yarınlara ihanet nedir? en sevdiğini sandığın varlığın hayat görüşüdür... o öyle istemiştir ama sen öyle ummamışsındır işte böyledir... sen ve diğerleri sanılarındır ihanetin nedeni.. sen ne düşünürsen hayat sana aksini yaşatacaktır hep beklenmedik şakacı biraz belki şok edici yaralayıcı olduğuda söylenebilir ihanet hayatın ta kendisidir...! sen ne sanıyor olursan ol dünya görüşleri başka başkadır... sardunyam Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 16 Aralık , 2009 4 bin yıllık tohum çimlendi Herhangi bir değişikliğe uğramamış, organik olarak elde edilmiş tohumların ilki olacak Kütahya Seyitömer Höyüğü’nde, Dumlupınar Üniversitesi (DPÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümünce yürütülen kazıda bulunan ve 4 bin yıl öncesine ait olduğu belirlenen 3 tohumdan biri, toprağa ekildikten sonra çimlendi. Kazı Grubu Başkanlığını da yürüten DPÜ Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nejat Bilgen, AA muhabirine, il merkezine yaklaşık 27 kilometre uzaklıktaki alanda geçen yıl yapılan kazıda, höyüğün güneydoğusunda bir yapının içerisindeki kapta bitki tohumları bulunduğunu bildirdi. Orta Tunç Çağı dönemine ait olduğunu tespit ettikleri katmandaki tohumların yaklaşık 4 bin yıllık olduğunu belirten Prof. Dr. Bilgen, tohumların yapının içinde ve orijinal yerinde buldukları kaplar arasında birinin içinde olduğunu söyledi. Prof. Dr. Bilgen, höyükte çok sayıda tohum bulduklarını, ancak birçoğunun yandığını gördüklerini ifade ederek, şöyle konuştu: "Son bulduğumuz üç tohum, kabın bir kısmının dışına taşmıştı. Kap kırıldığı için bu şekilde bulduğumuzu düşünüyoruz. Tohumlardan bazılarını incelemeye almıştık. Yaklaşık iki yıldır bu çalışmayı yürütüyoruz. Geçen yıl yaptığımız çimlendirme denemesinden olumlu sonuç alamadık ve başarılı olamadık. Bu yıl bu tohumlardan birini yeşertmeyi başardık. Bundan yaklaşık 4 bin yıl öncesine ait toprak altından çıkmış bir tohum yeşerdi. Bu tohumdan çimlenen bitki, canlı halde bilim dünyasına sunulmak ve üzerinde çeşitli analizler yapılmak üzere inceleniyor." Tohumların bulunduğu kabın yer aldığı yapının depo olarak kullanıldığını tahmin ettiklerini belirten Prof. Dr. Bilgen, "Sözü edilen kabın yanı sıra mekanda çok sayıda kap ele geçmiştir. Tüm bu özellikleriyle mekanın depolama amaçlı kullanılmış olabileceği düşünülmektedir" diye konuştu. devamı Benin Linkim Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.