Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ECE TEMELKURAN


Misafir şevval

Önerilen İletiler

Aman teslim olmayın!

Genç erkekler ve genç kadınların aşkları üzerine:

 

 

Buenos Aires'te ihtiyar bir adamdı. Briyantinli, gümüşten saçları

vardı.

Güney Amerikalı bir beyazdı pantolonu, ayakkabıları yumurta topuktu.

Gömleğinin önü göbeğine kadar açıktı, eski zaman parfümlerden

kokuyordu.

Kulüp Grisel'in pistinde kırmızı ışıklar yanıyordu. Adam, ayağa

kalktığında

biraz, bana doğru yürürken biraz daha, adım adım daha da gençleşiyordu.

Dansa kaldırdığında beni, iyiden iyiye zıpkın gibiydi.

 

Zaten genç olmayı en iyi ihtiyar adamlar bilir, genç kız cilvesi

yapmayı

en iyi ihtiyar kadınlar. İnsanlar çünkü, yıllar içinde rahatlar,

gençliklerinde cesaret edemediklerini ancak ihtiyarladıklarında

olurlar.

 

Kulüp Grisel'de tangoların en beteri çalıyor; en sevmişi, en

terkedilmişi, epey görmüş geçirmişi. Bakılmaz tango yaparken göz göze,

sanılanın aksine. Gövdeyle ilgili bir meseledir, orada, pistin

ortasında

sürüp giden; kadınla ve tamamen erkekle ilgili. Fakat bir şey var,

adımlar

takip etmiyor birbirini. Ve adam, ihtiyar olan, belimden tutup sarsıyor

beni

Gırtlağının en belalı dibinden, hatta belki karnının yaralanmış

yerinden

geliyor sesi:

 

"Teslim olmuyorsun" diyor, "Sen, bu yüzden dans edemiyorsun!"

 

Ne halt edeceksin?

Sonra, başka bir zaman, bir Ankara evinde, ki en kalbî meseleler

odalarda yaşanır Ankara "sahillerinde". Adamın biri, epey canı sıkkın,

votkalı motkalı. Bir kadını çok seven, epeydir sevmiş olan adamın biri,

mahzun, kırgın ve demli, demişti ki:

"Ne biliyor musun bu işin sırrı? Bırakacaksın kendini. Mutlu olmak

istiyorsan teslim olacaksın. Hayatını mı mahvediyor çok sevdiğin? Bırak

mahvetsin. Sen severken mahvolmayacak kadar değerli misin? Diyelim o

kadar

değerlisin. Peki o zaman üstat, o değeri harcamayıp ne halt edeceksin?"

 

Kim öğretti bize teslim olmamayı? Başımıza bir şey gelir diye

başımıza

bir şey getirmeden yaşamaya çalışmayı, hiçbir şey getirmeden ölüp

bitmeye

çabalamayı, böyle sürüp gitmeyi... Kim öğretti? Kadınlar adamlara,

adamlar

kadınlara teslim olmadan, yıllar yılı elinde bir mızrakla, bir

mesafeden ve

tetikte. Kaskatı kesilerek, "Kimse beni teslim alamaz" diye büyük

ordularımızı birbirimize karşı böyle küçük numaralarla yönetmeyi... İki

seven insan gibi değil de, bir teneke başarı madalyası için çabalayan

kale

komutanları gibi... Sınır boylarımıza bu uç beylerini, bu asabi, hırçın

ve

aslında korkulu çocukları kim yerleştirdi?

 

"Benim sosyal hayatım, benim param, benim başarım, benim hayatım"

diye

sakındığınız, "kimsenin peşinden gitmeyerek" çok müthiş savunduğunuz

bütün o

şeyler, hakikaten söylesenize, sizi gerçekten -ama gerçekten diyordum

bak-

mutlu etti mi? Teslim olmadan tamamladınız hayatı, tebrik ederiz,

bırakmadınız hiç kendi yakanızı. Söylesenize, etiniz acısa acısa en çok

ne

kadar acıyabilirdi?

 

Ona buna, şu adama, bu kadına değil aslında, biz, -tebrik edelim

kendimizi!- kendimize teslim olmadık. Gece kremlerini kimse alamaz

şimdi

sizden, tenis derslerinizi ve arkadaşlarınızla eğlenmeye çabalayarak

içtiğiniz "bağımsız" gece içkilerini, tek başınıza, keyifle izlediğiniz

maçları ve ucu görünmediği için daha da korkunç olan "kendi

geleceğinizi."

 

Şimdi siz tam da dergilerdeki, şık dizilerdeki, gıcır reklamlardaki

kadınlara ve adamlara benzediniz. Teneke madalyanızı güneşe döndürünüz,

ne

güzel de parıldıyor. Pırıl pırıl, parıl parıl. Çok tebrik ederiz!

 

ECE TEMELKURAN

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

:blushing: canim sen mi yazdin bunuuu

 

bugun de tam düşündüğüm seydı :(

 

bi çocukla samimi oldugumu gördüm hemen kızdım bana ''canım '' deme

 

nasıl bagardım

korktu

 

dayanamadı kactı... kostummm kacma benden dedım ben öyle demek ıstemedım dedımm

 

kacıyor... Ta m araya bı duvar öreyım cok samimi olmayayım teslım olmayayım dedım :stuart: tepe taklak oldummm

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

şu var ki ben şimdiye kadar duygularımda hep teslim ettim kendimi.hiç frenlemedim.seviyorsam sevdiğimi belli ettim savaş baltamı çıkarmadım.ama artık savaş baltanı çıkartıyorsun istemeden.

şimdi o kendi hayatımı yaşama lüksünü kullanıyorum. -_-

sonuç olarak hangi yolda ilerlersen ilerle mutlaka bi yoldan darbe alırsın ve yolunu değiştirirsin :clover:

can dündarın bi yazısı var olgunlaşmak.çok sevdiğim bir yazı.belki de budur.olgunlaşıyoruz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...
  • 4 hafta sonra...

Tahterevalli kadınlar, salıncak hayatlar

 

 

Kendi başına ayakta duran genç kadınların akıllarında bir tahterevalli: Evlensem de bir limana sığınsam mı, yoksa hayat böyle yalnız bir macera olarak mı kalmalı? Böyle olunca da yaşamak bir salıncak! Peki iki uç arasında sallanarak mı geçecek hayat?

 

 

Böyle çok güzel aslında. İstediğin kadar çalış, istediğin yere git işten sonra. Kararlarını kendin ver, kimseye sorma tatil yapmaya karar kıldığında. Paraları kazan, istediğin gibi harca. İstediğin maceraya zıpla. İster dalgıçlık kursuna git diplere dal, ister paraşütle uçaktan atla. Deneyimler sonsuz, hayat boyu ciğerlerini doldura doldura yaşa! Anneler, babalar geldiğinde "uygunsuz" yaşamın izlerini ortadan kaldırdığında, nasıl diyorlar İtalyanca: Stanno tutti bene!

"Herkesin keyfi yerinde" aslında!

Ama sonra faturalar geciktiğinde, iş yerinde kazık yediğinde ve sana hayat "Otur aşa'a!" dediğinde, sen bi' güzel poponun üzerine çakıldığında... Dün, önceki gün, önceki ay ve bir önceki sene tam da böyle olduğun zamanlar aklına gelip, birleşip bir kara buluta dönüştüğünde... Pusetlerdeki çocuklara bakıp iç geçirdiğinde, kendinde evlenmeden çocuk yapacak cesareti bazen bulup bazen kaybettikçe... Maceralar öyle kenarda dururken birden kendini o divandan ayağa kalkacak, bu televizyonun emniyetli ekranını bırakamayacak kadar korkak hissettiğinde...

 

Öldüren taze fasulye

Tam tersine bakalım bir de! O çok sevdiğin adamın, "Aslında biz bir ömür birlikte yaşayabiliriz" dediğin adamın, tam da uyurken, o hiç bilmezken onu izlediğini, garip bir biçimde yüzü sana çirkin gelmeye başlarsa eğer? Bir gün sıkılırsan eğer, gitmek istersen? Aniden canın Brezilya'ya gidip sahilde oturmak isterse, okyanusa karşı? Birdenbire hayatını, kendini ve tüm etrafını değiştirmek istersen? Ya da sadece tek başına evde oturmak istersen bir gün, "Tuhafsın bugün biraz" cümlesini duymaya katlanamayacak kadar yalnız olmak istersen? Ya doğurduğun çocuktan sıkılırsan? Onu pencereden atmak istediğin zamanlar olur da bunu diyemezsen? Ya artık "evli ve çocuklu" olduğunda kendin gibi olmazsan? Sanki hayatın elinden alınmış gibi olursa, ütülü havluların arasına sıkıştırılmış birisi gibi durursan? Birden kendini akraba ziyaretlerinde bulursan, bacakların bitişik ve yüzün buruşuk olarak? Tam da sarhoş olmak istediğin bir günde akşama taze fasulye ayıklamak zorunda kalırsan? Taze fasulye! İyi bir zamanlamayla taze fasulye bile öldürücü bir silah olabilir aslında!

 

İlişki sahtekarlık mıdır?

İşte tam da böyle tahterevalli bir kadın, Kahve'de oturuyordu. Kötü bir alışkanlık biliyorum ama ben de onları dinliyordum. Kadın, yakın bir erkek dostuna bir şeyler anlatmış, belki biraz akıl danışmış olacak ki erkek konuştu:

"Sen maceralarından yorulunca dinlenecek bir liman istiyorsun. İlişki öyle bir şey değil canım!"

Kadın iki eli yana açık, çaresiz karşı çıkıyordu:

"Tam öyle değil aslında!"

Erkek biraz sinirlendi galiba:

"Şekerim sen sahtekarlık yapıyorsun! Adamları da kandırıyorsun aslında. Çünkü yeterince dinlenince sıkılıyorsun, sonra da gitmek istiyorsun!"

Kadın iyi bir kadındı aslında. Öyle gibi geldi sesi bana. Ne kimseyi kandırmak ne de sıkılmak istiyordu. Sadece öyleydi işte.

Gençti kadın.

Kadınlar, maceralarının önüne çıkmayacak adamları bulana, onları bulmayı öğrenene kadar yaşlanıyorlar mı acaba?

 

Nasılsınız adamlar?

Erkekler de böyledir belki. Maceralara çıkmak istiyorlardır, çıkıp dönüp yorulunca bir kadında dinlenmek istiyorlardır belki de onlar da. Onların ayrıcalığı maceradan, fetihten, avdan döndüklerinde kadınları bekler bulmaları, bunu talep etme hakları galiba. Nihayetinde zaferleri kadınlar için kazanıyorlar ya?!

Erkekler gibi değiliz biz. Yalnızlıkla, sonsuz bir yalnızlıkla cezalandırılıyoruz maceralara çıkmaya kalkınca... Bu yüzden, durmadan yolculuklar eden, maceralara çıkan bir kadın ya da sehpasının üzerinde çocuklarının resmi duran ve son otuz yılda ne yaptığını düşünen bir kadın olacaksın elli yaşına vardığında.

Her ikisini birden yapmaksa... Denemesi bedava

 

Ece Temelkuran

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Misafir Zıplayan Dana

ece temelkuranı çok severim...bu yazısını kaçırmışım...geçenlerde bir güney amerika gezisine çıkmıştı galiba o zaman yazmış...paylaştığın için saol...güzeldi...

Ben de çok severim.Hakikaten de enterasan bir bakış açısı var,sanki Marxsist-feminist gibi ama değil...

Geçen günde CİNE5 te bir programa katılmıştı...

Çok zeki ve iyi biri olduğunu biliyordumda bu kadar "güzel" olabileceği hiç aklıma gelmemişti.Demek "Marxist"lerimiz arasıda "güzeller güzeli" olanları da varmış...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Kalp yiyen

 

Çölde

Bir yaratık gördüm, çıplak, vahşi

Çömelmiş oturuyor

Yüreğini ellerinde tutuyor

Yiyordu.

Dedim ki: "Tadı güzel mi dostum?"

"Acı, acı", diye karşılık verdi;

"Ama seviyorum

Çünkü acı

Ve benim kalbim" (H. Crane)

 

Tombul ve sıkış tepiş egolar arasında ya da botokslu benlikler kenarında bazen boğuluyorsan eğer, üstüne yığılıyorsa o gürbüz "Ben! Ben! İlle de ve özetle ben!"ler... Bu dünyanın tek yangın merdiveni şiirdir. Çünkü şair kişi, "Ben hiç kimseyim!" (Emily Dickinson) deyip üzerinden insan ağırlığını alabilendir.

 

"Ben sadece atan bir kalbim" (Proust) deyip tül gibi hafif, geçip yanından sadece ürpertebilendir. "Ama sizin adınız ne / Benim dengemi bozmayınız" (Turgut Uyar) deyip aniden, senin o yaldızlı, staras taşlı, süslemeli, oymalı, kakmalı egonun altındaki kilimi çekip seni tepetaklak yere serebilendir.

Bütün bunları yapabilmesinin tek nedeni "acı bir kalbi" olması ve şair kişinin durmadan kendi kalbini yemesi, tükendikçe kusup kalbini yeniden yemesidir.

 

Nilgün Marmara

 

"Sanat ve Bilim Fakültesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü'nden mezun olmak için gereken koşulları kısmen karşılamak amacıyla teslim edilmiş bir tez"... Şair Nilgün Marmara'nın tıpkı kendisi gibi intihar etmiş, tıpkı kendisi gibi güzel bir kadın şair olan Sylvia Plath'ın şairliğinin intiharı bağlamında analizi üzerine 1985'te yazdığı tezin başında böyle diyor. Tez, Everest Yayınları'ndan kitap olarak çıktı geçen günlerde. Marmara, kendi intiharından iki yıl önce, kendi çizdiği kaderin "analizini" yaparken akademik olarak, ne yapıyordu acaba?

 

Nilgün Marmara da kendi kalbini yiyen kadınlardan biriydi. Dayanamayıp burada kalmanın yüküne, gidiverdi. Hep öyle düşünürüm intihar etmiş şair kadınlarla ilgili:

Muhtemelen aramızdan gidiverenler, kalplerini yemekte yeterince usta değildiler. Zira acı çekmenin de bir erbaplığı vardır. Öyle kana kana içersen kendini, zehirlenirsin kendinden. Profesyonel bağımlılar gibi ince ayarını yapmalısın bu işin. Erken yaşta gitmemek, bu yeryüzünden doğmuş olmanın intikamını yeterince alabilmek için yaşamalısın oysa.

 

Can Yücel gibi sunturlu bir küfür savurabilmek için lameli egolara ve balon ben'lere bu dünyada yeterince uzun süre kalmalısın. Bunları düşündüm Marmara'nın tezini okurken. Sonra açtım Birhan'ın "Cinayet Kışı+İki Mektup" kitabını "Saf Sabır" şiirini okudum, kış biterken:

 

sardunyalarla konuşarak çoğalttım

aramızdaki ayrılığı

sayarak çoğalttığım günleri tamamladım

kirpiklerimin arasına çektiğim tülde

yağmur durdu ve şimdi kış bitiyor

oysa kimse yokmuş dışarda

içim dışıma vuruyor

sardunyalara su vermekle unutamadığımız

şeymiş aşk:

alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,

sağ yanımda unuttun keder.

 

Şairler neden yerler kendi kalplerini? Acı olduğu için. Çünkü bir de kendi kalpleri değil mi?

Başkalarının kalplerini yiyemeyenler, ne kadar ittirse de dünya, kimsenin canını yakmayanlar, yakamayanlar, bu dünyada hepimizin en fazlası sadece bir kalp atışı olduğunu bilenler, bu dünyadan en çok bir ürperme olarak geçip gitmek isterler...

 

 

Ece TEMELKURAN

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İsyanı bastırılmış çocuklar

 

 

12 Eylül'ün hesabını sorabilmek için büyümek gerekir. Çünkü ancak kendi ayakları üzerinde durabilen çocuklar dönüp babalarına "Beni niye dövdün?" diye sorabilir. Hesap sormak, mağlup çocuklar sızlanması değildir

 

 

 

1980'de doğmuş genç bir kadındı. Döndürüp başını, kendinden büyüklerin yaptığı 12 Eylül sohbetine katılmak istedi:

"Ben hiçbir şey bilmiyorum. Hatırlamıyorum çünkü."

Sonra bütün bedeniyle döndü çünkü aslında anlatmak istedikleri vardı:

"Sultanahmet Cezaevi'nde gardiyandı benim babam. Görüşe gelen bebekli kadınlar olurmuş. 'Hep seni düşünürdüm' der. 'Kızımı bir kez daha göreyim. Bugün de bir şey olmasın bana' diye düşünürmüş. Hep bunu anlatır."

Ne politikayla ne Türkiye'nin yakın siyasi tarihiyle ilgisi olmayan genç kadın, babası ve kendisiyle ilgili başka hikayeler anlatırken bile aralara sıkıştırıyordu:

"Ben hiçbir şey hatırlamıyorum."

Hatırlıyor oysa. Hatırlamasa da biliyor. İnsan babasının korktuğunu unutur mu hiç? Babası, kızının önünde korktuğunu unutur mu?

 

Kimileri çocukluk hikayelerini hatırlamadıklarını, şimdiki "arızalarıyla" o günlerin bağlantısını kuracak belleğe sahip olmadıklarını söyler. Oysa hatırlamak; başa çıkmak, yüzleşmek, isyan etmek, öfkelenmek ve kurulu düzeni bozmak gibi belalar getirecektir. Bunu göze almak istemedikleri için kimileri, eski hikayeleri olağanüstü bir başarıyla unutmayı becerir. 12 Eylül de muhtemelen çocuklukta alınan ve hatırlanması bugünkü ılık düzeni bozacak olan darbedir. Bugün bu memleketin arızalarını halletmesi için dönüp o pis işi halletmesi gerekir: Şimdi öyle ya da böyle "aile" içinde yerini bulmuş o eski çocukların dönüp babalarına "Beni neden dövdün?" diye sorması gerekir. Mesele, babanın seni artık yalandan da olsa kabul etmemesi olasılığını kabul etmektir. Tam da Türkiye'de işler iyiye giderken, yalandan bir barış içinde yaşarken huzuru bozmayı kim göze alabilir?

Kırık aynada çoğalan iktidar

 

Herkes öyle ya da böyle bir yerine yerleştirdi o eski yaraları. Paket edip 12 Eylül 1980'de olup biteni, belleğinin bir daha eşilmeyecek raflarına kaldırdı. İnsani bir şey bu; insanlar yaşamaya öyle ya da böyle devam etmek zorundaydı. Ama insana en yakışan şey miydi, o ayrı. Diğer yandan insanın insan kalmak için kahramanlık göstermesi de düpedüz haksızlıktı. İnsan gibi yaşamak için yalnız kalmayı göze almak gerekmemeliydi.

Sonra birden, çok hızlı değişti her şey. Bugünkü dünyaya gelindi...

Şimdi, sistemin dışı diye bir yer kalmadı. Öyle bir sistemdi ki bu, bütün dünyaya ve Türkiye'ye kendinden başka bir sistemin var olamayacağını, insanlığın kurabileceği en iyi sistem olduğunu her gün yeniden kabul ettiriyordu. Sistem karşıtı olmak, öyle ki eline tüfeği alıp iktidarın görüntülerine saldırmak bile sistemin kendisine hizmet ediyordu. Aynalara ateş ediliyordu. Kurşun, iktidarın aynalardaki görünümlerine denk geldikçe aynalar çatlıyor, iktidarın görüntüleri çoğalıyordu. Memnun olmayanlar, eski yaraların hesabını sormak isteyenler ne yapmalıydı şimdi?

Tanrıyı yaratan insan gücü

Cevabı bilememek sadece Türkiye'deki "eski solcuların" sorunu değildi. Şimdi bütün dünya hep birlikte bu sorunun cevabını arıyordu. Arıyor, arıyoruz. Bize hep daha çok çalışmamızı, kendi ihtiyaçlarımızla ilgili olmayan şeyler üretmek mecburiyetinde olduğumuzu söyleyip duran, isyan ettiğimizde bizi yalnızlaştıran ve uyuşturucu ikram eden bir dünyada yaşamaktan memnun değiliz.

Sistem diyor ki bize, "Sen doğuştan arsızsın. Hep daha çok şeye sahip olmak istersin", ikna oluyoruz. "İnsan kötücüldür" temel kabulü üzerinde duran bir sistem bu. Ne büyük haksızlık. Oysa biz iyiydik. Bizim iyi olmak imkanımız var. En çok bunu duymak istemiyor sistem. Alçalmak kadar yükselmek imkanımız da var. Buna inanmak isyan ettirecek bizi, "Biz kapitalizmden daha iyi bir sistem kurabiliriz" diyeceğiz. En çok bunu, alaycı kahkahasını atarak yok etmek istiyor düzen.

"Biz" ise küsüp gidiyoruz çoğu kez. Çünkü... Çünkü geçenlerde bir genç kadın sordu bana:

"Sizce şu anda dünyanın en büyük sorunu nedir?"

Cevapladım:

"İnsanlığın, insana olan inancını kaybetmesi."

İnsan, tanrıyı yaratabilecek kadar güçlüdür. Dünyayı değiştirmek, tanrıyı yaratmaktan ve sürdürmekten daha zor bir şey değildir. 60'larda, benim yaşımdaki insanların hiç tatmadığı ama hep güzel bir masal olarak dinlediğimiz hikayelerdeki "mutluluk" hissi bununla ilgili olmalı. İnsanların birbirine, kendilerine ve bir toplam olarak insanlığa inanmaları kim bilir ne kadar büyük bir neşe ve güçle dolduruyordu insanların içini...

"Ben"leri eksiltmeyen "biz"

Benim, şimdi dünyaya bakarken gördüğüm şudur:

Eski memnuniyetsizler, tecrübelerini gözden geçirerek, olup bitenle hesaplaşarak yeni "biz"ler inşa etmeye çalışıyorlar. Dünya Sosyal Forumu süreci de budur, Irak işgaline karşı başlayan muhalefet de. Yeni bir isyan yöntemi arıyor insanlık. Herkes, başka biçimlerde olsa da en az Türkiye'nin 12 Eylül'de yediği kadar dayak yedi çünkü.

 

 

"Ben"leri eksiltmeyen bir "biz" kurabilir miyiz? Bütün dünyayla birlikte buna kafa yormalı. Türkiye'de, isyan günlerini lanetleyerek "babasına" yaranmaya çalışan eski solcu çocuklardan farklı olmanın tek yolu bu.

 

 

"Ben"leri eksilten "biz"ler... İsyanın hatası bu değil miydi? Sevimlileştirilip Marmaris'e yerleştirilmiş bir ihtiyar dede de var elbette. O da 17 yaşındaki çocukları asmamış mıydı? Bunu hatırlamak, hatırlatmak için dinçleşmek, dünyadaki yeni fikirlerle dirilmek gerekmiyor mu?

 

Yeni sözlere... ECE TEMELKURAN...........

 

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İsyanı bastırılmış çocuklar

12 Eylül'ün hesabını sorabilmek için büyümek gerekir. Çünkü ancak kendi ayakları üzerinde durabilen çocuklar dönüp babalarına "Beni niye dövdün?" diye sorabilir. Hesap sormak, mağlup çocuklar sızlanması değildir

1980'de doğmuş genç bir kadındı. Döndürüp başını, kendinden büyüklerin yaptığı 12 Eylül sohbetine katılmak istedi:

"Ben hiçbir şey bilmiyorum. Hatırlamıyorum çünkü."

Sonra bütün bedeniyle döndü çünkü aslında anlatmak istedikleri vardı:

"Sultanahmet Cezaevi'nde gardiyandı benim babam. Görüşe gelen bebekli kadınlar olurmuş. 'Hep seni düşünürdüm' der. 'Kızımı bir kez daha göreyim. Bugün de bir şey olmasın bana' diye düşünürmüş. Hep bunu anlatır."

Ne politikayla ne Türkiye'nin yakın siyasi tarihiyle ilgisi olmayan genç kadın, babası ve kendisiyle ilgili başka hikayeler anlatırken bile aralara sıkıştırıyordu:

"Ben hiçbir şey hatırlamıyorum."

Hatırlıyor oysa. Hatırlamasa da biliyor. İnsan babasının korktuğunu unutur mu hiç? Babası, kızının önünde korktuğunu unutur mu?

 

Kimileri çocukluk hikayelerini hatırlamadıklarını, şimdiki "arızalarıyla" o günlerin bağlantısını kuracak belleğe sahip olmadıklarını söyler. Oysa hatırlamak; başa çıkmak, yüzleşmek, isyan etmek, öfkelenmek ve kurulu düzeni bozmak gibi belalar getirecektir. Bunu göze almak istemedikleri için kimileri, eski hikayeleri olağanüstü bir başarıyla unutmayı becerir. 12 Eylül de muhtemelen çocuklukta alınan ve hatırlanması bugünkü ılık düzeni bozacak olan darbedir. Bugün bu memleketin arızalarını halletmesi için dönüp o pis işi halletmesi gerekir: Şimdi öyle ya da böyle "aile" içinde yerini bulmuş o eski çocukların dönüp babalarına "Beni neden dövdün?" diye sorması gerekir. Mesele, babanın seni artık yalandan da olsa kabul etmemesi olasılığını kabul etmektir. Tam da Türkiye'de işler iyiye giderken, yalandan bir barış içinde yaşarken huzuru bozmayı kim göze alabilir?

Kırık aynada çoğalan iktidar

 

Herkes öyle ya da böyle bir yerine yerleştirdi o eski yaraları. Paket edip 12 Eylül 1980'de olup biteni, belleğinin bir daha eşilmeyecek raflarına kaldırdı. İnsani bir şey bu; insanlar yaşamaya öyle ya da böyle devam etmek zorundaydı. Ama insana en yakışan şey miydi, o ayrı. Diğer yandan insanın insan kalmak için kahramanlık göstermesi de düpedüz haksızlıktı. İnsan gibi yaşamak için yalnız kalmayı göze almak gerekmemeliydi.

Sonra birden, çok hızlı değişti her şey. Bugünkü dünyaya gelindi...

Şimdi, sistemin dışı diye bir yer kalmadı. Öyle bir sistemdi ki bu, bütün dünyaya ve Türkiye'ye kendinden başka bir sistemin var olamayacağını, insanlığın kurabileceği en iyi sistem olduğunu her gün yeniden kabul ettiriyordu. Sistem karşıtı olmak, öyle ki eline tüfeği alıp iktidarın görüntülerine saldırmak bile sistemin kendisine hizmet ediyordu. Aynalara ateş ediliyordu. Kurşun, iktidarın aynalardaki görünümlerine denk geldikçe aynalar çatlıyor, iktidarın görüntüleri çoğalıyordu. Memnun olmayanlar, eski yaraların hesabını sormak isteyenler ne yapmalıydı şimdi?

Tanrıyı yaratan insan gücü

Cevabı bilememek sadece Türkiye'deki "eski solcuların" sorunu değildi. Şimdi bütün dünya hep birlikte bu sorunun cevabını arıyordu. Arıyor, arıyoruz. Bize hep daha çok çalışmamızı, kendi ihtiyaçlarımızla ilgili olmayan şeyler üretmek mecburiyetinde olduğumuzu söyleyip duran, isyan ettiğimizde bizi yalnızlaştıran ve uyuşturucu ikram eden bir dünyada yaşamaktan memnun değiliz.

Sistem diyor ki bize, "Sen doğuştan arsızsın. Hep daha çok şeye sahip olmak istersin", ikna oluyoruz. "İnsan kötücüldür" temel kabulü üzerinde duran bir sistem bu. Ne büyük haksızlık. Oysa biz iyiydik. Bizim iyi olmak imkanımız var. En çok bunu duymak istemiyor sistem. Alçalmak kadar yükselmek imkanımız da var. Buna inanmak isyan ettirecek bizi, "Biz kapitalizmden daha iyi bir sistem kurabiliriz" diyeceğiz. En çok bunu, alaycı kahkahasını atarak yok etmek istiyor düzen.

"Biz" ise küsüp gidiyoruz çoğu kez. Çünkü... Çünkü geçenlerde bir genç kadın sordu bana:

"Sizce şu anda dünyanın en büyük sorunu nedir?"

Cevapladım:

"İnsanlığın, insana olan inancını kaybetmesi."

İnsan, tanrıyı yaratabilecek kadar güçlüdür. Dünyayı değiştirmek, tanrıyı yaratmaktan ve sürdürmekten daha zor bir şey değildir. 60'larda, benim yaşımdaki insanların hiç tatmadığı ama hep güzel bir masal olarak dinlediğimiz hikayelerdeki "mutluluk" hissi bununla ilgili olmalı. İnsanların birbirine, kendilerine ve bir toplam olarak insanlığa inanmaları kim bilir ne kadar büyük bir neşe ve güçle dolduruyordu insanların içini...

"Ben"leri eksiltmeyen "biz"

Benim, şimdi dünyaya bakarken gördüğüm şudur:

Eski memnuniyetsizler, tecrübelerini gözden geçirerek, olup bitenle hesaplaşarak yeni "biz"ler inşa etmeye çalışıyorlar. Dünya Sosyal Forumu süreci de budur, Irak işgaline karşı başlayan muhalefet de. Yeni bir isyan yöntemi arıyor insanlık. Herkes, başka biçimlerde olsa da en az Türkiye'nin 12 Eylül'de yediği kadar dayak yedi çünkü.

"Ben"leri eksiltmeyen bir "biz" kurabilir miyiz? Bütün dünyayla birlikte buna kafa yormalı. Türkiye'de, isyan günlerini lanetleyerek "babasına" yaranmaya çalışan eski solcu çocuklardan farklı olmanın tek yolu bu.

"Ben"leri eksilten "biz"ler... İsyanın hatası bu değil miydi? Sevimlileştirilip Marmaris'e yerleştirilmiş bir ihtiyar dede de var elbette. O da 17 yaşındaki çocukları asmamış mıydı? Bunu hatırlamak, hatırlatmak için dinçleşmek, dünyadaki yeni fikirlerle dirilmek gerekmiyor mu?

 

Yeni sözlere... ECE TEMELKURAN...........

 

:D

Merhaba boyali adrenalin kardesim...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dipnot: Hadi bir cay demlet, barisak artik, senin hatlarina üzerine basmamalaliydim...özür...benimki sekersiz olsun, kendi tatliligim yeter bana, istersen benim sekerim kullan yani..

 

 

:)

................................................

 

:D

Merhaba boyali adrenalin kardesim...

 

 

 

 

 

 

h5n1 arada birşey olduda benmi kaçırdım.......

 

yukarıda özür dileyenmi sen değilsin,yada aşağıda yine aynı tartışmaları başlatacak olanmı....???

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

................................................

h5n1 arada birşey olduda benmi kaçırdım.......

 

yukarıda özür dileyenmi sen değilsin,yada aşağıda yine aynı tartışmaları başlatacak olanmı....???

 

adrenalin...ben bes dakika önce yazdigimi hatirlamiyorum...unutma burasi sanal dünya..o zamanda anlatmistim..herhalde sende bir iz biraktim, sen benim sözlerime unutamamisin...

 

umarim bir zaman seni bir adam yaparim..ama önce su boyama isine bir tarafa koy...sonra bir kahve icebiliriz... :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Nar kalpler

 

 

Aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir...*

 

Gözün başkalarını da görüyorsa sevdiğini sevmiyor musundur artık?

Birini sevmek topyekûn kapattırır mı "dükkânı"? Kepenklerin inmeli midir, elenmiş un varsa elek asılmalı mıdır duvara?

İnsan güzel adamları ve güzel kadınları "görüyorsa" hâlâ, hâlâ "bakıyorsa", aklından "Acaba?" diye geçiyorsa, aslında o kadar da dolu değil midir içi?

Bir boşluk mu vardır aslında? Ondan mı yani mesela?

Liseli bir meram gibi görünen bu bahis, derdi ömürlüktür esasında. Eğer bir tür "kalbî lobotomi" olabilseydi, birini sevince artık ömrünün sonuna kadar kafan karışmasaydı hiç, başka bir şeyi, başka kimseyi düşünemez hale getirilebilseydik kendimizi bir ameliyatla...

Oh! Ne şahane olurdu. Konu kapanır, işimize bakabilirdik. Ne ki hayat bölünüyor ortasından bazen. Nar gibi çatlıyor kalp yumuşak karnından. Dağılıyoruz kırmızı kırmızı, toparlayamıyoruz tanelerimizi.

Ama işte kalbimiz çırpıştı diye hata da yapmak istemiyoruz; hayatlarımız çok fena kıymetli. Tanıdığımız, sevdiğimiz, güvendiğimiz, alıştığımız hayatı bırakmak, bir güzele feda etmek elimizdekini de vicdani bir mesele.

Bir vicdan ve korku terazisi çalışıyor hep içimizde. Ne kadar korkuyoruz kaybettiğimizin yerini dolduramamaktan? Kalbimiz buruşacak mı kapılmasak hiç o yeni rüzgâra? İhtiyarlamış gibi mi hissedeceğiz? Başlangıcın heyecanı mı daha büyük yoksa kaybetmenin korkusu mu? Bir yeni ile karşılaştığımızda içimizin karmaşık hesap makineleri başlıyor tam yol çalışmaya.

 

Günahın lezzeti

Yanımızdaki, hayatımızdaki meşru olandır hep. Kabul edilmiş olan, arkadaşlarımıza tanıştırılmış olan, bizimle birlikte hatırlanan, birlikte hatırlandığımız kişi. Birini bırakmıyorsun ki bıraktığında, kendinin onunla tanımlanmış halini de bırakıyorsun aslında. Kendinin o kabuğunu bırakmak kolay mı?

Diğer yandan günah, her zaman daha lezzetlidir sevaptan. Ah günah! Bir nar gibi çatlar ve çatlatır insanı ortasından.

Ne çok kırmızıymış için, görür ve hayret edersin kendine. Neler neler yapabilirmişsin meğerse! Yeni insan hayretleriyle gelince meclise, minderler kaldırılır, döşekler havalanır. Ah! O tatlı günaha yer mi bulunmaz!

Ama ya eğer hayat güvenmek demekse? Ama ya hayat aslında bir hayretten uzun sürerse? Mesele budur ve hiç hakiki anlamda hesaplanamaz.

Ama bilirsiniz siz de, nar bir kere çatlarsa kimse taneleri toparlayamaz. Çatlatmayayım desen nar kıpırdar kıpırdar, duramaz. Ve kimse böyle büyük kararları verecek gücü kendinde bulamaz. Kimse doğrunun ne olduğunu, benim diyen kimse, bilemez.

 

İşaret ver hayat!

Kimse sevilmemeyi göze alamaz. O yüzden kimse kimseyi terk etmek istemez, karşıdaki anlasın da gitsin isteriz hepimiz. Ya gitmezse? O zaman bu büyük ve tehlikeli ve günahlı kararlar bize kalmasın isteriz.

Bir işaret versin hayat. Biz istemeden olsun, kalbimize hesap verirsen "Başka ne yapabilirdim ki?" demeyi dileriz.

Öyle bir şey olsun ki kaçınılmaz olsun günah.

Öyle bir şey olsun ki sen sorumluluğunu alma olanların.

Öyle bir şey olsun ki, tufan gibi alsın götürsün seni. Sen seçmemiş ol başına geleni. Bedeli ödenmesin yani. Nar kendi kendine çatlasın.

Sen dur öylece. Ellerin iki yana açık. "Ne yapabilirdim ki? Olacağı varmış" de. Çatlasın nar, saçılsın hayatın yerlere...

 

 

Ece Temelkuran

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Nar kalpler - 2

 

 

Sıradan insanlarız biz, en zoru bizimkisi. Limon kokulu çöp torbaları, kirece karşı çamaşır makinesi tozları, banka kredisinde yüzde 0.1'lik faiz indirimi pazarlıkları, çok erken sabah servisi saatleri, üçlü saç bakım setleri, gece "chat"lerinde zayıf bir "Paris'te Son Tango" ihtimali...

Bu ömrün içinden eli yüzü düzgün bir hayat çıkarmaya çalışıyoruz. Kim bilir mezar taşımıza "Zamanı dolana kadar zamanını pek iyi doldurdu! Tebrik ederiz!" yazacaklar, bilemiyoruz...

* * *

Yalnız ölmekte bir numara yok da hangimiz yalnız ölme fikriyle yaşayabilecek kadar çelikteniz?

Bir serüvene heveslensek, başımızın bin türlü belaya gireceğini, muhtemeldir ki elimize yüzümüze bulaştıracağımızı ve bir daha da banka kredi pazarlığına girecek kadar küçülemeyeceğimizi, bir daha çift katlı çelik taban tencerelerin dünyasına sığışamayacağımızı, artık play-station'da kimi dövsek rahatlamayacağımızı, iki hayatın ortasında omuzları düşmüş kalacağımızı... Bal gibi biliyoruz. Bazen o yüzden durdukça bal dökülmüş gibi yapış yapış oluyoruz.

Bu dünyaya gelmiş olmamızın insanlık tarihi açısından yepyeni bir deneyim olma ihtimalinin 7 milyarda 1 olduğunu söyleyip kendimize...

Bu gece de evde oturuyor, erken yatıp ertesi gün etme ihtimalimiz olan bir kavganın senaryosunu kafamızda canlandırırken uyuyakalıp sabah işe gidiyoruz.

İstediğimiz gibi yaşama hayalini bir "yazlık ev kooperatifine" sıkıştırıp yeni yeni taksitlere giriyoruz.

Bazılarımız, gizli gizli, bir gün bir deprem olmasını, bize ait bütün ayrıntıların kaybolmasını ve yeni bir hayatın tek ortalı bir ilkokul defterinin sağ sayfası gibi serin ve temiz başlamasını dilemiyor muyuz? Şimdiki hayat sol sayfalar gibi zira, hep kenarları kıvrık, ne kadar düzeltsen, dirseğini bastırsan kenarına hep kıvrık kıvrık...

Ah! Bu kadar suçluluk duygumuz ve korkumuz olmasa biz ne biçim insanlar olurduk!

* * *

Geçen hafta mıydı, neydi? "Nar kalpler" diye bir yazı yazdımdı. Haberleri geldi, dört kişi, memleketin çeşitli yerlerinde, birbirlerinden habersiz, yazıyı okuyup eşlerinden ayrılmak için aynı gün dava açmışlar.

Olur böyle şeyler. Benim bir şey yaptığım yok elbette. Bilirsiniz, insan işaret arar bazen. Kalbi nar gibi dağılmışsa, toparlayamıyorsa bir işaret görünsün ve doğruyu, yapması gerekeni söylesin ister.

Muhtemelen olan budur, yoksa ben ne kadar yazsam "aile kurumu"nu sarsamam. Nerde o günler? Keşke!

Mesele, serin bir sağ sayfa ihtiyacında. Mesele, sol sayfaların kıvrılmaktaki inadında. Kıvrık düzeltilsin diye bastırılan dirseğin giderek dayanılmaz bir biçimde ağrımasında. Ama başka ve daha önemli bir mesele daha var, laf aramızda.

* * *

Bir hayatı bırakırken kendimizin ne kadarını geride bırakırız? Bunu cevaplamalıyız. Birini bırakırken, yılan gibi kabuğumuzu bırakıp geride, temiz bir deriyle mi başlarız hayata? Ya da sadece derimizin yenilenmesi yeter mi bize? Yoksa "Oldu mu en iyisi olsun, yeni bir 'ben' çıkarıyorum kendimden dışarı" mı demeli insan?

Aynı tekrara düşmemek için aslında, yeni bir hayata başlamak için yeni bir "ben" icat etmek gerek. Yoksa bilirsiniz, insan bir ömür içinden, durmadan, yine, yeniden aynı hayatı çıkarır.

Eğer nasıl yapılacağını öğrenmezsen aslında bütün defterlerin sol sayfası kıvrılır.

İnsanın dirseği, eğer yeni bir "ben" icat etmeden bir hayata başlarsa, yeniden ve belki bu kez daha büyük bir acıyla... Ağrır. Kalp, yeniden, nar gibi, dağılır!

 

Ece Temelkuran

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

:blushing: canim sen mi yazdin bunuuu

 

bugun de tam düşündüğüm seydı :(

 

bi çocukla samimi oldugumu gördüm hemen kızdım bana ''canım '' deme

 

nasıl bagardım

korktu

 

dayanamadı kactı... kostummm kacma benden dedım ben öyle demek ıstemedım dedımm

 

kacıyor... Ta m araya bı duvar öreyım cok samimi olmayayım teslım olmayayım dedım :stuart: tepe taklak oldummm

 

 

hahahahahahahaha sende cok zalimsin ne olmus canım dediyse :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

:blushing: canim sen mi yazdin bunuuu

 

bugun de tam düşündüğüm seydı :(

 

bi çocukla samimi oldugumu gördüm hemen kızdım bana ''canım '' deme

 

nasıl bagardım

korktu

 

dayanamadı kactı... kostummm kacma benden dedım ben öyle demek ıstemedım dedımm

 

kacıyor... Ta m araya bı duvar öreyım cok samimi olmayayım teslım olmayayım dedım :stuart: tepe taklak oldummm

 

nerelerdesın ya,bı selam yokmu

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.