Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Osmanlı laik,mi idi ?


katakuta

Önerilen İletiler

......İslam, masum bir insanın kanını dökmeyi bütün insanları öldürme gibi agır bir suç ve günah sayar.Lakin masum insanı...Hiç bir görüş yada sistem yoktur ki suç ve ceza öngörmesin.İslamın suç ve ceza anlayışını kabul edersiniz yada etmezsiniz, lakin İslam dininin tarihi ve kaynaklarıyla şiddeti içerip teşvik ettigini, İslamın yeryüzüne kılıçla yayıldıgı, Müslümanların potansiyel ( yada fiili ) şiddet uygulayıcıları oldugu anlayışını ifade eden görüşler gerçekle uyuşmamaktadır.Bilimsel ve tarihsel açıklıgı gün gibi ortada olan, adalet ve insaf ölçülerine uymayan bu iftira ve iddialar birer boş zandan öteye gitmez....Ayetlerin yorumları tamamen keyfi yorumlardan oluşmaktadır.Bu demek degil ki İslam savaşmamış yada öldürmemiş, bunu iddia etmek saçma kaçardı zaten.Peygamber (sav) savaşında bir '' ahlakı olması gerektir '' diyen ve hayatında bunu uygulayan bir insandır.Şimdi bundan önce yada sonra Peygamberin savaşları ile kıyaslanacak bir örnek yoktur.Kimse demesin ki savaşsız bir yaşam olmaz mı? diye.İnsanoglunun gerçeklerinden biride savaşdır malesef.Tek tek ferdi olarak savaşa karşı olabiliriz ama bu hiç bir şey ifade etmeyecektir.Bakın şu yaşadıgımız dünyada ki savaşlara ( yada hak gasplarına ) kundaktaki bebeleri bile acımasızca katleden dünyada, İslamı katliam yapmakla suçlamak, önüne geleni kesip dograyan olarak lanse etmek hiç bir vicdanın kabul edecegi bir durum degildir......

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 104
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Tebrikler ve teşekkürler bunlar gerçekten insanda tokat etkisi yapacak cümleler...

 

 

İslamiyet inanmayanlara ait tarihe saygı mı duymuş, onu korumuş mu ki Hz.Hatice dışındaki insanların hayatlarını öğrenelim. İslamiyet öncesine ait, bilebildiğimiz kadınlar Hatice, Hind ve Ebu Cehl'in karısından ibaret. Tarihe saygı duyulsaydı daha fazla "istisna" öğrenirdik.

 

Her turlu inanca saygı duyanmı nerden bahsedıyoz mekkeden mı buda diğerlerı kadar gulunc..demişsiniz.

 

Neden gülünçmüş?

 

Müslümanlar Mekkedeyken kaç tane Müslüman öldü? Müslümanlar Medinedeyken kaç kişi Muhammede inanmadığı için öldü? Hesabını yap ondan sonra gül.

 

Medeni bir hareket sergileyip, Muhammed'e ve yanındakilere sığınma imkanı sağlayan Medine'deki Yahudiler nere gitti? Beni Kaynuka, Beni Nadir, Beni Kurayza nereye gitti? Çok mu dalga geçmişlerdi İslam'la? Muhammed Mekke'de iken, elalemin inandığı şeylere atıp duruyordu, onu öldüren oldu mu?

 

Mekkenin hakimi Muhammed'in sözlerine inanmayan insanlarken, o Mekkeliler medeni bir davranış sergileyip müslümanların hac ibadetlerini yapmalarına müsade etti. Mekke müslümanlara geçince ne oldu peki? İslamiyete inanmayanların inandıkları şeyler nerde?

 

İslamiyetin ilk savaşına bakın, İlk savaşanlara bakın:

 

Ebu Cehl, İkrime, Hamza, Ali.

 

Bunlar aynı ailenin insanları. hepsi amca, kuzen. Muhammed'in barış (!) ve güzellik (!) dini sayesinde birbirine giren aileler.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

[AYNI ailenin insanları o ailedeki inanca tahammmülsüzler yüzünden karşı karşı geldiler.......

saygılar..

 

 

İslamiyet inanmayanlara ait tarihe saygı mı duymuş, onu korumuş mu ki Hz.Hatice dışındaki insanların hayatlarını öğrenelim. İslamiyet öncesine ait, bilebildiğimiz kadınlar Hatice, Hind ve Ebu Cehl'in karısından ibaret. Tarihe saygı duyulsaydı daha fazla "istisna" öğrenirdik.

 

Her turlu inanca saygı duyanmı nerden bahsedıyoz mekkeden mı buda diğerlerı kadar gulunc..demişsiniz.

 

Neden gülünçmüş?

 

Müslümanlar Mekkedeyken kaç tane Müslüman öldü? Müslümanlar Medinedeyken kaç kişi Muhammede inanmadığı için öldü? Hesabını yap ondan sonra gül.

 

Medeni bir hareket sergileyip, Muhammed'e ve yanındakilere sığınma imkanı sağlayan Medine'deki Yahudiler nere gitti? Beni Kaynuka, Beni Nadir, Beni Kurayza nereye gitti? Çok mu dalga geçmişlerdi İslam'la? Muhammed Mekke'de iken, elalemin inandığı şeylere atıp duruyordu, onu öldüren oldu mu?

 

Mekkenin hakimi Muhammed'in sözlerine inanmayan insanlarken, o Mekkeliler medeni bir davranış sergileyip müslümanların hac ibadetlerini yapmalarına müsade etti. Mekke müslümanlara geçince ne oldu peki? İslamiyete inanmayanların inandıkları şeyler nerde?

 

İslamiyetin ilk savaşına bakın, İlk savaşanlara bakın:

 

Ebu Cehl, İkrime, Hamza, Ali.

 

Bunlar aynı ailenin insanları. hepsi amca, kuzen. Muhammed'in barış (!) ve güzellik (!) dini sayesinde birbirine giren aileler.

 

Saygılar.

saygın yazıcı,islamiyet dindir ,tarih ilmi ve koruyucusu değildir,tarihi koruyup saklayacak olan tarih sahibi nesilllerdir. örneğin türklerin islamdan önceki tarih bilgileri vesikalrı pekalaki bulunmaktadır,bu mekke tarıhı içinde gecerli, sayet bilinmeseydi onların putperest oldugunu ve nasıl bir hayat içerisinde yasadıklarını nerden bilecektik. ama buna rağmen islam bazı milletlerin islamdan önceki tarihindenden haber vermektedir..

kadınlardan örneklere gelince,onlara ait olan değil tarıh- canlar bile kendi babaları tarafından korunmamakta ve öldürülmektedir..hoş değil ama yalnızca tekbir amac için kadınları kullanmaktadırlarve bunun içinde babalar şerefleri gerği bunu engellemek için kendilerince tek çözüm olan öldürmeyi tercih etmişlerdir..öldrülen insanların yahut pis hayatın içine terkedilen lerin tarihi nasıl olacak..

Müslümanlar medinedeyken inanmadığı için kimse ölmemiştir...

mekkedeyse inandıkları için insanlar işkenceye maruzkalış ve öldürülmüşlerdir..Hatta okadar cok insan öldürülmüştür ki allah eğer ölüm korkusundan ve eziyette ugramamak için sizin dilinizle inkar etmenizde bir behis yoktur diye ayet indirmiş ve gönülden olmamak sartıyla dille bunu söylemeyı maruz gormuştur..

ilk ornek hz.ammar dır.ve insanlar mekkeden medineyede canları korkusundan dolayı gitmişlerdir..

size hindden bir vesika;hani şu hz. hamzayı vahşiyle öldürten kadın,babası ve kardeşi bedirde öldürülen ve intikamını hamzadan alan kadın nefret timsali denilebilirdi onun için,MÜSLÜMAN OLDU,neden biliyormusunuz ,hz.peygamberin mekkeye girişindeki asalet ve hoşgörüden,zannettiğnizin tersine mekkeye geliş insanların musluman olmalarına sebeb oldu sadece,neydi beyanat,kimsenin malına canın dokunulmayacak.isteyen istediği inancı yaşayacak..selam sana hz. hind,nasıl yanlış tanımışım, sen dedin ama sadece sana aitt değill. YAHUDİLERE gelince evt cok dalga gectıler isterseniz okuyun;

 

1.BENÎ KAYNUKA YAHÛDÎLERİNİN MEDİNE'DEN ÇIKARIL-MASI (Şevval 2 H./Nisan 624 M.)

Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'de Yahûdîlerle anlaşmalar yapmış, onlarla barış içinde olmak istemişti. Fakat Yahûdiler dâima düşmanca bir davranış içinde oldular. Her fırsatta Evs ve Hazrec Kabîleleri arasındaki eski düşmanlıkları hatırlatıp, Müslümanları birbirine düşürmeğe çalıştılar. Kendileri ehl-i kitâb ve tek Allah inancında oldukları halde, "müşrikler, mü'minlerden daha doğru yolda" (179) dediler. Sabahleyin Müslüman olmuş görünüp, akşam dönerek(180), Müslümanlarla alay ettiler. Hz. Peygamber (s.a.s.) ve Müslümanlar aleyhine şiirler yazdılar. Oysa, ellerinde bulunan Tevrat'taki bilgilerden Hz. Muhammed (s.a.s.)'in hak peygamber olduğunu da biliyorlar(181), buna rağmen düşmanlık ediyorlardı.

Müslümanlarla Medine'deki Yahûdî kabîleleri arasında yapılan vatandaşlık anlaşmasını ilk bozan Kaynukaoğulları oldu. (182)

Müslümanlardan bir kadın, Kaynuka yahûdilerinden bir kuyumcunun dükkanında alış- veriş ederken, bir Yahûdî, kadın duymadan örtüsünün eteğini arkasına bağlamış, kadın kalkıp gitmek isteyince her tarafı açılıvermişti. Kadının feryâdı üzerine yetişen bir Müslüman bu Yahûdîyi öldürmüş, orada bulunan Yahûdîler de bu Müslümanı öldürmüşlerdi. Bu olay yüzünden Kaynukaoğulları ile Müslümanların arası açıldı.(183) Rasûlullah (s.a.s.) Beni Kaynuka'ya muâhedeyi yenilemeyi teklif etti, onlar buna yanaşmadılar.

-"Sen bizi, savaş bilmeyen Mekkeliler mi sanıyorsun? Biz savaşa hazırız...." dediler.(184) Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Lübâbe'yi Medine'de vekil bırakarak Şevval ayı ortalarında ordusu ile Benî Kaynuka'yı muhasara etti. Kuşatma 15 gün sürdü. Kaynukaoğulları diğer Yahûdî kabîleleri ve münâfıklardan bekledikleri yardımı göremeyince, teslim olmağa mecbûr oldular. Muâhedeyi bozdukları, vatana ihânet ettikleri için öldürülmeleri gerekiyordu. Kaynukaoğulları daha önce Hazrec kabîlesinin himâyesindeydi. Hazrec kabîlesi eşrâfından, münâfıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah, bunu bahâne ederek bunların öldürülmemeleri için ısrar ettiğinden, Rasûlullah (s.a.s.) Medine'den çıkarılmalarını emretti. Böylece, 700 kişiden ibâret Kaynuka Yahûdîleri, Medine'den Şam tarafına sürüldüler.(185) Ele geçen ganimet mallarının beşte biri Beytü'l-mâle (Devlet hazinesine) ayrıldı.(186) Geri kalanı gazilere paylaştırıldı. Toprakları da, topraksız Müslümanlara verildi. Böylece Müslümanlar, Yahûdîlerin en cesûru sayılan Kaynukaoğullarının kötülüklerinden kurtulmuş oldular.

 

2..NADÎROĞULLARI GAZVESİ (Rabiulevvel 4 H./Ağustos 625 M.)

Benî Nadîr Yahûdîleri Medine'ye iki saatlik bir mesâfede oturuyorlardı. Aralarındaki anlaşma gereğince, Müslümanların ödedikleri diyete, Yahudî kabîlelerinin de katılması gerekiyordu. Âmir oğullarından, Amr b. Ümeyye'nin yanlışlıkla öldürdüğü iki kişinin diyeti ödenecekti. Rasûlullah (s.a.s.) yanına ashâbından 10 kişi alarak, diyetten paylarına düşeni istemek üzere Nadîroğulları yurduna gitti. Yahudîler, Rasûlullah (s.a.s.)'in teklifini kabul etmiş göründüler, fakat ayaklarına kadar gelişini fırsat sayarak, Rasûlullah (s.a.s.)'e sû-i kast yapmayı planladılar.

Bir evin gölgesinde oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)'in üzerine, evin saçağından bırakacakları büyük bir taşla O'nu öldürmek istediler.(217)

Cenâb-ı Hakk, peygamberini Yahûdîlerin hazırlığından haberdar etti. Rasûlullah (s.a.s.) oradan ayrılıp Medine'ye döndü. Yahûdîlerin tuzağını ashâbına bildirdi. Bu davranışlarıyla Nadîroğulları anlaşmayı bozmuşlardı. Rasûlullah (s.a.s.), Muhammed b. Mesleme'yi bunlara göndererek 10 gün içinde Medine'yi terk etmelerini, 10 günden sonra kim kalırsa boynunu vuracağını kendilerine bildirdi. Yahûdîler yol hazırlığına başladılar. Fakat, münafıkların başı Übeyyoğlu Abdullah:

-"Medine'den çıkmayın, biz size yardım ederiz, Kurayzaoğulları da yardım edecek, diye gizlice haber gönderdi. (218) Bu sebeple Nadîroğulları yol hazırlığından vazgeçip kendilerini savunmaya karar verdiler.

Rasûlullah (s.a.s.) Rabiulevvel'de Nadîroğulları yurdunu kuşattı. Nadîroğulları bir yıllık yiyeceklerini depo ettikleri kalelerinin sağlamlığına güveniyorlard.(219) Kuşatma, 15-20 gün sürdü. Savaş sokaktan sokağa, evden eve atlayarak devâm etti. Rasûlullah (s.a.s.) Yahûdîlere siper olan, savaşı zorlaştıran hurma ağaçlarını kestirdi.(220)

Nadîroğulları, münâfıklardan da, Kurayzaoğullarından da bekledikleri yardımı görmediler. Muhâsaranın kaldırılması için emân dilediler. Berâberlerinde götürebildikleri kadar mal ile Medine'den çıkmalarına izin verildi. 600 deve yükü eşya ile Medine'den ayrıldılar. Bir kısmı Şam'a, bir kısmı Filistin'e göç etti. Selâm, Kinâne ve Huyey ismindeki reisleri ise Hayber'e sığındılar. Üzüntülerini belli etmemek için, şarkılar söyleyip, defler çalarak Medine'den ayrıldılar. Bunlar daha sonra Hendek Savaşı'nı hazırladılar.

50 zırh, 50 miğfer, 340 kılıç ve diğer bazı mallar ganimet olarak Müslümanlara kaldı. Rasûlullah (s.a.s.) bu ganimetleri muhâcirlere ve yoksullara dağıttı.(221)

Uhud Savaşı'ndan sonra Müslümanların itibârı sarsılmıştı. Nadîroğulları'nın Medine'den çıkarılmasıyla, Medine civârındaki müşrik kabîleleri arasında Rasûlullah (s.a.s.) 'in nüfûzu tekrar kuvvetlenmiş oldu

3... KURAYZAOĞULLARI GAZVESİ (Zilkade 5 H,/Mart 627 M.)

a) Savaşın Sebebi

Rasûlullah (s.a.s.) Medine'deki Yahûdî kabîleleriyle ayrı ayrı anlaşmalar yapmıştı. Bunlardan Kaynuka ve Nadîroğullarının, anlaşma hükümlerine uymadıkları için Medine'den çıkarıldıklarını daha önce görmüştük. Kurayza oğulları ise, Uhud Savaş'ından sonra anlaşmayı yeniledikleri için yerlerinde kalmışlardı.

Hendek Savaşında, Benî Kurayza Yahûdîleri önce anlaşmaya bağlı kaldılar. Hendek kazılırken, kazma, kürek gibi âletler vererek Müslümanlara yardımcı oldular. Ancak, savaşın en tehlikeli bir ânında, Benî Nadîr Reisi Huyey b. Ahtab'ın teşvikiyle anlaşmayı bozdular. Müslümanlarla birlikte Medine'yi savunmaları gerekirken, müşriklerle birlikte, Müslümanlara karşı savaşa girdiler.(236) Böylece vatana ihânet suçu işlediler. Rasûlullah (s.a.s.)'in nasihat için gönderdiği Evs Kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ın sözlerine de kulak asmadılar. Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında çirkin sözler söyleyerek düşmanlıklarını açıkça ilân ettiler. Ancak, Benî Kurayza'dan yaptıklarının hesâbı sorulacaktı. Bu sebeple, Hendek Savaşından Medine'ye döner dönmez, Benî Kurayza üzerine sefer emri verildi.

Rasûlullah (s.a.s.) Hendek Savaşı'ndan dönmüş silahlarını çıkarmış, üzerindeki toz-toprağı temizlemek için, gusletmek istemişti. Bu esnâda Cibrîl (a.s.) at üstünde ve toz-toprak içnde geldi:

-"Aa, silahını çıkardın mı; vallâhi biz melekler çıkarmadık. Haydi, şunların üzerine yürü", diye Kurayzaoğullarını işâret etti. (237) Rasûlullah (s.a.s.) derhal Benî Kurayza'ya sefer ilân etti. Ashâbın sür'atle yola çıkmalarını sağlamak için,

-Hiç kimse ikindi namazını sakın başka yerde kılmasın, ancak Benî Kurayza yurdunda kılsın, buyurdu.

Ashâbın bir kısmı bu emrin zâhirine uyarak, namazlarını Benî Kurayza yurduna varınca kıldılar. Bir kısmı da Peygamber (s.a.s.)'in maksadı, acele etmemizi sağlamaktır, diyerek, vakit çıkmadan yolda kıldılar. Hz. Rasûlullah (s.a.s.) her iki zümrenin yaptığını da hoş gördü.(238)

Müslümanların toplanması yatsıya kadar devâm etti sayıları 3 bini buldu. Müslümanların üzerlerine geldiğini görünce sövüp-sayarak kalelerine çekilen Beni Kurayza'nın sayısı 900 kadardı.

 

b Benî Kurayza'ya Verilen Cezâ

Kuşatma 25 gün sürdü. Kurayzaoğulları anlaşmayı bozduklarına pişman oldular. Diğer Yahudî kabileleri gibi Medine'den çıkıp gitmek için izin istediler. Fakat Hz. Rasûlullah (s.a.s.) kayıtsız şartsız teslim olmalarını istedi. Reisleri Ka'b b. Esed'in başkanlığında toplandılar. Ka'b:

-"Tevratta bildirilen son peygamberin bu olduğu anlaşıldı. Müslüman olup kurtulalım, dedi Yahûdîler:

-Biz Tevrat üzerine başka kitab kabul etmeyiz, dediler, Ka'b:

-Öyleyse,kadınları ve çocukları öldürelim. Sonra kaleden çıkıp çarpışalım, belki başarırız, dedi. Onlar:

-Çoluk-cocuğumuz öldükten sonra, yaşamanın ne önemi var, diye cevâp verdiler. Ka'b:

-O halde, yarın cumartesi, Müslümanlar bizden emîndir. Ansızın hücûm edelim, onları ****** avlayalım, dedi.

-Biz cumartesinin hürmetini bozamayız, diye reddettiler. Sonunda kayıtsız şartsız teslim oldular. Ancak haklarında Evs Kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ın hüküm vermesini istediler.

Benî Kurayza, Evs kabilesinin himâyesindeydi. Bu yüzden, Sa'd b. Muâz'ın hakemliğini istiyorlardı. Sa'd, hastaydı. Hendek Savaşı'nda kolundan okla yaralandığı için tedâvi görüyordu. Haberi alınca geldi.

-Kur'an-ı Kerîm'e göre mi, yoksa kendi kanunlarına göre mi hüküm vermemi istiyorlar, diye sordu. Yâhudîler, kendi kanunlarına göre hüküm verilmesini istediler. Sa'd da Tevrât'a göre karar verdi.(239)

a) Savaşabilecek durumdaki erkeklerin öldürülmesine,

b Kadınların ve çocukların esir edilmesine,

c) Bütün mallarının da zaptedilmesine hükmetti.

Rasûl-i Ekrem (s.a.s.):

"Ey Sa'd, Allah'ın rızâsına uygun hükmettin" buyurdu. (240) Yahudiler de karârın Tevrât'a uygun olduğunu itirâf ettiler. Sa'd'in bu hükmü, Tevrât'ın Tesniye kitabının 20. Babının 10-14 üncü âyetlerine uygun düşmüştü. Bu gün de vatana ihânet edenlere ölüm cezâsı verilmektedir.

Benî Kurayza hakkındaki hükmü Hz. Ali ve Hz. Zübeyr icrâ ettiler. Kazılan büyük bir hendeğin kenarında 600 kadar Yahûdînin birer birer boyunlarını vurup hendeğe attılar. İçlerinden 4 tanesi Müslüman olup hayatlarını kurtardılar. Benî Nadîr Reisi Huyey b. Ahtab ile Benî Kurayza Reisi Ka'b b. Esed de öldürülenler arasındaydı.

Benî Kurayza'nın malları, mücâhidlere paylaştırıldı. Arâzisi ise, ensarın rızâsiyle muhâcirlere verildi.

"Allah, Ehl-i Kitab'dan müşrikleri destekleyen (Benî Kurayza Yahûdî)lerini kalelerinden indirmiş, kalblerine korku salmıştı. Onların kimini öldürüyor, kimini de esir alıyordunuz. Yerlerini yurtlarını, mallarını ve henüz ayağınızı bile basmadığınız toprakları Allah size mirâs olarak verdi. Allah her şeye kadirdir ". (el-Ahzâb Sûresi, 26-27)

sayglar.....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Muhammedin (sav) kurdugu devlet, başlangıçta tamamı kendine biat etmemiş küçük bir şehir devletten, günde ortalama 830 kilometrekarelik bir oranda gelişmiş, on yıl süren siyasal çatışmalardan sonra son nefesini verdigi sırada 3 milyon kilometrekareden fazla bir alana yayılmıştır.Bu Avrupa büyüklügünde ve üzerinde milyonlarca insanın yaşadıgı bir alandır.Bu cografyanın fethi ise savaş alanında düşman saflarından toplam '' 250 '' dolayında insanın öldürülmesine malolmuştur.Müslümanların kaybı ise on yıllık bir dönemde ortalama ayda bir şehittir...........İslamın, ailelerin arasını açtıgını, akrabayı akrabaya düşürdügünü söyleyen arkadaşlar dogru söylüyorlar . Belki kendi düşüncesine göre haklı.Ama bu sadece kendi düşüncesi..Bu öyle bir dava ki, sadece seküler akılla anlaşılması mümkün degildir, istedigimiz kadar zorlayalım......Kureyş kervanlarına yapılan saldırılar, basit bir çapulculuk olarak degerlendirilemez.Ne Kureyşliler masum; nede saldırganlar bir çapul çetesiydiler.İki şehir devleti arasında bir devlet savaşı söz konusuydu ve bu, savaşan taraflara cana, mala ve düşmanın çıkarlarına zarar verme hakkı tanıyordu......Muhammed (sav) Medineye geldiginde oranın kralı olmayı kafasına koymuş bir zat Muhammed (sav) için şöyle demişti;'' Şerefli olan şerefden yoksun olanı çıkarır.'' evet aynen bu olmuş ve '''Şerefli olan şereften yoksun olanı Medineden çıkarmıştır........saygılar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

saygın yazıcı,islamiyet dindir ,tarih ilmi ve koruyucusu değildir,tarihi koruyup saklayacak olan tarih sahibi nesilllerdir. örneğin türklerin islamdan önceki tarih bilgileri vesikalrı pekalaki bulunmaktadır,bu mekke tarıhı içinde gecerli, sayet bilinmeseydi onların putperest oldugunu ve nasıl bir hayat içerisinde yasadıklarını nerden bilecektik. ama buna rağmen islam bazı milletlerin islamdan önceki tarihindenden haber vermektedir..

kadınlardan örneklere gelince,onlara ait olan değil tarıh- canlar bile kendi babaları tarafından korunmamakta ve öldürülmektedir..hoş değil ama yalnızca tekbir amac için kadınları kullanmaktadırlarve bunun içinde babalar şerefleri gerği bunu engellemek için kendilerince tek çözüm olan öldürmeyi tercih etmişlerdir..öldrülen insanların yahut pis hayatın içine terkedilen lerin tarihi nasıl olacak..

Müslümanlar medinedeyken inanmadığı için kimse ölmemiştir...

mekkedeyse inandıkları için insanlar işkenceye maruzkalış ve öldürülmüşlerdir..Hatta okadar cok insan öldürülmüştür ki allah eğer ölüm korkusundan ve eziyette ugramamak için sizin dilinizle inkar etmenizde bir behis yoktur diye ayet indirmiş ve gönülden olmamak sartıyla dille bunu söylemeyı maruz gormuştur..

ilk ornek hz.ammar dır.ve insanlar mekkeden medineyede canları korkusundan dolayı gitmişlerdir..

size hindden bir vesika;hani şu hz. hamzayı vahşiyle öldürten kadın,babası ve kardeşi bedirde öldürülen ve intikamını hamzadan alan kadın nefret timsali denilebilirdi onun için,MÜSLÜMAN OLDU,neden biliyormusunuz ,hz.peygamberin mekkeye girişindeki asalet ve hoşgörüden,zannettiğnizin tersine mekkeye geliş insanların musluman olmalarına sebeb oldu sadece,neydi beyanat,kimsenin malına canın dokunulmayacak.isteyen istediği inancı yaşayacak..selam sana hz. hind,nasıl yanlış tanımışım, sen dedin ama sadece sana aitt değill. YAHUDİLERE gelince evt cok dalga gectıler isterseniz okuyun;

 

Din öyle bir afyondur ki, içen Ay'ın yarılması gibi dünya tarihinin kaydetmediği bir şeye bile inanır, ama hergün milyonlarca insan tarafından yapılan "yalan söyleme" işinin kendine peygamber adı veren kişi tarafından yapılabileceğine inanmaz.

 

Örnek ver, kızların diri diri toprağa gömüldüğüne, kimin kızı gömülmüş?

Hind'in müslüman olması, İslamyiyet'ten sonra onun gibi bir kadın yetişmediği gerçeğini değiştirmez.

Dalga geçmenin bedeli ölümmüş demekki! Muhammed Mekkelilerin inandıkları ile çok dalga geçmişti, çok hakaret etmişti ama, onu öldüren olmamıştı.

 

Müslümanlardan bir kadın, Kaynuka yahûdilerinden bir kuyumcunun dükkanında alış- veriş ederken, bir Yahûdî, kadın duymadan örtüsünün eteğini arkasına bağlamış, kadın kalkıp gitmek isteyince her tarafı açılıvermişti. Kadının feryâdı üzerine yetişen bir Müslüman bu Yahûdîyi öldürmüş, orada bulunan Yahûdîler de bu Müslümanı öldürmüşlerdi. Bu olay yüzünden Kaynukaoğulları ile Müslümanların arası açıldı.(183) Rasûlullah (s.a.s.) Beni Kaynuka'ya muâhedeyi yenilemeyi teklif etti, onlar buna yanaşmadılar.

-"Sen bizi, savaş bilmeyen Mekkeliler mi sanıyorsun? Biz savaşa hazırız...." dediler.(184) Rasûlullah (s.a.s.) Ebû Lübâbe'yi Medine'de vekil bırakarak Şevval ayı ortalarında ordusu ile Benî Kaynuka'yı muhasara etti. Kuşatma 15 gün sürdü.

 

Basit bir holiganlık/serkeşlik olayını bile yatıştırmayıp, buınu fırsat olarak kullanan bir insan peygamber olabilir mi?

 

Kaynukaoğulları diğer Yahûdî kabîleleri ve münâfıklardan bekledikleri yardımı göremeyince, teslim olmağa mecbûr oldular. Muâhedeyi bozdukları, vatana ihânet ettikleri için öldürülmeleri gerekiyordu. Kaynukaoğulları daha önce Hazrec kabîlesinin himâyesindeydi. Hazrec kabîlesi eşrâfından, münâfıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah, bunu bahâne ederek bunların öldürülmemeleri için ısrar ettiğinden, Rasûlullah (s.a.s.) Medine'den çıkarılmalarını emretti. Böylece, 700 kişiden ibâret Kaynuka Yahûdîleri, Medine'den Şam tarafına sürüldüler.(185) Ele geçen ganimet mallarının beşte biri Beytü'l-mâle (Devlet hazinesine) ayrıldı.(186) Geri kalanı gazilere paylaştırıldı. Toprakları da, topraksız Müslümanlara verildi.

 

Münafık Ubeyy bin Abdullah daha medeni bir insanmış, bir katliamı engellemiş. Peygamber namlı şahısın bunu yapması gerekmez miydi? Ama yapmamış. Neden? Beni Kaynukanın malları var, toprakları var, ona konmak için.

 

Bir evin gölgesinde oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)'in üzerine, evin saçağından bırakacakları büyük bir taşla O'nu öldürmek istediler.(217)

Cenâb-ı Hakk, peygamberini Yahûdîlerin hazırlığından haberdar etti. Rasûlullah (s.a.s.) oradan ayrılıp Medine'ye döndü. Yahûdîlerin tuzağını ashâbına bildirdi.

 

Hakkaten ne kadar ciddi bir sebep, bir topluma savaş açmak için!!! "Tepeme bir kaya düştü, ama Allah'ın hikmeti sayesinde ölmedim, taş kırıldı, bana bişey olmadı, bu onların işi, o taşı onlar yuvarladı. Hadi sürelim onları da mallarına konalım." Bu sözler peygamber olduğunu iddia eden birine ait-miş.

 

Savaş sokaktan sokağa, evden eve atlayarak devâm etti.

 

Cesur ve vatansever insanlarmış.

 

Benî Kurayza Yahûdîleri önce anlaşmaya bağlı kaldılar. Hendek kazılırken, kazma, kürek gibi âletler vererek Müslümanlara yardımcı oldular. Ancak, savaşın en tehlikeli bir ânında, Benî Nadîr Reisi Huyey b. Ahtab'ın teşvikiyle anlaşmayı bozdular. Müslümanlarla birlikte Medine'yi savunmaları gerekirken, müşriklerle birlikte, Müslümanlara karşı savaşa girdiler.(236) Böylece vatana ihânet suçu işlediler. Rasûlullah (s.a.s.)'in nasihat için gönderdiği Evs Kabilesi Reisi Sa'd b. Muâz'ın sözlerine de kulak asmadılar. Hz. Peygamber (s.a.s.) hakkında çirkin sözler söyleyerek düşmanlıklarını açıkça ilân ettiler. Ancak, Benî Kurayza'dan yaptıklarının hesâbı sorulacaktı. Bu sebeple, Hendek Savaşından Medine'ye döner dönmez, Benî Kurayza üzerine sefer emri verildi.

 

Allah allah.. Beni Kurayza zaten Hendek'te müşriklerle değilmiydi? Orada kesseydiş ya onları, neden hendek'ten dönünce Beni Kurayza üzerine yürümüş ki? Demekki İslam tarihi bu noktada doğru söylemiyor.

 

Benî Kurayza hakkındaki hükmü Hz. Ali ve Hz. Zübeyr icrâ ettiler. Kazılan büyük bir hendeğin kenarında 600 kadar Yahûdînin birer birer boyunlarını vurup hendeğe attılar.

 

Peygamber olduğunu iddia eden kişi de bu vahşeti izlemiş mi gölgede hurmasını yiyerek?

 

Benî Kurayza'nın malları, mücâhidlere paylaştırıldı. Arâzisi ise, ensarın rızâsiyle muhâcirlere verildi.

 

Beni Kurayza'ya saldırının asıl nedeni olmalı.

 

(Nadiroğullarından) Bir kısmı Şam'a, bir kısmı Filistin'e göç etti.

 

Şimdi de, Nadiroğullarının torunlarının torunlarının torunları, Arapların torunlarının torunlarının torunlarından intikam alıyor. İlahi adalet bu heralde.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bedir savaşı oldu ve zaferi müslümanlar kazandı.Savaş devam ederken Medine de yahudilerin ve munafıkların dilleriyle her tarafa yalan ve tezvirler yayılıyordu.Onlar olmamış sonuçlar bekliyorlardı.Savaş sonuçlarının haberleri gelmeye başlayınca ( elde edilen zaferin ) bu kezde müslümanları alaya almaya başladılar.Zafer müjdesi getiren Zeyd Bin Harise için '' muhammedin (sav )in devesiyle geldi '' diye yalan uydurdular.( yani Muhammed (sav) öldü ) demek süretiyle müslümanların moralini bozuyorlardı.Peygamber (sav) Medineye ulaşınca bazı diller kısaldı.Fakat bazıları müslümanların bozguna ugradıgı yolunda hala ileri geri konuşmaya, kafaları bulandırmaya devam ediyordu.Ne varki kureşy büyüklerinin elleri kelepçeli olarak önlerinden geçince seslerini kestiler. Yahudiler müslümanlara karşı duydukları kin ve düşmanlık sebebiyle başlarına gelecek akibeti artık sezdikleri için, içlerinde gizledikleri nefreti bu kez dışarı atmaya başladılar. ( bir site-şehirde iktidar mücadelesi ) Ensarlı müslüman hatunun başına gelenlerden ( bilindigi için yazmıyorum ) sonra Beni kaynuka pazarına giden rasül (sav) onlara ; '' Ey yahudiler! Allah(cc)'ın gazabından, Kureyş'in başına gelen felaketin aynısına ugramaktan sakının.Gelin İslamı kabul edin.Çünkü çok iyi biliyorsunuz ki ben Allah(cc)'ın gönderilmiş elçisiyim.Bunu Allah'ın kitabında ve O'nun sizden söz aldıgı ahidnamesinde görüyorsunuz.'' Yahudilerden biri (büyüklerinden ) Peygambere (sav) şu cevabı verdi; '' Bak ey muhammed! savaştan anlamayan bir toplulugu yenmiş olman seni aldatmasın!.Onlardan fırsat almış bulunuyorsun.Allah'a yemin ederim ki bizim üzerimize gelirsen kim oldugumuzu anlarsın !''......Bunun üzerine Allah (cc) şöyle bir ayet indiriyor : ''Eger bir toplulugun anlaşmaya hiyanet etmesinden korkarsan sende onlara karşı anlaşmayı bozarak aynı şekilde davran.Dogrusu Allah hainleri sevmez''...........Bedir savaşından bir aydan bile az bir zaman sonra onların üzerine yürüdü...Gene müslümanların bedirde kazandıgı zaferi hazzedemeyen Beni nadir yahudilerinin ileri gelenlerinden Kaab Bin EL-eşref ''yerin altı, üstünden daha hayırlıdır'' diye müslümanlara olan kinini açıga vurmuştu.bu ve bunun gibi bir çok olay hem bedir hemde uhut savaşından sonra çok başına geldi müslümanların.Her defasında müslümanların güç kaybına ugradıklarını zannedip onların üzerine çullanma zamanının geldigini zannediyorlardı.Peygambere (sav) karşı suikastler, ilim ögrenmek maksadı güdüp hainleşenler,verdikleri sözleri tutmayanlar.hiç bir anlaşmaya dogru dürüst uymayanlar, cıvıtanlar.....Münafıkların başı Abdullah Bin Übey etrafındakilere şu kini kusuyordu mesela ;...''semirt köpegini yesin seni ''.......Müslümanların yeni kurdugu ( kurmaya çalıştıgı ) devlet dört bir yandan kuşatmaya alınmıştı.Hiç kimse iddia edemezki kendisine karşı sözünde durmayan,hasmını en ufak bir açıgında bogmak için mevziye yatmış, her türlü yalan ve iftiranın havada uçuştugu bir ortamda müslümanlar kendilerine yapılanlara karşı gül dagıtsın!. Bıraktık müslümanları bu durumda olan ( yeni oluşmaya başlamış) hangi inanç yada sistem karşısındaki hasmının oturup yola gelmesini bekler ...saygılar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Din öyle bir afyondur ki, içen Ay'ın yarılması gibi dünya tarihinin kaydetmediği bir şeye bile inanır, ama hergün milyonlarca insan tarafından yapılan "yalan söyleme" işinin kendine peygamber adı veren kişi tarafından yapılabileceğine inanmaz.

 

Örnek ver, kızların diri diri toprağa gömüldüğüne, kimin kızı gömülmüş?

Hind'in müslüman olması, İslamyiyet'ten sonra onun gibi bir kadın yetişmediği gerçeğini değiştirmez.

Dalga geçmenin bedeli ölümmüş demekki! Muhammed Mekkelilerin inandıkları ile çok dalga geçmişti, çok hakaret etmişti ama, onu öldüren olmamıştı.

Basit bir holiganlık/serkeşlik olayını bile yatıştırmayıp, buınu fırsat olarak kullanan bir insan peygamber olabilir mi?

Münafık Ubeyy bin Abdullah daha medeni bir insanmış, bir katliamı engellemiş. Peygamber namlı şahısın bunu yapması gerekmez miydi? Ama yapmamış. Neden? Beni Kaynukanın malları var, toprakları var, ona konmak için.

Hakkaten ne kadar ciddi bir sebep, bir topluma savaş açmak için!!! "Tepeme bir kaya düştü, ama Allah'ın hikmeti sayesinde ölmedim, taş kırıldı, bana bişey olmadı, bu onların işi, o taşı onlar yuvarladı. Hadi sürelim onları da mallarına konalım." Bu sözler peygamber olduğunu iddia eden birine ait-miş.

Cesur ve vatansever insanlarmış.

Allah allah.. Beni Kurayza zaten Hendek'te müşriklerle değilmiydi? Orada kesseydiş ya onları, neden hendek'ten dönünce Beni Kurayza üzerine yürümüş ki? Demekki İslam tarihi bu noktada doğru söylemiyor.

Peygamber olduğunu iddia eden kişi de bu vahşeti izlemiş mi gölgede hurmasını yiyerek?

Beni Kurayza'ya saldırının asıl nedeni olmalı.

Şimdi de, Nadiroğullarının torunlarının torunlarının torunları, Arapların torunlarının torunlarının torunlarından intikam alıyor. İlahi adalet bu heralde.

 

Saygılar.

sevgili arkadaşımız örnek istemiş kimlerin kızları gömüldü diye birtane ben vereyim diğerlerinide bi zahmet araştırıverirsin:Alûsî, Bezzar, Hâkim "Kûnâ"da ve Beyhakî "Sünen"de Hz. Ömer (r.a)'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Temim kabilesinden Kays b. Asım Resulullah (s.a.v)'a geldi ve: "Ben, dedi, cahiliye döneminde sekiz kızımı diri diri toprağa gömdüm. Bununla beraber Araplar içinde kız çocuğunu bu şekilde toprağa gömmeyi çirkin görenler de vardı. Ferezdak'ın dedesi Sa'sa'a b. Naciye el-Mücaşi kendi kavmi olan Beni Temim'den toprağa gömülecek kız çocuklarını fidye ile kurtarırdı. Ferezdak şu beytinde:

 

"Çocuklarını diri diri gömen kadınları yasaklayan dedem hakkı için! Dedem bu şekilde gömülecek olanın yaşamasını sağladı da gömülmez oldular." diye dedesiyle iftihar etmiştir.

diğer yazdıklarına mevlananın güzel bir sözüyle cevap veriyorum.

Gülen nar, bağı bahceyi de güldürür; Erlerle sohbet seni de erlere katar. Katı taş olsan, mermer kesilsen bile bir gönül sahibine ulaştın mı inci olursun.

MEVLANA (R.A) :clover::clover: KENDİNİ, hayatı ve kâinatı anlamayı kendine dert edinen her insan, içinde yaşadığı evrene dikkatle baktığında, iki ayrı yaratma biçimiyle karşılaşır. En başta keşfettiği, yaratılışın adım adım, aşama aşama gerçekleşen biçimidir. Bir tohum önce nemlenir, sonra çatlar, sonra köklenip boy vermeye başlar. Bir ağacın dalı önce tomurcuklanır, sonra çiçeklenir, sonra meyveye durur; meyve de, hamlıktan olgunluğa doğru bir süreçten sonra kıvamını bulur. Bir bebeğin dünyaya gelişi, bir civcivin yumurtadan çıkışı, bir tırtılın kelebeğe dönüşümü adım adım olur. Aynı şekilde, bir kelebeğin ölmesi, bir meyvenin çürümesi, bir çiçeğin solması, bir ağacın kuruması.. bir süreç içerisinde gerçekleşir. Biraz daha derinlemesine baktığında ise, insan, bu ‘adım adım yaratma’nın ardında, ‘yoktan yaratma’ gerçeğiyle tanışır. Madde ezelî değildir çünkü. Yaşadığımız çağa kadar, düşünen pek çok dimağ, mantık ve düşünce planında ortaya konulan delillerle maddenin ezelî olmadığına şahitlik edegelmiştir. Yaşadığımız yüzyılda ise, Big Bang’den entropiye uzanan bir dizi bilimsel keşif, maddenin ezelî olmadığını, kâinatın bir başlangıcı olduğunu, bir ex nihilo (hiçten, yoktan varoluş) faslının muhakkak olduğunu haykırmaktadır. Öte yandan, adı üstünde ‘bölünemez’ sanılan atomun da sabit ve yekpare olmadığı anlaşıldıktan sonra, yani atomaltı âlemlerin keşfinden, özellikle de kuantum fiziğinde yaşanan gelişmelerden sonra, ‘yoktan yaratılış’a dair bir başka gerçek de net biçimde ortaya çıkmış durumdadır: daimî yaratılış. Buna göre, kâinat bir kere, yalnızca en başta ‘yoktan’ yaratılmış değildir; kâinat sürekli yoktan yaratılmaktadır! Bu iki yaratma biçimi, İslâmî tefekkürde, ‘ibda’ ve ‘inşa’ kavramlarında karşılığını bulur. İbda, hiçten ve bir anda yaratmayı ifade eder. İnşa ise, isminin hemen çağrıştırdığı üzere, bir ‘inşaat’ misali adım adım, aşama aşama yaratmanın ifadesidir. İbdada bir ‘def’îlik,’ yani anidenlik, birdenbirelik sözkonusudur; inşada ise, bir süreç... Kendimizi en az iki katlı bir bina karşısında düşünürsek, ibda sıçrayarak üst kata çıkmayı andırır; inşa ise, merdivenlerden çıkmayı... İbdadaki ani sıçramalara karşılık, inşada bir aşamayı bir diğer aşama izler, bir parçaya bir başka parça eklenir, bir olayın ardından bir diğeri gelir ve sonuç öylece gerçekleşir. Kâinata bakıldığında yaşanan en ciddi düşünce zaafı, her iki yaratma biçimini de ‘yaratma’ olarak görmeyip, madde planında kendi kendine veya tesadüfî ‘oluşum’lar gibi algılayıp bir Yaratıcının varlığını görmezden gelmektir muhakkak... Buna karşılık, insanın ‘yaratma’yı ‘yaratma’ olarak gördüğü halde düşmesi muhtemel bazı düşünce zaafları da vardır. İbdayı kâinatın ilk yaratılışına mahsus kılıp ondan sonrasını yalnızca inşa suretinde algılamak, bu zaafların belki de en önemlisidir. Nitekim, bu yaklaşım, gözümüz önünde sürekli sergilenen ‘yaratılış’ gerçeğine eksik bir bakışı temsil ediyor olduğu halde, birçok zihne hakim durumdadır. Bu eksik bakışla, kâinatın ‘yapıtaşları’nı, yani atom adlı ‘tuğla’larını en başta yoktan yaratan Kadîr-i Zülcelâl’in, o ilk birkaç dakikadan bugüne yalnızca bu sabit tuğlalardan farklı binalar yapıyor olduğu düşünülmektedir. Bu tuğlalardan yapılan her bir şey gibi, tuğlaların kendisinin de an be an yeniden yeniye yaratıldığı değil! Oysa, Allah kâinatı yalnızca bir kere ibda ile, yani yoktan yaratmış da ondan sonra yalnızca inşa suretinde yaratıyor değildir. İbda suretinde yaratma da, inşa gibi, şu an devam etmektedir. Yani, kâinat, sürekli yeniden yeniye yaratılmakta; her daim yoktan var kılınmaktadır. Diğer bir deyişle, her an bir kâinat varlık sahnesinden alınıp yerine yeni bir kâinat konmakta; ve bu işlem, kâinatın ilk yaratılış anından beri, sürekli tekrarlanmaktadır. Bir örnekle açmamız gerekirse; insanın kâinat karşısında yaşadığı, bir sinema salonunda bir film seyrederken yaşadığından çok farklı değildir. Sinemada gözümüz beyaz perdeye takılıp kaldığı sürece, bir ‘süreç’ görürüz yalnızca; bir konunun sürekli ve kesintisiz bir surette akıp gidişini görür, bir olayın sonucunda bir başka olayın gerçekleştiğini, bu olayın ise bir başka olaya sebep olduğunu görürüz. Gerçekte ise, izlenen filmin esası, ‘kesintisiz’ bir olaylar zinciri değildir. Tam aksine, bütün bir film, kesik kesik karelerden ibarettir. Aslolan bu kesik, birbirinden kopuk karelerdir; kesintisiz bir biçimde seyrettiğimiz filmdeki sürekliliğin temelinde bu kesik kareler vardır. Ama, bu karelerin ekrana yansıma hızı ve aralarındaki süreklilikten dolayı, işin aslını araştırmadığımız müddetçe, bunun farkına varmamız imkânsızdır. Aynı şekilde, kâinatta da, aslolan ibdadır. Kâinat, her an yoktan, hiçten, yeniden yeniye yaratılır. Atomaltı âlemlerde sürekli var-yok arası dalgalanmalar cereyan eder. Ancak, bu yaratma kesintisiz biçimde devam edegeldiği için, bizim öncelikle gördüğümüz bu yaratılışın ‘inşa’ boyutu olur. Bu bakımdan, öncelikle ‘inşa’yı görmek değildir problem; yalnızca inşayı görmektir. İnşada takılıp, onun da aslı olan ibdayı gözden kaçırmaktır. Maamafih, özellikle kuantum dünyasındaki keşiflerden sonra, kâinatın her an hiçten ve yoktan yaratıldığını; her an bir kâinatın varlık sahnesinden alınıp yerine yeni bir kâinatın konulduğunu anlamak giderek kolaylaşmaktadır. Yoktan yaratmayı yalnızca ilk yaratılış anına izafe edip ondan sonrasını yalnızca ‘inşa’ suretinde gören eksik bir bakışın içerdiği en büyük risk ise, determinizmdir. Gözlemlediği süreçlere bakıp o süreçlerde bir ortak yön, bir süreklilik, bir düzen gördüğünde, insanın buradan bazı ‘genellemeler’e ulaşması doğrudur ve doğaldır. Ancak bunda, dikkat edilmezse genellemeleri mutlaklaştırıp, herşeyi ‘determine’ etmek, yani belli tariflere ve kalıplara hapsetmek gibi bir tehlike ihtimali de vardır. Güneşin doğuşundan ayın hallerine, baharın gelişinden ağacın meyve verişine her bir oluşa yalnızca inşaya kilitlenerek bakan bir nazar, ‘geçmişe dönük’ bu gözlemlerden hareketle, ‘geleceğe dönük’ biçimde “Şu şu zamanda olur, şunun ardından bu gelir” gibi ‘kesinlik’ içeren hükümlere ulaşır. Oysa, en basit haliyle gözümüzü ibdaya karşı körleştiren bu yaklaşımda, Allah’ın gelecekte iradesini nasıl tecelli ettireceğini kulun önceden belirlemesi gibi, Allah’ı kendi iradesinin eseri olan süreçlerin ve düzenin esiri görmek gibi, hatta yalnızca süreçleri ve düzeni görüp Allah’ın kudret ve iradesini hiç görememek gibi ciddi tehlikeler vardır. Sözün özü, yalnızca inşaya odaklanmış bir yaklaşım, insanı ‘belli sebeplerin muhakkak belli sonuçları doğuracağı, zira şimdiye kadar doğurmuş olduğu’ gibi bir determinist şartlanmaya rahatlıkla götürür. Çünkü inşada ‘tedricîlik,’ yani aşama aşama belli bir süreçten geçerek varoluş sözkonusudur. İbdada görülen ise, ‘tedricîlik’ değil, def’îliktir. İbda hiçtendir, yoktandır, aniden ve birdenbiredir. (Nitekim, ‘inşa-eksenli’ bilim dallarına, meselâ kimyaya bakıldığında, herşeyin ‘belirlendiği’ni görürüz. Meselâ: “İki hidrojen atomu bir oksijen atomuyla birleşince su meydana gelir.” Buna karşılık, ‘belirlenemezlik,’ ‘ibda-eksenli’ bir bilim dalı olarak kuantum fiziğinin en önemli prensiplerinden biridir!) Gerçekte ise, kâinatta inşa ve ibda beraberce vardır. Kâinat, aynı anda bir açıdan ibda, bir diğer açıdan inşa olunmaktadır. Dolayısıyla, aslolan, kâinatta inşa ile ibdayı beraberce görebilmek;. kâinata bakışta, inşa-ibda dengesini kurabilmektir. Bu ise, kâinata baktığımızda gözümüze ilk çarpan ‘inşa’ gerçeği olduğuna göre, ibdaya karşı körleşmemek için özel bir dikkati gerektirmektedir. Dahası, bu ibda-inşa dengesini yalnızca kâinata bakışta değil, kâinat ağacının en seçkin meyvesi olarak insanlık âlemine bakışta da kurmak ve korumak gerekmektedir. Çünkü, insanlık tarihinde de, bütün bir kâinat gibi, ‘inşa’ ve ‘ibda’ beraberce gerçekleşir. Meselâ, insanlık âleminde de ‘süreç’ler vardır; olaylar belli bir akış içinde seyrettiğinde belli sonuçlar görülür. Ama öte yandan, önceden kestirilemeyen ‘sıçramalar’ vardır. Yani, geçmişte belli sebeplerin akabinde ortaya çıkan ‘sonuçlar’ın gelecekte de zuhuru kesin ve muhakkak değildir, zira umulmadık bir ‘sıçrama’ ile, meselâ yeni bir değişkenin devreye girmesi ile olayların akışı büsbütün değişmektedir. Kısacası, insanlık tarihi yalnızca ‘süreç’lerin tarihi değil, aynı zamanda ‘sıçrama’ların tarihidir. Dahası, toplumların tarihine, hatta bilim tarihine bakıldığında, ‘sıçramalar’ın ‘gidişat’a yön verme noktasında süreçlerden daha önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Bu çerçevede, ‘süreçler’i ve ‘sıçramalar’ı beraberce düşünür, bir inşa-ibda dengesi içinde insanlık tarihine bakmaya çalışırsak; bir kere, geçmişte varolmuş, sonra çöküp gitmiş devletlerin veya toplumların çöküş sürecini inceleyerek, bir devletin veya toplumun nasıl çökeceğine dair belli hükümlere ulaşmak, bu arada bugün varolan devletler veya toplumlardan hangisinin çökmeye aday olduğuna dair bir öngörüde bulunmak mümkündür. Ama, adı üzerinde, ‘mümkün’dür; mutlak ve muhakkak değil. Geçmişe dönük bu gözlemlerden geleceğe dair öngörüler üretmemiz mümkün de olsa, geleceğe dair mutlak ve kesin hükümler imkânsızdır. Çünkü, aynı insanlık tarihi, ibda suretinde ani sıçramaların da tarihidir. Umulmadık anda gerçekleşen umulmadık bir olay tarihin akışını ‘öngörülen’in tamamen tersine çevirebilmiştir. Nitekim, peygamberler, tabir yerindeyse, insanlık tarihinde birer ‘ibda’ örneğidirler. Çünkü, salt inşa-eksenli bir nazarla o sıralar toplumda görülen gidişata ve ortada gözüken ‘insan ve toplum’ malzemesine bakıp, bu gidişat içinde bu malzemeden böyle bir sonucun çıkacağını ummak mümkün değildir. Meselâ, yalnızca gidişata ve eldeki verilere gözünü dikmiş bir nazar, Nemrud’un ülkesine gittiğinde, olsa olsa, put yapıcı Azer’in çocuklarının putperest olacağını öngörürdü muhakkak. Put yapıcı Azer’in evinden tevhid bayraktarı İbrahim’in (a.s.) çıkacağını ise asla düşünemezdi. Ama, Azer’in evinde büyüyen çocuk putperest olmadı; bilakis, bizatihî Kur’ân’ın ifadesiyle, mü’minler için, ‘asla müşriklerden olmayan’ bir ‘güzel örnek’ oldu. ‘Tek başına bir ümmet’ oldu. Aynı şekilde, Firavun’un sarayından Musa çıkacağını kim düşünebilirdi? Ama, “Ben sizin en yüksek rabbinizim” diyen Firavun’un dizi dibinde büyüyen çocuk, Firavun’a da Rabbini hatırlatan bir kudsî peygamber oldu. Yine, ‘süreç’lere kilitlenmiş bir nazar Cahiliye döneminin şartlarında her çocuğun müstakbel bir Ebu Cehil olmasını umabilirdi ancak. Ama, o şartların meyvesi, ‘Habibullah’ olan ve Fahr-ı Kâinat ünvanıyla anılan Hz. Peygamber (a.s.m.) oldu. Öte yandan, Ebu Cehil’in elinde ve evinde büyüyen oğlu ve kızı, gün geldi, babalarının yolunun değil, babalarının ‘asla uymam’ dediği İslâm’ın yolunun yolcusu oldu. Keza, Hz. Peygamberi öldürmek üzere yola çıkan Ömer, birkaç saat sonra, Hz. Peygamberi öldürerek tam anlamıyla yoldan çıkmış biri olmadı. Bilakis, kimsenin ummadığı şekilde, hak yola girmiş ve bu yolda en zirvelere tırmanmış bir insan oldu. Hem yalnız Ömer, yalnız Ebu Cehil’in oğlu İkrime ve kızı Cemile değil; bütün bir Arabistan, kız çocuklarını diri diri gömer, putperestlikle sınır tanımaz bir vaziyetten çıkıp, ‘öngörülemez’ biçimde, az bir zaman içerisinde bütün dünya için tevhid, adalet, merhamet ve medeniyet timsali haline geldi. Kaldı ki, ‘umulmadık’ sonuçların, tarihin akışını değiştiren ‘sıçramalar’ın yaşandığı zamanlar, yalnızca, içinde bir peygamberin yaşadığı zamanlar da değildir. Tarih, ‘süreçler’e kilitlenmiş bir nazarın ummadığı, ama fiilen gerçekleşmiş nice olay, nice olguyu önümüze sermektedir. En zayıf zamanında bile İslâm’a direnen Avrupa’nın en güçlü zamanında milyonlarca evladını din olarak İslâm’ı seçer halde görmesi, meselâ, çok uzakların değil, bugünün gerçeğidir. ‘Zamanın eşsizi’ ünvanıyla anılan benzersiz bir alim, İslâm âleminin en şaşaalı zamanında müthiş ortamlar içerisinden değil; yıkılmış Osmanlının çökmüş medreseleri arasından, hem ücra bir köyün fakir bir evinden çıkmıştır. Öte yandan, neredeyse bütün dünya için yozlaşma ve suç timsali haline gelmiş Harlem’in sokakları arasından çıkan bir Malcolm X de zamanımızın bir gerçeğidir. O ki, kendisi de suça batmış bir hayatın içinde olduğu halde, umulmadık bir sıçrama, bir yükselme sergileyip İslâm’ı seçmesiyle, milyonların İslâm’a yönelişine rehberlik ve örneklik etmiştir. Kısacası, kâinat gibi, insanlık tarihi de, belli süreçleri gösterir ve belli sonuçların belli sebepleri takiben geldiğini öğretirken, bizi ‘muhakkak bu böyle olur’ demekten kesinlikle alıkoyması gereken ‘ani sıçramalar’ da içermektedir.

Buna rağmen, bugün, sözlere, hallere, halet-i ruhiyelere kök salmış, her biri bir ‘gizli determinizm’i ele veren ümitsizlikler ve de ümitsizlik üreten gizli determinizmler kol geziyor ortalıkta... ‘Gidişat’a dönük nice nazar, velev ki bu nazarın sahibi bir mü’min olsun, geleceği hiç ama hiç iyi görmüyor. Ekonomi kötü; ‘bu gidişle düzeleceği de yok.’ Siyaset âlemi çepeçevre kuşatılmış halde; ‘bu memleket adam olmaz.’ Egemen güçler bütün dünyayı kuşatmış durumda; ‘her gelen gün, geçen günleri aratır hale gelecek.’ Eğitim berbat; ‘bu eğitimden düzgün çocuk yetişmesi imkânsız.’ Toplum çok yozlaşmış; ‘yetişen çocuklardan kimse boşuna hayır beklemesin.’ Televizyonların hali ortada; ‘bu insanların uyanması mümkün değil.’ Ailelerin durumu besbelli; ‘böyle bir aileden düzgün insan çıkmaz.’ Bu gibi analizlerin onlarcası, yüzlercesi duyuluyor her gün. Duyuluyor; çünkü konuşuluyor ve yazılıyor. Kâinatın esası ve temeli olan ibdadan da, insanlık tarihinde gerçekleşen ibda cinsinden sıçramalardan da bihaber bir ontolojik fukaralık içinde sarfedilen böylesi dikkatsiz sözler, yazık ki, imanlı ağızlardan bile kolaylıkla dökülüyor. Gerçekte determinizme tavır koymuş nice insan bile, bu sözlerin ardında örtülü, gizli bir determinizm sergiliyor ne yazık ki. Sonuçta, maddî manevî hemen her meselede “Herşey bitti” türünden bir karamsarlık kol geziyor. Birileri, gelecek O’nun kudret elinde olan Allah’ın geleceği nasıl getireceğini şimdiden açıklıyorlar: Herşey daha kötü olacak! Oysa, kâinatı ibda ve inşa ile yaratan O olduğu gibi, Kelamıyla ‘min haysu lâ yehtesib’ (ummadığınız, hesap etmediğiniz yerden) sizi nimetlendiririm diye bildiren ve bunun böyle olduğunu insanlık tarihi boyu sayısız örnekle belgeleyen de O’dur. Bütün sonuçlar O’nun elindedir, ne olacağını O bilir, kararı O verir, sonucu önceden belirlemek O’na mahsustur. Bizlerin Allah bu sonucu yaratacak diye O’nun adına hüküm vermesi ise, böyle yaparak “Nasıl olsa sonuç bu, boşuna çırpınma” halet-i ruhiyesi üreterek esasında bu olumsuz sonuç için ‘kaşınmak’tan öte birşey değildir. Halbuki, yoktan, hiçten ve def’aten yaratmanın, yenilenme ve tazelenmenin süregittiği bir kâinatta ve tek bir değişkenin değişmesiyle bütün bir gidişatın değişebildiği bir insanlık âleminde, ümitsizlik üretmeye gerek de, hakkımız da yoktur. Aslolan, ümittir. Aslolan, açık veya gizli bir determinizme düşüp, ‘olanlardan hareketle olacağı kestirmeye çalışmak’ değildir. Aslolan, ‘olması mümkün’ olana karşı dikkatli olmak, ama aynı zamanda, ‘mümkün’ olanı ‘muhakkak olacak’ diye algılama yanlışından uzak bir dikkat ve ümitle donanmaktır.

Yaşasın ümit!

Yonetim uyari: siirleri siir bolumune eklersen okunma oranini dusurmesin

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Din öyle bir afyondur ki, içen Ay'ın yarılması gibi dünya tarihinin kaydetmediği bir şeye bile inanır, ama hergün milyonlarca insan tarafından yapılan "yalan söyleme" işinin kendine peygamber adı veren kişi tarafından yapılabileceğine inanmaz.

Örnek ver, kızların diri diri toprağa gömüldüğüne, kimin kızı gömülmüş?

Hind'in müslüman olması, İslamyiyet'ten sonra onun gibi bir kadın yetişmediği gerçeğini değiştirmez.

Dalga geçmenin bedeli ölümmüş demekki! Muhammed Mekkelilerin inandıkları ile çok dalga geçmişti, çok hakaret etmişti ama, onu öldüren olmamıştı.

Basit bir holiganlık/serkeşlik olayını bile yatıştırmayıp, buınu fırsat olarak kullanan bir insan peygamber olabilir mi?

Münafık Ubeyy bin Abdullah daha medeni bir insanmış, bir katliamı engellemiş. Peygamber namlı şahısın bunu yapması gerekmez miydi? Ama yapmamış. Neden? Beni Kaynukanın malları var, toprakları var, ona konmak için.

Hakkaten ne kadar ciddi bir sebep, bir topluma savaş açmak için!!! "Tepeme bir kaya düştü, ama Allah'ın hikmeti sayesinde ölmedim, taş kırıldı, bana bişey olmadı, bu onların işi, o taşı onlar yuvarladı. Hadi sürelim onları da mallarına konalım." Bu sözler peygamber olduğunu iddia eden birine ait-miş.

Cesur ve vatansever insanlarmış.

Allah allah.. Beni Kurayza zaten Hendek'te müşriklerle değilmiydi? Orada kesseydiş ya onları, neden hendek'ten dönünce Beni Kurayza üzerine yürümüş ki? Demekki İslam tarihi bu noktada doğru söylemiyor.

Peygamber olduğunu iddia eden kişi de bu vahşeti izlemiş mi gölgede hurmasını yiyerek?

Beni Kurayza'ya saldırının asıl nedeni olmalı.

Şimdi de, Nadiroğullarının torunlarının torunlarının torunları, Arapların torunlarının torunlarının torunlarından intikam alıyor. İlahi adalet bu heralde.

 

Saygılar.

SAYGIN YAZICI..

NEDEN HERŞEYİ TERSİNDEN ANLAMAKTASINIZ FAYDASIZ NE SÖYLESEM..

ÖRNEKMİ ARIYORSUNUZ MEKKE TARİHİNİ OKUYUN COK ÖRNEK BULACAKSINIZ..

AMA İLLA Kİ İSTİYOSANIZ HZ.ÖMERMÜSLÜMAN OLMADAN ÖNCE KENDİ KIZINI TOPRAĞA GÖMENKİŞİDR..

onlardan biri kız ile müjdelendiği zaman içi öfke ile dolarak yüzü simsiyah kesilir..nahl 58., diri diri gömülen kız çocuğunu hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman..tekvir9. bunlar kurandan deliller,daha ayrıntısını tarihten bul..

evet islamiyetten sonra hind gibi ölen adamın ciğerini bile parçayalacak kadar acımasız kadınlar elh yetişmedii..

size dinin tabirini sormuyorum hem inanmadığınız yok dediğiniz şeyin tabiri de olmamalı size göre..

NASIL BİR ANLAYIŞ KAPASİTESİNDESİNİZ İNANIN BİLEMEM,AMA BİRİSİ SİZE SAVŞA HAZIR OLDUĞUNU VE SİZİNLE SAVAŞACAK GÜCTE OLDUGUNU SÖYLÜYORSA BUNUN ADI SAVAŞ AÇMAKTIR. DEDİĞİNİZ GİBİ""HOLİGANLIK YADA SERKEŞLİK"" DEĞİLDİR...

TARİH SAVAŞLARINI İNCELEYİN SÖYLEMLERİNİDE!!!!!!!

 

****Kaynukaoğulları diğer Yahûdî kabîleleri ve münâfıklardan bekledikleri yardımı göremeyince, teslim olmağa mecbûr oldular. Muâhedeyi bozdukları, vatana ihânet ettikleri için öldürülmeleri gerekiyordu. Kaynukaoğulları daha önce Hazrec kabîlesinin himâyesindeydi. Hazrec kabîlesi eşrâfından, münâfıkların başı Ubeyy oğlu Abdullah, bunu bahâne ederek bunların öldürülmemeleri için ısrar ettiğinden, Rasûlullah (s.a.s.) Medine'den çıkarılmalarını emretti. Böylece, 700 kişiden ibâret Kaynuka Yahûdîleri, Medine'den Şam tarafına sürüldüler.(185) Ele geçen ganimet mallarının beşte biri Beytü'l-mâle (Devlet hazinesine) ayrıldı.(186) Geri kalanı gazilere paylaştırıldı. Toprakları da, topraksız Müslümanlara verildi. ******

 

*****YUKARIDA ANLATTIĞIM GİBİ VATANA İHANET ETTİKLERİ İÇİN ÖLDÜRÜLMESİ GEREKİYORDU.. DİN NE OLURSA OLSUN YADA İNANÇSIZ OLUN EĞER BİR DÜŞMAN VATANINIZA SALDIRIYORSA DİNLİ DİNSİZ BİRLEŞMEK VE VATANI MÜDAFA ETMEK ZORUNDASINIZ.VATANA,SİLAH ARKADAŞLARINIZ SADECE MÜSLÜMAN DİYE İHANET EDERSENİZ BUNUN CEZASI MUTLAK HUKUKTA ÖLÜMDÜR..

*medeni dediğiniz *MÜNAFIK-MÜSLÜMAN OLMADIĞINI GİZLEYEN- VATAN HAİNLERİNİN YAŞAMASINA SIRF MÜSLÜMANLARA TEZAT OLUŞTURABİLECEKLERİNDEN DOLAYI GÖZ YUMMDU VE İSTEDİ YOKSA onların hayatları Ubeyy oğlu Abdullah İÇİN ZERRE kadAR UMRUNDA DEĞİLDİR..

 

EVT..SİZ BİR DEVLET BAŞKANINA BİR KOMPLO HAZIRLAYIN..ONUN CANINA KASTEDIN..SONRA BU KOMPLONUZ BASKANIN AJANLARI SAYESINDE ÖNCESİNDEN BİLİNMİŞ VE ENGELLENMİŞ OLSUN,VE YAKALANMIŞ OLUN,VE HİÇ SORGULANMADAN ELİNİZİ KOLUNUZU SALLAYARAK CEKİP GİDİN,TEKRAR ETME İHTİMALİNİZ SİZDE KALARAK... VE HİÇ BİRŞEY YAPILMASIN...TEKÖRNEĞİNİ GÖSTEREBİLİRMİSİNİZ Kİ PEYGAMBER BUNUN DIŞINDA OLSUN....

BU BİR SALDIRIDIR.. VE SAVAŞ İÇİN YETERLİ NEDENDİR

EVT.. KURAYZA KABİLESİ ANLAŞMAYI BOZUP KARŞI TARAFA KATILDIĞI İÇİN HENDEK SAVAŞININ BİZZAT İÇİNDEDİR,AMA YAHUDİLERE AİT ÖZELLİKLERDENDİR,SAVAŞA KATILIP YADA BAŞLATIP YANİ SAVŞIN İÇİNDE OLUP,NEDENSE ZARAR GÖRMEYEN İNSANLAR OLARAK KALMAK..ÖLDÜRÜRLERKEN BAŞKALARINI, KENDİLERİ BİRŞEKİLDE YER- YÖN RENK KILIF DEĞİŞTİREREK SAVAŞIN TÜM OLUMSUZLUKLARINDAN UZAK KALABİLMEKTEDİRLER... ANLAŞMAYI İHLAL ETMEK ENZOR ANDA ÜSTELİK ANLAŞTIKLARI TOPLUMUN DÜŞMANLARIYLA ANLAŞARAK..BASİT YADA KÜÇÜMSENECEK 1ŞEY DEİLDİ.. VE GEREKENİN YAPILMASI GEREKMEKTEDİİ. SEFER..

AYRICA KURAYZA HAKKINDAKİ ÖLÜM HÜKMÜNÜ ALLAH TA PEYGAMBERİ DE VERMEMİŞTİR,BUNU ONLARA KENDİ KİTAPLARI TEVRAT VERMİŞTR,Kİ TEVRATA GÖRE YARGILANMAK İSTEMİŞLER VE TEVRATA GÖREDE YAPTIKLARININ CEZASI ÖLÜMDÜR..

SAVAŞ KURALLARINI BİLMEKTEYDİLER VE BUNU GÖZE ALARAK SAVAŞI KENDİLERİ İSTEDİ KENDİLERİ AÇTI. ganimette,savaş anında elde edilen malldır ve muzaffer olan ona sahıptır.. bu bir kuraldır ben getirmedim..anlayamıyorum sizi ya kişi savaşa canından malından herşeyinden mahrum olacağının bilinciyle savaşa girmiiyomu, savaşa giriyorsa bunları kabul etmiş olmuyormu,daha siz neyi soruyorsunuz.. TEKRAR EDİYORUM SAVAŞ KARŞILIK KABULLE BAŞLAR VE EĞER BİR TARAF KARŞILAŞMAK İSTEMİYOR YAHUT VAZGECTIYSE BU SAVAŞ DEĞİL SALDIRIDIR..VE BUNUN YERİ GÜZEL DİNİMDE YOKTUR..

İLAHİ ADALETİNİZ BUMU, TORUNLARIN TORUNLARINDAN 2 YAŞINDAKİ MASUM BEBEKLERDEN İNTİKAM ALMAK..

SAYGILAR SAYGINLARA..

 

İslamiyetin ilk savaşına bakın, İlk savaşanlara bakın:

Ebu Cehl, İkrime, Hamza, Ali.

Bunlar aynı ailenin insanları. hepsi amca, kuzen. Muhammed'in barış (!) ve güzellik (!) dini sayesinde birbirine giren aileler.

saygın yazıcı; ASLINI ÖĞRENİNİZ

bedir savaşında Kureyş'in ileri gelenlerinden Utbe b. Rabîa, kardeşi Şeybe ve oğlu Velid ortaya atıldılar. Bunların karşısına Medineli gençlerden üç kişi çıkınca, kim olduklarını sormuş ve onlara: "Siz bizim dengimiz ve muhatabımız değilsiniz, bizim kavmimiz ve kabilemizden adamlar çıksın" demişlerdi.

Kureyş kâfirlerinin bu istekleri üzerine Hz. Hamza, Hz. Ali ve Ubeyde b. Hâris çıktılar...

 

DOĞRUSU BU ...

SAYGILAR SAYGINLARA..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

*****YUKARIDA ANLATTIĞIM GİBİ VATANA İHANET ETTİKLERİ İÇİN ÖLDÜRÜLMESİ GEREKİYORDU.. DİN NE OLURSA OLSUN YADA İNANÇSIZ OLUN EĞER BİR DÜŞMAN VATANINIZA SALDIRIYORSA DİNLİ DİNSİZ BİRLEŞMEK VE VATANI MÜDAFA ETMEK ZORUNDASINIZ.VATANA,SİLAH ARKADAŞLARINIZ SADECE MÜSLÜMAN DİYE İHANET EDERSENİZ BUNUN CEZASI MUTLAK HUKUKTA ÖLÜMDÜR..

 

Dağdan gelip, bağcıyı kovmak diye buna deniyor herhalde. Kimin vatanı imiş orası ?

 

Muhammed ve arkadaşlarının mülteci olduğunu unutuyorsnuz.

 

Hucurat 10 Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.

 

Peki ya mümin olmayanlar ?

 

Tevbe 24 De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.

 

Hiç kimse kalkıpta islamın barış ve huzur dini olduğu iddia etmesin. Artık bu yalanlara karnımız tok.En kutsal olan aile yuvalarına bile fitne ve nifak tokumu sokan, insanları en yakın akrabalarına karşı bile düşman olmayı öğütleyen bir dinin neresi barış oluyor ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dağdan gelip, bağcıyı kovmak diye buna deniyor herhalde. Kimin vatanı imiş orası ?

 

Muhammed ve arkadaşlarının mülteci olduğunu unutuyorsnuz.

 

Hucurat 10 Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki esirgenesiniz.

 

Peki ya mümin olmayanlar ?

 

Tevbe 24 De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah'tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.

 

Hiç kimse kalkıpta islamın barış ve huzur dini olduğu iddia etmesin. Artık bu yalanlara karnımız tok.En kutsal olan aile yuvalarına bile fitne ve nifak tokumu sokan, insanları en yakın akrabalarına karşı bile düşman olmayı öğütleyen bir dinin neresi barış oluyor ?

 

***************

 

tarihtende bihabersiniz yazık kii..

insanlar dinlerini değiştirmekle vatanlarını değiştirmiş olmuyor.. medinedekiler de öyle.. evet ..peygamber mekkeden davet ettiği için,inananlarda inandıkları için cıkarıldı farklı yerler sığınanlar oldugu gibi-habeşistan- medineyede gidenler oldu peygamber s.a.v. birlikte yada önce fakat peygamber s.a.v. gitmeden önce medinelilerden de müslüman olanlar vardı ve medine kısa birsürede insanların islamı tanımasıyla islam şehri haline geldi.. ve bu büyüme karşısında tahammülsüz mekkeli müşrikler medineye saldırdı.medinede korunmalıydı.. yahudılerle daha önce vatandaşlık anlaşması yapılmışRasûlullah (s.a.s), Medine'ye gelir gelmez yaptığı en önemli işlerin başında bir anlaşma hazırlamak gelir. Bu anlaşmada Yahudilerle olan karşılıklı hak ve ödevler belirtilmiştir ki bunlardan biri, hariçten gelecek saldırılara karşı bütün cemaatların Medine'yi savunmalarıdır (Salih Tuğ, a.g.e., aynı yer).yahudiler bu anlaşmaya ters hareket yaptıkları için cıkartılmışlardır.ve islamdan önce yahudi tarıhıne bakarsak medınenın onların vatanı olmadıgın goruruz.

okuyalım;

Hicrete kadar Medine-i Münevverenin adı Yesrib idi. Eski devirlerde, Curhumlar ve Amâlikalılar'dan bir grup, Medine'ye gelip yerleşmişler; Evler inşa etmişler; bedevilerin aksine ziraata önem vermişler; zamanla sayıları arttığı için evler sıklaşıp çoğalmış ve Medine -Yesrib- küçük bir şehir halini almıştır.

Yahudiler, Babil sürgününden sonra, güneye göç etmişler; Hayber ve Medine gibi Hicaz bölgesindeki şehirlere yerleşmeye başlamışlardı.

AMA, Romalıların Filistin ve Suriye'yi işgalleriyle bunların sayıları daha da artmış ve güçlü bir topluluk olarak ortaya çıkmışlardı.Kazandıkları güç sayesinde, Curhumları ve Amâlikaları Medine'den çıkararak şehre hakim olmuşlardı.

 

Ancak Yahudilerin hakimiyeti uzun sürmedi. Yemendeki Me'rib Seddi yıkılnca, yaşamları zorlaşan, EVS ve HAZREC kabileleri verimli toprakları olan Medine'ye göç etmişle; zamanla güçlenerek, Medine hakimiyetini ellerine geçirmişler ve Yahudilerin şehir dışında ikamet etmelerine izin vermişlerdir.

Medineye çok yakın olan -işaret ettiğimiz- bu yerleşim bölgelerinde, yüksek duvarlar ve kaleler inşa ederek, hayatlarını güvence altına alan Yahudiler; din ve düşünce tarzlarından başka, her bakımdan -çıkarları için- Araplara benzemişler, kabile taksimatı, kılık kıyafet, şahsi adlara kadar Araplaşmışlardı.

 

Fakat hiç bir zaman Yahudi olduklarını unutmamışla, Araplarla kaynaşmamışlar, hep Yahudilikleriyle böbürlenmişler kitap ve ilim sahibi oldukları için de her fırsatta Arapları aşağılamışlardır.

 

kimse kimseyi yerinden yurdundan etmemiştir.sadece anlaşmaya sadık kalınmadığı için normlara göre hareket edilmiştir ve bunu islamlada alakası yoktur.hem yine tarihe bakarsak;onların yurtsuz kalıp sığınacak kimseleri olmadığında onlara kapıları açan OSMANLI DEVLETİ olmustur.. hatırlatırım biz ırk ve din ayrımı yapmamaktayız herkes allahın yarattığı kullardır, ama suda unutulmasın ki eger saldırı varsa, kast varsa , karşılık vermekten geri kalınamaz..

...Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir NİSA90

İman edenlere söyle: Allah'ın (ceza) günlerinin geleceğini ummayanları bağışlasınlar. Çünkü Allah her toplumu, yaptığına göre cezalandıracaktır. CASIYE 14

yapılan VATANDAŞLIK anlaşmasıda peygambere örnek

OSMANLIDA tarihden örnekk..

saygılar saygınlarA..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..............

Hiç kimse kalkıpta islamın barış ve huzur dini olduğu iddia etmesin. Artık bu yalanlara karnımız tok.En kutsal olan aile yuvalarına bile fitne ve nifak tokumu sokan, insanları en yakın akrabalarına karşı bile düşman olmayı öğütleyen bir dinin neresi barış oluyor ?

 

Yalanlarımıza karnın tok... :D:D:D Ben hep insan anlayabildiğince inanır derdim ama, ne yazık ki, bir de inanmak istediğine inanan veya işine geldiği gibi inanan kimselerde oluyormuş... Hayat anlayışıma bu kategoriyi katmama vesile olduğunuz için size ayrıca teşekkür ederim... :clover::clover::clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Müslümanlar, Anadoluyu ve İstanbulu da İslamlaştırdılar, vatan edindiler...dagdan geldi, bagdan kovdu demek bizim buralarıda gayri meşru ilan ediyor.Eger bu mantıgı devam ettirirsek Amerikayı boşaltmamız lazım gelir...Olayları kendi tarihi içinde düşünmek lazım biraz, yoksa işin içinden çıkamayız...Medinede sadece yahudiler yoktu ki,arap kavimleride vardır, medinede hatta hıristiyan bile bulabiliriz. ve bunlar normaldir, sınırlar bizim anladıgımız manada degil di o zamanlar.Medinenin gelir kaynaklarının yahudilerin elinde olması, orayı onların mülkü yapmaz.medine şehir davletinde iktidarlar zaman içinde el degiştiriyordu,buda gayet anlaşılırdır...............Hatta yahudiler, araplarla bir anlaşmazlıga düştüklerin de onlara şöyle söylerlerdi ; '' Yakında bir Peygamber çıkacak ve nerdeyse de çıkmak üzeredir. O'na tabi olup onun izinden yürüyecegiz ve Ad ile İrem kavimleri nasıl ÖLDÜRÜLDÜ ise BİZDE onunla birlikte SİZE karşı savaşıp sizi YOK edecegiz.''............Eger yahudiler Peygamberi kabul etselerdi, arapları yok edeceklerdi..şimdi durum böyleyken kalkıpta İslama iftira atmak söyleyecek söz olmamasındandır....birde şu aile, akraba meselesinin seküler mantık kuralları içinde anlaşılmasının zorlugu ortadadır.İslamın arap kabileleri arasında yıllarca süren kavga ve didişmeleri nihayete erdirdigide bir gerçektir..bunların arasında mahiyet farkı vardır ve anlaşılması için iman etmek gerekir....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ne iftirası yapmışız? Yazdığımız ayetlerdemi yalan

 

İnsanları kafir me müşrik diye ikiye ayırıp, sonrada müslümanlara hadi bakalım size kafirleri öldürme karşılığında cennet var diye gaz vererek katliamlara sebep olmak fitne ve fesat değilmidir.

 

Babayı oğula kardeşi kardeşe boğazlatmak Fitne ve fesat değilmidir.

İnsanların mal gibi köle ve cariye alınması fitne ve fesat değilmidir ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ne iftirası yapmışız? Yazdığımız ayetlerdemi yalan

 

İnsanları kafir me müşrik diye ikiye ayırıp, sonrada müslümanlara hadi bakalım size kafirleri öldürme karşılığında cennet var diye gaz vererek katliamlara sebep olmak fitne ve fesat değilmidir.

 

Babayı oğula kardeşi kardeşe boğazlatmak Fitne ve fesat değilmidir.

İnsanların mal gibi köle ve cariye alınması fitne ve fesat değilmidir ?

Bu söylediğiniz eylemler Kur'an-la mı inmiştir yeryüzüne yoksa zaten var mı idi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu söylediğiniz eylemler Kur'an-la mı inmiştir yeryüzüne yoksa zaten var mı idi?

 

Sıkışınca hep aynı bahane.Şunlarda yapıyor efendim, bunlarda yapıyor. Ne oluyor beyler,Allah; yaratığı kullarla *** ******** girriyor ?

 

Bu sayılan eylemlerin daha önceden var olması neyi değiştirir. Daha doğrusu kuran; önceden var olan zulümleri aynen devam ettiriyorsa nasıl hak din diye insanlara yutturulur.Ne zaman ki kurandan olumsuz örnekler verilse hep bu yönteme başvurup deniliyorki, sanki bu dediklerinizi başka milletler yapmıyormu.

 

Başkalarının *******lığı,kurandakileri meşru mu kılıyor ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu söylediğiniz eylemler Kur'an-la mı inmiştir yeryüzüne yoksa zaten var mı idi?

 

Sayın Tengeriin boşig,

 

Evet insanlığı inanç ayırımı ile biribirine kırdıran bu düşmanca eylemler, islamdan öncede vardı.

Ancak, İslamın bu düşmanca niyetleri benimseyip ilke edinmesine, onu zirveye taşımasına ne demeli?

Bu benimseyiş onları temize çıkartmıyor ki, aksine insan katliamına kaynaklık yaptırıyor.

Kaldıki islam dini bu yanlış niyetleri, kitabında Allah emri olarak nitelemiş, çok daha ileri giderek diğer inançlılardan bir kişi kalana dek öldürün emri vermiştir.

Günümüzde hayvan katliamları için bile dernekler kurulup cezalar verilirken;

İnsan katlimını Allah'ın emri olarak insanlara empoze etmenin mantığını, hangi gerekçe ile anlatacaksınız.

Kılıfınız da hemen hazır.

"Efendim dinimize saldırana saldırırız."

İşte sizdeki bu yanlış mantık, "savaş mantığı".

Böyle bir gerekçeli(!) saldırının ölçüsü nedir?

Ölçü her nasıl olursa olsun "saldırı mantığı".

Yüzlerce fikir adamını dinimize saldırıyor diye öldüren savaş mantığı.

"Bizden olmayanı vurun, öldürün" mantığı.

Bilim kaynaklı evrensel mantık, tüm insanların kardeşliğini doğru bulmakta.

Ayrıca insanların inançlarından dolayı düşmanlığınıda çok mantıksızca bulup "dogmacılık" kabul etmekte.

 

Sonrada kalkıp bizlere ;

Bu çirkince eylemleri anlayamadığımız için ,"anlayışsız", işimize gelmeyip te kabullenemediğimiz için de "çıkarcı" nitelemesi ne derece gerçekçi.

Bu kavramları kavrattığımız için bizlere teşekkür eden bir mantık(!).

Mantıklı olabilmeyi artık "içgüdü" kabul edip hiçe sayıyorsunuz galiba.

Bizler insanlarız "bilimsel mantıkla" kararlarımızı veriyoruz.

İç güdülerimizle değil.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Tengeriin boşig,

 

Evet insanlığı inanç ayırımı ile biribirine kırdıran bu düşmanca eylemler, islamdan öncede vardı.

Ancak, İslamın bu düşmanca niyetleri benimseyip ilke edinmesine, onu zirveye taşımasına ne demeli?

Bu benimseyiş onları temize çıkartmıyor ki, aksine insan katliamına kaynaklık yaptırıyor.

Kaldıki islam dini bu yanlış niyetleri, kitabında Allah emri olarak nitelemiş, çok daha ileri giderek diğer inançlılardan bir kişi kalana dek öldürün emri vermiştir.

Günümüzde hayvan katliamları için bile dernekler kurulup cezalar verilirken;

İnsan katlimını Allah'ın emri olarak insanlara empoze etmenin mantığını, hangi gerekçe ile anlatacaksınız.

Kılıfınız da hemen hazır.

"Efendim dinimize saldırana saldırırız."

İşte sizdeki bu yanlış mantık, "savaş mantığı".

Böyle bir gerekçeli(!) saldırının ölçüsü nedir?

Ölçü her nasıl olursa olsun "saldırı mantığı".

 

Eğer verdiğiniz cevap bana ise, benim cevabımda o yönde olacak...

Ben hiç bir zaman "Dinimize Saldırana Bizde Saldırırız" gibi bir inancı paylaşmadım... Hiç bir yazımda da böyle bir inanç vurgusu yoktur... "Saldırı Mantığı"nı benimsediğimi iddia etmişsiniz ama öncelikle şu ayrımı yapmalıyız, gördüğüm kadarıyla bu mantıkta olan sizsiniz... Eğer yazılarımı dikkatli takip ederseniz, benim ise "Anlama" çabasında olduğumu görürsünüz. Ben kimseye "Haklı/Haksız" ayrımı yapmıyorum kesinlikle. Savaş Mantığınıda savunuyor değilim... Ben Cana Kast Edilmedikçe savaşmanın "Haksız" olduğunu düşünüyorum ve bunu "Kıvırma Çabası" adı ile niteleyemeyeceğiniz kadar da açık açık söylüyorum... Söylediğiniz kılıf, kişisel olarak ta beni ilgilendirmiyor. Diğer Müslümanlar ne düşünür bilemem ama ben bir dinin savunulmaya ihtiyacı olduğunu sanmıyorum. Çünkü Dinler insan değildir ve her insan ancak ve ancak kendi Anladıklarını savunabilir... Bundan fazlasını yapabilir misiniz sayın arkadaşım? Hiç kimse yapamaz... Hoşgörüden yana olduğumu söylüyorum, nasıl savaşçılıkla itham edebilirsiniz? Yunus Emre savaşçı mıydı?

 

Yüzlerce fikir adamını dinimize saldırıyor diye öldüren savaş mantığı.

"Bizden olmayanı vurun, öldürün" mantığı.

 

Arkadaşım, gelin böyle düşünen TÜM ZİHNİYETLERİ beraber yargılayalım olur mu? Bilimsel çabaları sonucu idam edilen yada Evreni anlama çabaları sonucu idam edilen her insan için duyduğunuz hassasiyeti emin olun bende duyuyorum... Ama beni bu mantıkla itham edemezsiniz... Ama şu var ki, gelin bir de şunu ekleyelim sizin mantığınıza ve arkadaşlarınızın mantığına "Müslüamnda olsa herkesin -Dünyayı Anlama Çabası- bilgi üretme sürecine katkıda bulunur, Müslümanlar yada İnançlı insanlar -Bilim Yapamaz- diye bir olgu, anlayış yoktur, Bilim Ateistlerin malı değildir..." Bence daha mantıklı, gerçekçi ve sizin anlayışınızdan daha evrensel oldu?

 

Bilim kaynaklı evrensel mantık, tüm insanların kardeşliğini doğru bulmakta.

Ayrıca insanların inançlarından dolayı düşmanlığınıda çok mantıksızca bulup "dogmacılık" kabul etmekte.

 

Sonrada kalkıp bizlere ;

Bu çirkince eylemleri anlayamadığımız için ,"anlayışsız", işimize gelmeyip te kabullenemediğimiz için de "çıkarcı" nitelemesi ne derece gerçekçi.

Bu kavramları kavrattığımız için bizlere teşekkür eden bir mantık(!).

Mantıklı olabilmeyi artık "içgüdü" kabul edip hiçe sayıyorsunuz galiba.

Bizler insanlarız "bilimsel mantıkla" kararlarımızı veriyoruz.

İç güdülerimizle değil.

 

Ne kadar "Bilimsel" bir tespitte bulunmuşum bilmiyorum ama "İnanmış Bir Müslüman" olarak insanların "İnançlarından dolayı birbirlerini yargılamayı" bende mantıksız buluyorum... Ama yine burada da bir şey ekleyeyim "İnançlılar Bilim Yapamaz, İnanç Bilime Karşıdır" gibi bir saplantıyada inanmıyorum... İnanmak eylemi ne kadar evrensel bir eylemse, Bilimsel çabalarda öyledir... Ben size yada başkasına "Anlayışsız" demedim hiç bir zaman... Ben kendimi de katarak, herkesin anlayabileceği kadar anlayabileceğini söyledim. Madem Bilimsel Mantıkla uğraşıyorsunuz, ki adınızda Bilimselci zaten, söylediğimin ne manaya geldiğini pek ala biliyorsunuzdur... Ama yine de şöyle özetleyeyim ben size. Uzun, orta ve kısa boylu olmak üzere üç arkadaş var ve bunlar potaya zıplamak istiyor... Hepsi boyları oranında ve yetenekleri çerçevesinde zıplayabileceklerdir. Hiç birisi daha fazlasını yapamaz... En kısa olanın, Uzun boylu olan kadar yükseğe zıplayamıyacak olması onu "Yeteneksiz" yapmaz sayın arkadaşım...

 

Ayrıca İnsan kararları sadece "Bilimsel/Materyalist Mantık" yada daha Bilimsel tanımla "Bilişsel Zeka" ürünü değildir... "Duyusal/Sezgisel Zeka" ve "Psikomotor Zeka"nında ürünüdür kararlarımız. Hiç bir insan sadece "Bilişsel Zeka"yı kullanarak karar veremez... Veriyorsa bile, ki nasıl verebiliyor bilmiyorum; sanırım "Kalpsiz, Vicdansız, Ahlaksız, Ruhsuz" vs vs vs gibi tanımlamalar, o tip insanlar için kullanılıyor...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ne iftirası yapmışız? Yazdığımız ayetlerdemi yalan

 

İnsanları kafir me müşrik diye ikiye ayırıp, sonrada müslümanlara hadi bakalım size kafirleri öldürme karşılığında cennet var diye gaz vererek katliamlara sebep olmak fitne ve fesat değilmidir.

 

Babayı oğula kardeşi kardeşe boğazlatmak Fitne ve fesat değilmidir.

İnsanların mal gibi köle ve cariye alınması fitne ve fesat değilmidir ?

 

 

katakuta; sadece şükranlarımı sundruyorsun allaha, beni anlayış mahrumu kılamdığı için..

 

inanmayana kafir. inanmayıpta yalan yere inandım diyene münafık denir bu onalrın ismidir tabiridir. elbette inanmaya müslüman denilecek hali yok.. bunun sıfat la ayrılmasında neden gariblik va r.. herkese müslüman mı denilmesi gerek..size müslüman denilse hoşunuza gidermi.,sanıyorum ki elbette hayır..

madem ki inanmıyorsunuz,öyleyse taşıdığınız sıfatı neden gururla kabullenmıyorsunuz eğr çelişkide değilseniz .. bana müslüman denilmesinden özellikle kıvanc duyarım.. kafir isimdir münafıkta.. tarih bilgisina değil ayrıca gramer bilgisinede ihtiyacınız var bunu sizin iyiliğiniz için tim samimiyetimle söylüyorum..

 

HİÇ BİR ZAMAN insanlar İNANMADIKLARI için savaşedin diye bir emir verilmemiştir...

bunun aksini getirebileceğiniz hiçbir ayet delili yoktur.. yazdıklarımı okuyunuz ve yazarken de kendi yazdıklarınızn haberınde olarakta yazınız...

...Artık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onların aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir NİSA90... bu ayeti size defalarca yazzıyorum ama birkere bile okudugunuzu zannetmıyorum..

evet onlarla savaşın denilmekte ama onlar size saldırdıklarnda şartlı anlıyorsun değilmi...

doğanın kanunudur savaş ve insanlar rahat durazlar bulundukları yerde saldırırlar hep.. kimi zamn zengin toprakları ele geçirmek kimi zamanda inanca tahammülsüzlükleri yüzünden..ve saldırılara maruz kalmıştır bu yuzden islam ve inanlar.. inanmaya başladıklarında beri..

katliam ...tarifini israilin filistinde yaptığı bir şeydir o.cocuklara kadınlara vurmak.. siz hangi islam savaşlarında kadınların ve cocukların öldürüldüğünü gördünz..bana örneklendiremezsiniz bile..

sadece savaş esnasında savaşa bizzat katılanlar için izin varken bunu neye dayanarak söylemektesiniz.. üstelik savaşı başlatıpta sonra pişman olup kaçanlara yada savşta "beni öldürme" diye söyleyenleri öldürmenin yasak oldugunu biliyormuydunuz ..

asker, karşı tarafın askerını tam oldurecekken ondan benı öldurme diye bir istek duydu diye onu öldürmesi yasaklanması katliamla mı açıklanmakta sizin görüşnüzde ve bunu başka bir dinde veya uluslar arası savaş hukunda duydunuz mu....

ne zaman baba oğula boğazlattırılmış ve bana bunu ayetle babanı öldüreceksin diye bir örnek versenize.

ANKEBUT SÛRESİ

(8) Biz insana, ana-babasına iyilik etmesini emrettik. Şâyet onlar seni, hakkında hiçbir bilgin olmayan şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa, bu takdirde onlara itaat etme. Dönüşünüz ancak bana olacaktır ve ben yapmakta olduklarınızı size haber vereceğim..

inanmyan aileye sadece itaat inanc konusunda itaat etmemeleri emrediliyor haşa öldürülmeleri değil..

bilemem ama sizlerin anne babalarınız inançlıysa onların istediği gibi dinde sebat ediyormusunuz..

savaş kurallarındandır savaşta yakalanan erkeklerin esir edilmesi ve savaşa katılan kadınlarda varsa onlarda esir edilir ve kadınların esirine cAriye denir.. kimse evinde oturan kadını esir etme hakkına sahip değildir ama savaşa iştirak ettiyse o artık KADIN ASKERDIR" ve erkeklerden farkı da yoktur savaş esnasında ölmekten yaralanmaktan yada esir düşmekten.. ayrıca savaşa katılmış kadın asker, esir alındıysa ve evliyse onun nikah edilmesine yada esir alanların onunla -anladıgınız gibi-özel hayat yaşamasına izin verilmemiştir..sadece hizmetçi olarak kullanılır.. ayrıca bekarda olsa esir edilen savaşçı kadınla eğer o istemiyorsa her hangi bir özel hayat yada evlilik yaşanması kesinlikle yasaktır ..ya azat edilir ki tavsiye edilen budur yada günümüz hizmetçileri gibi hatta daha da luks- yiyeceği içeçeği giyeceği ,her turlu ihtıyacı ev sahibinden farksız olarak karşılanır- ev sahıbı ne yiyorsa ne giyiyorsa nasıl yasıyorsa aynı kalite ve içierikte- evhizmetinde iş verilir. köleyle sahibini aynı masada oturtark onun bakımını sahıbıne vererek mı köleler ezilmiş. bakınız hoş değil elbet kölelelik ama bunu islam getirmedi islam insanlara köleyle efendinin hiçbir farkı olmadığını getirdı ve azat etmeyi büyük sevaplardan vede günahlara karsı bedel olrak koydu..esirliğin ve savşın hali dünyada devam etmemektemi, amerikaya ırak mı savş açtı ve amerikanın topladığı esirler nasıl işkence görmekte,kadınlar savaşın içindeolmadıkları halde neden esir edilmekte..ve masum kadınlara neden tecavüz edilmekte önce bunları yanıtlasanız.. sonra böyle bir karşılaşmada kişilerin kendilerini savunmasına ne ad verildiğini, ve esir almak ve öldürmek için savaşa girenlerin ne tasadüf ki esir alındıklarında yada öldürüldüklerinde nasıl bir tezatlığın yada yanlışın oldunu acıklasanız diyorum bi zahmet..

 

tarih ve gercekleri de dilleri olmadığından inkarmı edeceksiniz...

 

saygılar saygınlara..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

(wirschaft ) HİÇ BİR ZAMAN insanlar İNANMADIKLARI için savaşedin diye bir emir verilmemiştir...

bunun aksini getirebileceğiniz hiçbir ayet delili yoktur.. yazdıklarımı okuyunuz ve yazarken de kendi yazdıklarınızn haberınde olarakta yazınız...

 

Eğer getirirsem kafir olacakmısın sözmü ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

...............

Eğer verdiğiniz cevap bana ise, benim cevabımda o yönde olacak...

 

Şu cümleniz aydın birisi olduğunuzu gösteriyor. Sayın Tengeriin boşig.

 

"Ben hiç bir zaman "Dinimize Saldırana Bizde Saldırırız" gibi bir inancı paylaşmadım... Hiç bir yazımda da böyle bir inanç vurgusu yoktur... "Saldırı Mantığı"nı benimsediğimi iddia etmişsiniz ama öncelikle şu ayrımı yapmalıyız, gördüğüm kadarıyla bu mantıkta olan sizsiniz... Eğer yazılarımı dikkatli takip ederseniz, benim ise "Anlama" çabasında olduğumu görürsünüz. Ben kimseye "Haklı/Haksız" ayrımı yapmıyorum kesinlikle. Savaş Mantığınıda savunuyor değilim..."

 

Benim geçmişim de böyle idi.

İnsancıl birisi, ayrıca inançlara da saygılı idim.

Daha sonra araştırmalarım sonucu inançların hem yanlış, hemde insanları guruplaştırıp kavgaya katliama yol açtığını gördüm. Mezhepleri de cabası.

 

İşte islam görüşü;

 

Nisâ /89

Arzu ettiler ki kendilerinin küfre saptıkları gibi siz de sapasınız da beraber olasınız. Bu sebeple, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan ne bir dost edinin, ne de bir yardımcı.

 

Böyle bir inanca, böyle bir beklentiye inanamazdım elbette.

Kaldıki sadece bu gibi şiddet içeren ayetler inancın 1/3 ini teşkil ediyor.

 

Devamına şunu ekliyorsunuz ;

 

"Arkadaşım, gelin böyle düşünen TÜM ZİHNİYETLERİ beraber yargılayalım olur mu? Bilimsel çabaları sonucu idam edilen yada Evreni anlama çabaları sonucu idam edilen her insan için duyduğunuz hassasiyeti emin olun bende duyuyorum... Ama beni bu mantıkla itham edemezsiniz... Ama şu var ki, gelin bir de şunu ekleyelim sizin mantığınıza ve arkadaşlarınızın mantığına "Müslüamnda olsa herkesin -Dünyayı Anlama Çabası- bilgi üretme sürecine katkıda bulunur, Müslümanlar yada İnançlı insanlar -Bilim Yapamaz- diye bir olgu, anlayış yoktur, Bilim Ateistlerin malı değildir..." Bence daha mantıklı, gerçekçi ve sizin anlayışınızdan daha evrensel oldu?"

 

İlk satırınızdaki sizin niyetiniz, bizlerin dünya görüşümüzün temel hareket noktası.

Ne demek, böyle bir insanı kucaklarız, önünde eğiliriz.

Siz söyledikten sonra sizi böyle bir mantıkla nasıl suçlayalım ?

Ayrıca müslüman olan birisinin dünyayı anlama çabası da olabilir.

Hatta bilimle uğraşma yada bilime inanma, katkı çabalarıda olabilir.

Burada görüşlere sempati oranı önemli olan.

Bilimi yeteri kadar kavramış (oran önemli) birisinin,

haliyle metafizik (teolojik) inanaçları olmayacaktır.

Elbette bilim ateistlerin malı değildir.

Bilim, tüm insanlığın malıdır.

Bilim, tüm insanlığın katkısı ile diyalektik olarak gelişmiştir.

 

Ve yine devam ediyorsunuz.

 

"Ne kadar "Bilimsel" bir tespitte bulunmuşum bilmiyorum ama "İnanmış Bir Müslüman" olarak insanların "İnançlarından dolayı birbirlerini yargılamayı" bende mantıksız buluyorum... Ama yine burada da bir şey ekleyeyim "İnançlılar Bilim Yapamaz, İnanç Bilime Karşıdır" gibi bir saplantıyada inanmıyorum... İnanmak eylemi ne kadar evrensel bir eylemse, Bilimsel çabalarda öyledir... Ben size yada başkasına "Anlayışsız" demedim hiç bir zaman... Ben kendimi de katarak, herkesin anlayabileceği kadar anlayabileceğini söyledim. Madem Bilimsel Mantıkla uğraşıyorsunuz, ki adınızda Bilimselci zaten, söylediğimin ne manaya geldiğini pek ala biliyorsunuzdur... Ama yine de şöyle özetleyeyim ben size. Uzun, orta ve kısa boylu olmak üzere üç arkadaş var ve bunlar potaya zıplamak istiyor... Hepsi boyları oranında ve yetenekleri çerçevesinde zıplayabileceklerdir. Hiç birisi daha fazlasını yapamaz... En kısa olanın, Uzun boylu olan kadar yükseğe zıplayamıyacak olması onu "Yeteneksiz" yapmaz sayın arkadaşım..."

 

Yukarda söylediğim gibi, inançlılar da elbette bilimle uğraşabilir.

Hatta katkısıda olabilir ancak bilimsel dünya görüşlü olamazlar.

Bilimsel dünya görüşlü olmak demek ilkeleri kabullenmek demektir.

Bilimsel ilkeler ise inançları kabullenmez.

Yani, madde kaynaklı olmayıp, deneysel olmayan bir bilgi bilimsel değildir.

 

Ve son olarak diyorsunuzki;

 

Ayrıca İnsan kararları sadece "Bilimsel/Materyalist Mantık" yada daha Bilimsel tanımla "Bilişsel Zeka" ürünü değildir... "Duyusal/Sezgisel Zeka" ve "Psikomotor Zeka"nında ürünüdür kararlarımız. Hiç bir insan sadece "Bilişsel Zeka"yı kullanarak karar veremez... Veriyorsa bile, ki nasıl verebiliyor bilmiyorum; sanırım "Kalpsiz, Vicdansız, Ahlaksız, Ruhsuz" vs vs vs gibi tanımlamalar, o tip insanlar için kullanılıyor...

 

Sezgisel zekayı da kabul ediyorum elbette.

Ancak hiç bir bulgu yada bilgi, fal bakarak, doğa üstü yapıyla elde edilemez. Madde kaynaklıdır.

Sezgisel zekanın, bilinç seviyesinden dolayı hassaslık kazanmış bir ruh yapısı ile ilgisi inkar edilemez.

 

Selamlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Benim geçmişim de böyle idi.

İnsancıl birisi, ayrıca inançlara da saygılı idim.

Daha sonra araştırmalarım sonucu inançların hem yanlış, hemde insanları guruplaştırıp kavgaya katliama yol açtığını gördüm. Mezhepleri de cabası.

 

Böyle bir inanca, böyle bir beklentiye inanamazdım elbette.

Kaldıki sadece bu gibi şiddet içeren ayetler inancın 1/3 ini teşkil ediyor.

 

Bilimi yeteri kadar kavramış (oran önemli) birisinin,

haliyle metafizik (teolojik) inanaçları olmayacaktır.

Elbette bilim ateistlerin malı değildir.

Bilim, tüm insanlığın malıdır.

Bilim, tüm insanlığın katkısı ile diyalektik olarak gelişmiştir.

 

Bilimsel ilkeler ise inançları kabullenmez.

Yani, madde kaynaklı olmayıp, deneysel olmayan bir bilgi bilimsel değildir.

 

Sezgisel zekayı da kabul ediyorum elbette.

Ancak hiç bir bulgu yada bilgi, fal bakarak, doğa üstü yapıyla elde edilemez. Madde kaynaklıdır.

Sezgisel zekanın, bilinç seviyesinden dolayı hassaslık kazanmış bir ruh yapısı ile ilgisi inkar edilemez.

 

 

sayın bilimselci,

insancıl ve inançlara saygılı olarak kalmanızı dilerdim geçmişinizdeki gibi..zira dediğiniz gibi insancıl.. bilemem elbet ama siz hiç bir dinin altında olmadığınız halde neden artık insancıl değilsiniz , inananların aksine.. garib doğrusu pek anlayamadım..

 

inançlar yada islam inancı insanı kavgaya sürüklemez o soyutsal kavramdır farkındaysanız insanların kendisi kavga yapar..gruplaşanda insan dır savaşanda..düşünceleriyle insan kendini bir gruba sokar inanç değil..şu grupta ol diyede emir vermez. emin olun sizin zannettiğiniz gibi inanca ve beklentilere kimse inanmaz ve inanmamıştırda.inaç kişinin zihniyle ve gönlüyle allahı kabul etmesidir. dinlerda ise kurallar vardır,yalan söylememek bir kuraldır mesela.. hırsızlıkyapmamak ta..uzar gıder insan hayatının en iyi olması için allah tarafından gönderilen kuraalların bütünü dindir. din şiddet içermez şiddetle karşılaşınca insanı n nasıl davranması gerektiğni düzenler yada söyler.

"saldırıya karşı saldırı" cok çelişkili bir ifade olmalı oysa çelişkiden uzak kalmak isteyen sizler için..

saldırı, ortada hiç bir sebeb yokken birine yada devlete savaş açmak yada şiddet kullanmaktır lügatta.

saldırıya karşı olan tepkiyse kişide nefsi müdafa devlette vatani müdafa diye adlandırılır, saldırı diye değil, bunları biliyor olmalıydınız..

 

Dininize saldırırlarsa.. hususuna gelince oda çelişkiden ibaret, din ,soyutsal bişeydir ,ona topla tüfekle saldırı yapılamaz, o allah tarafından korunmaktaysa ona hiçbir zarar gelmez. örneğin 5vaktı 3 indirmek isteyen cıkabilir ama bunu yapabilen cıkamaz.yani dinleme gec allahın korumasında olan seye kafa yorma..

dininize saldırırlarsa diye bir kavram hiçbirzaman gecmemiştır acıkladıgım gıbı koruma altında zaten, sadece DİNİNİZDEN DOLAYI SİZE saldırırlarsa kendinzi koryun denmekte.. nedemek bu dindar oldugn için seni öldürmek veya ülkeni almak istiyorlarsa dikkat et demek.. yada dindar oldugun için yazıp ....................

boş bırakırsak devamını,boş kısma gelebılecek nekadar olsılık varsa onlar için kendini koru demek..

arada dağlar kadar fark var..

 

ayrıca yine kurandan ayet alarak vehme kapılmaktasınız;

ayetin kendi ;89- Onlar, küfür işledikleri gibi, sizin de küfür işleyip kendileriyle bir olmanızı arzu ettiler. Onun için, onlar Allah yolunda hicret edinceye kadar içlerinden dost edinmeyin. Eğer bundan yüz çevirirlerse onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün; Onlardan ne bir dost, ne de bir yardımcı edinmeyin..

 

ve nedeni;89-Hasan ve Mücahid'den rivâyet olunduğuna göre bir kavim, Medine'ye gelip müslüman olduklarını açıkladıktan bir süre sonra Medine'den sıkıldıklarını bahane ederek çöle çıkmak için Hz. Peygamberden izin istemişler ve çıkınca aşama aşama göçerek gitmişler, sonunda müşriklere katılmışlar, Müslümanlar da bunların müslüman olup olmadığında ve savaş açısından haklarında nasıl bir muamele yapılmasının lazım geleceğinde ihtilafa düşmüşlerdi. Bu sebeple bunların aslında münafık oldukları açıklanarak genel bir şekilde savaş hukuku ile ilgili bazı hükümler tebliğ edilmek üzere âyetler inmiştir.

ŞİMDİ DÜŞÜNÜN savaş ANI medıneden mekkeye bırılerı gelıyo ve musluman olduklarını soyluyo. dostluk ahbablık kuruluyo ve savaş sırlarına vakıf olunuyo ..öyleya muttefık dost soylenmelı.. sonra sırlarla bılglelrle cölü asıp kayıplara karısıyo.. casusluk yani..

ve insanlar telaş içindeler.. neyaopalım.. ne olcak şimdi ve ayet gelıyo.. onlar inanmadıkları halde sizi aldatmak için size yalan soyleyenlerdır,casusuluk yapanlardır, onları denemeden işe kalkışmayın,ve denemnız sonucunda casusları buldugunuz yerde öldürün.. olay bundan ibarett..

AKLI deneyden geçirebilirmisiniz kanıtı için, o nun kanıtı asla deneyle bulunamaz farkındamısınız, peki aklın

deneyden gecmeden varolmasına ne cevap verırsınız..

saygılar saygınlara

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

......

Ayrıca müslüman olan birisinin dünyayı anlama çabası da olabilir.

Hatta bilimle uğraşma yada bilime inanma, katkı çabalarıda olabilir.

Burada görüşlere sempati oranı önemli olan.

Bilimi yeteri kadar kavramış (oran önemli) birisinin,

haliyle metafizik (teolojik) inanaçları olmayacaktır.

Elbette bilim ateistlerin malı değildir.

Bilim, tüm insanlığın malıdır.

Bilim, tüm insanlığın katkısı ile diyalektik olarak gelişmiştir.

 

Ve yine devam ediyorsunuz.[/color]

Yukarda söylediğim gibi, inançlılar da elbette bilimle uğraşabilir.

Hatta katkısıda olabilir ancak bilimsel dünya görüşlü olamazlar.

Bilimsel dünya görüşlü olmak demek ilkeleri kabullenmek demektir.

Bilimsel ilkeler ise inançları kabullenmez.

Yani, madde kaynaklı olmayıp, deneysel olmayan bir bilgi bilimsel değildir.

 

Ve son olarak diyorsunuzki;

Sezgisel zekayı da kabul ediyorum elbette.

Ancak hiç bir bulgu yada bilgi, fal bakarak, doğa üstü yapıyla elde edilemez. Madde kaynaklıdır.

Sezgisel zekanın, bilinç seviyesinden dolayı hassaslık kazanmış bir ruh yapısı ile ilgisi inkar edilemez.

 

Selamlar.

 

Bakın sanırım Bilim konusnda aynı şeyleri düşünüyoruz. Elbette ki, bilimin ilerlemesi için "İnanç" bir kenara bırakılabilir (tabi gerekiyosa eğer)... Mesela diyorum ki hatta: diyelim ki, insanlar mesela insan klonlamaya karşılar. Tanrı'lık iddiasıdır diyerek... Ama insan klonlamak; çaresiz hastalıklara, organ nakline ve (özellikle organ mafyaları açısından) üretimine, hatta belkide kan üretimine çığır açacak nitelikte kolaylıklar ve yenilikler yaratıcaksa yapılmalıdır... Eğer Allah izin vermezse, zaten kimse kopya insanı canlı tutamaz diye inanıyorum inancım çerçevesince... Yani ben Eğer inancın bilime engel nüveleri varsa (ki ben olduğuna kesinlikle inanmıyorum) inançlı bir bilim adamı bunları bir kenara bırakabilir işini yaparken... İnançsız olması gerekmez... Mesela, İnançlı bir insanın "Bilimsel İlkeleri" kabullenemeyeceğini savunmuşsunuz, ben size çok çok basit bir örnek vereyim; Oktay Sinanoğlu, batının tanıdığı "En Genç Profesör" olarak anılan kişidir, kimyacıdır, bilim adamıdır. Kendisi hep, İşini hep "Gönlü" ile yaptığını ve başarısının altında bunun olduğunu söylemektedir... Yani birinci el ağızdan bir kimse söylüyor bunları. Kimyada Nobel ödülü almış, Bilimsel Nitelikleri ve Şartları kabullendiği ispat ve kabul edilmiş olan bu insan bizzat Tasavvufla ilgilendiğini ve Allah'a inandığını kendisi açıkça söylemektedir... Ben şahsen inanıyorum ki, İnançlı olmak Bilimyapmaya ve Bilimin koşullarını savunmaya engel değildir. Bilim pozitiftir, materyalisttir/maddecidir, evrimcidir... bunlar doğru ama, işini yapmak yani bilim yapmak ile inanç ayrı kategorilerdir. İnançlı bir insan olarak söylüyorum ki: Antropolji, Biyoloji, Anatomi vesair gibi bilimler bildiğim kadarıyla "Evrim" iddiasının sonucunda gelişen bilimlerdir... Bilimsel gelişme için "Evrim İddiası" tetikleyici bir teori ise eğer, yani bilimlerin ivmesini arttırıyorsa, İnançlı da olsa bir insan, Bilim yaparken "Evrim teorisi" üzerinden gitmelidir... İlla ki inanması gerekmez evrim teorisine... Nasıl ki sizin "Allah"ı anlamak için sarfettiğiniz çaba "Allah"a inanmanızı gerektirmiyosa ve "Allah"ı anlamak için bir Müslüman gibi hissetmeye çalışmanız sizi Müslüman yapmıyosa (ki ateist kimi arkadaşların Allah'ı anlama çabalarının bu şekilde olmadığı açıktır aslında), Bilimsel ilerleme için "Evrim" üzerinden yola çıkmakta insanı dinden çıkarmaz. Çünkü hala Allah'a inanıyorsunuzdur, yaptığınız şey sadece bilimdir, Maddedir... Ben buna inanıyorum... Yanlış mı sizce?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sayın bilimselci,

insancıl ve inançlara saygılı olarak kalmanızı dilerdim geçmişinizdeki gibi..zira dediğiniz gibi insancıl.. bilemem elbet ama siz hiç bir dinin altında olmadığınız halde neden artık insancıl değilsiniz , inananların aksine.. garib doğrusu pek anlayamadım..

Benim geçmişim de böyle idi.

İnsancıl birisi, ayrıca inançlara da saygılı idim.

Daha sonra araştırmalarım sonucu inançların hem yanlış, hemde insanları guruplaştırıp kavgaya katliama yol açtığını gördüm. Mezhepleri de cabası.

 

Tengeriin boşig adına cevap vermişsiniz, olsun farketmez.

Pek sağlıklı okuyup sağlıklı değerlendiremiyorsunuz.

İnsancıl ve inançlı imişim, inançları yanlış olarak görmüşüm.

İnsancıl tarafımın yanlışlığını belirtmedim.

Doğal olarak sizler öyle göreceksiniz.

Zira islam dışı insanları insancıl olarak görürseniz, inancınıza ters düşeceksiniz.

Kaldıki, insancıl düşünce (humanizm), 18. yüzyılda rönesans Avrupasında, İtalyada ortaya çıkmıştır.

 

Ayrıca kavramları da karıştırmışsın yada anlamlarını tam olarak bilemiyorsun.

"Soyut" ve "Somut", din (görüş, fikir), eylem kavramlarını birlikte incelememiz, umarım bundan böyle karışıklığa neden olmaz.

 

Soyut ; Madde yada ruhsal kaynaklı subjektif düşünce, kavram, kuram.

Somut ; gözle görülen, elle tutulan, bilinen deneysel, objektif, mutlak gerçek.

 

Madde yada ruhsal kaynaklı düşünceyi kavramı, madde üzerinde hayata geçirmeye kalkışıldığında somutlaşmaktadır.

 

Misal (ruh üzerine) ;

Allah ibadete değer varlıktır : (soyut kavram)

Onun için aç kalmak secdeye kapanmak : (somut olgu)

Bizim dinimizden olmayan zararlıdır. (soyut kavram)

Dinimizden olmayanı öldürmek : (somut olgu)

 

Görülüyorki, soyut kavramlar hayata geçirildiğinde somut olgulara dönüşüyor.

 

Burada ayırılması gereken gerçek, madde kaynaklı soyut kavramlar.

Madde kaynaklı soyut kavramlar bilimsel olup, gerçeklerle ilgili değerlerdir.

Tinsel (ruhsal) soyut kavramların bilimle, maddeyle alakası olmadığı gibi emir ve yaptırım olarak insan/toplum toplum kaynaklı somut eylemlere dönüşebilir.

Yanılgın bu şekilde sayın wirschaft.

 

Selamlar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.