Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Osmanlı laik,mi idi ?


katakuta

Önerilen İletiler

Cizye

Vikipedi, özgür ansiklopedi

Git ve: kullan, ara

İslâm devletlerinde zımmî statüsündeki Müslüman olmayan azınlıkların erkek nüfusundan alınan Şer‛î vergilerdendir.

 

Cizye Osmanlı Devleti’nin de en önemli gelir kaynaklarından birini teşkil etmiştir. Cizyenin miktarı her yerde aynı oranda olmamıştır. Paranın değeri düştükçe çıkarılan fetvalarla paranın değer kaybı oranında vergi miktarı da yükseltilmiştir.

 

Osmanlı Devleti’nde XV. yüzyıla kadar bu vergiyi ifade etmek için genellikle “haraç” kelimesi kullanılmış, daha sonra “cizye” veya “cizye-i şer‛î” yaygınlaşmıştır.

 

İslâmiyeti kabul etmeyenlerin, devlet tarafından korunmaları ve savaşa katılmamaları karşılığında alınan bu vergi akil, baliğ, hür, maddî gücü yerinde ve sağlıklı gayr-i Müslim erkeklerden alınmıştır. Kadın, âmâ, yaşlı, çocuk, işsiz, çalışmaktan aciz ve fakir kimseler ise bundan muaf tutulmuşlardır.

 

Baş vergisi olarak da nitelendirilen bu vergi, gayr-i Müslim birisinin 14 yaşını doldurmasıyla beraber alınmaya başlar, 75 yaşını dolduruncaya kadar alınmaya devam ederdi. Her yeni senenin başlangıcında nakit olarak alınan cizye, kolaylık olsun diye bazı hallerde taksitle ödemeye müsaade edilirdi. Cizyeyi vermekle mükellef bir kişi İslâmiyet’i kabul ettiği takdirde doğrudan doğruya bundan muaf tutulurdu. Ancak İslâmiyet’i kabulü, senenin başlangıcından sonra vuku bulduğu takdirde, İslâmiyet’i kabul etmesine rağmen, o sene için vergi vermek zorunda idi.

 

Cizye vergisine 1691 yılında yeni bir düzenleme getirilerek gayr-i Müslim tebaanın ekonomik durumuna göre sınıflar teşkil edilmiştir. Cizye vergisi alınacak kimsenin ekonomik durumuna göre üç kademe belirlenmiştir. Zengin olanlar “a‛lâ”, orta halliler “evsat” ve fakirlik seviyesinde olanlar da “ednâ” statüsünde bu vergiyi vermişlerdir. Yapılan düzenlemeyle toplanacak vergi, saf gümüş olmak üzere sırasıyla 48, 24 ve 12 şer‛î dirhem, altın olarak 4, 2 ve 1 dinar şeklinde tespit edilmiştir. Ayrıca maişet adı altında 12, 6 ve 3 para, kadıların maişeti için de 9, 4 ve 1,5 para alınmaya başlanmıştır.

 

"http://tr.wikipedia.org/wiki/Cizye"'dan alındı

 

Bir müslüman arkadaş laiklikle ilgili bir tartılmada şöyle bir iddiada bulunmuştu.

 

tabiyatımız, örfümüz, adetimiz, düşüncelerimiz, ihtiyaçlarımız farklı olduğu için biz almanlar gibi olamayız... aynı zamanda gavur icadı dediğiniz şeyi osmanlı imparatorluğu yüz sene uygulamış nasıl mı, bütün inançlara saygılı ve bütün ihtiyaçları giderici bir sistem uygulamış ve o dönemde yükselmiştir...

 

Bu mantıkla gidersek, abbasileri, emevileri ve hatta muhammed ve arkadaşlarını da laik olarak tanımlamak mümkündür. Zira müslüman olmayanlardan, cizye adında kafa parası almak muhammedin başlattığı bir uygulamadır ve şu ayete dayanır

 

 

Tevbe 29- Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseleri alçalmış oldukları halde elden cizye verecekleri hale gelinceye kadar öldürün.

 

Altın yumurtlayan kaz,ın kesilmemesi gerektiği gibi, böyle karlı bir gelir kaynağı olan gayri müslümlere elbetteki elbetteki saygı gösterecekler.Onlar için kilise ve havra gibi ibadethaneler açacaklar.Hangi akılı insan bindiği dalı keserki?

 

Bunun saygı ve hoşgörüyle ve hele laiklikle hiç bir ilgisi yoktur.Salt rant kaynaklı bir uygulamadır.

 

Bu ayette dikat çeken çok önemli bir nokta vardır.Neden tüm putperstler değilde özellikle ahli kitap.Bir kaç ayet sonra bunun sebebine dair ipuçları elde etmek mümkün,

 

 

34- Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, yahudi hahamları ile hıristiyan rahiplerinin bir çoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Bir de altın ve gümüşü biriktirip, onları Allah yolunda sarfetmeyenleri bu yüzden acıklı bir azap ile müjdele!

 

35- O gün o altın ve gümüşlerin üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak (onlara): "İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın bakalım şu biriktirdiğiniz şeyin tadını!" denilecek.

 

 

Altın ve gümüş çok önemli zenginlik kaynağı

 

 

Kaynukaoğullari Medine (Yesrib)de yaşamış bir Yahudi kabilesidir. Yahudiler (Eskiden büyük Arap mabedinin yeri olan) Siondan Hristiyanlar tarafından kovulduktan sonra, yeryüzünün çeşitli yerlerine az veya çok büyük cemaatlar halinde dağılmışlardı. Ancak Arap yarımadasına ne zaman geldikleri, cemaatlerinin burada ne zaman oluştuğu bilinmiyor. Ancak İslam'ın yayılışından önce Arabistan'ın her tarafında Yahudiler vardı. Ferdî ve pek az sayıda olduğu gibi sağlam cemaatler halinde, Eyle (Akabe Körfezi)'den Yemen'in veya Uman'ın uçlarına kadar, Medine'den Bahreyn'e kadar; Meknâ'da Vadiül-Kura'da, Teymâ'da, Fedek'te, Tâif'te kısacası bütün şehirlerde, aynı şekilde panayırlarda ve kervanlarda onlara rastlanır (Muhammed Hamîdullah, İslâm Peygamberi Çev. Salih Tuğ I, 393, 394).

 

Mekke'de hemen hemen hiç Yahudi yoktu. Ancak onlar, bölgenin yıllık panayırlarında, özellikle Ukaz'da bulunurlardı. Ukaz'da hem ticaret eşyası satarak, hem de kendilerini gizli şeyleri bilen veya istikbâlden haber veren kâhin olarak tanıtmak suretiyle iyi para kazanmasını bilirlerdi. Ehl-i Kitab olarak, câhil bedevîler üzerinde özel bir prestij icra ediyorlardı (M. Hamidullah, a.g.e., I, 394).

 

Hz. Peygamber Medine'ye hicret ettiği zaman, halkın hemen hemen yarısı Yahudi idi. Ancak Yahudilerin bu bölgeye gelişi hakkında açık bir bilgi yoktur. İslâmiyet ortaya çıktığı sırada, büyük çapta Araplaşmış görünüyorlardı; Arapça konuşuyorlar, çocuklarına Arap isimleri veriyorlar, kabileleri bile Arap isimleriyle çağrılıyordu (M. Hamîdullah, a.g.e., I, 405).

 

Komşuları müşrik Araplar gibi Yahudiler de kabile halinde yaşıyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s) tarafından oluşturulan Medine İslâm devleti anayasasında dokuz Yahudi kabilesinde söz ediliyor (Salih Tuğ, İslâm Ülkelerinde Anayasa Hareketleri, İstanbul 1969, s.31-40 vd.). Fakat tarihçiler bunları üç grupta topluyor. Kaynuka oğulları işte bu üç kabileden biridir. Diğerleri; Nadîr ve Kurayzaoğullarıdır (M. Hamîdullah, a.g.e., I, 405).

 

Kaynuka; kuyumcu anlamına gelmektedir. Gerçekten de onlar İslâmiyet'in başlangıcında bu mesleği yapıyorlardı. Ayrıca umûmî ticaretle de meşgul oluyorlardı. "Sûk beni Kaynuka=Benî Kaynuka Çarşısı'nda hatıraları kalmıştır (M. Hamidullah, a.g.e. I, 405).

 

 

Kaynuka oğulları; Rasûlüllah (s.a.s) ile aralarındaki antlaşmayı bozan, Bedirle Uhud arasında O'nunla savaşan ilk Yahudilerdi. Rasûlullah (s.a.s.), onları muhasara etti. Onbeş günlük bir kuşatmadan sonra Rasûlüllah'ın hükmüne razı olarak savaşsız teslim oldular. Hz. Peygamber, erkeklerin ellerinin bağlanmasını emretti. Fakat münafıkların başı Abdullah b. Übeyy Hz. peygamber'e gelerek:

 

"Ey Muhammed! Müttefiklerime iyilik et" dedi. Resûlullah ağırdan alınca İbn Selûl tekrar; "İyilik et" dedi. Resûlullah (s.a.s) ondan yüz çevirdi. Bunun üzerine İbn Selûl, elini Hz. Peygamber'in zırhının yakasından içeri soktu. Resûlullah kızarak: "Yazıklar olsun sana! Bırak beni!" dedi. İbn Selûl: "Hayır vallahi dostlarıma iyilik etmedikçe seni bırakmam. Onlar, beni altından ve mal-mülkten mahrum ettiler sen ise bir sabah vakti onları biçiyorsun. Allah'a yemin ederim ki ben, bir takım musibetler gelmesinden korkuyorum" dedi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s): "Onlar senindir" buyurdu ve "Çözünüz onları, Allah onlarla birlikte ona da lanet etsin" dedi. Serbest bırakılınca sürgün edilmelerini emir buyurdu (İbn İshak, a.g.e. 295; Taberî, a.g.e. III, 1360 vd.).

 

Allah, Resûlüne ve Müslümanlara onların mallarını ganimet olarak ihsan etti. Onların arazileri yoktu, kuyumculukla uğraşıyorlardı. Resûlullah (s.a.s), onların birçok silahlarını ve kuyumculuk aletlerini aldı. Onları, tüm çoluk çocuklarıyla birlikte Medine'den çıkarmaya Ubâde İbn es-Sâmit memur edilmişti. O da, onları Dibâb'a kadar götürdü (Taberî, a.g.e., III, 1362).

 

Kaynuka Yahudileri, Ubâde İbn es-Sâmit'e, "Ey Velid'in babası! Evs ve Hazrecle aramızda ittifak vardı. Biz senin müttefikin idik, sen bize ne diye böyle yaptın?" dediler. Ubâde İbn es-Sâmit de onlara: "Siz harb açtınız" dedi. Abdullah İbn Übeyy de; "Sen müttefiklerinden uzaklaştın da bundan eline ne geçti?" dedi. Ubâde; "Hubâb'ın babası! Kalbler değişti, İslâmiyet ahidleri yok etti" dedi.

 

Kaynuka oğulları Vâdiül-Kura'ya gelip bir müddet kaldıktan sonra Azruat'a gidip orada yerleştiler (ibnü'l-Esir, el-Kâmil, II, 66).

 

Özetleyecek olursak,savunma, anlaşmayı bozma fian gibi iddialar tamamen bahaneden ibarettir.Asıl maksat yahudilerin bu zenginlğine el koymaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 104
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Müslümanlar, yahudilere yapılan bu baskın ve sürgünü, onların yapılan anlaşmaya ihanet etmelerine bağlayarak haklı göstermeye çalışırlar.Ancak bunun daha öncesi vardır.

 

Muhammed, Medine'ye "hicret" ettiginde, islam henuz oldukca gucsuz durumdaydi. Daha bir din olarak kurumlasmamis, inanalar da gelir kaynaklarindan yoksundular. Yapilabilecek tek sey vardi, o da "cihad" adi altinda baskin ve savaslarla ganimet elde etmekti. Oncelikle, medine'ye gectiklerinde Muhammed, sehrin oradaki gercek sakinleri olan onemli yahudu kabilelerinin hepsiyle, ayni sehirde/vatanda baris icinde yasama ve disaridan gelecek her turlu saldiriya karsin, din farki gozetmeksizin beraber savunma icerikli bir "vatandaslik antlasmasi" yapiyor.

 

 

Elbetteki o siralarda henuz islamin en gucsuz oldugu donem oldugu icin Muhammed'in bariscil soylemlerini dikkate alan Medineliler, bu antlasmayi kabul etmekle, nasil bir tehlikeye dustuklerini dusunememislerdi. Cunku bu antlasma,Mekkeli Musriklerin dusmani olan Muhammed'i desteklemek anlamina geliyordu. Bu antlasma, Muhammed' kendi guvenligini saglama aliyordu, ama, o zamana kadar Mekkelilerle hic sorunlari olmayan Medine yahudilerini zamanla oldukca buyuk sikintilara sokacakti.

 

 

 

Bu baris antlasmasindan yaklasik 17 ay sonra Muhammed, Abdullah bi Cas komutasinda on-oniki kisilik bir birligi, asayisi kontrol etme amaciyla Batn-i Nahle denilen bolgeye gonderir. Haram aylardan 2recep" ayidir. Birlik oraya varinca dort kisilik Mekkeli bir ticaret kafilesiyle karsilasir. Adamlar ne kadar, umre ibadetinden yeni cikmis olduklarini soyleseler de, muslumanlar adamlardan birini oldurup(ki, Mekke'nin cok onemli bir ailesine mensuptur),ikisini esir alirlar, bir kisi de kacmayi basarir. Ayrica butun mallarina da el konulur. -T.Diyanet Vakfi,Islam ansiklopedisi,Abdullah bin cahs mad.; Halebi,Insanul Uyun,Batn-iNahle- Haram aylarda savasmak kesinlikle yasakti. Hatta o donemdeki adetlerce, bu ayda bir kisi, babasinin katiliyle karsilassa ona asla dokunmaz/dokunamazdi. Boyle bir olayin hem haksiz olarak, hem de kutsal bir ayda meydana gelmesi, Mekke halkini infiale getirdi. Oyleki, oldurulen kisinin(Amr) agabeyi Mekke sokaklarina ciplak olarak cikip feryet ediyordu. Bu "vukuat" Mekkelilerin harekete gecmesine ve dusmanliklarin derinlesmesine sebep olan ilk kivilcimdir. Bu olay ayni zamanda Muhammed7le antlasma imzalamis olan medineli Yahudiler'i de kuskulandirdi, "Bu adamin tavirlarindan oyle gorunuyorki, gelecekte basimiz cok agriyacak, hatta bizi de rahatsiz edecek" dusuncesine kapilmaya basladilar.

 

 

Muhammed, Medine'ye muhtac ve korunmasiz olarak dusmustu. Medineliler onu sadece misafir olarak kabul etmekle kalmayip, "vatandaslik antlasmasi"bile imzalamislardi. Yani oraya cani gonulden kabul edilmissin, boyle vukuat yapmanin ne anlami var?..

 

Sonucta, cevresindeki hosnutsuzlugu da sezen Muhammed, imajini tekrar duzeltebilmek icin, once o adamlarina kizar gibi gorundu. Hatta ganimetten kendisine dusen payi bir sure almadi. Derken fazla da gecikmeden yukaridan ayet "iniverir" tabii:

 

 

"Senden haram ayda(recep) savasin dogru olup olmadigini sorarlar. De ki,o ayda savasmak bbuyuk gunahtir. Ancak (insanlari) allah yolundan cevirmek, allahi inkar etmek, Mescidi haramin ziyaretine engel olmak ve halkini oradan cikartmak allah katinda buyuk günahtir."-Bakara:217-

 

 

Burada, hem recep ayinin kutsalligi kabul ediliyor, etrafin gonlu alinmis oluyor, hem de cinayeti ve soygunu yapanlar savunulmus oluyor. Zaten bu ayetten sonra Muhammed'de payina dusen ganimeti aliyor.

Bu, islam tarihindeki "ilk ganimet"in oykusudur.

 

 

Yakaladiklari o iki "esir"e ne oluyor peki? Muhammed o ikisinin serbest birakilmasi icin fidye istiyor. Ve kelle basi 1600 dirhem/yaklasik 4752 gram gumus karsiligi serbest birakiyor...-T.D.V.Islam ansiklopedisi,5/203-O bir kisiyi olduren sahsi da o ayetlerden sonra, ganimet ve paranin sevinciyle "emirul muminin" lakabiyla odullendiriyor. iyi de olayin ilk zamanlarinda bu vukuat icin bayagi kizar gibi gorunmustu, hatta ganimetleri almayi bile reddetmisti. Peki ne oldu da boyle 180 derece dondu acaba?..

 

Ganimet elde etmeye bu sekilde baslandiktan sonra gerisi corap sokugu gibi gelmeye basladi zaten. Ilk baslarda, etrafindakileri sozde"savas"a tesvik etmek icin Muhammed soyle bir kural koyar:"Kim savasta bir kafiri olduruse, o kisinin uzerinde bulunan kilic,kalkan, elbise gibi sahsi esyasi oldurene verilecektir"Bu esyaya seleb denirdi. Muslumanlar zamanla cogalinca bu uygulamayi kaldirir. Artik hersey bölusulecektir.-Buhari,Hars,8;Humus,18, Muslim,Cihad,46,no:1571-

 

 

Muhammed, Bu ticaret kervanlarına saldırmakla yahudilerle yapılan anlaşmayı ilk olarak o bozmuştur.Zira yaptıkları kervan baskınları sonucu mekkeli müşriklerin medineye savaş açmalarına sebep olmuştur.

 

 

Mekke, ziraate elverişli bir bölge olmadığı için tek gelir kaynağı ticaret kervanlarıdır.Sen kalkar o insanların tek gelir ve yaşam kaynağı olan ticaret kervanlarına saldırırsan ( muhammed ve arkadaşları) onlarında hayatta kalabilmek için elbettte müslümanlara savaş açmaları gayet doğaldır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili katakuta,

 

Derlediğin bilgiler için ellerine sağlık.

 

Şunu herkes, özellikle inananlar anlasınlar istiyoruz:

 

Biz dinsizler, kimsenin inancının BİREYSEL yönüne karışmayız. Kim neye inanırsa inansın. İster Allah'a inansın, ister Ra'ya, İster İsa'ya, İster Musa'ya, ister inek'e, ister sinek'e.

 

İnançların bizi ilgilendiren yönü, senin yukarıda örneklendirdiğin TOPLUMSAL yönüdür.

 

Bizim karşı çıktığımız şey;

 

Daha önce savaştıklarına dair bilgi bulunmamasına rağmen, Mekke ile Medine'yi birbirine düşüren anlayıştır.

Kardeşi kardeşle, babayı oğulla karşı karşıya getiren anlayıştır.

Hatice gibi ekonomik özgürlüğüne kavuşmuş bir kadın yetiştirebilen kültüre son verip, bir daha onun gibilerin ortaya çıkmasını önleyen anlayıştır.

Her türlü inancın serbestçe yaşanabildiği bir kültüre son verip, başkalarının inançlarına saygısız davranan, saygısız davranmakla kalmayıp onları inançalarından dolayı özel haraca bağlayıp cezalandıran anlayıştır.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

Biz dinsizler, kimsenin inancının BİREYSEL yönüne karışmayız. Kim neye inanırsa inansın. İster Allah'a inansın, ister Ra'ya, İster İsa'ya, İster Musa'ya, ister inek'e, ister sinek'e.

 

İnançların bizi ilgilendiren yönü, senin yukarıda örneklendirdiğin TOPLUMSAL yönüdür.

 

 

İlgilenmediğiniz nasılda belli,yahu tüm yazılarınız ayet ve hadis üzerine kurulu birde kalkmış bir kimsenin inancıyla ilgilenmiyoruz diyor,güldürmeyin beni yahu :D:D

Benim anlamadığım tek şeyde budur gerçek ateistler gerek özenti gurubu gerekse isyankar gurubu olsun dinle uğraşmaz çünkü inanmaz ve inanmadığı birşeyin peşinden gitmez sizdeyse tam tersi bir davranış söz konusu tuhaf garip bir tutum isim bulamıyorum bence siz ateizm adı altında misyonerlik yapıyorsunuz çünkü tek hedefiniz islam dini yanılıyormuyum??

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İlgilenmediğiniz nasılda belli,yahu tüm yazılarınız ayet ve hadis üzerine kurulu birde kalkmış bir kimsenin inancıyla ilgilenmiyoruz diyor,güldürmeyin beni yahu :D:D

 

Yukarıyı tekrar oku, inancının BİREYSEL yönü ile ilgilenmiyoruz. TOPLUMSAL yönü bizi ilgilendirir, çünkü biz de bu toplumun bir parçasıyız.

 

...bence siz ateizm adı altında misyonerlik yapıyorsunuz çünkü tek hedefiniz islam dini yanılıyormuyum??

 

Yanılıyorsun. Ben mümkün olduğunca "semitik dinler" ifasesini kullanıyorum. Öte yandan, verdiğimiz örneklerin çoğunun İslamiyet'le alakalı olmasının nedeni de, islam inancının baskın oluğu bir ülkede yaşıyor olmamızdan ve bu inancın TOMLUMSAL boyutunun etkilerini kendi üzerimizde, ailelerimizin, tanıdıklarımızın, devletimizin üstünde görüyor olmamızdan kaynaklanıyor.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet devam edelim

 

 

 

Kuran/muhammed neden bazı insanları münafık olarak niteler.

 

Cizye ayetinin geçtiği tevbe suresinden devam edelim

 

73- Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla savaş. Onlara karşı katı ol. Onların varacakları yer cehennemdir ve orası ne kötü bir yerdir.

 

74- Onlar, kötü bir şey söylemedik, diyerek Allah'a yemin ederler. Onlar o küfür kelimesini kesinlikle söylediler. İslâm'a girdikten sonra yine kâfirlik ettiler. Ve o başaramadıkları cinayeti tasarladılar. Halbuki intikam almaları için Allah'ın, Resulü ile onları lütfundan zenginleştirmiş olmasından başka bir sebep yoktu. Eğer tevbe ederlerse haklarında hayırlı olur. Yok yanaşmazlarsa Allah onları dünyada da, ahirette de acıklı bir azaba uğratır. Yeryüzünde onları koruyacak veya onlara yardım edecek bir kimse de bulunmaz.

 

 

75. Yine onlardan kimi de Allah'a şöyle ahdetmişlerdi: "Eğer bize lütuf ve kereminden ihsan ederse biz de elbette zekâtı veririz ve kesinlikle salihlerden oluruz." diye söz vermişlerdi.

 

76. Ne zaman ki, Allah lutfedip onlara ihsanda bulundu, onlar da cimrilik edip yüz çevirdiler ve zaten yan çizip duruyorlardı.

 

77. Allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da bu yaptıklarının sonucunu kıyamet gününe kadar yüreklerinde sürüp gidecek bir münafıklığa çevirdi.

 

 

78. Allah'ın, onların sırlarını da, fısıltılarını da bilip durduğunu ve Allah'ın bütün bilinmeyenleri bildiğini hâlâ öğrenemediler mi?

 

79. Müminlerden zekâttan fazla olarak kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara, bir de güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara bakıp da onlarla alay edenleri Allah, maskaraya çevirmiştir. Onlara pek acıklı bir azap vardır.

 

80. Onlar için Allah'dan ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları affetmeyecektir. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerinden dolayı böyledir. Allah, böylesine baştan çıkmış fasıklar güruhuna hidayet etmez.

 

 

81- Savaştan geri kalan münafıklar, Resulullah'ın hilafına, onun savaşa gitmesine karşılık, oturup kalmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar, üstelik "Bu sıcakta savaşa gitmeyin." dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır." Keşke anlayabilselerdi.

 

82- Kazandıkları günahın cezası olarak, artık az gülsünler, çok ağlasınlar.

 

 

83- Eğer Allah, seni onlardan bir kısmının yanına döndürür de onlar başka bir cihada seninle birlikte çıkmak için senden izin isterlerse, de ki; "Artık siz hiçbir zaman benimle çıkamayacaksınız. Daha önce oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Bundan böyle artık geride kalanlarla beraber oturup kalın."

 

84- Ve onlardan biri ölürse asla namazını kılma ve kabirinin başına gidip durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü tanımadılar. Ve fasık olarak can verdiler.

 

85- Onların ne malları, ne de evlatları seni imrendirmesin. Allah, onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve canlarının kâfir olarak çıkmasını murad ediyor, başka değil.

 

86- "Allah'a iman edin ve Resulü ile birlikte cihada gidin." diye bir sûre indirildiği zaman, içlerinden mal mülk sahibi olanlar senden izin istediler ve "Bırak bizi oturanlarla beraber oturalım." dediler.

 

87- Onlar, oturanlarla beraber oturmaktan hoşlandılar. Kalblerine mühür vuruldu. Bundan dolayı onlar anlayışsızdırlar.

 

Bu ayetlerde islama giren fakat samimi olmayan,,85 te görüldüğü gibi zengin olduklarından,müslümanlarla savaşa katılmayan insanlardan bahsediyor ve münafıklıkla suçlanıyorlar

 

 

Ya islam ya ölüm gibi tehdidin gayet tabii sonucu olarak, gerçekte samimi olarak müslüman olmamış ama hayatta kalabilmek için müslüman görünmek isteyen bu insanlar ne kadar uğraşsalarda elbet bir gün açık vereceklerdir. Bu gayet doğaldır.O insanlar inanmadıkları bir din için neden savaş yapsınlarki, neden bile bile kendilerini ölüme atsınlar ki ?

 

Doğal olmayan ise, Hayatta kalabilmek için ya kafa parası vermek yada müslüman olmaktan başka seçenek bırakılmayan bu insanlara sonra bir açığını yakaladığında münafık suçlamasınin yapılmasıdır.

 

Nahl 106- Kalbi iman ile sükûnet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah'tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır.

 

Aynı durum,yani ölüm tehdidi müslümanlar için söz konusu olunca normal olacak,ancak başkalarına gelince münafık damgasını vuracaksın.

 

Yeryüzünde böyle ********* adaletsiz bir sistem görülmüşmüdür acaba ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet devam edelim

Kuran/muhammed neden bazı insanları münafık olarak niteler.

 

Cizye ayetinin geçtiği tevbe suresinden devam edelim

 

73- Ey Peygamber, kâfirlerle ve münafıklarla savaş. Onlara karşı katı ol. Onların varacakları yer cehennemdir ve orası ne kötü bir yerdir.

 

74- Onlar, kötü bir şey söylemedik, diyerek Allah'a yemin ederler. Onlar o küfür kelimesini kesinlikle söylediler. İslâm'a girdikten sonra yine kâfirlik ettiler. Ve o başaramadıkları cinayeti tasarladılar. Halbuki intikam almaları için Allah'ın, Resulü ile onları lütfundan zenginleştirmiş olmasından başka bir sebep yoktu. Eğer tevbe ederlerse haklarında hayırlı olur. Yok yanaşmazlarsa Allah onları dünyada da, ahirette de acıklı bir azaba uğratır. Yeryüzünde onları koruyacak veya onlara yardım edecek bir kimse de bulunmaz.

75. Yine onlardan kimi de Allah'a şöyle ahdetmişlerdi: "Eğer bize lütuf ve kereminden ihsan ederse biz de elbette zekâtı veririz ve kesinlikle salihlerden oluruz." diye söz vermişlerdi.

 

76. Ne zaman ki, Allah lutfedip onlara ihsanda bulundu, onlar da cimrilik edip yüz çevirdiler ve zaten yan çizip duruyorlardı.

 

77. Allah'a verdikleri sözü tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da bu yaptıklarının sonucunu kıyamet gününe kadar yüreklerinde sürüp gidecek bir münafıklığa çevirdi.

78. Allah'ın, onların sırlarını da, fısıltılarını da bilip durduğunu ve Allah'ın bütün bilinmeyenleri bildiğini hâlâ öğrenemediler mi?

 

79. Müminlerden zekâttan fazla olarak kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara, bir de güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara bakıp da onlarla alay edenleri Allah, maskaraya çevirmiştir. Onlara pek acıklı bir azap vardır.

 

80. Onlar için Allah'dan ister mağfiret dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kere mağfiret dilesen de yine Allah onları affetmeyecektir. Bu, onların Allah'ı ve Resulünü inkâr etmelerinden dolayı böyledir. Allah, böylesine baştan çıkmış fasıklar güruhuna hidayet etmez.

81- Savaştan geri kalan münafıklar, Resulullah'ın hilafına, onun savaşa gitmesine karşılık, oturup kalmalarıyla ferahladılar ve mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmekten hoşlanmadılar, üstelik "Bu sıcakta savaşa gitmeyin." dediler. De ki: "Cehennem ateşi daha sıcaktır." Keşke anlayabilselerdi.

 

82- Kazandıkları günahın cezası olarak, artık az gülsünler, çok ağlasınlar.

83- Eğer Allah, seni onlardan bir kısmının yanına döndürür de onlar başka bir cihada seninle birlikte çıkmak için senden izin isterlerse, de ki; "Artık siz hiçbir zaman benimle çıkamayacaksınız. Daha önce oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Bundan böyle artık geride kalanlarla beraber oturup kalın."

 

84- Ve onlardan biri ölürse asla namazını kılma ve kabirinin başına gidip durma. Çünkü onlar Allah'ı ve Resulünü tanımadılar. Ve fasık olarak can verdiler.

 

85- Onların ne malları, ne de evlatları seni imrendirmesin. Allah, onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve canlarının kâfir olarak çıkmasını murad ediyor, başka değil.

 

86- "Allah'a iman edin ve Resulü ile birlikte cihada gidin." diye bir sûre indirildiği zaman, içlerinden mal mülk sahibi olanlar senden izin istediler ve "Bırak bizi oturanlarla beraber oturalım." dediler.

 

87- Onlar, oturanlarla beraber oturmaktan hoşlandılar. Kalblerine mühür vuruldu. Bundan dolayı onlar anlayışsızdırlar.

 

Bu ayetlerde islama giren fakat samimi olmayan,,85 te görüldüğü gibi zengin olduklarından,müslümanlarla savaşa katılmayan insanlardan bahsediyor ve münafıklıkla suçlanıyorlar

Ya islam ya ölüm gibi tehdidin gayet tabii sonucu olarak, gerçekte samimi olarak müslüman olmamış ama hayatta kalabilmek için müslüman görünmek isteyen bu insanlar ne kadar uğraşsalarda elbet bir gün açık vereceklerdir. Bu gayet doğaldır.O insanlar inanmadıkları bir din için neden savaş yapsınlarki, neden bile bile kendilerini ölüme atsınlar ki ?

 

Doğal olmayan ise, Hayatta kalabilmek için ya kafa parası vermek yada müslüman olmaktan başka seçenek bırakılmayan bu insanlara sonra bir açığını yakaladığında münafık suçlamasınin yapılmasıdır.

 

Nahl 106- Kalbi iman ile sükûnet bulduğu halde (dinden dönmeye) zorlananlar dışında, her kim imanından sonra küfre kalbini açarsa, mutlaka onların üzerine Allah'tan bir gazab gelir ve kendilerine çok büyük bir azab vardır.

 

Aynı durum,yani ölüm tehdidi müslümanlar için söz konusu olunca normal olacak,ancak başkalarına gelince münafık damgasını vuracaksın.

 

Yeryüzünde böyle ********* adaletsiz bir sistem görülmüşmüdür acaba ?

 

 

Arkadaşım sen islam düşmanı mısın ?

İslamiyete karşı özel bir antipatin mi var özel bir nefretin mi var ?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Evet devam edelim

Kuran/muhammed neden bazı insanları münafık olarak niteler.

.....................

 

Aynı durum,yani ölüm tehdidi müslümanlar için söz konusu olunca normal olacak,ancak başkalarına gelince münafık damgasını vuracaksın.

 

Yeryüzünde böyle ********* adaletsiz bir sistem görülmüşmüdür acaba ?

Arkadaşım sen islam düşmanı mısın ?

İslamiyete karşı özel bir antipatin mi var özel bir nefretin mi var ?

Ne münasebet.Matrix,i çözüyoruz.

 

"İşte gerçeklere sırtını dönenlerin trajedik durumu böyledir.Kıssayı anlat belki düşünürler."

 

Arkadaşımız katakuta tüm yazılarında, insan yaşamına ve kardeşliğine duyarlılık göstererek, toplumların neden yıllarca biribirlerine düşmanlık yaptığı gerçeğini çözümlemeye çalışıyor.

Saygı duyuyor, takdir ediyorum.

Teşekkürler Katakuta. İnsanlık ve evrensellik için iyiki varsın. :clover:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Osmanlıda gayrımüslimlere birazcık müsamaha varsa o da "Türk kültürü" nün etkisidir. Mu müsamaha sadece gayrımüslim azınlığa mensup birisi için geçerli idi, o da başka bir etnik gruba dahil olmasından dolayı idi. Oysa türk halkına karşı böyle bir hoşgörü yoktu. Mesela oruç tutmayanlar falakaya yatırılıp cezalandırılıyordu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ALINTI : İstese idiler bilim sayesinde aydınlanır ve yükselirlerdi.Fakat onlar dogmalara saplandı ve masalların peşine düştüler.Onların durumu tıpkı çölde vapur bekleyen kişinin durumu gibidir.İşte gerçeklere sırtını dönenlerin trajedik durumu böyledir.Kıssayı anlat belki düşünürler Bu varlığa bizi gönderen Allah, bize göz vermiş. Bu gözümüzle bakarız ki, bu kâinat kimindir?.. İnsan bir eser görür de sormaz mı, "Bu eser kimin eseridir?" diyerekten? Elbette soracak...

 

--Kimin eseri?

 

--Filânın eseri...

 

--E, bu koskoca eser kimin eseri?

 

--Sahipsiz bu, tabiatın eseri...

 

Tabiatın eseri dersek bütün eserlerin de tabiatın olması lâzım. Şimdi, gökte uçan tayyarelere, o gökte duran Rus ve Amerikan füzelerine de tabiatın eseridir dersek, ne dersiniz bana?.. Hepinizin diyeceği:

 

ne yapıyorsun sen, şaşırdın mı? O filânların eserleri, bak ilimleri sayesinde bugün gökte duruyorlar."

 

İnsan eseri duruyor da, ona sahip buluyorsun da, bu koskoca kâinata bir sahip bulamıyorsun, olur mu hiç?.. İnsan bir kere kendini düşünse kâfi...

 

İki cihan serverinin bir halini duyurmak isteyeceğim. Kasîde-i Bür'e var ya, o Muhammed Busırî Hazretleri'nindir. Bu kasidesinde şöyle der:

 

Zalemtü sünnete men ehyaz-zalâme ilâ,

Enişteket kademâhüd-durra min verami.

 

O Cenâb-ı Peygamber SAS, dünya nimetlerine iltifat etmediği gibi, âhiret nimetlerinin büyüklüğünü bize duyurmak için, geceleri sabahlara kadar ayakta durur, Allah-u Teàlâ'ya tazarr� ve niyaz ederdi. O sebepten mübarek ayakları şişerdi... Kaside-i Bür'e sahibi diyor ki:

 

"--Ben kendime zulmettim."

 

"--Neden zulmettin yahu?.."

 

"--O Peygamber-i ahir zamanın sünnetine uyamadım da ondan zulmettim." diyor.

 

Allah'ın emirlerine uymayanlar, Peygamber SAS'in emirlerine uymayan insanlar öyle bir zalimdir ki; o zalimin zulmü, o adamları asan Haccac-ı Zàlim'in zulmünden daha beterdir. O zulmetmiş, böyle zulmedenler çok. Asıl insanın zulmü kendi nefsine...

 

ALINTI: BRAİN SLAPPER

Her türlü inancın serbestçe yaşanabildiği bir kültüre son verip, başkalarının inançlarına saygısız davranan, saygısız davranmakla kalmayıp onları inançalarından dolayı özel haraca bağlayıp cezalandıran anlayıştır DİYOR BİR:

Hz. Muhammed, çevresindeki komşu kabileler ile ilişkiler kurdu. Bu arada müslümanlar Mekke'de evlerini barklarını, mallarını mülklerini terkederek dinleri uğrunda yurtlarından ayrılmış olmalarına rağmen İslam'a kin ve husumetleri durmak bilmeyen Kureyş müşriklerinin düşmanca faaliyetleri, onlara yönelik bazı askerî seferler düzenlenmesini gerekli kıldı. Hz. Peygamber'in hicretinden sonra Kureyş ileri gelenleri Medine'deki Yahudi ve münafık reislerine mektuplar ve haberler göndererek onları İslam'a karşı kışkırtıyor, kendileriyle işbirliğine çağırıyor, ayrıca kendilerine yardımcı olmadıkları takdirde sadece Müslümanları yok etmekle kalmayacaktarı, onlara yataklık ettikleri için gayri müslim de olsa Medine'deki herkesi cezalandıracakları tehdidini savuruyorlardı. Bu düşmanlık ve tehditler, sadece sözde kalmadı ve zamanla uygulamaya konuldu. Hicretin üzerinden henüz yeni bir yıl geçmişti ki Kürz b. Cabir el-Fihrî adlı bir müşrik, yanındakilerle birlikte Medine'nin dış meralarında otlayan sürülere bir baskın yaptı ve bir miktar zarara yol açtı. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Kürz b. Cabir'i takibe çıkmış, bu tür tecavüzlerin tekrarlanmaması için gerekli tedbirleri de almıştır, işte bu tedbirlerden biri olarak çıkarılan Abdullah b. Cahş seriyyesinde ilk kez müslümanlarla müşrikler arasında çatışma çıktı ve kan döküldü . Bu çatışma sırasında müşrik ileri gelenlerinden Amr b. el-Hadramî öldürülmüştü: Harp için zaten fırsat kollayan Mekke müşrikleri bunun intikamı için derhal harekete geçtiler. Bu arada geliri ile harp masraflarını karşılamak üzere çıkarılan Ebû Süfyan kervanının Hz. Peygamber tarafından takip altına alınması, Kureyş'ir harp niyetini hızlandırdı ve Bedir Gazvesi vuku buldu Bedir harbi, müşriklerin tam bir hezimeti ile sonuçlanmış ve İslam devleti azılı bir çok düşmanından kurtulmuştu. Bu arada Hz. Peygamber'in İslam devleti'nin vatandaşları kabul ettiği, bu sebeple de kendiler ile anlaşma yaparak can ve mal güvenliklerini sağladığı din ve vicdan hürriyetlerini tanıdığı Yahudi kabilelerinden Kaynuka oğulları'nın serkeşlikleri ortaya çıktı. Bedir savaşının sonucu karşısında duydukları üzüntü, Kureyşlilere ulaştırdıkları taziyeler, ikaz ve nasihatlara karşı serkeş tavırları ve bütün bunlara ilave olarak müslümanların ırz ve namuslarına tasallut edip bir de müslümanı öldürmeleri, Medine'den onların sürülmeleri neticesini doğurdu 2 Peygamberimiz, doğruluk ve dürüstlüğün en güzel örneği idi. O, çocukluğundan itibaren doğruluktan ayrılmamış, hiç yalan söylememiştir. Peyganmberliğinden önceki gençlik döneminde doğruluğu ve güvenilir kişiliğinden dolayı kendisine, «Muhammedü'l-Emîn» yani, «Güvenilir Muhammed» denilirdi. Düşmanları bile O'nun doğruluğunu kabul etmiş, kendisine yalancı diyememişlerdi Saygıdeğer eşi Hz. Hatice ile amcası Ebu Talip Peygamberimize çok yardımcı olmuşlardı. Kısa aralıklarla her ikisi de vefat edince İslam düşmanları Peygamberimize eziyeti artırdılar. Bunun üzerine Peygamberimiz ilk müslümanlardan olan Zyed b. Harise ile birlikte Mekkeden ayrılarak Taif halkını İslâma dâvet etmeye gitti. Taifliler İslâmı kabul etmedikleri gibi Peygamberimizi taşa tuttular. Zeyd, atılan taşlardan Peygamberimizi korumak için vucudunu siper etti. Atılan taşlardan Peygamberimizin ayakları yaralandı, kan içinde kaldı, yürüyemiyecek duruma geldi ve yol kenarında bir üzüm bağına sığınmak zorunda kaldı.

 

O'nun bu derece sıkıntıya düşmesi üzerine Yüce Allah Cebrail'i göndererek, dağlar meleğinin emrinde olduğunu ve ne dilerse onu bu meleğe emredebileceğini bildirdi. Bunun üzerine dağlara emreden Melek Peygamberimize seslenerek selâm verdi ve:

 

- «Sen ne dilersen emrine hazırım, eğer şu iki dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve müşrikleri tamamiyle ezmesini istersen onu da emret» dedi.

 

Peygamberimiz eğer isteseydi, kendisine acımasız bir şekilde saldıranlar ve O'nu kanlar içinde bırakanlar bir anda yok edilecekti. Fakat Peygamberimiz, çok üzüntülü olduğu durumda bile sevgi ve merhamet dolu kalbi onların cezalandırılmalarına razı olmamış ve Meleğe şöyle demişti:

 

- Hayır ben onu istemem, ben isterimki Allah, bu müşriklerin soyundan yalnız Allah'a ibadet eden ve Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan insanlar meydana çıkarsın.» 3 Peygamberimiz (sav)'in Hıristiyan, Yahudi ve müşrik topluluklarla imzaladığı Medine Vesikası da önemli bir adalet örneğidir. Farklı inançlara sahip topluluklar arasında adaletin sağlanması ve her topluluğun çıkarlarının gözetilmesi için hazırlanan bu vesika sayesinde yıllarca düşmanlık içinde yaşayan topluluklara barış getirilmiştir. Medine Vesikası'nın en belirgin özelliklerinden biri inanç özgürlüğü sağlamasıdır. Bu konu ile ilgili madde şöyledir:

"Ben-i Avf Yahudileri, müminlerle beraber aynı ümmettirler, Yahudilerin dinleri kendilerine, Müslümanların dinleri de kendilerinedir."

Medine Vesikasının 16. maddesinde ise, "Bize tabi olan Yahudiler, hiçbir haksızlığa uğramaksızın ve düşmanlarıyla da yardımlaşmaksızın, yardım ve desteğimize hak kazanacaklardır" diye bildirilmiştir. Peygamberimiz (sav)'den sonra da sahabeleri Peygamberimiz (sav)'in antlaşmaya koydurduğu bu hükme sadık kalmışlar ve aynı hükmü, Berberi, Budist, Brahman ve benzeri inançlara sahip kişiler için de uygulamışlardır.

Asr-ı Saadet döneminin barış, huzur ve güvenlik içinde geçmesinin en önemli nedenlerinden biri, Kuran ahlakına uyan Peygamberimiz (sav)'in adaletli tutumudur.

Peygamberimiz (sav)'in adaleti, Müslüman olmayan kişilerde de bir güven duygusu uyandırmıştır ve müşriklerden dahi Peygamberimiz (sav)'in himayesi altına girmek isteyenler olmuştur. Allah Kuran'da müşriklerin bu taleplerini bildirmiş ve aynı zamanda Peygamberimiz (sav)'e bu kişilere karşı nasıl davranması gerektiğini de vahyetmiştir:

 

"Eğer müşriklerden biri, senden 'eman (himaye) isterse', ona eman ver; öyle ki Allah'ın sözünü dinlemiş olsun, sonra onu 'güvenlik içinde olacağı yere ulaştır' Şu halde o (anlaşmalı olanlar), size karşı (doğru) bir tutum takındıkça, siz de onlara karşı doğru bir tutum takının. Şüphesiz Allah, muttaki olanları sever." (Tevbe Suresi, 6-7)

osmanlıdaki adalet Osmanlı’da din (İslâm) bir yandan halk arasında hâkim bir ideolojinin oluşmasını sağlarken diğer yandan da Müslüman olmayan başka dinlere mensup halk kendi inanç ve ibadetlerinde serbest bırakılmıştır. ‘II. Mehmet, 1453’te İstanbul’u fethettiği zaman, Kur'andan ayetler okuyarak, halkı İslâm’a davet ediyor ve İslâmiyet’in dinden döndürmek uğruna zulmetmeyi yasakladığını bildiriyordu. Müslüman halka, diğer dinlere inanlara ve özellikle kitap ehline hoşgörü ile yaklaşmalarını emrediyordu’.

 

Şüphesiz böyle bir dinî serbesti sadece İstanbul’daki gayr–i Müslimler için değil Osmanlı Devleti’nin hakimiyeti altında bulunan bütün memleketler için geçerliydi. Padişah fermanıyla, (ki bugünkü kanun hükmündedir) dinî hak ve özgürlükleri korunarak devlet güvencesi altına alınan bir başka grup ise Kudüs Ermenileri’dir. Gerçi, devletin her yerinde Osmanlı’nın aynı güvenceyi Müslüman ya da gayr-i Müslim bütün vatandaşlarına sağladığı bilinmektedir ancak bariz örnekler olarak yazılı vesikalar ile sabitlenmiş olan bu meseleyi de burada zikretmenin faydalı olacağı kanaatindeyim. Kudüs Ermeni Patrikhanesi Hazine-i Evrak’ından, Ermeni patriği Serkiz Karakoç tarafından aslı esas alınarak istinsah edilmiş olan 1517 tarihli bir belgede, Ermeni patriği Serkiz’in, diğer papazlarla birlikte Yavuz Sultan Selim’e gelerek eskiden beri tasarruflarında bulunan kilise ve ma’bedleri yine kendilerinin tasarruf etmesi, Hz. Ömer ve Selâhaddin Eyyubî’nin kendilerine verdiği ahidnameyi Yavuz’un da yenilemesini istedikleri anlaşılmaktadır. Bunun üzerine, “eskiden beri tasarruf yetkisine sahip Ermeni râhiplerin, Kamme, Hz. İsa’nın doğduğu Beytullahım mağarası, kuzeydeki kapının anahtarı, içerde kamame kapısındaki iki şamdan ve kandilleri, Büyük Kiliseleri, Mar-Yakub, Deyr’üz zeytun, Habs’ül Mesih kiliseleri, bunlara ait vakıflar, bağlar, bahçeler aynı dine mensup Habeş, Kıbtî ve Süryâni milletleri, bunların terekeleri ve benzeri hususlarda yine tasarrufa yetkili olduklarına karar verilmiştir. Bunlara kimse müdahele edemeyecektir

 

Hatta bununla da kalmayarak devlet İslamiyet’ten başka dinlere inananların şahsî haklarını kanunlarla da korumuştur. Kanun önünde hiçbir gruba iltimas geçilmemiş ve farklı etnik gruplara baskı uygulanmamıştır. Fatih Sultan Mehmet Galata zimmîlerine vermiş olduğu bir ahidname de özetle gayr-i Müslimlerin “ayin ve erkânlarını dinlerinin gerektirdiği gibi yapabilmeleri, malları, rızıkları, mülkleri ve ırzlarının devletin güvencesinde olduğu, Müslüman olmaları için hiç bir şekilde zorlanmamaları gerektiği gibi hükümleri içeriyordu Bu arada Osmanlı Devleti’nde de, diğer memleketlerde olduğu gibi, Sultan’ın geniş yetkiye sahip olduğunu ve buna dayanarak ölüm ile cezalandırmanın varolduğunu savunanlar Yavuz Sultan Selim ile Şeyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî arasında geçmiş olan diyalogdan herhalde habersizdirler. “Padişah ipek alım satımını yasaklamasına rağmen, bazı kimseler, emre muhalefet ederek ipek ticaretine devam etmişti. Bunun üzerine Yavuz Sultan Selim, bu kimseleri yakalatıp bağlatmış ve belki de bunların öldürülmelerini emretmişti. Bunu duyan Şeyhülislâm Zenbilli Ali Cemalî efendi ağır bir dille Sultanı eleştirerek suça göre ceza vermesi için onu uyarmış ve bu kimselerin katlinin caiz olmadığını belirtmişti”.[l] Demek ki, Osmanlı Devleti’nde Sultan her ne kadar bir takım yetkilere sahipse de gerçek bir adaletin sağlanması için onun kararlarının kontrol edilmesi ve gerekirse yargılanması dahi mümkündü. Osmanlı devleti, açıkça görüldüğü üzere, fertlerin hak ve hürriyetlerini koruyan ve adaleti şiar edinen gerçek bir hukuk devletiydi. Bu nedenledir ki Voltaire, Türklerin pek çok hasletlerini anlattıktan sonra Osmanlı Devleti’nden bahsederek “Türk devleti bir demokrasidir” demeyi ihmal etmez.[li]

 

bu nedenle GÖRMEK İSTEMEYEN GÖZ GÖRMEK İSTEMEZMİŞ derler buda çok doğru olsa gerek herkese saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu varlığa bizi gönderen Allah, bize göz vermiş. Bu gözümüzle bakarız ki, bu kâinat kimindir?.. İnsan bir eser görür de sormaz mı, "Bu eser kimin eseridir?" diyerekten? Elbette soracak...

 

--Kimin eseri?

 

--Filânın eseri...

 

--E, bu koskoca eser kimin eseri?

 

--Sahipsiz bu, tabiatın eseri...

 

Tabiatın eseri dersek bütün eserlerin de tabiatın olması lâzım. Şimdi, gökte uçan tayyarelere, o gökte duran Rus ve Amerikan füzelerine de tabiatın eseridir dersek, ne dersiniz bana?.. Hepinizin diyeceği:

 

ne yapıyorsun sen, şaşırdın mı? O filânların eserleri, bak ilimleri sayesinde bugün gökte duruyorlar."

 

İnsan eseri duruyor da, ona sahip buluyorsun da, bu koskoca kâinata bir sahip bulamıyorsun, olur mu hiç?.. İnsan bir kere kendini düşünse kâfi...

 

Şurada bir iddiamız var, oraya yaz da, şu kainatın sahibi konusunu aydınlatalım.

 

.... Bunun üzerine dağlara emreden Melek Peygamberimize seslenerek selâm verdi ve:

 

- «Sen ne dilersen emrine hazırım, eğer şu iki dağın Mekkeliler üzerine çökerek birbirine kavuşmasını ve müşrikleri tamamiyle ezmesini istersen onu da emret» dedi.

 

Peygamberimiz eğer isteseydi, kendisine acımasız bir şekilde saldıranlar ve O'nu kanlar içinde bırakanlar bir anda yok edilecekti. Fakat Peygamberimiz, çok üzüntülü olduğu durumda bile sevgi ve merhamet dolu kalbi onların cezalandırılmalarına razı olmamış ve Meleğe şöyle demişti:

 

- Hayır ben onu istemem, ben isterimki Allah, bu müşriklerin soyundan yalnız Allah'a ibadet eden ve Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayan insanlar meydana çıkarsın»

 

Çok Merhametliymiş hakkaten. Acaba dağları Mekkelilerin üstüne yıkmak istemediğinden mi kaynaklanmış, yoksa, "melek gördüm" diye sallamasından, böyle birşeyin gerçekleşmeyeceğini bilmesinden dolayı mı acaba? :unsure:

 

Asr-ı Saadet döneminin barış, huzur ve güvenlik içinde geçmesinin en önemli nedenlerinden biri, Kuran ahlakına uyan Peygamberimiz (sav)'in adaletli tutumudur.

 

Bu barış, huzur ve güvenlik içindeki dönemi bir de o zamanın Medine ve mücavir Yahudilerine soralım bakalım, ne diyecekler.

 

Osmanlı’da din (İslâm) bir yandan halk arasında hâkim bir ideolojinin oluşmasını sağlarken diğer yandan da Müslüman olmayan başka dinlere mensup halk kendi inanç ve ibadetlerinde serbest bırakılmıştır. ‘II. Mehmet, 1453’te İstanbul’u fethettiği zaman, Kur'andan ayetler okuyarak, halkı İslâm’a davet ediyor ve İslâmiyet’in dinden döndürmek uğruna zulmetmeyi yasakladığını bildiriyordu. Müslüman halka, diğer dinlere inanlara ve özellikle kitap ehline hoşgörü ile yaklaşmalarını emrediyordu’.

 

Osmanlı devleti, Orta Asya'daki Şamanist kültürün izlerini taşıyan bir devletti. Mesela Devlette kurumlaşma başlayıncaya kadar, yani İslam referans alınmaya başlanıncaya kadar, kölelik yoktur, harem yoktur. Ne zaman ki kurumlaşma ortaya çıkmaya başladı, devlet köle almaya (devşirme) harem kurmaya başladı. Ama halkın egemen kültürü şamanistlik olduğu için, kölecilik ve harem uygulaması hiçbirzaman halkın kültürü olmadı.

 

Osmanlı devleti din devleti olmadığı için, kimsenin diniyle imanıyla uğrağmadı, bu islamdan kaynaklanan bir hoşgörü değil, orta asyadan kalan bir kültürdür. katatkuta adlı arkadaşımızın başka bir başlıkta adını koyduğu gibi, şamanist Türklerin dini meselelere yaklaşımında hakim olan "bananeizm :)" yaklaşımıdır.

 

Öbür yandan Osmanlı devleti din devleti olmadığı için, hanedan insanların neye inandıklarıyla ilgilenmemiştir. Ne kadar ödedikleri ile ilgilenmiştir. Hatat cizye/haraç vergisinin azalmaması için, semitik dinlerin liderlerine kendi ümmetleri üstünde çok büyük yetkiler vererek din değiştirmeyi neredeyse imkansız hale getirmiştir. Bunun islamiyetin hoşgörüsü ile yakından uzaktan ilişkisi yoktur.

 

Osmanlı devleti din devleti olmadığı için, gerileme alametleri ortaya çıkıncaya kadar, insanları gaza getirme yolları aramaya başlayıncaya kadar, halifelik makamını da piyasaya sürmemiştir.

 

Saygılar, sevgiler.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili katakuta,

 

Derlediğin bilgiler için ellerine sağlık.

 

Şunu herkes, özellikle inananlar anlasınlar istiyoruz:

 

Biz dinsizler, kimsenin inancının BİREYSEL yönüne karışmayız. Kim neye inanırsa inansın. İster Allah'a inansın, ister Ra'ya, İster İsa'ya, İster Musa'ya, ister inek'e, ister sinek'e.

 

İnançların bizi ilgilendiren yönü, senin yukarıda örneklendirdiğin TOPLUMSAL yönüdür.

 

Bizim karşı çıktığımız şey;

 

Daha önce savaştıklarına dair bilgi bulunmamasına rağmen, Mekke ile Medine'yi birbirine düşüren anlayıştır.

Kardeşi kardeşle, babayı oğulla karşı karşıya getiren anlayıştır.

Hatice gibi ekonomik özgürlüğüne kavuşmuş bir kadın yetiştirebilen kültüre son verip, bir daha onun gibilerin ortaya çıkmasını önleyen anlayıştır.

Her türlü inancın serbestçe yaşanabildiği bir kültüre son verip, başkalarının inançlarına saygısız davranan, saygısız davranmakla kalmayıp onları inançalarından dolayı özel haraca bağlayıp cezalandıran anlayıştır.

 

Saygılar.

 

aman yarabbiiiiiii.gözlerim yaşardı.desene; hiçbir fikrim yok,amacım hz.muhammed'in kurduğu mualla düzene sataşmak.sana birşeyler derdim ama sonunda hiçbirşey diyememekten korkuyorum. :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

.....Genç bir müslüman kadın bazı alımlarda bulunmak üzere Benu Kaynukaa çarşısındaki bir kuyumcu dükkanına gitmişti.Buradaki yahudi delikanlılar ona laf atıp, örtüsünü açmasını alaylı bir biçimde söylediler; pek tabiidir ki bu müslüman sahabi hanım bunu reddetmiştir.Ancak o devirde pek yaygın bir eşek şakası yaptı ( bu arada hatırlatalım ki FİCAR( saygısızlık) savaşı adıyla anılan ve Ukaz da cereyan eden çatışmanın sebebi de aynı kötü hareket olmuştu)Bu sahabi hanımın hiç haberi olmaksızın bir iple elbisesinin yıtmacını sabit bir eşyaya bagladı.Hanım durumdan habersiz ayaga aniden kalkıp yürüyünce, kısmende olsa vucudu çıplak olarak ortaya çıktı.Hem utançtan hemde kızgınlıktan ,sahabi hanım acı çıglıklar atmaya başladı.Oradan geçmekte olan müslüman bir erkek yardımına koştu ve yapılan hakareti ögrenir ögrenmez bunu yapan kuyumcunun başını uçurdu.Orada bulunan yahudiler mukabelede gecikmeyip bu sahabiyi orada şehit ettiler.İşte bu olay, bir savaş ile sonuçlanmıştır.........................Tabi bu olayların önceside var ama konuyu açan arkadaş buraları yazmamış edense ............tabi hadiseler devam ediyor Rasulullah onları çıkarmadan önce şöyle söylüyor;( öncelikle onları İslama davet ediyor gebe ) Daha sonra onlara bu teklifini üçüncü kere tekrarladı ve sonunda.... '' Şunu bilesiniz ki yeryüzü ALLAH a ve onun RASÜLÜNE aittir; ben sizi bölgeden sürüp çıkarmak istiyorum; sizlerden kimin herhangi bir şeyi varsa onu'' SATSIN''; aksi halde bilesiniz ki yeryüzü ALLAH a ve onun RASÜLÜNE aittir''.....( sahih i buhari)..........şimdilik bu kadar yazıyorum ama konu ya devam ederiz ............karşı yorumlarınızı bekliyorum konu baya uzun olabilir......diger iddialar içinde yazıcaklarımız var .......

 

tabi şunu ekleyelim bu olayları siyaset ve yeni oluşmaya başlayan bir devletin , bir düşüncenin ,yaşam biçiminin yani bunları akılda tutmak iyi olur ....

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kuranı anlamak için alimlerin tefsirine bakmanız gerekir diye ısrarla çırpınan sizler değilmisiniz.

 

(sessizgece)Evet haklısın bizim anladığımızı sizin anlamadığınız konusunda sevgili arkadaşım,bahsi geçen konu ganimetle ilgili değildir evlilik hususu ile ilgilidir bilmiyorsunuz ve maalesef bilmediğinizide bilmiyorsunuz,Kuranı kerimi anlamak için onun sadece mealinden yararlanmaya kalkmanız sizi yanılgıya düşürür kuranı kerimi anlamak için birde tefsire bakmanızı öneririm

 

Bize bu asılsız yakıştırmayı yaparken bir kere bile olsun, bu konuda turan dursun,un tefsirine bakmanız lazım şeklinde bir söz duydunuz mu ?

 

.....Genç bir müslüman kadın bazı alımlarda bulunmak üzere Benu Kaynukaa çarşısındaki bir kuyumcu dükkanına gitmişti.Buradaki yahudi delikanlılar ona laf atıp, örtüsünü açmasını alaylı bir biçimde söylediler; pek tabiidir ki bu müslüman sahabi hanım bunu reddetmiştir.Ancak o devirde pek yaygın bir eşek şakası yaptı ( bu arada hatırlatalım ki FİCAR( saygısızlık) savaşı adıyla anılan ve Ukaz da cereyan eden çatışmanın sebebi de aynı kötü hareket olmuştu)Bu sahabi hanımın hiç haberi olmaksızın bir iple elbisesinin yıtmacını sabit bir eşyaya bagladı.Hanım durumdan habersiz ayaga aniden kalkıp yürüyünce, kısmende olsa vucudu çıplak olarak ortaya çıktı.Hem utançtan hemde kızgınlıktan ,sahabi hanım acı çıglıklar atmaya başladı.Oradan geçmekte olan müslüman bir erkek yardımına koştu ve yapılan hakareti ögrenir ögrenmez bunu yapan kuyumcunun başını uçurdu.Orada bulunan yahudiler mukabelede gecikmeyip bu sahabiyi orada şehit ettiler.İşte bu olay, bir savaş ile sonuçlanmıştır.........................Tabi bu olayların önceside var ama konuyu açan arkadaş buraları yazmamış edense ............tabi hadiseler devam ediyor Rasulullah onları çıkarmadan önce şöyle söylüyor;( öncelikle onları İslama davet ediyor gebe ) Daha sonra onlara bu teklifini üçüncü kere tekrarladı ve sonunda.... '' Şunu bilesiniz ki yeryüzü ALLAH a ve onun RASÜLÜNE aittir; ben sizi bölgeden sürüp çıkarmak istiyorum; sizlerden kimin herhangi bir şeyi varsa onu'' SATSIN''; aksi halde bilesiniz ki yeryüzü ALLAH a ve onun RASÜLÜNE aittir''.....( sahih i buhari)..........şimdilik bu kadar yazıyorum ama konu ya devam ederiz ............karşı yorumlarınızı bekliyorum konu baya uzun olabilir......diger iddialar içinde yazıcaklarımız var .......

 

Sonuç itibarıyla mekkeli putperstlerde suçlu olabilriler, medinedeki yahudilerde.Dolayısıyla olayı kan davasına döndürmeye, asıl suçlu kimdi diye dedektifliğe soyunmanın anlamı yok. Onların bazı konularda haksız olması muahmmed ve arkadaşlarının haklı olmasını gerektirmez

 

Tarihte nice halk kahramanları çıktı ve mevcut sisteme karşı mücadele verdiler.Eğer muhammed de Allah adına değilde kendi adına ortaya çıkarak mevcut sistemdeki yanlışlara karşı bir takım mücadele verse idi, iyi veya kötü, hiç bir sorun olmaz ve bizlerde bunları hala tartışıyor olmazdık. Böylece kedi zamanına ait bir halk kahramanı olarak tarihe geçerdi.

 

Bizler haksızlık kimden olursa olsun karşı geliriz ve reddederizi taraf tutmayız. Ancak müslümanlar bu konuda taraflı davranıyorlar.Muhammed ve arkadaşları için, kuranın allahtan olduğu yalanının arkasına sığınarak yapılan tüm haksızlıkları örtbas etmeye, haklı göstermeye çalışıyorlar. Mantık şu!

 

Allah hata yapmayacağına göre, muhammed de onun elçisi olduğuna göre, muhammed ve arkadaşlarının yaptığı her şey doğrudur.

 

İşte biz bu anlayışı eleştiriyoruz. Yapılan haksızlıkların Allaha yamanarak evrensel bir din haline getirilmesine itiraz ediyoruz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

aman yarabbiiiiiii.gözlerim yaşardı.desene; hiçbir fikrim yok,amacım hz.muhammed'in kurduğu mualla düzene sataşmak.sana birşeyler derdim ama sonunda hiçbirşey diyememekten korkuyorum. :D

 

Amacımız belli, insana sırf insan olduğu için değer verebilecek, insanları kimliklerine göre değil, eylemlerine göre değerlendirecek, insanların özgür iradeleriyle kendi kararlarını vermelerine olanak sağlayacak bir yaşam tarzı oluşturmak, bu yaşam tarzının oluşmasının önünde duran hurafelerin/ideolojilerin/saplantıların ipliğini pazara çıkarmak.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bu mantıkla gidersek, abbasileri, emevileri ve hatta muhammed ve arkadaşlarını da laik olarak tanımlamak mümkündür. Zira müslüman olmayanlardan, cizye adında kafa parası almak muhammedin başlattığı bir uygulamadır ve şu ayete dayanır

 

Osmanlı Devleti Laik Bir Devlet mi idi? Osmanlı devleti çok karmaşık bir yönetim geleneğine sahiptir arkadaşım... Ne laiktir, ne de laik değildir... Ne din devletidir, ne de din devleti değildir... Mesela Hukuk olarak Osmanlı Şer'i ve Örfi Hukuk uygulayarak hem dini hemde örfi bir sistem yaratmıştır, ancak şu da var ki, birçok imtiyaz verilmiş devlet, Osmanlı ülkesinde yaşayan kendi tüccarlarını falan, kendi hukuklarına göre yargılamışlardır. Yani Osmanlı ülkesinde, yabancı devletlerin Hukuk uygulamaları bile görülmüştür. Bu bir yana "Dini Temsilci" sıfatı olan "Halife" ünvanı, Yavuz Sultan Selim'le beraber alınmasına rağmen, Osmanlı devleti yıkılana kadar sadece İKİ KERE kullanılmıştır; ilk Kırım2ın kaybedilmesiyle yapılan anlaşmada, Kırım halkının, Osmanlı halifesine dini ve kültürel bağla bağlı olduğunu belirtmek için, ikincisi de Birinici Dünya savaşında "Cihat İlanı" için, ki bu ikincisinin işe yaramadığını biliyoruz... Yani "Din Devleti" olarak nitelediğimiz bir devlet, nedense o ünvanı sadece iki kere kullanmıştır... Başka bir açıda, şu ünlü "Vergi" meselesi... Osmanlı'yı "Yönetim Geleneği" açısından ele alacaksak eğer, Osmanlı "Vergilendirme" açısından "Şer'i" bir devlettir diyebiliriz, Hukuk olarak ele alacaksak eğer kesinlikle bir "Din Devleti Değildir". Fetih anlayışı açısından ele alacaksak, Osmanlı devletinin Fetih anlayışı, Türklerin "Dünya Hakimiyetinden" alır temelini... Bir genelde Osmanlının "Fetih" anlayışını "Cihat"a dayandırsakta, nedense Cihat yaptığını düşündüğünümüz bu devlet, 400yıl kadar hakimiyetinde bulundurduğu hıristiyan toplulukların dinlerine kesinlikle dokunmamıştır... Osmanlı Fetih geleneği bakımından, İslam'ın Cihat Anlayışı ile, Türklerin "Dünya Hakimiyeti" anlayışını sadece örtüştürmüşlerdir, Kesinlikle, İslam2ın öngördüğü halde bir Cihat anlayışı tam anlamıyla olmamıştır... Yani Osmanlı Fetih anlayışı yine Dini değildir... Yönetimsel olarak ta, Osmanlı'da En yüksek karar verme yetkisine Padişah sahiptir. Şeyh'ül-islam ne kadar dini yetkiye sahipsede, Yönetim Padişahta, Dini işler Şeyh,ül-islam'dadır... Yani bugünkü hali ile olmasada Laikliğin basit bir örneğidir. Aynı işleyiş Eski türk devletlerinde ve özellikle Selçuklularda da vardır... Osmanlı Padişahı "Halife" ünvanını taşımasına rağmen, Dini kararları "Şeyh,ül-islam"a bırakmıştır, ilginçtir... Ayrıca Laikliğin Tarihsel geçmişindeki manasını tam anlamıyla bugünkü manasını içereceğini düşünmek çok mantıksız... Eğer siz geçmişte "Laik1 bir yönetim arıyorsanız, o çağın düşünsel yetisine uygun bir Laik uygulama aramalısınız. Geçmişte, bugünkü anlamıyla Laik bir uygulamaya rastlamanız imkansızdır. O yüzden Eski Türk devletlerinin, Selçuklunun ve Osmanlının uygulamaları Laikliğin ilkel şekliyle uygulamalarıdır diyebiliriz. Ayrıca Laiklik "Fikri" olarak Avrupa temellidir, ancak geleneksel olarak daha önceki yönetimlerde görülmüştür. Buna en büyük örnek, sizin yukarıda "Laik olamayacağını" iddia ettiğiniz Hz. Muhammed'de görülmüştür... Hz. Muhammed'in kendisinin bizzat yazdırdığı 622 Medine Sözleşmesini kursanız "İlk İnsan hakları sözleşmesi" niteliğinde olduğunu ve uygulandığı döneme uygun bir Laik anlayışa sahip olduğunu görürsünüz...

Özetleyecek olursak Osmanlı her açıdan farklı farklı yönetim anlayışına sahip bir Devlet olmuştur... Farkı alanlarda, farklı uygulamaları olmuştur... Mesela bugün Ülkücüler Osmanlı devletini çok çok severler ve Komünist felsefeyi canları pahasına yadırgarken, ismini hatırlayamdığım bir Osmanlı Araştırmacısı Bilim adamı şu nu söylemiştir: "Biz komüzimi Rusya'da aradık, ancak Osmanlıyı anladıkça görüyorum ki asıl komünizm Osmanlıdaymış" burada komünizmi Rusya'nın uyguladığı komünizm olarak algılamamalıdır... yani Osmanlı devleti Ne Dini bir devlettir ne de Materyalist bir devlettir... ne Örfi bir devlettir ne Şer'i bir devlettir... ne laik bir devlettir ne da başka bişey... 600 yıllık Osmanlı devletinde, 600yıl içersinde bir çok ve farklı yönetim anlayışı ortaya konmuştur... Osmanlı tek bir açıdan ele alınamayacak kadar geniş ve ölçüsüzdür...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ARKADAŞIM ALLAH İNSANA DEĞER VERMİŞTİR ONA EN BÜYÜK NİMET OLAN AKLI VERMİŞTİR VE DEDİĞİN GİBİ İNSANLARI KİMLİKLERİNE GÖRE DEĞİL YAPTIKLARI EYLEMLERİNE GÖRE DEĞERLENDİRECEKTİR VE YİNE YAZDIĞIN GİBİ İNSANLARI KENDİ ÖZGÜR İRADELERİNE KENDİ KARARLARINI VEREBİLME YETENEĞİNİ VERMİŞTİR HİÇ BİR ŞEKİLDE ZORLAMAYA TABİİ TUTMAMIŞTIR VE İNSALARI BU ŞEKİLDE YERYÜZÜNE GÖNDERMİŞTİR.

 

Şurda zorlama yok değil mi sevgili kardeşim:

 

Bana inan, inanırsan cennet var.

Yada bana inanma, o zaman görürsün gününü, tattırırız sana cehennemi.

 

Ne kadar güzel seçenekler değil mi?

 

ŞUAN SINAVDAYIZ UZUN BİR SINAV BİZE GÖRE ORTALAMA 60 YIL DİYELİM ÖZGÜRCE YAŞAMAN İÇİN VERİLEN SÜRE BU SÜRE İÇERİSİNDE YAPTIKLARIN YAŞAMTARZIN İNANDIKLARIN YADA İNANMADIKLARIN HEPSİNİ BU ZAMAN ZARFINDAN SONRA GÖRBİLME İMKANI BULABİLECEKSİN İNSAN OĞLUNA DİN VERMİŞTİR PEYGAMBER VERMİŞTİR YAŞAM TARZI SUNMUŞTUR YARADAN GÜZEL OLAN SİZLER İÇİN HAYIRLI OLAN BUNLAR DEMİŞTİR YAZILI VE SÖZLÜ SINAVI BAŞLATMIŞTIR BU SINAV İÇİN KİTAP AÇMAK SERBEST DEMİŞ KOPYA ÇEKEBİLİRSİN HATTA SORULAR İÇİN VE YAŞAMTARZINI TATBİKİ İÇİNDE PEYGAMBERLER GÖNDERMİŞTİR. BU KADAR BASİT BİR SINAVI GEÇEMEMEK NE KADAR AKILLI BİR TUTUM OLUR BİLEMİYORUM ZATEN SINAVIN AMACIDA BU DEĞİLMİDİR HERKES SINAVI KAZANACAK VE GEÇECEK DİYE BİR ŞEY YOK GÜNLÜK HAYATTA DA BÖYLE DEĞİLMİ BU DA AYNI SINAV SONUNDA KİMİLERİ KAZANACAK KİMİLERİ KAYBEDECEK BU NEDENLE İNANAN VEYA İNANMAYAN DİNLİ YADA DİNSİZ BUNLARIN DÜNYADA VAR OLMASI ÇOK NORMAL VE DOĞALDIR. ZATEN KİMSE KİMSEYİ NE BİR İNANÇ SİSTEMİ İÇİNE NEDE BİR İNANÇSIZLIK SİSTEMİ İÇERİSİNE SOKAMAZ DİLESEYDİ YARADAN YAPARDI ZATEN O ZAMAN SINAVIN BİR ANLAMI KALIRMIYDI UYARICILAR KİTAPLAR VE BİR ÇOK DELİLLE İNSANLARA VAR OLDUĞUNU GÖSTERMİŞ KOLAYLIKLAR SUNMUŞTUR ŞİMDİ BİR ÖSS SINAVINA GİRSENİZ HANGİ KİTABİ SİZE AÇTIRIRLAR YADA HANGİ ÖĞRETMEN GELİP SORULARINIZA YARDIMCI OLUR? İNSAF BU KADAR KOLAYLIKTAN SONRA İNSANA NİMET OLARAK VERİLEN AKLIMIZI TEKRAR BİR KONTROL EDELİM NEDERSİNİZ.

 

Bak sevgili kardeşim,

 

ÖSS sınavı bir sınavdır. Bildiğimiz anlamda gerçek bir sınav. ÖSS Başkanını seviyorum desen de geçemeyeceğin bir sınav. Milli Eğitim Bakanına yalakalık yapsan da bu yalakalığın sana faydasının dokunmayacağı bir sınav.

 

Senin dininde bahsedilen sınav ise, sınav değil, tiyatrodur.

 

Hey millet gelin, cevap anahtarı elimde, hatta kopya dağıtan adam da burda. Kopya çekmesini bilmeyenlere nasıl kopya çekileceğini de öğretiyor. Ne güzel sınav değil mi?

 

Kolaycılık. Tembelliğe davetiye. Torpilcilik.

 

Sınav sahibine, ben seni seviyorum, tapıyorum dersen kalma ihtimali olmayan bir sınav.

 

Sınavı bu şekilde algılayan bir zihniyet, nasıl kolaycı olmaz ki, nasıl tembel olmaz ki, nasıl geri kalmaz ki?

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şurda zorlama yok değil mi sevgili kardeşim:

 

Bana inan, inanırsan cennet var.

Yada bana inanma, o zaman görürsün gününü, tattırırız sana cehennemi.

 

Ne kadar güzel seçenekler değil mi?

Bak sevgili kardeşim,

 

ÖSS sınavı bir sınavdır. Bildiğimiz anlamda gerçek bir sınav. ÖSS Başkanını seviyorum desen de geçemeyeceğin bir sınav. Milli Eğitim Bakanına yalakalık yapsan da bu yalakalığın sana faydasının dokunmayacağı bir sınav.

 

Senin dininde bahsedilen sınav ise, sınav değil, tiyatrodur.

 

Hey millet gelin, cevap anahtarı elimde, hatta kopya dağıtan adam da burda. Kopya çekmesini bilmeyenlere nasıl kopya çekileceğini de öğretiyor. Ne güzel sınav değil mi?

 

Kolaycılık. Tembelliğe davetiye. Torpilcilik.

 

Sınav sahibine, ben seni seviyorum, tapıyorum dersen kalma ihtimali olmayan bir sınav.

 

Sınavı bu şekilde algılayan bir zihniyet, nasıl kolaycı olmaz ki, nasıl tembel olmaz ki, nasıl geri kalmaz ki?

 

Saygılar.

 

Kardeşim, Sınavı Öss sınavı gibi bi sınav gibi anlamamalısın... Mesela şöyle düşün... Bir gemidesin ve gemi tek bir limandan çıkmış (Yaratılış), tek bir limana doğru gidiyor (Kıyamet). Sen o gemidesin... Sorun, her iki limanı, gemiyi, seni, üzerinde yol aldığın suyu, gördüğün gökyüzünü ve suyun bulunduğu yeri yaratana inanıp inanmadığın meselesidir, sorun; bu gerçekleri ne kadar anlamaya çalıştığının meselesidir... O sana diyo ki, "Ben seni yarattım ama sen Beni tanıyo musun?" yada daha açıkça söyleyeyim "Kendini Tanıyo musun?" diye soruyor... yada Yaratılışının amacını anlayabildin mi? diye soruyor... O gemide, o geminin yolculuğuna dair neleri anlamaya çalıştın? yada Yaratılışı ne ile açıkladın? Ne anlam verdin? Kur'an-da cehennem için bir sürü nitelemeler var, cennet içinde bir sürü nitelemeler var... Ancak şunu merak ediyorum, niçin Yunus Emre "Sen isteyene O'nu ver (Cenneti), bana Seni gerek Seni" demiş? Siz Allah'tan korkmayı, iktidar yada güç sahibi birinden korkmak gibi algıladıkça, anlayabildikleriniz, korkularınızdan öteye geçemez... Dünyadaki sınav, senin Allah'a karşı olan sınavın değil, senin kendine karşı olan sınavındır... Şeytan'ın işlediği tek bir Günah vardır; Kibir... ve öyledir ki Kibir işlenmiş ilk günahıtr... diğer en büyük günah Şirktir... Kibirin karşıtı, benliğin kırılabilmesidir... Şirk'in karşıtıda Benliğin kırılabilmesidir... Yani dünyada insanın tek bir kavgası var, o da "Benliğini" aşıp aşamadığındır... Sınav budur... yoksa oruç tutman, hacca gitmen, Allah'a inanıp inanmaman sorun değildir Allah için... Cennet ve cehennme hakkındaki belirtilenlerde sadece nitelemedirler... Tabi umursamayanlar için... Derdi "Allah'a ulaşmak" olan yada daha öz bir ifade ile, derdi "Benliğini aşmak" olan hiç kimse Cehennem yada Cennet kaygısı ile yaşamamaktadır... sınav anladığınız manada bir sınav değildir, anlayamadığınız başka bir mansı vardır...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

..............34- Ey iman edenler, şurası bir gerçektir ki, yahudi hahamları ile hıristiyan rahiplerinin bir çoğu insanların mallarını haksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Bir de altın ve gümüşü biriktirip, onları Allah yolunda sarfetmeyenleri bu yüzden acıklı bir azap ile müjdele!

..................Yahudi hahamları ile hıristiyan rahipleri Mukaddes kitaplarındaki ayetleri dünya menfaati karşılıgında ya degiştiriyorlar veya hükmünü menfaatleri dogrultusunda yorumluyorlardı.Özellikle Hz. Muhammed in peygamberligi ile ilgili ayetleri tahrif ettiler......İŞTE YUKARIDAKİ AYET e onların bu çirkin işlerine işaret edilmektedir...................AYETİN BİR DE ALTIN VE GÜMÜŞÜ ........diye devam eden kısmı ise......Ayrıca altın ve gümüşü veya nakit parayı yada malı biriktiripte ZEKAT ını vermeyen, hayırlı ve yararlı işlerde kullanmayanların ahirette şiddetli azap ile ceza göreceklerini de haber vermektedir.......................35. ayetlerde müjdelenen azabın cehennemdeki tasviridir.....şimdi senin mantıgına göre o zamanda putperestlerin tamamı fakir insanlardı ............ayetlere boru mantıgı ile bakmasan daha iyi olur ..................YERYÜZÜ ALLAHI n ve RASÜLÜNÜNDÜR...........TABİKİ BİZ BÖYLE İNANIYORUZ, SİZ FARKLI İNANMA HAKKINA SAHİPSİNİZ......AMA O İFADELERİ ( KESİNLİKLE O na ve RASÜLÜNE aittir) birde siyasi kültürel bir sistemin meydan okuması gibi de degerlendirmen lazım.....

 

MUHAMMED (sav) bu davayı kendi adına başlatmadı, başlatamazdıda .Bu davanın sahibi ALLAH ın (cc) bizzat kendisidir.......bu kimi zaman Ademdi bir zamanlar Nuhdu,Musaydı,isaydı ama tek sahibi ALLAH dı...........

 

Tevbe 29- Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseleri alçalmış oldukları halde elden cizye verecekleri hale gelinceye kadar öldürün................bu ayetin sonunda sen ''' öldürün''' yazmışsın , bu senden mi kaynaklanıyor, yoksa elindeki meal yada tefsirden mi.................dogrusu,''' savaşın ''' olacaktır..........cizye meselesini neden sorun yaptınız aslında tam anlamış degilim, Gayrı müslimlerden alınmasından dolayımı ,yoksa böyle bir şeyin olamıyacagından hareketlemi .....mesela ; Ömer döneminde Suriyedeki bazı kabileler cizye vermeyi reddetmişlerdir; gerekçe ise cizye yi aşalayıcı bulmalarıdır.Bunun üzerine Hz. Ömer onların cizye yerine zekat vermelerini emretmiştir.yani bu gibi konular her zaman için içtihata açıktır , zamanın degişen koşullarında degişik uygulamaları olabilir ( şunu hatırlatalım cizye vergisinin oranı genelde hep zekattan daha aşagı oranlarda tulmuştur yada çalışılmıştır...yani biri kalbi, ibadeti ilgilendirir, digeri ise tamamendünyevidir.) ..........yani şimdi modern devletin uygulamış oldugu vergi sistemini düşünün.....

 

Osmanlı laik miyidi diye bir soruda olamaz. laiklik o zamanların bir kavramı ve algılayışı degildir...helede İslam kültür ve medeniyetinin çıkarımı hiç degildir....Laiklik batılı bir kavram ve zihni durumudur, bunu irdelemek için Avrupa kültürünü incelemek daha iyi olur....Osmanlının ( vede İslam kültürünün) bütün inaçlara saygılı ve hoşgörülü olması ise inandıgı Kitap'dan kaynaklanır.İki büyük medeniyetin bir takım noktalarda buluşması bence insanoglunun aynı şeyleri isteme ve ortaya çıkarma kabiliyetidir.......Kur'an ibadet hürriyetini açık bir biçimde garanti altına almakta, Müslümanlardan Ehl-i Kitap'ın ibadetlerini engellemek bir yana dursun, putpereslerin tapındıkları putlara bile sövüp saymamalarını istemektedir.Kur'an Musevi ve hıristiyan ve diger ibadet yerlerine sadece musamaha edilmesini degil, onların korunmasını ve savunulmasınıda ister.....Tabi dünya bizim anladıgımız mana da bir gül bahçesi degil .Uygulamalarda hata yapılmamış mı? Tabiki yapılmış ama bu Kur'an dan kaynaklanan degil ona inananlarda kaynaklanmıştır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Tevbe 29- Kendilerine kitap verilenlerden oldukları halde Allah'a, ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulünün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini din edinmeyen kimseleri alçalmış oldukları halde elden cizye verecekleri hale gelinceye kadar öldürün................bu ayetin sonunda sen ''' öldürün''' yazmışsın , bu senden mi kaynaklanıyor, yoksa elindeki meal yada tefsirden mi.................dogrusu,''' savaşın ''' olacaktır..........cizye meselesini neden sorun yaptınız aslında tam anlamış degilim, Gayrı müslimlerden alınmasından dolayımı ,yoksa böyle bir şeyin olamıyacagından hareketlemi .....mesela ; Ömer döneminde Suriyedeki bazı kabileler cizye vermeyi reddetmişlerdir; gerekçe ise cizye yi aşalayıcı bulmalarıdır.Bunun üzerine Hz. Ömer onların cizye yerine zekat vermelerini emretmiştir.yani bu gibi konular her zaman için içtihata açıktır , zamanın degişen koşullarında degişik uygulamaları olabilir ( şunu hatırlatalım cizye vergisinin oranı genelde hep zekattan daha aşagı oranlarda tulmuştur yada çalışılmıştır...yani biri kalbi, ibadeti ilgilendirir, digeri ise tamamendünyevidir.) ..........yani şimdi modern devletin uygulamış oldugu vergi sistemini düşünün.....

 

Bu foruma her gelen kişilere arapça dersi vermek zorunda olmadığımı hatırlatırım. Bu konu burda kaç defa tartışıldı.Arapça biliyor olsa idiniz böyle bir soru sormazdınız.Benim verdiğim şekli doğrudur.Mealciler makyajcıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

bu şekildemi devam edicez ....şimdi elimde ki 8 adet meal i bir kenara bırakıp senin dedigine mi inanalım...

 

Kardeşim, söyliye söyliye dilimizde tüy bitti.Sizin o çoook güvendiğiniz mealciler zaten kuranı, nasreddin hocanın kuşuna çevirmişler. Onlar zaten bu tür makyajları yapmasa kimse kolay kolay müslüman kalamaz.Kuranın onlarca ayette apaçık katliam emrettiği anlaşılmasın diye yumuşatmışlar.

 

Katil ne anlama gelir ? öldüren değilmi ? Zaten türkçenin % 40 ı arapça kökenlidir

 

Tevbe 29. Katilü llezıne la yü'minune billahi ve la bil yevmil ahıri ve la yühürrimune ma harremallahü ve rasulühu ve la yedınune dınel hakkı minellezıne utül kitübe hatta yu'tul cizyete ay yediv vehüm sağırun

 

Tevbe/29- Kendilerine kitap verilenlerden, Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resûlü’nün haram kıldığını haram tanımayan ve hak dini (İslam'ı) din edinmeyenleri, küçük düşürülüp cizyeyi kendi elleriyle verinceye kadar öldürün

 

 

 

 

Nisa 74. Fel yükatil fı sebılillahillezıne yeşrunel hayated dünya bil ahırah ve men yükatil fı sebılillahi fe yuktel ev yağlib fe sevfe nü'tıhi ecran azıyma

 

Nisa 74 O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda öldürsün. Kim Allah yolunda öldürür, öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükafat vereceğiz

 

 

 

 

Nisa 84. Fe katil fı sebılillah la tükellefü illa nefseke ve harridıl mü'minınv asellahü ey yeküffe be'sellezıne keferu vallahü eşddü be'sev ve eşeddü tenkıla

 

Nisa 84- Allah yolunda öldür! Sen ancak kendi yaptığından sorumlusun. Müminleri kışkırt. Umulur ki, Allah kâfirlerin gücünü kırar. Hiç şüphesiz ki Allah kuvvet ve kudretçe çok daha güçlü, ve cezası daha çetindir.

 

 

 

Tevbe 111. İnnellaheştera minel mü'minıne enfüshehüm ve emvalehüm bi enne lehümül cenneh yükatilune fı sebılillahi fe yaktülune ve yuktelune va'den aleyhi hakkan fit tevrati vel incıli vel kur'an ve men evfa bi ahdihı festebşiru bi bey'ıkümlezı bay'tüm bih ve zalike hümvel fevzül azıym

 

Tevbe Tevbe 111 Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında Allah yolunda katliam yapmak üzere satın almıştır. Çünkü , öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Kardeşim, Sınavı Öss sınavı gibi bi sınav gibi anlamamalısın... Mesela şöyle düşün... Bir gemidesin ve gemi tek bir limandan çıkmış (Yaratılış), tek bir limana doğru gidiyor (Kıyamet). Sen o gemidesin... Sorun, her iki limanı, gemiyi, seni, üzerinde yol aldığın suyu, gördüğün gökyüzünü ve suyun bulunduğu yeri yaratana inanıp inanmadığın meselesidir, sorun; bu gerçekleri ne kadar anlamaya çalıştığının meselesidir... O sana diyo ki, "Ben seni yarattım ama sen Beni tanıyo musun?" yada daha açıkça söyleyeyim "Kendini Tanıyo musun?" diye soruyor... yada Yaratılışının amacını anlayabildin mi? diye soruyor... O gemide, o geminin yolculuğuna dair neleri anlamaya çalıştın? yada Yaratılışı ne ile açıkladın? Ne anlam verdin? Kur'an-da cehennem için bir sürü nitelemeler var, cennet içinde bir sürü nitelemeler var... Ancak şunu merak ediyorum, niçin Yunus Emre "Sen isteyene O'nu ver (Cenneti), bana Seni gerek Seni" demiş? Siz Allah'tan korkmayı, iktidar yada güç sahibi birinden korkmak gibi algıladıkça, anlayabildikleriniz, korkularınızdan öteye geçemez... Dünyadaki sınav, senin Allah'a karşı olan sınavın değil, senin kendine karşı olan sınavındır... Şeytan'ın işlediği tek bir Günah vardır; Kibir... ve öyledir ki Kibir işlenmiş ilk günahıtr... diğer en büyük günah Şirktir... Kibirin karşıtı, benliğin kırılabilmesidir... Şirk'in karşıtıda Benliğin kırılabilmesidir... Yani dünyada insanın tek bir kavgası var, o da "Benliğini" aşıp aşamadığındır... Sınav budur... yoksa oruç tutman, hacca gitmen, Allah'a inanıp inanmaman sorun değildir Allah için... Cennet ve cehennme hakkındaki belirtilenlerde sadece nitelemedirler... Tabi umursamayanlar için... Derdi "Allah'a ulaşmak" olan yada daha öz bir ifade ile, derdi "Benliğini aşmak" olan hiç kimse Cehennem yada Cennet kaygısı ile yaşamamaktadır... sınav anladığınız manada bir sınav değildir, anlayamadığınız başka bir mansı vardır...

 

İslam böyle demiyor, ana probklem bana inanıp inanmaman diyor.

 

Biz de diyoruz ki ana problem, inanın karakterindeki kötülüklerden arınmasıdır. Bunu dinle yapar, ateizmle yapar, budizmle yapar, humanizmle yapar, sosyalizmle yapar, burası önemli değildir diyoruz.

 

(diğer altı çizili yer) Gerçekleri anlamaya çalışma işine bilim deniyor, din değil.

 

İnsan, kendini (biyoloji, tıp, psikoloji, vs.), çevresini (fizik, matematik, coğrafya, jeoloji, astronomi, vs.) insanlararası ilişkileri (sosyoloji, filozofi, vs) anlamaya çalışıyor, yani varlığını, çevresinin varlığını, varlığının sebebini araştırıyor zaten. Buna bilim deniyor.

 

Saygılar.

 

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İslam böyle demiyor, ana probklem bana inanıp inanmaman diyor.

 

Biz de diyoruz ki ana problem, inanın karakterindeki kötülüklerden arınmasıdır. Bunu dinle yapar, ateizmle yapar, budizmle yapar, humanizmle yapar, sosyalizmle yapar, burası önemli değildir diyoruz.

 

(diğer altı çizili yer) Gerçekleri anlamaya çalışma işine bilim deniyor, din değil.

 

İnsan, kendini (biyoloji, tıp, psikoloji, vs.), çevresini (fizik, matematik, coğrafya, jeoloji, astronomi, vs.) insanlararası ilişkileri (sosyoloji, filozofi, vs) anlamaya çalışıyor, yani varlığını, çevresinin varlığını, varlığının sebebini araştırıyor zaten. Buna bilim deniyor.

 

Saygılar.

 

 

Saygılar.

 

Arkadaşım bilimin yaptığı kendini arama işi sadece maddesel bir tanımlama... kimya mı bulduruyo sana kendini, biyoloji mi? felsefe yada psikoloji mi? komik yaa... ben ruhsal bir konudan bahsediyorum... sen dini korkulan bir yaratıcının insanı tehdit etmesi olarak algılıyosan, bu düşündüklerinden farklı bişey bilmemen son derece normal, ancak doğu mistisizmine bir bakın bakalım yada islam tasavvufuna bir bakın bakalım ne görüceksiniz... hiç bir bilim dalı bu şekilde ruhsal bir arınma sağlayamaz... hatta batının felsefe anlayışı bile çok basit bir "hayatı anlama" çabasında başka bişey değildir... Gerçekleri anlama çabasını bilim başka açıdan ele alır, din başka açıdan ele alır... benim söylediklerimi anlamamanızı son derece normal görüyorum...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.