Φ akıncı Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 15 Ekim , 2006 9-Dünyanın Yuvarlaklığı: “Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor...” (Zümer Suresi, 5) Kuran'ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette "sarıp örter" olarak tercüme edilen Arapça kelime "yukevviru"dir. Bu kelimenin Türkçe karşılığı, "yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak"tır. (Örneğin Arapça sözlüklerde "başa sarık sarma" gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır.) Ayette, gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri (tekvir etmeleri) konusunda verilen bilgi, aynı zamanda Dünya'nın biçimi konusunda kesin bir bilgi içermektedir. Ancak ve ancak Dünya'nın yuvarlak olması durumunda bu ayette ifade edilen fiil gerçekleşebilir. Yani 7. yüzyılda indirilen Kuran'da Dünya'nın yuvarlak olduğuna işaret edilmiştir. “Bundan sonra da yeryüzünü döşedi.” (Naziat 30) Müfessirler, bu âyetteki “dehâ” lâfzının (Allah yeri yerleşime uygun hâle getirdi) anlamına geldiğini bildirmişlerdir. Nitekim başta Beydavi (Hicri 7.asır)olduğu halde müfessirler de buna ve yerin bu yuvarlaklığına işaret etmişlerdir. “Dehâ” kelimesi dünyanın oval olduğunu göstermektedir. Ahterî sözlüğünün müellifi Mustafa bin Şemseddin der ki: “Dahy, bir nesneyi yayıp döşemek, Naziat suresinin 30. âyeti olan (Hakkın Vel arda ba'de zâlike dehahâ) kavli de bundandır ki döşeyip yaydı demektir. Deve kuşunun yumurtladığı yer de, Medha-n neâme dir. Mustafa bin Şemsettin dünyânın bir deve kuşu yumurtası gibi oval olduğunu bildirmiştir. Bunu üç asır önce açıklamıştır. Bu manâya göre âyet-i kerîmenin meali şöyle oluyor: “Cenâb-ı Hak, göklerin kuruluşundan ve tanziminden sonra da yeri bir deve kuşu yumurtası haline yani oval şekle getirdi.” (H.B.Ç.) 10-Parmak İzi “Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.” (Kıyamet 4) Ayette parmak uçlarının vurgulanması, son derece hikmetlidir. Çünkü parmak izindeki şekiller ve detaylar, tamamen kişiye özeldir. Şu an dünya üzerinde yaşayan ve tarih boyunca yaşamış olan tüm insanların parmak izleri birbirinden farklıdır. Dahası, aynı DNA dizilimine sahip tek yumurta ikizleri dahi farklı parmak izine sahiptirler. Parmak izi doğumdan önce cenin üzerinde son şeklini alır ve kalıcı yara olması dışında ömür boyu sabit kalır. İşte bu nedenle parmak izi, herkese özel çok önemli bir "kimlik kartı" sayılmakta ve parmak izi bilimi ise insanlar tarafından bilinen tek değişmez ve yanılmaz kimlik tespit yöntemi olarak kullanılmaktadır. Ancak önemli olan, parmak izinin özelliğinin ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiş olmasıdır. Ondan önce, insanlar parmak izini hiçbir özelliği ve anlamı olmayan çizgiler olarak görmüştür. Fakat Kuran'da, o dönemde kimsenin dikkatini dahi çekmeyen parmak izleri vurgulanmakta ve bu izlerin ancak çağımızda fark edilen önemine dikkat çekilmektedir. 11-Dağların Depreme Engel Oluşu “Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yarattık, rahat gidebilsinler diye dağların aralarında geniş yollar var ettik.” (Enbiya 31) Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kuran'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi. Ancak bilim adamları dağların sadece yüzey yükseltileri olmadıklarını, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10-15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını fark ettiler. Bu özellikleriyle dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahiptir. Örneğin zirvesi yeryüzünden yaklaşık 9 km yukarıda olan Everest Dağı'nın 125 km'den fazla kökü vardır. 12-Güneşi Doğuş ve Batış Yerlerinin Farklı Olması “Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz”. (Mearic Suresi, 40) Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi doğu ve batı kelimeleri çoğul olarak kullanılmışlardır. Örneğin ilk ayette kullanılan "meşarik" kelimesi doğu için, "meğarib" kelimesi de batı için ikiden fazla olduklarını ifade eden çoğul kullanım şekilleridir. Bilindiği gibi Dünya'nın kendi etrafında dönüş ekseni (ekliptik ekseni) 230 27'lık bir eğikliğe sahiptir. Bu eğiklik ve Dünya'nın küresel şekli sebebiyle, güneş ışınları yeryüzüne her zaman aynı açıyla düşmez. Bu nedenle Güneş doğuda farklı noktalarda doğar, batıda da farklı noktalarda batar. Yukarıdaki ayetlerde geçen doğu ve batı ile ilgili ifadeler de, Güneş'in farklı noktalardan doğup, farklı noktalardan battığına işaret etmesi bakımından son derece hikmetlidir. 13-Karaların Çevresinde Eksilmesi “Onlar görmüyorlar mı ki, gerçekten Biz arza geliyor ve onu çevresinden eksiltiyoruz...”(Rad Suresi, 41) “... Fakat şimdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı?...” (Enbiya Suresi, 44) Dünya Güneş'ten gelen proton, elektron ve alfa parçacıklarının akınıyla bombardımana uğrar. Bu solar rüzgarlar (Güneş rüzgarları) atmosferi Dünya'dan ayıracak kadar güçlüdür. Fakat atmosferin tükenmesi, Dünya'nın şu anki madde kaybına uğrama oranı ile (saniyede en fazla 3 kg), Güneş'in toplam ömrünün 5 katı kadar bir süre alacaktır.34 Çünkü Dünya, atmosferindeki manyetosfer tabakasının oluşturduğu güçlü manyetik alan sayesinde, bu kuvvetli erozyonlardan bir ölçüde korunmuş olur. Dünya'nın İyonosfer tabakasının üstünden uzayın derinliklerine doğru dağılan iyon kaybı -oksijen, helyum ve hidrojen-, Dünya'yı çevreleyen uçsuz bucaksız hava tabakasıyla kıyaslandığında çok küçük boyutlardadır. Fakat uzaya sürüklenen miktar yine de önemli ölçülerdedir. Araştırmacılar Güneş'teki enerji patlamalarının, Dünya atmosferinin dış tabakasından oksijen ve diğer gazların uzaya yayılmasına sebep olduğuna dair ilk somut delilleri, NASA'nın uzay araçları sayesinde elde ettiler. Böylece bilim adamları Dünya'nın dış katmanlarından madde kaybına uğradığını, ilk defa 24-25 Eylül 1998 tarihlerinde görmüş oldular. Yukarıdaki ayetler, bir başka yönden de yeryüzündeki karaların azalmasına bakabilir. Günümüzde kutuplardaki buz tabakaları erimekte ve okyanuslardaki deniz suyu seviyesi yükselmektedir. Artan su miktarı da daha fazla karayı kaplamaktadır. Deniz kıyıları sular altında kaldıkça, yeryüzünün toplam yüzölçümü veya kara miktarı da azalmaktadır. Yukarıdaki ayetlerde geçen "onu çevresinden eksiltiyoruz" ve "etrafından eksiltmekte olduğumuz" ifadelerinin de, deniz kıyılarının sularla kaplanmasına işaret ediyor olması muhtemeldir. Yukarıdaki ayetler, bir başka yönden de yeryüzündeki karaların azalmasına bakabilir. 14- Yükseklik Arttıkça Göğsün Daralması “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (Enam Suresi, 125) İnsan yaşayabilmek için oksijen ve hava basıncına ihtiyaç duyar. Soluk almamız ise havadaki oksijenin, akciğerlerimizdeki hava keseciklerine girmesiyle mümkün olur. Ancak yükseklere çıktıkça, Dünya'nın atmosferi inceldiği için atmosfer basıncı, dolayısıyla da kan dolaşımına giren oksijen miktarı düşer. Bunun sonucunda nefes almak zorlaşır. Akciğerin hava kesecikleri daralıp büzülürken, göğüste boğuluyormuş ve nefes alamıyormuş gibi bir his oluşur. 15-Aşılayıcı Rüzgarlar “Biz rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirip sizi onunla suladık. O suyu hazinelerde tutan da siz değilsiniz.” (Hicr Suresi, 22) Ayette rüzgârların aşılayıcı yönüyle ilgili haber verilen diğer bir bilgi de, rüzgârların bitkilerin döllenmesindeki rolüdür. Yeryüzündeki pek çok bitki, türünün devamını polenlerini rüzgâr vasıtasıyla dağıtarak sağlar. Birçok açık tohumlu bitki, çam ağaçları, palmiye ve benzeri ağaçlar, ayrıca çiçek veren tüm tohumlu bitkiler ile çimensi otların tamamı rüzgârlarla döllenirler. Rüzgâr, çiçek tozlarını bitkilerden alıp, aynı türden diğer bitkilere taşıyarak döllenmeyi gerçekleştirir. Rüzgârın bitkiler üzerinde nasıl bir aşılama yapabileceği yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Ancak bitkilerin de erkek ve dişi olmak üzere cinsiyet farkı olduğunun anlaşılması üzerine, rüzgârların böyle bir aşılayıcı etkisi olduğu anlaşıldı. Yukarıda açıklaması yapılan ayetleri bundan 1500 sene önce yaşamış olan Hz. Muhammed'in (a.s.) bilmesi mümkün müdür? Bunun cevabı mü'minler için kolaydır ama kafirlerin yapacak pek fazla açıklaması olmasa gerek. Sonuç:Kur'an Kerim yüce Allah tarafından kulu Hz. Muhammed'e vahyedilen bir kitaptır, kafirler istemese de, kabul etmese de. Kaynak: 1-Kur’anı Kerim ve Meali 2-İslama İtirazlar ve Kurandan Cevaplar, Prof. Dr. S. Ateş 3-Şifa-ı Şerif, Kadı Iyaz 4-.... Alıntı
Φ lioncub Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2006 "Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık. " Enam 6:126 "Dinlerini oyun ve eğlence edinenleri ve dünya hayatı kendilerini aldatmış olanları bırak. Hiç kimsenin kazandığı yüzünden mahrumiyete sürüklenmemesi için Kur'an ile öğüt ver. Yoksa ona Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. İşte onlar kazandıkları yüzünden helake sürüklenmiş kimselerdir. Küfre saplanıp kalmalarından dolayı onlara çılgınca kaynamış bir içecek ve elem dolu bir azap vardır. " Enam 6:70 Allah'in selami ve rahmeti ogut almak isteyenlerin uzerine olsun, cenk Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 28 Ekim , 2006 Kaynak: 1-Kur’anı Kerim ve Meali 2-İslama İtirazlar ve Kurandan Cevaplar, Prof. Dr. S. Ateş 3-Şifa-ı Şerif, Kadı Iyaz 4-.... Sayın akıncı ; Sizi tebrik ediyorum.Kafirlerin suratına şamar olacak çok güzel üç bölümlük bir yazı dizisi hazırlamışsınız... Üstelik bu yazınızı yazarken yararlandığınız kaynakları vermiş olmanız çok etik ve dürüst bir davranış... Yazınızı hazırlarken bu kaynakları tek tek okuyup üzerinde düşünerek oldukca çok emek harcadığınız ve derin bir bilgi birirkiminiz olduğu hemen göze çarpıyor...sizi kutluyorum... Ancak kayaklarınızdan (4-). nün neden (....) bırakıldığını merak ediyorum.... lütfen bizleri 4. kaynağınızla ilgli olarak bilgilendirirmisiniz... saygılar efendim... Alıntı
Φ akıncı Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 :-) Son bölümde bir siteden alıntılar yaptım daha önce bir başka konuda bir siteyi kaynak gösyerdiğim için ikaz gelmişti. Kırmızı kart yemek istemedim. Baki selam Alıntı
Φ abdllhgcck Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2006 akıncı kardeşim seni kutluyorum böyle paylaşımlara çok ihtiyacı var bu forumun... Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 (...) daha önce bir başka konuda bir siteyi kaynak gösterdiğim için ikaz gelmişti. Bence pek AÇIK SÖZLÜ davranmıyorsunuz.? Oysa yazılarını bize üç bölümde bire bir aktardığınız "Rıza GÖRÜŞ", alıntı yaptığınız o sitede kaynaklarını şu şekilde açıklıyor... ****************************************************************** Kaynak: 1-Kur'anı Kerim ve Meali 2-İslama İtirazlar ve Kurandan Cevaplar, Prof. Dr. S. Ateş 3-Şifa-ı Şerif, Kadı Iyaz 4-H.Yahya siteleri ****************************************************************** Bence siz oradan aldığınız bu yazıda " (4-). yü (....) " bırakmanızın nedeni (4-H.Yahya siteleri ) yazıyor olması... -Yukarıda ben siteyi kaynak gösterdim... Eğer Savunmanızda dediğiniz gibi "uyarı almamak" gerekceniz doğruysa benim yazdıklarımı da silip,benide uyarmaları gerekiyor... Bakalım bekleyip göreceğiz.? Alıntı
Φ akıncı Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2006 Gecekuşu; itham etmeden önce iyi düşünmeniz gerekmezmiydi, kendi hazırladığım sitede kaynak göstermeme kim mani olabilir ki? Bu yazıları kendi hazırladığım siteden alıntı yaptım ve orada 4.kaynağın ne olduğu yazdım ama yukarıda da ifade ettiğim gibi daha önce ikaz geldiği için burada yazmadım eğer dediğiniz gerekçe olsaydı kendi sitemde de kaynak belirtmezdim. Size ikaz gelip gelmemesi ise admini ilgilendiren bir meseledir. Alıntı
Misafir Evren. Gönderi tarihi: 2 Haziran , 2007 Gönderi tarihi: 2 Haziran , 2007 Gecekuşu; itham etmeden önce iyi düşünmeniz gerekmezmiydi, kendi hazırladığım sitede kaynak göstermeme kim mani olabilir ki? Bu yazıları kendi hazırladığım siteden alıntı yaptım ve orada 4.kaynağın ne olduğu yazdım ama yukarıda da ifade ettiğim gibi daha önce ikaz geldiği için burada yazmadım eğer dediğiniz gerekçe olsaydı kendi sitemde de kaynak belirtmezdim. Size ikaz gelip gelmemesi ise admini ilgilendiren bir meseledir. ----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- Selam. Kardesler, eger kaynaklari cogaltirsaniz, isin icerisinen cikamazsiniz. Okyanus olam Kuranin yaninda, okyanusa dokulan, nehir ve irmaklarin, tartismasini yapiyorsunuz.? El Alim olan Allahin Kitabi kurani nin yani sira illada baska kitablari kaynak gostermekmi gerek. Kim olursa olsun, El Alim Olan Allahtan baska Hic kimse Onun bildigini, yani el Aalim olan Allahin bildigini bilemez. Ancak Allahin bilmek istedigi kadarini bilir. Her insan Kurana bakiyor,ne anliyorsa onu yazmasi gerekirken, ne anlamak istiyorsa, onu yazarsa. bu yaklasim tarafsiz bir yaklasim degil, heva ve hevestir. Birakin simdi kaynak tartismasinida, Tek kaynaga yonelin, anladiginiz lisanda son mesaji okuyunki, anlaya bilesiniz. o zaman ne oluyor, kaynak tek oluyor, herkes kendi anladigina gore yasiyor, farkli dusunsede onemli degil, bu zenginlik oluyor. Bilincli bir toplum olusuyor. Vahiyle bilinclenen toplumda, kesin gerceklere ulasiyor. ama herkes baskalarinin yaptigi yorumlari, esas olarak kabul ederse, o zaman soyle bir durum ortaya cikiyor.Vahye degil, yorumlara sarilmak, Evet yorumlar hic bir zaman vahiy degil, vahye bakanin ondan ne anladigidir. o anlayanin anladigi sey uzerinde hareket etmesi gerekir. Zaaten hic bir anlayan, hic bir kisiye bu benim anladigim buna itaat etmek zorundasin dememistir, deme hakkinada saahip degildir. eger oyle derse, haddi asmis tugyanlasmis, kendisini,kendisini mustagni gormus olur, Mustagni ne demek? kendisini yeterli gormek, otorite gormek demek. Oysa, Dunyada Ve Ahirette, Tek otorite Allahtir. Bizlere dusen Allahin otoritesine boyun egip teslim olmaktir. Iste o yuzden Muslumana teslim olan deniliyor, anlamida bu dur. Bir insan Yer yuzunde Hangi sistemi yasam bicimi yapmissa, ona teslim olmus demektir, Bunu Icinden gelerek , ozumseyerek yaparsa. O sistemin muslumani olmus olur, yani o sistemin diyninden olmus olur. Eger o sistem Kitabli bir sistemse, yani Sistemini, Vahiy dogrultusunda yasamsallastirmissa, o sisteme , kitabli sistem, deniyor, Yok Vahiy kaynaksiz sistemse, Kitabsiz sistem deniyor. Vahyin yani sira, baska kaynaklarida, kullanan sistem,musrik, yani Allaha, ortaklik iddiasinda bulunan bir sistemdir. Sonuc olarak. Kaynagi, teklememiz, vahye teslim olup geregini yerine getirmemiz,bu dunyada, belki mesakketli olsada, ahiret saadetine erismemize, rahmanin rizaasina ermemize,vesiyle olacaktir. Selam ve dua ile. Evren. Alıntı
Φ braweheart Gönderi tarihi: 19 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 19 Ağustos , 2007 selam arkadaşlar ... akıncı kardeşim böyle güzel bı yazıyı hazırladığın için seni gerçekten taktır edıyorum.çok insanın anlamaya çalışıpta anlayamadığı konulara çok güzel değinmişin teşekkur ederım çok güzel bır yazı herkeese slm ... DUNDE GITTI YARIN VARMI ? GENÇLİĞİNE GÜVENME !! ÖLENLER HEP İHTİYARMII??? Alıntı
Misafir Yusufi Gönderi tarihi: 22 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 22 Ağustos , 2007 9-Dünyanın Yuvarlaklığı: “Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor...” (Zümer Suresi, 5) Kuran'ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette "sarıp örter" olarak tercüme edilen Arapça kelime "yukevviru"dir. Bu kelimenin Türkçe karşılığı, "yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak"tır. (Örneğin Arapça sözlüklerde "başa sarık sarma" gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır.) Ayette, gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri (tekvir etmeleri) konusunda verilen bilgi, aynı zamanda Dünya'nın biçimi konusunda kesin bir bilgi içermektedir. Ancak ve ancak Dünya'nın yuvarlak olması durumunda bu ayette ifade edilen fiil gerçekleşebilir. Yani 7. yüzyılda indirilen Kuran'da Dünya'nın yuvarlak olduğuna işaret edilmiştir. . . . Yukarıda açıklaması yapılan ayetleri bundan 1500 sene önce yaşamış olan Hz. Muhammed'in (a.s.) bilmesi mümkün müdür? Bunun cevabı mü'minler için kolaydır ama kafirlerin yapacak pek fazla açıklaması olmasa gerek. Sonuç:Kur'an Kerim yüce Allah tarafından kulu Hz. Muhammed'e vahyedilen bir kitaptır, kafirler istemese de, kabul etmese de. Kaynak: 1-Kur’anı Kerim ve Meali 2-İslama İtirazlar ve Kurandan Cevaplar, Prof. Dr. S. Ateş 3-Şifa-ı Şerif, Kadı Iyaz 4-.... Aslında ortaya konulması gereken nokta şudur. Ayetler ve Hadisler arasındaki uslup farkı. Düşünebiliyor musunuz?1400 sene önce okuma yazma bilmeyen bir adam çıkıyor ve değme şairlere taş çıkartacak şeyler anlatıyor. Hz Muhammed s.a.v efendimizdir. Her devirde bir firavun, bir ebu-cehil olmuştur. Boşvermek gerek Alıntı
Φ verdinaz Gönderi tarihi: 21 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 21 Eylül , 2007 elbet herkes birgün anlayacak kardeşim hiç merak etme umarım onlar için çok geç olmaz zararın neresinden dönülürse kardır.... Alıntı
Φ kitapsiz Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2007 bunlari allah yazmissa, onun hakkinda hicde iyi seyler düsünmüyorum... NEBE: 31- Kuşkusuz takva sahipleri için bir kurtuluş var. 32- Bahçeler var, bağlar var. 33- Memeleri tomurcuklanmış yaşıt kızlar var. 34- Dopdolu kadehler var. 35- Orada ne boş bir söz işitirler, ne de bir yalan. 36- (Bunlar) Rabbinden yeterli bir bağış olarak (verilir). SAFFAT: 43. Naîm cennetlerinde . 44. Tahtlar üzerinde karşılıklı otururlar. 45. Onlara pınardan (doldurulmuş) kadehler dolaştırılır. 46. Berraktır, içenlere lezzet verir. 47. O içkide ne sersemletme vardır ne de onunla sarhoş olurlar. 48. Yanlarında güzel bakışlarını yalnız onlara tahsis etmiş, iri gözlü eşler vardır. 49. Onlar, gün yüzü görmemiş yumurta gibi bembeyazdır. Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2007 Aslında ortaya konulması gereken nokta şudur. Ayetler ve Hadisler arasındaki uslup farkı. Düşünebiliyor musunuz?1400 sene önce okuma yazma bilmeyen bir adam çıkıyor ve değme şairlere taş çıkartacak şeyler anlatıyor. Hz Muhammed s.a.v efendimizdir. Her devirde bir firavun, bir ebu-cehil olmuştur. Boşvermek gerek Okuma yazma bilmediğine ,nanmıyorum. Ayrıca ticaretle uğraşan bir insandı ve çok gezip çok görmüştü. Ayrıca onun dönemine kadar yeryuvarı ile ilgili bir çok teori ortaya atılmış ve savunulmuşu. Kuşkusuz bunları da biliyordu. Zeki bir insandı evet. Zira araplar, Yunan düşünürlerin söylediklerine sahip çıkmış (hıristiyalık karanlık çağlarını yaşarken) ve onlara önemli katkılarda bulunmuşlardır. Biraz da bu yönüyle düşünelim... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 21 Ekim , 2007 elbet herkes birgün anlayacak kardeşim hiç merak etme umarım onlar için çok geç olmaz zararın neresinden dönülürse kardır.... Evet zamanı geldiğinde (ki uzun bir süre gerekli) herkes görecek neyin haklı olduğunu. aslında sadece bilim tarihine düşünce tarihine felsefe tarihine din tarihine bakmak yeterli bu zamanın nasıl yaklaştığını ve kimin haklı olduğunu görmek için... Saygılar Alıntı
Φ akıncı Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2007 "Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" demek kafirlerin bileceği iş. Onlar kendi hayatlarını rasyonalisizm -akılcılık üzerine bina ettiklerine göre söylediklerinin ne kadar mantıklı olduğu ortada. Ticaretle uğraşması okuma yazma bildiğine delil değil. Kafirlerin akıl hocaları ebu cehiller ebu sufyanlardan .... öyle bir bilgi sadır değil. Yunan düşünürlerden hangileriyle nerede karılaşmış v e hangi görüşlerine katılıp hangilerine katkıda bulunmuş delili olan buyursun . Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 27 Ekim , 2007 9-Dünyanın Yuvarlaklığı: “Gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Geceyi gündüzün üstüne sarıp-örtüyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıp örtüyor...” (Zümer Suresi, 5) Kuran'ın evreni tanıtan ayetlerinde kullanılan ifadeler oldukça dikkat çekicidir. Üstteki ayette "sarıp örter" olarak tercüme edilen Arapça kelime "yukevviru"dir. Bu kelimenin Türkçe karşılığı, "yuvarlak bir şeyin üzerine bir cisim sarmak"tır. (Örneğin Arapça sözlüklerde "başa sarık sarma" gibi yuvarlak cisimleri içeren fiiller için bu kelime kullanılır.) Ayette, gecenin ve gündüzün birbirlerinin üzerlerini sarıp-örtmeleri (tekvir etmeleri) konusunda verilen bilgi, aynı zamanda Dünya'nın biçimi konusunda kesin bir bilgi içermektedir. Ancak ve ancak Dünya'nın yuvarlak olması durumunda bu ayette ifade edilen fiil gerçekleşebilir. Yani 7. yüzyılda indirilen Kuran'da Dünya'nın yuvarlak olduğuna işaret edilmiştir. Dünyanın yuvarlak olduğu o tarihten önce biliniyordu: ERATOSTHENES (İÖ 275 – 194): Yerkürenin gerçek büyüklüğünün hesaplanışı: Nil vadisinin adına Syene dedikleri bir yerde, yılın en uzun günüde güneş tam tepede bulunuyordu (güneşin görüntüsü bölgedeki su kuyularında görülebiliyordu). Ancak kuzeyde, İskenderiye’de güneş bir dairenin ellide biri kadar dikeyden sapmış görünüyordu. Kuzey-güney boylam dairesi üzerinde, Syene ile İskenderiye arasındaki yaklaşık uzaklık bilinince, yerkürenin büyüklüğü hesaplanabiliyordu. Bulunan sonuç çağcıl değerin %2 altındadır. “Bundan sonra da yeryüzünü döşedi.” (Naziat 30) Müfessirler, bu âyetteki “dehâ” lâfzının (Allah yeri yerleşime uygun hâle getirdi) anlamına geldiğini bildirmişlerdir. Nitekim başta Beydavi (Hicri 7.asır)olduğu halde müfessirler de buna ve yerin bu yuvarlaklığına işaret etmişlerdir. “Dehâ” kelimesi dünyanın oval olduğunu göstermektedir. Ahterî sözlüğünün müellifi Mustafa bin Şemseddin der ki: “Dahy, bir nesneyi yayıp döşemek, Naziat suresinin 30. âyeti olan (Hakkın Vel arda ba'de zâlike dehahâ) kavli de bundandır ki döşeyip yaydı demektir. Deve kuşunun yumurtladığı yer de, Medha-n neâme dir. Mustafa bin Şemsettin dünyânın bir deve kuşu yumurtası gibi oval olduğunu bildirmiştir. Bunu üç asır önce açıklamıştır. Bu manâya göre âyet-i kerîmenin meali şöyle oluyor: “Cenâb-ı Hak, göklerin kuruluşundan ve tanziminden sonra da yeri bir deve kuşu yumurtası haline yani oval şekle getirdi.” (H.B.Ç.) Orjinal ayette (Naziat 30) ben herhangi bir eliptik olay göremiyorum. Tamamen yorum. Hangi yorum? Günümüz bilimi ile Kuranı birleştirme çabasının verdiği yorum... “Evet, bizim onun parmak uçlarını bile aynen eski haline getirmeye gücümüz yeter.” (Kıyamet 4) Ayette parmak uçlarının vurgulanması, son derece hikmetlidir. Çünkü parmak izindeki şekiller ve detaylar, tamamen kişiye özeldir. Şu an dünya üzerinde yaşayan ve tarih boyunca yaşamış olan tüm insanların parmak izleri birbirinden farklıdır. Dahası, aynı DNA dizilimine sahip tek yumurta ikizleri dahi farklı parmak izine sahiptirler. Parmak izi doğumdan önce cenin üzerinde son şeklini alır ve kalıcı yara olması dışında ömür boyu sabit kalır. İşte bu nedenle parmak izi, herkese özel çok önemli bir "kimlik kartı" sayılmakta ve parmak izi bilimi ise insanlar tarafından bilinen tek değişmez ve yanılmaz kimlik tespit yöntemi olarak kullanılmaktadır. Ancak önemli olan, parmak izinin özelliğinin ancak 19. yüzyılın sonlarına doğru keşfedilmiş olmasıdır. Ondan önce, insanlar parmak izini hiçbir özelliği ve anlamı olmayan çizgiler olarak görmüştür. Fakat Kuran'da, o dönemde kimsenin dikkatini dahi çekmeyen parmak izleri vurgulanmakta ve bu izlerin ancak çağımızda fark edilen önemine dikkat çekilmektedir. Ayette ne yazıkki yine parmak izi terimi kullanılmıyor. Aynı yorum aynı gaflet... Nitekim "parmakların ucuna kadar" deyimi zaten kullanılan birşeydir... 11-Dağların Depreme Engel Oluşu “Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yarattık, rahat gidebilsinler diye dağların aralarında geniş yollar var ettik.” (Enbiya 31) Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kuran'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi. Ancak bilim adamları dağların sadece yüzey yükseltileri olmadıklarını, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10-15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını fark ettiler. Bu özellikleriyle dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahiptir. Örneğin zirvesi yeryüzünden yaklaşık 9 km yukarıda olan Everest Dağı'nın 125 km'den fazla kökü vardır. Bu tam bir uydurmaca... Nitekim dağlar depremlere engel olmaz yer hareketleri sayesinde yükselen oluşuklardır. Bunu Bilim Dünyası Forumunda, Yerbilimleri-İnsan-Dİn konusu başlıı altında açıkladım... Hatta bir diğer forumda gerekli cevabı verdim... Arkadaşım ben bir jeoloğum ve buna kızarak cevap veririm. Moder bilimi bu şekilde alet etmeyin lütfen... Dağlar levhaların hareketleri sonucu oluşur. Kökleri çok derinlere gider ancak bilirmisiniz çoğu dağ silsilesinin kökleri yoktur?!!! Bu şekilde şeyle yazmadan önce lütfen alet ettiğiniz bilim dallarını biraz olsun okuyunuz!!!! 12-Güneşi Doğuş ve Batış Yerlerinin Farklı Olması“Artık, doğuların ve batıların Rabbine yemin ederim; Biz gerçekten güç yetireniz”. (Mearic Suresi, 40) Yukarıdaki ayetlerde görüldüğü gibi doğu ve batı kelimeleri çoğul olarak kullanılmışlardır. Örneğin ilk ayette kullanılan "meşarik" kelimesi doğu için, "meğarib" kelimesi de batı için ikiden fazla olduklarını ifade eden çoğul kullanım şekilleridir. Bilindiği gibi Dünya'nın kendi etrafında dönüş ekseni (ekliptik ekseni) 230 27'lık bir eğikliğe sahiptir. Bu eğiklik ve Dünya'nın küresel şekli sebebiyle, güneş ışınları yeryüzüne her zaman aynı açıyla düşmez. Bu nedenle Güneş doğuda farklı noktalarda doğar, batıda da farklı noktalarda batar. Yukarıdaki ayetlerde geçen doğu ve batı ile ilgili ifadeler de, Güneş'in farklı noktalardan doğup, farklı noktalardan battığına işaret etmesi bakımından son derece hikmetlidir. Bunu görebilmek için kör olmak yeterdi. Altı sadece yorumlarla doldurulmuş sıradan bir laf... Hatta dikkatinizi çekerim yorumlar bilimsel verilere dayanıyor ancak ayet sadece basit bir gözleme (her kör olmayanın yapabileceği) bir gözleme... 13-Karaların Çevresinde Eksilmesi “Onlar görmüyorlar mı ki, gerçekten Biz arza geliyor ve onu çevresinden eksiltiyoruz...”(Rad Suresi, 41) “... Fakat şimdi, Bizim gerçekten yere gelip onu etrafından eksiltmekte olduğumuzu görmüyorlar mı?...” (Enbiya Suresi, 44) Dünya Güneş'ten gelen proton, elektron ve alfa parçacıklarının akınıyla bombardımana uğrar. Bu solar rüzgarlar (Güneş rüzgarları) atmosferi Dünya'dan ayıracak kadar güçlüdür. Fakat atmosferin tükenmesi, Dünya'nın şu anki madde kaybına uğrama oranı ile (saniyede en fazla 3 kg), Güneş'in toplam ömrünün 5 katı kadar bir süre alacaktır.34 Çünkü Dünya, atmosferindeki manyetosfer tabakasının oluşturduğu güçlü manyetik alan sayesinde, bu kuvvetli erozyonlardan bir ölçüde korunmuş olur. Dünya'nın İyonosfer tabakasının üstünden uzayın derinliklerine doğru dağılan iyon kaybı -oksijen, helyum ve hidrojen-, Dünya'yı çevreleyen uçsuz bucaksız hava tabakasıyla kıyaslandığında çok küçük boyutlardadır. Fakat uzaya sürüklenen miktar yine de önemli ölçülerdedir. Araştırmacılar Güneş'teki enerji patlamalarının, Dünya atmosferinin dış tabakasından oksijen ve diğer gazların uzaya yayılmasına sebep olduğuna dair ilk somut delilleri, NASA'nın uzay araçları sayesinde elde ettiler. Böylece bilim adamları Dünya'nın dış katmanlarından madde kaybına uğradığını, ilk defa 24-25 Eylül 1998 tarihlerinde görmüş oldular. Bu ayetten bu yorumu nasıl çıkardılar bilemiyorum. Bravo... 14- Yükseklik Arttıkça Göğsün Daralması “Allah, kimi hidayete erdirmek isterse, onun göğsünü İslam'a açar; kimi saptırmak isterse, onun göğsünü, sanki göğe yükseliyormuş gibi dar ve sıkıntılı kılar. Allah, iman etmeyenlerin üstüne işte böyle pislik çökertir.” (Enam Suresi, 125) İnsan yaşayabilmek için oksijen ve hava basıncına ihtiyaç duyar. Soluk almamız ise havadaki oksijenin, akciğerlerimizdeki hava keseciklerine girmesiyle mümkün olur. Ancak yükseklere çıktıkça, Dünya'nın atmosferi inceldiği için atmosfer basıncı, dolayısıyla da kan dolaşımına giren oksijen miktarı düşer. Bunun sonucunda nefes almak zorlaşır. Akciğerin hava kesecikleri daralıp büzülürken, göğüste boğuluyormuş ve nefes alamıyormuş gibi bir his oluşur. Vallaha buna da bravooo 15-Aşılayıcı Rüzgarlar “Biz rüzgarları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirip sizi onunla suladık. O suyu hazinelerde tutan da siz değilsiniz.” (Hicr Suresi, 22) Ayette rüzgârların aşılayıcı yönüyle ilgili haber verilen diğer bir bilgi de, rüzgârların bitkilerin döllenmesindeki rolüdür. Yeryüzündeki pek çok bitki, türünün devamını polenlerini rüzgâr vasıtasıyla dağıtarak sağlar. Birçok açık tohumlu bitki, çam ağaçları, palmiye ve benzeri ağaçlar, ayrıca çiçek veren tüm tohumlu bitkiler ile çimensi otların tamamı rüzgârlarla döllenirler. Rüzgâr, çiçek tozlarını bitkilerden alıp, aynı türden diğer bitkilere taşıyarak döllenmeyi gerçekleştirir. Rüzgârın bitkiler üzerinde nasıl bir aşılama yapabileceği yakın zamanlara kadar bilinmiyordu. Ancak bitkilerin de erkek ve dişi olmak üzere cinsiyet farkı olduğunun anlaşılması üzerine, rüzgârların böyle bir aşılayıcı etkisi olduğu anlaşıldı. Yukarıda açıklaması yapılan ayetleri bundan 1500 sene önce yaşamış olan Hz. Muhammed'in (a.s.) bilmesi mümkün müdür? Bunun cevabı mü'minler için kolaydır ama kafirlerin yapacak pek fazla açıklaması olmasa gerek. Bunu o dönemde bilmemek zaten ********* Bahsettiğim forumu okuyun lütfen... Sonuç: Gözleme ve alınan bilgi birikimine dayalı olarak yazılan şiirsel ayetler öyle bir anlam yüklenip yorumlanmış ki, inanmamak için kalplerin ve beyinlerin mühürsüz olması gerekmekte saygılar... "Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" demek kafirlerin bileceği iş. Ticaret yapan bir insan nasıl okuma yazma bilemez? ünyadan haveri olamaz??? Onlar kendi hayatlarını rasyonalisizm -akılcılık üzerine bina ettiklerine göre söylediklerinin ne kadar mantıklı olduğu ortada. Hadi mantık yürütelim bahsettiğiniz ayetler (!) ile yorumları karşısında güncel bilimin bulduklarıyla. Alakası bile yok arkadaşım yukarıya baak ve oku! "Yunan düşünürlerden hangileriyle nerede karılaşmış v e hangi görüşlerine katılıp hangilerine katkıda bulunmuş delili olan buyursun . Sen sanırmısın ki o dönemin insanları araştırmıyor gezilere çıkmıyor okumuyor? Hele de fetihlerin yapıldığı bir dönemde??? Neyi ispatlamaya çalışıyorsunuz? Kuranda günce bilimin bulduğu ve bulacağı herşeyin zaten hali hazırda varolduğunumu?? Peki bu Kuranı okuyan insanlar (hatta yazanlar, ta ilk zamanından beri okuyanlar ve hatta günümüzde okuyup yorumlayanlar) ********* da beklediler güncel bilimin gelişip bahsettiğiniz (ayet yorumlarınızda) bulguları ortaya koymak için??? Ne gerek var bilim yapmaya Kuranı alıp bilimimizi yapalım o zaman ha? Yoksa bulunan şeyleri ayetleremi yamadılar??? Cevap verin lütfen! "Yoksa ona Allah'tan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi. (Kurtuluşu için) her türlü fidyeyi verse de bu ondan kabul edilmez. " Enam 6:70 Allah'in selami ve rahmeti ogut almak isteyenlerin uzerine olsun, cenk Kurana inanan ya da inanmayan için fidye terimi akıla yatkın birşeymi acaba? O güç karşısında? Alıntı
Φ akıncı Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 "Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" demek kafirlerin bileceği iş. Onlar kendi hayatlarını rasyonalisizm -akılcılık üzerine bina ettiklerine göre söylediklerinin ne kadar mantıklı olduğu ortada. Ticaretle uğraşması okuma yazma bildiğine delil değil. Kafirlerin akıl hocaları ebu cehiller ebu sufyanlardan .... öyle bir bilgi sadır değil. Yunan düşünürlerden hangileriyle nerede karılaşmış ve hangi görüşlerine katılıp hangilerine katkıda bulunmuş delili olan buyursun . yukarıda yazdığım şu cümleleri anlayamayan ve cevap yazdığını sanan yersoya: 1-Hz. Peygamberin okuma yazma bilmediğini ifade eden ayetlere rağmen o zaman hiçbir kafir "hayır Muhammed okuma yazma biliyordu ben buna şahidim" dememişti. Delili olan varsa islami yada gayri islami kaynaklardan göstersin. ama 1500 sene sonra birileri çıkıp ""Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" diyor ve bunu ıspat edemeyip kendi heva ve hevesiyle konusuyorlarsa ve akılcı olduklarını söylüyorlarsa 2-"Ayrıca ticaretle uğraşan bir insandı ve çok gezip çok görmüştü" demelerine rağmen hangi ülkelere ne zaman ziyaret ettiğini bilmeyip akıllarınca konusuyorlarsa (Hz.Peygamber dönemi ile ilgili sosyal- kültürel konularla ve hz peygamberin nereleri ziyaret ettiği konusunda Prof.dr. muhammed hamidullah ın kitaplarına müracaat edilebilir)ve rasyonalist olduklarını iddia ediyorlarsa olduklarını iddia ediyorlarsa 3"Ayrıca onun dönemine kadar yeryuvarı ile ilgili bir çok teori ortaya atılmış ve savunulmuşu.Kuşkusuz bunları da biliyordu" deyip belge ortaya koyamıyorlarsa ben onların ne kadar rasyonel ve akılcı olduklarını tahmin edebilirim. Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 "Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" demek kafirlerin bileceği iş. Onlar kendi hayatlarını rasyonalisizm -akılcılık üzerine bina ettiklerine göre söylediklerinin ne kadar mantıklı olduğu ortada. Ticaretle uğraşması okuma yazma bildiğine delil değil. Kafirlerin akıl hocaları ebu cehiller ebu sufyanlardan .... öyle bir bilgi sadır değil. Yunan düşünürlerden hangileriyle nerede karılaşmış ve hangi görüşlerine katılıp hangilerine katkıda bulunmuş delili olan buyursun . yukarıda yazdığım şu cümleleri anlayamayan ve cevap yazdığını sanan yersoya: 1-Hz. Peygamberin okuma yazma bilmediğini ifade eden ayetlere rağmen o zaman hiçbir kafir "hayır Muhammed okuma yazma biliyordu ben buna şahidim" dememişti. Delili olan varsa islami yada gayri islami kaynaklardan göstersin. ama 1500 sene sonra birileri çıkıp ""Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" diyor ve bunu ıspat edemeyip kendi heva ve hevesiyle konusuyorlarsa ve akılcı olduklarını söylüyorlarsa 2-"Ayrıca ticaretle uğraşan bir insandı ve çok gezip çok görmüştü" demelerine rağmen hangi ülkelere ne zaman ziyaret ettiğini bilmeyip akıllarınca konusuyorlarsa (Hz.Peygamber dönemi ile ilgili sosyal- kültürel konularla ve hz peygamberin nereleri ziyaret ettiği konusunda Prof.dr. muhammed hamidullah ın kitaplarına müracaat edilebilir)ve rasyonalist olduklarını iddia ediyorlarsa olduklarını iddia ediyorlarsa 3"Ayrıca onun dönemine kadar yeryuvarı ile ilgili bir çok teori ortaya atılmış ve savunulmuşu.Kuşkusuz bunları da biliyordu" deyip belge ortaya koyamıyorlarsa ben onların ne kadar rasyonel ve akılcı olduklarını tahmin edebilirim. Arkadaşım, Ben üstü kapalı her türlü yoruma açık ayetlerin birileri tarafından yorumlanıp bilimselmiş gibi kılıf getirilmesini eleştiriyorum (ki ayet ve açıklamalarına yukarda tekrar bak lütfen) sen ise takmışsın okuma-yazma olayına. Bu benim kişisel görüşüm. İnanmadığımı söyledim. Bu şekildedir demedim. Bana mantıklı gelmiyor dedim. Okuma yazma bilmediğini burada ilk söyleyen sizlersiniz ve ne yazık ki siz delil olarak yine o insanın kaleminden çıkmış Kuran'ı gösteriyorsunuz Bence siz daha akılcı ve rasyonel bir veri koyun da inanalım okuma yazma bilmediğine... Buna delil olarak yine Kura'nı göstermeyin... Gezip gördüğü memleketleri anlamak için yine Kura'nı okuyun anlarsınız... Hangi ülkelerin (dağlarıyla, denizleriyle, iklimleriyle, hayvanlarıyla) tasvirleri yapılmış, işte o ülkeleri gezmiştir... Ayrıca Yunan felsefesini öğrenmek için Yunanlılarla da karşılaşmak gerekmiyor hele de kağıt kalemin kullanıldığı bir dönemde değilmi? Akılcı ve rasyonel düşünmeniz dileğiyle, Saygılar... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 "Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" demek kafirlerin bileceği iş. Onlar kendi hayatlarını rasyonalisizm -akılcılık üzerine bina ettiklerine göre söylediklerinin ne kadar mantıklı olduğu ortada. Ticaretle uğraşması okuma yazma bildiğine delil değil. Kafirlerin akıl hocaları ebu cehiller ebu sufyanlardan .... öyle bir bilgi sadır değil. Yunan düşünürlerden hangileriyle nerede karılaşmış ve hangi görüşlerine katılıp hangilerine katkıda bulunmuş delili olan buyursun . yukarıda yazdığım şu cümleleri anlayamayan ve cevap yazdığını sanan yersoya: 1-Hz. Peygamberin okuma yazma bilmediğini ifade eden ayetlere rağmen o zaman hiçbir kafir "hayır Muhammed okuma yazma biliyordu ben buna şahidim" dememişti. Delili olan varsa islami yada gayri islami kaynaklardan göstersin. ama 1500 sene sonra birileri çıkıp ""Okuma yazma bilmediğine ben inanmıyorum" diyor ve bunu ıspat edemeyip kendi heva ve hevesiyle konusuyorlarsa ve akılcı olduklarını söylüyorlarsa 2-"Ayrıca ticaretle uğraşan bir insandı ve çok gezip çok görmüştü" demelerine rağmen hangi ülkelere ne zaman ziyaret ettiğini bilmeyip akıllarınca konusuyorlarsa (Hz.Peygamber dönemi ile ilgili sosyal- kültürel konularla ve hz peygamberin nereleri ziyaret ettiği konusunda Prof.dr. muhammed hamidullah ın kitaplarına müracaat edilebilir)ve rasyonalist olduklarını iddia ediyorlarsa olduklarını iddia ediyorlarsa 3"Ayrıca onun dönemine kadar yeryuvarı ile ilgili bir çok teori ortaya atılmış ve savunulmuşu.Kuşkusuz bunları da biliyordu" deyip belge ortaya koyamıyorlarsa ben onların ne kadar rasyonel ve akılcı olduklarını tahmin edebilirim. Siz cevap verince ben de sandım ki, yukarda belirttiğim gibi ayetlerin "yorumlamalarındaki" çarpıklıklar konusunda bir şeyler söyleyeceksiniz. Yukarda sorduklarıma ya da açıkladıklarıma cevap verin lütfen. Tekrar söylüyorum: "üstü kapalı her türlü yoruma açık ayetlerin" bir anda bilimsel olaylara dayandırılması, bilimselmiş gibi gösterilmesi yani "yorumları" arasındaki çelişkiler ve hatta yorumlardaki bilimsel olmayan uydurmaca yanlar... 3"Ayrıca onun dönemine kadar yeryuvarı ile ilgili bir çok teori ortaya atılmış ve savunulmuşu.Kuşkusuz bunları da biliyordu" deyip belge ortaya koyamıyorlarsa ben onların ne kadar rasyonel ve akılcı olduklarını tahmin edebilirim. Bununla ilgili veriler dahilindeki belgeleri de belirttimama gözünüzden kaçtı diye düşünüyorum. Lütfen Bakınız: BilimDünyası başlığı altında "Yerbilimleri-İnsan-Din Forumu". Burrada insanlık tarihi boyunca İslamiyetten önce Yerbilimleri konusundaki bilgiler özetlenmiştir... Tekrar dikkatlice okumaınz dileğiyle... Alıntı
Φ akıncı Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 1-Hayır ben size cevap vermek yada tartışmak düşüncesiyle yazmadım. Tartışmak tasvib etmediğim bir yoldur ve islami konuları sadece ilmi seviyeme yakın konusurum o da fikir teatisinde bulunak için. Malum, internet çıktıktan sonra herkes din konusunda alim kesilmeye başladı. Ben sadece sizin meseleye bakış açınızı görmenizi istedim. Sizin inanmıyor olmanız benim için O'nun okuma yazma bilmediğinin delili olamayacağı gibi benim inanmam da sizi bağlamaz çünkü ikimiz de birbirimizin inandığı şeye inanmıyoruz. Siz benim delil olarak gördüğüm Kurana ve onun getirdiklerine inanmıyorsunuz mesela Peygamberin okuma yazma bildiğini yazan ayetlere.. Kuranda yazdığı için daha rasyonel deliller istiyorsunuz ama inanmadığınızı söylediğiniz kuranda yazan diğer bazı ayetleri reddeden yazılar yazıyorsunuz. Yani bir tarafta kuranda yazdığı için sizin için delil olmayan ve muhatap kabul etmediğiniz ayetler var diğer tarafta kuranda yazan ama sizin "bak bu benim için sizin yanlışlığınıza delil" diye tenkid ettiğiniz ayetler. İlginç bir yaklaşım. 2-"Gezip gördüğü memleketleri anlamak için yine Kura'nı okuyun anlarsınız... Hangi ülkelerin (dağlarıyla, denizleriyle, iklimleriyle, hayvanlarıyla) tasvirleri yapılmış, işte o ülkeleri gezmiştir..." cümleniz oldukça ilginç üzerinde sayfalar dolusu yazı yazılabilir. 3-"Ayrıca Yunan felsefesini öğrenmek için Yunanlılarla da karşılaşmak gerekmiyor hele de kağıt kalemin kullanıldığı bir dönemde değilmi?" hele hele bu çok daha ilginç. O zamanın arabistanyarımadası hakkında en küçük bir bilgi kırıntısına bile sahip olmadığınız ve hiç okumadığınız ortaya çıkıyor. Daha birinci cümlede ve mantığında bile anlaşamadığımız bir konuda daha fazla ne konuşacağız ki. Bence siz sadece jeolojiyle ilgilenin. Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 29 Ekim , 2007 1-Hayır ben size cevap vermek yada tartışmak düşüncesiyle yazmadım. Tartışmak tasvib etmediğim bir yoldur ve islami konuları sadece ilmi seviyeme yakın konusurum o da fikir teatisinde bulunak için. Malum, internet çıktıktan sonra herkes din konusunda alim kesilmeye başladı. Ben sadece sizin meseleye bakış açınızı görmenizi istedim. Sizin inanmıyor olmanız benim için O'nun okuma yazma bilmediğinin delili olamayacağı gibi benim inanmam da sizi bağlamaz çünkü ikimiz de birbirimizin inandığı şeye inanmıyoruz. Siz benim delil olarak gördüğüm Kurana ve onun getirdiklerine inanmıyorsunuz mesela Peygamberin okuma yazma bildiğini yazan ayetlere.. Kuranda yazdığı için daha rasyonel deliller istiyorsunuz ama inanmadığınızı söylediğiniz kuranda yazan diğer bazı ayetleri reddeden yazılar yazıyorsunuz. Yani bir tarafta kuranda yazdığı için sizin için delil olmayan ve muhatap kabul etmediğiniz ayetler var diğer tarafta kuranda yazan ama sizin "bak bu benim için sizin yanlışlığınıza delil" diye tenkid ettiğiniz ayetler. İlginç bir yaklaşım.2-"Gezip gördüğü memleketleri anlamak için yine Kura'nı okuyun anlarsınız... Hangi ülkelerin (dağlarıyla, denizleriyle, iklimleriyle, hayvanlarıyla) tasvirleri yapılmış, işte o ülkeleri gezmiştir..." cümleniz oldukça ilginç üzerinde sayfalar dolusu yazı yazılabilir. 3-"Ayrıca Yunan felsefesini öğrenmek için Yunanlılarla da karşılaşmak gerekmiyor hele de kağıt kalemin kullanıldığı bir dönemde değilmi?" hele hele bu çok daha ilginç. O zamanın arabistanyarımadası hakkında en küçük bir bilgi kırıntısına bile sahip olmadığınız ve hiç okumadığınız ortaya çıkıyor. Daha birinci cümlede ve mantığında bile anlaşamadığımız bir konuda daha fazla ne konuşacağız ki. Bence siz sadece jeolojiyle ilgilenin. Peki arkadaşım teşekkür ederim... Ne kadar bilimsel ve ne kadar akıl mantık çerçevesinde tartıştığınızı (ki amaç o) gösterdiniz. Sorun inanıp inanmama meselesi değil. Akılcı yaklaşımdı ama o da artık pek anlamlı görünmüyor söylediklerinize göre değilmi? Gelelim Kuran'da yazan şeyleri eleştirme konusuna: Üstüne basa basa söylüyorum ancak Türkçemiz yeterlimi değil yoksa Türkçe yeterince bilinmiyor mu anlamadım... Ben Kuran'da ki ayetleri falan eleştirmiyorum. Bu ayetleri bilimselmiş gibi önümüze seren sizlersiniz. Daha doğrusu ayetleri değil, ayetlerin yorumlarını. Kuran'da yazanları değil arkadaşım, şiir-vari yazılan ayetlerin "yorumlarını"... Nitekim dağları perçinleme konusu da burdan çıkmıştır. Yada demir madenini gökten indirme hikayesi... Bu mantıkla maden aramayın... Daha başka hangi yoldan anlatayım şaşırdım. Başka bir dil mi kullanalım?? Ayet leri alıntı şeklinde yazıyorsunuz, ayetle hiç ilgisi olmayan yorumlar (amcalarınızın) koyuyorsunuz, sonra da bilim zaten Kuran'da vardı diyorsunuz.... Olacak şey değil yahu... Ne gerek var o zaman bilim yapmaya? Dimi? Bunlar bize 1400 sene önce zaten gönderilmiş... Zaten yazmışlar dağların perçin olduğunu ve depremleri önlediğini (!!!!); Dünyanın yuvarlak olduğunu, doğu batının değiştiğini vs.vs.vs. Koyunların hatta insanların kopyalanabileceğini, hatta laboratuvarda canlı hücre üretilebileceğini.... DEĞİL Mİ??? Açın Kuran'ı okuyun. Ayetleri yorumlayın öğrenin... Ne gerek var labaratuvar çalışmalarına??? Tekrar söylüyorum arkadaşım. Ayetler değil sorun olan. Sorun birilerinin bu ayetleri bilimselmiş miş miş miş gibi yorumlaması... Bu kadar zormu bunu görebilmek? Kaç defa açıklıyacağız? Gelelim jeolojiye. Evet ben bir jeoloğum ve en iyi bildiğim işi yapmaya çalışırım. Ve ben bu bilim dalını alet olarak kullananlara karşı çıkarım!!! Bilip bilmedikleri yere demir madenini gökten indirenlere, dağları depremlere engel olarak gören ayet yorumcularına karşı çıkarım.. Bu benim en iyi bildiğim iş ve bunu yaparım... Bilmediğim işlere burnumu sokmam... Eleştirmeden önce öğrenirim... Bence de herkes gitsin en iyi bildiği işi yapsın. Eğer ki en iyi bildiğiniz iş Kuran okuyup iman etmekse bundan vazgeçmeyin... Ama Bilime ****** OK? Hele de onu yalan yanlış kullanacaksanız.... Kuran bir inanç meselesidir bilimle karıştırılmasın. Bilim ilerleme aletidir inançla karıştırılmasın.... İlginç olan ve sayfalarca yazı yazabileceğiniz görüşlerim hakkında sayfalarca yazılarınızı da dört gözle bekliyorum... Sert bir tavır gösterdiysem affola... Saygılarımla... Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2007 Sayın akıncı, Ayrıca, bu forumu açmanıza sebep olan ilk yazılarınızla ilgili eleştirilerimi sunmuştum. Yani ayetlerin olmadık biçimlerdem yorumlanıp bilime uydurma konusunda... Ancak hala eleştirilerime bir yanıt alamadım ve *********** Lütfen, ayet yorumlarına karşı sunduğum eleştirileri gözden geçirin ve onlar doğrultusunda bir şeyler yazın. Saygılarımla Alıntı
Misafir yersoy Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2007 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2007 Anlaşıldı cevap alamıyacağız... Yİne de teşekkürler sayın akıncı... Alıntı
Φ akıncı Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2007 daha usul konusunda anlaşamadığımız için birinci kelimenizi geçemedik ve siz jeolog olmanıza rağmen astronomiden, felsefeden, tabiiyyattan da anlıyorsunuz. Kıyame suresinde geçen benane ile usbu' arasındaki farkı bilmediğinize göre arapçadan da ne kadar anladığınız ortada ama o konularda da kalem yürütüyorsunuz. Anlamadığınız islami konulara ********************** ("Gezip gördüğü memleketleri anlamak için yine Kura'nı okuyun anlarsınız... Hangi ülkelerin (dağlarıyla, denizleriyle, iklimleriyle, hayvanlarıyla) tasvirleri yapılmış, işte o ülkeleri gezmiştir..." cümleniz oldukça ilginç üzerinde sayfalar dolusu yazı yazılabilir. Ayrıca Yunan felsefesini öğrenmek için Yunanlılarla da karşılaşmak gerekmiyor hele de kağıt kalemin kullanıldığı bir dönemde değilmi?" hele hele bu çok daha ilginç. O zamanın arabistanyarımadası hakkında en küçük bir bilgi kırıntısına bile sahip olmadığınız ve hiç okumadığınız ortaya çıkıyor.) demiştim ****** Ayrıca İ.Ö yaşamış Erastosthenesin yazmış olduğu araştırmanın doğruluğunu kabul ediyorsunuz da hz. muhammedin getirdiği kitabın uydurma olduğunu söylüyorsunuz bu da ilginç. Alıntı
Φ Rochader Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2007 Gönderi tarihi: 1 Kasım , 2007 Yazarin basligindan alinti; 11-Dağların Depreme Engel Oluşu“Yeryüzünde, insanlar sarsılmasın diye sabit dağlar yarattık, rahat gidebilsinler diye dağların aralarında geniş yollar var ettik.” (Enbiya 31) Bu daglarin ne kadar ise yaradigi 17 Agustos depreminde belli oldu. AKLIN ISYANI nindan (Alan Woods - Ted Grant) daglarin olusumu: Dağların Oluşumu ve Depremler Gençliğinde Darwin, denizden oldukça uzak bir bölgede bir deniz canlısının fosilini bulmuştu. Bu deniz hayvanlarının bir zamanlar oralarda yaşamış olduğu doğruysa dünya tarihine ilişkin mevcut teoriler yanlış demekti. Darwin heyecanla bulduğu fosili ünlü bir jeoloğa gösterdiğinde jeoloğun tepkisi şu oldu: “Ümit ederim bu gerçek değildir.” Jeolog, birilerinin deniz kıyısında yaptığı bir gezintiden sonra bu fosili orada düşürdüğüne inanmayı tercih etmişti! Sağduyu açısından kıtaların hareket etmek zorunda oluşu inanılmaz gözükür. Gözlerimiz bize bunun böyle olmadığını söyler. Bu tür bir hareketin hızı yılda 1-2 santimetredir. Bu nedenle gündelik amaçlarımız bakımından bu hareket hesaba katılmayabilir. Fakat milyonlarca yıllık daha uzun bir dönemde, bu çok küçük değişimler hayal edilebilecek en dramatik değişimleri yaratırlar. Himalayaların zirvesinde (deniz seviyesinden yaklaşık 8000 metre yükseklikte) denizde yaşayan organizmaların fosillerini içeren kayalar vardır. Bu, tarih öncesi bir denizin (Iethys) dibini teşkil eden kayaların 200 milyon yıllık bir dönemde yukarı doğru itilerek dünyanın en yüksek dağlarını oluşturdukları anlamına gelir. Hatta bu süreç birörnek ve düzgün bir süreç değildi, tersine, binlerce depremden, kitlesel tükenişten, sürekliliğin kırılışından, deformasyonlardan ve kıvrımlardan geçen muazzam ölçekli ani değişimler, ilerlemeler ve gerilemelerle yüklü çelişkilerle doluydu. Levhaların hareketine yerküre içindeki devasa kuvvetlerin neden olduğu aşikârdır. Gezegenin tüm şekillenişi, görünüşü ve kimliği bununla belirlenir. İnsanlık, volkanik patlamalar ve depremler sayesinde bu kuvvetlerin yalnızca çok küçük bir kısmını doğrudan tecrübe etmiştir. Yerküre yüzeyinin temel özelliklerinden biri de sıradağlardır. Peki nasıl oluşur bunlar? Bir top kâğıt alın, duvara dayayıp üstüne yüklenin. Kâğıt yaprakları basınç altında kıvrılıp deforme olur ve yukarı doğru “hareket ederler”, bu da kâğıt demetine eğrilmiş bir özellik kazandırır. Şimdi iki kıtanın bir okyanusu sıkıştırması durumunu düşünelim. Okyanus kıtaların birinin altına doğru itilir ve o noktadaki kayalar deforme olarak ve kıvrılarak dağları yaratırlar. Okyanusun tamamen yok oluşundan sonra iki kıta çarpışacak ve böylece kıtasal kütleler sıkıştırdıkça o noktadaki kabuk dikey olarak kalınlaşacaktır. Bükülmeye karşı direniş, büyük keskin eğilmelere ve faylara neden olur ve yukarı itiş ise sıradağların ortaya çıkmasına sebep olur. Avrasya ile Afrika levhalarının (veya Afrika’nın bir kısmının) çarpışması, Batıda Pirenelerden başlayıp Alplerden (İtalya ile Avrupa’nın çarpışması), Balkanlardan, Helenilerden, Toroslardan, Kafkaslardan (Güney Arabistan ile Asya’nın çarpışması) geçerek sonunda Himalayalara (Hindistan ile Asya’nın çarpışması) kadar uzanan bir dağ silsilesi yaratmıştır. Aynı şekilde Amerika’daki And ve Rocky dağları, Büyük Okyanus levhasının Amerika Kıtasının altına girdiği bölgede yer alırlar. Bu bölgelerin aynı zamanda yoğun sismik aktiviteyle karakterize olması şaşırtıcı değildir. Dünyanın sismik olarak aktif bölgeleri, tam olarak farklı tektonik levhalar arasındaki sınırlardır. Bilhassa dağların oluştuğu bölgeler, devasa kuvvetlerin çok uzun bir zaman boyunca biriktiği alanlara işaret ederler. Kıtalar çarpıştığında farklı kayalar üzerinde, farklı yerlerde ve farklı biçimlerde etki eden kuvvetlerin biriktiğini görürüz. En sert maddelerden oluşan bu kayalar deformasyona karşı direnirler. Fakat belli bir kritik noktada, nicelik niteliğe dönüşür ve en sert kayalar bile kırılır ya da plastik deformasyona uğrarlar. Bu nitel sıçrama, tüm görkemli görünüşüne rağmen aslında yerkabuğunun yalnızca ufacık bir hareketini temsil eden depremlerle dışa vurulur. Sıradağların oluşması büyük kıvrılmalara, deformasyonlara ve kayaların yukarı hareketine sebebiyet veren binlerce depremi gerektirir. Bu noktada karşımıza, sıçramalar ve çelişkilerle dolu diyalektik bir evrim süreci çıkar. Sıkıştırılan kayalar, yeraltı kuvvetlerinin basıncına direnen ilk engeller olarak görünür. Fakat kırıldıklarında durum tam zıddına dönüşür, bu kuvvetlerin açığa çıkmasının kanalları haline gelirler. Yüzeyin altından işleyen kuvvetler, sıradağların ve okyanus kanallarının oluşumundan sorumludur. Fakat yüzeyde tam zıt yönde işleyen başka kuvvetler de mevcuttur. Dağlar sürekli olarak yükselmezler; çünkü ters etki yapan kuvvetlere de tabidirler. Yüzeyde dağlardan ve kıtalardan kopardıkları maddeleri gerisin geri okyanuslara taşıyan aşınma, erozyon ve taşınım söz konusudur. Sert kayalar yüzeylerini zayıflatan kar ve buz, yoğun yağış ve güçlü rüzgârların etkisiyle gün be gün parçalanırlar. Bir süre sonra bir nitel sıçrama daha olur. Kayalar yavaş yavaş sağlamlıklarını kaybederler, küçük parçalar kopmaya başlar. Rüzgârın ve suyun, bilhassa da nehirlerin etkisiyle milyonlarca tanecik yüksek irtifalardan havzalara, göllere ve esasen bu kaya parçacıklarının denizin dibinde tekrar bir araya getirildiği okyanuslara taşınırlar. Orada, üstlerinde gitgide daha fazla madde biriktikçe tekrar toprağa gömülürler ve yeni bir işlem başlar, karşıt uç; kayalar tekrar güç kazanmaktadır. Sonuç olarak, bir kıtanın altına tekrar gömülünceye dek okyanus yatağını izleyecek, orada eriyecek ve muhtemelen yeryüzünün başka bir yerinde yeni bir dağın zirvesinde bir kez daha ortaya çıkacak olan yeni kayalar oluşmaktadır SAYGILAR Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.