Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Dar Kapı


Misafir şevval

Önerilen İletiler

Dar Kapı

 

Andre Gide, Dar Kapı isimli kitabında, yaşanılanın değil yaşanılmayanın

hikayesini anlatır; birbirlerini seven iki insanın bir türlü bir araya

gelememesinin hikayesidir bu kitap. Ve birleşememelerinin nedeni,

başkalarından ziyade kendileridir, kendi inançları, kendi korkuları

önler onların aşklarının ifade edilmesini. Koca bir hayatı,

istediklerini yapamayarak geçirir kitabın kahramanları.

Yaşamak istediklerimizle yaşayabildiklerimiz arasında ortaya çıkan büyük

uçurumun esas sorumlusunun aslında kendimiz olduğunu anlatır kitap.

Bütün kitap boyunca okuyucu hep aynı isyanı hisseder, söyleyin artık,

birleşin artık neden duygularınızı gizliyorsunuz, diye bağırmak ister.

Ama, kitabın kahramanları, kendi yarattıkları o 'dar kapıdan' geçemezler

bir türlü, orada sıkışıp kalırlar.

Herkesin hayatı, dar kapılarla çevrilmiştir aslında.

Rahatlıkla geçip feraha ulaşacağımız birçok kapıyı, kendi inançlarımız,

korkularımız, endişelerimizle daraltıp kendimizi kendimize tutsak

ettiğimizi çok geç farkederiz.

Yaptıklarımızdan ziyade yapamadıklarımızdan daha çok pişman olmamızın

gizli nedeni de budur zaten, yaptıklarımızın sonuçları kötü çıksa da,

çıkan sonuçlarda bizimle birlikte başkaları da sorumludur, başka

birilerinin iradesi işin içine girmiştir, pişmanlığımızı ve öfkemizi

başkalarının üstüne yıkabilir, pişmanlıktan kendi payımıza düşeni

azaltabiliriz.

Ama yapmadıklarımızdan duyduğumuz pişmanlıkların bizden başka sorumlusu

yoktur, bizden başka bir suçlu bulamayız, o pişmanlığı tek başımıza

sahiplenmek zorunda kalırız.

Kendi geçmişimizden geleceğimize uzanan yolda karşımıza çıkan dar

kapıları neden aşamayız, neden takılır kalırız oralarda, nedir bizi

durduran, nedir bizi gelecek pişmanlıklara hazırlayan.

Neden bir türlü istediğimiz gibi yaşayamayız?

Neden ıslak bir kil parçası gibi elimizde duran hayatımızı

şekillendirirken, bir yerinde takılır ve onu istemediğimiz bir biçimde

şekillendiririz, kendi isteklerimizden daha önemli ne olabilir?

Korkularımız tabii.

Gide'nin romanındaki kahramanlar gibi Tanrı'dan korkabiliriz.

Çekeceğimiz acıdan korkabiliriz.

Ya da Benjamin Costant'ın 'Adolphe' romanında anlattığı gibi

başkalarının acı çekmesinden korkarız.

Constant, kendi hayatından esinlenerek yazdığı romanında, kendinden daha

yaşlı bir kadınla birlikte olan genç bir erkeğin o kadını neden

bırakamadığını anlatır.

Kadının duyacağı acıyı düşünmek, erkeği hareketsiz kılar, bu

çaresizliğine öfkelenip kızsa da bunun üstesinden gelemez.

Adolphe, ne zaman yeni bir hayata hazırlansa, yaşlı sevgilisinin

gözyaşları engeller onu.

Aynı çaresizliği Daudet'in 'Sara' isimli kitabında da görürüz.

Orada da romanın kahramanı bir türlü kendini geçmiş bağlarından kurtarıp

yeni bir hayat kuramaz.

Bütün bunlar, insanın kendi hayatını belirlemekte sandığı kadar özgür

olmadığını gösterir.

Üstelik özgürlüğü kısıtlayan, kendi dışımızdaki dünya değildir.

Hayatımızı değiştirmemizi engelleyen polisler, hakimler, savcılar,

ordular, yasaklar değildir; yasak kendi içimizdedir, kendi

korkularımızdadır, kendi geçmişimizdedir.

Yaşadığımız her gün kendimize biraz daha tutsak oluruz, yaşanan her gün

hayatımıza bağlanan zincirlere bir halka daha ekler ve biz yaşadığımız

her gün o zincirlerden kurtulmakta biraz daha zorlanırız.

Yaşamak istediğimizi yaşamamamızın nedeni, yalnızca o isteğin yeterince

güçlü olmadığı söylenerek açıklanabilir mi?

İsteğin güçsüzlüğü değildir her zaman asıl neden.

Yeni bir hayata başlarken, dar kapıları kırıp geçerken, arkamızda

bırakacağımız acıların, uzun selvileri olan bir eski mezarlık gibi

gölgesini geleceğin üzerine sereceğini hissederiz. Gelecek, temiz ve

aydınlık bir yaz sabahı gibi aydınlık başlamayacak, aksine geçmişle

lekelenmiş bir halde başlayacaktır.

En çok o gölge korkutur bizi.

Yaşamak istediğimizin de gölgelenmesinden endişe ederiz.

Çılgınca yaşamak istediğimiz yeni günlerin, bize geçmişle gölgelenmiş

olarak gelmesi düşüncesine tahammül edemeyiz.

Korkaklığımız, biraz da geleceği kurtarmak endişesindendir.

Geçmişten gelen gölgelerle soluklaşan bir gelecek mi yaşamalı, yoka hiç

yaşanmayan, yaşanmadığı için de gölgelenmeyen, yaşanmamış ışıklı bir

hayal olarak mı saklamalı isteklerimizi.

Dar Kapı'da olduğu gibi sevdiğimizle yaşayacaklarımızı bir günahın

gölgesinden mi esirgemeli, Adolphe'da olduğu gibi bir başkasının

ruhumuza sinen acısından mı sakınmalı, Sara'da olduğu gibi vicdanımızı

damla damla lekeleyen gözyaşlarından mı kurtarmalı?

Yaşanan ilk aşkla birlikte, geleceğe düşen gölgeler de uzamaya başlar.

Geçmiş olduğu sürece gelecek gölgeli olacak.

Yaz sabahlarının temiz ve gölgesiz aydınlığı kalmayacak geleceğimizde.

Geçmişin gölgelerini taşıyan bir gelecek mi, gölgesiz, dokunulmamış ve

yaşanılmamış bir hayal mi bizi daha mutlu eder?

Ne Gide, ne Costant, ne Daudet buna bir cevap vermiyorlar.

Anlattıkları, yaşayamamanın acısı yalnızca.

Yaşamamak, kendini kendi geçmişinin gölgesinden kurtaramamak acılı bir

tortu gibi birikiyor onların kahramanlarının içinde, isyan krizlerine

tutulsalar da kendilerine yeni bir hayat yaratamıyorlar.

Dar kapılardan geçemiyorlar.

Çünkü yaşadıkça kalabalıklaşıyoruz.

Gide'nin kahramanlarının hiçbir kapıdan sığmayan günah korkuları var

eteklerinde.

Costant'ın kahramanının yaşlı sevgilisinin acıları var kolunda.

Sara'nın kahramanı vicdan azabını taşıyor beraberinde.

Günahı, acıyı, vicdan azabını kapılardan sığdırmak kolay değil, bütün

kapıları yıkmak gerekiyor, yıkıntılardan bir ışığa çıkılır mı peki?

Yaşayamadığımız için pişman olacağımızı bile bile geleceğimizi feda

etmeli miyiz?

Yoksa, gölgeli de olsa o benim istediğimdir, yaşamalıyım mı demeliyiz?

Geleceği yaşarken geçmişin gölgeleri zamanla solup silinir mi?

Geçmişle gelecek arasındaki o dar kapıdan geçerken, oraya buraya sürünüp

örselenen ruhumuz, geleceği istediği gibi kucaklayabilecek mi?

Yaşam dar kapılarla dolu.

Yıkmalı mıyız o kapıları?

Günahı, acıyı, vicdan azabını silip atmalı mıyız?

Duyduğumuz istek, günahı, acıyı, azabı silmeye yeter mi?

Yoksa, günah korkusu, geçmiş acılar, vicdan azapları geleceği mi

karartır?

Neyi seçmeli insan?

Kendi geçmişinden, hafızasından, hatıralarından, inançlarından nasıl

kurtulmalı?

O dar kapılar bizi yaşamamaya mı mahkum ediyor?

Kendi geçmişiyle hüküm giymiş birer mahkum muyuz?

Hayat, kurtulamamanın hikayesi mi?

Peki, o aşk romanları ne öyleyse, anlatılan aşklar nasıl yaşanıyor?

Geçmişin bittiği, bizi sahipsiz olarak, boşlukta terk ettiği zamanlar

vardır, Tanrıyı, aşkı, sevgiyi, sevgiliyi kaybettiğimiz, yalnızlıktan,

inançsızlıktan kıvrandığımız dönemler vardır, lekesiz bir aşk ancak

böyle bir boşluğun, yalnızlığın, böyle bir kıvranmanın içinden doğar.

Kaybetmenin acısını yaşamadan, kazanmanın lekesiz sevincini yaşamaya

izin vermiyor Tanrı.

Ve böyle bir dönemde yeni bir hayatı, yeni bir aşkı kazandığımız anda

da, geleceğimize giden yolda yeni bir dar kapı örmeye başlarız.

Ne yapmalıyız?

Dar kapılardan nasıl geçmeliyiz? Yaşayamamanın acısını mı, gölgeli bir

geleceği kucaklamanın hüznünü mü tercih etmeliyiz?

Duyduğumuz istekler, tutkular, aşklar, geleceğin ruhumuza uzanan

gölgelerini silmeye, bizi iyileştirmeye yeter mi?

Dar kapılardan geçemediğimiz, yaşayamadığımız için pişman olacağız.

Bizi bekleyenin pişmanlık olduğunu biliyoruz.

Yaşadıklarımızdan olmayacak pişmanlığımız, yaşamadıklarımızdan olacak.

Gide'e, Costant'a, Daudet'ye bir sormalıyız ne yapmamız gerektiğini.

Ama onlar bize yalnızca, yaşayamamanın acısını anlatıyorlar.

Nasıl yaşayacağımızın cevabını gene kendimiz bulacağız.

Bu dar kapılardan nasıl geçeceğimizi kendimiz öğreneceğiz.

Öğrenebilirsek eğer...

 

Ahmet Altan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 2 ay sonra...

Yalnızlık bir uçurumsa eğer beni en dipte bulabilirsin.

Gelmek istersen eğer çekinme sen de gelebilirsin.

Nasıl olsa

Bu uçsuz bucaksız gönül tarlalarının sonunda

Hayata küsmüşlerin yeşerttiği

Suya kavuşmuş toprak gibi canlı

Sevgi çiçekleri açan bahçelerden çok var.

 

Çekinme gel

Burada her yalnıza yer var.

 

Yalnız,

Sakın buradaki yalnızlara imrenme.

Bütün bu güzelliklerin içinde yaşayan

Yaşıyormuş gibi görünen biz yalnızların ulaşamadığı

Güzellikler çok daha fazla acı veriyor bana

Bakıp da görememek nedir bilir misin?

İsteyip de alamamak, sevip de uzanamamak

 

Bu yüzden ne olur

Sen yukarıda kal. Fırsat bulursam

Ben sana gelirim.

 

Ahmet Altan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

walla ne yalan söyliyim bende tüm kitaplarını okumadım yani tüm yazdıkları hakkında genelleme yapacak

 

kadar bilgi sahibi değilim

 

ama yazdıklarını kadınlar çok beğeniyor bunu biliyorum :unsure: bende kısmen sevdiğimi söyleyebilirim

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Ağustos Kuşları

 

 

 

Ağustos kuşları

Derin, saf, mavi bir gökyüzünde kara noktalardan oluşmuş kıpırtılı kara bir yumak helezonlar çizerek dönüyor.

Onlara bakıyorum.

Bir ucundan katılan kalabalık ve karışık siyah noktalarla büyüyen yumak diğer ucundan zarif ve düzenli bir ok gibi çıkarak maviliğin içlerine doğru uçuyor.

Gidiyorlar.

Onlara bakıyorum.

Garip bir hüzünle bakıyorum onlara.

Bir şeyin bittiğini söylüyorlar bana.

Başka bir şeyin başlayacağını da.

Onlar gittikten sonra bir zaman boş kalacak o saf mavilik.

Bilmediği bir şeyi özler gibi bomboş bekleyecek.

Ayrıldığımız sevdiklerimizle, buluşacağımız ve henüz kim olduklarını bilmediğimiz seveceklerimiz arasındaki o kederli, yalnız ve yalnızlığında gizli ümitlerle beklentiler taşıyan boşluk.

Uzaklaşanları görüyoruz, anıları taze.

Tanıyoruz gidenleri.

O berrak mavilik bir zaman sonra yeni kuşlar bulacak, ışıkları değişecek, bulutları, yağmurları, sonbaharla şeffaflaşmış güneşleri olacak.

Yaşanmış olanlardan kopmak zor.

Yaşanacak olanları beklemek heyecanlı.

İkisinin arasında, derin ve yalnız bir gökyüzü gibi hüzünlü bir boşluk var.

İçinden geçilmesi en zor olan zaman.

Kendi boşluğuyla daralmış o kederli ruh nasıl da gidenleri yakalamak, geçmişe tutunmak ister.

Nasıl da hüzünle bakar gitme vakti gelenlere.

Ne çok insan, böyle bir kederli boşlukta, geleceği beklemeye sabrı ve gücü yetmediğinden yanlış bir karar verip geçmişi yaşatmaya çalıştı.

Halbuki kural ne kadar açık.

Gitme vakti gelen gidecek.

Boş bir gökyüzü gibi gelecek olanları bekleyeceksin.

Kederle, hüzünle ve sabırla.

Gitmenin bir mevsimi var.

Gelecek olanları karşılamanın bir mevsimi.

Bir mevsimi var boş bir gökyüzü gibi beklemenin.

Gidenleri biliyoruz.

Sesleri, fısıltıları, kokuları, gülüşleri ne kadar da tanıdık, ne kadar yakın.

Bize değdikleri yerleri kopartacaklar giderken.

Kopmanın sancısını duyacağız.

Kuşlarını yitirmiş bir gökyüzü gibi kendi acısıyla yankılanacak içimiz.

Bir zaman, sonsuza dek öyle bomboş kalacağından korkacak.

Sonra tek tük yeni kuşlar gelecek.

Sonra değişik ötüşleri olan dağınık sürüler.

Bulutlar, yağmurlar, yeni ışıklar, şeffaflaşmış güneşler.

Gelecek olanları tanımıyoruz.

Yüzleri nasıl, sesleri nasıl, kokuları nasıl bilmiyoruz, üzülünce nasıl bakıyorlar, sevinince nasıl, bilmiyoruz.

Yeni gülüşlere alışacağız. Yeni dokunuşlara.

Sözcüklerin bir başka biçimde söylenebileceğini de göreceğiz. Şu anda hiç tanımadığımız bir beden birkaç ay sonra sıcak bir sokulganlıkla yanımıza uzandığında, bir yabancıdan bir sevgili yaratan bu tabiata şaşacağız.

Giden kuşlara bakıyorum hüzünle.

Süzülerek uzaklaşıyorlar.

Gitmenin bir mevsimi var.

Gelecek olanları karşılamanın bir mevsimi.

Bir mevsimi var bomboş bir gökyüzü gibi beklemenin.

Niceleri, bomboş bir gökyüzü gibi durmanın azabına dayanamadığından gidenleri yolundan döndürdü.

Ölü kuşları oldu onların.

Ölü kuşlarla doldu mavilikleri.

Derin, saf, boş bir gökyüzü gibi kederle durun.

Gelecekler.

Yeni sesleri, yeni kokuları, yeni dokunuşlarıyla gelecekler.

Sözcüklerin başka türlü söylenebileceğini de öğreneceksiniz.

Her kederden bir ümide kapı açan bu tuhaf tabiata şaşacaksınız.

Unutmayın, gitmenin bir mevsimi var.

Gelecekleri beklemenin bir mevsimi.

Bir mevsimi var bomboş bir gökyüzü gibi durmanın.

Gelenler, sadece beklemesini bilenlere geliyor.

Bekleyin...

Gelecekler.

.

 

Ahmet Altan

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.