Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Sen de benim kadar korkuyor musun kadın?

 

"Cinsel açlığın yaygın ve kadına ulaşmanın zor olduğu durumlarda, sürekli olarak uyarılan erkek, -haram gibi normlara sahip değilse- fırsatını bulduğunda kendisini uyaran -tahrik eden- kadına yönelir, rıza ile karşılık bulamazsa duruma göre saldırır. "
 
Hatırladınız mı bu sözleri? 
 
Tecavüzlere "duruma göre" açıklaması getiren bu müthiş kelamın sahibi Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç. 21 Şubat 2011'de yazmış, üzerinden neredeyse iki yıl geçmiş ama öyle anlaşılıyor ki milletçe nasibimizi alamamışız. Alamamışız çünkü, geçen iki yıl içinde yine kadınlara tecavüz edilmiş, yine kadınlar dövülmüş sövülmüş öldürülmüş. Keşke kadınlar tecavüze uğramalarının nedenini okuyup anlasalarmış. 
 
Yine de çok geç kalmış sayılmazlar. Tamam başlarına gelenler hiç de hoş şeyler değil ama.. şöyle bi düşünecek olursak, zaten tecavüze uğramalarının nedeni de, kendileri. Tahrik ediyorlar erkekleri, sonra yok efendim adamın biri tecavüz etti bana falan filan. O kadar da büyütülecek bi şey değil sonuçta. Hem şimdi devlet katından ciddi bir destek görmeleri de söz konusu. Hani olur da tecavüz sonrası bir hamilelik durumu olursa, aman sakın ha kürtaj olmayın, doğurun, devlet bakar çocuğa diye. Her neyse, demem o ki madem tecavüze sebebiyet veriyorsun, sonuçlarına da katlanacaksın. İşte anlatmış Ali Bulaç nedenlerini bir bir. Oku düşün uygula neticelendir hemşire.
 
Hayır diyelim ki yeterince ibret alamadın, bak sana bir şans daha vermiş Ali Bulaç. Hem bu seferki şans öyle elinin tersiyle itebileceğin bi şey değil. Değil çünkü, artık öldürülüyorsun be güzelim? Yani hiç düşündün mü, ne halt yiyorsun da kocan seni kesiyor? Ne yanlış yapıyorsun da, yaradılışı mütamadiyen error veren erkek milletinin iyice şaftı kayıyor, elini kana buluyor, durduk yere günaha giriyor senin yüzünden? Hım?
 
Bak ne diyor Ali Bulaç, 14 Ocak 2013 tarihli yazısında. Aç gözünü gönlünü, iyi oku: 
 
"Bence prensip olarak –dinî öğretinin tamamından ve beşeriyetin her bölgesinde ve din havzasında gözlenen örfünden anladığım kadarıyla- kadının birinci görevi annelik ve ev hanımlığıdır."
 
Birinci vazifen: Annelik ve ev hanımlığı. Senin gelecek planlarına el koyduk şekerim. Sana hayal kurmayı bile yasakladık, çünkü senin birinci vazifen annelik ve ev hanımlığı. Sana sınırlar çizdik, menziller tespit ettik. Dini öğretinin tamamından anladık bunu. Beşeriyet dedik, din havzası dedik mevzuya derinlik kattık.. ama sen kafanı yorma bunlarla, bilmen gereken son derece basit bi şey: Bir kadın olarak ilk vazifen çocuk doğurmak, ev işi yapmak. 
 
Buraya kadar tamamsa devam ediyorum, azami dikkat:
 
"Zaruret varsa iş piyasasında öncelikle onun emeğini hak edecek kadar ücretle istihdam edilmesi gerekir."
 
Şimdi burada önemle üzerinde durulacak nokta, "zaruret varsa" noktası. Bu nokta mühim. Çünkü, misal, hanımlarımız hastalanıyorlar maalesef. Diyelim sen bi kadın olarak hastalandın, doktora gitmen gerekti. Ne yapacaksın? Elin namahrem erkeğine muayene olacak halin yok değil mi? İşte zaruret noktası bu oluyor. Mecburen içinizden birileri fedakarlık yapacak, okuyacak, doktor olacak. Hemşire olacak, hasta bakıcı olacak, öğretmen olacak. 
 
Böyle zorunlu istisnaları bir yana bırakıp, ibret alınası yazının başka bir bölümüne geçelim:
 
"Liberal kapitalist piyasa ise kadını farklı çerçevede evin dışına çıkmaya zorluyor; anneliği ve ev hanımlığını itibarsızlaştırıyor; pozitif ayrımcılıkla kadın yuva kurmuyor; erkekler bu şekilde kışkırtılmış kadınlarla evlenmek istemiyor; sonuçta olan yine kadına oluyor."
 
Of off. Bak ne güzel açıklamış. Ne kadar faydalı şeyler söylemiş. Keşke bu sefer okuyup anlasan da canın kurtulsa be kadın. Aslında hata tam olarak sende değil, seni pozitif pozitif kışkırtanda. Buyur oku meslek sahibi ol, emeğinle çalış kazan, ayaklarının üzerinde dur diye seni kışkırtıp piyasaya sürenler utansın. Yaptıkları kötülüklerin farkında mı onlar? Al işte ne oluyor sonunda? Evde kalıyorsun! Kimse senin gibi kışkırmış bi kadınla evlenmek istemiyor. Kimse seni evinin hanımı, çocuklarının anası yapmak istemiyor. Güme gidiyor birinci vazife.. peh!
 
Bu arada.. "kışkırtılmış kadınlar" diye okuyunca aklıma ne geldi. Erdal Atabek yazmıştı zamanında "Kışkırtılmış Erkeklik Bastırılmış Kadınlık" diye bir kitap. Ama tabii o mevzuyu külliyen yanlış anlamış meğer, şimdi bunu öğrenmiş olduk. Bu vesileyle seslenmiş olalım, açsın okusun Ali Bulaç külliyatını, kadın kısmına doğru telkinlerde bulunsun. 
 
Gelelim adeta kadınlar için köprüden önceki son çıkış gibi olan yazının devamına:
 
"Erkeğin fıtrî rolünü kaybetmesi onu kadına karşı acımasız şiddete, vahşi cinayetlere sürüklüyor, sonunda kadın devlete sığınıp kendini devletleştiriyor. Şimdi devlet her eve polis tayin edecek hale geldi."
 
Duydun mu? Bak diyor ki, erkeğin fıtri rolü kayboluyor, fıttırıyor sonunda. Kafayı kırıp vahşi cinayetlere sürükleniyor. E peki kim yapıyor bunu? Sen yapıyorsun! Sen! Kadın!!!
 
Hayır bir de delirttiğin adam seni  kıtır kıtır kesmesin diye devlete sığınıp devletleşiyormuşsun? Yani bu nası bi şey oluyor tam anlayamadım ama yapma sen en iyisi. Devlete sığınma. Ne gereği var? Yahu bak sayende devlet neredeyse her eve polis dikecek hale gelmiş. Yazık değil mi bu devletin kıt imkanlarına? Yani bu devlet hangi birinizin başına polis tayin edecek? Şiddet gören kadına sıra gelene kadar.. o hoo.. daha kimler kimler var. 
 
Şimdi çok önemli bir bölüme geldik, ibretini sağlam al:
 
"Madem bizim kadınlar da bu modern tecrübeyi yaşamakta çok kararlı, yemekte oldukları 'acı meyve'nin sonucunu beklemekten başka çare yok."
 
Unut her şeyi, git bir daha oku.. 
 
Gel şimdi, konuşalım biraz. "Madem bizim kadınlar da.." demiş Ali Bulaç. Yani demek ki bizden olmayan başka kadınlar bu "modern tecrübeyi" yaşamışlar zamanında, o "acı meyve"yi yemişler afiyetle..  ee ne olmuş peki? Diyelim misal modern batılı kadın tecrübesini yaşamış ve modern batılı erkek tarafından elli yerinden bıçaklanmış mı? Ne olmuş o kadınlara? Ne gelmiş o meslek sahibi modern ve bizden olmayan başka kadınların başına da, şimdi bizim kadınlar da yaşayacak bu tecrübeyi ve görecek gününü? 
 
Sen yine ibretini al bu yazıdan, al. Sen bizdensin çünkü. "Bizim kadınlar" demiş bak ne güzel. Nasıl, sen de benim gibi hissediyor musun o tahakküm sosuna bodoslama bulanmış sahiplenmeyi? Sen de benim kadar korkuyor musun kadın? Yaşam hakkı ve alanı diye bize dayatılan şu kümes ortamından sen de benim kadar korkuyor musun? Attığın adımdan, sesinden soluğundan, aldığın nefesten bile korkuyor musun?  Acı meyveyi yemişiz kardeşim, sen de benim gibi şu "beklenen" sonuçlardan korkuyor musun? 
 
Dila Karam
Gönderi tarihi:
kcin1-E7E5-5702-5CC9.JPG

 

Kadınları öldürebilirsiniz, yeter ki geçerli bir nedeniniz olsun!

Adam baltayı alıp bir gün önce boşandığı eşinin kafasına geçiriyor, kadını öldürüyor ve mahkeme "şiddetli elemin sonucu" katil olduğuna karar vererek cezasını indiriyor. Ağırlaştırılmış müebbet alacağına, ine ine on yedi yılı buluyor alacağı ceza.

 

Mahkeme özet geçmiş: Kadınları öldürebilirsiniz, geçerli bi nedeniniz olsun yeter ki.

 

Buradaki geçerli neden, öldürülen kadının, eşinin ağabeyi ile birlikte olması. İki yıl kadar abinin tecavüzüne uğramış kadın. "Rızası var" eşiğinde abi temize çekilmiş haberden anladığım kadarıyla. Adam eşine boşanma davası açmış, boşanmışlar ve ertesi gün şiddetli elem yapacağını yapmış, balta ile kadın öldürülmüş. Adamda pek bi suç yok aslında. Suç baltada.

 

İşin aslını bilmiyorum, merak ettiğim de söylenemez. Çünkü kadın, keyfi öyle istediği için eşini aldatmış olabilir. Eşin ağabeyi yanına yaklaşmak istemeyeceğimiz tıynette bi tip olabilir. Bunlar tencere kapak gibi birbirlerini de bulmuş olabilirler. Tüm bu tantananın toplamı bir adet boşanma eder. Ne eksik ne fazla. Eşlerin birbirini aldatması gayet geçerli bir boşanma nedenidir, şiddetli elem nedeni de olabilir ve hatta evet cinayet nedeni de olabilir. Ancak eğer verilen cezanın af nedeni olursa, işte o zaman bütün topluma şu mesajı vermiş olursunuz: Kadınları öldürebilirsiniz, yeter ki geçerli bir nedeniniz olsun.

 

Aslında merak ettiğim bi şey var: O balta neden sadece kadının kafasına indi? Ağabey eğer iki yıl boyunca kardeşinin eşine tecavüz ettiyse, neden cezasız kaldı? Yok tecavüz değildi, rıza vardı deniyorsa, bu durumda aynı rızayı gösteren kadın öldürülüyor da, ağabey neden bağışlanıyor? Kadınları öldürmeye programlı ahlak ve namus anlayışı en çok nerede su koyuveriyor? Bu leş anlayışın kaç ayrı yüzü var böyle? Erkek yapınca aklama paklamaya ayarlı, kadın yapınca baltaları bileten kaç farklı ama aynı utanmazlığa sahip yüzü var? Ve ayrıca, şu söylediğimden ''erkekler de öldürülsün madem'' dediğimi alıp çıkarabilecek kaç şahane zeka var?

 

Mahkemenin kararında öldürme eyleminin "eşten kaynaklı" olduğu belirtilmiş. Okurken öyle bi hava hissettim ki, sanki adama verilen on yedi yıllık cezaya üzülmüşler. Yazık la demişler sanki, bak görüyo musun gitti adamın gençliği demişler. Karısı kendini baltayla öldürtmüş adama demişler, kafasına geçsin diye o balta bilmemiş ki daha ne yapsın demişler. Yazık değil mi şimdi bu adama diye içlenmişler, bari şiddetli elem diyelim, ne bileyim iyi hal diyelim, eşi yüzünden düştü bu hallere diyelim de indirebildiğimiz kadar indirelim cezayı demişler sanki.

 

Bu coğrafyanın kadınlarına dedikleri de şu aslında: Medeni toplumlarda ancak boşanma nedeni kabul edilen şeyler burada sizin için ölüm nedenidir. Bizim o kadar güzel, o kadar muhteşem bi ahlakımız ve namus anlayışımız var ki, sokaktan eve, okuldan işe, karakoldan mahkemeye, köyden şehire, her yerde ve her zaman kadını ezmeye, sindirmeye ve gerekiyorsa öldürmeye programlıdır. Aman ne var canım alt tarafı ölürsünüz. Herkes ölecek zaten bir gün.

 

Karamsar olmaya ne gerek var değil mi?

 

Dila Karam

Gönderi tarihi:
kadn2-92EF-BB6A-E103.JPG

 

Bizim devlet kadından korkuyor

 

Evet aslında tam benlikti. Yani bu memlekette çoluk çocuğun eğitiminden sorumlu bir Bakanlık çıkacak ve böyle gayet kurumsal kurumsal, öğrenci velilerine eğitim amaçlı kısa mesajlar çekecek.. ve ben susacağım, öyle mi? Eğitimin neresinde SMS yoluyla veli tacizi vardır diye zinhar aklımdan geçirmeyeceğim ve bu kibrinden yanına yaklaşılmayan "ben bildirimci" uygulamayla kafa bulmayacağım? Olacak şey değil.

 

Daha şenliklisi de şu: Memlekette Sünni Müslümanların din iman işlerinden sorumlu bir kurumun -her ne kadar bütçeden aldıkları devasa pay, başka mezheplere inanlardan, başka dinlere iman edenlerden ya da külliyen inançsızlardan veya dinsizlerden de gelse- işte bu kurumun başındaki zat çıkacak ortaya ve diyecek ki dünya aleme seslenerek: "Kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza önce insanlığa karşı cinayetleri önleyin."

 

Aman da aman. Hakikaten tam benlik. Duramam, dayanamam. Yok canım, olacak şey değil.

 

Olacak şey değil ama bir de neresinden başlayacağımı bileydim iyiydi. Velilere içeriği ne olursa olsun mesaj yollanmasından mı, yolladıkları mesajın akıllara zarar içeriğinden mi, hangisinden başlasam? 

 

SMS şöyle bi şey: "Anne-baba'nın kontrol çabaları erkeklerin problemli davranış göstermelerine neden olur. Kızlarda ise problemli davranışlar azalır."

 

Türkçe meali: Kızını dövmeyen dizini döver anacım. Oğlanı ise serbest bıracan, kaçar gider vallaha. Erkeğe baskı işlemez, biz zaten yeterince yapıyoruz o işi, daha da yapacaz evvelallah. Siz şimdiden darlamayın delikanlıları. Amma kız öyle serbest bırakmaya gelmeez! Takacaksın boynuna tasmayı, zincirini de uzun bırakmayacaksın. Çeektin mi gelecek geriiyee..

 

Meal yarı yolda düzey engeline takıldı, tepe sersemi oldu. Lakin, hata bende değil. Koskoca Bakanlık velilere (veli derken, yani bu insanlar reşit, hakları, sorumlulukları ve ödevleri olan yetişkin vatandaşlar) bu insanlara bu memlekette bir Bakanlık, çocuklarını nasıl yetiştirmeleri gerektiğini SMS yoluyla tebliğ ediyor. Şimdi bunun neresinden tutarsın, neresini ciddiye alırsın, ne dersin?

 

Bu kadar cinsiyetçi, bu kadar tepeden bakar, bu kadar kibirden beyni dönmüş, bu kadar toplum mühendisliğinin ziftli dibine vurmuş, bu kadar APTALCA bir işin, neresine delleneceksin?

 

Bizim devlet kadından korkuyor. Kadından, genç kadından, kız çocuklarından bile korkuyor. Bunun başka bir açıklaması yok. Ellerinde dillerinde akıllarında ve gönüllerinde zincirlerle geziyorlar. O zincirin her bir halkası bir kadın hakkının boynunda. Her bir halkası kadını boğuyor, kadını öldürüyor.

 

Hem zaten bu kafanın kadına bakışının "problemli" izlerini her amellerinde görmek mümkün. Diyanet'in Birleşmiş Milletler'e atarlanmasının tashih kabul etmez meali de aynı minvalde. Neymiş efendim, kadına karşı şiddetle uğraşacağınıza önce insanlığa karşı cinayetleri önleyin'miş. Hele hele. 

 

Zaten bu kadın denilen canlı, ayrı bi tür. Bağzı memleketlerde erkekle bir tutulup, insanlık ailesinin bi parçası olarak kabul görse de, bu aslında nasıl yalan nasıl dolan, anlatılır gibi değil! Kadının insandan saymak da neyin nesi? Ne güzel demiş şair: "Ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen." Buyrun bakalım buna ne diyeceksiniz? Hem insanlık derken de öyle aklınıza bütün insanlar gelmesin. Nerede o bolluk? Dimiz de dinimiz.. anladın sen onu.

 

Şimdi benim Diyanet ve Velilere SMS yollama Bakanlığı'ndan ricalarım olacak bi kadın canlısı olarak. Kadınlarla ilgili her yeni durum tespiti ve/veya had bildirme faaliyeti tarafımıza hemen bildirilsin. İnsanlık ailesine kabulümüz bi gün mümkün olacak mı, yoksa yine sofradaki yerimiz öküzden sonra gelene mi döndü bi tür fabrika ayarlarına döner gibi?  Hangi şartlar altında katlimiz vacip? Son tahrik kriterleri nedir? Nefes almak misal? Öyle içli içli nefes alınca erkekler tahrik olur mu? Bir de büyüklerimizden ricam olacak, hangi suça kaç bıçak darbesi alıyoruz? Lütfen bunu da bi liste olarak açıklasınlar. SMS de olur. Babalara, kocalara abilere dayılara ve mahalle delikanlılarına kısa mesaj olarak yollasın devletimiz bunları. Onlar bize uygulamalı anlatır.

 

Son bi şey daha: Evet yahu, korkun bizden. Korkun!

 

Dila Karam

Gönderi tarihi:
 
 
anne-C2D9-96C7-9D5E.jpg
 
 

 

Tek Suçlu Bebeğini Bırakıp “tatile giden” Kadın mı?

 

Kaç gündür gündemi meşgul eden öğretmen M. D.’nin dokuz günlük bayram tatiline bebeğini bırakıp gitmesi muhabbetinde her zaman olduğu gibi toplumsal ön yargı, genel ahlaki namus gibi kavramlar devrede… Elbette yapılanın makul karşılanacak hiçbir yanı yok, iki aylık bir bebeğin ölmesi, annesinin onu bırakıp tatile çıkması v. s. Düşündüğünüzde akıl almaz bir olay ama bu olayın görünmeyen, üzerinde durulmayan bir çok noktası olduğu kesin…

 

Aslında bütün değer yargılarımızla “cani” ilan etiğimiz M. D. için ilk sormamız gereken soruyu kaçırmış gibi görünüyoruz… Neden bir kadın iki aylık bebeğini bırakıp tatile çıkar? Neredeyse bütün gazetelerin “kan dondurucu”, “korkunç” olarak nitelediği M. D.’nin ifadesinde bunun sebepleri o kadar açık ki, şöyle diyor M. D ifadesinde; “İlk evliliğimi sorunlu bitirdikten sonra ailem yeniden evlenmeme karşı çıkıyordu. Polis olan sevgilimle yaşadığımız cinsel birliktelikten sonra hamile kaldım. Hamile olduğumu çok geç öğrendim. Uzun süre bebeği doğurup doğurmamak arasında kaldım. Aileme durumu nasıl anlatacağımı düşündüm. Çok korkuyordum. Buna rağmen oğlumu dünyaya getirmeye karar verdim. Uzun süre Hatay’da yaşayan ailemin yanına gitmemek için mazeret uydurdum. Karnım iyice büyüdükten sonra adeta eve kapandım. Doğum sonrası bebeğime sorunsuz baktım. Ailem, özellikle annem uzun bayram tatilini Hatay’da geçirmem için bana sürekli baskı yapıyordu. Bebeğimi kimseye bırakamayacağıma karar verdim. ‘Birkaç gün Hatay’da kalıp hemen eve dönerim’ diye düşündüm.”

 

Bebeğini tüm toplumsal baskılara rağmen doğurmaya karar veren bir kadından bahsediyoruz bu nedenle dokuz ay eve kapanan, kimseyle görüşemeyen bir kadından… Peki M. D. Çocuğunu bırakmasaydı ne olurdu? Yine M. D.’nin ifadesine baş vuralım; “Beni öldürebilirlerdi, Hatay’a gideceğim gün oğluma iki biberon mama yaptım. Mamayı birkaç saat arayla yedirdim. Altını değiştirip beşiğine bıraktım. Üşümesin diye üstünü iyice örttüm. Evden çıkarken uyuyordu. Karnı acıksa dahi ağlar ağlar yeniden uyur diye düşündüm. Sonuçta ailemin yanına oğlumla gitseydim beni öldürebilirlerdi. Bebeği evde bırakmayı göze almak zorundaydım. Kapıyı kilitledikten sonra evden çıktım. Bebeğime bir şey olmaması için dua ettim.”

 

Olamaz mıydı? Her gün töre, namus, ahlak söylemi adı altında birçok kadın öldürülmüyor mu? Evet M. D. Bebeğini bırakmasaydı ölebilirdi. Ha şimdi şöyle bir soru sorabilirsiniz, kendini korumak için bebeğine kıyması mı gerekirdi? Elbette hayır zaten M. D’nin ifadesinden çok açık anlaşıldığı gibi o bebeğine kıymadı… Gerçekte bebeğine kıymak istese doğmadan da başka bir çözüm bulabilirdi, eve döner dönmez mama yapmaz, onu hastaneye götürmezdi. Devamlı okuduğumuz üçüncü sayfa haberleri gibi bir çöp konteynerına bırakabilir ya da yok etmenin yollarını düşünebilirdi.

 

M. D’nin ifadesinin dışında apartman görevlisinin bile bebekten haberdar olmaması aslında çok şey anlatıyor, gizlice bebeğini yaşatmaya çalışan bir kadının dramı aslında özellikle üzerinde durulması gereken… Haber bültenlerinde konu ile ilgili öğretmenlik yaptığı okuldaki öğrenci velileriyle yapılan röportajları izledik kaç gündür, endişeli aile profilleri gördük. Peki bu aileler “gayri meşru” çocuğu olduğunu bilseler nasıl davranırlardı M. D öğretmene, okuldaki diğer çalışanlar doğal karşılarlar mıydı durumu? Elbette hayır toplumsalın “normali” olmayan bir durum içindeyseniz zaten “anormal” olacağınızı unutmayın…

 

Peki bütün bunlar neden? Bir kadının bunca acıyı yaşamasına sebep olan şey ne? Cevap çok açık, kürtajın yasaklanmasına çalışıldığı, cinsel ilişki sonrası gebeliği önleyici ertesi gün hapının satışının durdurulması için düzenlemelerin yapıldığı, ihbar hatlarıyla kızınız hamile ispiyonculuğunun yapılmasının planlandığı bir coğrafyada yaşıyoruz biz, bütün bunları geçin iktidarın neredeyse kadının kadınlığını yasaklama noktasına geldiği politikaları konuşuyoruz her gün…

Ben çok düşündüm varın gerisini siz düşünün M. D mi suçlu onu bu çaresizliğe iten genel ahlakınız, ön yargılarınız, iktidar politikalarınız mı? Ve onu bu kadar suçlarken bebeğin babasından hiç bahsetmeyen vicdanınız mı?

 

Bu öykünün iki kurbanı var iki aylık adını bile bilmediğimiz bir bebek ve onu ölüme terk etmek zorunda kalan, yaşadığı baskıyla dengesini kaybetmiş bir kadın…

Kısaca bir insanı “cani”, “katil”, “canavar” ilan etmeden önce biraz kafa yoralım yaşananlar üzerine çünkü hiçbir insan bu sıfatlarla doğmaz, onu cani yapan genel ahlak anlayışları, ekonomik sebepler, toplumsal değerler ve ön yargılar olabilir…

 

Emek Erez

Gönderi tarihi:
yasak-FC1C-23A8-0FF2.jpg
Kadın da neymiş, yasaklayın gitsin!!!
 
Ve değişmeyen gündemimiz kadın, dünyaya bir türlü sığdıramadığınız sabanla aldığınız güçle hep kaybetmeye mahkum ettirdiğiniz o varlıklar, görünür oldukça rahatsız olduğunuz ve bu günlerde elinizi, dilinizi, sapkın fikirlerinizin bilinç üstüne yansımalarını bedenine yönelttiğiniz o insanlar.  Üst üste yaptığınız açıklamalarınızla kadını toplumsal gözünüzün sınırlarına hapsetme çabanızı gözümüze soktunuz, en iyisi yasaklayın, kadın da neymiş, yasaklayın ki gözünüze görünmeyelim ataerkil düzeninizde erkek erkeğe muhabbetlerinizle, cinsiyetçi küfürlerinizle dünya size kalsın biz de rahat edelim siz de rahat edin!

 

Son günlerde muktedirler tarafından yapılan açıklamalarla kadının nasıl iktidar mekanizmasının denetimine hapsedilmeye çalışıldığına tanıklık ediyoruz… “Kızlı” “erkekli” diye başlayan cümlelerin asıl hedefinin kadın olduğu şüphe götürmez bir gerçek. Özellikle dün üst üste medyaya yansıyan haberler bu durumun artık çığırından çıktığının göstergesi, “Sayın” başbakanın “kadın kadındır, erkek erkek bunların eşit olması mümkün mü?” dediği gün aslında iktidarın kadına bakışı çok net ortaya çıkmıştı. Son günlerde yaşananlar sadece bunun yansıması, iktidar tahakkümünün ülkedeki diğer muktedirlerde açığa çıkması. Bakın neler söylediler:

Kızlı Erkekli Aynı Merdiveni Kullanıyorlar!

 

Trabzon Milli Eğitim İl Müdürü Tamer Kırbaç'ın "Erkek öğrenciler ile kız öğrenciler aynı merdivenleri kullanarak uyumaya gitmeleri iki yıldır beni rahatsız ediyor" diyerek açtı lafı burada aslında “erkek” yalnızca cinsiyetsiz bir figürdü, asıl hedef kadındı. Çünkü erkekler istediği merdivenden istediği gibi yürüyebilirdi ancak kadın ve erkeğin yan yana yürümesi sorundu. Zaten kadının o okulun merdivende bulunmasıydı asıl sorunun başlangıcı çünkü kadının sosyal yaşamda yeri yoktu bu düşüncedekiler için. Çünkü iktidarın artık tartışma götürmez bir şekilde kabul etmemiz gereken nihai hedefi kadını kapatmak, onu ailenin, devletin, iktidarın oynayıp biçimleyebileceği bir nesne haline getirmek, toplumun dışına itip, yalnızca kendi koyduğu kuralların hizmetine sunmak.

 

 

Haremlik Selamlık Yemekhane!

 

YURTKUR'a bağlı Kırklareli'ndeki devlet yurtlarında kız ve erkek öğrencilerin ortak sosyal alanlarını ayıran ve birbirlerini göremeyecekleri yeni bir düzenleme yapıldı. Her ne kadar YURTKUR düzenlemeden haberimiz yok dese de bunun olmamış olabileceğine inanmak zor. Kadın ve erkeği ortak bir alanda buluşturmamayı hedefleyen bu uygulamanın da asıl amacının kadın olduğu ortada. Kadınının namus bekçiliğine soyunan bu iktidar zihniyetinin, genel ahlakının, kadını tüm sosyal ortamlardan uzaklaştırıp, kenara itmenin bir başka göstergesi. Aklınız almıyor değil mi? kadının ve erkeğin yan yana gelmesinin sorun olmasını, bana göre tek bir açıklaması var bastırılmış cinsellik. Nasıl bir algıları varsa “kadın” ve “erkek” diyince akıllarına gelen tek şey bu, ne diyelim Freud haklıymış ya başka söze gerek yok…

 

Yataklı Vagonlardan Rahatsızım!

 

"Gençlik Treni" projesinde kız-erkek ayrımı yaptıklarını anlatan Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, "Çocuklar geceyi trende geçiriyor, yataklı tren olmasından dolayı. 200 kişilik, kompartımanlar arası geçişin müsait olduğu bir trende güvenliği sağlayamam" evet evet doğru anladınız sorun yine kadının ve erkeğin bir aradalığı ve üstelik bahsedilenler henüz çocuk yaşta... Bakanı asıl rahatsız edenin ne olduğunun üzerinde durmaya gerek yok!  Kendisi buna gerekçe olarak güvenlik diyor,  çünkü kadınlar ve erkekler ya da kızlar ve oğlanlar bir araya gelince çok ayıp şeyler oluyor, maazallah bir göz göze gelme, yanlışlıkla ele dokunma, hatta öpüşme falan olursa toplumsal ahlakımızın normları zarar görür, genel ahlakımız harap bitap düşer ve daha pek çok güvenliksiz durum yaratabilir, elbette “bakanımız” güvenliği sağlamak zorundadır. Daha çocukken kadını ve erkeği birbirine yasaklamalıdır. Çünkü kendisi kadının ahlak bekçiliğini iktidarının bakış açısından almıştır ve bu onun en asil görevidir.

 

Bütün bu bahsettiklerim yalnızca bir gün içinde haberlere yansıyanlar, öncesinde kadına hem doğur deyip sonra da hamile iken sokağa çıkarsan terbiyesizsin denmesi de var, Ak Gençlik’ in  kadın hamileyken dışarı çıkarsa cinsellik yaşadığı belli oluyor demişliği de.. Evet zaten kadınlar cinsellik falan yaşamaz, o da ne ayıp oysa binlerce yıl önce hani biz çok eskiden tanrıçayken Kibele vardı, bolluğun, bereketin, doğurganlığın, cinselliğin simgesiydi… Ama o binlerce yıl önce de kaldı şimdi kadın erkekli kızlı kampa katılıp, hatta aynı denize bile giriyor, ayıp üstüne ayıp, günah üstüne günah işliyor, zaten yasak elmayı yiyip Adem’ i de baştan çıkaran, erkeği kötü yapan o, yahu düşündüm de gelin beni dinleyin yasaklayın gitsin, toplumun, huzura, güvenliğe ve kadınsızlığa ihtiyacı var ne de olsa iktidarınızın denetimine hapsedemediğiniz kadın sizden değildir.

 

Emek Erez

  • 3 hafta sonra...
Gönderi tarihi:
Amaç, Kadını Eve Hapsetmek
05 Kasım 2013 Salı
 

 

Ali Bulaç, ilahiyat kökenli bir sosyologdur. 1 Mayıs 2010 tarihli Zaman’da şu satırları yazdı:

“Küçük yaştaki çocuğu sabahın erken saatinde kreşe yetiştirmeye çalışan, akşama kadar müşterilerle,kendini bilir bilmez insanlarla boğuşan,saatlerce trafiğe takılan,alelacele kendini eve atıp yemek yetiştirmeye çalışan bir kadın mı daha avantajlı, yoksa yavrusu kucağında büyüyen, evini geniş vakitte düzene koyup kalan bol zamanda hayır faaliyetlerine katılan, medeni-sivil etkinliklere katılan kadın mı?”
Bulaç, 2011 sonunda yazdığı 4 makaleyle modernizmin kadın algısını ve devletin kadın istihdam politikasını eleştirdi.

Özeti şuydu:
“Kadını evden çıkarıp iş dünyasına katmak, onu sömürmek isteyen küresel piyasa ekonomisinin bir tuzağıdır. Oysa bizim örfümüzde kadının asli yeri evidir. Yuvayı dişi kuş yapar.”

2013 Ocak ayında dozu artırdı: “Kadının birinci görevi annelik ve ev hanımlığıdır. Kadınlar çalıştığı için, erkekler cinayete sürükleniyor.”

 

***

Bulaç’ın görüşleri, nihayet devlet katında benimsenmişe benziyor.
Peşi peşine gündeme sürülen bir dizi demeç ve paketle, kadına “Erken evlen-hemen doğur evinde otur” denmeye başlandı:

●Başbakan, dün, kız-erkek aynı evde kalan üniversite öğrencilerine müdahale sinyali verdi. “Evlenmeden olmaz” diyor.
● Uludere katliamına benzettiği kürtaja karşı bir yasa tasarlıyor.
● Israrla kadınlardan 3-4 çocuk istiyor.
● Gençlik ve Spor Bakanlığı, evlenen öğrencilerin öğrenim kredisi borçlarının silineceğini, yurtta parasız kalabileceğini açıklıyor.
●Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, 18-24 yaş arası evlenenlere 10 bin lira teşvik kredisi vaat ediyor.
●“Çocuk teşvik paketi”yle doğum izni 16 haftadan 18 haftaya çıkarılıyor. 3 çocuklu kadına 1 yıl yarım gün çalışma hakkı getiriliyor. 3 çocuklu asgari ücretlinin vergi yükü sıfırlanıyor.


***

Bulaç’ın görüşleriyle hükümetin politikalarını birlikte değerlendirince niyet, gayet net görülüyor:
Gençler, erkenden başgöz edilecek.
Kürtaj yasaklanırken, doğum ödüllendirilerek genç annelik ve çok çocukluluk teşvik edilecek.
İşveren, sürekli doğurup izin almalarından bıkıp kadınları istihdam etmeyecek.
“Dişi kuş” işi bırakacak, yuvasına dönüp “minik kuş”larını besleyecek.


***

Tarih kitapları bu politikayı iyi tanıyor:
1930’
lar İtalyası’nda Mussolini,

 

“Her ailenin en az 4 çocuğu olmalı” diyordu.

 

Almanya’da Hitler, “Kadın, erkek dünyasına girmemeli.
Onun kutsal görevi, Alman halkına çocuklar hediye etmektir” 
görüşündeydi.

İlkin “Aile Yasası”nı çıkardı. Kredi sistemiyle evliliği teşvik etti. Kürtajı ağır cezalık suç haline getirirken her aileden en az 4 çocuk istedi.
Ailelere, her yeni çocukta artan para yardımı yapıldı. 4 çocuk yapan çiftlere ev hediye edildi.
8 çocuk doğuran kadınlara altın madalya takıldı.

“Yeni millet”in ideal kadını, çocuğunu emziren bir anne olarak resmediliyordu.
Ancak savaş patlayınca bütün bu politikalar çöpe gitti:
Çünkü fabrikada çalışacak, cephede savaşacak kadına ihtiyaç vardı.

 

***

Erdoğan, sık sık eleştirdiği 1930’lar faşizminin diliyle konuşuyor, ama insanlık, o dilin dünyayı nasıl bir faciaya sürüklediğini biliyor.
Kadın da, “cennet” olarak tarif edilen evde, kendisini nasıl bir erkek şiddetinin beklediğini görüyor artık...
Hiçbir rüşvet, bağımsızlığını kazanmış kadını yeniden eve tıkıp kuluçkaya yatırmaya yetmez.

 

C. DÜNDAR

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.