Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Hilafet neden gündeme getiriliyor?


dilku

Önerilen İletiler

Hilafet Neden Gündeme Getiriliyor?

 

 

Geçen cuma günü Fatih Camii avlusundaki Hizb-ut Tahrir gösterisini TV ekranlarından seyredenlerin gözleri fal taşı gibi açıldı. Tam da PKK provokasyonlarının sahnelendiği sırada, bu “şeriat-hilafet” kışkırtması hemen akıllara 28 Şubat’ın Aczimendi’li, Müslüm Gündüz’lü günleri hatırlattı. Acaba birileri hem de AK Parti iktidarında, dindarlara karşı, suret-i haktan görünerek bazı kanunlar çıkartma hazırlığı mı yapıyordu?

 

Hizb-ut Tahrir provokasyonu adeta akılla, mantıkla boğuşuyordu. Atatürk’e alenen hakaret ediliyor, tarihin sayfalarında kalmış hilafet konusu, demokrasinin alternatifi gibi takdim ediliyor ve “Ya demokrasi ile zillet, ya hilafet ile izzet” pankartı açılıyordu.

 

Hilafet konusu acaba Türkiye’de neden yeniden gündeme getiriliyor? Hilafetin ihyasını kimler, neden istiyorlar?

 

Önce Türkiye Diyanet Vakfı’nca hazırlanan İslam Ansiklopedisi’nden konu ile ilgili tarihi bir özet çıkaralım. (Cilt 17, sayfa 539-553)

 

Hilafet kelimesi terim olarak İslam devletlerinde Hz. Peygamber’den (sas) sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder. Hadis kaynaklarında gerçek anlamda hilafetin otuz yıl süreceği ve daha sonra saltanata dönüşeceği kaydedilmektedir. Muaviye’yi, hilafeti saltanata çevirmekle suçlayan pek çok İslam alimi, halifeliğin Hulefâ-yi Râşidîn (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) ile sona erdiğine inanmaktadır. Emevi hilafetinin meşruiyeti İslam tarihi boyunca tartışılan bir konu olmuştur.

 

Abbasiler de, Emeviler gibi saltanat sistemini korumuşlardır.

 

1055 yılında Bağdat’a gelen Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Büveyhî hakimiyetine son vermesiyle Abbasi hilafetinin Selçuklu himayesine girmesi, yeni bir dönemin başlangıcı sayılır. Sultanın ve halifenin görev ve yetkilerinin sınırları değişir. Devlet idaresi, saltanat ve hükümranlıkla, siyasî nizam ve asayişin temini gibi işler sultana devredilir. Ancak sultanlar, halifelik makamına, azami saygıyı göstererek, İslam dünyasında yeniden itibar kazandırır.

 

Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim, Mısır ve Arap Yarımadası’nı fethedince padişah aynı zamanda halife oldu. Tanzimat’la birlikte ise geleneksel hilafet anlayışı değişmiştir. Daha önceki anlayışa göre halife, dinin hâdimi ve devletin siyasî reisi iken, Tanzimat Fermanı ile şu kabul edildi: Hilafet, padişahın sadece Müslümanların reisi olması dolayısıyla dinî riyasete, saltanat ise aynı zamanda gayri müslimleri de kapsadığı için salt siyasî riyasete dönüştü.

 

Cumhuriyet’in ilanından sonra da 3 Mart 1924’te hilafet kaldırıldı. Bugüne gelince. Hilafetin yeniden canlandırılmasına nasıl bakmalıyız? Bu soruyu Mehmet Gündem, Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan röportajında cevabını herkesin en çok ondan beklediği kişiye sordu. Yani Fethullah Gülen’e. İşte Gülen’in cevabı: “Esas önemli olan mesele Müslümanlığın milimi milimine yaşanmasıdır. Böyle hayatî bir taraf varken, polemiklere sebebiyet vermek için talî meselelerin, her zaman münakaşası yapılabilecek tarihî konuların öne çıkartılması doğru değildir.

 

“Bir kısım süper güçler, hilafet meselesini çıkartarak, bir de onu vuruşma ve sürtüşme sebebi yapmak istiyorlar. Mesela Türkiye, Pakistan, Endonezya ya da başka bir ülkede hilafet meselesi ortaya atılırsa, diğer ülkeler buna karşı çıkacaktır. Zira ulus devletler kurulmuştur, herkes kendi bağımsızlığını elde etmiştir. Dolayısıyla bu konuya nasıl yaklaşacakları bellidir. Başkaları da bir kısım hesaplarla bu konuyu ortaya atmış olabilirler.

 

“Kimse için birilerinin ajanı olduğu iddiasında bulunmak istemem. ‘Bu işte bir bit yeniği var’ derim. Yani bu meseleyi gündemin en önemli meselesi gibi gösterme gayretinde olanlar dış güçlerse ya da onlara bağlı kimseler ise daha dikkatli olmak gerektiğini düşünür ve mevzuun menşeine bakarak işin içinde bit yenikleri ararım.”

 

Yaşadığı çağı doğru okuyan Müslümanların, dünya ile birlikte hareket edilmesi gerekirken hilafet gibi bir meseleleri olabilir mi?

 

 

Hüseyin GÜLERCE

ZAMAN

09-09-2005

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Hizbu’t-Tahrir hakkında

 

 

“Bırakın onları, bir gün İhvan’ın başladığı noktaya geleceklerdir.” Bu söz, tartışma ve ikna çalışmalardan sonra, kendi başına hareket etmeye karar veren Hizbu’t-Tahrir’in üyeleri hakkında rahmetli Seyyid Kutub’un söylediği sözdür. Aradan 53 sene geçti, 1952’de Takiyuddin Nebhani’nin kurduğu Hizbu’t-Tahrir (Özgürlük Partisi) hâlâ aynı noktada bulunuyor.

Başlangıçta Müslüman Kardeşler’le bir arada bulunan, sonraları ayrılan Filistin asıllı (doğum yeri Hayfa-İzcim köyü) En Nebhani (1909-1979), Ezher ve Daru’l-Ulum okudu. Filistin’de uzun seneler öğretmenlik ve hakimlik yaptı. 1948’den sonra Beyrut’a geçti. Kudüs İstinaf Mahkemesi üyeliği ve Amman İslam Akademisi’nde hocalık yaptı. 1952’de Hizbu’t-Tahrir’i kurmak üzere görevlerinden istifa etti; Ürdün, Suriye ve Lübnan’da yaşadı, Beyrut’ta vefat etti. Parti, bugün Arap alemi başta olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde faaliyet göstermektedir. 1990’lardan sonra Eski Sovyetler Birliği ülkelerinde, özellikle Orta Asya cumhuriyetlerinde faaliyetleriyle öne çıkmış bulunmaktadır ki, konuyla ilgili Zaman’daki dört dörtlük haberinde Ercan Gün’ün de belirttiği üzere Rus yetkililerin ifadesine göre, “El Kaide ABD için ne ise Hizbu’t-Tahrir de Rusya için öyledir.” Bu biraz abartılmış bir söz, uygunsuz bir analojidir; çünkü iki örgüt arasında illet benzerliği yoktur.

 

Örgüt, yer altında faaliyetlerini sürdürmektedir, ancak örgütün bugüne kadar teröre karıştığı tespit edilmiş değildir. Genellikle üyeleri “faaliyet gösterdikleri ülkelerin rejimlerini değiştirmek amacıyla gizli örgüt kurmak”tan gözaltına alınır, tutuklanır; ama “terör” suçuyla gözaltına alındıkları veya hüküm giydikleri görülmemiştir. Hizbu’t-Tahrir, demokrasiye hem teori hem siyasal rejim olarak karşıdır. İtirazının gerekçesi, yasamanın hiçbir insana verilmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bu özelliğiyle ihtilalci bir yapı arz eder. Tasavvufa hayırhah bakmayan örgütün fikri çalışması kavramsal düzeyde modern dünyanın tanınmasına ve aktüel olayların yorumlanmasına dayanır. Bu açıdan kavramlara aşırı vurgu yapar, terimlerin ıstılah anlamları ve bunların fikri-politik dile tercümesi eğitim, tebliğ ve tanıtım amaçlı çalışmalarının merkezi önemini teşkil eder. Bunun yanında iç ve dış aktüel olayların bilinmesi, analiz edilmesi, örgütün doktrinini, stratejisini ve hedeflerini doğrulayıcı mahiyette yorumlanması da önemli çalışma konularından biridir...

 

Örgütün hedefi küresel hakimiyet amaçları olan bir İslam devleti kurmak ve Hilafet’i yeniden ikame etmektir. Anahtar iki teriminin “İslam devleti” ve “Hilafet” olduğunu söylemek mümkün. En Nebhani, politik doktrinini 1953’te kaleme aldığı “İslam Nizamı” adlı kitabında detaylı olarak anlatır. Uygulamaya hazır bir “İslam Anayasası” metni vardır, bu metin 30 Ağustos 1979’da İran’da uygulanmak üzere Ayetullah Humeyni’ye sunulmuştur.

 

Takiyuddin En Nebhani, Filistin asıllı olmakla beraber, -muhtemelen Ürdün şubesinin sorumlusu Şeyh Ahmed ed Daur’un etkin çalışmaları sonucunda- Ürdün, Hizbu’t-Tahrir’in merkezi, bir tür “başkent”i konumundadır. Eğer bütün İslam dünyasını içine alacak yekpare bir siyasi organizasyondan, yani bir devletten söz etmek gerekirse, bu devletin başkenti Ürdün, diğer bütün ülkeler “vilayet” hükmündedir. Hedeflenen siyasi başarının öncelikle Arap ülkelerinde, sonra diğer İslam ülkelerinde kurulması gerektiği düşünülür. İlk yıllarda Parti’nin iktidara gelme süresi 13 yıl (Mekke dönemi) olarak belirlenmişken, sonraları bu, 30 yıla ve daha uzun bir zamana uzatılmıştır.

 

Öteden beri İngiliz istihbaratıyla ilişkili oldukları iddia edilir. Elbette bu tür iddialar belgelenemez. Bilerek provokatif eylemler içinde yer alırlar mı? Bilmiyorum. Ben metinlerinde yerini bulamadım, ama “Milletlerarası İslam Gençlik Konseyi”nin (WAMY) hazırladığı “Günümüz Din ve Fikir Hareketleri Ansiklopedisi”nde parti ile ilgili bölümde (s. 110) eleştirilip reddedilen 13 fıkhi görüşünden birinin (h fıkrası) şu olduğu kaydedilir: “Kafirlere karşı savaşta, kafir bir devletin planı gereğince ajan bir kumandanın emri altında savaşmakta sakınca yoktur.” Sözcüleri bunu reddediyor.

 

 

Zaman

10.09.2005

Ali BULAÇ

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 3 yıl sonra...

İslâm'dan biraz haberi olan herkes bilir ki Hilâfet, İslâm'ın en azîm farzıdır, hatta âlimler onu "tâc-ul furûd" (farzların tâcı) ve "umm-ul furûd" (farzların anası) olarak tanımlamışlardır. Çünkü İslâm, hayatın her anına ve alanına müdâhale eden, yönetime, ekonomiye, devletlerarası ilişkilere, toplumsal yaşama, savaşa, barışa, hukuka, kültüre ve somut hayatın parçası olan her meseleye ilişkin hükümler koyan ve hiçbir şeyi eksik bırakmayan kapsamlı bir hayat nizâmıdır ve bu kapsamlı nizâm bir devlet sistemi olmadan yani Hilâfet olmadan yaşama geçirilemez.

 

Bunun için Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem] Nübüvvet ile şereflenmesinden bir süre sonra Medîne'de ilk İslâmî Devlet'ini kurarak İslâm Nizâmını fiilen hayata geçirmiştir. Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem] kurduğu devletin, O'ndan sonraki yöneticilerinin yönetimde kendisine halef olmasından ötürü İslâm'ın bu yönetim sistemine Hilâfet adını vermiş, kendisinden sonraki ilk Hilâfet dönemini, bizâtihi "Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet" olarak tanımlamıştır.

Râşidî Hilâfet sonrasında gelen Emevî, Abbâsî ve Osmanlı Hilâfet devletleri ise Kâfirlerin fikrî, siyâsî, kültürel, kimi zaman askerî ve benzeri saldırıları ve saptırmaları karşısında sarsılarak, kusurlar işleyerek, "Râşidî" sıfatını kaybetmişlerse de; Hilâfet Devleti olarak kalmaya devam etmişlerdir. Çünkü onlar bütün eksiklerine, kusurlarına ve zulümlerine rağmen, İslâm Nizâmı'nı uygulamayı sürdürmüşlerdir.

 

Her devletin bir eceli olduğu hakikatinin bir emâresi olarak Hilâfet Devleti, Hicrî 1342 yılının Recep ayının 28'inde Ankara'daki meşum millet meclisinde alınan despot kararla, devlet içinde devlet kuran bir avuç isyankâr zorba tarafından yıkılmış, böylece Müslümanlar devletsiz, lidersiz ve kalkansız kalmışlardır.

 

Devletsiz kalmışlardır, çünkü -Türkiye Cumhuriyeti dâhil- Hilâfet Devleti'nin enkâzı üstüne kurulmuş mevcut devletler Müslümanları temsil etmemekte, onların maslahatlarını gözetmemekte, dertlerine ortak ve derman olmamaktadır. Bilakis bütün bu devletler, öyle veya böyle, daima veya ara sıra, dolaylı veya dolaysız Sömürgeci Kâfirlerin hizmetindedirler.

 

Lidersiz kalmışlardır, çünkü Müslümanların, altmış küsur parçaya ayrılmış İslâm topraklarını birleştirecek hiçbir lideri yoktur.

 

Kalkansız kalmışlardır, çünkü Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem] Halifeyi (Hilâfet'i) Müslümanların "kendisiyle korundukları ve ardında savaştıkları bir kalkan" olarak tanımlamıştır. Hilâfet'in yıkılmasıyla o kalkan parçalanmış, Müslümanların toprakları her zâlimin, her sömürgecinin, her işgâlcinin can yaka yaka, kan akıta akıta, namus çiğneye çiğneye, gözyaşı döktüre döktüre çöreklendikleri topraklar haline gelmiştir.

 

Dolayısıyla bugün bizim çağrıda bulunduğumuz Râşidî Hilâfet'in özel ve güçlü bir anlamı vardır ve bu anlam; -şer'î açıdan- herhangi bir Hilâfet'in veya İslâm Devleti'nin kurulmasını değil, bilakis Nübüvvet Minhâcı üzere Râşidî Hilâfet Devleti'nin kurulması gereğini ifade eder ki bu sahîh şer'î delîllere dayalı kapsamlı ve detaylı bir inceleme-araştırma sürecinin ardından ortaya çıkarılmış ve geniş biçimde yayınlarımızda açıklanmıştır.

 

Yine bu anlam; -siyâsî açıdan- İslâm'ın kapsamlı bir hayat nizâmı olmasının gereği olarak bir devlete muhtaç olması ve Müslümanların, canlarının, mallarının, ırzlarının, topraklarının ve daha önemlisi Râsullerinin, Kitâblarının ve Dînlerinin korunması, ayrıca Sömürgeci Kâfirlerin dayattıkları Demokratik-Laik Küfür sistemlerinin ortadan kaldırılması, tahakkümlerine, işgâllerine ve sömürülerine son verilerek topraklarımızdan nihâî olarak kovulması, onların ajanı ve uşağı olarak hizmet veren hâin yöneticilerin başımızdan atılması ve yerine bağımsız, muktedîr, güçlü ve büyük bir devlet kurulması açısından siyâsî aklın gereğini ifade eder ki İslâm Ümmeti, tüm bu sayılanları hakkıyla ve lâyıkıyla yerine getirme potansiyeline fazlasıyla sahiptir. Allah [subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

 

كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنْ الْمُنكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ "Sizler, insanlar için çıkartılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma'rufu emreder, münkerden nehy eder ve Allah'a iman edersiniz." [Âl-i ‘İmrân 110]

 

Bununla birlikte Hilâfet'in kurulmasının hayal olduğunu, kurulsa bile "büyük" devletlerin onu hemen darmadağın edip ortadan kaldıracağını söyleyenlerin varlığına şahit olmaktayız.

 

Bunu söyleyenlere ya da aklından geçirenlere deriz ki; Hilâfet'in kurulması asla bir hayal değildir. Bilakis Allah'ın izniyle fiilî bir hakikattir. Nitekim Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem], şu an içerisinde bulunduğumuz "zorba diktatörlük" döneminden sonra tekrar Râşidî Hilâfet'in kurulacağını çok açık ibarelerle müjdelemişken buna hayal demek neyi ifade eder?

 

Nitekim Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

 

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti]

 

"Büyük" devletlerin kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'ni anında yok edecekleri ise sömürgeci kâfirlerin temennisinden öte bir şey değildir. Zira o "büyük" devletler, aveneleriyle birlikte Irak'ta ve Afganistan'da Müslüman fertlerin karşısında çaresiz kalıp rezil olmuşlarken; nasıl olacak da Râşidî Hilâfet'in başına üşüşüp onu darmadağın edeceklermiş?!

 

Bununla birlikte bir devletin gücünü ideolojik, stratejik, ekonomik, demografik, teknolojik ve askeri konum oluşturmaktadır. Konunun uzmanları da kabul ederler ki ideolojik faktör temel unsurdur. Bu varsa diğer faktörler oluşturulabilir; fakat bu yoksa diğer faktörler değeri ne olursa olsun sonunda yok olmaya mahkûmdur.

 

Bu nedenle Amerika bu gün için güçlü bir ideolojiden mahrum olan Türkiye'den Mısır'dan Pakistan'dan, Endonozya'dan Suriye'den, Ürdün'den daha güçlüdür. Fakat kurulacak olan Râşidî Hilâfet Devleti'nden asla güçlü değildir. Çünkü İslâm, Kapitalizmden güçlüdür. Çünkü İslâm hak, Kapitalizm batıldır.

 

Hak ve hayır İslâm'da temsil edilmiştir. Bâtıl ve şer ise özellikle de Amerika liderliğindeki Kapitalizmde temsil edilmiştir. Hakka tabii olanların onu açıklama ve desteklemedeki mevcut yetersizliği hakkı bâtıl yapmaz; bâtıla tabii olanların kendi fasit anlayışlarını hak olarak sunmadaki becerileri de bâtılı hak yapmaz. Hak er ya da geç bâtıla üstün gelecektir. Allah [subhânehu ve Te'alâ] şöyle buyurmuştur:

 

َقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا De ki: Hak geldi; bâtıl yıkılıp gitti. Zaten bâtıl yıkılmaya mahkumdur!

 

Ey Müslümanlar! Ey Güç Sahipleri!

 

Muhakkak ki Hilâfet, Allah'ın vaadidir ve Rasûlü'nün müjdesidir. Dünyanın ve Âhiretin izzeti, İslâm'ın bütünüyle uygulanması, korunması ve yayılması, tüm insanlığın azgın Kâfirlerden ve karanlık küfür nizâmlarından kurtarılmasının yolu ancak ve sadece odur. Aynı zamanda o, tüm cihandaki hayrın ve adaletin minaresidir.

 

Haydi! Ellerinizi ellerimizin üzerine koyun! Allah'ın vermenizi emrettiği nusreti verin bize! Bizimle irtibata geçin! Bizimle birlikte Râşidî Hilâfet'i kurmak için siz de çalışın!

 

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اسْتَجِيبُواْ لِلّهِ وَلِلرَّسُولِ إِذَا دَعَاكُم لِمَا يُحْيِيكُمْ وَاعْلَمُواْ أَنَّ اللّهَ يَحُولُ بَيْنَ الْمَرْءِ وَقَلْبِهِ وَأَنَّهُ إِلَيْهِ تُحْشَرُونَ "Ey imân edenler! Allah ve Rasûlü sizi, size hayat verene çağırdığında icâbet edin. Bilin ki Allah kişi ile kalbi arasına girer ve siz muhakkak O'nun huzurunda toplanacaksınız." [el-Enfâl 24]

Hilafet Neden Gündeme Getiriliyor?

 

 

Geçen cuma günü Fatih Camii avlusundaki Hizb-ut Tahrir gösterisini TV ekranlarından seyredenlerin gözleri fal taşı gibi açıldı. Tam da PKK provokasyonlarının sahnelendiği sırada, bu “şeriat-hilafet” kışkırtması hemen akıllara 28 Şubat’ın Aczimendi’li, Müslüm Gündüz’lü günleri hatırlattı. Acaba birileri hem de AK Parti iktidarında, dindarlara karşı, suret-i haktan görünerek bazı kanunlar çıkartma hazırlığı mı yapıyordu?

 

Hizb-ut Tahrir provokasyonu adeta akılla, mantıkla boğuşuyordu. Atatürk’e alenen hakaret ediliyor, tarihin sayfalarında kalmış hilafet konusu, demokrasinin alternatifi gibi takdim ediliyor ve “Ya demokrasi ile zillet, ya hilafet ile izzet” pankartı açılıyordu.

 

Hilafet konusu acaba Türkiye’de neden yeniden gündeme getiriliyor? Hilafetin ihyasını kimler, neden istiyorlar?

 

Önce Türkiye Diyanet Vakfı’nca hazırlanan İslam Ansiklopedisi’nden konu ile ilgili tarihi bir özet çıkaralım. (Cilt 17, sayfa 539-553)

 

Hilafet kelimesi terim olarak İslam devletlerinde Hz. Peygamber’den (sas) sonraki devlet başkanlığı kurumunu ifade eder. Hadis kaynaklarında gerçek anlamda hilafetin otuz yıl süreceği ve daha sonra saltanata dönüşeceği kaydedilmektedir. Muaviye’yi, hilafeti saltanata çevirmekle suçlayan pek çok İslam alimi, halifeliğin Hulefâ-yi Râşidîn (Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) ile sona erdiğine inanmaktadır. Emevi hilafetinin meşruiyeti İslam tarihi boyunca tartışılan bir konu olmuştur.

 

Abbasiler de, Emeviler gibi saltanat sistemini korumuşlardır.

 

1055 yılında Bağdat’a gelen Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’in Büveyhî hakimiyetine son vermesiyle Abbasi hilafetinin Selçuklu himayesine girmesi, yeni bir dönemin başlangıcı sayılır. Sultanın ve halifenin görev ve yetkilerinin sınırları değişir. Devlet idaresi, saltanat ve hükümranlıkla, siyasî nizam ve asayişin temini gibi işler sultana devredilir. Ancak sultanlar, halifelik makamına, azami saygıyı göstererek, İslam dünyasında yeniden itibar kazandırır.

 

Osmanlı döneminde Yavuz Sultan Selim, Mısır ve Arap Yarımadası’nı fethedince padişah aynı zamanda halife oldu. Tanzimat’la birlikte ise geleneksel hilafet anlayışı değişmiştir. Daha önceki anlayışa göre halife, dinin hâdimi ve devletin siyasî reisi iken, Tanzimat Fermanı ile şu kabul edildi: Hilafet, padişahın sadece Müslümanların reisi olması dolayısıyla dinî riyasete, saltanat ise aynı zamanda gayri müslimleri de kapsadığı için salt siyasî riyasete dönüştü.

 

Cumhuriyet’in ilanından sonra da 3 Mart 1924’te hilafet kaldırıldı. Bugüne gelince. Hilafetin yeniden canlandırılmasına nasıl bakmalıyız? Bu soruyu Mehmet Gündem, Milliyet Gazetesi’nde yayınlanan röportajında cevabını herkesin en çok ondan beklediği kişiye sordu. Yani Fethullah Gülen’e. İşte Gülen’in cevabı: “Esas önemli olan mesele Müslümanlığın milimi milimine yaşanmasıdır. Böyle hayatî bir taraf varken, polemiklere sebebiyet vermek için talî meselelerin, her zaman münakaşası yapılabilecek tarihî konuların öne çıkartılması doğru değildir.

 

“Bir kısım süper güçler, hilafet meselesini çıkartarak, bir de onu vuruşma ve sürtüşme sebebi yapmak istiyorlar. Mesela Türkiye, Pakistan, Endonezya ya da başka bir ülkede hilafet meselesi ortaya atılırsa, diğer ülkeler buna karşı çıkacaktır. Zira ulus devletler kurulmuştur, herkes kendi bağımsızlığını elde etmiştir. Dolayısıyla bu konuya nasıl yaklaşacakları bellidir. Başkaları da bir kısım hesaplarla bu konuyu ortaya atmış olabilirler.

 

“Kimse için birilerinin ajanı olduğu iddiasında bulunmak istemem. ‘Bu işte bir bit yeniği var’ derim. Yani bu meseleyi gündemin en önemli meselesi gibi gösterme gayretinde olanlar dış güçlerse ya da onlara bağlı kimseler ise daha dikkatli olmak gerektiğini düşünür ve mevzuun menşeine bakarak işin içinde bit yenikleri ararım.”

 

Yaşadığı çağı doğru okuyan Müslümanların, dünya ile birlikte hareket edilmesi gerekirken hilafet gibi bir meseleleri olabilir mi?

 

 

Hüseyin GÜLERCE

ZAMAN

09-09-2005

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Syn Dayı, Iddia ediyorum arkadaşımızın buraya koymuş olduğu ne Syn Ali Bulaç'ın yazısını ne de Syn Hüseyin Gülerce'nin yazısını okumadınız bile.

 

Özellikle Hüseyin Gülerce, taban tabana zıt düşüncelere sahip olan insanlarda bile hoşgörü uyandıran temiz bir kalemdir, sizin de malumunuz sanırdım.. ********font]

 

 

 

Var ya.. :D bu ''F'' tipi düşüncenin TEK maksadı HİLAFETİN geri gelmesi.. :D yemezler Hüseyin abi.. :D

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Syn Dayı, Iddia ediyorum arkadaşımızın buraya koymuş olduğu ne Syn Ali Bulaç'ın yazısını ne de Syn Hüseyin Gülerce'nin yazısını okumadınız bile.

 

Özellikle Hüseyin Gülerce, taban tabana zıt düşüncelere sahip olan insanlarda bile hoşgörü uyandıran temiz bir kalemdir, sizin de malumunuz sanırdım.. ********

 

Bilirim hoş görülerinide..CELALLERİNİDE.. :D

 

Yazının girişindeki HİLAFET olmazssa olmazı okuyan( en geri zekalısı dayı gibi :D) çakar maksadı.. :D

 

orkhun.. :)

 

Cemaatler ve Tarikatlar bu gün MAKSADINI aşan oluşumlar içerisindeler.. :) dikkatle gözlemlemeni tavsiye eder dayın.. :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İ

Nitekim Rasûlullah [sallAllahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur:

 

تَكُونُ النُّبُوَّةُ فِيكُمْ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةٌ عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا عَاضًّا فَيَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ يَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ مُلْكًا جَبْرِيَّةً فَتَكُونُ مَا شَاءَ اللَّهُ أَنْ تَكُونَ ثُمَّ يَرْفَعُهَا إِذَا شَاءَ أَنْ يَرْفَعَهَا ثُمَّ تَكُونُ خِلَافَةً عَلَى مِنْهَاجِ النُّبُوَّةِ ثُمَّ سَكَتَ "Allah'ın olmasını dilediği kadar aranızda Nübüvvet olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu kaldıracaktır. Sonra Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra Isırıcı Meliklik olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde Allah onu da kaldıracaktır. Sonra Zorba Diktatörlük olacaktır. Böylece Allah'ın olmasını dilediği kadar olacak, sonra kaldırmayı dilediğinde onu da kaldıracaktır. Sonra (yeniden) Nübüvvet Minhâcı üzere [Râşidî] Hilâfet olacaktır." Sonra sükut etti. [Ahmed tahric etti]

 

****

 

CİN SURESİ26.O bütün gaybı bilir, fakat gaybına kimseyi apaçık vakıf kılmaz.

 

MAİDE suresi117. Sen bana ne emrettinse, ben onlara sadece onu söyledim. Hep "Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin!" dedim. Aralarında bulunduğum müddetçe üzerlerinde kontrolcü idim. Ne zaman ki beni içlerinden aldın, onları gözetleyen yalnız Sen kaldın. Zaten Sen herşeye şahitsin.

 

enam suresi50. De ki: "Ben size "Allah'ın hazineleri benim yanımdadır." demiyorum; gaybı da bilmem, size "Ben meleğim." de demiyorum; ben ancak bana verilen vahye uyarım." De ki: "Kör ile gören bir olur mu? Artık biraz düşünmez misiniz?

 

araf suresi188. De ki: "Ben kendi kendime Allah'ı dilediğinden başka herhangi bir yarar ya da zarar sağlamaya malik değilim. Eğer ben bütün gaybı bilseydim, daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uğramazdı. Ben ancak iman edecek bir kavmi uyarmak ve müjdelemek için görevli bir peygamberim."

 

ahkaf suresi9. De ki: "Ben peygamberlerin ilki değilim, bana ve size ne yapılacağını da bilmiyorum. Yalnız bana vahyedilene uyuyorum. Ben, sadece açık bir uyarıcıyım."

 

bu uydurulnuş hadislerden ne zaman kurtulacaksınız,bilemiyorum,KURAN'A saldıramayanlar uydurulan hadisler ile hala yalan yanlış bilgileri insanlara beyan etmeye devam ediyorlar,hayret hangi çağdayız bir bakın.

 

Hiçmi bakmadınız İNCİL VE TEVRAT aynı yöntemler ile değiştirildi ama KURAN'A dokunamıyorlar

 

Yukarıdaki ayetleremi inanacağım yoksa uydurulan hadisleremi inanacağım!!!!!!!!!!

 

zümer suresi32. Allah'a karşı yalan söyleyen ve doğruyu da kendisine geldiği vakit yalanlayan kimseden daha zalim kim olabilir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bilirim hoş görülerinide..CELALLERİNİDE.. :D

 

Yazının girişindeki HİLAFET olmazssa olmazı okuyan( en geri zekalısı dayı gibi :D) çakar maksadı.. :D

 

orkhun.. :)

 

Cemaatler ve Tarikatlar bu gün MAKSADINI aşan oluşumlar içerisindeler.. :) dikkatle gözlemlemeni tavsiye eder dayın.. :)

Cemaatler ve Tarikatlar bu gün MAKSADINI aşan oluşumlar içerisindeler..

Türkiye Cumhuriyeti Atatürk devrimiyle kuruldu...imamla imanla yönetmek isteyenlerin üzerine devrimler yapildi.. onlar maksatindan vazgectiler mi dünden bugüne ..

 

En basiti kadın erkek esitligi benimsenmisken bu devrimlerle, o günden bugüne istenen ne kadinin yeri evidir buna sahip cikan kadinlar var mi var bu kadinlar yabanci gelinlerin yaninda kuma kalmak hoslarina gider mi gider osmanlinin önde gidenleri öyleydi bugün de bu tarikatlarin haremleri var.

 

Degisen ne onlarin aga babalari üzmezler de ortada demek ki alan veren razi... bu tarikatlar cagdas evrensel hukukun yaninda olabilir mi.. olsa olsa onlari doguran kadinin yaninda degil her biri kendi imanlari yaninda olabilirler üzmezleri sahip cikacak dünyaya yabancilastirilmis yabanci gelinleri haremlerin deki kadinlari kullanmak icin sahip cikacak kadar..

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Burada bir gazete yazarının adı üzerinden, hoşgörü propagandasının devam ettirilmesine çalışılmış.

 

***** Hoşgörü moşgörü fi tarihinin propagandalarıydı, onlar tarih olalı çoook zaman oldu. Bunlara inanan kimse artık kalmadı. O Ecevit'i filan kafaya aldıkları (*) zamanlardaydı yahu, yutan var mı şimdi?

 

Bundan onbeş sene önce pir hazretleri ABD koruması altında Amerikan çıkarlarına hizmet edecek deseniz bir tek kişi inanmazdı. Çünkü adam vakti zamanında ABD timleri Kabe'ye girdi diye, kafir ayağı Mescidi Haram'a bastı gerekçesiyle göğü yere indirmişti. Ben o zamanları bilmiyorum ama, ortalığın toz duman olduğunu anlatıyorlar. Bunun kıyamet alameti olduğu, artık Mehdi'nin zuhurunun geldiği, şu an (o gün için) 21 yaşında olan Mehdi'nin kılıcını çıkarmış bilemekte olduğu haberleri filan ortalığı sardı diye anlatıyorlar. Kürsüden avaz avaz bağıran ve cemaatinin ağlayarak yerlerde süründüğü kişinin bir ayaklanma filan çıkarmasından bayağı endişe duyulmuş. Ya nelerden geçti bu ülke yahu! Ama bu zatı muhterem "aman ha! Zamanı var! Efendimiz durdu durdu, Bedir'de bir çıkışta iflahlarını kesti! Biz de öyle yapacağız! Sabır!" diye cemaatini frenliyormuş.

 

Sen tut bu adam CIA korumasına girsin! Olacak, inanılacak şey değildi. Ama oldu. Zatı muhterem bunu da hicret olarak yorumladı. Başladı Hudeybiye manevralarına... Hoşgörü propagandasını habire işledi. Hoşgörü hoşgörü hoşgörü diye kafa beyin koymadı millette... Kırk kere deli dedin mi deli olur taktiğinden gidiyordu.

 

Şurda üç sene önceye kadar da bu muhterem Kürt meselesine el atacak deseniz, bir tek kişi inanmazdı! Bu işin organizatörleri hariç tabii... Kamuoyundan bahsediyorum. Bir tane kişinin bu adam Kürt sorunu ile ilgili girişimi olacak lafına inanmasına ihtimal yoktu!

 

Yine, yirmi sene önce diyeyim yaklaşık, bu muhterem askeri darbelere karşı olacak deseniz, yine bir tek ama, bir tek inanan çıkmazdı! Çünkü dergisinde 12 Eylül'ün baş şakşakçısı kendisiydi. 12 Eylül'e bu kadar yoğun şekilde yağ yakan bir örnek daha yoktu!

 

İzliyoruz... Hoşgörü bayat propaganda, o işlendi bitti... Şimdi iş başka! Şimdi iş 28 Şubat sürecinin intikam süreci. Hoşgörünün pabucu çoktandır damda... Onu bir geçin, ona zamanında inanan inandı. Şimdi onun zamanı değil...

 

Devran nasıl da dönüyor, her şey nasıl koza iken başka, larva iken başka, kelebek iken başka oluyor değil mi? Bu değişimler insanlarda yoktur, sadece kelebekler böyledir diye öğrettilerse de, demek ki değilmiş...

 

(*) Rahmetli iyi adamdı, her şeye inanırdı, yanıbaşındaki adamların dürüst olduklarına bile!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.