Φ BrainSlapper Gönderi tarihi: 6 Şubat , 2007 Gönderi tarihi: 6 Şubat , 2007 Yahu ben bayiliyorum bu lafa!!!! Ya varsa!!! Brain bu yaziyi okursan su genc arkadasina(bana)bir fikir soyle bu "ya varsa" kelimesinde de yararcilik yok mu...??? yA VARSA-------->Alim-satimlik.....Tuccarcilik....aza perakendecilik.....Yahu ben kelimeler bile icat ederim.....Ya varsa mantigi tamamen tuccar yaklasimidir.....Obur taraf Tanriyla aramiza bir neden koymus...Ya varsa:olasi bir cenneti kacirip cehennemi boylama olasiligi demektir....yANI tanri yetmiyor birde pazarlik yapiyor arkadaslarimiz.....Cok da zekiceymis gibi dusunmeden sirf unlu bir isim diye alinti yapiyorlar... Bide bu arkadaslar olasilik diyince basimiza ahkam da keserler halbuki YA VARSA anlayisiyla yaklasip sonrada olasiliklari beyenmezler.... Sevgili boheme, bir müddet foruma yazamadım,ben yokken yazılanları okuyorum. Çok güzel bir noktaya temas etmişsin. Sevgili tarafsız da gereken cevabı vermiş zaten. Öyle galip çıkmak için, sefa sürmek için Allah'a inanılmaz. Bu imanın inceliğini temelden sarsar. İman bir duygudur, Allah'a aşktır, ya varsa ya yoksa diye düşünülmez. Ya varsa diye düşünerek, ibadet edilirse cehenneme gidersin, çünkü bu çıkarcı bir yaklaşım ve aynı zamanda şüpheci bir taktiktir. Şüphe ve çıkar, imanla bağdaşmaz ve bırak 1-0 galip gelmeyi, 10 - 0 mağlup olmaktan bile beter olursun. Sevgiler, saygılar. Alıntı
Φ 9999999 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Gönderi tarihi: 3 Temmuz , 2007 Tac-Mahal... Çin Seddi... Roma antik tiyatrosu Colosseum... Rushmore Dağı’ndaki 4 Amerika başkanının kabartma heykelleri veya Mısır piramitleri... Bu yapıların hepsini büyük bir özenle tasarlayıp inşa eden mimarlar ve ustalar vardır. İngiltere’nin Stonehenge bölgesindeki taş parçaları bile, burada bir zamanlar eski bir medeniyetin yaşadığının kanıtı sayılmaktadır. Tüm bu örnekler bize çok önemli bir gerçeği gösterir: Küçük ya da büyük olsun, detaylı bir tasarım ve düzen içeren her yapının mutlaka bir tasarlayıcısı ve kurucusu vardır. Bedenimizden başlayıp muazzam büyüklükteki evrenin en uç noktalarına kadar var olan plan, tasarım ve dengenin elbette üstün bir Yaratıcısı vardır. İnsan, o Yaratıcı’yı göremez, ama varlığını, gücünü ve aklını yarattığı şeyler üzerinde düşünerek, aklederek kavrar. Samimi olarak Allah korkusuna sahip olan her insan bu akletme yeteneğine sahiptir. Modern bilim bugün, Kuran’ın, "(Allah) gökleri ve yeri bir örnek edinmeksizin yaratandır." (Enam Suresi, 101) ayetine şahitlik etmektedir. 20. yüzyıl bilimi göstermiştir ki içinde yaşadığımız evren yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktada meydana gelen büyük bir patlama sonucunda ortaya çıkmıştır. Uzay boşluğu, galaksiler, gezegenler, Güneş, Dünya, kısaca evreni oluşturan tüm gök cisimleri "Big Bang" adı verilen bu patlama sonucunda meydana gelmiştir. Bir diğer mucize de bu muazzam patlamanın ardından düzenli ve planlı bir evrenin ortaya çıkmasıdır. Bilindiği gibi patlamalar düzen değil, düzensizlik ve yıkım getirirler. Fakat Big Bang’le, tam aksine, son derece sistemli ve düzenli bir evren ortaya çıkmıştır. Evrenimizi, Samanyolu Galaksisi’ni, Güneş Sistemimiz'i ve üzerinde yaşadığımız Dünya Gezegeni’ni kuşatan sayısız kanun, denge ve ölçü vardır. Bunların her biri ise, içinde insan yaşamına imkan sağlayacak bir evreni oluşturacak biçimde, İlahi bir hesap ve düzen içinde yaratılmıştır. Her karesi ayrı bir mucize olan evren, çok açıktır ki onu eşsiz bir ilim, kudret ve sanatla var eden Allah’ın eseridir. Pek çok insan Darwin’in evrim teorisini bilimsel bir gerçek sanır. Oysa teori, günümüz modern bilimi tarafından geçersiz kılınmış bir 19. yüzyıl masalıdır. Teorinin ortaya atılmasından bu yana gelişen biyokimya, mikrobiyoloji, genetik, paleontoloji, anatomi gibi bilim dalları, evrim teorisinin sadece hayal ürünü bir senaryo olduğunu göstermiştir. Bilim, evrim teorisini geçersiz kılarken, öte yandan hayatın gerçek kökenini ortaya çıkarmaktadır: Yaratılış! Tüm canlıları Allah kusursuz bir biçimde yaratmıştır ve canlılar hiçbir evrim geçirmemişlerdir.. Yeryüzünde var olan tüm canlılar üremelerinden korunmalarına, beslenme şekillerinden hareket sistemlerine kadar sayısız üstün özelliklerle yaratılmışlardır. Kimi bir mimar gibi yuvasını inşa eder, kimi bir kimyager gibi düşünerek en ideal ısıtmayı sağlar, kimi ise gerçek bir kamuflaj ustasıdır… Bu canlıların yaşantıları incelendiğinde ise, hem fiziksel özelliklerinin hem de davranışlarının birbirleriyle ve yaşadıkları ortamla tam bir uyum içinde olduğu görülür. İnsan, kendi vücudundan uzaydaki dev galaksilere, doğadaki canlılardan gözle görünmeyen hücrelere kadar evrenin hangi parçasını incelese kusursuz bir plan, düzen ve tasarımla karşılaşır. Dünyanın neresine gidilirse gidilsin, hangi canlı incelenirse incelensin bu sonuç değişmeyecektir. Canlılardaki tasarım örnekleri, bize bu olağanüstü düzeni yaratmış olan Allah’ın benzersiz sanatını ve gücünün sınırsızlığını tanıtan ayetlerden, yani delillerdendir. Uzun bir tatilden döndünüz… Eviniz, çok düzenli ve mükemmel bir şekilde yeni eşyalarla döşenmiş… Elbette böyle bir durumda çok şaşırır ve etkilenirsiniz. Size bu sürprizi hazırlayan kişinin kim olduğunu merak edersiniz. Böyle olağanüstü bir sürpriz karşısında kayıtsız kalamazsınız. Birinin, her şeyi düşünüp bilinçli olarak düzenlediğini anlarsınız. Bu örnekteki durum tüm evren, dünyamız ve canlı cansız tüm varlıklar için de geçerlidir. Evrende; insan vücudundan gökyüzüne, hayvanlardan denizlerin derinliklerine kadar her yerde, son derece kompleks sistemler ve sayısız hassas denge vardır. Düşünen ve aklını kullanabilen herkes, bu kompleks sistemleri ve hassas dengeleri, üstün bir güç ve akıl sahibi olan Allah'ın yarattığını görür. Bu deliller üzerinde tefekkür eden ve hikmet gözüyle bakan her vicdanlı insan, Allah'ın varlığını ve büyüklüğünü açıkça görerek iman edecektir. İman edenler ise Allah'ı daha yakından tanıyacak, Rabbimiz'e duydukları iman, sevgi ve korku daha da artacaktır. Allah hepimizi doğru yola iletsin… Alıntı
Φ kaybolansehir Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2007 "Oturduğunuz yerden şöyle bir etrafınıza bakın. Bulunduğunuz odadaki herşeyin "yapılmış" olduğunu göreceksiniz. Duvarlar, döşemeler, tavan, oturduğunuz sandalye, elinizde tuttuğunuz kitap, masanın üstünde duran bir bardak; sayılamayacak kadar çok detay... Tek bir tanesi dahi kendi başına oluşup odanıza gelmedi. En basit görünen bir halı saçağını bile uğraşıp yapan biri vardır; o saçak oraya kendi kararıyla, tesadüfen gelip yerleşmemiştir. Eline bir kitap alan insan da, onun bir yazar tarafından belli bir amaç çerçevesinde yazıldığını bilir. Bu kitabın tesadüfen ortaya çıktığı aklının ucundan dahi geçmez. Aynı şekilde, bir heykele bakan insan, onun bir sanatçı tarafından yapıldığından hiçbir şüphe duymaz. Bırakın sayısız sanat eserinin kendi kendine oluştuğunu düşünmek, üst üste duran iki-üç tuğlayı bile mutlaka planlı bir hareketle o şekle getiren biri olduğunu kimse inkar etmez. Dolayısıyla küçük ya da büyük, düzen olan her yerde, mutlaka bu düzenin bir kurucusunun ve koruyucusunun olması gerekir. Bir gün birisi çıkıp, ham demir ve kömürün tesadüfen çeliği, çeliğin tesadüfen Eyfel Kulesi'ni oluşturduğunu iddia etse, bu kişinin ve ona inananların akıllarından şüphe edilmez mi? Doğadaki olağanüstü uyum çıplak gözle dahi açıkça görülürken, bu dengenin tesadüfen veya başıboş meydana geldiği nasıl düşünülebilir? Ayrı ayrı her noktasının, Yaratan'ın varlığını delillendirdiği kainatın, kendi kendine var olduğunu söylemek, olabilecek en mantıksız iddiadır. Bedenimizden başlayıp, akıl almaz büyüklükteki evrenin en uç noktalarına kadar var olan dengenin de bir sahibi olmalıdır. Peki kimdir bu herşeyi ince ince düzenleyip meydana getiren Yaratıcı? O, evrenin içindeki herhangi bir maddesel varlık olamaz. Çünkü O, tüm evrenden önce var olan ve tüm evreni sonradan yaratmış bir irade olmalıdır. Herşeyin kendisinden varlık bulduğu, ama kendi varlığı ezeli ve ebedi olan Yüce Yaratan.... Varlığını akıl yoluyla bulduğumuz Yaratan'ı bizlere tanıtan dindir. O'nun bize din yoluyla ulaştırdığı bilgiye göre O, gökleri ve yeri yoktan var eden, Rahman ve Rahim olan Allah'tır. İnsanların çoğu ise bu gerçekten habersiz yaşarlar. Oysa bu gerçeği kavrayabilecek mantığa sahiptirler. Bir manzara resmini gördüklerinde, ilk önce onun kimin tarafından yapıldığını öğrenmek isterler. Daha sonra da, sanatçıyı ortaya çıkardığı eserden dolayı uzun uzun takdir ederler. Fakat başlarını çevirdikleri her yerde o resmin sayısız gerçeğiyle karşılaştıkları halde, tüm bu güzelliklerin tek sahibi olan Allah'ın varlığını gözardı ederler. Oysa O'nun varlığını anlamak için uzun bir araştırmaya gerek yoktur. Öyle ki, insan doğduğu andan itibaren tek bir odada bile yaşasa, sadece o odada var olan sayısız delil Allah'ın varlığını kavramak için yeterlidir. İnsanın sahip olduğu beden, ciltler dolusu ansiklopediye bile sığmayacak kadar çok yaratılış delili ile doludur. Vicdan kullanarak sadece birkaç dakika düşünmek bile, Allah'ın varlığını anlamak için yeterlidir. Var olan düzen Allah tarafından korunmakta ve O'nun tarafından devam ettirilmektedir. Düşünülmesi gereken yalnız insan bedeni değildir. Dünya üzerinde her milimetrekarede, insanın gördüğü veya göremediği bir yaşam hüküm sürmektedir. Tek hücreli organizmalardan bitkilere, böceklerden deniz hayvanlarına, kuşlardan sürüngenlere kadar tüm canlılar, dünya üzerini tamamen kaplamışlardır. Elinize bir avuç toprak alıp incelediğinizde, içinde birbirinden tamamen farklı özelliklere sahip çeşit çeşit canlı olduğunu keşfedebilirsiniz. Aynı şey soluduğunuz hava için de geçerlidir. Hatta derinizin üzerinde belki de ismini hiç duymadığınız canlılar yaşam sürmektedirler. Tüm canlıların bağırsaklarında sindirim yapmalarını sağlayan milyonlarca bakteri veya tek hücreli canlı yaşamaktadır. Aynı şekilde dünyadaki hayvan nüfusu, insan nüfusunun kat kat üzerindedir. Bir de bunlara bitki dünyasını eklersek; anlarız ki dünya üzerinde hayat olmayan boş bir alan yoktur. Milyonlarca kilometrekarelik geniş bir alanı kaplayan bu canlıların her birinin kendilerine ait vücut sistemleri, yaşantıları, yeryüzündeki dengeye katkıları gibi sayısız özellikleri vardır. Tüm bunların sebepsiz, amaçsız ve tesadüfen var olduklarını iddia etmek ise akla aykırı, saçma bir hezeyandan başka bir şey değildir. Zira hiçbir canlı kendi kararıyla ve çabasıyla yeryüzüne gelmemiştir. Hiçbir tesadüf de bu kadar kompleks sistemler oluşturamaz. Tüm bu delillerin bizi götürdüğü nokta ise evrenin belli bir "bilinç" ile hareket ettiğidir. Peki bu bilincin kaynağı nedir? Elbette evrendeki canlı veya cansız varlıklar değildir; uyumu düzenleyen ve düzeni koruyan onlar olamaz. Allah'ın varlığı ve büyüklüğü kainattaki sayısız delille kendini gösterir. Aslında bu açık gerçeği vicdanen kabul etmeyecek olan tek bir insan bile yoktur. Ancak Kuran'da da bildirildiği gibi, insanların çoğu "vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla" bunu inkar ederler. (Neml Suresi, 14) Allah'ın varlığı her yeri sarıp kuşatmıştır ve "akıl" bunu bilir. Her yere hakim olan bu düzeni yaratan da, onu durmaksızın koruyan da O'dur." Alıntı
Φ kaybolansehir Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2007 hasan 17 kuranda bilimsel ayetleri yazında bir sıralasana ben de ona göre cevap vereyim tabii kuran okumuşsan Biraz uzun ama madem böyle bir isteğin var Hasan'ın yerine ben birazını sıralayım. EVRENİN VAROLUŞU 20. yüzyılın ortalarına dek hakim olan görüş, evrenin sonsuz boyutlara sahip olduğu, sonsuzdan beri var olduğu ve sonsuza kadar da var olacağı şeklindeydi. "Statik (durağan) evren modeli" adı verilen bu anlayışa göre, evren için herhangi bir başlangıç veya son söz konusu değildi. Materyalist felsefenin de temelini oluşturan bu görüş, evreni sabit, durağan ve değişmez bir maddeler bütünü olarak kabul ederken, bir Yaratıcının varlığını da reddediyordu. Oysa 20. yüzyılda gelişen bilim ve teknoloji, materyalistlere zemin sağlayan durağan evren modeli gibi ilkel anlayışları kökünden yıkmıştır. 21. yüzyılın başlarında olduğumuz şu dönemde, evrenin bir başlangıcı olduğu, yok iken bir anda büyük bir patlamayla var olduğu modern fizik tarafından pek çok deney, gözlem ve hesapla ispatlanmış durumdadır. Ayrıca, evrenin, materyalistlerin iddia ettikleri gibi sabit ve durağan olmadığı, tam tersine sürekli bir hareket ve değişim içinde olduğu, genişlediği de saptanmıştır. Bugün bu gerçekler bütün bilim dünyası tarafından kabul edilmektedir. Kuran-ı Kerim'de evrenin ortaya çıkışı şöyle açıklanır: O gökleri ve yeri yoktan var edendir... (Enam Suresi, 101) Kuran'da verilen bu bilgi, çağdaş bilimin bulgularıyla tam bir uyum içindedir. Başta da belirttiğimiz gibi astrofiziğin ulaştığı kesin sonuç, tüm evrenin madde ve zaman boyutlarıyla birlikte, bir sıfır anında, büyük bir patlamayla var olduğudur. "Büyük Patlama", orijinal adıyla "Big Bang" teorisi, tüm evrenin yaklaşık 15 milyar yıl önce tek bir noktanın patlamasıyla yokluktan meydana geldiğini kanıtlamıştır. Big Bang'den önce madde diye bir şey yoktur. Maddenin, enerjinin, hatta zamanın dahi bulunmadığı, tamamen metafizik olarak tanımlanabilecek bir yokluk ortamında, madde, enerji ve zaman bir anda yaratılmıştır. Modern fiziğin ortaya koyduğu bu büyük gerçek, Kuran'da bize 1400 yıl önceden haber verilmektedir. Astronomi biliminin henüz gelişmemiş olduğu bir dönemde, 14 asır önce indirilen Kuran-ı Kerim'de evrenin genişlediğinden şöyle bahsedilir: Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47) Yukarıdaki ayette geçen "sema (gök)" kelimesi Kuran'ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye "Şüphesiz Biz genişleticiyiz (genişleteniz/genişletmekte olanız)" olarak çevrilen Arapça "inna le musiune" ifadesindeki "musi'une" kelimesi, "genişletmek" anlamına gelen "evsea" fiilinden türemiştir. "Le" ön-eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek "çok fazla" anlamı katmaktadır. Dolayısıyla bu ifade "Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz" anlamı taşımaktadır. Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kuran'da bize bildirilenle aynıdır. 20. yüzyılın başlarına dek bilim dünyasında hakim olan tek görüş, "evrenin durağan bir yapıya sahip olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği" şeklindeydi. Ancak, günümüz teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak "genişlediğini" ortaya koydu. Rus fizikçi Alexander Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini teorik olarak hesapladılar. Bu gerçek, 1929 yılında gözlemsel olarak da ispatlandı. Amerikalı astronom Edwin Hubble kullandığı dev teleskopla gökyüzünü incelerken, yıldızların ve galaksilerin sürekli olarak birbirlerinden uzaklaştıklarını keşfetti. Bu buluş astronomi tarihinin en büyük keşiflerinden biri sayılmaktadır. Hubble bu incelemeler sırasında yıldızların, uzaklıklarına bağlı olarak kızıl renge doğru yaklaşan bir ışık yaydıklarını saptadı. Çünkü bilinen fizik kurallarına göre, gözlemin yapıldığı noktaya doğru hareket eden ışıkların tayfı mor yöne doğru, gözlemin yapıldığı noktadan uzaklaşan ışıkların tayfı da kızıl yöne doğru kayar. Hubble'ın gözlemleri sırasında ise yıldızların ışıklarında kızıla doğru bir kayma fark edilmişti. Kısacası yıldızlar sürekli olarak uzaklaşmaktaydılar. Yıldızlar ve galaksiler sadece bizden değil, birbirlerinden de uzaklaşıyorlardı. Herşeyin sürekli olarak birbirinden uzaklaştığı bir evren ise, sürekli "genişleyen" bir evren anlamına gelmekteydi. Evrenin genişlemekte olduğu, ilerleyen yıllardaki gözlemlerle de kesinlik kazandı. Konuyu daha iyi anlamak için, evreni şişirilen bir balonun yüzeyi gibi düşünmek mümkündür. Balonun yüzeyindeki noktaların balon şiştikçe birbirlerinden uzaklaşmaları gibi, evrendeki cisimler de evren genişledikçe birbirlerinden uzaklaşmaktadırlar. Aslında bu gerçek 20. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri sayılan Albert Einstein tarafından da teorik olarak keşfedilmişti. Fakat Einstein, o devrin genel kabul gören "durağan evren modeli" ile ters düşmemek için, bu buluşunu bir kenara bırakmıştı. Einstein bu davranışını daha sonra, "hayatının en büyük hatası" olarak adlandıracaktı. Bu bilimsel gerçek, henüz hiçbir insan tarafından bilinmezken, Kuran'da asırlar önce açıklanmıştır. Çünkü Kuran, tüm evrenin yaratıcısı ve hakimi olan Allah'ın sözüdür. Ek: Big Bang Teorisine yaptıkları katkıdan dolayı iki bilim adamı 2006 Fizik Nobel Ödülü kazanmıştır. EVRENİN SONU VE BİG CRUNCH Evrenin yaratılışı, önceki konuda da belirttiğimiz gibi Big Bang denilen büyük bir patlama ile başlamıştır ve o zamandan beri evren genişlemektedir. Bilim adamları evrenin kütlesi yeterli miktara ulaştığında, çekim kuvvetleri nedeni ile bu genişlemenin duracağını ve bunun evrenin kendi içine çökmeye, büzülmeye başlamasına sebep olacağını bildirmektedirler. Büzülen evrenin de, sonunda "Big Crunch" (Büyük Çöküş) denilen çok yüksek bir ısı ve sıkışma ile sonuçlanacağını ifade etmektedirler. Bu ise, bildiğimiz tüm yaşam şekillerinin yok olması anlamına gelmektedir. Stanford Üniversitesi'nde fizik profesörü olan Renata Kallosh ve Andrei Linde'nin bu konu ile ilgili yaptığı açıklamalar ise şöyledir: Evrenin akıbeti küçülmeye ve yok olmaya doğru gidiyor. Gördüğümüz ve daha uzaklardaki göremediğimiz herşey bir protondan bile küçük bir nokta şeklinde küçülecek. Sanki kara delik içindeymişsiniz gibi.... Kara enerjinin en iyi tarifinin şu açıklama olduğunu bulduk: Aşama aşama negatif hale gelen bu kara enerji, evrenin dengesinin değişmesine sebep olacak ve büzülüp çökecek... Fizikçiler kara enerjinin, negatif enerjiye dönüşeceğini ve evrenin yakın bir gelecekte büzüleceğini biliyorlar... Fakat bugün görüyoruz ki, biz bu olayın başlangıcında değiliz, ama evrenimizin hayat sirkülasyonunun ortasında olabiliriz. Big Crunch olarak ifade edilen bu bilimsel varsayıma, Kuran'da şöyle işaret edilmektedir: Bizim, göğü kitabın sahifelerini katlar gibi katlayacağımız gün, ilk yaratmaya başladığımız gibi, yine onu (eski durumuna) iade edeceğiz. Bu, Bizim üzerimizde bir vaiddir. Elbette, Biz yapıcılarız. (Enbiya Suresi, 104) Bir başka ayette ise göklerin bu durumu şöyle tarif edilmektedir: Onlar, Allah'ın kadrini hakkıyla takdir edemediler. Oysa kıyamet günü yer, bütünüyle O'nun avucu (kabzası)ndadır; gökler de sağ eliyle dürülüp-bükülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzeh ve Yücedir. (Zümer Suresi, 67) Big Crunch teorisine göre başlangıçta olduğu gibi önce yavaşça, fakat gittikçe hız kazanarak evren çökmeye başlayacaktır. Tüm bunların devamında ise, evren sonsuz yoğunluk ve sonsuz ısıda, sonsuz küçüklükte bir nokta haline gelecektir. Tarif edilen bu bilimsel teori, Kuran ayetleri ile paralellik içindedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Big Bang'in patlama hızı: Evrenin oluşum anı olan Big Bang'de kurulan dengeler, evrenin tesadüfen oluşamayacağının göstergelerinden biridir. Avustralya'daki Adelaide Üniversitesi'nden ünlü, matematiksel fizik profesörü Paul Davies'e göre, Big Bang'in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı.12 Stephen Hawking de, Zamanın Kısa Tarihi isimli eserinde evrenin genişleme hızındaki bu olağanüstü dengeyi şöyle kabul eder: Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi. GÜNEŞ'İN HİDROJEN VE HELYUMDAN OLUŞU Bildiğiniz gibi Güneş ağırlıklı olarak Hidrojen(H) ve Helyum(He) atomlarından oluşmaktadır. Güneş'in yüzde 90'dan fazlası H ve He simgeli atomlardan oluşur ve yaydığı ısı ile ışık da bu elementlerin termonükleer reaksiyonları sonucunda açığa çıkar... Kısacası Güneş denildiğinde aklımıza ilk olarak H-HE atomları gelir. Ve çok ilginçtir ki Kuran'daki Şems(Güneş) suresindeki onbeş ayetin hepsi istisnasız olarak H-E harfleriyle bitmektedir. Özet olarak Güneş(Şems) suresindeki tüm ayetler hidrojen(H) ve helyum'un(HE) simgesiyle bitmektedir ve dolayısıyla Kur'an Güneş'in hidrojen ve helyum'dan oluştuğuna 14 asır öncesinden işaret etmektedir. Örneğin Helyum 19.yüzyılda keşfedilmiştir yani Kuran'dan asırlar sonra... Bunu bir rastlantı olarak değerlendiremeyiz çünkü Kuran'da Güneş(Şems) suresinden başka hiçbir sure baştan sona H-HE harfleriyle bitmiyor. Aslında Güneş suresi'nin numarası yani 91 rakamı da dikkat çekicidir. Güneşte yer alan H (hidrojen) elementi doğada geri kalan diğer 91 elementi de oluşturur. İlginçtir ki H (hidrojene) dikkat çeken Şems(Güneş) sureside tam 91. suredir. Laboratuarlarda atom numaraları arttırılabilmektedir fakat doğada hidrojenden sonra uranyum'a kadar 91 element vardır ve bunlar yine hidrojen çekirdeklerinin birleşmesiyle meydana gelir. ATMOSFER’İN KATMANLARI Kuran ayetlerinde evren hakkında verilen bilgilerden biri, gökyüzünün yedi kat olarak düzenlendiğidir: Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O'dur. Sonra göğe istiva edip de onları yedi gök olarak düzenleyen O'dur. Ve O, herşeyi bilendir. (Bakara Suresi, 29) Sonra, duman halinde olan göğe yöneldi... (Fussilet Suresi, 11) Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti...(Fussilet Suresi,12) Kuran'da pek çok ayette kullanılan gök kelimesi tüm evreni ifade etmek için kullanıldığı gibi, Dünya göğünü ifade etmek için de kullanılır. Kelimenin bu anlamı düşünüldüğünde, Dünya göğünün, bir başka deyişle atmosferin, 7 katmandan oluştuğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Nitekim bugün Dünya atmosferinin üst üste dizilmiş farklı katmanlardan meydana geldiği bilinmektedir.20 Kimyasal içerik veya hava sıcaklığı ölçü alınarak yapılan tanımlamalarda, Dünya'nın atmosferi 7 katman olarak belirlenmiştir.21 Bugün halen 48 saatlik hava durumu tahminlerinde kullanılan ve "Limited Fine Mesh Model" (LFMII) olarak adlandırılan atmosfer modeline göre de atmosfer 7 katmandır. Modern jeolojik tanımlamalara göre atmosferin 7 katmanı şu şekilde sıralanmaktadır: 1- Troposfer 2- Stratosfer 3- Mezosfer 4- Termosfer 5- Ekzosfer 6- İyonosfer 7- Manyetosfer "Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?" (Nuh Suresi, 15) O, biri diğeriyle 'tam bir uyum' (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır... (Mülk Suresi, 3) YERYÜZÜNÜN KATMANLARI Kuran'da yeryüzü ile ilgili verilen bilgilerden biri, yeryüzünün, yedi kat olan gökyüzüne benzerliğidir: Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12) Yukarıdaki ayette dikkat çekilen bu bilgiye bilimsel kaynaklarda da yer verilmekte ve yeryüzünün yedi katmandan oluştuğu açıklanmaktadır. Bilim adamlarının sıraladığı bu katmanlar şöyledir: 1. Kat: Litosfer (su) 2. Kat: Litosfer (kara) 3. Kat: Astenosfer 4. Kat: Üst manto 5. Kat: Alt manto 6. Kat: Dış çekirdek 7. Kat: İç çekirdek DAĞLARIN GÖREVİ Kuran'da dağların önemli bir jeolojik işlevine dikkat çekilmektedir: Yeryüzünde, onları sarsmasın diye, sabit dağlar yarattık... (Enbiya Suresi, 31) Dikkat edilirse ayette, dağların yeryüzündeki sarsıntıları önleyici özelliğinin olduğu haber verilmektedir. Kuran'ın indirildiği dönemde hiçbir insan tarafından bilinmeyen bu gerçek, günümüzde modern jeolojinin bulguları sonucunda ortaya çıkarılmıştır. Eskiden dağların sadece yeryüzünün yüzeyinde kalan yükseltiler olduğu düşünülmekteydi. Ancak bilim adamları dağların sadece yüzey yükseltileri olmadıklarını, dağ kökü adı verilen kısımları ile kimi zaman kendi boylarının 10-15 katı kadar yerin altına doğru uzandıklarını fark ettiler. Bu özellikleriyle dağlar, tıpkı bir çivinin ya da kazığın çadırı sıkıca yere bağlamasına benzer bir role sahiptir. Örneğin zirvesi yeryüzünden yaklaşık 9 km yukarıda olan Everest Dağının 125 km'den fazla kökü vardır. Ayrıca dağlar, yeryüzü kabuğunu oluşturan çok büyük tabakaların hareketleri ve çarpışmaları sonucunda meydana gelir. İki tabaka çarpıştığı zaman daha dayanıklı olanı ötekinin altına girer. Üstte kalan tabaka kıvrılarak yükselir ve dağları meydana getirir. Altta kalan tabaka ise yer altında ilerleyerek aşağıya doğru derin bir uzantı meydana getirir. Dolayısıyla daha evvel de belirttiğimiz gibi dağların yeryüzünde gördüğümüz kütleleri kadar, yer altına doğru ilerleyen derin bir uzantıları daha vardır. Bilimsel bir kaynakta dağların bu yapısı şöyle tarif edilir: Kıtaların daha kalın olduğu dağlık bölgelerde yer kabuğu mantoya derinlemesine saplanır. Dünyaca ünlü deniz altı jeologlarından biri olan Profesör Siaveda ise, dağların yeryüzüne kökler şeklinde saplı olduklarından bahsederken, şöyle bir yorumda bulunmuştur: Kıtalardaki dağlar ve okyanuslardaki dağlar arasındaki temel fark materyalindedir... Fakat her ikisinde de dağları destekleyen kökler vardır. Kıtalardaki dağlarda, hafif ve yoğunluğu az madde yerin içine doğru kök olarak uzanır. Okyanuslardaki dağlarda da, dağı kök gibi destekleyen hafif madde vardır… Köklerin fonksiyonu, Arşimed kanununa göre dağları desteklemek içindir. Ayrıca Amerikan Bilim Akademisi eski Başkanı Frank Press'in, dünya çapında pek çok üniversitede ders kitabı olarak okutulan Earth (Dünya) adlı kitabında, dağların kazık şeklinde oldukları ve yeryüzüne derinlemesine gömülü oldukları ifade edilmektedir. Kuran ayetlerinde ise, dağların bu işlevine, "kazık" benzetmesi yapılarak şöyle işaret edilir: Biz, yeryüzünü bir döşek kılmadık mı? Dağları da birer kazık? (Nebe Suresi, 6-7) Yine bir başka ayette Allah, "Dağlarını dikip-oturttu" (Naziat Suresi, 32) şeklinde bildirmektedir. Bu ayette geçen "ersayha" kelimesi "köklü kıldı, sabit yaptı, demirledi, yere çaktı" anlamlarına gelmektedir. Bu özellikleri sayesinde dağlar, yeryüzü tabakalarının birleşim noktalarında yer üstüne ve yer altına doğru uzanarak bu tabakaları birbirine perçinler. Bu şekilde, yerkabuğunu sabitleyerek magma tabakası üzerinde ya da kendi tabakaları arasında kaymasını engeller. Kısacası dağları, tahtaları birarada tutan çivilere benzetebiliriz. Dağların sabitlenme etkisi, bilimsel literatürde izostasi olarak adlandırılmaktadır. İzostasi, manto tabakasının yukarı doğru uyguladığı kuvvetle, yerkabuğunun aşağı doğru uyguladığı kuvvet arasındaki dengedir. Dağlar erozyon, toprak kayması veya buzulların erimesi gibi nedenlerle ağırlık kaybederken, buzulların oluşumu, volkanik patlamalar veya toprak oluşumu nedeniyle ağırlık kazanabilirler. Bu nedenle, dağlar hafiflediklerinde sıvıların uyguladığı kaldırma kuvvetiyle aşağıdan yukarı itilir; ya da ağırlaştıklarında yerçekimi nedeniyle manto içine gömülürler. Yerkabuğu üzerinde bu iki kuvvet arasındaki denge, izostasi sayesinde sağlanır. Dağların bu dengeleyici özelliği bilimsel bir kaynakta şöyle aktarılmaktadır: G. B. Airy, 1855'te yerkabuğunun su üstünde yüzen, keresteden yapılmış sallara benzetilebileceğini söylemiştir. Kalın kereste parçaları ince parçalara kıyasla su yüzeyinin daha üstünde yüzerler. Benzer olarak yerkabuğunun kalın kısımları da bir sıvı veya daha yoğun olan alt tabakalar üzerinde yüzecektir. Airy, dağların, düzlüklerde olmayan daha az yoğun kayalardan derin köklere sahip olduğunu savunuyordu. Airy, çalışmalarını yayınladıktan dört yıl sonra, J. H. Pratt alternatif bir hipotez sundu... Bu hipotezle dağlar altındaki kaya kolonlarının, düzlükler altındaki kaya kolonlarına göre daha uzun olmalarından ötürü, daha az yoğun olmaları gerekiyordu. Airy ve Pratt'in hipotezlerinin her ikisi de yüzeydeki düzensizliklerin, yerkabuğunun belirgin kısımlarındaki (dağlar ve düzlükler) kayaların yoğunluklarındaki farklarla dengelendiğini belirtmişlerdir. Bu denge durumu, "izostasi" olarak tarif edilmektedir. Bugün biliyoruz ki, yeryüzünün kayalık olan dış katmanı, derin faylarla kırılmıştır ve erimiş magma üzerinde yüzen plakalar halinde parçalanmıştır. Dünya'nın kendi ekseni çevresindeki dönüş hızının çok yüksek olmasından ötürü, yüzen plakalar eğer dağların sabitleştirici etkisi olmasaydı, hareket halinde olacaklardı. Böyle bir durumda yeryüzü üzerinde toprak birikmeyebilir, toprakta hiç su depolanmayabilir, hiçbir bitki filizlenmeyebilir, hiçbir yol, ev inşa edilemeyebilirdi; kısacası Dünya üzerinde hayat mümkün olmayabilirdi. Ancak Allah'ın rahmetiyle dağlar tıpkı çiviler gibi görev yaparak, yeryüzündeki hareketliliği büyük ölçüde engellerler. Görüldüğü gibi, modern jeolojik ve sismik araştırmalar sonucunda keşfedilen dağların çok hayati bir işlevi, yüzyıllar önce indirilmiş olan Kuran-ı Kerim'de Allah'ın yaratmasındaki üstün hikmete bir örnek olarak verilmiştir. Bir ayette şöyle buyrulur: ... Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı... (Lokman Suresi, 10) YARATILIŞTAKİ ÇİFTLER Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) Yücedir. (Yasin Suresi, 36) Erkeklik–dişilik, "çift" kavramının bir karşılığı olmakla birlikte, ayette bahsedilen "bilmedikleri nice şeylerden" ifadesi daha geniş bir anlam içermektedir. Nitekim günümüzde ayetin işaret ettiği anlamlardan biri ile karşılaşmaktayız. Maddenin çiftler halinde yaratıldığını ortaya koyan İngiliz bilim adamı Paul Dirac, 1933 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü kazanmıştır. "Parité" adı verilen bu buluş, maddenin anti-madde denilen bir çifti olduğunu ortaya koymuştur. Antimadde, maddenin tersi özellikler taşır. Örneğin maddenin tersine antimaddenin elektronları artı, protonları da eksi yüklüdür. Bu gerçek bilimsel bir kaynakta şöyle ifade edilmektedir: ... Her parçacığın zıt yükte bir antiparçacığı vardır. Kararsızlık ilişkisi bize bu çiftlerin varoluşu ve yokoluşunun her yerde ve her zaman aynı anda oluştuğunu göstermektedir. Yaratılıştaki çiftlere bir diğer örnek de bitkilerdir. Botanikçiler bitkilerde cinsiyet ayrımı olduğunu ancak 100 sene evvel keşfedebilmişlerdir. Halbuki bitkilerin çiftler halinde yaratıldığı Kuran'da 1400 sene önce aşağıdaki ayetlerle açıkça bildirilmiştir: O, gökleri dayanak olmaksızın yaratmıştır, bunu görmektesiniz. Arzda da, sizi sarsıntıya uğratır diye sarsılmaz dağlar bıraktı ve orada her canlıdan türetip yayıverdi. Biz gökten su indirdik, böylelikle orada her güzel olan çiftten bir bitki bitirdik. (Lokman Suresi, 10) "Ki (Rabbim), yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı, onda sizin için yollar döşedi ve gökten su indirdi; böylelikle bununla her tür bitkiden çiftler çıkardık." (Taha Suresi, 53) SİRİUS YILDIZI Kuran'da geçen bazı kavramlar, 21. yüzyılın bilimsel verileriyle araştırıldığında karşımıza bir Kuran mucizesi olarak çıkmaktadırlar. Bunlardan biri, Necm Suresi'nin 49. ayetinde geçen Sirius yıldızıdır: Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49) Arapça karşılığı "Şi'ra" olan Sirius yıldızının, sadece "yıldız" anlamına gelen Necm Suresi'nin 49. ayetinde geçmesi son derece dikkat çekici bir durumdur. Çünkü bilim adamları geceleri gökyüzünün en parlak yıldızı olan, Sirius yıldızının hareketlerindeki düzensizliklerden yola çıkarak, onun bir çift yıldız olduğunu keşfettiler. Dolayısıyla Sirius, Sirius A ve Sirius B olarak ifade edilen iki yıldızdan oluşan bir takım yıldızdır. Bunlardan daha büyük olan Sirius A, Sirius B'den Dünya'ya daha yakındır ve özelliği çıplak gözle görülebilen en parlak yıldız olmasıdır. Sirius B yıldızının özelliği ise teleskopsuz görülememesidir. Sirius takım yıldızları, birbirlerine doğru yay şeklinde bir eksen çizerler ve her 49,9 yılda bir birbirlerine yaklaşarak gökyüzünde sarkarlar. Bu bilimsel veri, günümüzde Harvard, Ottawa ve Leicester Üniversiteleri'nin astronomi bölümlerinin fikir birliğiyle kabul ettikleri bilimsel bir gerçektir. Bazı kaynaklarda bu bilgiler şöyle aktarılır: En parlak yıldız Sirius gerçekte bir çift yıldızdır... Dolanım periyodu 49.9 yıldır. Bilindiği gibi, Sirius-A ve Sirius-B yıldızları birbirleri çevresinde her 49,9 yılda bir çift yay çizerek dolanırlar. Burada, dikkat edilmesi gereken nokta, iki yıldızın birbirleri etrafında dolanırken yay şeklinde iki adet yörünge çizdikleridir. Ancak 20. yüzyılın sonlarına doğru anlaşılabilmiş bu bilimsel gerçeğe, mucizevi bir şekilde bundan 14 asır önce Kuran'da işaret edilmiştir. Necm Suresi'nin 49. ve 9. ayetleri beraber olarak okunduğunda bu mucize karşımıza çıkmaktadır: Doğrusu, 'Şi'ra (yıldızı)nın' Rabbi O'dur. (Necm Suresi, 49) Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı. (Necm Suresi, 9) Necm Suresi'nin 9. ayetinden anlaşılan "ikisi arasındaki uzaklık" anlatımı bizlere bu iki yıldızın çizdiği yörüngede birbirlerine yaklaştığını ifade etmektedir. (En doğrusunu Allah bilir.) Kuran'ın vahyedildiği dönemde bilinmesi mümkün olmayan bu bilimsel gerçek, bize, Kuran'ın Yüce Rabbimiz'in bir sözü olduğu gerçeğini bir kez daha kanıtlamaktadır. BULUTLARIN AĞIRLIĞI Bulutların ağırlığı çok şaşırtıcı rakamlara ulaşmaktadır. Örneğin, kümülonimbüs türü fırtına bulutunda, 300.000 ton ağırlığa ulaşan miktarlarda su toplanmaktadır. Gökyüzünde 300.000 tonluk bir kütlenin durabileceği bir düzenin "kurulmuş" olması kuşkusuz hayranlık uyandıran bir durumdur. Kuran'daki diğer bazı ayetlerde de bulutların ağırlığına şu şekilde dikkat çekilmektedir: Rahmetinin önünde rüzgarları bir müjde olarak gönderen O'dur. Bunlar ağırca bulutları kaldırıp yüklendiğinde, onları (kuraklıktan) ölmüş bir şehre sürükleyiveririz ve bununla oraya su indiririz de böylelikle bütün ürünlerden çıkarırız… (Araf Suresi, 57) O size şimşeği korku ve umut olarak gösteren, (yağmur yüklü) ağırlaşmış bulutları (inşa edip) ortaya çıkarandır. (Rad Suresi, 12) Elbette Kuran'ın indirildiği dönemde insanların bulutların ağırlıkları ile ilgili bu bilgiye sahip olmaları mümkün değildir. Kuran ayetlerinde dikkat çekilen ve yakın geçmişte keşfedilen bu bilgi, Kuran'ın Allah'ın sözü olduğunun delillerinden bir diğeridir. DENİZLERİN BİRBİRİNE KARIŞMAMASI Denizlerin, araştırmacılar tarafından çok yakın bir geçmişte tespit edilen bir özelliği, Kuran'ın Rahman Suresi'nde şöyle bildirilir: Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi. İkisi arasında bir engel vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler. (Rahman Suresi, 19-20) Birbirine açılan fakat suları kesinlikle birbiriyle karışmayan denizlerin ayette bildirilen bu özelliği, okyanus bilimciler tarafından çok yakın bir zaman önce keşfedilmiştir. "Yüzey gerilimi" adı verilen fiziksel bir kuvvet nedeniyle, komşu denizlerin sularının karışmadığı ortaya çıkmıştır. Denizlerin farklı yoğunluklarından kaynaklanan yüzey gerilimi, adeta bir duvar gibi sularının birbirine karışmasını engeller. Elbette ki insanların, fizikten, yüzey geriliminden, okyanus biliminden haberdar olmadıkları bir devirde bu gerçeğin Kuran'da bildirilmiş olması son derece dikkat çekici bir durumdur FİRAVUN’UN CESEDİNİN KORUNMASI Firavun kendini ilah olarak kabul etmekte ve Hz. Musa'nın Allah'a iman etmesi için yaptığı davetlere karşı iftira ve tehditle karşılık vermektedir. Firavun bu kibirli tavrını ancak, ölüm tehlikesi ile karşılaşıp suların altında kalacağını anlayana dek sürdürmüştür. Kuran'da Firavun'un, Allah'ın azabıyla karşılaştığında, hemen imana yöneldiği şu ayetle bildirilir: Biz, İsrailoğulları'nı denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): "İsrailoğulları'nın Kendisi'ne inandığı (İlahtan) başka İlah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım" dedi. (Yunus Suresi, 90) Ancak Allah Firavun'un böyle bir anda iman etmesini kabul etmemiştir. Allah Firavun'un bu samimiyetsiz tavrını Kuran'da şu ayetlerle bildirir: Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. (Yunus Suresi, 91-92) Bu ayetlerde Firavun'a ait cesedin gelecek nesillere ibret olacağının bildirilmesi, cesedin "bozulmamış" olacağına bir işaret olarak kabul edilebilir. Kuran'da 1400 sene evvelden haber verildiği gibi, halen tarihsel bir belge olarak bulunan bir ceset Kahire'deki Mısır Müzesi'nin Kraliyet Mumyaları Odasında sergilenmektedir. Büyük bir ihtimalle, sular üstüne kapanıp boğulduktan sonra, Firavun'un cesedi kıyıya vurmuş ve Mısırlılar tarafından bulunarak önceden yapılmış olan mezarına götürülmüştür. Alıntı
Φ göçmen kızı Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 arkadaşlar aklıma takılan bir soru var ve bugüne kadar kime sorduysam beni doyurucu cevaplar veremedi. şöyle özetliyeyim; Allah var ve bu dünyayı bizi her şeyi O yarattı peki O nasıl var oldu? Aslında inançsız biri değilim ama dört dörtlük inançlıda sayılmam ve bunları düşündükçe takılıp kalıyorum. yardımlarınızı bekliyorum.... Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Sayın göçmen kızı, bu sorunuza yanıt verebilseydik zaten tüm sorunlarımız hallolmuş olurdu, burada oturup tartışmazdık da... Her birimizin ömürlerimizi bu ve buna benzer sorularla tüketmemiz bir yana, insanlık tarihi bu soruların yanıtlarını aramakla geçmiştir. Bizim ömrümüz yanıtlara yetmiyor, ayrıca insanlığın da yetmeyebilir. Fakat başka yorumlarımda belirttiğim gibi en az bir milyar yıl daha zamanımız var ve teknolojinin gelişme hızına bakıldığında bu süre çok ama çok uzun bir süre... Bize ne bir milyar yıl sonra bulunacak yanıtlardan demeyiniz. Her zaman verdiğim bir örnektir: İlkel çağlarda tanrıların gazabını dindirmek için kurban edilen bir zavallıyla kendinizi kıyaslayın. O insan evren ve hayat hakkında ne bilebildi? Siz ondan ayrıcalıklı mısınız? Gelecekte yaşayanlar daha mı ayrıcalıklı olacak? Hayır, bunların hiç biri geçerli değil. Hepimiz nedensellik içinde kendi nedenselliklerimizi yaşıyoruz. Tümel nedensellik ise sonsuza uzanıyor. Bize düşen, içinde devindiğimiz nedenselliği çözümlemeye çalışmak. Tümeli ile ilgili bütün varsayımlarımız eşit ölçüde yanlış çıkabilir... Alıntı
Φ göçmen kızı Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 saol demirefe benimki bir umuttu işte belki cvp yazabilen biri olur diye aslında inancım var ama bunları düşündükçe az olan inancım dahada zayıflıyor Alıntı
Φ cantürk Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 sayın göçmen kızı, cevap çok basit.. Kainat yaradılış temelleri doğrultusunda sınırlı bir hayata tabii tutulmuştur. Dolayısı ile bizler doğar-büyür ve ölürüz. Bu noktada zihinsel faaliyetlerimizde herşeye bir sınır biçeriz, yani sınırlı bir beynimiz ve sınırlı bir taabiatımız var. İşte bu noktada bu sınırsızlık bizlerde bu tip sorular doğuruyor, İşte acziyetimiz bu. Bizler doğup öldüğümüz için, herşeyi öyle kabul ederiz. Kısacası sınırların içinde kaybolup gideriz. Ama bir düşünün, bu sınırları yaratan yüce yaradıcı sınırsız olamazmı. Bi güç düşünün ki başı ve sonu yok. İşte beynimiz bunu almaz. İnsan beyni sınırlarla dolu olduğundan bize devamlı ALLAH nasıl var oldu diye sorgular yöneltir. Bilinmelidirki doğan ve ölen varlıklar olarak, bu kadar sınırlı düşünmek çok doğal- iş ki sınırların ötesinde bir gücün varlığına iman etmekde, İşte bu doğrultuda bizim sınırlarla donanmış kainatımız ile, Allah ı mukayese etmek yanlıştır. düşünün kainatta 1000 yıl yaşayan varlıkların olduğu bir gezegen olabilirmi, olabilir peki 50000 yıl yaşayan, neden olmasın değilmi onların sınırları nasıl acaba. kainatın ötesinde sonsuz hayatları olan varlıklarda olabilir değilmi, emin olun eğer biz ölümsüz olsa idik, ALLAH ı daha iyi idrak edebilirdik belki, ölümlülüğün getirdiği dezavantaj, sınırları yargılama güdüsü.. sınırları azıcık zorlayın, anlayacaksınız saygılarımla Alıntı
Φ Aurelius Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 arkadaşlar aklıma takılan bir soru var ve bugüne kadar kime sorduysam beni doyurucu cevaplar veremedi.şöyle özetliyeyim; Allah var ve bu dünyayı bizi her şeyi O yarattı peki O nasıl var oldu? Aslında inançsız biri değilim ama dört dörtlük inançlıda sayılmam ve bunları düşündükçe takılıp kalıyorum. yardımlarınızı bekliyorum.... belki de sorduğun sorunun temeli sağlam değildir. Alıntı
Φ göçmen kızı Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 belki de sorduğun sorunun temeli sağlam değildir. ne gibi yani Alıntı
Φ yesilsu Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 allah senin içindedir göçmenkızı..düşüncelerinde..tengriin de dediği gibi şah damarından daha da yakın sana ... Alıntı
Φ braweheart Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 mrb arkadaşım öncelıkle sana bı soru sorayım ? yuzmeyı bılmıyor olsan denızın ortasında senı bıraksalar sen ne yaparsın ?? kurtulamayıp boğulursun.sen yuzmeyı bılsen kurtulurdun..bu soruları başkasına sormak yerıne dını öğrenıp yeterı kadar kuranı okursan hangı soruyu istersen emın ol cvp bulursun.şuan böle şeylerı bılmeden kendıne sorarsan kafayı bozarsın bunların cevabını kuranı okuyarak çözebılırsın.önce dınını öğren .. **** Alıntı
Φ göçmen kızı Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 arkadaşlar hepinize tek tek tşk ederim ilgilendiğiniz için Alıntı
Φ Aurelius Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ağustos , 2007 ne gibi yani bu kısır döngü bir sorudur. neden yaratıldığını düşünüyosun ki? yaratılış olgusu nereden çıktı ki? herşey zaten vardı ve yine var. eğer yaratılışa inanırsan sorduğun soruya esir olursun ve kısır döngüye düşersin. matrixte ki gibi. -peki hangisi gerçek- Alıntı
Φ SON_AKINCI Gönderi tarihi: 14 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 14 Ağustos , 2007 Göçmen kızı; ALLAH'ü Teala'nın bir başlangıcı yoktur,ebediyete kadar da devam edecektir,o bir başkası tarafından yaratılmış olsa idi onun da bir kul olduğu anlamına gelecekti.Onun varlığını görmemize imkan yok,ama yaratmış olduğu bu kaintta ki ahenkte onun varlığını bulabiliriz,akıl bize bu yüzden verilmiştir. Dünyaya gönderiliş nedenimiz olan''imtihan''tam bu noktada başlar,bu imtihanı geçsekte geçmesekte onu var olduğunu ahirette alenen anlayacağız,o yüzden sevgili kardeşim,inancımızın sarsılmasına asla izin vermemeliyiz.Kendi vucuduna ve özelliklerine bak böylesi bir maddenin yaratıcısının yaratılmış olma ihtimali sence nedir? Alıntı
Φ violet Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2007 bu evreni kim yarattı?Bi düşünün birkez olsun düşündünüz mü?bizi kim yarattı,neyden yaratıldık neden yaratıldık ?hiç elinizi başınıza kotup düşündünüz mü? bir kez olsun ibadet ettiniz mi ettiyseniz bile düzgün oldu mu? bu dünyanın bi sonu war bi gün herkes ölcek kıyamet kopcak peki bizim ALLAH;ın huzuruna gelmeye yüzümüz war mı ALLAH war hemde her yerde onun adını andığımız her yerde saçma şeylere tapmaya gerek war mı? Alıntı
Φ xprensesx Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 16 Ağustos , 2007 sayın violet burda tartışdığımız insanlar birine tapmıyorlar. tek iddiaları "inanmamk" ve "inandırmamak" ve kuranı kötüleyerek... Alıntı
Φ kul ve rabbii Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2007 göçmenkızı sorunu anladım ve senin soruna cevap vericem sorduğun soru gerçekten çok hassas bi konu sana yanlış birsey aksettirmek istemiyorum o yüzden seni tatmın edicek bi araştırma yapıcam ve kaynaklara bakıcam yani kendi düşündüğümü değil açık kaynaklarla kesin cevap vermek istiyorum Alıntı
Φ Senyour Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2007 Gönderi tarihi: 31 Ağustos , 2007 Bilimsel olarak acıklayın diyorlar Bilim adamlarından dinliyelim 1.Mikrobiyolojinin babası kabul edilen, *abiyogenez safsatasını yaptığı ünlü deneyle çürüten, pastörizasyonu ilk defa uygulayan Fransız ilim adamı Louis Pasteur: ‘İlimsizlik insanı Allah’tan uzaklaştırır; ilim, insanı O’na yaklaştırır.’; ‘Tabiî ilimlere ne kadar fazla çalışırsam, Yaratıcı’nın sanatlarına olan hayranlığım o derece artıyor.’ demiştir. (*Abiyogenez, geçmişte canlıların cansız maddelerden kendiliğinden oluştuğunu iddia eden bir safsataydı. Hattâ bu insanlar Allah’ı inkâr etmek için o kadar komik duruma düşüyorlardı ki, farelerin kirli çamaşırlardan, ördeklerin ağaçların suya değen kısımlarından, sivrisineklerin ve kurbağaların bataklık çamurundan tesadüfen oluştuklarını savunuyorlardı.) 2.Gelmiş geçmiş en büyük teorik fizikçilerden biri kabul edilen ve Kayyum olan Allah’ın koyduğu genel çekim kanununu bulan Isaac Newton: “Güneş, gezegenler ve kuyrukluyıldızlardan meydana gelmiş bu hârikulâde sistem, ancak Mâhir ve Kadîr bir Zât’ın hâkimiyetinden kaynaklanabilir.” itirafında bulunur. 3.Amerikan Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) eski yöneticilerinden Dr. Wernher von Braun: “Yaratıcı olmadan hiçbir şeyin oluşması düşünülemez. Etrafımızda Yaratıcı’nın ilâhî plânının âşikâr tezahürlerini fark edebiliyoruz. Kâinattaki engin sırlar, sadece bizim Kâinatın Yaratıcısı’na olan imanımızı destekler.”2 diyerek, imanın bir çeşit intisap (bağlanma) olduğunu, delillerin ise bir menfez veya bir süpürge gibi sadece vehimleri süpürmeye yaradığını belirtmiştir. 4.Fizik dalında 1921’de Nobel Mükâfatı kazanan ve İzafiyet Teorisi’ni geliştiren Albert Einstein: “Kâinatla ilgili en anlaşılması zor olan şey, her şeyin anlaşılabilir olmasıdır.” ve “Dinsiz ilim topal; ilimsiz din kördür.” diyerek, din ve fen bilimlerinin birbirleriyle çelişmediğini, aksine biri olmadan diğerinin eksik kalacağını vurgulamıştır. 5.Ünlü fizikçi Kelvin: “Akıl ve merhametin çok açık görüldüğü yaratılışın karşı konulamaz derecede kuvvetli delilleri her tarafımızı kuşatmış durumdadır.” diyerek şiddet-i zuhurundan gizli (şiddetli ışığından dolayı ışık kaynağının görülmemesi) olan Zât’a şehadet etmiştir. 6.Kimya dalında iki defa Nobel Mükâfatı alan Ilya Prigogine: “Organik yapıların ve âhenkli çalışan sistemlerin kaza eseri oluşmasının istatistikî ihtimali sıfırdır.” demiş ve her şeyi tesadüflere veren pozitivistlerin aslında ne kadar akıldan uzak iddialarda bulunduklarını belirtmiştir. 7.Oksijen elementinin nükleer enerji seviyesinin bütün karbonun oksijene dönüşmesinin engellenmesi ve de hayatın bekâsı adına yeterli miktarda oksijen üretilmesi için en mükemmel seviyede olduğunu keşfeden Fred Hoyle: “Kimyanın ve biyolojinin kanunlarını vazeden Zât, aynı zamanda fiziğin kanunlarını da vazetmiştir.” diyerek şaşkınlığını dile getirmiştir. 8.4 Matematik, astronomi ve jeoloji gibi bilim dallarında yine İsveç Kraliyet Bilim Akademisi tarafından verilen -Nobel’e eşdeğer- Crawford Mükâfatı’nı kazanan Alan Sandage: “Kâinattaki bu muhteşem düzenin kaos neticesi oluşması imkânsızdır. Varoluş mu’cizesini ancak O’nun varlığıyla açıklayabiliriz.” demiş ve kâinattaki âhengin bir sanat eseri olduğunu itiraf etmiştir. Yine fizik sahasında Nobel alan Arno Penzias: “Astronomi bize şunu göstermiştir: Kâinat, hiçbir şey olmadan yaratılan, hayatın devamı için gerekli şartların sağlanması adına çok hassas bir dengeye sahip, her hâdisenin Allah tarafından, plânlı şekilde cereyan ettirildiği bir yerdir.”demiştir. 9.Bir zamanlar ateist olan felsefe profesörü Anthony Flew: “Sadece bir hücrenin, Britannica Ansiklopedisi’nin bütün ciltlerinden daha fazla bilgi ihtiva etmesini evrim asla açıklayamaz.” diyerek Kâinatın Hâlıkı’nı inkâr etmek için ortaya atılan evrim fikrinin nasıl çelişkili olduğunu anlatmıştır. Aslında evrim safsatasının niçin ortaya atıldığını, Londra’daki ünlü İngiliz Tabiat Tarihi Müzesi’nden fosilbilimci (paleontolog) ve eski bir evrimci olan Dr. Collin Patterson bir hatırasında belirtmektedir: “Bir sabah kalktığımda şunu düşündüm: 20 senedir evrim üzerinde çalışıyorum; fakat bu teoriyle ilgili bir hakikat ifade eden hiçbir şey bilmiyorum. Ya ben de bir problem var veya bu teoride. Benim hiçbir problemim yok... Bir gün evrimciler arasında saygın bir yeri olan Chicago Üniversitesi’nde düzenlenen Evrim Morfolojisi Semineri’nde; ‘Evrim hakkında herhangi bir şey bileniniz var mı? Herhangi bir şey? Gerçekten doğru olduğunu düşündüğünüz herhangi bir şey?’ diye sorduğumda uzunca bir müddet cevap alamadım. Nihayet biri kalkıp ‘Ben bir şey biliyorum: Bu teori okullarda okutulmalı.’ dedi. 10.20. asrın teorik fizik alanında deha isimlerinden olan James Jeans’ın kâinatın yaratılması ile ilgili düşüncesi şu şekildedir: “Sadece küre-i arzın, (tesadüflerle) şu andaki şeklini alması için, yeryüzündeki kumların tamamını elinize alın ve bunları saçın. Bunların birinin Güneş, diğerinin yeryüzü, bunun gibi, her birinin yeryüzünü teşkil eden nesnelerden biri olarak yerli yerine gidip oturması hangi nispette mümkünse, yeryüzünün şu andaki şeklini alması da, ihtimal hesapları dahilinde o nispette mümkündür.” 11.Pakistanlı Dr. İnayetullah Maşrıki (bazı kaynaklarda bu isim ‘İn’âmullah’ olarak verilmektedir), James Jeans ile yaşadığı bir hatırasını şu şekilde anlatmaktadır: “Sir James Jeans bana yerin yaratılışını, hayata müsait hâle getirilişini anlattı. Allah’ın tasarruflarından söz ederken coşuyor, kendinden geçiyordu. Nebülozlardan bahsetti; bu geniş âlemde nasıl bir iradeye râm olduklarını, mekânın genişlemesini, Allah’ın bütün bu olup bitenlerdeki tasarruflarını izah etti. Bu şekilde kâh büyük âlemdeki (makrokosmos), kâh küçük âlemdeki (mikrokosmos) hakikatleri anlatırken, sanki, ‘İleride onlara dış âlemde ve kendi nefislerinde âyetlerimizi peyderpey göstereceğiz. O zaman hak ve hakikatin ne demek olduğunu anlayacaklar.’ (Fussılet, 41/53) âyetinin mânâsı tecelli ediyordu. Bir aralık öylesine doldu ki, ‘İn’âmullah, hayret ediyorum’ dedi ve ekledi: ‘İnsan ilim yapar, şu fezâ-i ıtlakı öğrenir, derinlemesine insanın içine girer, şu teşrihata vâkıf olur da, nasıl Allah’a inanmaz, hayret ediyorum!’ Taşı tam gediğine koyacağım ânı yakalamıştım. ‘Üstad’ dedim, ‘Müsaade eder misin?’ ‘Buyur’ dedi. Şunu söyledim: “Kur’ân’da bir âyet var. Rasûlüllah’a Allah şöyle diyor: ‘İnnemâ yahşallâhe min ıbâdihi’l-ulemâ (Allah karşısında, kulları içinde ancak hakkıyla âlim olanlar saygıyla ürperir’ (Fâtır, 35/28). O zaman ayaklarının bağı çözülüverdi. ‘Bunu Muhammed (sas) mi söylüyor?’ dedi ve ilâve etti: “Eğer bunu, O diyorsa, sen şahit ol İn’âmullah, Muhammed, Allah’ın Rasûlü’dür.” Alıntı
Φ Sevket63 Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 15 Eylül , 2007 Seni saran bilim ,beni saran allah , seni saran dunya beni saran ben,BIR BEN VAR BENDE BENDEN ICERU,CENNET,CEHENNEM. sizin olsun bana Allah yeter. Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 16 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 16 Eylül , 2007 Allah varsa eğer Peygamber denilen insanların sözlerinde, yazdıkları kitaplarda aramak yanlış. Aramamız gereken yer ancak ve ancak kendi içimizdedir. Ve arayıp bulma işi diğerlerinin korkulu, şiddet içeren sözlerine bakıpta aranılacaksa zaman alır, lakin kendi içimize bakıpta ararsak o kadar kısa zamanda buluruz O'nu. Alıntı
Φ verdinaz Gönderi tarihi: 16 Eylül , 2007 Gönderi tarihi: 16 Eylül , 2007 Allah varsa eğer Peygamber denilen insanların sözlerinde, yazdıkları kitaplarda aramak yanlış. Aramamız gereken yer ancak ve ancak kendi içimizdedir. Ve arayıp bulma işi diğerlerinin korkulu, şiddet içeren sözlerine bakıpta aranılacaksa zaman alır, lakin kendi içimize bakıpta ararsak o kadar kısa zamanda buluruz O'nu. Peygamberler kendileri kitap yazmamıstır kuranı kerim melekler tarafından allahın izniyle indirilmiştir peygamber efendimize Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.