Φ sardunyam Gönderi tarihi: 26 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 26 Nisan , 2006 Saygıdeğer Milletvekilleri, Türkiye’de darbeler döneminin başlangıcı kabul edilen ve “bürokratik iktidarın” güçlendiği 1960 yılından itibaren Meclisimizin gücü, yetkisi ve fonksiyonu, bu tür hukuki temellere dayanmayan eleştirilerle daraltılmaya çalışılmaktadır. Anayasayı ve tüm kanunları yapan, Cumhurbaşkanını seçen, hükümeti içinden çıkartan ve aynı zamanda denetleyen, savaş kararını alan ve ülkenin geleceğine yön veren bir kurumun, bugün sahip olduğu gücü ve yetkiyi tam olarak kullandığı tartışmalıdır. Kimi zaman çok önemli mekanizmaların dışında bırakılan Meclis’in fonksiyonları daraltılmıştır. Örneğin, ülkenin iç ve dış siyasetine çok büyük etkisi olan ve “gizli anayasa” diye kabul edilemez bir tanımlamayla anılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin hazırlanılmasında, Meclisimiz ve ilgili komisyonlarımız tamamen devre dışıdır. Açıklanması ve yayınlanması tamamen yasak olan bu belgenin, son haline karar verildiği günün hemen ertesinde gazete manşetlerinde yer alması son derece dikkat çekicidir. Yine bu belgeden yola çıkılarak hazırlanan İç Güvenlik Strateji Belgesi’nin çete kurmaktan yargılanan kişilerin arşivinden çıkması ne yazık ki, devlet ciddiyetiyle hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Bu belgenin, Meclisimizin bilgisi ve denetimi haricinde hazırlanması, parlamentomuzun fonksiyonunun ve millet iradesine verilen değerin ne durumda olduğunu göstermektedir. Saygıdeğer Milletvekilleri, Demokratik bir ülkede “gizli anayasa, kırmızı kitap, derin anayasa” gibi tabirler asla kabul edilemez kavramlardır. Bu kavramlar, gizli antidemokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin tek bir Anayasası vardır ve yürürlüktedir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi için kullanılan “gizli anayasa” gibi bir tanımın bazı çevreler tarafından üretildiğini ve resmi bir tanım olmadığını biliyoruz. Ancak böylesine bir tanım eğer kamuoyu tarafından kullanılıyorsa ve buna ciddi itirazlar gelmiyorsa bu, bazı kişilerin bilinç altında ülkemiz için nasıl bir yönetim biçimi olduğunu göstermektedir. Bu algının aslında sadece kamuoyunda değil, bazı siyasetçilerin bilinç alıntında olduğunu da üzülerek görmekteyiz. Maalesef her dönemde ülkemizin en önemli konusu olan Cumhurbaşkanlığı seçimi için yaşanan tartışmalarda, bazı kamuoyu önderleri ve siyasetçilerin ifadeleri, bilinç altında “gizli bir anayasa” olduğunu ve buna göre hareket ettiklerini açıkça ortaya koymaktadır. Yeri gelmişken, Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresinin bitmesine uzun bir zaman varken, yeni Cumhurbaşkanı’nın kim olacağını ve nasıl seçileceğini yoğun bir şekilde tartışmanın, Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı bir nezaketsizlik olduğunu belirtmek isterim. Bundan üzüntü duymama ve bu tartışmalara girmekten imtina etmeme rağmen, yine de tartışmalarda bazı kişilerin Meclisimizle ilgili beyanlarındaki yanlışlığa burada değinmeyi, Meclis Başkanı olarak bir görev sayıyorum. Saygıdeğer Milletvekilleri, Ülkemiz, Meclisimizin çıkarttığı bir Anayasa ile yönetiliyor. Tüm kanunlarımız bu Anayasa’ya uygun çıkartıldığı gibi, yargı ve yürütme de yine mevcut Anayasamıza göre görevlerini sürdürmektedir. Bu durumda mevcut Anayasamıza göre yeni Cumhurbaşkanının hangi özeliklerde olması gerektiği, Meclisimiz tarafından nasıl ve ne zaman seçileceği açıkça ifade edilmiştir ve bu herkesçe malumdur. Buna rağmen mevcut Anayasamız açısından hiçbir sorun yokken, yeni Cumhurbaşkanını bu Meclisin seçip, seçemeyeceğini tartışmak, Meclisimizin meşruluk sorununu gündeme getirir ki, bu asla kabul edilemez bir durumdur. Ülkemizin yönetilme biçimi, erkler arasındaki gücün kullanımı, meşruiyetlerin dayanak noktaları tartışma götürmez bir şekilde nettir. Bu konu Anayasamızın başlangıç bölümünde; “Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu” açıkça ifade edilmiştir. Bu net açıklamaya rağmen bazı kurumlar, kendilerinin öncelikli olduğunu, hatta daha üstün olduğunu vehmetmektedir. Hatta bazı kurumlar, reform çalışmalarına karşı direnmişlerdir. Ne ilginçtir ki; artık işlevini yitirmiş, yıllardır sorun üreten bir kurumun kaldırılması, bu kurumdan ve elitist, anti-reformculardan gelen tepkiler nedeniyle gerçekleştirilememiştir. Halkın büyük çoğunluğunun istediği bu değişikliğe karşın, yürütmenin azınlık anti-reformcuların talebini öncelemesi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Yüce Meclisimiz 84 yıl önce saltanat kurumunu kaldırmıştır. Ancak bugün ülkede bu kez “kurumların saltanatı” hüküm sürmektedir. Saygıdeğer Milletvekilleri, Özgürlüklerin genişletilmesinde, yasakların kaldırılmasında ve demokratikleşmede temel iki zorunluluk vardır: Birincisi, Anayasa’ya uygun olarak Meclisin karar alması. İkincisi ise, milletin mutabakatıdır. Yeni bir düzenleme yapılmasında, Anayasa değişikliğinde kurumların görüşünü almak başka bir şeydir, kurumların mutabakat şartını aramak başka bir konudur. Dünya üzerinde daha çok demokrasi için, sadece “kurumların mutabakatını” arayan demokratik başka bir ülke yoktur. Türkiye’de doğal bir durummuş gibi gösterilen bu tutumun, demokrasi anlayışımızı, özgürlüklere yaklaşımımızı ve hukuka olan inancımızın nasıl olduğunu açıkça gösterdiği inancındayım. Büyük Önder Atatürk’ün “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” sözünü hayata geçirmek için bu Meclis, saltanat kurumunu kaldırmış, düşmana karşı savaş vermiştir. Bundan sonra da bu ulvi ilke doğrultusunda Meclisimiz görevini kimseye bırakmadan sürdürmeye kararlıdır. Anlaşılmaz bir şekilde özgürlüklerin genişletilmesi, yasakların kaldırılması için yıllarca bu kurumların mutabakatı beklenir olmuştur. Ancak bazı kurumlar katılımcı demokrasinin gereği olan ortak akılda buluşmak bir yana, görüş alışıverişi için oluşturulan zeminleri bile reddetmektedir. Bu durumda bazı kurumların, “katılımcı demokrasi” yerine, “kurumsal saltanatı” Türkiye için uygun gördüklerini iddia etmek çok da dayanaksız olmayacaktır. Saygıdeğer Milletvekilleri, Bugün özgürlüklerin genişletilmesi için güçlü bir Anayasa değişikliği artık zorunlu hale gelmiştir. Tartışılan tüm konuları içine alan, daha özgür, daha demokrat, daha güçlü, daha mutlu bir Türkiye’nin inşasında gereken Anayasa değişikliği için ortak bir akıl oluşturmak gerekir. Tüm kurum, kişi ve kuruluşlar bu değişiklik için görüşlerini özgürce ifade etmelidir. Ancak bir mutabakat aranacaksa sadece Yüce Meclis çatısı altında halkı temsil eden Milletvekillerinin mutabakatının aranması gerekir. Eğer burada bir mutabakat sağlanamazsa gidilecek bir tek merci vardır, o da yüce milletimizin iradesidir. Saygıdeğer Milletvekilleri, Yüce Meclisimiz çatısı altında çıkartılan kanunlar tartışılırken her meselenin rejim tartışmasına çekilmesi her geçen gün artmaktadır. Tarım alanında yapılacak bir düzenleme, Belediyeler Kanunu’nda yapılacak bir değişiklik, hayvancılık, turizm ve benzeri onlarca konu tartışılırken konu aniden birileri tarafından rejim tartışmalarına getirilmiştir. Son olarak önemli konumdaki bir siyasetçinin, İstanbul’da bir eğlence merkezinin insanların ölümüne neden olan kaçak yapılarının yıkılmasını, “rejimden ideolojik intikam almak” olarak değerlendirmesi durumun trajikomik yanını en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye’nin bir rejim sorunu yoktur. Türkiye, rejiminin Cumhuriyet olacağına, demokrasi olacağına bundan 83 yıl önce karar vermiştir. Bugün de Meclisiyle, hükümetiyle ve tüm organlarıyla aynı kararlılıkla yoluna devam etmektedir. Saygıdeğer Milletvekilleri, Ülkenin rejimine karşı bu kadar güvensiz olunamaz. Türkiye’nin rejimi her konu tartışıldığında sarsılacak, etkilenecek kadar zayıf değildir. Hiç kimse Cumhuriyetten, demokrasiden, temel özgülüklerden vazgeçme niyetinde değildir. Dolayısıyla ülkede bir rejim sorunu değil, rejimin sahibi olma tartışması vardır. Ülke yönetiminde inisiyatif alanlarını genişletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme tartışmaları vardır. Laikliğin, Yüce Önder Atatürk’ün, Cumhuriyetin, bayrağın, rejimin sahibi milletin kendisidir. Milletin temsilcileri olan bizler tüm bu değerlere bağlı kalacağımıza, sahip çıkacağımıza milletvekili olduğumuzda yemin ettik. Bugüne kadar bu yeminimize muhalif bir tek davranış dahi bu Yüce Meclisimiz içinde vuku bulmamıştır. Dolayısıyla milli değerlerimizin sahibi bir kesim, bir grup değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkestir. Milletimiz ulusal ortak değerlerin sahibidir ve kendi içinde büyük bir hoşgörüyle yaşamaktadır. Toplumumuz etnik kimliğine, inancına, kültürüne göre kimseyi dışlamamakta ve bir arada barış içinde yaşamaktadır. Ayrıca AB müzakerelerini sürdürdüğümüz bugünlerde hala rejimin tehlikede olduğundan bahsetmek, hele bu tehlikenin AB’ye üye olmak için bütün dönemlerden daha çok gayret sarf eden, bunda da başarılı olan kişilerin eliyle geleceğini iddia etmek her açıdan dayanaktan yoksundur. Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 27 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 27 Nisan , 2006 *** BÜLENT ARINÇ'IN 23 NİSAN KONUŞMASINDAN METİNLER, bakalım ne demiş? Sevgili 'sardunyam'; Sizce ne demiş, düşüncenizi, görüşlerinizi ve yorumunuzu öğrenebilirmiyim..? *** Alıntı
Φ DİPNOT Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2006 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2006 . Şeriat tamtamlarıyla "23 Nisan" Atatürk'ün yavrularımıza armağan ettiği bu büyük bayramı, çocuk bayramına döndürmek AKP'ye çok yakıştı. Göstermelik Anıt Kabir ziyaretleri.. Atatürk söylemli zoraki, ruhsuz mesajlar.. Ve her yerde saldırıya geçmiş, durmak bilmeyen azgın şeriat hayranları. ___İzmir'de 23 Nisan törenlerini seyretmek için çocuklarıyla birlikte minibüse binen bir ev hanımı, başı açık olduğu için türbanlı dört genç kız tarafından zorla araçtan aşağı atılıyor. Başını kapatması için tehdit edilen anne ve çocukları yolda bırakılıyor. ___İlkokul öğrencileri arasında ödüllü, namaz surelerini okuma yarışmaları yapılıyor. Din derslerinde başarılı olan öğrencilere para ve altın dağıtılıyor. ___Çorlu'daki geçit töreninde ilkokul öğrencilerine fes ve kara çarşaf giydiriliyor. Komutanın uyarısını Milli Eğitim Müdürü umursamıyor. Kaymakam ve Belediye Başkanı törene katılan öğretmenleri kutluyor. ___Üniversitelerde kantine kapatılan kız öğrencilere tehditle türban taktırılıyor, zorla kuran dinletiliyor. ___İşte biz böyle bir 23 Nisan kutluyoruz. Oysa, 23 Nisan 1923 de Türkiye'nin nüfusu 10 Milyon, okuma yazma bilenlerin sayısı ise 1 Milyon idi. Büyük kısmı savaşlarda eridiği için kadın nüfusu erkeklerden çok daha fazlaydı. Genç nüfus ise hemen hemen yok olmuştu.. Yani, 1923 yılında 23 Nisan Bayramını, daha çok, çocuklar, ihtiyarlar ve kadınlar kutladılar. Teneke kutulardan oluşturulan meşalelerle fener alayları düzenlediler. Yoksuldular, yaralıydılar ve çok yorgundular... Geçit törenlerine yamalı elbiseleriyle katıldılar... Ama, mutlu ve umutluydular... Onurluydular ve insandılar... Bir de bu günkü Türkiye'ye bakın. Nüfusumuz 75 milyona ulaşmış. Okuma yazma oranı yüzde 50. Nüfusumuzun çoğunluğunu gençler oluşturuyor. Ama hepimiz utanç içindeyiz. Ne onurumuz var, ne Türk'lük gururumuz. Borç içinde yüzüyor, bir avuç Kıbrıs'lı Rum'dan korkuyoruz. Amerika'ya "Bizi kullanın" diye yalvarıyoruz. Korkudan sokakta dolaşamıyor, evlerimizde rahat uyuyamıyoruz. Okuttuğumuz gençlere iş bulamıyoruz. Yaşlılarımıza bakamıyor, kadınlarımızı süründürüyoruz. Söyleyin; Siz hangi Türkiye'de 23 Nisanı kutlamayı isterdiniz?... Bu adamların 75 Milyonluk acınası Türkiye'sinde mi? Atatürk'ün 10 Milyonluk, yoksul ama onurlu Türkiye'sinde mi?.. . Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 3 Mayıs , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 3 Mayıs , 2006 ne diyebilir ki sevgili gecekuşu ağzındaki baklayı çıkartmış işte, ve bundan sonra bu saçmalaıkları daha sık duyacağız sanırım... epeydir yazamıyordum işlerimin yoğunluğundan yeni girdim bugün ama pek bir yenilik yok gibi kaldığımız yerden devam... Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 4 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 4 Mayıs , 2006 *** epeydir yazamıyordum işlerimin yoğunluğundan yeni girdim bugün ama pek bir yenilik yok gibi kaldığımız yerden devam... Farkındayım sardunya yokluğun hemen belli oldu... lütfen bu kadar uzak kalma, diğer forumda da baktım bir ara acaba orada kalıp buraya uğramıyormusun diye.., Her birimizin renkli farklılıklarında, güzelliklerinde paylaşılabildiğini, Anlaşılamayan görüşlerde bile, birbirini reddetmeden tartışılabileceğini, Amaçların kişisel haklılık değil, ortak görüş ve kazanımlar olduğunu örnekliyen arkadaşlara senin nezdinde teşekkür ediyorum... Selamlar sevgiler, yüreği sevgi ve hoşgörü dolu güzel anne, kardeşimiz, bacımız, ablamız... *tna *** Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 5 Mayıs , 2006 Yazar Gönderi tarihi: 5 Mayıs , 2006 *** Farkındayım sardunya yokluğun hemen belli oldu... lütfen bu kadar uzak kalma, diğer forumda da baktım bir ara acaba orada kalıp buraya uğramıyormusun diye.., Her birimizin renkli farklılıklarında, güzelliklerinde paylaşılabildiğini, Anlaşılamayan görüşlerde bile, birbirini reddetmeden tartışılabileceğini, Amaçların kişisel haklılık değil, ortak görüş ve kazanımlar olduğunu örnekliyen arkadaşlara senin nezdinde teşekkür ediyorum... Selamlar sevgiler, yüreği sevgi ve hoşgörü dolu güzel anne, kardeşimiz, bacımız, ablamız... *tna *** güzel sözlerine teşekkür ediyorum, işlerimi biraz hafiflettim artık burdayım görüşeceğiz inşallah... insan olmak zor zanaat keşke insan ne olduğunu bilseydi değil mi? Farklı görüşler zenginliktir, herkesin aynı şeyi düşünmesi ne kadar sıkıcı olurdu değil mi? İster inansın ister inanmasın insanlık noktasında hepsinin ayrı bir değeri var. Ve hangi görüşe yakın olursa olsun insanlar onların bile görüşlerinde farklılık var. Allah inancına sahip herkesin kafasının içinde farklı bir algılayış var, zaten sonsuz sınırsız olanın da tam anlamıyla algılanması mümkün değil. Ancak yakalayabildiği kadarına sahip oluyor insan... Bu inanmayanlar için de geçerli. selam ve saygılarımla Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2006 askerlik çağında adamları, çocuk bayramında, sırf imam hatipliler diye meclis kürsüsüne çıkartıp slogan attıran bir adamın . 23 nisan konuşmasıda bundan farklı olamazdı. Alıntı
Φ hearten Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2006 askerlik çağında adamları, çocuk bayramında, sırf imam hatipliler diye meclis kürsüsüne çıkartıp slogan attıran bir adamın . 23 nisan konuşmasıda bundan farklı olamazdı. Sabah gazetesi genel yayın yönetmenide senin gibi yazıp eleştirmişti fakat bir programda arınçı dinledikten sonra ertesi gün gazetesinde özür yazıları yazdı... Sloganik insanlarsınız vesselam... Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 12 Mayıs , 2006 ben sabah gazetesi yazarı değilim. onun arınçı dinledikten sonra ne yazdığıda umrumda değil. sen kendi fikrini yaz. Alıntı
Φ hearten Gönderi tarihi: 13 Mayıs , 2006 Gönderi tarihi: 13 Mayıs , 2006 ben sabah gazetesi yazarı değilim. onun arınçı dinledikten sonra ne yazdığıda umrumda değil. sen kendi fikrini yaz. Harikasın... Zaten doğru olanda bu, fakat neden söylediğin doğruda yaptığın yanlış çok ilginç... Dilersen sende söylediğin gibi kendi fikrini yaz başkalarının değil!!! Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.