Φ ÇarpışıkTümceler Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2011 Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2011 Eşcinsellik hakkında konuşmak oldukça zor. Ne kadar gelişmiş olursa olsun canlılığın sağlanması konusundaki en temel eylem üzerindeki alışılmışın dışında bir tutum olmasından dolayı hakkında en çok önyargı, yadırgama ve tepki oluşturan konu eşcinsellik. Belki de üzerinde konuşulmasının bile zor olmasını sağlayan durum da hayatın onun devamlılığını sağlayan ve normal halinin bile konuşulmasının yakın zamana kadar tabu olduğu bu konu hakkındaki geleneksel ve biyolojik normlara uymaması.”Toplumsal öncüller.. İşte asıl sorun buydu!” diyen filozof burada da haklı galiba.. Peki, eşcinsellik nedir? Hastalık mı, tercih mi yoksa doğal bir durum mu? Bilim adamları ve sağlık örgütleri bu konuda ne diyor? Osmanlı tarihinde eşcinselliğin yeri neydi? Eşcinsellik modernizmin dayattığı bir durum mudur? Eşcinselliği doğru tanımlamak Dini kaynaklarda eşcinselliğin doğru bir şey olmadığı geçer. Hatta İslam’ın kutsal kitabı Kuran’da bu nedenle lanetlenen bir kavimden söz edilir. Bu durum, diğer semavi kutsal kitaplarda da farklı değil. Kendilerini “eşcinsel Müslümanlar” olarak tanımlayan bir gruba göre ise eşcinsellik günah değil; nimet olsa da genel görüş bu yönde değil elbette ki. Din ile birlikte; toplumun kendi oluşturduğu yazısız kurallar topluluğunda da hoş karşılanan bir durum değil eşcinsellik. Gelişmiş toplumlar dâhil olmak üzere hala bir alay konusu. Hala böyle tanımlananlar için ifadesinin zor olduğu bir şey.. Peki, eşcinselliğin doğru yani bilimsel tanımı nedir? Dünya Sağlık Örgütü (WHO), eşcinselliği 70'li yıllarda hastalıklar ve rahatsızlıklar kapsamından çıkarttı. Benzer şekilde Amerikan Psikoloji Derneği (APA) da eşcinselliğin bir tercih olmadığını, doğal olduğunu ve değiştirilemeyeceğini açık ve net bir şekilde belirtti. Yani gerek “muhafazakâr” kesimin kullandığı “hastalık” savı ve gerekse özgürlükçü kesimin kullandığı “kişisel tercih” savı bilimsel olarak doğru değil. Bu konuda otorite olan kurumlar bunun böyle olmadığını söylüyor. Eşcinselliğin tedavi edilebilir olduğunu savunanlar da var. Ancak bir hastalık olarak kabul edilmediği için buna tedavi demek de doğru değildir. Bu terapinin bir tedaviden çok toplumun eşcinselliğe yönelik tutumunu desteklemek olduğu ortada. Aynı zamanda terapilerin içeriği eşcinselliği yok edip yerine heteroseksüelliği koymaktan ziyade telkinler yöntemiyle kişinin eşcinsellikten aldığı zevki azaltmak şeklinde. “Tam çözüm” değil.. Eşcinselliğin bence en doğru tanımını Amerikan Psikoloji Birliği 26 Şubat 1990’da yaptığı şu deklarasyonda veriyor: “Eşcinsellik ne bir hastalıktır ne de moral bir yoksunluktur. Sadece toplumdaki bir azınlığın sevgiyi ve cinselliği ifade tarzıdır. Gayların ve lezbiyenlerin, ruhsal olarak sağlıklı oluşu birçok araştırma ile belgelenmiştir. Araştırmalar cinsel yönelimin temelinin yaşamın ilk yıllarında hatta olasılıkla kısmen doğumdan önce atıldığına işaret etmektedir. Eşcinselleri “Onarma” girişimleri psikolojik üniformaya bürünmüş sosyal önyargıdan başka bir şey değildir. Cinsellik ve cinsel yönelim, varlığımızın temel unsuları olarak kişisel koheziflik duygumuzun ve dünyada rahat ediş düzeyimizin önemli belirleyicileridir. Eşcinselliğin bir hastalık veya ahlaksızlık olduğu varsayımı, bu azınlığa dâhil bireyler için kendini ifade etme, sevme ve insanlığa bağlılığın en derin formlarını acı çektirici bir suçlanma ve kendinden nefret etme yoluyla bu an bir duygusal, sevisel ve spiritüel hapishane yaratır. Sağlıklı ve kendi insanlığı ile barışık heteroseksüeller, eşcinseller nedeniyle içsel tehdit yaşamazlar. Sağlıklı heteroseksüeller, eşcinselleri baskı altına alma gereği duymazlar. Sağlıklı heteroseksüeller eşcinselleri “onarma”ya kalkışmazlar. Bu gün toplumun karşısındaki esas mesele neden insanların birbirini belli bir şekilde sevdikleri veya bu sevgiyi aradıkları değil, nasıl olup da bazılarının sevmekte bu kadar yetersiz olduğudur.” Deklarasyonun bir bölümü oldukça ilgi çekici: “Eşcinselleri “Onarma” girişimleri psikolojik üniformaya bürünmüş sosyal önyargıdan başka bir şey değildir.” Eşcinsellik modernizmin bir dayatması mı? Buna biraz tarihe giderek cevap vermek gerekiyor. Milattan önce 1400’lü yıllardan kalma Hititlilere ait bir tablette erkeklerin erkeklerle evlenmesine izin verilen bir madde var. Sezar için de “Kleopatra’nın kocası, tüm Romalıların karısı” deniyormuş, vakt-i zamanında. Eski Girit’te ve Isparta’da da eşcinsellik yasayla düzenlenmişti. Hatta buralarda, yasaya göre, gençler bir süre için eşcinsel olmak zorundaydılar. Yunanistan’da genel olarak pasif eşcinsel ilişki, oğlan 12-13 yaşındayken başlıyor, ergen oluncaya yani sakalı çıkıncaya kadar devam ediyordu. Genellikle bütün önemli erkeklerin kendi cinslerinden sevgilileri oluyordu. Hatta Perikles sadece kadınlara ilgi duyduğu için çok tenkit edilmiştir. “Lezbiyen” kelimesinin kökeni olan Lesbo’lu Soppha’ya bakalım. Kendisi ilk lirik şairdir. Aynı zamanda bilinen ilk lezbiyendir. Onu “10.Musa” olarak adlandıran Platon’un da eşcinsel olduğu ise zaten popüler bir bilgi. Döneminin süper gücü olan Büyük İskender de erkek sevgilisinin ölümünün ardından günlerce ağlamıştı. İskender ile birlikte İsviçre Kraliçesi Christina da eşcinseldi ve evlenmeyi reddetmişti. Aristoteles, Sokrat, Fransis Bacon.. Mitolojik karakterler Aşil ve Hylas.. Rönesans döneminin parlak sanatçılarından Donatello da ünlü “Davut Heykeli” ni sevgilisi Jonathan için tasarlamıştı. Michalengelo daşiirlerinde hiç gizlemedi eşcinsel olduğunu. Tıpkı onun gibi divan edebiyatı şairi ve “mahallileşme akımının” öncüsü Nedimi de aynen şöyle döktü duygularını kâğıda: Bir elinde gül bir elde câm geldin sâkiyâ Kangisin alsam gülü yahut ki câmı ya seni (Ey Saki! Bir elinde gül, bir elinde kadeh tutarak geldin. Acaba hangisini alsam? Gülü mü, kadehi mi, yoksa seni mi ?) PEKİ, YA BİZ? BİZ DE DURUM NEYDİ? Evliya Çelebi, İstanbul’daki meslek gruplarını bir bir anlatırken “eşcinselleri” de es geçmiyor: Pasif dilber eşcinsel esnafı: Bunlar, evsiz-barksız 500 kişidir. Kendi kadir ve kıymetlerini bilmeyip Bábulluk’ta, Kalatyonoz’da, Finde’de, Kumkapı’da, San Pavlo’da, Meydancık’ta, Kiliseardı’nda ve Tatavla’da malum işin yapıldığı yerlerde boğaz tokluğuna çalıştıkları sırada avlanıp Subaşı’nın (yani, o zamanın polis müdürünün) tuzağına düşer ve deftere kaydedilirler. İşte, sözü edilen bu kişiler geçit resminde Subaşı ile şakalar ederek yürürler. Bunlar gibi daha nice esnaf mevcuttur ama anlatmakta hiç fayda yoktur ve sadece Subaşı tarafından bilinirler. Resmigeçide katılan deyyusların sayısı 212, pezevenklerin adedi de 300’dür.” Gördüğünüz gibi o dönem de eşcinseller devletin resmigeçidine dahi katılıyorlardı. Osmanlı zamanında “hız oğlanı” denen bu kişilerden mesleklerini yapanlar kayıt altına alınmak zorundaydı. Bu kişiler, yani “hızan” resmigeçitte, padişahı selamlamak için duruyorlardı. İmamlar, müezzinler, esnaflar ve eşcinseller.. Rahmetli Türkeş bunu okusaydı o ünlü sözünü şöyle söylerdi muhtemelen: “Ne mozayikmiş ulan!” II. Bayezid 1482 yılında oğlu Şehzade Şehinşah’a 5 oğlan, 5 cariye göndermişti. İki yıl sonra bunların sayılarını ikiye katlamıştı. Yani Osmanlı hareminde cariyelerle birlikte ‘oğlan’ lar da vardı. Tüm bu örneklerden anlaşılıyor ki eşcinsellik; modern zamanların getirdiği bir durum değil. Antik diye adlandırılan zamanlarda bile var. Anadolu’daki atalarımız Hititliler’de bu durum kanunla bile düzenlenmiş. Hatta Girit’te zorunluluk haline gelmiş. Selef devletimiz Osmanlı’da bile var. Edebiyatında da, ticaretinde de, payitahtında da, hanedanında da.. Eşcinsellik hedonizm mi? Hedonizm; davranışlarını, eylemlerini hazza yönelik sürdürme, değerlendirme eğilimi. Epikuros’tan bu güne gelen bir felsefe. Ancak bu felsefedeki “haz” daha çok “cinsellik” olarak yorumlanıyor ve “hayatını cinsellik merkezli yürütmek” anlamında kullanılıyor. Aslında bu bile ne derece sapkınlık tartışılır.. Ancak; tüm yaşantısını, ikili ilişkilerini buna göre kurgulamak pek sağlıklı olmasa gerek. Çünkü hedonist birinin sürekli cinsel ilişki peşinde koşması beklenir. Cinsel zevke düşkün ve hatta bağımlı olmaları gerekir.. İşte eşcinseller de genelde böyle zannedilir.. Genel görüş belli: sabah akşam sürekli ilişkiye giren, erkek peşinde koşan, yaşamı boyunca tek derdi seks olan kimselermiş gibi bilinir eşcinseller.. Oysa öyle değil.. Çalıştığım dönemde lezbiyen bir çift arkadaşım olmuştu. Başlangıçta elbette ki bu benim için yadırganacak bir durumdu. Arkalarından edilen lafları duyuyordum ve benim bakış açım da bu önyargılı sözlerden farklı değildi.. Ama zamanla tanıdıkça anladım. Tıpkı benim bir kadını sevmem gibi seviyorlardı birbirlerini. Aynı biçimde kıskanıyorlardı. Aynı biçimde bölüşüyorlardı. Aynı biçimde emek veriyorlardı. Merak edenler için söyleyeyim; “normal” bir insan için cinsel ilişki ne anlama geliyorsa onlar içinde o anlama geliyordu ve o sıklıktaydı. Gözlemlerime göre rahatlıkla söyleyebilirim: kimsenin peşinde değillerdi. Pek çok entelektüel konuda muhabbet edilebilecek kişilerdi.. Her ikisi de.. Bunları yazarken aklıma türban özgürlüğü için yürüyen lezbiyen ve gayler geldi. Cemil İpekçi geldi. Bir dönem mail gruplarında çok dönen o “bir eşcinselin gözüyle türban” başlıklı duygu dolu yazı geldi.. Tanıdığım bütün eşcinseller kendi toplumsal dışlanmışlıklarından yola çıkarak diğer dışlanmışlıklarla bağlantı kuruyorlardı.. Gazze’de yapılan katliamı kınamak için İstiklal Caddesi’nde yapılan “İnsanlık Zinciri” eylemine de gökkuşağı bayraklarıyla katıldılar.. SONUÇ Önyargıları parçalamak, bir atomu parçalamak kadar zordur derler ya, kişi kendi önyargısını parçalarken bu öyle değil. Benimkisi çok kolay parçalanmıştı. Dolayısıyla “hedonist, seksomanyak, sapık, dinsiz” diyip bir kenara ve en kötüsü fuhuşa ittiğiniz bu insanlara bir de bu gözle bakın. Neyi neden anormal neyi neden normal olarak gördüğünüze bakın. Ahlak denen o kavramın neye göre şekillendiğine bakın. Sapkınlık kavramının sizin ahlak tanımınıza göre oluşan bir kavram olduğunun farkına da varırsanız eğer; doğamızın bizler kadar doğal olan bu parçalarına bakışınız farklılaşacaktır.. Saygılar.. Alıntı
Φ gloria Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2011 Gönderi tarihi: 20 Temmuz , 2011 Kesinlikle bu yazdığınız cümlelerin her birine katılıyorum. Benim anlayamadığım eşcinsellerin değil, homofobiklerin nasıl var olduğu asıl... Nasıl olur da bir insan homofobik olabilir. Galiba homofobik olan bir insanın asıl sorunu eşcinsellerle değil de kendisiyledir (galiba, cümlenin en başındaki "galiba" fazla oldu), içlerinde hissettikleri eşcinsel potansiyeldir onları korkutan sanırım. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.