Φ Canraşit Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Canraşit dostum. Benim özelliklerimde az ve öz konuşma vardır. Sürekli kısa ve öz vurgular yapmaya çalışırım. Dikkatli bakıldığında ne demeye çalıştığım net anlaşılabilir. Mümkün olduğunca da net olmaya çalışıyorum. Bilimin, böyle, bilginin tanrısal olmadığını ispat amacı falan yoktur. Nereden çıkartıyorsun? Bilgi bilimseldir. Nesnel kaynaklı olmayan bilgi, gündelik dahi olsa, dogmalar olacaktır. Ama ahlak, din, dogmalar konularını da bilimsel dataları baz alarak felsefi olarak tartışıyoruz. Sayın Evrensel, bazı şeyleri birbirine karıştırdığınız, yazdıklarım üzerinde ayrık düşünüp, bütünsel düşünmediğiniz için anlaşamıyoruz veya ben yeterince sizin gibi '' az ve öz '' vurgularla ifade edemedim. Güncellememde yazdığı gibi, '' daha az bazen daha çoktur '' ama, '' bazen '' de, her zaman değildir. O nedenle, binlerce yıldır insanlığın üzerinde tartıştığı soyut konuları, ayrıntılandırmadan, kısa ve öz vurgularla kestirip atmak mümkün değildir. Öte yandan, üzerinde anlaştığımız nokta, anladığınızın aksine, vicdanın kaynağı konusunda değil, vicdanın niteliği, gelişmişlik düzeyi konusunda idi. Vicdanın, dinsel kökenli mi, evrimsel kökenli mi olduğu, insanlığın bilinen tarihinin başlangıcından beri öyle veya böyle dinler hep var olduğu için bilinemeyen bir konu olduğu gibi, evrimsel kökenli ise eğer, bu da, Tanrı'nın insan vicdanının oluşmasından bağımsız olduğunu göstermez demiştim ( hayvanlarda da sevgi, bağlılık, merhamet, adalet duyguları var olduğu düşünülüyor bilim adamları tarafından ). Bunu da, konuyu açan siz olduğunuz için söyledim. Zira, '' Bilginin tarihsel diyalektik gelişimini görmezden gelip, tanrılara mı mal edelim? '' diyen de, '' Tüm ahlaki kurallar için kaynağın, sadece dinler olduğunun ispatını nasıl yapabileceksin? '' diye soran da '' sizdiniz ''. Tek geçerli bilgi, bilimsel bilgi değildir. Daha önce de gösterdiğim gibi, bilimin değer yargıları konusunda söyleyebileceği bir şey yoktur henüz. Çünkü, bu değer yargılarının bulunduğu alanlar kaotiktir ve bilimin analiz edemediği, çözümleyemediği konularda '' böyle olması gerekir '' diye bir yargıda bulunma durumu yoktur. Özellikle, Etik ve Estetik konular böyledir. Bilim, '' güzellik budur, iyilik budur '' gibi bir yargıda bulunamaz. Bu yargıların yapıldığı alanlar Ahlak Fesefesinin ve Sanat'ın alanlarıdır. Böyle düşünmek, '' felsefe bitti '' diyen 19.yy. Pozitivizminin bir yanılgısıdır. Konuya dönersek, zorlama diye nitelediğiniz bu cümlelerimde ne demek istediğim bellidir: dinlerin getirdiği evrensel kurallar, köleci toplum veya feodal toplum sosyolojik aşamasına uygun kuralları içeren hukuka veya ahlaka ait değil, toplumsal bir varlık olan insanın vicdanının oluşmasını sağlayacak veya onda apriorik olarak mevcut olduğu varsayılan iyi bir insan olmak, sevgi dolu olmak, merhametli olmak gibi vicdan ögelerini ortaya çıkarmak için vurguladığı esaslara ait olanlardır. İnanılsın veya inanılmasın, dinlerin evrensel olduğunu öne sürdüğü kurallardan bunlar anlaşılmalıdır demek istemiştim.. . dinlerin iddiasının, dinlerin öğütlediği temel ahlaki esasların, insanın varoluşundaki özünde mevcut olanlar olduğudur. Bunlar dinlerin iddiası demişim, İnanılsın veya inanılmasın dinler böyle anlaşılmalıdır demişim, dinlerin, katı ve hiç değişmez sosyolojik yapı ve ona uygun hukuk ve ahlaki gelişmişlik düzeyi getirdiği şeklinde anlaşılmamalıdır demişim. Ve sonra; Anlatmaya çalıştığım, öyle yada böyle, insan odaklı düşünüldüğünde sonuca bakılması gerektiği. Neticede, bu ahlaki esaslar iyi mi, kötü mü ? Evrensel ahlakla uyumlu mu ? Bunları tartışalım bence.. . Eğer, iyiyse, neden üzümünü yemek, din konusunda insanların bilincini yükseltmek, dinde var olan bu esasları yaygınlaştırıp, hakim kılmaya çalışmak yerine, bağcıyı sorgulayıp, bu derinlikte düşünecek fırsatı ve imkanı olmayan ezilen insanların tek dayanağını yıkmaya, onları daha da mutsuz bir çözümsüzlüğe itmek için uğraşılmaya çalışılsın ? İdam konusunda, kısasa temel oluşturan adalet duygusunun vicdani düzeyini, evrensel vicdani düzeyle uyumsuz bulup, reddetmedik mi ? Buna karşın, mesela, Muhammed Peygamber'in evrensel vicdani düzeyle uyumlu olan kedi sevgisini neden göz ardı edelim ve bunu yaygınlaştırmaya çalışmayalım ? Komşunuzu sevin diyen dogmadan neden yararlanmayalım ? Herhangi bir filozofun bir konudaki beğendiğimiz bir sözünü paylaşmaya, yaygınlaştırmaya çalışıyoruz da, neden bu da olmasın ? İnsanların inancına karışmadan, dogmatik düşünmeyi yıkmanın mümkün olduğunu da bir çok yerde açıklamıştım. Dinin yukarıda anlattığım biçimde anlaşılmasına paralel olarak, evrensel ahlaka, vicdana ve akla uygun olan dogmaların dışlanmasının bir mantığı var mı ? Nitekim, Erich Fromm'un dinler konusunda dediği de budur ve Ahmet Taner Kışlalı alıntıladığım yazısında da yaklaşık olarak bundan bahsetmiş: eski Diyanet işleri Başkanı Prof. Said Yazıcıoğlu. İslam dininin "katı ve değişmez kurallar" bütünü olmadığını söyleyen Yazıcıoğlu, görüşünü şöyle özetliyor: "Dinde değişmeyen, Kuran'da belirtilen, genellikle inançla ilgili temel kavramlardır... Modern hayat karşısında insanlarımızın pek çok problem ve ihtiyaçları söz konusudur. Bunların cevabı, asırlarca önce, o dönemlerin özelliklerine ve şartlarına göre bulunan çözümlerde aranamaz.. İslam dininin sonsuza kadar en mükemmel din olarak kalacağına inananlar, bunun gereğini yapmak zorundadır. Asırlarca önce yapılan yorumlarla, günümüz insanının sorunlarına çözüm bulmak imkânı yoktur." Ve işin ilginci, siz ve sayın demirefe de gerçekte benimle aynı fikirde olmanıza rağmen, bunun farkında olmamanız: İdam kararı, "sana yapılmasını istemediğini sen de başkasına yapma" evrensel tespite de uymamaktadır. İçeriğine kimsenin itiraz etmediği bir sözü bindörtyüz yıldan beri herhangi bir zamanda herhangi biri söylemiş ve hadis olarak nakletmiş olabilir. Örneğin kim istemez herkes komşusunu düşünsün. Bu tabii ki iyi bir şey ve bunu herkes destekler. Böyle bir hadis rivayetler arasında bulunamadıysa da yaratılır! Veya "insanların hayırlısı insanlara faydalı olanıdır." Veya "İlim Çin'de de olsa talep ediniz." Şimdi bunlara kim karşı çıkar, kim itiraz eder? Böyle hadisler olmasa da biri mutlaka hadis diye araya koyar yani. Not: Bu arada, '' Bak sen...'' gibi küçümseyici tavırlardan ve '' senli, benli '' laubali konuşmalardan hoşlanmadığımı belirtmiştim. Ciddi olalım lütfen ! Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Fakat o zaman Amerika oluşurken Kızılderili soykırımını da mübah görmemiz gerek. Avrupalı Hristiyan Sömürgecilerin Latin Amerikada uyguladıkları katliam, bugünün değerlerine göre olduğu gibi, kendi yaşadıkları zaman göre de korkunçtur, geridir. Ama Kabe çevresindeki Müşriklerin Müslümanlar tarafından öldürülmesi, bugünün değerlerine göre korkunç olmasına rağmen, kendi yaşadıkları zamana göre normaldir. İleriye doğru bir devrim olduğu için de normaldir. Peygamberden sonra, Müslümanlar tarafından yapılan savaşlarda bu ayetin dikkate alınmaması ise bu devrimin görünen yüzüdür. Daha vahimi, bir devrimi katliam yaparak kazanabileceğimizi düşünüp bombaları, silahları hazırlamaya başlamamız gerek. Söylememiz gereken şudur: Keşke devrim kansız yapılabilse, bu katliamlar olmasaydı. Devrimde amaç kan dökmek değildir. Amaç çürümüş düzeni yıkmaktır. Kan istemeden dökülür. Dökülen kanları örnek göstermek, kan dökmeden bu iş olmaz demeye gelir ki çok yanlıştır. O zaman kan dökmek meşru ve amaç göstermiş olunur. Devrimlerde kan, devrim emperyalist güçlerce ezilmek istendiği için dökülmüştür. Buradaki konu ise böyle değil. Mekke ele geçmiş, karşı koyacak kimse kalmamış. Egemen hale gelen güç, ezdiği insanların son kalıntılarını da ezerek, çiğneyerek yok etmeye hazırlanıyor ve ölmek istemiyorsanız ya boyun eğin, ya terkedin gidin diye ültimatom veriyor. Tevbe suresi merhametsiz, acımasız insanlık dışı bir ültimatomdur.Bu yüzden hemen akabinde iç savaşlar her yerden fışkırmış, baskı ve terörle bastırılan isyan her yerden filizlenmiş, birbirinin katili olmayan "sahabe!" neredeyse kalmamıştır. Aişe bile savaştan geri durmamış! Hemen ardından da o karşı çıkılmış olan totaliter diktacı, sömürgeci, köleci, Bilali Habeşiyi kırbaçladı diye isyan edilen yönetim tarzı tekrar kurulmuş, Emeviler insanlara kan kusturmuştur. Fransiz devrimi, aristokrasi sınıfının, soyluların, din adamlarının direnci olmasa idi, kanlı mı olurdu ? Sanıyor musunuz ki, o insanlar '' tabii buyrun, malikanem sizin emrinizdedir, serflerimi de azad ettim, ben de Paris'te bir dükkan açıp kumaş satmaya, pasta yapmaya başlayacağım '' dediler ? Devrimler, isyan ettikleri düzenin temsilcisi olan, egemeni olan sınıfın zihniyetinin ortadan kalkması amacında ise, karşı oldukları sınıf da doğal olarak eski düzenin devamı yönünde çaba göstereceklerdir. Onun için, devrimlerin kanlı olması da, yeni düzen yanlıları için doğaldır, meşrudur, eski düzen yanlısı olanlar için ise değildir. Ki bunu siz de, başka bir başlıkta teyit etmişsiniz: Hey efendiler! Kimse Dersimlileri Kürtler diye, Aleviler diye filan soykırıma filan uğratmadı! Bu acı olayların tek nedeni, yeni gerçekleşmiş büyük ve çok önemli bir devrime, gerici ve tutucu bir tıkaç konmak istenmesi, yeni kurulmuş, büyük ülkülerle kurulmuş bir devlete isyan edilmesi ve bu yepyeni ve çağdaş atılımın darmadağın olarak tümüyle başarısızlığa uğraması tehlikesinin ortaya çıkmış olmasıdır. Bunu Dersimli de yapsa farketmez, Mersinli de... Hiç bir ayrım yoktur. Hiç kimseye şusun busun, kaşın kara gözün ela diye bir fiske vurulmamıştır. Bunun gibi, Mekkenin ele geçirilmesi de, Aristokrasi sınıfının niteliğinin değişmesi için, eski zihniyette olanların direnişi sebepli, eski düzeni tamamen ortadan kaldırmaya yönelik kan dökülmesi de meşrudur, doğaldır. Buna meşru demek, kan dökülmesinin bir amaç olduğunu değil, bir araç olduğunu söylemektir. İslam'ın ortaya çıkışı da böyle bir devrimdir. Aristokrasi tekelleşmiş, Doğu Tipi Feodal sisteme geçiş başlamış, köle sömürüsü yok olmamış ama azalmıştır. Yani, İslam'ın çıkışı toplumsal evrilme açısından ileri doğru bir adımdır. Ayrıca, Fransız devriminden sonra da devrimi gerçekleştirenler arasında uzun yıllar boyunca iç savaşlar, idamlar olmuş, hatta bir ara monarşi geri gelmiş, kan dökülmesi yeni düzen oturana kadar durulmamıştır. Kuran'da karşıtları için yapılan eleştirilerin tümü aslında bağlılarını tanımlamaktadır. Neden, çünkü yıktığı da yerine yenisini koyduğu da dogmatizm. Arada fark yok. Ha onyedi tanrılı, ha dokuz, ha üç, ha bir tanrılı olsun, hepsi aynı dogmatizm! Elbette, topluma yönelik kurallar açısından, tek Tanrılı dinler, aynı zamanda feodal çağın ideolojileridir. Onların peygamber denilen bilge düşünürler tarafından üretildiğini de düşünebilirsiniz. Fakat, dinlerin özü için insanlığa getirdikleri temel ahlaki değerlerin bugün eriştiğimiz çağdaş anlayışlarla uyuşum içinde olduğu da söylenebilir. Yani, evrensel olan, topluma yönelik kurallar değil, iyi bir insan olmak, dürüst olmak, sevgi, adalet gibi insan vicdanına getirdiği temel doğrular olabilir. Kendisi de dini tercih olarak ateist olan, ideoloji olarak sosyalist ve ahlaki açıdan hümanist olan psikanalist ve sosyolog Erich Fromm'un bahsettiği konu da budur. Ateist olan Freud'u dindar olarak tanımlaması da bu nedenledir. Bir başkası ise, bunların peygamberler tarafından, Tanrı'dan alınan ilhamla söylendiğini düşünebilir. İşte, olayın inanç boyutu da budur. Belki de, bu tip dinlerin ortaya çıkışından sonraki çağlarda, Pozitif Bilim geliştiğinden, insanlar sonraki düşünürleri peygamber olarak algılamamış ve zaten onlar da doğal olarak kendilerini peygamber olarak sunma gereği duymamışlardır. Fakat, bilimin bugünkü geldiği noktada, Pozitivizmin aşıldığını da biliyoruz. Dolayısıyla, olayın inanç boyutunun gerekliliği de bugün hepten ortadan kalkmış değildir. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Bu arada, kimse kusura bakmasın ama ben yine bir çelişkiyi tekrar sergilemekten kendimi alamayacağım: İnanç dediğiniz dogmadır, feriştahı olsa ona dayalı düzenleme yapılamaz! Bu yani, başka bir şey değil. Aynı fikirdeyim. Ben burada "Ütopistan Federe Cumhuriyetler Birliği"ni!!! tartıştığımızı bilmiyordum! Eee, tabi gelenekçiliğin, dogmacılığın ve tabuların izin vermediği beyinler, bu tip her tutuculuğu yıkacak insani önermeler geldiğinde buna ütopya demişlerdir. Bunun en belirgin örneği orta çağda kölecilikti. Köleciliğin kalkması o kadar ütopyaydı ki, dinlerde "hiç köle ile hür bir olurmu olarak tanımlanıyor", sosyal yaşamda ise değişik kıtalarda yüzlerce süren savaşlar yapılıyordu. Dogmaları, tabuları yıkmak dağları yıkmaktan daha zordur. "Ben bilmez ulema bilir, otorite bilir" zihniyetleri için idamda olacak, kan davası da.. Askerlerde olacak, savaşlar hiç durmayacak ki, emperyalizim bir kaç yüz yıl daha devam etsin. Sömürücüler palazlansın liboşlarda onlara çanak tutsun. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Eleştirilmesi yasak, günah olan bir tabu kabul edildiğinde, onu eleştirmenin karalamak olarak algılanması normal. Biz de zaten bu algıya karşıyız. Nasıl bizim inancımız eleştiriye sonuna kadar açıksa, her inanç böyledir. Ayrıcalığı, dokunulmazlığı, iltiması, torpili, hamili kart yakınımdır kartına, geçiş üstünlüğüne, kırmızı pasaporta sahip olan inanç yoktur. Tüm inançlar eşittir. Bazıları "daha eşit" değildir. Herhangi bir şey konusunda "hepsi eşittir, ama şu daha eşittir" dediğiniz noktada demokrasiye, inanç özgürlüğüne, insan haklarına, insanlık kültür değerlerine elveda. Biter yani, söz edemezsiniz! Söz etme hakkınız kalmaz! Bu algı ile bir milim bile yol alamayız. Ama iş hakarete geldiğinde hiç kimsenin inancına hakaret edilmesine başta ben sessiz kalmam. Hiç kimsenin inancı hakarete açık değildir. Kim kimin inancına hakaret etmiş gösterin, önce ben itiraz edeyim! Yahu din vicdan işi değil mi, hani siyasetle ilgisi yoktu, yoksa demokrasi de vicdan işi mi, eğer işimiz bazılarının vicdanına kaldıysa işte o zaman bittik demektir. Ben vicdanımda şeriatı isterim fakat uygulayacak kimse olmadığına inandığım için de en ideal yönetim şeklinin demokrasi olduğunu kabul ederim tabii bizde o da uygulanmıyor ya. Hakaret edilmesin deniyor ama kime, sözde değil özde saygı gerekir ki eleştiriyorum derken hakaret edildiğinin, alay edildiğinin farkına varılsın. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Ama keşke bu konularda biraz daha "tarafsız" samimi ve objektif olabilsen. Zira bu güne kadar hiçbir dogmanın veya dogmacının "kitap okuyun" sözüne ben rastlamadım. Benim rastladığım ise sadece "okuyun", "okuyun ama beni tanımak şartıyla okuyun." Bunu bir daha oku istersen. Kusura bakmayın ama ne kadar tarafsız olduğunuz bunlardan gayet açık anlaşılıyor. Alıntı
Misafir £vrensel Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Kusura bakmayın ama ne kadar tarafsız olduğunuz bunlardan gayet açık anlaşılıyor. Ama keşke bu konularda biraz daha "tarafsız" samimi ve objektif olabilsen. Zira bu güne kadar hiçbir dogmanın veya dogmacının "kitap okuyun" sözüne ben rastlamadım. Benim rastladığım ise sadece "okuyun", "okuyun ama beni tanımak şartıyla okuyun." Bunu bir daha oku istersen. sn.Yılmaz, şimdi bu benim yazımdan ne anladınız da tarafsız olmadığıma teşhis koydunuz bana söylermisiniz? Hakaret edilmesin deniyor ama kime, sözde değil özde saygı gerekir ki eleştiriyorum derken hakaret edildiğinin, alay edildiğinin farkına varılsın. Böyle bir vurguya gerek duyuluyorsa, hakaret de gösterilmelidir. Kaldı ki "hakarete önce biz karşıyız, eleştiri hakaret değildir" diyoruz. Alıntı
Misafir £vrensel Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Bu arada, kimse kusura bakmasın ama ben yine bir çelişkiyi tekrar sergilemekten kendimi alamayacağım: Demirefe ile bazı konularda paralel düşünüp bazı konularda ise çelişkilerimiz olmasından daha doğal ne olabilir? İdam konusunda Demirefe'nin gelenekçi, tabucu ve hatta dogmacı olduğunu düşünmem, onunla benim kişi olarak farklı oluşumuzdan kaynaklanmaktadır. Ben sütten çıkmış ak kaşık değilim. Demirefe de benim gelenekçi yanlarımı bulabilir. Çelişkiler olmazsa olmaz. Önemli olan onların farkına varılıp düzeltilmesidir. Alıntı
Misafir £vrensel Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Öte yandan, üzerinde anlaştığımız nokta, anladığınızın aksine, vicdanın kaynağı konusunda değil, vicdanın niteliği, gelişmişlik düzeyi konusunda idi. Yine çok karıştırmışsın Canraşit. Anladığımın aksineymiş.. Yani anlamamışım.. Sen kalk "vicdanın kaynağı ideolojilerdir" fikrime katıl, sonrada; "niteliği ve gelişmişlik düzeyi için değil" de.. Yani benim "vicdanın kaynağı ideolojilerdir" fikrime değilde, "vicadının niteliğinin, gelişmişliğinin kaynağı ideolojilerdir" fikrime katılmışmış. Vicdanın niteliği ve gelişmişlik düzeyi vicdanın kendisi değilmi? Böyle saçma bir tanımlama olabilirmi? Toplumsal davranışlarla toplumsal ahlakı farklı görmene benzemiş. Diğer savların da tıpkı bunun gibi. Çok karıştırıyorsun. Vaktim yeterse diğerlerini de cevaplamaya çalışacağım. Alıntı
Φ sarıgöl Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Diğerinde ise köleciliğe övgü var. İnsan olanın, insanlık görevi zaten harf öğretmek. Kırk yıl köle olmak ta nereden çıkıyor? (Bak Atatürk'ün harf öğreten resmi.) Hz. Ali'nin "BANA BİR HARF ÖĞRETENİN KIRK YIL KÖLESİ OLURUM" sözünü,köleciliğe övgü olarak yazmak, tam bir saptırmaca,aslında, Hz.Ali'nin eğitime verdiği önemi,köleliğin,zorluğunu anlatmaktır... Bak Atatürk'ün harf öğreten resmi diyerekte,latin harflere geçipte 400 kelime ile konuşmayı,marifet sayan,üstelik,Atatürk'ün yazdığı "NUTUK'U" bile okuyamıyan,onu'da söylev yapan bir ilericilik. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Yine çok karıştırmışsın Canraşit. Anladığımın aksineymiş.. Yani anlamamışım.. Sen kalk "vicdanın kaynağı ideolojilerdir" fikrime katıl, sonrada; "niteliği ve gelişmişlik düzeyi için değil" de.. Yani benim "vicdanın kaynağı ideolojilerdir" fikrime değilde, "vicadının niteliğinin, gelişmişliğinin kaynağı ideolojilerdir" fikrime katılmışmış. Tabii, uslüp düzeyi böyle olunca, anlama düzeyi de ona göre oluyor. Ben nerede kalkıp da, "vicdanın kaynağı ideolojilerdir" fikrine katılmışım ? Yoksa, bu ifademden: Netice itibariyle, insanlar bu düzeye geldiğinde zaten öldürenler de, belki yok olmayacak ama en azından asgari düzeye inecektir. Çağdaş insanın ve dolaysıyla çağdaş toplumun ortak vicdani düzeyi bu olmalıdır. Tabii ki bu, '' olması gereken '', ideal durumdur elbette. Uygulamadaki gerçek bu mu, onu tartışmak ise başka bir şeydir. Olması gereken ideal durum ile gerçekte olanın arasındaki fark ise, sayın Evrensel'in bir çok kere ifade ettiği gibi ideolojilerin farkında aranmalıdır. onu mu anladınız ? Ahlak konusunda da yazdığım çok açık ve mantık aynı. Yani; diferansiyel...yani; fark kavramını anlamak bu kadar mı zor ? Bence, telaşa kapılıp, heyecanlanıp, acele cevap kestane kebap yapmadan önce, zaman ayırıp, ne demişim bir anlayın, öyle cevap yazın. Yanlış anlamayın, sizin için daha iyi olur diye söylüyorum. Ben beklerim, siz rahat olun. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Bu yazdıklarınıza kendiniz inanıyor musunuz, yazdıklarınızı karşı taraftan okuyabilseniz karalama değil kapkara yaptığınızı görebileceksiniz ama o duruşu sergileyebilmek için bilim insanının da olması gereken tarafsızlık ilkesinin uygulanması gerektireceğinden bu bayağı zor görünüyor. Bilim düşmanı dinin ana kaynağı kitap oku diye başlıyor, onun önderleri ilim Çin de de olsa gidin alın diyor ve bir harf öğretene 40 yıl köle olunuyor. Siz devam edin, karalayın, bir gün ne yaptığınızı anlayacaksınız ama inşallah çok geç kalmış olmazsınız. Sayın y.yılmaz, bence hiç şikayet etmeye hakkınız yok ! Çünkü; kabahat sizin ! Dogmacıların dogmalarını eleştirmeye kalkmasaydınız, bu başlığın konusu idam konusundan sapıp ayrılmayacaktı. Büyük hata yaptınız. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Sayın y.yılmaz, bence hiç şikayet etmeye hakkınız yok ! Çünkü; kabahat sizin ! Dogmacıların dogmalarını eleştirmeye kalkmasaydınız, bu başlığın konusu idam konusundan sapıp ayrılmayacaktı. Büyük hata yaptınız. Saygılar sunarım. Hay ağzıma, pardon yanlış oldu, elime sahip olabilseydim de... Ama Sayın Canraşit, Sayın demirefe zaten hep gündemde tutuyor, müfessirimiz, dinler tarihi uzmanı varken biz de bir laf ettik işte... Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 28 Nisan , 2011 Diğerinde ise köleciliğe övgü var. "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum." Şu yazıda köleliğe övgü var deniyorsa başka bir şey söylemeye gerek yok. Şimdi burada köle nedir, övülecek ne gibi unsurları vardır diye kompozisyon yazmaya gerek olduğunu da sanmıyorum. Benim Peygamberime yalancı deniyorsa bu bana ve bu dine inananlara hakarettir. Yok biz yalancı demedik gibi kelime oyunlarına ise hiç gerek yoktur. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Mekke ele geçirildiğinde öyle çok kan da dökülmedi. Çünkü Ebu Süfyan her zamanki kıvrak zekasıyla direnmenin anlamsız olduğunu gördü ve şehri anlaşma yaparak teslim etti. Tüm egemenliği Muhammed'e devretti. Muhammed ele geçirdiği güce dayanarak inanç ayrımı yapan insan haklarına kökten aykırı, ötekileştirici ve insanları pis ilan eden acımasız Tevbe ültimatomunu böyle bir tam egemen olduğu pozisyonda yayınladı. Dolayısıyla devrim filan yok ortada. Ötekileştirici bir inanç totaliterizmi var. Devrimi bastırmaya çalışan bir statik güç olur da kan dökülür. Böyle bir durum yok. Halife Ali köleliği övüyor mu övmüyor mu önemli değil. Önemli olan İslam dininin köleliği kaldırmamış olduğu gerçeğidir. Faizi, içkiyi yasakladığı gibi bunu da rahatlıkla kaldırabilirdi, yapmadı. Yani hangi vicdana sığar, hayvan gibi satın al, ömrünü sömür, ölünceye kadar hizmetini gördür. İşlerin ücreti karşılığı yaptırılacağını, köleliğin yasaklandığını getirecekti, tamam. Bu durumda gerçekten çağlar ötesine fırlayan büyük bir devrime imza atmış olurdu. Muhammed ayağına kadar gelen bu fırsatı niye tepti bilmiyorum. Çağlara format veren büyük bir devrimci olarak anılması fırsatı ayağına kadar gelmişti, bütün gücü tartışmasız eline geçirmişti, bu fırsat bir daha kimsenin eline geçmemiştir. İlk kez kanun yayınlayarak Kanuni ünvanını alan Süleyman bile, kanun yaptı diye devrin şeyhülislamı tarafından öyle ağır eleştirilmiştir ki, padişah gıkını bile çıkaramamıştır. Halbuki şeyhülislamın sözleri hele bir cihan padişahı için yenilir yutulur değildir. Alıntı
Misafir £vrensel Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 anlamak bu kadar mı zor ? Anlamak kolay aslında da, kavramları netleştiremez, az ve öz yazmadan laf kalabalığı yaparsan, her şeyi karma karışık yaparsın. Şimdi "anlaşılmayanı" daha da küçültüp, netleştirip anlamaya çalışalım. Bakalım bu kez ne bahane bulacaksın? Netice itibariyle, insanlar bu düzeye geldiğinde zaten öldürenler de, belki yok olmayacak ama en azından asgari düzeye inecektir. Çağdaş insanın ve dolaysıyla çağdaş toplumun ortak vicdani düzeyi bu olmalıdır. Tabii ki bu, '' olması gereken '', ideal durumdur elbette. Uygulamadaki gerçek bu mu, onu tartışmak ise başka bir şeydir. Olması gereken ideal durum ile gerçekte olanın arasındaki fark ise, sayın Evrensel'in bir çok kere ifade ettiği gibi ideolojilerin farkında aranmalıdır. Senin beş satırının anlamını bozarsam itiraz et. Bu kez de dilbilgisi metodu ile öge öge inceleriz. Net hali: Evrensel'in de belirttiği gibi, çağdaş vicdanın olması gereken halini ideolojilerin farkında aramalıyız. Bekliyorum. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Vicdanın devre dışı kaldığı bir alan yoktur. Demokrasi söz konusu olduğunda kamu vicdanı devreye girer. Muhammed'e yalancı diyen kim? Söyleyin hemen ben itiraz edeyim kendisine. Yanlış yaptı ayrı, yalancı ayrıdır. Birinin bir konuda yalan söylediği iddiası hakaret değildir. Bir konuda ola ki bir insan bir gerçeği gizler, "beyaz yalan" diye bir realite var. Akşam evde kafa dinlemek isteyen biri "başım ağrıyor" diye yalan söylediğinde bu beyaz yalandır. Bu insana yalan söyledi demek hakarete girmez. İftira olabilir, iddia eden ispat ile yükümlü olur. Ama "yalancı" hakarettir. Bu ifade, o kişinin yalan söylemeyi huy haline getirdiğini, her işini yalan ile yürütmeyi bir yöntem olarak benimsediğini ifade eder. Bu ölçüler çerçevesinde kim Muhammed'e yalancı dediyse söyleyin, hemen gereğini düşünelim! Alıntı
Misafir £vrensel Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum." Şu yazıda köleliğe övgü var deniyorsa başka bir şey söylemeye gerek yok. Şimdi burada köle nedir, övülecek ne gibi unsurları vardır diye kompozisyon yazmaya gerek olduğunu da sanmıyorum. Kompozisyona ne gerek var. Abartmayalım. Cümlenin iki tarafının, eşitliğinin önemi vurgulanmış.. Meali: Bana harf öğretmeyi çok önemsiyorum. Benim için çok değerli. Bu kadar değerli bir şey için, değerli bir şey ile karşılık vermem gerekir. Bu şey de kırk yıl kölelik olabilir. Neden kölelik vurgulanmış? Önemli ve değerli olduğu için. Halbuki aynı amaca hızmet için kırk okul da açılabilirdi. Bu jest çok çok daha değerli idi. Çünkü binler, yüzbinler yararlanacak. Anlamayana anlatmak mümkün. Anlamak istemeyene ne mümkün. Benim Peygamberime yalancı deniyorsa bu bana ve bu dine inananlara hakarettir. Yok biz yalancı demedik gibi kelime oyunlarına ise hiç gerek yoktur. Bu bir iftiradır. Bizde kutsal kişi, efendi/köle, hazret/cahil zihniyeti yok. Herkes aynı insan. Herkes aynı tonda hakaret edilmeden eleştirilebilir. İlkemiz bu. Kaldı ki AİHM de böyle diyor. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Mekke ele geçirildiğinde öyle çok kan da dökülmedi. Çünkü Ebu Süfyan her zamanki kıvrak zekasıyla direnmenin anlamsız olduğunu gördü ve şehri anlaşma yaparak teslim etti. Tüm egemenliği Muhammed'e devretti. Muhammed ele geçirdiği güce dayanarak inanç ayrımı yapan insan haklarına kökten aykırı, ötekileştirici ve insanları pis ilan eden acımasız Tevbe ültimatomunu böyle bir tam egemen olduğu pozisyonda yayınladı. Dolayısıyla devrim filan yok ortada. Ötekileştirici bir inanç totaliterizmi var. Devrimi bastırmaya çalışan bir statik güç olur da kan dökülür. Böyle bir durum yok. Hristiyanlık Romayı ele geçirince çok mu farklı davrandı ? Ve üstelik, İslam gibi belli bir dönem için değil, aydınlanmaya kadar, Avrupa'da müslüman barındırıldı mı ? Yahudilerin hali ortada. Kaldı mı hiç Paganist Viking ? Tarihe metodik bakamadığınız için, bugünün değerlerine göre dünü değerlendiriyorsunuz. Aristokrasinin tekelleşmesi, insanlığın sosyolojik gelişimi içerisinde bir devrimdir. Köleci toplumdan, feodal topluma geçiş bir devrimdir. Kan bağlılığından, din bağlılığına geçiş bir üst aşamaya geçiştir. Araplar İslam birliği sayesinde bir millet ( ümmet ) olmuş ve kültürleri geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Yoksa, ilkel köleci toplum olarak, kabileler halinde kalarak lokalize olup, Roma, Türk, Moğol akınlarında silinip gideceklerdi belki de. Yine Fransız devrimi örneğimize bakarsak, İslam devriminde nasıl ki Müşrik Aristokrat kalmadıysa, Aristokrasi tekelleştiyse, Burjuva devrimi sonunda da, Aristokrat bırakılmamıştır, ya Burjuvalaşmış yada giyotine gönderilmişlerdir. Halife Ali köleliği övüyor mu övmüyor mu önemli değil. Önemli olan İslam dininin köleliği kaldırmamış olduğu gerçeğidir. Faizi, içkiyi yasakladığı gibi bunu da rahatlıkla kaldırabilirdi, yapmadı. Yani hangi vicdana sığar, hayvan gibi satın al, ömrünü sömür, ölünceye kadar hizmetini gördür. İşlerin ücreti karşılığı yaptırılacağını, köleliğin yasaklandığını getirecekti, tamam. Bu durumda gerçekten çağlar ötesine fırlayan büyük bir devrime imza atmış olurdu. Muhammed ayağına kadar gelen bu fırsatı niye tepti bilmiyorum. Çağlara format veren büyük bir devrimci olarak anılması fırsatı ayağına kadar gelmişti, bütün gücü tartışmasız eline geçirmişti, bu fırsat bir daha kimsenin eline geçmemiştir. Buna cevap verirdim ama hazır verilmişi varken gereksiz: Elbette, aristokrasinin tekelleşmesi ile sömürü nesnesi değişmemiştir ama bununla birlikte hem sömürü nesnesinin hem de sömürenin niteliği değişmiştir. İslamın ortaya çıktığı Arap toplumunun İlk Çağ sonlarına doğru, hayvancılık ve ticaretle uğraştığını biliyoruz. Bu nedenle, Avrupa yani Batı tipi köleci toplumla, Arap toplumunun dahil olduğu Doğu tipi köleci toplum arasında önemli farklar vardır. Batı'da kölecilik tarım toplumlarında ortaya çıktığından üretim aracı olma işlevi daha önemlidir ve köleciliğin kaldırılması zaman almıştır. Oysa, özellikle hayvancılıkla uğraşan doğu toplumlarında hem asya tipi üretim tarzı nedeniyle hem de kölenin üretim aracı olma işlevi, ağırlıkla hayvancılıkla uğraşan bu toplumlarda daha önemsiz olduğundan, İslam'dan sonra daha çok askeri amaçlarla kullanımın gündeme gelmesi dolayısıyla, yalnızca askeri ve dini bir işlev kazanmıştır. Fakat, savaşlarda ele geçirilen esirleri köle yaparak asker olarak kullanmak, feodal mantığın gerektirdiği savaş olgusunu daha çok tetiklemiş olmasına rağmen diğer yandan köle azat etmeyi sevap hale getiren hükümler dolayısıyla kölelerin hür olmasının teşvik edilmesi, köleciliğin sömürü niteliğini asgariye indirmiştir ve giderek azalmasına yol açmıştır. Yani, Avrupadakinin aksine zenginleşmek için köleleri kullanmak değil, zengin olunca ev işleri için köle satın almak daha önemlidir doğuda. Ve azat olması da daha kolaydır. Mesela, Osmanlı'da "kurtulmalık" denilen parayı bir şekilde toplayıp, sahibine veren özgür bırakılırdı. Halk da bu parayı toplayan köleye yardım yapar, onu kendisi sahiplenmeye,stismar etmeye kalkmazdı. İlk kez kanun yayınlayarak Kanuni ünvanını alan Süleyman bile, kanun yaptı diye devrin şeyhülislamı tarafından öyle ağır eleştirilmiştir ki, padişah gıkını bile çıkaramamıştır. Halbuki şeyhülislamın sözleri hele bir cihan padişahı için yenilir yutulur değildir. Osmanlı'da Yükselme döneminde, din devletin kontrolündeydi, ne zaman ki din, devleti kontrol etmeye başladı, işte o zaman duraklama devrine girildi. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Anlamak kolay aslında da, kavramları netleştiremez, az ve öz yazmadan laf kalabalığı yaparsan, her şeyi karma karışık yaparsın. Şimdi "anlaşılmayanı" daha da küçültüp, netleştirip anlamaya çalışalım. Bakalım bu kez ne bahane bulacaksın? Senin beş satırının anlamını bozarsam itiraz et. Bu kez de dilbilgisi metodu ile öge öge inceleriz. Net hali: Evrensel'in de belirttiği gibi, çağdaş vicdanın olması gereken halini ideolojilerin farkında aramalıyız. Bekliyorum. Sayın Evrensel, laf kalabalığı dediğiniz yazım-eğer okuyup, anladıysanız- bir çok konu içeriyor. Siz ise, yalnızca, anlaşılması son derece kolay bir cümleme takılıp kalmışsınız. Üstelik, kendinizi haklı çıkarmak için yine '' Kırpma '' yöntemini kullanmışsınız. Cümlem bu: Olması gereken ideal durum ile gerçekte olanın arasındaki fark ise, sayın Evrensel'in bir çok kere ifade ettiği gibi ideolojilerin farkında aranmalıdır. Sizin cümleniz ise bu: Evrensel'in de belirttiği gibi, çağdaş vicdanın olması gereken halini ideolojilerin farkında aramalıyız. Şimdi benim cümlemi hiçbir kelimesini değiştirmeden sizin formatınıza çevirelim: sayın Evrensel'in bir çok kere ifade ettiği gibi, olması gereken ideal durum ile gerçekte olanın arasındaki fark ideolojilerin farkında aranmalıdır. Bu iki cümle arasındaki kelime öbeği farkı ne ? '' olması gereken ideal durum ile gerçekte olanın arasındaki fark '' ile '' çağdaş vicdanın olması gereken hali '' aynı mı ? '' çağdaş vicdanın olması gereken hali '' dediğiniz benim '' olması gereken ideal durum '' ifademe denk. Ancak, '' gerçekte olanın '' ifadem nereye gitmiş ? Neden o ifademi kırptınız ? Bu tamamsa, bir ileri aşamaya geçelim: Olması gereken ideal ve gerçekte olan durumlar dediğim nedir ? Vicdani düzeyler değil mi? Vicdani düzeyler arasındaki fark, ideolojilerin arasındaki fark kaynaklıdır. Peki, ideolojilerin olmadığı devirde vicdan yok muydu, hayvanlarda bile varken ? ------ Türkçe anlaşılmazsa, bir de Matematik ile anlatalım: k: düzeltme faktörü, Vo: Hayvansal düzeyde vicdan olmak üzere, Vicdani Düzey 1: V1 dersek, bu İdeoloji 1'e , yani; İ1'e bağlı olsun, V1 + Vo =k. İ1 Vicdani Düzey 2: V2 dersek, bu da İdeoloji 2'ye , yani; İ2'e bağlı olsun, V2 + Vo =k. İ2 cümlemin matematik ifadesi budur: V2 - V1 =k ( İ2 - İ1 ) Peki; V1 + Vo =k. İ1 ifadesinde, İ1=0 olsa, V1=0 mı olur, yoksa V1 = - Vo mı ? Neymiş vicdanın kaynağı şimdi, ideoloji mi ? Öyle mi demişim ben ? Saygılar sunarım. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Anlamayana anlatmak mümkün. Anlamak istemeyene ne mümkün. Bu yazıya katılmamak mümkün değil yalnız bakılan yere göre de değişiyor. Bir harf öğrenmek için kırk yıl köle olmak aynı ağırlıkta görünüyorsa bu anlayışta bir gariplik var. Kölelik acı çekmektir, hakarete uğramaktır, her türlü cefa çekmektir, bu nedenle kimse köle olmayı istemez. Bana bir harf öğretecek olan için ben tüm bunları göze alabilirim demektir. Bunun anlaşılmayacak, çarpıtma gereği duyulacak bir şey olduğunu sanmıyordum ama... Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Kompozisyona ne gerek var. Abartmayalım. Cümlenin iki tarafının, eşitliğinin önemi vurgulanmış.. Meali: Bana harf öğretmeyi çok önemsiyorum. Benim için çok değerli. Bu kadar değerli bir şey için, değerli bir şey ile karşılık vermem gerekir. Bu şey de kırk yıl kölelik olabilir. Neden kölelik vurgulanmış? Önemli ve değerli olduğu için. Halbuki aynı amaca hızmet için kırk okul da açılabilirdi. Bu jest çok çok daha değerli idi. Çünkü binler, yüzbinler yararlanacak. Anlamayana anlatmak mümkün. Anlamak istemeyene ne mümkün. Evet, anlamak istemeyene anlatmak ne mümkün. Anlamak istemeyince, yazılanları laf kalabalıklığı diye anlamak da mümkün. "Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum." Kul, Köle veya Kurban Olmak: Tam doğruluk ve özveri ile bağlanarak, bütün isteklerini yerine getirmeye hazır olmak. ( TDK ) Yani; birisine köle olacak, her dediğini, her emrini yapacak derecede minnet hissetmek. Peki, aynı sözü şöyle yazsak; "Bana bir harf öğretenin ayağının altını yalarım." dense, '' ayak altını yalamak benim için çok değerli, bu kadar değerli bir şey için, değerli bir şey ile karşılık vermem gerekir, bu şey de ayak altını yalamak olabilir '' diye mi anlamak lazım, yoksa tersini mi ? Neden ayak altını yalamak vurgulanmış? Önemli ve değerli olduğu için. Bu mudur ? Saygılar sunarım. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 k: düzeltme faktörü, Vo: Hayvansal düzeyde vicdan olmak üzere, Vicdani Düzey 1: V1 dersek, bu İdeoloji 1'e , yani; İ1'e bağlı olsun, V1 + Vo =k. İ1 Vicdani Düzey 2: V2 dersek, bu da İdeoloji 2'ye , yani; İ2'e bağlı olsun, V2 + Vo =k. İ2 cümlemin matematik ifadesi budur: V2 - V1 =k ( İ2 - İ1 ) Peki; V1 + Vo =k. İ1 ifadesinde, İ1=0 olsa, V1=0 mı olur, yoksa V1 = Vo mı ? Neymiş vicdanın kaynağı şimdi, ideoloji mi ? Öyle mi demişim ben ? Saygılar sunarım. Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Haklısınız, yanlış olmuş, şimdi düzelttim; V1 = - Vo olacaktı. Mutlak değerli düşünmek gerektiğinden, zaten V1= Vo'dır ama itiraz gelir diye düzeltmek zorunda kaldım. Saygılar sunarım. Alıntı
Φ y.yılmaz Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Haklısınız, yanlış olmuş, şimdi düzelttim; V1 = - Vo olacaktı. Mutklak değerli düşünmek gerektiğinden, zaten V1= Vo'dır ama itiraz gelir diye düzeltmek zorunda kaldım. Ha! Yanlışı ben mi buldum? (kafa kaşıma bulamadım) Alıntı
Φ Canraşit Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Gönderi tarihi: 29 Nisan , 2011 Ha! Yanlışı ben mi buldum? (kafa kaşıma bulamadım) Evet, ama önemli bir hata değil. Yine de teşekkürler ! Saygılar sunarım. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.