Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Valla ben alsınlar diye yazmıyorum, vatandaşı nasıl yolarız diye hinlik yapanlara kızdığım için böyle yazıyorum. Bir örnek vereyim, herkesten aynı kdv yi alan devlet, doğalgazdan ne kadar kullanırsan o oranda bir çarpan ile fiyatlandırarak fazla para almanın yolunu bulmuş. faturaya bakıyorum, kullanılan gaz miktarı örneğin 165 lira, toplam fatura 10 lira daha fazla. Yani bir yolunu buluyorlar...HER ŞEY MİLLET İÇİİİİİİN! :lol:

Sayın y.yılmaz, İran ve Rusya ile yapılan Doğalgaz anlaşmalarına göre, Türkiye'nin kota usulü yani ne kadar doğalgaz kullanırsa kullansın belli bir eşiği geçmediği takdirde aynı ücreti ödediğini ve yazın doğalgaz kullanımımız azaldığı halde faturalarımızın kış mevsimindeki gibi aynı birim fiyattan hesaplanmasının nedeninin bu olduğunu hatırlatmak isterim. '' Her şey millet için '' ya, o bakımdan... -_-

 

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:

Dünyada nükleer santraldan/enerjiden vazgeçen ülkeler...

* Mart 1997’de Monju’dan sonra Eylül 1999’da Tokaimura’da yaşanan nükleer kazalar nedeniyle Japonya halkı nükleer santrallara karşı çıkmaya başlamıştı. Japonya’da Maki kasabasında yapılmak istenen nükleer santral için halk, referandumda hayır dedi.

* Avusturya’da yapımı 1978’de tamamlanan Zwentendorf Nükleer Santralı, referandum sonucu hiç çalıştırılmadan kapatıldı.

* İsveç, 1980 yılında yapılan referandum sonucunda nükleer santralları kapatma kararı almıştı.

* İtalya, 1987’de yapılan referandum sonucu nükleer enerjiden vazgeçti. Nükleer santrallarını kapattı.

* Almanya’da on binler Neckarwestheim nükleer santralı ile Stuttgart arasında 45 kilometrelik insan zinciri oluşturdu. Hükümetten 17 nükleer santralın 12 yıl daha açık kalma kararını geri çekerek mevcut santralların kapatılmasını istediler. Almanya hükümeti şimdilik bu taleplere uymuş durumda. Finlandiya, Fransa, İngiltere ve İspanya hükümetleri de işin korkunç boyutlarını görerek temkinli olduklarını açıklamaya başladılar.

Elektrik Mühendisleri Odası’ndan Arif Künar dünyanın terk ettiği nükleer santrallar konusunda şu bilgileri veriyor:

* Kanada, 1997 yılında 21 adet CANDU nükleer santrallarından 7’sini, yapılan denetimler yetersiz, tehlikeli ve yönetim hatası bulunduğu için kapattı. 1975 yılından itibaren yeni bir nükleer santral siparişi verilmedi. ABD’de 116, Kanada’da 10 nükleer santral siparişinden vazgeçildi.

* Rusya, hâlâ etkileri devam eden Çernobil faciasından sonra daha önce planladığı onlarca santral projesini iptal etti.

* Filipinler’de Marcos zamanında bitirilen Bataan Nükleer Santralı, yapılan binlerce mühendislik hatası ve güvenlik nedeniyle işletmeye alınmadı.

* Brezilya, yapımı bitmekte olan ikinci santralından ve 1.1 milyar dolar harcadığı üçüncü nükleer santralından vazgeçti.

* Çin, daha önce sipariş verdiği tüm nükleer santrallarını, Japonya’daki patmaların ardından tekrar gözden geçirme kararı aldı.

* Endonezya, Tayland ve Vietnam, nükleer planlarını terk etti.

* Küba, Portekiz, İrlanda, Lüksemburg, Danimarka, Yunanistan, İspanya, Finlandiya, Belçika, İsviçre, Hollanda, İngiltere, İskoçya, Yeni Zelanda tümüyle nükleer santrallardan vazgeçti.

 

Hemen her konuda demokrasi, insan hakları, eskimiş zararlı kirli teknolojiler, atıklar konularında çifte standart uygulayan Batılı ülkeler, artık kendi halkına reva görmedikleri nükleer santralları, batmakta olan nükleer sektörlerini kurtarmak için Türkiye gibi ülkelere pazarlıyor

Buna dur denilmeli...

 

Saygılar...

Kaynak...

 

halkistemiyoruz.jpg

19 Mart 2011/Cumhuriyet

Gönderi tarihi:

Ülkemizde halkın kendi sağlığını tehlikeye atan bu konuda bir referandum yapılsa, particilik uğruna hayatı pahasına tuttuğu parti ne diyorsa onu diyeceğinden en ufak bir kuşkum yok. -_-

Gönderi tarihi:
Hemen her konuda demokrasi, insan hakları, eskimiş zararlı kirli teknolojiler, atıklar konularında çifte standart uygulayan Batılı ülkeler, artık kendi halkına reva görmedikleri nükleer santralları, batmakta olan nükleer sektörlerini kurtarmak için Türkiye gibi ülkelere pazarlıyor

Neden acaba ? Onu da ben söyleyeyim efendim :

 

Batılı Ülkeler, eskimiş zararlı kirli teknolojilerin yenilenme ve atıklarının bertaraf maliyetlerini, 3.Dünya Ülkelerine ödetmeye çalışıyorlar. :excl:

Yani; İtalyan'ların Mersin Akkuyu'daki '' kesinlikle girilemez '' olan bir araziye Nükleer Atık gömdükleri söyleniyor. Boğazlardan geçerek Nükleer Atık bırakan Batılı ülke bandıralı gemiler olduğu, Karadeniz'de Sinop civarında bulunan varillerle de ispatlanmıştır. Almanya’dan getirilen 1500 tonluk tehlikeli radyoaktif atığın, Isparta ve Konya’daki fabrikalarda yakılmak suretiyle imha( ! ) edildiği de biliniyor. -_-

 

Türkiye ise, AB mevzuatına uygun olarak çıkardığı ÇED yönetmeliğini bir takım kısa vadeli siyasi ve ekonomik menfaatler nedeniyle UYGULAMIYOR !!!

 

Oysa, AB, Türkiye'yi üye olarak almama gerekçesi olarak, kabul edilmiş MEVZUATLARI UYGULAMAMASINI gösteriyor fakat aslında bu durum işlerine geldiği için ATIKLAR KONUSUNDA herhangi bir baskı yapmıyor.

 

Taa ki, 3.Dünya Ülkelerine yolladıkları eskimiş zararlı kirli teknolojileri ve atıklarla, kendi eskimiş zararlı kirli teknolojilerin yenilenme ve atıklarının bertaraf maliyetleri sıfırlanmış olana kadar.

İşte, Türkiye'yi, AB'ye almamalarının asıl sebebi de bu !

 

Bu durumdan kurtulmanın ve AB'ye koz bırakmamanın tek yolu ise;

 

Diğer AB uyumlu Mevzuatlar gibi ÇED YÖNETMELİĞİNİ DE TAVİZSİZ UYGULATMAK !

 

UYGULANMASI İÇİN HÜKÜMETE, İLGİLİ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA ÜYE OLARAK DESTEK OLUP DAHA FAZLA BASKI YAPILMASINI SAĞLAMAK !

 

 

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:

Canraşit demiş ki;

 

 

İtalyan'ların Mersin Akkuyu'daki '' kesinlikle girilemez '' olan bir araziye Nükleer Atık gömdükleri söyleniyor. Boğazlardan geçerek Nükleer Atık bırakan Batılı ülke bandıralı gemiler olduğu, Karadeniz'de Sinop civarında bulunan varillerle de ispatlanmıştır.

 

 

Şimdi gel de şaşırma!

 

Mersin akkuyu ya nükleer santrali kurmak için onca çaba gösteren hükümet,altında nükleer atık olan bir yeri seçiyor. :unsure:

 

Başbakanımızın son rusya gezisini anlatan interfax ajansının resmi sitesinde ise akkuyu'dan somnra Sinopta kurulacak nükleer santralin fizibilitesi ile Hatay-Samsun boru hattının fizibilitesinin konuşulduğu yazıyor.Hatta bu sene 4 milyonun üzerinde rus'un Türkiyeye geleceği ve birçok konuda işbirliği yapılacağı Nisan ayında da vize'nin tamamen kalkacağı yönünde yorumlar var.

Nükleer atık üzerine kurulmaya çalışılan ikinci nükleer santral

 

Size garip gelmiyor mu?

Gönderi tarihi:

SAYILAR İLE FUKUŞİMA NÜKLEER FELAKETİ

 

Rakamların pek çoğu millisievert bazında ölçülmüştür. Millisievert uluslararası bir radyasyon dozu ünitesidir. (Bir sievert 100 rem’e eşittir. Rem ise x-ışını ve gama-ışını radyasyonuna maruz kalma doz ünitesidir; bir milisievert = 0.1 rem.

 

16 Mart tarihinde Fukuşima Nükleer Santralı’nın sınırındaki radyasyon dozu: saatte 1.9 milisievert (mSv)

15 Mart tarihinde Fukuşima’nın içinde radyasyonun ulaştığı en yüksek doz: saatte 400 mSv

Radyasyon içeren ortamlarda çalışan işçiler için kabul edilebilir maksimim doz: Yılda 50 mSv

ABD vatandaşlarının doğal ve insan eliyle yaratılan radyasyon kaynaklarından aldıkları doz: yılda 6.2 mSv

1979 yılında Pennsylvania’daki Three Mile Island Santralı’nın sınırındaki toplam doz: 1 mSv veya daha az

1986 yılındaki Çernobil kazasında bölgeden tahliye edilen 114.500 kişinin maruz kaldığı ortalama doz: 31 mSv

Nükleer kazalarda ortaya çıkan tehlikeli bir izotop olan iyodin 131’in yarı-ömrü: Sekiz gün

Nükleer kazalarda ortaya çıkan diğer bir radyonükleid olan sezyum 137’nin yarı-ömrü: 30 yıl

1986 yılında patlayan, Çernobil’in 4 numaralı reaktörünün içerdiği nükleer yakıtın miktarı: 190 metrik ton

Fukuşima reaktörlerinin her birinde bulunan nükleer yakıt miktarı: 70-100 metrik ton

Kaynaklar: Japan Atomic Industrial Forum, International Atomic Energy Agency, U.S.Nuclear Regulatory Commission

Gönderi tarihi:

almanyanukleerehayirdiy.jpg

Başkent Berlin'de Potsdamer Platz Meydanı'ndaki gösteriye katılan onbinlerce kişi, Almanya Başbakanı Angela Merkel'in nükleer enerji politikasını eleştirerek, ülkedeki nükleer santrallerin en kısa zamanda kapatılması çağrısında bulundu.

 

Organizatörler Berlin, Hamburg, Münih ve Köln kentlerinde düzenlenen yürüyüşlere yaklaşık 210 bin kişinin katıldığını bildirdi. Hamburg'da yaklaşık 50 bin, Köln'de 40 bin, Münih'te yağışlı havaya rağmen 30 bin kişinin bir araya geldiği belirtildi.

 

Polis ise göstericilerin sayısının daha düşük olduğunu açıkladı.

 

Berlin'deki gösteriye polis 50 bin, organizatörler ise 90 bin civarında kişinin katıldığını kaydettiler.

nkleerehayr.jpg

Kaynak...

Gönderi tarihi:

EMO İstanbul Şube Başkanı ve Nükleer Karşıtı Platform Sözcüsü Erhan Karaçay’dan nükleer santral uyarıları:

 

Türkiye’yi nükleer çöplüğe çevirecekler

 

Tüp gaz ve doğalgazla nükleer enerjiyi karşılaştırmak, aynı kefeye koymak sanıyorum bir ülke başbakanının söylememesi gereken sözlerdir. Nükleer reaktörlerin yeni üçüncü neslinin pasif olarak güvenli olması planlanmıştı. Ama şimdiden fiyaskoya dönüşme sinyelleri veriyor.

 

Elektrik Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Başkanı ve Nükleer Karşıtı Platform Sözcüsü Erhan Karaçay Türkiye’de nükleer santral kurma sevdasından mutlaka vazgeçilmesi çağrısında bulunuyor. Aksi halde gelecek kuşakların sağlıklarının ciddi tehlikelere atılacağına işaret eden Karaçay, Türkiye’nin nükleer santral yapma paravanı altında nükleer lobiler tarafından nükleer çöplük haline getirilmek istendiğine de dikkat çekiyor. - Özellikle Japonyadaki nükleer santral felaketinden sonra AKP hükümetinin Akkuyuda Rus teknolojisiyle nükleer santral kurmaktaki ısrarını nasıl karşılıyorsunuz? Türkiyeye nükleer enerji gerekiyor mu?

 

E.K.- Nükleer santralların sadece enerji üretmek için kurulan tesisler olduğunu düşünmüyoruz. Hükümetlerin, devletin nükleer silah üretmek gibi bir düşüncesi varsa o zaman nükleer santrallar ön alabilir. Ancak ülkemizdeki en büyük sorun enerji konusundaki plansızlıktır. Her konuda olduğu gibi bu konuda da planlamadan vazgeçilmiş durumdadır.

 

Bugün siyasal iktidarların nükleer santral kurmaktaki ısrarları çok güçlü olan nükleer lobilerin yaptıkları çalışmalar sonucudur. Evet, ülkemizin enerji kaynakları sınırsız değil. Ancak ciddi bir planlama yapıldığında ve 2007 yılında çıkarılan enerji yasasının gerekleri yerine getirildiğinde, nükleer santraldan elde edilecek enerjinin dört beş katı kadar enerji, enerji tasarrufuyla sağlanabilir.

 

TEDAŞ rakamlarına baktığımızda, resmi olarak kayıp ve kaçak miktarının yüzde 15’ler civarında olduğu söyleniyor. Ama biz kayıp ve kaçak miktarının resmi rakamların daha da üstünde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. O veriyi bile kabul ettiğimiz zaman AB ve OECD ülkeleri ortalamasına çekildiğinde ondan elde edilecek yüzde 7-8’lik bir tasarruf, nükleer enerjiden sağlanacak kapasitenin çok çok üzerinde olacaktır. AB ülkeleri de yerli ve yenilenebilir enerji kaynaklarına daha fazla yatırım yapılması kararı aldılar. Ne yazık ki Türkiye bu konuda geriden takip ediyor. Şu anda özellikle Akkuyu gündemde.

 

Fay hattının burnunun dibinde santral olmaz

 

- Geçmişte Akkuyuya nükleer santral yapılması mahkeme kararıyla iptal edilmemiş miydi?

 

E.K.- Nükleer Karşıtı Platform’un bileşeni olan Elektrik Mühendisleri Odası olarak bir komedi niteliğindeki, adına yarışma denilen nükleer santral ihalesi sürecini yargıya götürdük. Sonuçta ihale yargıda iptal edildi.

 

Fakat siyasi iktidar, hukuku arkadan dolanarak devletler arası anlaşma diyerek o anlaşmayı imzaladı. Bu çok ciddi anlamda tehlikeli sonuçlara götürecek bir girişimdir. Bu konuda uzman olan bilim insanları Akkuyu’da, özellikle deniz suyunun sıcaklığı nedeniyle soğutma sisteminin orada fiziki olarak çalışamayacağını ifade ediyorlar.

 

Nükleer tesisin orada kurulmak istenmesindeki esas amaç şudur: Daha önce Fransa ve ABD’yle yapılan ikili anlaşma ABD Senatosu’nda da onaylanmıştır. Bu, nükleer yakıt zenginleştirilmesi tesisi kurulması anlaşmasıdır. Bizim endişemiz, nükleer santral kurulma bahanesiyle nükleer yakıtların zenginleştirilmesi adı altında kurulacak tesislerin paravan olacağını düşünüyoruz ve ülkemizin nükleer çöplük haline getirileceği endişesini taşıyoruz.

 

- Türkiye nasıl nükleer çöplük haline getirilebilir ki?

 

E.K.- Bugün ABD Nevada Eyaleti’nde Yucca Dağı’nda çok ciddi bir yatırım yaparak nükleer atıkların saklanacağı bir tesis inşa etmeye başlamıştır. Şimdiye kadar da o tesise 11 milyar dolarlık yatırım yapılmıştır. Başkan Obama göreve geldiğinde uzmanların hazırladığı rapor ve senatonun kararıyla o yatırımları durdurdu. ABD’de dahi bu nükleer atıkların saklanacağı yerin güvenlikli olmayacağı gerekçesiyle iptal kararı alınmıştır.

 

Ülkemiz, nükleer yakıt üreten gelişmiş ülkelerin bakış açısıyla üçüncü dünyadır. Dolayısıyla Toros Dağları bölgesi onlar için nükleer yakıt atıklarının en iyi saklanabileceği yer olarak görülmektedir. Geçmişte ülkemizde zehirli varillerin nasıl tahribata sebep olduğunu hatırlayalım.

 

- Açık konuşursak Akkuyuda yapılmak istenen nükleer santral bu nükleer atıklar için paravan mı olacak?

 

E.K.- Biz o endişeyi taşıyoruz. Bilim insanları Akkuyu gibi bir bölgede deniz suyunun çok sıcak olması ve nükleer santralın soğutma sisteminin bu nedenle çalışmasının mümkün olmayacağını ısrarla söylüyorlar.

 

Bir de daha önemli bir konu var. Akkuyu, Ecemiş fay hattına 25-30 km. Yakınlıkta olan bir bölge. 1976 yılında buraya yer lisansı verilirken ne yazık ki Ecemiş fay hattına ait veriler dikkate alınmamıştır. 1999 depreminden sonra birtakım veriler, bilgiler dikkate alınmaya başlandı.

 

- Japonyada olan felaketten sonra fay hattına bu kadar yakın bir bölgede nükleer santral kurmak istemek nasıl bir aymazlıktır?

 

E.K.- Bu felaket olur olmaz Nükleer Karşıtı Platform olarak kamuoyuna basın açıklamasını yapıp üzüntülerimizi dile getirdik ve bundan ülkemiz ve dünyanın mutlaka ders çıkarması gerektiğini ifade ettik.

 

Bazı bilim insanlarını da televizyonlarda üzüntüyle izliyor, gazetelerde okuyoruz. Bilim insanlarının ayrı bir sorumluluğu vardır. Söyledikleri sözlere çok dikkat etmeleri gerekir. Onların zaman zaman bazı ifadeleri nükleer lobilerin sözcülüğü anlamında algılanabiliyor.

 

Japonya nükleer sabıkalı

 

- Başbakan Erdoğanın Moskovada Rusya Devlet Başkanı Medvedevle nükleer santral anlaşmasını yaptıktan sonra, Her girişimin bir riski vardır. Nükleer santraldan korkuyorsanız evinizde tüp gaz kullanmanın da riski vardır mealinde sözler söylemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

E.K.- Sayın Başbakan da Sayın Enerji Bakanı da gaf olarak nitelenebilecek sözler söylediler. Tüp gaz ve doğalgazla nükleer enerjiyi karşılaştırmak, aynı kefeye koymak sanıyorum bir ülkenin başbakanının söylememesi gereken sözlerdendir.

 

Depremlerin, tsunamilerin yaraları zaman içinde sarılabilir. Ama nükleer reaktörlerdeki nükleer yakıt, özellikle üç numaralı santralda kullanılan yakıt, uranyum ve plutonyum 239 karışımı bir yakıttır. Bunların radyoaktif salmadaki yarı ömürleri çok uzun yıllara yayılan yakıtlardır. Başbakan zaman zaman, Tarihe not düşüyoruzdiyor. İnsanlık tarihi Başbakan’ın söylediği bu sözü mutlaka not düşecektir. Ülkemiz açısından çok şanssız bir ifade oldu. Şu anda santrallardaki yakıt çubuklarının erimemesini diliyoruz.

 

- Erime söz konusu olursa ne olur?

 

E.K.- O zaman ciddi anlamda dünyayı etkileyecek bir nükleer felakete yol açacaktır. Enerji Bakanımız da Japonya’daki depremden hemen sonra nükleer santralların otomatik olarak kendilerini kapattıklarını ve durumun kontrol altında olduğunu söyledi. Bu da çok talihsiz bir açıklama oldu. Yani deprem oldu ama santrallarda herhangi bir sorun meydana gelmedi anlamına gelebilecek sözlerdir bunlar.

 

Ama patlama olduktan sonra daOnlar kırk yıllık santral. Üçüncü nesil santrallara bir şey olmazdendi. Japonya en son teknolojiyi kullanan bir ülke. Buna rağmen aynı Japonya nükleer sabıkası fazla olan bir ülke. Bugüne kadar, hele de ticarette sıkıntı olmaması için meydana gelen nükleer kazalar hep saklanmıştır.

 

- Gerçekten üçüncü nesil santralların hiçbir tehlikesi yok mu?

 

E.K.- Nükleer reaktörlerin yeni üçüncü neslinin pasif olarak güvenli olması planlanmıştı. Ama şimdiden fiyaskoya dönüşme sinyalleri veriyor. Fransa’da Flamanville 3 ve Finlandiya’da Olkiuloto 3’te kurulan Fransız EPR reaktörleri yeni nükleer yükselişin öncüleri olarak bilinir ama ilk dört yılda Finlandiya nükleer güvenlik yetkilileri tarafından 3000’in üzerinde kalite ve güvenlik hatası tespit edilmiştir. Benzer şekilde kurulumuyla ilgili henüz güvenilir bir tecrübe olmasa da ABD’nin son reaktör tasarımı olan AP1000 hakkında da sayısız sorun ortaya kondu. Ama bunların çoğu saklanan problemler. Rusya da santrallar konusunda ciddi sabıkaları olan ülkelerden.

 

Japonya’daki santrallardaki gibi bir facia olduğu zaman kullandıkları yakıt türü nedeniyle salabilecekleri yüksek radyoaktivite seviyesi yüzünden yeni nesil nükleer reaktörler güvenlik tehlikesi oluşturmaktadır. Bu radyoaktiviteden etkilenip ölen bir insan toprağa gömüldükten 24 yıl sonra bile radyoaktivite yayabilmektedir. Beden çürüse dahi kemikler radyoaktivite yayıyor.

 

c160200.jpg

SÖYLEŞİ / LEYLA TAVŞANOĞLU

Gönderi tarihi:
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye'de nükleer enerji konusundaki kararlılıklarının devam ettiğini belirterek, "Riski var diye arabaya binmeyecek miyiz? Riski var diye İstanbul'un Boğaz Köprüsü'nün üzerinden geçmeyecek miyiz? İşte bu zihniyete sorarsanız geçmeyeceksiniz. Bu anlayış, hiçbir zaman aklın, bilginin, deneyimin tecrübenin ortaya koyduğu eserlere yönelik başında hep olumsuzdur, 'no' tuşuna basarlar, bittikten sonra 'yes' tuşuna basarak geçerler bunların yapısı bu" dedi.

 

Erdoğan, Kahramanmaraş'ta 142 megavat kurulu gücündeki Enerjisa Hacınınoğlu Regülatörü ve Hidroelektrik Santrali'nin açılışı dolayısıyla düzenlenen törene, uçağının arıza yapması nedeniyle 1 saat 45 dakika gecikmeli geldi. Törende konuşan Erdoğan, Japonya'daki çok büyük ölçekli depremi fırsat bilerek nükleer enerji noktasında tamamen bilgi eksikliği içinde yorumlar yapıldığını söyledi. Şu anda dünyada 442 nükleer enerji santrali bulunduğunu, bu santrallerin bütün tedbirleri alınmak suretiyle güvenle enerji ürettiğini dile getiren Erdoğan, şunları söyledi:

 

"Riski var mı, tabii var. Patlayabilir. Şimdi patlayabilir diye geçenlerde söyledim, tabii bu malum şahıs ve şahıslar tarafından eleştiri aldık. Şimdi riski var patlayabilir, diye biz tüpgaz kullanmayacak mıyız? Riski var diye arabaya binmeyecek miyiz? Riski var diye İstanbul'un Boğaz Köprüsü'nün üzerinden geçmeyecek miyiz? Olur ya halatlar kopabilir, geçmeyecek miyiz? Deprem esnasında kopabilir. Geçmeyecek miyiz? İşte bu zihniyete sorarsanız geçmeyeceksiniz. Boğaz'ın altından tüp geçit yapıyoruz, raylı sistem kuruyoruz oradan geçmeyeceğiz? Riski var, havasız kalabilirsin. Bu anlayış hiçbir zaman aklın, bilginin, deneyimin tecrübenin ortaya koyduğu eserlere yönelik başında hep olumsuzdur, 'no' tuşuna basarlar, bittikten sonra 'yes' tuşuna basarak geçerler, bunların yapısı bu. Nükleer enerjiye karşı çıkanlar, radyasyon riski olduğu için acaba bilgisayar kullanmıyor mu, televizyon seyretmiyor mu? Siz bir yandan Türkiye'yi büyütmekten bahsedecek, diğer yandan hayal tacirliği umut tacirliği yapacak ama diğer yandan enerjiyi nereden temin edeceğinizi açıklayamayacak, enerji yatırımlarına karşı çıkacaksınız. Bunu anlamak mümkün değil. Anamuhalefet partisinin lideri, popülist vaatleri için kendi ismini kaynak olarak gösteriyor. Acaba Türkiye'nin enerji ihtiyacını da o kaynaktan mı karşılayacağız?"

 

Başbakan Erdoğan, 2023'te 2 trilyon dolar milli gelir, 500 milyar dolar ihracat, 25 bin dolar kişi başına milli gelir hesap etiklerini ve böyle bir Türkiye'nin enerji ihtiyacın da katlanarak artacağından dolayı bugünden yatırımları gerçekleştirmek durumunda olduklarını söyledi.

 

"HER YIL 5 MİLYAR DOLAR ENERJİ YATIRIMINA İHTİYAÇ VAR"

 

2023 yılında Türkiye'nin kurulu gücünü 100 bin megavata çıkarmayı hedeflediklerini belirten Erdoğan, bunun içinde her yıl yaklaşık 5 milyar dolarlık enerji yatırımına ihtiyaç bulunduğunu söyledi. Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

 

"Bu iş hesap işi. Bunun adresi filancanın ismi filancanın ismi değil. Özelleştirmelerle özel sektörün enerjideki payını yüzde 75'e çıkaracak, hidroelektrik enerjisini de 20 bin megavat kurulu güce ulaşacak şekilde yatırımlarımızı sürdüreceğiz. 2023 itibarıyla rüzgarda kurulu gücümüzü 20 bin megavata çıkarmışı hedefliyoruz. Petrol ve doğalgaz arama faaliyetlerimizden de bu süreçte güzel neticeler bekliyoruz. Dün yine bu arama çalışmalarına katılacak olan bir platform, Karadeniz'e girdi. Hedefimiz 2023 yılında bu iki kaynağı da ithal etmeyen kendi üreten bir Türkiye ve ayrıca Sinop ve Mersin'de kuracağımız nükleer santrallerin de ülkemizin kurulu gücüne 10 bin megavat katkısı olacak. Tabii bununla kalmayacağız. Buna hedefimiz 4 tane daha nükleer de... Biz harita çalışmaları üzerinde duruyoruz. Bunların da adımlarını atacağız. Türkiye'nin geleceğini inşa ederken en temel altyapılarından olan enerjiyi ihmal edemeyiz. Ve her şeyi de bütün planlama ve güvenlik tedbirleri içinde hayata geçirmenin gayreti içindeyiz."

Gönderi tarihi:

ENERJİ

Genel

 

Toplumları oluşturan tüm bireylerin kullanımına açık olan ve kullanılmasının engellenemeyeceği her türlü mal ve hizmete toplumsal mallar denilmektedir. Denizlerdeki balık, hava, su, plajlar vb. oluşumlar ve bunların kaliteleri doğal toplumsal mallar olduğu gibi, kültürel faaliyetler sonucu oluşan belirli üretimlerde-kullanımlarının zorunluluğundan dolayı- toplumsal mal veya hizmet özelliği taşırlar.

 

Sağlık, eğitim, güvenlik, iletişim, enerji vb. hizmetler yararlanılmasının zorunluluğu ve vazgeçilmezliğinden dolayı toplumsal hizmetlerdir. Herkesin kullanımının serbest olduğu toplumsal varlıkları her bir birey aynı miktarda kullanamaz (veya birinin kullanım şekli diğer bireylerin kullanımını engelleyebilir). Bu durum o hakkı kullanmayanın veya kullanamayanın hakkının kaybına neden oluşturmaz. Hastanelere hasta olunca gidilir. Hasta olmayan bir insanın hastaneden yararlanımı sadece moralsaldır. Gene belli kamusal değerlerin kullanımlarında da bireyler arasında farklılıklar oluşabilir. Ulusal parkları herkes ziyaret edemediği gibi elektrik üretimini de herkes aynı oranda kullanamaz. Bu tür oluşumlarda az kullananın haklarını koruyabilmek için, bu hizmetler bir bedel karşılığı sunulabilir. Bu bedel sunulan hizmetin kamu hizmeti olduğu gerçeğini değiştirmez. Kamu hizmeti tanımı konusunda ortak bir görüş yoktur. Ancak Anayasa Mahkemesi‘nin 28.06.1995 tarih, 1994/71 E. 1995/23 sayılı kararında kamu hizmeti; "En geniş tanıma göre kamu hizmeti devlet ya da diğer kamu tüzel kişileri tarafından ya da bunların gözetim ve denetimi altında genel ve ortak gereksinimleri karşılamak, kamu yararı ya da çıkarını sağlamak için yapılan ve topluma sunulmuş bulunan sürekli ve düzenli etkinliklerdir" şeklinde tanımlanmaktadır. Oysa kaliteli hava kullanımı her ne koşulda olursa olsun herkesin ve her kesimin doğal kullanım hakkıdır. Bu hak, sermayenin kar hırsı ile alınmayan önlemlerden dolayı çoğu zaman kullanılamaz. Bu durum hakkını kullanılamayan için bir hak kaybı, kullanımı engelleyenler içinde yeni türeyen bir hak değildir. Bu tür hakların kamusal hizmetler olmasından dolayı her yönetim sisteminde, bu tür hizmetlerin üretilip tüketilmesinde toplumsal yarar ve toplumsal ihtiyaçlar gözetilir. Bu hizmetlerin niteliğinden dolayı da hizmetlerin yönetim biçimleri doğal tekel olarak görülürler.

 

Enerjinin Niteliği

 

Doğadan belirli bir üretimin sonucunda elde edilen petrol, hidrolik, doğal gaz, kömür, uranyum türlerine "Birincil Enerji Kaynakları", kaynağın çevrimi sonucu elde edilen, elektrik, havagazı, petrol ürünleri, kok, briket gibi kaynaklara "ikincil Enerji Kaynakları", güneş, rüzgar, jeotermal ve deniz gibi enerji kaynakları ise "Yenilenebilir Enerji Kaynakları" şeklinde adlandırılmaktadır.

 

İnsanoğlunun dünyadaki diğer canlılardan temel farklılıklarından en önemlisi kültürel bir yaşam sürdürüyor olabilmesidir. insanoğlu yaşamını coğrafi veya meteorolojik koşullara bağlı kılmaksızın dünyanın her bölgesinde sürdürür. Bu durumda da her zaman enerjiye gereksinim duyar.

 

Bu temel davranış biçiminden hareketle, gereksinim duyduğu enerjiyi kültürel düzeyine bağlı olarak üretir ve tüketir. Bu yaşam ve tüketim biçimleri onun için aynı zamanda yaşamsal bir zorunluluk haline dönüşür. Bu zorunluluğu yaşadığı çağdaki teknoloji düzeyi belirlemektedir.

 

Bu nedenle;

 

Tüm bu yaşamsallıklardan dolayı enerji, ticari bir mal değil, toplumsal bir hizmettir. Bu hizmet çoğu zaman insanın kullanması zorunlu insanlık hakkına dönüşür. Bir kalp hastasının yaşaması için elektrikle çalışan cihazlara, kentsel yaşamın devamı için enerjinin bir çok kaynağına gereksinim duyar. Bu konuda Fransız Yüksek Mahkemesi borçtan dolayı elektrik kesintisini insan hakları ihlali olarak yorumlamaktadır.

 

Bu nedenle;

 

Borç nedeni ile enerjisiz bırakılma insan hakları ihlalidir. Enerji kaynakları kömür, petrol, uranyum vb. doğanın insanlara sunduğu doğal miraslardır. Bu kaynakların tamamı ise tükenebilir niteliktedirler. Eski çağların kalıntıları (kültürel miraslar) Çin Şeddi, Hasan Keyf gibi varlıkların nasıl özel kişilerin mülkiyetinde ve tasarrufunda olması düşünülemiyorsa, bu durum enerji ve enerji kaynakları içinde geçerlidir.

 

Bu nedenle;

 

Enerji, toplumsal bir varlıktır. Günümüzde elektrik enerjisi toplumlar için vazgeçilmez duruma gelmiş durumdadır. Şu an için dünyadaki toplam enerji kullanımının %35‘i elektrik enerjisidir. Yakın gelecekte bu oranın daha da yükseleceği beklenmektedir. Bu artışın en temel nedeni kullanım kolaylığı ve atık bırakmamasıdır. Elektriğin bu denli yoğun kullanılması, tüketicilerin üreticiler konusunda, piyasa mekanizmaları içerisinde tercih şanslarının olmaması gibi nedenler, elektrik enerjisini sermaye sahibi için cazip kılar. Bu enerjinin üretiminden ve ticaretinden doğabilecek rant, sermaye kesiminin ilgisini çekmektedir. Tüketicilerin elektrik enerjisini kullanmada, üretim yerlerine birden çok hatla bağlantı yapabilmeleri bugünkü teknolojik koşullarda ekonomik değildir.

 

Elektrik üretimi yapısı gereği doğal tekeldir. Sorun, doğası gereği tekel olan bu sektörün mülkiyetinin kimde veya nerede olacağıdır. Bundan da önemlisi elektrik üretim plan ve programlarının yapımında karar verme hakkının kimde olacağıdır. Elektrik enerjisi yapısı gereği depo edilemez. Üretildiği an tüketilmelidir. Bu nedenle kapasite fazlası yatırımlar elektriği pahalı kıldığı gibi, gerektiğinde bulunamayan elektrikte pahalı bir enerji türüdür.

 

Bu nedenle;

 

Elektrik enerjisinde merkezi planlama zorunludur. Planlamanın yanı sıra elektrik enerjisinin toplumsallığı nedeni ile elektrik üretiminde üretim güvenliği ve fiyatlandırmada merkezi denetim gerekir.

 

Enerji üretiminde kamu yararını koruyucu merkezi denetim mekanizmaları zorunludur. Enerji yapısı gereği tüm sanayi üretimlerinin temel girdisidir. Öte yanda kullanımının yaygınlığı nedeni ile geniş halk yığınlarının yaşamlarında vazgeçilmez temel bir maldır. Bu özellikleri nedeniyle elektrik enerjisini ticari değeri değil katma değeri yüksek bir mal haline sokar. Enerjinin özellikle elektrik enerjisinin kesintisiz, yeterli ve ucuz olması zorunludur. Bunlar enerjinin kalitesini belirleyen temel argümanlardır. Enerji fiyatlarındaki artışların, ona bağlı olarak çalışma durumundaki sanayi ürünlerinin fiyatını doğrudan etkilediği sonucu enerjinin toplumsallığını belirler. Bu da onun bir kamu hizmeti olarak algılanmasını gerektirir. Kesintisizliğinin ve yeterliliğinin koşulu ise merkezi planlamadır. Kesintili ve yetersiz enerji değişim fiyatından öte pahalı bir enerji türüdür. Enerjinin yukarıdaki özellikleri enerji yönetimini doğal tekel kılar. Doğası gereği tekel olan bir üretimin veya hizmetin yönetiminin kamuda olması gereği ise açıktır.

 

Bu nedenle;

 

Elektriğin katma değeri ticari değerinden yüksektir. Globalleşme ve yeni dünya düzeni adı altında bizlere dayatılan özelleştirmeler, aslında kamusal hizmet alanlarının (yani ticari kara kapalı alanların) kar alanı olarak yeniden örgütlenmesidir. Yani kamu hizmeti fikrinin tümden reddedilmesidir. Ancak bugünkü hukuk sistemimizde; bir kamu hizmetinin üçüncü şahıslara devredilmesi imtiyaz olarak tanımlanmaktadır. Bugün elektrik enerjisi sektörü uluslararası tekellerin kar hırsına terk edilmek istenmektedir. Bu işler yapılırken de elektrik enerjisinin kamu hizmeti olduğu fikri ve iç hukukumuz reddedilmektedir. İç hukukumuz yerine uluslararası tahkimin dayatılmaktadır. Ulusal devlet yapısı, yeni dünya düzeni sahipleri emperyalist odakların çıkarlarına şu an için ters düşmektedir. Söz konusu odakların ulusal devlet yapısından anladıkları şey emekçi yığınların taleplerini baskı altında tutacak jandarmalık görevidir. Bilindiği gibi bağımsızlığı tanımlayan önemli argümanlardan birisi de kendine özgü bir hukuk sistemine sahip olmasıdır. Başka bir deyişle kendini belirleyen sınırlar içerisindeki hükümranlığıdır. Bu özellik ulusal devlet yapısının temel argümanıdır. İşte bu noktada uluslar arası sermaye ve onun yerli işbirlikçileri ulusal devletin bu yapısına saldırılarını yoğunlaştırmaktadır. Enerji sektörünün özelleştirilmesi tartışmalarının karakterini de bu kavga belirlemektedir. Bunu yüksek sesle "hoyratça" söylemekten de kaçınmamaktadır. Bugün enerji bürokrasisi yaptığı bazı açıklamalarla adeta emperyalist tekkelerin sözcülüğünü yapmaktadır. (Oysa ki Kanuni Sultan Süleyman‘ın Fransızlara verdiği ilk imtiyazla başlayan süreç dört yüz yıl sonra kapitülâsyonları ve Düyunu Umumiye İdaresi‘ni getirmiştir. Emperyalizme karşı dünyanın en önemli kurtuluş savaşlarından birini gerçekleştiren Mustafa Kemal ve arkadaşlarının meclisteki ilk gündem maddeleri imtiyazların devrinin TBMM‘ye verilmesidir. 1961 ve 1982 Anayasalarında bu güvence daha artırılmış ve imtiyazlar Danıştay güvencesine kavuşmuştur.)

 

Özelleştirmeler Ulusal Devlet Yapısına Bir Saldırıdır.

Gelecekte ülkemizin enerji politikaları (teknolojik tercihler, mülkiyet, kaynak kullanımı) globalleşme söylemine paralel olarak kendi dışında çizilen senaryolara göre belirlenmektedir. Senaryonun ismi ise Avrupa Birliği ülkelerince saptanmış "Avrupa Enerji Güvenliği Anlaşması" başka bir deyişle "Avrupa Enerji Şartı"dır.

 

Söz konusu anlaşmaya göre Avrupa enerji gereksinimini sağlamak üzere dört ana güzergah belirlenmiştir. Bu güzergahlardan gelecek enerji ile Avrupa Enerji Pazarı oluşturulacak ve enerji fiyatları da Avrupa sermayesinin kontrolünde olacaktır. Bu hatlardan ilki Kuzey Avrupa‘yı ve Britanya Adası‘nı beslemek üzere öngörülen Kuzey Denizi enerji kaynaklarını Avrupa‘ya taşıyan hattır. İkinci hat Rusya enerji kaynaklarını Avrupa‘ya taşıyan hattır ki, Orta Avrupa‘ya taşıyan petrol ve doğalgaz hatlarıdır. Üçüncü hat Kuzey Afrika enerji kaynaklarını taşıyacak olan Magrip hattıdır. Bu hat şu günlerde tamamlanmıştır. Dördüncü hat ise Ortadoğu ve Orta Asya enerji kaynaklarını Avrupa‘ya taşıması düşünülen hattır. Bu hattın Anadolu‘dan geçmesi ise zorunluluktur. Avrupa ülkeleri belirlenen bu hatların güvenliğini, hatların kontrollerinin kendi sermayelerinde olmasında görmektedir. Bu amaçla iletim hatlarının geçeceği ülkeleri enerji sektörlerini özelleştirmeye zorlamaktadır.

 

Anlaşma koşullarına göre taraf ülke sermayeleri yatırım yaptıkları ülke topraklarında belirli ayrıcalıklar alacaklardır. Bu anlaşmalarda ise yatırım yapılan ülke hukuku değil Avrupa da belirlenmemiş hukuk kuralları geçerlidir. Ülke içinde yaptıkları yatırımlardan doğan karlarını koşulsuz olarak yurt dışına (kendi ülkelerine) transfer edebileceklerdir. İletim hattının geçtiği ülke hat kira bedeli tespit hakkını Avrupa enerji marketine devredecektir. Uyuşmazlık konularında ise Avrupa mahkemeleri yetkili olacaktır.

 

Söz konusu anlaşmaya bugün için Avrupa Birliği Ülkeleri dışında sadece Türkiye ve Cezayir imzalamıştır. Anlaşmaya paralel olarak da Türkiye‘de enerji işkolunda özelleştirme çalışmalarına başlanmıştır. Türkiye‘de yakın dönem özelleştirme çalışmaları her ne kadar 24 Ocak 1980‘de ortaya konan politikalarla dillendirilse de ilk kez 1984 yılında uygulamaya konulmuştur. Bu yıllarda özelleştirmeye karşı olabilecek muhalefeti engellemek üzere sendikalar yasasında ciddi değişikliklere gidilmiştir. Sendika yönetimlerinin yönetim süreleri arttırılarak sendika bürokrasisinin oluşması sağlanmıştır. Sendika seçimlerinde ise yöneticilerin atadığı delegelerle seçim yapılması getirilerek sendika bürokrasisinin yeri garantilenmiştir. Öte yanda hak ve destek grevleri yasaklanarak grev sadece ücret düzeyine indirilmiştir.

 

Bu yıllarda uygulanmaya çalışılan yeni liberal politikalar sonucunda 1984 yılında 3096 sayılı yasa çıkarılarak enerji iş kolundaki özelleştirmelerde ilk yasal düzenleme sağlanmıştır. KİT‘lerin özelleştirilmesine yönelik çalışmalar KİT‘lerin gerekli yeni teknolojik yatırımlar yapmasını engellemiş, yönetim kadrolarında ise doğal olarak, oluşturulan belirsizlik ortamında performans düşüklüğüne neden olmuştur. Enerji iş kolunda yapılan ilk özelleştirme çalışması, İstanbul‘un Anadolu yakası elektrik dağıtımının Aktaş A.Ş.‘ye devredilmesi olmuştur. Bu devir işleminde sendika tepkisini yok etmek için enerji iş kolunda en örgütlü sendika olarak görülen TES-İŞ‘e %5‘lik bir hisse verilmiştir. Söz konusu bu pay daha sonraları bir çok alanda sendikanın prangası olmuştur. Dağıtım işinin Aktaş‘a devredilmesi İstanbul‘un Anadolu yakasındaki dağıtım problemini çözmediği gibi sorunları da ağırlaştırarak yaratmıştır. Enerji iş kolu 1970‘li yıllardan bu yana grev yasağı kapsamındadır. Bu durum enerji iş kolu çalışanlarının iş yerlerinin geleceği konusunda en doğal tepkilerini gösterememe sonucunu doğurmakta hak gasplarının yoğunlaşmasına neden olmaktadır. ÇEAŞ ve KEPEZ çoğunluk hisseleri Uzan ailesinin eline geçtiğinde bu hak gaspları yoğunlaşmıştır. Yasa gereği on ve üstündeki işten çıkarmalar toplu işten çıkarma kapsamındadır ve yasaktır. Uzan‘lar ise her hafta periyodik olarak dokuzar kişilik işçi gruplarını işten çıkararak bu yasağı aşmaktadırlar. Bugün gerek ÇEAŞ ve gerekse KEPEZ‘de taşeronlaştırma yoğun olarak yaşanmaktadır.

Gönderi tarihi:

Ülkemizdeki Elektrik Enerji Sektörünün Acil Sorunları

 

Sektörde Yönetim Krizi yaşanmaktadır.

Sektörle merkezi planlama kaybolmuş ve yönetim krizi yaşanmaktadır. Daha doğru bir deyişle "yönetememe krizi" vardır. Sektör son on iki yılda en az beş kez yeniden yapılanma sürecine sokulmuştur. Son on bir yılda on bir genel müdür değişmiştir. Her yapılan yeniden yapılanmada deneyimli kadrolar tasfiye edilmiştir. Kurumda son yıllarda istihdam edilmiş yeni mühendis yok denecek kadar azdır. Oysa ihtiyaçlar düşünüldüğünde son derece dinamik olması gereken sektör bir durağanlığa ve işlemezliğe itilmiştir. Arıza, bakım ve onarım hizmetleri aksatılmakta yenileme yatırımları yeterince yapılmamaktadır. Teknik ve uzmanlık gerektiren bu sektörde bilgiye beceriye ve deneyime bakılmaksızın politik yandaşlık esasında bir kadrolaşma benimsenmiştir. Sektörde yetişen ve sektörü tanıyan kadrolar ya tasfiye edilmiş, ya sürgün edilmiş ya da danışman/uzman statüsünde etken olmayan görevlerde bekletilmektedir.

 

Sektör Hukuk Dışılık Kıskacındadır.

Ülkemizde 1970 yılında Türkiye Elektrik Kurumu (TEK)‘nun kurulmasıyla, merkezi yapının oluşumuna başlanmıştır. Bu yapıya 1982 yılında belediyelerdeki kent içi elektrik dağıtımı da katılarak bütünlüklü bir yapı oluşturulmuş, ülkemizdeki elektrik enerji sektörünü başarıyla 1990‘lı yıllara kadar taşımıştır. Ancak 1984 yılında TEK dışındaki kuruluşlara elektrik üretimi, iletimi, dağıtımı ve ticareti yetkisini veren 3096 sayılı yasa çıkarılmıştır. (Bu yasaya dayanılarak İstanbul‘un Anadolu yakası elektrik dağıtımı konusunda 1989 yılında AKTAŞ A.Ş. görevlendirildi. 1990 yılında ise AKTAŞ ile sözleşme imzalandı. İmzalanan bu sözleşme EMO tarafından açılan dava sonucu Danıştay tarafından 1993 yılında iptal edildi. Ancak dönemin iktidarı 1995 yılında yeni bir görevlendirme yaparak AKTAŞ‘ı sözleşmesiz olarak çalıştırmayı sürdürdü. AKTAŞ ile ancak 1998 yılında sözleşme yapılmıştır. AKTAŞ 1989 yılından 1998 yılına kadar yasa dışı bir şekilde çalıştırılmıştır.) Daha sonra 1993 yılında 513 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile sektör önce TEAŞ ve TEDAŞ ardında da TEDAŞ‘ın satışına yönelik olarak dağıtım şirketlerine ayrılmasıyla merkezi yapı kaybolmuştur. 1994 yılında çıkarılan ve bazı hizmetleri Yap İşlet Devret (YID) modeliyle yaptırmaya yönelik 3996 sayılı yasa çıkarılmış ve bu yasa daha sonra 4047 sayılı yasa ile değiştirilerek 3096 sayılı yasaya atıfta bulunulmuş ve elektrik sektöründe YİD modeline yönelinmiştir. Daha sonra 1996 yılında 8269 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile YİD modelinin devret kısmı atılarak Yap İşlet (Yİ) modeline yönelinmiştir.

 

Elektrik Mühendisleri Odası (EMO) Yİ modeline karşı Danıştay.a yürütmeyi durdurma istemiyle dava açtı ve bu dava 19 Şubat 1997 tarihinde yürütmeyi durdurmayla sonuçlandı. Böylelikle hem hukuksal dayanaktan yoksun hem de Danıştay denetimi yerine uluslararası tahkimi öngören uluslararası finans kuruluşlarının dayatması olan bu modelin önü kesilmiş oldu. Ancak, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı (ETKB) yürütmeyi durdurmayı ciddiye almayarak hukuk dişi bir şekilde ihale süreçlerini işletmektedir. Daha sonra 19 Temmuz 1997 tarihli Resmi Gazete‘de 4283 sayılı Yİ Yasası yayınlanmış ve bu yasaya eklenen geçici madde ile daha önce yapılmış sözleşmeler de bu yasa kapsamına alınmıştır.

 

Sektörde Çok Başlılık ve Eşgüdüm Eksikliği Yaşanmaktadır.

Sektörün en önemli sorunlarından birisi de öteden beri ETKB, Devlet Su İşleri (DSİ), Elektrik İşleri Etüt İdaresi (EİEİ), Türkiye Kömür İşletmeleri (TKİ) ile TEAŞ ve TEDAŞ arasında gerekli eşgüdüm sağlanamaması ve çok başlılıktır. Bu yüzden sektördeki tıkanmaların en önemli nedenlerinden birisi de bu çok başlılıktır. Bu çok başlı yapının her bir biriminin önceliği diğeriyle uyumlu olmadığı için sektörün öncelikleri tespit edilememektedir. Zaten olaya hakim olamayan çoğu politik yandaşlık ilkesi ile gelen bürokratlar tam bir beceriksizlik ve iradesizlik göstermişler ve adeta sektörün nasıl kötü yönetileceğini ispat etmektedirler. Merkezi iktidarlar ise sektörün durumunu kavrayamamakta ve gerekli yatırımları zamanında yapamamaktadırlar.

 

Elektrik Enerjisi Üretimi İhmal Edilmiştir.

1990‘lardan sonra sektörde ciddi bir ihmal edilmişlik yaşanmaktadır. YİD ve Yİ modellerine bel bağlanarak devam eden yatırımlar bile bitirilememiştir. Bu durumu en iyi kurulu güç artış tablolarından görmekteyiz. Ortalama olarak sektöre her yıl yaklaşık 2000 MW‘lık kurulu güç ilave edilmesi gerekirken son yıllardaki artışlar l 995‘te % 0.5 ve 1996‘da % 1.4 gibi komik oranlardadır. Aynı dönem içerisinde olağan üstü imtiyaz şartlarında yapılan sözleşmelerle YİD ve Yİ modelleri ile kurulu güce 34 MW‘ı hidrolik olmak üzere toplam 297 MW‘lık 5 santral ilave edilebilmiştir. 1997 sonu itibariyle Yİ ve YİD modelleriyle yaptırılan santral kurulu gücü toplam 340 MW‘tır.

 

Elektrik Dağıtım Şebekeleri Yetersizdir.

Üretime gerekli yatırımların yapılmaması yanısıra sektörün bir diğer önemli sorunu özellikle büyük şehirlerde dağıtım kayıplarının yüksekliğidir. Bu nedenle üretim yeterli olsa bile tüketiciye istenilen kalitede elektrik verilmesi olanaksızdır. Resmi istatistiklere göre ortalama şebeke kayıpları % 18‘dir. Bu yazı yörelerde % 25 - 32 arasında değişmektedir. Oysa kayıplar gelişmiş ülkelerde % 8 - 10 arasındadır. Altyapıya yapılacak ek yatırımlarla sisteme sağlanan elektrik enerjisi miktarında artış sağlanması ve ülke ekonomisine katkının yanı sıra tüketiciye istenilen nitelikte elektrik enerjisi verilebilecektir.

 

Termik Santrallerde Kapasite Kullanma Oranlan (KKO) Düşüktür.

Teknoloji seçimindeki hatalar nedeniyle ülkemizdeki kurulu bulunan termik santrallerin KKO‘ları gelişmiş ülkelerdeki KKO‘dan %15-20 daha azdır. Termik santrallerin bir diğer sorunu da verimlerinin düşük olmasıdır. KKO‘nun düşük olmasının diğer nedenleri ise yer seçiminden kaynaklı olarak çevresel etkiler ve kömür sevkiyatındaki düzensizliklerdir. Özellikle yatırım aşamasında baca gazı arıtma ve kül tutma üniteleri ya yapılmamış ya da gerektiği şekilde yapılmamıştır. Bunun en iyi örneği Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleridir. Bu santraller kuruluşlarından bugüne kadar ortalama %30 kapasitede çalışmaktadırlar ve çevredeki ürünlere verdikleri zararlar nedeniyle 1986 yılından beri TEK (TEAŞ) çiftçilere tazminat ödemektedir.

 

Sektör Dışa Bağımlı Hale Getiriliyor.

Ülkemizde elektrik sektöründe dış kaynak kullanımı %20 civarındadır. Bu oran küçük ölçekli doğalgaz santralleri ile yukarıya doğru çıkmaktadır. 2020 yılına kadar ki sunulan planlara bakıldığında sektördeki dışa bağımlılık %56‘ya yükselecektir. Elektrik enerjisi bürokrasisi nükleer santral lobileri ile YİD ve Yİ lobilerine teslim olmuştur. Halen inşası sürmekte olan hidroelektrik santraller kasıtlı olarak tamamlanmamaktadır. Bu santrallerin Yİ modeli ile tamamlanması yolu tercih edilmiştir. Oysa bunların büyük bir çoğunluğunda işin yaklaşık %90‘ı tamamlanmış durumdadır. Ülkemiz yetmiş yılda yaklaşık seksen milyar dolar dışarıya borçlanmışken 2020 yılına kadar lobilerin dayattıkları sözde çözümlerle sadece elektrik sektöründe verilecek imtiyazlarla fazladan yaklaşık yüz milyar dolarlık bir ek borçlanmaya gidilmek istenmektedir.

 

Başta Özelleştirilen Bölgeler Olmak Üzere Alt Yapı Yatırımları Yatırımlar durmuştur.

Gerek İstanbul Anadolu Yakası‘nda gerekse Çukurova Bölgesi‘nde imtiyazlara sahip olan AKTAŞ ve ÇEAŞ şirketleri sadece abonelik yenileme ve ücret tahsilatı yapmaktadırlar. Her iki bölgeden gelen şikayetler ise hiçbir şekilde dikkate alınmayıp her ne pahasına olursa olsun imtiyazın sürmesi tavrı sergileniyor. Her iki bölgedeki alt yapı yatırımları gerektiği gibi yapılamamaktadır. Sektör bir yandan özelleştirme ile yağma kıskacına alınırken diğer yandan kaynaklarımız tükendi yalanıyla nükleer lobilere teslim edilmek istenmektedir.

Gönderi tarihi:

Ne Yapmalı?

Öncelikle gerçekçi ve merkezi bir enerji planlaması yapılmalıdır. Ülkemizde geleceğe yönelik projeksiyonlar ve planlamalar genellikle bugünkü üretim/tüketim dengesine ve bugünkü kurulu güç/puant dengesine dayandırılmaktadır. Oysa yapılması gereken fiili tüketimin esas alınması ve ondan geriye doğru gidilmesidir. Bu tüketim değerinin üstüne gelişmiş ülkelerdeki dağıtım kayıpları oranı olan %8 ilave edilmeli, daha sonra iletim kayıpları ve diğer kayıplar ilave edilmelidir. Bu noktadan hareketle önce yıllık nüfus artışı daha sonra da yıllık büyüme oranlan esas alınarak gelecek yıllara yönelik planlamaya gidilmelidir. Geleceğe yönelik projeksiyonlardaki bir diğer hata ise son beş yıldaki artış trendinin gelecek otuz yılda da süreceği varsayımıdır. Oysa gerçekçi bir planlamayla artış trendinin 2010 yılı itibari ile düşeceği söylenebilir. Bugün gelişmiş ülkelerdeki yıllık artışların %1‘ler civarında olduğu unutulmamalıdır.

 

Özellikle termik santrallerin baca gazı arıtma ve kül tutma tesisleri hızla devreye sokulmalı ve çevreye olan etkileri azaltılmalıdır. Böylelikle kapasite kullanma oranı yukarı çekilecektir. 1997 yılı içerisindeki termik santrallerde ortalama kapasite kullanma oranı %55‘tir. Bu oran %65‘lere çekilerek sisteme bugünkü kurulu güçle yaklaşık yedi milyar kwh enerji verilebilir. Termik santrallerde hızla otomasyona geçilerek santrallerin verimi yukarıya çekilmelidir. Uygun bir fiyat politikası benimsenerek özellikle puantın yüksek olduğu saatlerde (17.00-22.00 saatleri arası) puantın aşağı çekebilecek önlemler alınmalı -tarifeli sayaçlar vb- ve varolan kapasite ile daha uzun süre sisteme düzenli enerji verilebilecektir. Kademeli bir şekilde az enerji tüketen ev aletleri ve az enerji tüketen sanayi tesislerine geçilmelidir.

 

Özellikle ulusal kaynaklarla çözüme yönelinmeli ve gerek proje, gerek plan, gerekse başlanılmış olan ve bitirilmiş olan toplam 702 hidroelektrik santralın (sadece 510 adedinin ekonomiklik analizi yapılmıştır) tümünün çalışmaları tamamlanmalıdır. Böylelikle hem ucuz enerji üretilecek hem de tüketime ucuz elektrik verilerek sanayinin rekabet gücü artırılacaktır. Elektrik enerjisi üretimindeki dışa bağımlılık en alt düzeye indirilecektir. Gelişmiş ülkelerde kullanılan Energy Managment System (EMS) ve Supervisory Control And Data Acqusition (SCADA) sistemleri hızla devreye sokularak etkin bir yük izleme ve yük yönetimi sağlanmalıdır. Dünyadaki yeni elektrik enerji üretim teknolojileri hızla gündeme alınmalı ve bu konudaki pilot uygulamalar teşvik edilmelidir.

 

Ülkemizin acilen bir rüzgar haritası çıkarılmalı ve bu konudaki potansiyel tespit edilmelidir. Bugün rüzgar türbünlerinde pilot uygulamalarda 1000 MW‘lar düzeyine çıkılmıştır. Maliyetlerde termik santrallerde yarışabilir düzeydedir. Rüzgar konusunda hızla pilot uygulamalar başlatılmalıdır.

 

Güneş enerjisinde en çok oranda yararlanma konusunda teşvik edici bir politika benimsenmelidir. Fotovoltaik piller henüz elektrik enerjisi üretimi için ekonomik değildir. Ancak özellikle güneyde su ısıtmada güneş enerjili sistemler teşvik edilmeli ve bu işler için harcanan elektrik enerjisinden tasarruf sağlanmalıdır.

 

Fotovoltaik piller 2015-2020 yıllarından itibaren kwh başına maliyetlerinin makul düzeylerde olacağı bilinmektedir. Bu konudaki Araştırma/geliştirme AR/GE çalışmalarına başlanmalıdır. Sadece %2.97‘sinde yararlanılan ülkemizin 2450 MW‘lık elektriksel kullanılabilir jeotermal potansiyelinin tümüyle kullanılması konusunda gerekli yatırımlara gidilmelidir. Elektrik tüketiminde tasarrufu teşvik edici uygulamalara gidilmelidir. Elektrik enerjisinin verimli kullanımı konusunda merkezi projeler geliştirilmeli, özellikle elektrik enerjisinin yoğun olarak kullanıldığı çimento ve demir çelik sektörlerinde hızla az elektrik tüketen teknolojilere yönelinmelidir. Elektrikli ev aletlerinde kademeli olarak az enerji tüketen teknolojilere geçilmelidir.

 

Üretim, iletim ve dağıtımda bozulan merkezi yapı yeniden oluşturulmalı ve sistemin bütünlüğü sağlanmalıdır. Özelleştirme uygulamalarından hızla vazgeçilmelidir. Özelleştirilmiş olan bölgeler derhal merkezi sisteme dahil edilmelidir. Planlama ve karar vermede çok merkezli yapı terk edilmeli ve ulusal düzeyde konunun tüm taraflarının özellikle (EMO ve tüketici temsilcileri bu kurulda yer almalıdır) yer aldığı Elektrik Enerjisi Ulusal Kurulu oluşturulmalıdır. Sektördeki ekonomik olmayan küçük ölçekli yatırımlardan vazgeçilmelidir. Bu konuda merkezi kurul optimum ölçekleri belirlemelidir. Siyasi nedenlerle kenara itilmiş olan deneyimli kadrolar derhal sistemin ilgili birimlerinde görevlendirilmelidir. Oluşturulacak olan merkezi kurula siyasi iktidarların kolayca müdahale edemeyeceği özerk bir yasal statü kazandırılmalıdır. Başta Avrupa Enerji Şartı (ki bu sözleşmeyi dönemin hükümeti TBMM‘ye onaylatmadan imzalamıştır) olmak üzere ülkemiz enerji sektörü üzerine ipotek getiren tüm uluslararası sözleşmeler iptal edilmelidir.

 

Özelleştirme adı altında verilen tüm imtiyazlar geri alınmalıdır. Bütün dünyanın gerek çevre ve insan üzerindeki olumsuz etkileri gerekse ekonomik olmayışı nedeniyle terk ettiği nükleer teknoloji ülkemiz gündeminden çıkarılmalıdır.

 

Enerjide çevre boyutu göz ardı edilmemelidir.

Enerjinin bir boyutu da çevredir. Enerji tüketim karakterinden dolayı her şekliyle çevreye bozucu bir etki gösterir. Bu tür bozucu etkiler azaltılsa biler hiçbir zaman engellenemez. Daha fazla kazanç uğruna yapılan aşırı üretim ve kontrolsüz tüketim, doğada yıllarca oluşan dengeleri birkaç yıl içinde bozabilmektedir. Hidrolik santraller eko dengeyle birlikte iklimsel değişikliklere neden olduğu gibi termik üretim sözü çok edilen sera gazı etkisi ile buna bağlı küresel ısınmanın temel nedenleridir. Nükleer atıklardan korunmak ve nükleer atıkların saklanması ise imkansızdır. Kısaca her tür kültürel üretimde olduğu gibi enerjinin her tür üretimi de doğal çevreyi bozar. Üretimdeki bozucu etkide her zaman olumsuz yöndedir. Oysa enerji aynı zamanda bir zorunluluktur. O halde enerji verimli kullanılmalı, üretimindeki çevresel etkiler değerlendirilmelidir. Enerji maliyetindeki temel kriter toplumsal maliyet olmalıdır. Oysa sermaye açısından temel güdü kardır. İstatistikler enerjinin Türkiye‘de, OECD ortalamasından üç kat daha verimsiz kullanıldığını göstermektedir. Bundaki temel neden ise emperyalist odakların kendi ülkesinde çevresel sorunları ve enerji yoğunluğu nedeni ile geliştiremediği çimento sektörünü Türkiye‘ye kaydırmıştır. ABD miadı dolmuş ark ocaklı demir çelik fabrika teknolojisini Türkiye‘ye satmış, buna da teknolojik yardım adını vermiştir. Bütün bu hovardaca yapılan tüketim doğal olarak ülkenin enerji talebini yüksek olarak gösterirken, çevrenin de gereksiz yere tahribine neden olmaktadır. Planlamada sırf finansal maliyet gözetilerek yapılan maliyet analizleri ile insanlığın yüzlerce yıllık birikimlerinin ürünü kültürel kalıntılar yok edilmektedir. Hasan Keyf kalıntıları sırf bu yüzden yok edilmektedir. İnsanlar ya aydınlık ya kültür ikilemi ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Oysa bu iki olgu birbirine koşul değil aksine destek olmalıdır.

 

Sonuç olarak ekonomik sistemin gereği sanayileşme ve elektriklendirme birlikte kavranmalıdır. Kapsamlı ve uygulanabilir bir planlama söz konusu olmadığından sanayinin tutarlı gelişiminin ve buna bağlı elektrik üretiminin sağlanamayacağı ortadadır. Sanayileşme tercihleri ve bunun bir parçası enerji politikaları doğrudan düzene bağlıdır. Emperyalist-Kapitalist sistem içerisinde ve kapitalist yoldan kalkınma söylemi ile ülkenin az gelişmiş sürecinden çıkarılması ve toplum yararına bir sanayileşmenin gerçekleştirilmesi olanaklı değildir. Bu sorun ise ancak halkın doğal kaynaklara, sanayiye ve geleceğe sahip olduğu bir düzen içerisinde ve halkın örgütlü mücadelesinin ve iradesinin ürünü olan iktidarlarca çözülür.

 

Kaynak : -http://www.tmmob.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=3218&tipi=16-

Gönderi tarihi:

Pardon, sigarayı niye yasakladınız?

Bir tüpgaz, bilgisayar, tv insanın kendi rızasıyla kabullendiği riskler yani kişisel. Radyasyonun ne olduğunu, önümüzde canlı örneği varken öğrenemediysek artık söyleyecek söz kalmamış demektir. Çok şey yazılır da zaman kötü...

Gönderi tarihi:
radyasyondalm.jpgRadyasyon Heryerde...
Gönderi tarihi:

Türkiye’de Toplu Atom Cinayeti Girişimi

 

Atom santralları, ne kadar modern teknolojiyle kurulup işletilse de, iddia edildiği kadar temiz enerji üreten bir sistem değildir. Çünkü nükleer yakıt zinciri, karbondioksit emisyonlarının önemli bir kaynağı olduğu gibi, en gelişmiş nükleer enerji kaynakları bile önlenemeyen sızıntılar dolayısıyla çevreye radyoaktif etkiler yaymaktadır.

 

Japonya’daki büyük deprem ve bunu izleyen nükleer santral kazası, bugünlerde dünya kamuoyunu yoğun biçimde işgal ediyor. Bunun insani nedeni yanında bir nedeni daha var ki, o da bu nükleer santral kazasının olumsuz etkilerinin sadece Japonya ile sınırlı kalmayacağından korkulması. Çünkü olay, radyoaktif partiküllerin çevreye yayılması olasılığı dışında, Japonyanın ilerde dünyaya ihraç edeceği ürünlerin de kontamine olması, yani radyoaktivitenin bunlara bulaşmış olması olasılığıdır.

 

Bu konuyu içeren çevre hukuku ile, Çevre Kanunu’nu hazırlayan komisyonun kamu hukukçusu üyesi olarak 1980’li yıllardan beri yakından ilgilenmekteyim. Ayrıca SBF Dekanlığı’nı yaptığım sırada başında rahmetli Erdal İnönü’nün bulunduğu Türk Fizik Derneği’nin desteği ile fakültem adına, Mersin-Akkuyu’da kurulması planlanan nükleer santralla ilgili bir uluslararası sempozyumu 7-8 Temmuz 1997’de düzenlemiş ve bizzat katılmıştım. Sempozyuma, bugün Mersin milletvekili olarak AKP saflarında görev yapan, İnsan Hakları Komisyonu başkanı Prof. Zafer Üskül de katılmış ve nükleer santral aleyhinde konuşma yapmakla kalmamış, 17 Haziran 1997 tarihli Radikal gazetesinde de Mersin’de dile getirdiği aleyhte görüşleri yayımladığı bir makalede tekrarlamıştı. Şimdi mensup olduğu partinin başı, Akkuyu projesini yürürlüğe koymaktaki ısrarını, yollama yaptığı tüp gaz patlamaları örneğine dayanarak demagojik bir üslupla açık açık dile getiriyor.

 

Benim bu konuda asıl anlatmak istediğim husus şu: Atom santralları, ne kadar modern teknolojiyle kurulup işletilse de, iddia edildiği kadar temiz enerji üreten bir sistem değildir. Çünkü nükleer yakıt zinciri, karbondioksit emisyonlarının önemli bir kaynağı olduğu gibi, en gelişmiş nükleer enerji kaynakları bile önlenemeyen sızıntılar dolayısıyla çevreye radyoaktif etkiler yaymaktadır. Bu hususu sözünü ettiğim sempozyuma çok ilginç bir bildiriyle katılan Alman nükleer enerji uzmanı Prof. Schmitz-Feuerhake açık açık anlatmıştı. Profesöre göre, Almanya’daki bazı nükleer santralların yakın çevresinde çocuk lösemileri görülmekte ve bu, giderek artmaktadır. Viyana Nükleer Araştırmalar Merkezi Direktörü Prof. Wolfgang Kromp da özellikle 200 bin insanın ölümüne, buna yakın insanın da ömür boyu hasta ve sakat kalmasına yol açan ve bizim Karadeniz kıyılarında yaşayanlardan birçok kimsenin tiroid kanseri ve kan kanserine yakalanmasına yol açan Çernobil felaketinin boyutlarını gözler önüne sermiş ve bu felaketten sonra Viyana halkının protesto ve direnmeleri üzerine Viyana’da inşa edilmekle beraber henüz işletmeye açılmadan sökülüp Cezayir’e ihraç edilen santralın serencamını anlatmıştı. Her iki bilim insanı deprem bölgesi içinde kalan Akkuyu’yu ve orada yaşayan halkın tepkisini bizzat gördükten sonra bu santralın yapılmaması hususunu ısrarla belirtmişlerdi. Amerika’da bu konuda çalışan Prof. Hayrettin Kılıç ta, görülen sakıncalar nedeniyle ABD’de de uzun süredir nükleer santral inşa edilmediğini açıklamıştı.

 

Mersin - Akkuyu halkını hiçe sayan bir siyasal iktidar

 

Gelelim Akkuyu’ya... Enerji bakanımız Japonya’dan ders aldığımızı ve öngörülecek önlemlerle kaza ihtimalinin söz konusu olmayacağını ve atom santralından geri adım atılmayacağını geçenlerde verdiği demeçle vurguladı. Öngörülecek önlemlerin (!) ne olduğunu bir uzman çıkıp bize anlatsa çok iyi olacak.

 

Japonlar da önleyemedi

 

Başbakan da mayıs ayında Akkuyu’da kazmanın vurulacağını bildirdi. Bu beyanlarda bulunanlar herhalde şunu bilmiyor: Nükleer santrallar şampiyonu Japonya’da bugüne kadar irili ufaklı nükleer santral kazası meydana gelmiş bulunmaktadır. Japonlar teknolojide bu denli geri midirler ki, şimdi ortaya çıkan ve bir felaketle sonuçlanan kazayı önleyememişlerdir?

 

Ayrıca şunu herkesin kesin olarak bilmesi gerekir ki, Ecemiş fay hattının merkezi (episentrumu) Akkuyu’dan sadece 25 km. uzaklıktadır ve 1998’de sismoloji uzmanlarının Niğde’de düzenlenen bir sempozyumda belirttikleri gibi, bu konuda açıkça yalan söyleyen yetkililerin iddiasının aksine, Ecemiş fayı aktif bir faydır! Bunun böyle olduğu, 27 Haziran 1998’de yakındaki bir atılım hattının etkisiyle Ecemiş fayında ortaya çıkan kırılma nedeniyle meydana gelen deprem sonucunda 150 kişi yaşamını yitirmiştir. Bundan sonraki depremin Akkuyu’da yapılacak nükleer santral için yaşamsal bir tehlikeyi ortaya çıkarmayacağını kim garanti edebilir? Ayrıca Akdeniz’in altında, Kıbrıs’ın kuzeyinde de tehlikeli bir fayın bulunduğu uzmanlarca defalarca dile getirilmiştir. Bu fayın kırılmasının Akkuyu sahilinde Japonya’daki gibi bir “tsunami”yi yaratmayacağı nasıl garanti edilebilir?

 

Japonya’daki kazadan sonra Almanya halkı sokaklara dökülmüş ve Federal hükümetin bir süre önce ömrü dolan bazı nükleer santralların işletme süresinin uzatılmasına ilişkin kararının iki gün içinde durdurulmasını sağlamıştır. Almanya’da nükleer atıkların saklandığı Gorleben kasabasındaki tuz yataklarına yılda bir kez demiryoluyla yapılan nükleer atık nakliyatı her seferinde burada büyük direniş olaylarına neden olmaktadır. ABD’de nükleer santral yapımından şimdilik vazgeçmiştir. 1993 tarihli Rus Anayasası’na göre, nükleer santral yapımı konusunda başvurulması mecburi olan referanduma Kostromo bölgesinde yapılacak olan santral için başvurulmuş ve halkın yüzde 87’sinin ret oyu kullanması (241 bin hayır, 29 bin evet oyu) sonucunda bu santral yapılamamıştır. Rusya kendi ülkesinde artık nükleer santral yapmamakta, bu konuda başka ülkelere, bu meyanda İran ve Türkiye gibi ülkelere yönelmiş bulunmaktadır.

 

Türkiye’de ise iktidar, Atom Enerjisi Kurumu’nun verdiği eski tarihli lisansa dayanarak Akkuyu atom santralının yapımını, Çernobil felaketini önleyemeyen Rusya’da kurulu Rosatom adlı bir firmaya ihalesiz olarak vermiştir. Bu firmanın İranda yaptığı nükleer santralda ortaya çıkan ciddi bir arıza sonunda santralın çalışması durdurulmuştur!

 

Nükleer santraldan vazgeçilmeli

 

Rusya’nın dışında başka ülkelerde de referanduma başvurulması sonucunda nükleer santral yapımından vazgeçilmiştir. Bu ülkeler şunlardır: İsveç, İsviçre, Avusturya, İtalya. Türkiye’de siyasal iktidar bu konuda referanduma başvurmadığı gibi, halkın direnişine de aldırmadan ve teknolojisinin yüksek düzeyde olup olmadığını da yeterince araştırmadan, Rus firmasına nükleer santral kurulması işini, sözleşmeye Türk yargısının yetkisini bertaraf eden tahkim şartının konmasını da kabul etmek suretiyle vermiş bulunmaktadır. Bu firmanın nükleer atıkları Türkiye’nin neresinde depo edeceği bilinmemektedir. Bu konuda bir garanti hükmü de bulunmadığından, firmanın Rusya’daki nükleer atıkları bile getirip Türkiye’de depolaması olasılığı vardır. Bu santralın yapımından vazgeçilmesi durumunda ödenmesi öngörülen milyarlarca dolarlık tazminatın caydırıcı işlevi göz önünde tutulursa Türk halkının ne denli yaşamsal bir tehlikeyle karşı karşıya bırakıldığı kolayca anlaşılır.

 

Prof. Dr. A. Ülkü AZRAK

Gönderi tarihi:

türkiyede elk abonesi 27 milyon civarında imiş.

27 milyon x 40 watt =1.080.000.000 watt

1080 megawat demektir.

Atatürk barajı 1300 megawatt'tır.

40 watt panel 225 tl

150 w invertör 60 tl

40 amper aku 100 tl

Toplam:400 tl ile neler yaratılıyor?

İçindeki %18 kdv yi sıfırlayın.

Toplam 339 tl ile bir ülkeyi nükleer felaketten koruyabılıyorsunuz.

Bu tasarruf ile penceresine takdığınız solar panel ile o odanın 30 yıllık aydınlanmasına da para ödemiyorsunuz.

Yazın serinlemek için takacağınız vantilatör de işin keyifi

Gelin her evin bir penceresine bu masrafı yapalım ve ülkemizi nükleer felaketten kurtaralım.

Tabii bu arada fırcasız motor sanayimizin gelişmesi-akü sektörünün canlanması da faydaların türevi

 

Ne kadar komik bir çözüm.Bunu trajik yapan tek şey ne yazık ki gerçek olmasıdır.

 

Sevgilerimle,

Gönderi tarihi:

türkiyede elk abonesi 27 milyon civarında imiş.

.

.

.

Sevgilerimle,

 

Bu hayrıntıları sizden öğreniyorum sevgili gugukçuk...

Umut dolu ve dikkate değer bu paylaşımınıza yürekten teşekkürler...

 

Diğer taraftan ise üzücü bir haber...

Radyasyon bulutları Türkiye'de

Japonya'da Fukuşima Daiçi Nükleer Santralı'ndan sızan radyasyon, dün Ege'den Türkiye'ye girdi.

Radyasyon yüklü bulutlar 3 Nisan'a kadar Türkiye'ye gelmeye devam edecek. Çok düşük yoğunlukta radyasyon taşıyan bulutlar Pasifik, Amerika ve Avrupa rotasında 20 bin km'den fazla yol kat etti.

 

45148086.jpg

 

Kaynak ...

 

radiationmap.jpg

Bulutların izlediği yol...

Gönderi tarihi:

Yaw 60 yillik nükleer tarihte kaç kaza yasandi? Biz nükleer santrallari 10 20 yil önce kurmaliydik, simdi büyük problemimiz var, Rusyadan, Irandan vs hepsinden bagimliyiz. 80% enerji ihtiyacimizi Rusya ve Iran karsiliyor, bu ülkeler savasa girse bizle veya baska birisiyle ve muslugu kapatirlarsa biz mahvoluruz.

 

Japonyadaki facia, tsunami yüzünden oldu. Türkiyede tsunami yok. Hiç sasirmadinizmi, 40 yillik Fukushima santralli, 9.0 büyüklügünde depreme karsi dayandi, anca tsunami dalgalari simdiki problemleri yaratti.

 

Nükleer santrallari elinde sonunda YA-PI-LA-CAK!

Gönderi tarihi:

İran ve Rusya ile yapılan Doğalgaz anlaşmalarına göre, Türkiye'nin kota usulü yani ne kadar doğalgaz kullanırsa kullansın belli bir eşiği geçmediği takdirde aynı ücreti ödediğini ve yazın doğalgaz kullanımımız azaldığı halde faturalarımızın kış mevsimindeki gibi aynı birim fiyattan hesaplanmasının nedeninin bu olduğunu hatırlatmak isterim. '' Her şey millet için '' ya, o bakımdan... -_-

nükleer santrallerde ucuz elektrik üretildiği de bir kandırmacadır. Yakıt hazırlanması, en az 3 ila 5 yıl süren inşa süreci ve maliyeti, atık yönetim maliyetleri, ekstra güvenlik için personel istihdamı gibi yatırım ve işletim maliyetleri hesaba katılarak yapılan gerçek birim maliyet hesabına göre bir nükleer santralde üretilen elektriğin birim maliyeti diğerlerinden daha pahalıya gelir.

Üstelik, bir nükleer santralin yatırım maliyetini amortise etmesi için en az 30 yıl gerekir. Ömrü ise 50-60 yıldır. Fakat, günümüzde kullanılan en uzun ömürlü santral 40 seneliktir ve diğerleri gibi onun da faaliyetinin sonlandırılmasına karar verilmiştir.

 

Nükleer santrallerin asıl kuruluş amacı Nükleer bomba yapımıdır.

kapitalizmin motor gücü silah sanayisinden gelir. Dünyada Kapitalizm, savaşlarla, iç savaşlarla beslenen, hem insanda, hem dünyanın bizzat kendisinde, hem de tüm insani değerlerde tahribat yaratan bir sistemdir.

 

Nükleer bombalar da, günümüzde bir ülkenin başka bir ülkeye karşı askeri olarak güçlü olmasını, caydırıcı olmasını sağlayan en büyük kozdur. İran'da Nükleer Santral yapımına emperyalist ülkeler tarafından karşı çıkılmasının nedeni de bu değil miydi ?

Batılı Ülkeler, eskimiş zararlı kirli teknolojilerin yenilenme ve atıklarının bertaraf maliyetlerini, 3.Dünya Ülkelerine ödetmeye çalışıyorlar. :excl:

Yani; İtalyan'ların Mersin Akkuyu'daki '' kesinlikle girilemez '' olan bir araziye Nükleer Atık gömdükleri söyleniyor. Boğazlardan geçerek Nükleer Atık bırakan Batılı ülke bandıralı gemiler olduğu, Karadeniz'de Sinop civarında bulunan varillerle de ispatlanmıştır. Almanya’dan getirilen 1500 tonluk tehlikeli radyoaktif atığın, Isparta ve Konya’daki fabrikalarda yakılmak suretiyle imha( ! ) edildiği de biliniyor. -_-

 

Türkiye ise, AB mevzuatına uygun olarak çıkardığı ÇED yönetmeliğini bir takım kısa vadeli siyasi ve ekonomik menfaatler nedeniyle UYGULAMIYOR !!!

 

Oysa, AB, Türkiye'yi üye olarak almama gerekçesi olarak, kabul edilmiş MEVZUATLARI UYGULAMAMASINI gösteriyor fakat aslında bu durum işlerine geldiği için ATIKLAR KONUSUNDA herhangi bir baskı yapmıyor.

 

Taa ki, 3.Dünya Ülkelerine yolladıkları eskimiş zararlı kirli teknolojileri ve atıklarla, kendi eskimiş zararlı kirli teknolojilerin yenilenme ve atıklarının bertaraf maliyetleri sıfırlanmış olana kadar.

İşte, Türkiye'yi, AB'ye almamalarının asıl sebebi de bu !

 

Bu durumdan kurtulmanın ve AB'ye koz bırakmamanın tek yolu ise;

 

Diğer AB uyumlu Mevzuatlar gibi ÇED YÖNETMELİĞİNİ DE TAVİZSİZ UYGULATMAK !

 

UYGULANMASI İÇİN HÜKÜMETE, İLGİLİ SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA ÜYE OLARAK DESTEK OLUP DAHA FAZLA BASKI YAPILMASINI SAĞLAMAK !

 

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:

Japonyadaki facia, tsunami yüzünden oldu. Türkiyede tsunami yok. Hiç sasirmadinizmi, 40 yillik Fukushima santralli, 9.0 büyüklügünde depreme karsi dayandi, anca tsunami dalgalari simdiki problemleri yaratti.

 

Nükleer santrallari elinde sonunda YA-PI-LA-CAK!

 

İyi yapılsında sevgili SuperGezer...

Japonya’da felaketin sorumlusu deprem de tsunami de olmadığını söylüyor uzmanlar ve bu ülkedeki nükleer mühendislerin ataları sonucunda onların tasarımlarına lisans veren hükümetler ve enerji açlığı içinde olan hükümet politikaları sorumlu olanlar.

Evet ekenomik anlamda Prof. Hayrettin Kılıç'ın da bahsettiği gibi Japonya inanılmaz bir enerji oburu doğru fakat Japon hükümeti bu felaketi aştıktan sonra enerji oburu değil enerji tasarrufu politikaları uygulayacaktır diyor ki bence de mantıklı...

 

Hayrıca şunu da unutmamak gerek...

küresel nükleer lobiler tehlikeli gerçekleri maalesef örtbas etmektedir.

Gelelim ülkemize, Türkiye'de şu han nükleer felaket ve tüpgaz patlaması olarak gören ve aynen bu ifadeyi kullanabilen bir başbakanın zihniyetiyle enerji politikasını yönlendiriyor olması ülkemizde yapılacak olan nükleer santral ile olabilecek/meydana gelebilecek bir kaza ile Türkiye’yi neler bekliyor dersiniz?...

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:
NÜKLEER SANTRALSİZ ENERJİ PLANLAMALARI VE ELEKTRİK BİRİM MALİYETLERİ KARŞILAŞTIRMASI ( EMO Yönetim Kurulu Aralık 1999 Raporu).

 

Kilowatt Başına İlk Kuruluş Maliyetleri

 

Hidrolik Santraller (baraj gövdesine bağlı olarak değişir)

 

750 – 1.200 US$

 

Linyit Santralleri

 

1.600 US$

 

İthal Kömür Santralleri

 

1.450 US$

 

Doğal Gaz Santralleri

 

680 US$

 

Nükleer Santraller

 

3.500 US$

 

Rüzgar Santralleri

 

1.450 US$

 

İşletme Aşamasında Maliyetler

 

Marjinal maliyetler yani işletme aşamasında bir kwh enerjinin üretilmesi için gerekli maliyet sıralaması kilowattsaat (kwh) başına aşağıdaki şekildedir.

 

Hidrolik Santrallerde

 

0.0005 US$

 

Linyit Santrallerinde

 

0.0250 US$

 

Doğalgaz Santrallerinde

 

0.0300 US$

 

İthal Kömür

 

0.0350 US$

 

Rüzgar Santrallerinde

 

0.0450 US$

 

Nükleer Santrallerde (ABD)

 

0,0720 US$

 

ABD gibi çok yüksek teknolojiye sahip bir ülkede kwh başına ortalama elektrik enerjisi maliyeti kwh başına 2.5 cent iken, ABD nükleer santrallerinde ortalama elektrik enerjisi maliyeti 7.2 centtir. Avrupa nükleer santrallerinde ise kwh başına ortalama maliyet 8 – 12 centtir.

 

Efendim, '' nükleer santrallerde ucuz elektrik üretildiği de bir kandırmacadır '' dedikten sonra, var mı bunun daha ötesi ?

 

 

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:

Kormayın bu kadar yahuuu..:) demirden korkan terene binmez..boğaz köprüsü çökecek diye korkan karşıya yüzerek geçer tüp gaz patlarsa diye korkan evinde GAZ OCAĞI kullanır..:) vesselam.. :D

Fitilli pompalı HOT marka gaz ocağımız vardı(gaz yağı ile çalışırdı..)..çocukluğumun en son teknolojisi idi ve ben çok mutluydum..şimdi nükleer ocaklar var fakat çocuklarımız mutlu değil..:)

Gönderi tarihi:

Efendim, bir nükleer kaza, diğer kazalar gibi ne lokal kalır ne de yalnızca belli bir kısa zaman diliminde zarar verir.

 

Yani, ben hayret ediyorum. Genetik zararlı etkileri nesiller boyu sürecek bir kazaya yol açabilecek bir teknolojiyi savunmanın bir mantığı var mı ? Üstelik, diğer enerji teknolojilerinden ucuz falan olmadığını, bilakis pahalı olduğunu da söylememize rağmen...

 

 

 

Saygılar sunarım.

Gönderi tarihi:

Kesinlikle bu insanlık suçuna HAYIR !!!!!! 15 yıl önce Çernobil nedeniyle yaşananların tekrarlanmaması için herkesin bu konuda duyarlılık göstermesi ve tepkisini dile getirmesi şart. Kendini ve geleceğini düşünen herkes bu zehir üreticilerine karşı çıkmasını ve bu kampanyayı desteklemesini temenni ediyorum.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.