Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

DİYALEKTİK VE TARİHSEL MATERYALİZM


AED

Önerilen İletiler

Bu forumun DİN ile ilgili bölümlerinde inanç ve inançsızlık tartışılmakta..

<inançlı> ların büyük bölümü,<inançsız>ların, neye inandıklarını

bilmemekte ve anlayamamakta..

<inançlılar>ın maalesef dünyayı anlamak,kavramak

ve yorumlamak için <inançsızlar>ın bir bilimsel ilkelere dayanan felsefi bir

sistemleri olduğundan haberleri yok...

 

Halbuki <inançsız>ların bir bilimsel ve felsefi öğretileri var.

Bu düşünce ve felsefi sistemin adı DİYALEKTİK MATERYALİZM,

ve tarihsel olguları açıklayan branşının adı da TARİHSEL MATERYALİZM dir..

 

bu felsefi düşünce sistemi de hiç birşey gibi gökten zenbille inmedi...

kaynağını ta HERAKLİOTOS başlayıp binlerce yıl katettikten

sonra Ludwig FEUERBACH un materyalizminden geçerek,HEGEL in

diyalektiğine kadar ortalama 5000 yıllık bir birikime sahip.

Ancak HEGEL de diyalektik idealizmin etkisinde olduğu için yani

<başaşağı durduğu için> Karl MARX tarafından

<ayaklarının üzerine > konmuştur;

yani materyalist temellere kavuşturulmuştur.

 

şimdi bu felsefi düşünce sisteminin ana ilkelerini veriyoruz..

anlaşılmayan her nokta olursa sorulsun,....

 

++++

 

DİYALEKTİK MATERYALİZM

 

I- Doğuşu

 

Diyalektik materyalizmin doğa olaylarına yaklaşışı, onları inceleme ve anlama yöntemleri diyalektik, doğa olaylarını yorumlayışı, bu olayları kavrayışı ve teorisi materyalist olduğundan, bu dünya görüşü, diyalektik materyalizm adını almıştır. Tarihsel materyalizm, diyalektik materyalizmin ilkelerini toplum yaşamının incelenmesinde kullanır; bu ilkeleri toplum yaşamındaki olaylara, toplum ve toplum tarihi üzerindeki çalışmalara uygular. Marx ve Engels, diyalektik yöntemlerini tanımlarlarken, genellikle, Hegel'i diyalektiğin temel niteliklerini formüle eden filozof olarak gösterirler. Ama bu, Marx ve Engels diyalektiğinin Hegel diyalektiğinin aynısı olduğu anlamına gelmez. Çünkü, Marx ve Engels, Hegel diyalektiğinin idealist kabuğunu bir yana iterek, onun yalnızca rasyonel özünü almışlar ve daha da geliştirerek, ona modern, bilimsel bir biçim vermişlerdir.

 

"Benim diyalektik yöntemim, Hegel'inkinden yalnızca temelde farklı değil, üstelik onun tam karşıtıdır. Hegel'e göre 'ide' adı altında bağımsız bir konu (subject) haline bile dönüşen düşünme süreci, gerçeğin yaratıcısıdır, ve gerçek, 'ide'nin fenomenal [dış-olaysal] biçimidir. Bana göreyse, bunun tersine, düşünme süreci, insan kafasında yansıyan, ve düşünce biçimlerine dönüşen madde dünyasından başka bir şey değildir." (Karl Marx Kapital, Cilt: I.)

 

Marx ve Engels, kendi materyalizmlerini tanımlarlarken, genellikle, Feuerbach'tan materyalizmi doğrularına oturtarak yeniden kuran filozof olarak söz ederler. Ama bu, Marx ve Engels materyalizminin Feuerbach materyalizminin aynısı olduğu anlamına gelmez. Gerçekten de, Marx ve Engels, Feuerbach materyalizminin "asıl özünü" alarak onu materyalizmin bilimsel ve felsefi bir teorisi biçiminde geliştirmişler, ve onun idealist, dini-ahlâki kabuğunu kaldırıp atmışlardır. Biliyoruz ki, Feuerbach aslında bir materyalist olduğu halde, materyalizmin adına karşı çıkmıştır. Engels birkaç kez belirtmiştir ki, "Feuerbach, materyalist temeline karşın, geleneksel idealist zincirden kurtulmuş değildir; ve ondaki gerçek idealizm, din ve ahlâk felsefesine gelir gelmez açıkça kendini göstermektedir." (Ludwig Feuerbach ve Klâsik Alman Felsefesinin Sonu) Diyalektik Eski Yunan dilindeki, konuşmak, tartışmak anlamına gelen dialego sözcüğünden çıkmıştır. Eski zamanlarda diyalektik, muhaatabın savındaki çelişkileri ortaya koyup bu çelişkilerin üstesinden gelmek yoluyla gerçeğe ulaşma sanatı demekti. Eski zamanlarda, düşüncedeki çelişkileri ortaya çıkarmanın ve karşıt görüşlerin çatışmasının, gerçeğe ulaşmada en iyi yöntem olduğunu kabul eden filozoflar vardı. Düşüncenin bu diyalektik yöntemi, sonraları doğa olaylarını da kapsadı; doğadaki olayları sürekli bir hareket ve değişme içinde gören, doğadaki gelişmeleri, doğadaki çelişkilerin gelişmesi sonucu olarak, ve doğadaki karşıt güçlerin birbirlerini karşılıklı etkilemeleri sonucu kabul eden, doğanın diyalektik kavranması biçiminde gelişti. Diyalektik, özünde metafiziğin tam karşıtıdır.

 

II-Diyalektik Materyalist Yöntemin Temel ilkeleri

 

1) Her şeyin birbiri ile ilişkili ve bağlı olması ilkesi.

 

Diyalektik, metafiziğin tersine, doğaya, rastgele toplanmış, birbirleriyle ilişkisiz, birbirlerinden bağımsız, ayrı şeyler, ayrı olaylar gözüyle değil maddelerin ve olayların birbirleriyle organik olarak ilişkili bulunduğu, birbirlerine dayandığı ve birbirleriyle belirlendiği tam ve bağımlı bir bütün gözüyle bakar. Bu yüzden, diyalektik yönteme göre, mademki doğanın herhangi bir kesimindeki bir olay, çevresindeki koşullarla ilişkisiz, onlardan ayrı olarak düşünüldüğünde bizce anlamsız olacaktır, öyleyse, doğadaki hiçbir olay tek başına, çevresindeki olaylardan ayrı olarak kavranamaz; bunun tersi olarak da, çevresindeki olaylarla ayrılmaz bağlar içinde ve çevresindeki olaylarla koşullandırılmış olarak düşünülen her olayı kavramak ve açıklamak mümkündür.

 

[2] Her şeyin değişim içinde olması ilkesi

 

Diyalektik, metafiziğin tersine, doğanın, durgunluk ve hareketsizlik, durağanlık ve değişmezlik halinde olmadığını, hep birşeylerin doğduğu ve geliştiği, bazı şeylerin de parçalanıp öldüğü, sürekli bir hareket ve değişme, sürekli bir yenilenme ve gelişme halinde olduğunu kabul eder. Kısaca Bu yüzden, diyalektik yönteme göre, olaylar, yalnızca karşılıklı bağıntıları ve dayanışmaları açısından değil, ayrıca bu olayların hareketleri, değişmeleri, gelişmeleri, varoluşları ve varoluştan yokoluşa geçişleri açısından da düşünülmelidir.

 

Diyalektik yönteme göre, asıl önemli olan, o anda kalıcı gibi görünen, ama daha o andan başlayarak ölmeye yüztutmuş olan şey değil, o anda kalıcı gibi görünmese bile, doğan ve gelişmekte olan şeydir. Çünkü diyalektik yöntem, ancak, yeni doğan ve gelişmekte olan şeylerin yenilmez olduğunu kabul eder.

:

"Tüm doğa, en küçüğünden en büyüğüne dek, küçük bir kum tanesinden güneşe, canlı en ilkel hücreden insana dek, sürekli bir varoluş ve yokoluş, sürekli bir akış, sonsuz bir hareket ve değişme içindedir." (Doğanın Diyalektiği) Onun için, Engels'in söylediği gibi, diyalektik, "şeyleri ve onların zihindeki yansımalarını, temel olarak karşılıklı ilişkileri, birbiriyle bağıntıları, hareketleri, doğuş ve yokoluş koşulları içinde ele alır." (F.Engels- Doğanın Diyalektiği)

 

3)Nicel birikimlerin nitel değişimlere yol açması ilkesi

 

Diyalektik, metafiziğin tersine, gelişme sürecini, nicel değişmelerin nitel değişmelere yol açmadığı basit bir büyüme süreci gözüyle görmez; gelişmeyi, önemsiz ve belirsiz nicel değişmelerden, açık, temel nitel değişmelere geçilen, ve bu nitel değişmelerin, yavaş yavaş değil de, bir sıçrayış biçiminde, bir durumdan ötekine kesin ve hızlı olarak gerçekleştiği bir süreç olarak kabul eder. Buna göre, nitel değişmeler, rastgele değil, görünmeyen ve yavaş yavaş oluşan nicel değişmelerin, doğal sonuçları olarak ortaya çıkarlar.

 

Bu yüzden, diyalektik yönteme göre, gelişme süreci daireler çemberi üstünde dönen bir hareket ya da geçmişteki olayların basit birer yinelenmesi olarak anlaşılmamalı; sürekli ve ileri bir hareket, eski bir nitel durumdan yeni bir nitel duruma geçen, basitten karmaşığa, alçaktan yükseğe doğru bir gelişme olarak bilinmelidir.

 

"Doğa, diyalektiğin denektaşıdır. Denilebilir ki, modern doğa bilimleri bu doğrulama için son derecede zengin ve gün geçtikçe çoğalan materyaller sağlamış; ve böylece, doğa sürecinin, son çözümlemede metafizik değil, diyalektik olduğunu, sonsuz bir tekdüzelikle sürekli olarak daireler çemberi üstünde dönmeyip gerçek bir tarih çizgisinden geçtiğini tanıtlamıştır. Bu konuda hemen, bitki ve hayvanlardan insana dek, bugünün organik dünyasının tümünün bir gelişme sürecinin ürünü olduğunu ve milyonlarca yıldan bu yana gelişmekte olduğunu ortaya koyarak, doğanın metafizik kavranışına kesin bir vuruş indiren Darwin'den söz etmek gerekir." (F.Engels -Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm)

 

Diyalektik gelişme, nicel değişmelerden nitel değişmelere geçiş olarak tanımlanır.

 

"Fizikte... her değişme, cismin kendinde var olan ya da dışardan cisme verilmiş olan bir hareket biçiminin sonucu olarak, nicel değişmeyle nicelikten niteliğe geçiştir. Sözgelimi, suyun ısı derecesi önceleri, onun, sıvı durumuna etkili değildir. Ama sıvı durumundaki suyun ısı derecesi azalır ya da çoğalırsa, molekülleri arasındaki çekim bir an sonra değişecek ve durum değiştirerek buza ya da buhara dönüşecektir... Bir platin telin akkor duruma gelmesi için belli miktarda asgari bir elektrik akımı gereklidir. Her sıvının, elimizdeki olanaklarla ve gerekli olan ısı derecesiyle elde edebileceğimiz belli bir basınç altında, belli bir donma ve kaynama noktası vardır. Ve sonuç olarak, her gazın, uygun basınç ve soğutma koşullarında sıvı durumuna dönüşebileceği kritik bir noktası vardır. ... Fiziğin sabiteleri (değişmezleri, bir durumdan öteki bir duruma geçiş noktaları yani) dedi şey, birçok durumda, eldeki cismin durumundaki hareketin nicel (değişmesi) artışı ya da azalışı sonucu nitel değişmenin ortaya çıktığı ve bundan dolayı da niceliğin niteliğe dönüştüğü düğüm noktalarından başka bir şey değildir." (F.Engels- Doğanın Diyalektiği)

 

Engels, kimyaya geçerek, şöyle sürdürüyor:

 

"Kimya, nicel birleşimlerin değişmeleri etkisiyle oluşan cisimlerin nitel değişmelerinin bilimi olarak tanımlanabilir. Bu, Hegel'ce de bilinen bir gerçekti... Oksijeni ele alalım: molekülde iki atom yerine üç atom bulunursa, kokusu ve reaksiyonu adi oksijenden tamamen farklı bir cisim olan ozonu elde ederiz. Ve yine, oksijenin azot ve sülfürle, değişik oranlarda birleşmesi sonunda, merkezinde, bütün öteki cisimlerden nitelikçe ayrı cisimlerin ortaya çıkması, olayı da aynı kapsama girer. (F.Engels- Doğanın Diyalektiği)

 

Sonuç olarak, Engels; Hegel'de değerli olan ne varsa beğenmeyip reddeden, ama yine de onun, cansızlar dünyasından canlılar dünyasına, inorganik madde diyarından organik madde diyarına geçişi yeni bir sıçrama dönemi olarak açıklayan ünlü tezini gözaçıklıkla aşıran Dühring'i eleştirirken, şöyle diyor:

 

"Bu, tam anlamıyla hegelci ölçü bağıntılarının düğüm çizgisi üstündeki düğüm noktalarında yalnızca nicel artma ya da azalmanın ortaya koyduğu nitel sıçramadır. Sözgelimi, suyun ısıtılması ya da soğutulması durumunda -normal basınç altında- düğüm noktaları olan kaynama ve donma noktaları, yeni bir kümelenme durumuna geçiş sıçraması ve sonuç olarak da niceliğin niteliğe dönüşmesi durumudur." (F.Engels /Anti-Dühring)

 

4) Karşıtların birliği ve sürekli mücadelesi ilkesi

 

Diyalektik, metafiziğin tersine, doğadaki her şeyin ve her olayın yapısında iç çelişkilerin varlığını kabul eder. Çünkü hepsinin olumlu ve olumsuz yanları, bir geçmişi ve bir geleceği, ölen bir yanı ve gelişen bir yanı vardır. İşte bu karşıtlar arasındaki savaşım, yeniyle eski arasındaki, ölenle doğan arasındaki, yitip gidenle gelişen arasındaki savaşım, gelişme sürecinin iç kapsamını, yani nicel değişmelerin nitel değişmelere dönüşmesi biçiminde beliren iç kapsamını, oluşturur.

 

 

Bundan dolayı, diyalektik yönteme göre, alçaktan yükseğe doğru olan gelişme süreci, olayların uyumlu bir evrimi biçiminde olmayıp, maddelerin ve olayların özünde var olan çelişmelerin ortaya çıkmasına ve bu çelişmelerin temelindeki karşıt yönelişlerle işleyen "savaşım"a dayanır.

 

"En uygun anlamıyla, diyalektik, şeylerin asıl özündeki gelişmenin incelenmesidir"

"Gelişme, karşıtların savaşımıdır." (Lenin- Materyalizm ve Ampirio-Kritisizm)

Diyalektik materyalist yöntemin temel nitelikleri kısaca bunlardır.

 

Dünyada olaylar her şeyden ayrı ve tek başına değilse, bütün olaylar birbirlerine bağlı ve birbirlerini karşılıklı olarak koşullandırıyorlarsa, açıkça görülür ki, tarihteki bütün sosyal sistemler ve sosyal hareketler de, çoğu tarihçilerin sık sık başvurdukları gibi "sonsuz adalet" ya da başka birtakım önyargılar açısından değerlendirilemezler; ancak ve ancak, o sistemi ya da sosyal hareketi doğuran ve o sisteme ilişkin koşullar açısından değerlendirilebilirler.

 

Her şey koşullara, zamana ve yere bağlıdır.

 

Şurası açıktır ki, sosyal olaylara böyle tarihsel bir açıdan bakılmadıkça, tarih biliminin varlığı ve gelişmesi olanaksız olacaktır. Çünkü, ancak böyle bir görüş, tarih bilimini bir karmakarışıklık, bir rastlantılar ve saçmasapanlıklar yığını olmaktan kurtarabilir.

 

Devam edelim. Dünya sürekli bir hareket ve gelişme halindeyse, eskinin ölmesi ve yeninin büyümesi bir gelişme yasasıysa, açıktır ki, artık "değişmez" sosyal sistemlerin, özel mülkiyet ve sömürünün olanaksız bir şeydir.

Felsefi materyalizme gelince, bu da, temelde felsefi idealizmin tam karşıtıdır.

 

+++++

 

alttaki ileti yazının devamıdır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

FELSEFİ MATERYALİZMİN TEMEL NİTELİKLERİ

 

a)Dünyayı, bir "mutlak ide"nin, bir "evrensel ruh"un, "bilinç"in cisimleşmesi olarak gören idealizmin tersine, felsefi materyalizm, dünyayı haliyle maddi olarak kabul eder; dünyadaki bütün değişik olayları, hareket halindeki maddenin değişik biçimleri olarak görür; diyalektik yöntemin ortaya koyduğu gibi, olayların karşılıklı ilişkileri ve birbirine bağlılıkları, hareket eden maddenin gelişme yasasıdır; dünya, maddenin hareket yasalarına uygun olarak gelişir ve hiçbir "evrensel ruh"a tanrıya ve din buyruklarına gereksinimi yoktur.

 

"Materyalist dünya görüşü, doğanın, olduğu gibi, hiçbir şey katmaksızın kavranmasıdır." (F.Engels Ludwig Feuerbach'ın Tezi)

 

"Dünya bir tümdür; hiçbir insan tarafından yaratılmamıştır; o sistemli olarak parlayan ve sistemli olarak sönen, öncesiz ve sonsuz, canlı bir alev hallindeydi ve öyle olarak da kalacaktır" diyen eski filozof Heraklit'in materyalist görüşünden söz ederken Lenin, "diyalektik ve materyalizm ve ilkelerinin ve çok ve güzel ve bir ve anlatımıdır ve bu" diyor. (Felsefe Defterleri)

 

Gerçekte yalnız bilincimizin var olduğunu, maddi dünyanın, varlığın, doğanın, ancak bizim bilincimizde, duyularımızda, düşün ve algılarımızda bulunduğunu savunan idealizmin tersine, materyalist felsefe, maddeyi, doğayı, varlığı bilincimizin dışında ve ondan bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçek olarak kabul eder. Madde, bütün duyuların, düşünlerin ve bilincin kaynağı olduğu için, ilk veridir. Maddenin, varlığın bir yansıması olan bilinçse, ikinci veridir. Düşünce, gelişmesinde yüksek bir kusursuzluk düzeyine erişmiş olan bir maddenin, yani beynin ürünüdür. Beyin düşünme organıdır, ve bu yüzden, insanın düşünceyi maddeden ayırması büyük bir yanlışlık yapması demektir.

 

"Düşüncenin varlıkla, ruhun doğayla ilişkisi sorunu tüm felsefenin en önemli sorunudur. Filozofların bu soruya verdikleri yanıtlar, onları iki büyük kampa ayırmıştır. Ruhun doğaya göre öncelik taşıdığını ileri sürenler ... idealizm kampını oluştururlar. Doğaya öncelik tanıyan ötekilerse materyalizmin çeşitli ekollerini oluştururlar." (F.Engels -Ludwig Feuerbach ve Klâsik Alman Felsefesinin Sonu)

:

"Tek gerçek, bizim de içinde olduğumuz, duyusal olarak algılanabilen maddi dünyadır... Bilincimiz ve düşüncemiz, ne kadar duyuların üstünde görünürlerse de, maddi ve bedensel bir organın, yani beynin ürünüdürler. Madde ruhun ürünü değil, tersine, ruhun kendisi maddenin en yüksek ürününden başka bir şey değildir." (Aynı yapıt)

"Düşünceyi, düşünen maddeden ayırmak olanaksızdır. Bütün değişikliklerin öznesi maddedir." (Karl Marx- Kutsal Ai1e)

 

"Genellikle, materyalizm, nesnel gerçek varlığın (maddenin) bilinçten, duyulardan ve deneyimden bağımsız olduğunu kabul eder... Bilinç... varlığın bir yansımasından başka bir şey değildir, ve en fazla, varlığın yaklaşık olarak doğru (yeterli, tamı tamına) bir yansımasıdır."

 

"Madde, duyu organlarımıza etki yaparak duygular yaratan şeydir. Madde bize duyularla verilen nesnel bir gerçektir... Madde, doğa, varlık, fiziksel olan her şey ilk veridir; ruh, bilinç, duyular, ruhsal olan her şey ise ikinci veridir." (Aynı yapıt)

 

"Dünya tablosu, maddenin nasıl hareket ettiğini ve maddenin nasıl düşündüğünü gösteren bir tablodur." (Aynı yapıt) "Beyin düşünme organıdır." (Aynı yapıt)

 

c) Dünyanın ve onun yasalarının bilinebileceğini yadsıyan, bilgilerimizin değerine inanmayan, nesnel gerçeği kabul etmeyen ve dünyanın bilimle anlaşılamayacak "kendinde şeyler"le dolu olduğunu savunan idealizmin tersine, marksist felsefi materyalizm, dünyayı ve onun yasalarını tümüyle bilinebilir, deneyim ve pratikle doğrulanmış olan doğa yasaları üzerine bilgilerimizin nesnel gerçeğin tutarlılığını taşıyan geçerli bilgiler olduğunu kabul eder. Ve dünyada bilinmeyecek hiçbir şey yoktur, yalnızca henüz bilemediğimiz, ama bilim ve pratik yoluyla açıklanacak ve bilinir duruma sokulacak şeyler vardır.

Dünyanın bilinemiyeceğini ve kavranamıyacak "kendinde şeyler"in var olduğunu savunan Kant ve öteki idealistlerin görüşlerini eleştirip bilgimizin sağlam bilgi olduğunu ileri sürerek, materyalist tezi savunurken, Engels, şunları yazıyor:

 

"Bunu ve bütün öteki felsefi fantezileri en etkili biçimde çürüten şey, pratik, özellikle deneyim ve sanayi pratiğidir. Bir doğa sürecini kavrayışımızın doğruluğunu, o süreci kendimiz yaparak, onu kendi öz ortamında oluşturarak ve üstelik kendi amaçlarımız için kullanarak tanıtlayabiliyorsak, Kant'ın o kavranması olanaksız olan 'kendinde şey'ine bir son vermiş oluruz. Bitki ve hayvan organlarından elde edilen kimyasal maddeler, organik kimya, onları ardardına üretmeye başlayana dek, böyle 'kendinde şeyler' olarak kaldılar. Bundan sonradır ki, o 'kendinde şey' bizim için bir şey haline geldi. Sözgelimi, kökboyanın renkli maddesi aliçeri, şimdi artık, tarlalarda kökboya yetiştirmekle değil, çok daha ucuz ve kolaylıkla kömür katranından elde edilmektedir. Üç yüzyıl boyunca, Kopernik'in güneş sistemi bir hipotez olarak kaldı; doğruluğu üzerine bire karşı yüzbin, onbin bahse girişilebilecek bir hipotez olarak, ama yine de bir hipotez olarak. Ama ne zaman ki, Leverrier, bu sistem sayesinde elde edilen sayılara dayanarak bilinmeyen bir gezegenin varlığının gerekliliğini ortaya koydu ve üstelik bu gezegenin gökte mutlaka olması gereken durumunu hesapladı; ne zaman ki, Galile, gerçekten bu gezegeni buldu, Kopernik sistemi de tanıtlanmış oldu." (Ludwig Feuerbach ve Klâsik Alman Felsefesinin Sonu)

 

Felsefi materyalizmin karakteristik nitelikleri kısaca işte bunlardır.

 

Felsefi materyalizm ilkelerinin toplum yaşamını ve toplum tarihini inceleme alanlarına uzatılmasının ne kadar gerekli olduğu, bu ilkelerin toplum tarihine ve proletarya partisinin pratik faaliyetine uygulanmasının ne büyük önem taşıdığı kolayca anlaşılmaktadır.

 

Doğa olayları arasındaki karşılıklı ilişki, bağlılık doğanın gelişme yasalarıysa, bundan, sosyal yaşamdaki olaylar arasındaki karşılıklı ilişki ve bağlılığın da toplumun gelişme yasaları olduğu ve rastgele bir şey olmadığı sonucu çıkar ortaya.

 

Böylece, toplumsal yaşam ve toplum tarihi bir "rastlantılar" yığını olmaktan kurtulur; çünkü toplum tarihi, toplumun zorunlu bir gelişmesi haline ve toplumsal tarihin incelenmesi de bir bilim haline gelir.

 

Devam edelim. Dünya bilinebilirse, doğanın gelişme yasaları üzerine edindiğimiz bilgiler nesnel gerçeklerin geçerliliğini taşıyan sağlam bilgilerse, bundan, toplum yaşamının, toplumsal gelişmenin de bilinebileceği ve toplumsal gelişme yasaları üzerine edinilen bilimsel bilgilerin nesnel gerçek geçerliliği taşıyan sağlam bilgiler olduğu sonucu çıkar ortaya.

 

Bu yüzden, toplum tarihi bilimi, toplum yaşamındaki olayların tüm karmaşıklığına karşın, sözgelimi biyoloji kadar kesin bir bilim haline gelebilir, ve, toplumsal gelişme yasalarından pratik amaçlar için yararlanılabilir.

 

Devam edelim. Doğa, varlık, maddi dünya birinci veri, bilinç ve düşünce ikinci, türevsel veriyse; maddi dünya insan bilincinden bağımsız olarak var olan nesnel gerçeği temsil ediyorsa, ve bilinç, bu nesnel gerçeğin bir yansımasıysa, bundan aynı biçimde, toplumun maddi yaşamının ve varlığının önde geldiği, ruhsal yaşamınınsa ikinci, türevsel bir veri olduğu, ve, toplumun maddi yaşamının insan iradesinden bağımsız olarak var olan nesnel bir gerçek olduğu, toplumun ruhsal yaşamınınsa bu nesnel gerçeğin bu, varlığın bir yansıması olduğu sonucu çıkar ortaya.

 

Bu yüzden, toplumun ruhsal yaşamının oluşum kaynağını, sosyal düşünlerin, sosyal teorilerin, politik görüş ve politik kurumların doğuş kaynaklarını, bu düşünlerin, teorilerin, görüşlerin ve politik kurumların kendilerinde değil, bu düşünleri, teorileri, görüşleri vb. yansıtan toplumsal varlıkta, toplumun maddi yaşam koşullarında aramak gerekir.

 

Bu yüzden, toplum tarihinin değişik dönemlerinde değişik sosyal düşün, teori, görüş ve politik kurumlar görülebiliyorsa; köleci sistemde belli birtakım sosyal düşün, teori, görüş ve politik kurumlarla karşılaşmışken feodalizmde başkalarına, kapitalizmde daha başkalarına rastlıyorsak; bu düşünler, teoriler, politik görüş ve politik kurumlar, kendi "doğası" ve "özellikleri"yle değil, sosyal gelişmenin değişik dönemlerinde toplumun maddi yaşam koşullarının da değişik oluşuyla açıklanmalıdır.

 

Toplumun varlığı, toplumdaki yaşam koşulları nasılsa, o toplumun düşünleri, teorileri, politik görüş ve politik kurumları da öyledir.

"İnsanların varlığını belirleyen bilinçleri değil, tersine, bilinçlerini belirleyen sosyal varlıklarıdır." (Karl Marx/Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'ya Önsöz)

 

Ancak, sosyal düşünlerin, teorilerin, politik görüş ve politik kurumların toplum yaşamında hiç önemi olmadığı, sosyal varlığı, toplumun maddi yaşam koşullarının gelişmesini karşılıklı olarak etkilemediği sonucu çıkmaz. Biz buraya dek yalnızca, sosyal düşünlerin, teorilerin, politik görüş ve politik kurumların kaynaklarından, ortaya çıkışlarından söz ettik; bunların toplumun ruhsal yaşamının, onun maddi yaşam koşullarının bir yansıması olduğunu söyledik. Bu sosyal düşünlerin, teorilerin, politik görüş ve politik kurumların önemine, tarihteki rollerine gelince, tarihsel materyalizm onları asla yadsımaz; tersine, onların toplum yaşamı ve toplum tarihi üzerindeki rollerini ve önemlerini özellikle belirtir.

 

Değişik türde sosyal teoriler ve düşünler vardır. Günlerini doldurmuş olan ve toplumun cançekişen güçlerinin çıkarlarına hizmet eden eski düşünler ve teoriler vardır. Bunların önemi, toplumsal gelişme ve ilerlemeye zarar vermelerinden dolayıdır. Bir de, toplumun ilerici güçlerinin çıkarlarına hizmet eden, yeni ve ileri düşünler vardır. Bunlar, toplumun gelişmesine, ilerlemesine yardım ettikleri için önem taşırlar ve toplumun maddi yaşam koşullarındaki gelişmenin gereklerini ne kadar doğru yansıtırlarsa önemleri de o kadar büyüktür.

 

Yeni sosyal düşünler ve teoriler, ancak, toplumun maddi yaşamındaki gelişmenin toplumun önüne yeni görevler koymasıyla ortaya çıkarlar. Ama bir kez ortaya çıktıktan sonra da, toplumun maddi yaşamındaki gelişmenin ortaya koyduğu yeni görevlerin gerçekleştirilmesini kolaylaştıran, toplumun ilerlemesine yardım eden en büyük güç haline gelirler. İşte tam bu noktada, yeni düşünlerin, yeni teorilerin, yeni politik görüş ve politik kurumların örgütleyici, harekete geçirici, değiştirici tüm önemi apaçık kendini gösterir. Yeni sosyal düşünler ve teoriler, topluma tamamen gerekli oldukları için, ve, bunların örgütleyici, harekete geçirici ve değiştirici nitelikleri olmaksızın toplumun maddi yaşam koşullarındaki gelişmenin zorunlu amaçlarının başarılması olanaksız olacağı için, ortaya çıkarlar. Toplumun maddi yaşamındaki gelişmenin ortaya koyduğu görevler tarafından ortaya çıkarılan bu yeni sosyal düşünler ve teoriler kendilerine yol bularak yığınların malı olurlar, yığınları toplumun cançekişen güçlerine karşı harekete geçirerek örgütlerler, böylece de, toplumun maddi yaşamındaki gelişmeye zarar veren bu güçlerin yıkılmasını kolaylaştırırlar.

 

Bu yüzden, toplumun maddi yaşamının gelişmesiyle toplumsal varlığın göstermekte olduğu gelişmenin olgunlaşmış görevlerinin temeli üstünde fışkıran yeni sosyal düşünler, teoriler, politik görüş ve politik kurumlar, sonradan kendileri de toplumun maddi yaşamının olgunlaşmış görevlerini tümüyle sonuna dek yerine getirmek ve onun daha da gelişmesi olanağını sağlayacak gerekli koşulları yaratmak yoluyla, toplumsal varlığı ve toplumun maddi yaşamını etkilerler.

 

İşte, tarihsel materyalizmin, toplumsal varlıkla toplumsal bilinç arasındaki, toplumun maddi yaşamındaki gelişmeyle toplumun ruhsal yaşamının gelişmesi arasındaki ilişkiler sorununa getirdiği çözüm budur.

 

3. TARİHSEL MATERYALİZM

 

Şimdi, geriye şu soruya açıklığa kavuşturmak kalıyor: Tarihsel materyalizm açısından son çözümlemede, toplumun görünüşünü, düşünlerini, görüşlerini, politik kurumlarını vb. belirleyen "toplumun maddi yaşam koşulları"yla ne anlatılmak isteniyor? "Toplumun maddi yaşam koşulları" ne demektir, bunların ayırdedici nitelikleri nelerdir? Kuşkusuz bir şeydir ki, "toplumun maddi yaşam koşulları" kavramı, her şeyden önce, toplumun maddi yaşamının en vazgeçilmez ve değişmezlerinden biri olan, toplumsal gelişmeyi haliyle etkileyen coğrafi ortamı, toplumu çevreleyen doğayı kapsamaktadır. Peki, coğrafi ortamın toplumsal gelişmedeki rolü nedir? Coğrafi ortam, toplumun görünüşünü, insanların sosyal sisteminin niteliğini, bir sistemden ötekine geçişini belirleyen ana etken midir?

 

Tarihsel materyalizm bu soruya olumsuz karşılık verir.

 

Coğrafi ortam, hiç kuşkusuz, toplumun değişmez ve vazgeçilmez koşullarından biridir. Ve elbette ki, toplumun gelişmesini etkiler: bu gelişmeyi hızlandırır ya da yavaşlatır. Ama, mademki toplumdaki gelişme ve değişmeler coğrafi ortamdaki gelişmelerden karşılaştırılamıyacak kadar bir hızla ilerliyor, öyleyse, bu etki belirleyici bir etki değildir. Üç bin yıllık bir sürede, Avrupa'da birbiri ardısıra üç ayrı sistem gelmiştir: ilkel komünal sistem, kölecilik ve feodal sistem. Doğu Avrupa'da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği toprağı üzerinde ardarda dört ayrı sosyal sistem geçmiştir. Oysa, bu süre içinde Avrupa'daki coğrafi koşullar ya hiç değişmemiştir ya da coğrafyada kaydedilemiyecek kadar az değişiklik olmuştur. Bu anlaşılır bir şeydir. Coğrafi ortamda az çok önemli bir değişme olması için milyonlarca yılın geçmesi gerekli olduğu halde, insanların toplumsal sisteminde hatta çok önemli bir değişikliğin olabilmesi için birkaç yüzyıl ya da iki bin şu kadar yıl yeter.

 

Bundan da anlaşılıyor ki, coğrafi ortam sosyal gelişmenin ana nedeni, belirleyicisi olamaz. Çünkü onbinlerce yıllık bir süre içinde hemen hemen değişmeden kalan bir şey, birkaç yüzyılda köklü değişikliklere uğrayan bir şeyin gelişmesinde temel neden olamaz.

 

Kuşkusuz bir şeydir ki, "toplumun maddi yaşam koşulları" kavramı, nüfus artışını, şu ya da bu kadar olan nüfus yoğunluğunu da kapsar. Çünkü insan, toplumun maddi yaşam koşullarının zorunlu öğelerinden biridir. Belli bir insan sayısı tabanına erişilmedikçe toplumun herhangi bir maddi yaşamı olamaz. Öyleyse, nüfus artışı, insanoğlunun sosyal sisteminin niteliğini belirleyen temel bir güç müdür? Tarihsel materyalizm bu soruya da olumsuz karşılık verir.

 

Kuşkusuz, nüfus artışı toplumdaki gelişmeyi etkiler, bu gelişmeyi hızlandırır ya da yavaşlatır; ama toplumun gelişmesinde asıl güç olamaz ve toplumun gelişmesi üstüne olan etkisi belirleyici nitelikte bir etki değildir. çünkü, nüfus artışı tek başına bir sosyal sistemin yerini, neden başkasına değil de, tam şu biçimde bir sosyal sisteme bıraktığını, neden ilkel komünal sistemin ardından kesinlikle köleci sistemin, onun ardından feodal sistemin, onun ardından da burjuva sisteminin gelip bir başka sistemin gelmediğini açıklayabilecek ipuçları veremez.

 

Nüfus artışı toplumsal gelişmenin belirleyici gücü olsaydı, daha fazla bir nüfus yoğunluğu, zorunlu olarak, buna bağlı daha yüksek biçimde bir sosyal sistem doğururdu. Ama durumun böyle olmadığını görüyoruz. Çin'deki nüfus yoğunluğu Amerika Birleşik Devletleri'ndekinden dört kat daha fazladır. Sosyal gelişme sırasında Amerika Birleşik Devletleri Çin'den önde gelir. Çünkü Çin'de hâlâ yarı-feodal bir sistem hüküm sürmektedir. Oysa Amerika Birleşik Devletleri kapitalist gelişmenin en yüksek aşamasına erişeli çok oluyor. Belçika'daki nüfus yoğunluğu Amerika Birleşik Devleri'ndekinden 19, Ama yine de, Amerika Birleşik Devletleri sosyal gelişme sırasında Belçika'dan ilerdedir.

 

Bunlar gösteriyor ki, nüfus artışı, toplumsal gelişmenin temel gücünü, sosyal sistemin temel niteliğini ve toplumun görünüşünü belirleyen güç değildir, olamaz da.

 

a) Peki ama, toplumun maddi yaşam koşulları düzeni içinde, toplumun görünüşünü, sosyal sistemin niteliğini, toplumun bir sistemden ötekine gelişmesini belirleyen temel güç öyleyse nedir?

 

Tarihsel materyalizme göre, bu güç, insanın varoluşu için gerekli olan yaşama araçlarının elde ve ediliş ve biçimi; toplumun yaşayabilmesi ve gelişebilmesi için zorunlu olan yiyecek, elbise, ayakkabı, ev, yakacak, üretim aletleri vb. gibi maddi malların üretim biçimidir.

 

İnsanların yaşamak için yiyeceğe, giyeceğe, ayakkabıya, barınağa, yakacağa vb. sahip olmaları, bu maddi mallara sahip olmak için de onları üretmeleri gerekir; ve, bunları üretmek için insanların yiyecek, giyecek, ayakkabı, barınak, yakacak vb. üretebilecekleri üretim aletlerine sahip olmaları, bu aletleri üretebilmeleri, kullanabilmeleri gerekir.

 

Maddi değerlerin üretilmesinde kullanılan üretim aletleri, belirli bir üretim deneyimi ve iş becerisi sayesinde bu üretim aletlerini kullanan ve maddi değerler üretimini sürdüren insanlar, işte bütün bu öğeler hep birlikte toplumun üretim güçlerini oluştururlar. Ama üretim güçleri, üretimin yalnızca bir yanı, üretim biçiminin yalnızca bir yönü, yani insanla maddi değer üretiminde yararlanılan şeyler ve doğa güçleri arasındaki ilişkileri anlatan bir yönüdür. Üretimin, üretim biçiminin başka bir yanı da, üretim sürecinde insanın insanla olan ilişkileri, yani insanlar arasındaki üretim ilişkileridir. İnsanlar doğaya karşı olan savaşımlarını sürdürürlerken ve maddi değerlerin üretiminde doğadan yararlanırlarken birbirlerinden tecrit edilmiş ve birbirlerinden ayrı kişiler olarak değil, birlik halinde, grup halinde, topluluk halinde bulunurlar. Bundan dolayı, üretim, her zaman ve her koşul altında sosyal bir üretimdir. Maddi değerlerin üretiminde insanlar, üretim içinde şu ya da bu biçimde aralarında karşılıklı ilişkiler, şu ya da bu biçimde üretim ilişkileri kurarlar. Bu ilişkiler, sömürüden kurtulmuş özgür insanlar arasında işbirliği ve karşılıklı yardımlaşma biçiminde olabilir, egemenlik ve boyuneğme ilişkileri biçiminde olabilir ya da bir üretim ilişkisi biçiminden öteki üretim ilişkisi biçimine geçiş biçiminde olabilir. Ama, üretim ilişkilerinin niteliği ne olursa olsun, her zaman ve her sistemde, aynen toplumun üretim güçleri gibi, üretimin zorunlu öğelerinden biridir.

 

"Üretim içinde insanlar, yalnızca doğaya değil, birbirlerine de etki yaparlar. Ancak belli bir biçimde işbirliği ve faaliyetlerini mübadele ederek üretimde bulunurlar. Üretim yapabilmek için birbirleriyle belli bağıntılar kurarlar ve ilişkilere girerler, ve ancak, bu sosyal bağıntı ve ilişkiler içinde doğa üzerindeki eylemleri, yani üretim, gerçekleşir." (Karl Marx /Ücretli Emek ve Sermaye)

 

Sonuç olarak, üretim ve üretim biçimi, hem toplumun üretim güçlerini hem de insanların üretim ilişkilerini kapsar; bu yüzden de, bunların maddi değerler üretimi sürecindeki birliğinin bir anlatımıdır.

 

Üretimin ilk özelliği, bir noktada asla uzun bir süre kalmaması ve sürekli bir değişme ve gelişme halinde olmasıdır. Ayrıca, üretim biçimindeki değişmeler, kaçınılmaz olarak, sosyal sistemin tümünde, sosyal düşünlerde, politik görüş ve politik kurumlarda da bir değişmeyi gerektirir; üretim biçiminin değişmesi sosyal ve politik sistemin tümünün yeniden kurulmasını zorlar. Değişik gelişme derecelerinde, insanlar değişik üretim araçları kullanırlar, ya da daha kabaca söylersek, değişik yaşama biçimleri sürdürürler. İlkel komünde bir üretim biçimi, kölecilikte başka bir üretim biçimi, feodalizmde de daha başka bir üretim biçimi vardır vb.... Buna bağlı olarak, insanların sosyal sistemleri, ruhsal yaşamları, politik görüş ve politik kurumları da bu üretim biçimlerine göre değişikliğe uğrar.

 

Üretim biçimi nasılsa, toplumun kendisi, toplumdaki düşün ve teoriler, politik görüş ve politik kurumlar da esas olarak öyledirler. Ya da, sorunu daha kabaca koyarsak, insanın yaşama biçimi nasılsa, düşünme biçimi de öyledir.

Bu demektir ki, toplumun gelişme tarihi, her şeyden önce, üretimin gelişme tarihi, yüzyıllar boyunca birbirini izleyen üretim biçimleri tarihi, üretim güçlerindeki ve insanların üretim ilişkilerindeki gelişmenin tarihidir. Bu yüzden, sosyal gelişme tarihi, aynı zamanda, maddi değerleri üretenlerin, üretim süreci içinde temel güç olan ve toplumun varlığı için gerekli olan maddi değerlerin üretimini sürdüren emekçi yığınların tarihidir.

 

Bu yüzden, toplum tarihi yasalarının incelenmesinde, anahtar olarak, insanların aklını, toplumun görüş ve düşünlerini değil, herhangi bir tarih döneminde toplumun uyguladığı üretim biçimini, toplumun ekonomik yaşamını almamız gerekir.

 

Bu yüzden, tarih biliminin birinci görevi, üretimin yasalarını, üretim güçlerinin ve üretim ilişkilerinin gelişme yasalarını incelemek ve ortaya çıkarmaktır.

 

c) Üretimin ikinci özelliği de şudur: Üretimdeki değişme ve gelişmeler, daima, üretim güçlerinde ve her şeyden önce, üretim aletlerinde olan değişme ve gelişmelerle başlar. Bundan dolayı, üretim güçleri, üretimin en hareketli ve en devrimci öğesidir. İlkin toplumun üretim güçleri değişir ve gelişir; sonra da, bu gelişmelere bağlı ve uygun olmak üzere, insanlar arasındaki üretim ilişkileri, onların ekonomik ilişkileri değişikliğe uğrar. Ama bu, üretim ilişkilerinin, üretim güçlerinin gelişmesi üstünde etkili olmadığı, ve, üretim güçlerinin üretim ilişkilerine bağlı olmadığı anlamına gelmez. Gelişmeleri üretim güçlerinin gelişmesine bağlı bulunan üretim ilişkileri de, aynı biçimde, üretim güçlerinin gelişmesi üstünde etkili olur, bu gelişmeyi hızlandırır ya da yavaşlatır. Ayrıca, şunu da belirtelim ki, üretim ilişkileri, çok uzun süre üretim güçlerindeki gelişmenin gerisinde kalamaz ve bu gelişmeyle çatışma halinde bulunamaz; çünkü, üretim ilişkilerinin üretim güçlerinin niteliğine ve durumuna uygun düşmesiyle ve üretim güçlerinin gelişmesine eksiksiz bir ortam yaratmasıyladır ki, üretim güçleri ancak o zaman tam olarak gelişebilir. Bundan dolayı, üretim ilişkileri, üretim güçlerindeki gelişmenin ne kadar gerisinde kalırsa kalsın, eninde sonunda, üretim güçlerindeki gelişme düzeyine ve üretim güçlerinin niteliğine uygun duruma gelmek zorundadır; ve, gerçekte de böyle olur. Yoksa üretim güçleriyle üretim ilişkilerinin üretim sistemindeki birliği temelden bozulabilir, üretim tümüyle sarsıntıya uğrayabilir, Üretim krizi ve üretim güçlerinin yıkımı gibi bir durum çıkabilir ortaya.

 

Üretim araçları üzerindeki kapitalist özel mülkiyetin üretim sürecinin toplumsal niteliği ve üretim güçlerinin niteliğiyle apaçık bir çelişme halinde bulunduğu kapitalist ülkelerdeki ekonomik krizler, üretim ilişkileriyle üretim güçlerinin nitelikleri arasındaki uyuşmazlığın, üretim güçleriyle üretim ilişkileri arasındaki çatışmanın bir örneğidir. Üretim güçlerinin tahribi sonucunu veren ekonomik krizler, bu uyuşmazlığın sonucudur; ayrıca, bu uyuşmazlık, kurulu üretim ilişkilerini yıkmak ve üretim güçlerinin niteliğine uygun yeni ilişkiler kurmakla görevli sosyal devrimin ekonomik temelini oluşturur.

 

Üretim güçleri nasılsa, üretim ilişkileri de öyle olmak zorundadır.

 

Üretim güçlerinin durumu bir soruyu, insanların gereksinimleri olan maddi değerleri ne gibi üretim aletleriyle ürettikleri sorusunu yanıtlarken; üretim ilişkilerinin durumu da bir başka soruyu, üretim ve araçları (toprak, ormanlar, sular, maden kaynakları, hammaddeler, üretim aletleri, işletme binaları, ulaşım ve haberleşme araçları vb.) kimin elindedir, bu üretim araçları kimin denetimi altındadır, toplumun tümünün mü, yoksa bu araçları öteki bireyleri, grupları, sınıfları sömürmek için kullanan tek başına bireylerin, grupların ya da sınıfların mı sorusunu, yanıtlar.

 

İşte üretim güçlerinin en eski zamanlardan günümüze dek gelişmesinin şematik bir tablosu: Yontmataş aletlerden ok ve yaya geçiş, ve bununla birlikte, avcılık yaşamından hayvanların evcilleştirilmesine ve ilkel hayvancılığa geçiş, taş aletlerden maden aletlere (demir balta, demir uçlu geliştirilmiş saban vb.) geçiş; ve buna ilişkin olarak da bitki ekimine ve tarıma geçiş; madenlerin işlenmesine yarayan madeni aletlerin daha da gelişmesi, demirci körüğünün, çömlekçiliğin icadı ve bunlara bağlı olarak el zanaatlarının gelişmesi, el zanaatlarının tarımdan ayrılması, bağımsız el zanaatlarının ve sonra manüfaktürün gelişmesi, el zanaatı aletlerinden makineye geçiş, el zanaatı ve manüfaktürün makineleşmiş sanayiye dönüşmesi, makine sistemine geçiş ve modern makineleşmiş büyük sanayinin doğuşu — işte, insanlık tarihi boyunca toplumun üretim güçlerindeki gelişmenin, tam değilse bile, genel çizgisi böyledir. Açıkça anlaşılıyor ki, üretim aletlerindeki gelişme ve ilerlemeler üretimle ilişkili olan insanlar tarafından meydana getirilmiş, insanlardan bağımsız kalmamışlardır. Bunun sonucu, üretim aletlerinin değişmesiyle birlikte, üretim güçlerinin esas öğesi olan insanlar da değişmiş ve gelişmişlerdir, insanların üretim deneyimleri, çalışma alışkanlıkları, üretim aletlerini kullanma yetenekleri değişmiş ve gelişmiştir.

 

 

KAYNAKLAR :

 

1-Doğanın diyalektiği-Friedrich ENGELS

2-Anti-Dühring –Friedrich ENGELS

3-Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm-Friedrich ENGELS

4-Ludwig FeuerbaCh ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu-Friedrich ENGELS

5-Kapital-Karl MARX

6- Ücretli Emek ve Sermaye- Karl MARX

7- Kutsal Aile- Karl MARX

8-Felsefe Defterleri-V.İ.LENİN

9-Materyalizm ve Ampriokritsizm- V.İ.LENİN

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 1 ay sonra...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.