Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 2 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 2 Ağustos , 2009 Gelelim, Abdulhamit’in yasak koyması meselesine. Ben, bu konuyu bilmediğimi belirttim. Abdülhamit’in yasakladığı ezan metni veya yasağa dair bir metin varsa görmeyi temenni ediyorum. Neyi, ne şekilde yasaklamış açıkçası merak ettim… Sayın Bekir, Abdülhamit'in yasakladığı bir metin ben de bulamadım. Yani tam tersine desteklemiş gibi görünüyor. Türkçe ibadet konusunun işlendiği bir siteden Abdülhamit ile ilgili kısmı buraya alıntılıyorum : '' Bizde Ezanın Türkçeleştirilme çabaları, ilk olarak yeni Osmanlılardan Ali Suavi’de görülür. 1867′lerin batılılaşma akımı öncülerinden olan Suavi, türklere batı kültürünü tanıtmayı amaçlıyordu. Hatta İslam fıkhını bile batıcı gözle eleştirmişti. Teokratik yönetime karşı özgürlüğü savunmak uğrunda can veren bu büyük adam, her zaman ”Osmanlıcaya” karşı ”Türkçeci” olmuş bunu ibadette de yansıtmak istemiştir. II.Abdülhamit tarafından Galatasaray Mektebi Sultanisi Müdürlüğüne getirilen Ali Suavi, daha o zamanlar Ayasofya ve Beyazıt camiilerinin kürsülerinden, halkla, halk dilinde ve halkı uyandıracak hutbeler yapmıştır. Suavi, sürekli olarak Türk dilinin özgürlüğünü savunurdur. Hatta yayımlamakta olduğu, ”Ulum” gazetesinde, Müslümanlara göre en mükemmel dil sayılan Arapçayı eleştirmişti. Kuran lehçesinin karışıklığına da değinmişti. Dil davasında kesinlikle hutbelerle namaz surelerinin Türkçeleştirilebileceği ve Türkçe namaz kılınabileceği fikrini savunuyordu. Hatta İmamı Azam Ebu Hanife’nin her milletin Kuran’ı kendi diline çevirebileceğine dair fetvası olduğunu bildirmişti. Yani Suavi’ye göre, ”hutbede Türkçe kullanılması zaruret, namazda Türkçe de cevazdı”. Ali Suavi’nin bu görüşleri II nci Meşrutiyetle ortaya çıkan ”Türkçülük” akımıyla da desteklendi. Devrin yazarları Türkçe’nin özleştirilmesinin gerekliliği ve önemini ortaya çıkarmaya çalışıyorlardı. Bu ara Ziya Gökalp, ”Vatan” adlı şiiriyle halkın camiilerde okunan ezanı anlayamadığını belirtti. Bir başka deyimle, ibadetin milli dille yapılmasına olan özlem ve gerği de dile getirdi: ”Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur.. Köylü anlar manasını namazdaki duanın… Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kuran okunur, Küçük büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın… Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın.” '' Yazının tamamı şu adreste : -http://www.turkceibadet.net/?page_id=321- Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 2 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 2 Ağustos , 2009 Türbelerin kapatılmasıyla ilgili bazı tespitleri olmuş, İsmet Paşa tarafından uyarılmış 8-10 yıl sonra ben sana hepsini veririm diyerek susturulmuş bir zat vardır...Türbelerin dahi “tamamının” kapatılması hadisesinden bahsetmek istemiştim... Bu olay, '' Şu Beyaz Türkler '' başlığındaki '' İnönü Despotizmi '' iddianızla bağdaşıyor mu, şimdi ? 2 Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Bu olay, '' Şu Beyaz Türkler '' başlığındaki '' İnönü Despotizmi '' iddianızla bağdaşıyor mu, şimdi ? Hem de nasıl bağdaşıyor bir bilseniz...O başlıkta Atatürk tarafından İnönü'nün frenlendiğini söylemiştim. Bu da Atatürk'ün hükümet üzerindeki gücünü gösteren bir metin. Yine aynı zamanda İnönü'nün, Atatürk'ü kızdırmamak için kendi bakanını nasıl durdurduğuna dair manidar bir metin. Yine aynı zamanda İnönü'nün daha sonra verdiği bu sözü tutmadığını bildiğimize göre doğruyu söylemekte cimri davrandığına dair bir metin... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Burada bir sorun yok. Her ülke kendine has laiklik anlayışını uyguluyormuş. Bizde ki baskıcı olan kısmı. Nev’i şahsına münhasır laiklik... Laf oyunu yapmayın lütfen. Laiklik, kendi dinsel dogmalarını ve uygulamalarını genel-geçer kılmak isteyen herkes için kesinlikle "Baskıcı"dır. Eğer geçmişi ve halkı Hıristiyan olan bir ülke olsaydık, Laik uygulamalar Hıristiyanlık çerçevesinde biçimlenecekti ve o zaman da yine Laikliğin, Hıristiyanlığa karşı baskıcı olduğunu savlayacaktınız. Yahudi olasydık; yine aynı sonuçla karşılaşacaktık. Sonuçta Laiklik, her türlü dinsel yaptırımın kişinin iradesi dışında uygulanmasını engellemeye, din ve vicdan özgürlüğünü sağlamaya yöneliktir. İster İslam misyoneri olsun ister Hıristiyan; her türlü dini teşekküller elbette ki bundan doğal olarak rahatsız olacaktır. Kısaca "Baskıcı olan laiklik" ya da "Baskıcı olmayan laiklik" diye birşey yoktur. Laik ilke, dini kurallar karşısında elbette ki yaptırımcı ve kararlıdır. Alıntı
Φ deniz_kizi Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Yazar Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Laf oyunu yapmayın lütfen. Laiklik, kendi dinsel dogmalarını ve uygulamalarını genel-geçer kılmak isteyen herkes için kesinlikle "Baskıcı"dır. Eğer geçmişi ve halkı Hıristiyan olan bir ülke olsaydık, Laik uygulamalar Hıristiyanlık çerçevesinde biçimlenecekti ve o zaman da yine Laikliğin, Hıristiyanlığa karşı baskıcı olduğunu savlayacaktınız. Yahudi olasydık; yine aynı sonuçla karşılaşacaktık. Sonuçta Laiklik, her türlü dinsel yaptırımın kişinin iradesi dışında uygulanmasını engellemeye, din ve vicdan özgürlüğünü sağlamaya yöneliktir. İster İslam misyoneri olsun ister Hıristiyan; her türlü dini teşekküller elbette ki bundan doğal olarak rahatsız olacaktır. Kısaca "Baskıcı olan laiklik" ya da "Baskıcı olmayan laiklik" diye birşey yoktur. Laik ilke, dini kurallar karşısında elbette ki yaptırımcı ve kararlıdır. Kesinlikle haklısın tengeriin. Laiklik özellikle islam misyonerleri için çok rahatsız edici durumda, bu yüzdendir ki laikliğin anlamı çarpıtılmaya çalışılmakta ve laiklik istenmemektedir. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Kesinlikle haklısın tengeriin.Laiklik özellikle islam misyonerleri için çok rahatsız edici durumda, bu yüzdendir ki laikliğin anlamı çarpıtılmaya çalışılmakta ve laiklik istenmemektedir. Hep bu örneği veririm ama insanların aklında yer etsin istiyorum: Ahmet Taner Kışlalı, Atatürk'ü sevmeyenler için der ki; "Bir İslamcı/Şeriatçı Atatürk'ü sevmemekte haklıdır. Çünkü Atatürk, o kimsenin istediği ve hayalini kurduğu düzeni yıkmış, yerine laik bir devlet kurmuştur." Şimdi bu noktadan bakınca bir kimsenin Laikliği baskıcı bulması, Özellikle herhangi bir dinin tasavvurlar ve emirlerini "Yaşamsal ve Toplumsal Hükümler" olarak, Ya da "Dünya Düzeni" olarak algılayan birisi için Laiklik Elbette ki "Baskıcı" olarak algılanacaktır. Aynen Tayyip Erdoğan'ın "Demokrasi"yi "Araç" olarak benimsemesi ve dile getirmesi gibi... İslamcı/Şeriatçı kesime göre demorasi elbette ki "Araç"tır, Çünkü amaçlarına ulaşmadaki en yumuşak karın ve en kullanılabilir şey Demokrasidir... Doğal olarak aynı kesim elbette ki Laikliği "Baskıcı", "Devrimciliği" ise "Soysuzlaşma / Kendine Yabancılaşma", "Ulusalcılığı" da "Irkçılık" olarak lanse edecektir... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Hep bu örneği veririm ama insanların aklında yer etsin istiyorum: Ahmet Taner Kışlalı, Atatürk'ü sevmeyenler için der ki; "Bir İslamcı/Şeriatçı Atatürk'ü sevmemekte haklıdır. Çünkü Atatürk, o kimsenin istediği ve hayalini kurduğu düzeni yıkmış, yerine laik bir devlet kurmuştur." Şimdi bu noktadan bakınca bir kimsenin Laikliği baskıcı bulması, Özellikle herhangi bir dinin tasavvurlar ve emirlerini "Yaşamsal ve Toplumsal Hükümler" olarak, Ya da "Dünya Düzeni" olarak algılayan birisi için Laiklik Elbette ki "Baskıcı" olarak algılanacaktır. Aynen Tayyip Erdoğan'ın "Demokrasi"yi "Araç" olarak benimsemesi ve dile getirmesi gibi... İslamcı/Şeriatçı kesime göre demorasi elbette ki "Araç"tır, Çünkü amaçlarına ulaşmadaki en yumuşak karın ve en kullanılabilir şey Demokrasidir... Doğal olarak aynı kesim elbette ki Laikliği "Baskıcı", "Devrimciliği" ise "Soysuzlaşma / Kendine Yabancılaşma", "Ulusalcılığı" da "Irkçılık" olarak lanse edecektir... Protestan batı ile katolik batı arasında laiklik uygulamalarında farklar varmış. Fransadaki laiklik biraz daha sertmiş. Mesela Fransa'daki devlet okullarınının üniversite olmayan kısımlarında başörtüsü yasakken üniversitede dahi başörtüsü serbest olabiliyormuş... Her ülkenin kendi şartları doğrultusunda laikliğin şekil alması gerektiğine dair CHP'nin iddiası varmış ve Anayasa Mahkemesinin de bu konuda kararı varmış. Ha: demokrasi benim için de bir araçtır demiştim. Tüm yönetimler bir araçtır bu arada; Laik ilke, dini kurallar karşısında elbette ki yaptırımcı ve kararlıdır. Dini kurallar karşısında yaptırım...Yok daha neler. Dini kurallardan arındırılmış bir devlet deseniz amenna. O da protestan laikliğe (buna seküler devlet diyelim) varır kanaatimce ya ayrı hikaye...Bu arada laikliğin baskıcı versiyonu dolayımında İslam rahat bırakılmamış Diyanet kurulmuştur dersem ne sonuç çıkar ortaya... Türkiye'de laiklik oyunu oynanmaktadır dersem hele daha da süper olmaz mı? Hem laik olacaksınız, hem şapkayı şart koyacaksanız, hem laik olacaksınız, hem diyaneti kuracaksınız, hem laik olacaksınız hem imamlara maaş ödeyeceksiniz, hem laik olacaksınız hem ilahiyat fakültelerini kuracaksınız, hem laik olacaksınız, hem de üniversite de başörtüsünü yasaklayacaksınız, hem laik olacaksınız hem sakallı olacaksınız...Sakalla takılmayın, orası şakadır... Baskıya değinmedim değil mi? Ehemmiyeti yok. Siz, Atatürk'e karşı olmakla ilgili Ahmet Taner Kışlalı'nın bir cümlesini aktarmışsınız ya... Demokrasi için ben de şunu söyleyeyim bari. İnsanın, kendini ifade edebilmesi ve kendi olarak kalabilmesi için en ideal (ütopik) sistem demokrasidir. Ve Tayyip Erdoğan'ın ifade ettiği o söz dolayımında rahatsızlık çekenler aslında demokrasiyi içlerine hiç sindirememektedirler zira demokrasiyi ancak kendileri için isteyenlere batmaktadır bu demokratik sistem desem... O da laf oyunu değil...Laiklik oyununu ortaya koyan bir cümle kabilindendir...İslama inanan birinin demokratik olamayacağı gibi bir mantıkla insanlara yaklaştığınızda daha çok yanlışa düşersiniz. vesselam... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Protestan batı ile katolik batı arasında laiklik uygulamalarında farklar varmış. Fransadaki laiklik biraz daha sertmiş. Mesela Fransa'daki devlet okullarınının üniversite olmayan kısımlarında başörtüsü yasakken üniversitede dahi başörtüsü serbest olabiliyormuş... Her ülkenin kendi şartları doğrultusunda laikliğin şekil alması gerektiğine dair CHP'nin iddiası varmış ve Anayasa Mahkemesinin de bu konuda kararı varmış. Ha: demokrasi benim için de bir araçtır demiştim. Tüm yönetimler bir araçtır bu arada; Her yönetim ne için araçtır söyler misin? Demokrasi bir yönetim şekli değildir ki? Laiklik de bir yönetim şekli değildir, ne alaka? Bunlar; ilkelerdir, prensiplerdir. Dini kurallar karşısında yaptırım...Yok daha neler. Dini kurallardan arındırılmış bir devlet deseniz amenna. O da protestan laikliğe (buna seküler devlet diyelim) varır kanaatimce ya ayrı hikaye...Bu arada laikliğin baskıcı versiyonu dolayımında İslam rahat bırakılmamış Diyanet kurulmuştur dersem ne sonuç çıkar ortaya... Türkiye'de laiklik oyunu oynanmaktadır dersem hele daha da süper olmaz mı? Hem laik olacaksınız, hem şapkayı şart koyacaksanız, hem laik olacaksınız, hem diyaneti kuracaksınız, hem laik olacaksınız hem imamlara maaş ödeyeceksiniz, hem laik olacaksınız hem ilahiyat fakültelerini kuracaksınız, hem laik olacaksınız, hem de üniversite de başörtüsünü yasaklayacaksınız, hem laik olacaksınız hem sakallı olacaksınız...Sakalla takılmayın, orası şakadır... Baskıya değinmedim değil mi? Ehemmiyeti yok. Siz, Atatürk'e karşı olmakla ilgili Ahmet Taner Kışlalı'nın bir cümlesini aktarmışsınız ya... Laf oyunu yapmayın, ne dediğiniz anlaşılmıyor; açık ve net bir biçimde yazın ifadelerinizi... Değilse ben bu yazınıza bir yanıt vereceğim ama bu sefer "Yok ben öyle demek istemedim" diye yaygara yapacaksınız. O yüzden çok açık ve net, sade ve anlaşılır yazın lütfen... Demokrasi için ben de şunu söyleyeyim bari. İnsanın, kendini ifade edebilmesi ve kendi olarak kalabilmesi için en ideal (ütopik) sistem demokrasidir. Ve Tayyip Erdoğan'ın ifade ettiği o söz dolayımında rahatsızlık çekenler aslında demokrasiyi içlerine hiç sindirememektedirler zira demokrasiyi ancak kendileri için isteyenlere batmaktadır bu demokratik sistem desem... O da laf oyunu değil...Laiklik oyununu ortaya koyan bir cümle kabilindendir...İslama inanan birinin demokratik olamayacağı gibi bir mantıkla insanlara yaklaştığınızda daha çok yanlışa düşersiniz. vesselam... Tayyip Erdoğan'ın, "Demokrasi İlmi açıdan da bir araçtır" dediği günleri de biliyoruz. Şimdi bana gelip de, İlmi (bunun bizim bildiğimiz 'Bilim' olmadığı, heralde ki 'Leddün İlmi' olduğu bellidir) olarak demokrasinin bir araç olduğunu söyleyebilen birisini örnek göstermeyin. Demokrasi, bir araç ya da amaç olarak tanımlanamaz net bir biçimde. Yani sizin, ona nereden baktığınız ile ilgilidir bu. Eğer Şeriatçıysanız, demokrasiyi elbette bir araç olarak kullanıp, bir süre takıyye yapıp, kendi dininizin ilkelerini yerleştireceksinizdir, erleştirmeye çalışacaksınızdır. Eğer Demokratsanız, şeriatçı da olsa tüm fikirlere saygı duyacak ve herkesin kendisini temsil hakkını tanıyacaksınızdır; demokrasi korunduğu ve demokrasiyi koruyacak kendi koruyucu unsurlarının varlığı olduğu sürece kaygı yaşamayacaksınızdır ve demokrasi sizin için bir amaç olarak kalacaktır. Eğer Devrimciyseniz, Demokrasiyi araç olarak görüp sonunda onu sonlandırabilecek Şeriatçı akımların varlığını o kadar da kolay sindiremeyeceksinizdir, bir kaygı içerisinde olacaksınızdır kaçınılmaz olarak. Eğer Laik bir bakışınız da varsa, devlet sisteminde Şeriatçı akımların yer almasını elbette ki hoş karşılamayacaksınızdır; çünkü dinsel yönetim biçiminin laiklik ile kesinlile örtüşemeyeceğinin farkındasınızdır. Madem ki Tayyip Erdoğan'ı örnek verdiniz; Türkiye Cumhuriyeti tarihinin bu en zeki!, en bilgili!, en bilimsel! ve hatta adeta zekası paçalarından akan başbakanının şu söylemini hatırlayalım: "Hem Müslüman hem Laik olunamaz. Ya Müslümansınızdır ya da laik. İkisi bir arada olmaz; ters mıknatıslanma yapar!" "Ters Mıknatıslanma"ymış... Şükür ki Kuantun'dan girip Genel Görelilik'ten çıkması bu tür tanımları yaparken Ünlü Düşünür! ve Feylesof! Tayyip Erdoğan... Bir müslüman açısından sorgulamıyorum ama dinsel dogmaları, toplumsal sistem olarak algılayan hiç kimse Laik ya da Demokrat olamaz... Hele hele devrimci hiç olamaz... Yüzlerce yıllık bilgilere takılıp kalır... 1 Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Hem ne dediğimi algılamıyor/anlamıyor hem de cevap vermek gibi bir zulme kalkışıyorsunuz... Bu açıkçası çok nahoş bir tavırdır. Tayyip Erdoğan'dan örnek vermedim, onu siz konuya dahlettiniz... Orada demokrasi için ben de şunu söyleyim bari dediğim yerde demokrasinin ne için araç olduğu açık. Konunun baş kısımlarını okumayıp, bir cümleyle iktifa edip, ardından bir cümle paralelinde bana cevap vermeye kalkarsanız; protestan/katolik laik; seküler ülke, laik ülke, CHP'nin iddiaları, Anayasa Mahkemesinin kararı tabiki sizin için anlamsız gelir. Ben de herkes için tekrar tekrar başından itibaren yazdığım şeyleri tek tek açıklamak zorunda değilim. Yazdığım şeylerde zaten fazlasıyla açık. Siz, anlamadığınız yeri söyleyin diyeceğim; şimdi hepsini anlamadığınız ortaya çıkacak. Laik bakış, laikçi bakış...Kişi laik olmaz devlet olur diye de bir söz vardı bir aralar. Neyse şimdi buna da bir anlam verilemeyecek. Laikçi bakış dendi ya o cihetten o sözü hatırladım. Vesselam demiştim ama tekrar yazdım. Olmuyor böyle bekir... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Hem ne dediğimi algılamıyor/anlamıyor hem de cevap vermek gibi bir zulme kalkışıyorsunuz... Bu açıkçası çok nahoş bir tavırdır. Tayyip Erdoğan'dan örnek vermedim, onu siz konuya dahlettiniz... Orada demokrasi için ben de şunu söyleyim bari dediğim yerde demokrasinin ne için araç olduğu açık. Konunun baş kısımlarını okumayıp, bir cümleyle iktifa edip, ardından bir cümle paralelinde bana cevap vermeye kalkarsanız; protestan/katolik laik; seküler ülke, laik ülke, CHP'nin iddiaları, Anayasa Mahkemesinin kararı tabiki sizin için anlamsız gelir. Ben de herkes için tekrar tekrar başından itibaren yazdığım şeyleri tek tek açıklamak zorunda değilim. Yazdığım şeylerde zaten fazlasıyla açık. Siz, anlamadığınız yeri söyleyin diyeceğim; şimdi hepsini anlamadığınız ortaya çıkacak. Laik bakış, laikçi bakış...Kişi laik olmaz devlet olur diye de bir söz vardı bir aralar. Neyse şimdi buna da bir anlam verilemeyecek. Laikçi bakış dendi ya o cihetten o sözü hatırladım. Vesselam demiştim ama tekrar yazdım. Olmuyor böyle bekir... tabi tabi... Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 3 Ağustos , 2009 Hem de nasıl bağdaşıyor bir bilseniz...O başlıkta Atatürk tarafından İnönü'nün frenlendiğini söylemiştim. Bu da Atatürk'ün hükümet üzerindeki gücünü gösteren bir metin. Yine aynı zamanda İnönü'nün, Atatürk'ü kızdırmamak için kendi bakanını nasıl durdurduğuna dair manidar bir metin. Yine aynı zamanda İnönü'nün daha sonra verdiği bu sözü tutmadığını bildiğimize göre doğruyu söylemekte cimri davrandığına dair bir metin... Hayır burada asıl despotun Atatürk olduğunu ifade etmiş olmuyor musunuz ? Atatürk, İnönü'yü frenlemiş, İnönü kendi bakanını frenlemiş. Belki de frenleme tabirini kullanmak yanlış. Hiyerarşi diye birşey de var değil mi bu dünyada. Fikirler de zamanla değişebilir bunu da tuhaf karşılamamak gerekir. Hem bakan hem de İnönü için söylüyorum. Ama galiba bazılarına statükocu yaftasını vurmak duruma ve bulunulan tarafa göre değişebiliyor. Öte yandan, türbeleri kapatmanın dine müdahale olduğu düşüncesinin yanlış olduğunu siz de biliyorsunuz. Ya da şöyle söyleyelim; '' doğru bu dine müdahaledir ama Şamanizm dinine '' dersek daha doğru olur. 1 Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2009 Hayır burada asıl despotun Atatürk olduğunu ifade etmiş olmuyor musunuz ? Atatürk, İnönü'yü frenlemiş, İnönü kendi bakanını frenlemiş. Belki de frenleme tabirini kullanmak yanlış. Hiyerarşi diye birşey de var değil mi bu dünyada. Fikirler de zamanla değişebilir bunu da tuhaf karşılamamak gerekir. Hem bakan hem de İnönü için söylüyorum. Ama galiba bazılarına statükocu yaftasını vurmak duruma ve bulunulan tarafa göre değişebiliyor. Öte yandan, türbeleri kapatmanın dine müdahale olduğu düşüncesinin yanlış olduğunu siz de biliyorsunuz. Ya da şöyle söyleyelim; '' doğru bu dine müdahaledir ama Şamanizm dinine '' dersek daha doğru olur. Hayır öyle bir ifade ediş yok. Hiyerarşi astlık-üstlük ilişkisinin hüküm sürdüğü alanlarda geçerlidir. Eğer hem Atatürk hem de İnönü asker olsaydı veya memuriyet işgal ediyor olsalardı hiyerarşi olarak adlandırabilirdik. Siyaset arenasında hiyerarşi yoktur. Mesela Başbakan, bakanların hiyerarşik amiri değildir yine Cumhurreisi, Başbakanın hiyerarşik üstü değildir. Hepsinin farklı farklı görev alanları vardır. Tabii burada makamın verdiği güç ve makama halkın verdiği güç de önem arzeder. Atatürk, hem bulunduğu makam hem de kendisine duyulan sevgi mesabesinde İnönü'ye, İnönü'nün başbakanlığı döneminde kendi arzularını uygulatmıştır. İnönü'nün statükücoluğunu taraflara göre değerlendirmek ; gerek liberaller, gerekse muhafazakarlar İnönü'nün statükoculuğu noktasında hemfikirdir dersem fazla iddialı olur değil mi? İnönü'nün statükocu olmadığını söyleyen insan sayısı muhtemelen ulusalcıların sayısıyla örtüşüyor dersem de komiklik yapmış olurum...Komikliği severim...Bazılarının statükocu olmadığını ispat etmeye çalışmak da bulunulan tarafa göre değişiyor olabilir... En son paragraf; türbeleri kapatma düşüncesinin dine müdahale olduğu düşüncesine gelirsek; bir şeyin ilk aslı başka birşey olabilir. Zaman içerisinde değişerek başka bir konuma gelebilir. Türbe islamdan iz taşıyan bir yapı haline gelmiştir. Ancak türbe faslına bahsini ettiğim yazı paralelinde yarın değinsem olur sanırım…Umarım inşaallah… Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 4 Ağustos , 2009 Hayır öyle bir ifade ediş yok. Hiyerarşi astlık-üstlük ilişkisinin hüküm sürdüğü alanlarda geçerlidir. Eğer hem Atatürk hem de İnönü asker olsaydı veya memuriyet işgal ediyor olsalardı hiyerarşi olarak adlandırabilirdik. Siyaset arenasında hiyerarşi yoktur. Mesela Başbakan, bakanların hiyerarşik amiri değildir yine Cumhurreisi, Başbakanın hiyerarşik üstü değildir. Hepsinin farklı farklı görev alanları vardır. Tabii burada makamın verdiği güç ve makama halkın verdiği güç de önem arzeder. Atatürk, hem bulunduğu makam hem de kendisine duyulan sevgi mesabesinde İnönü'ye, İnönü'nün başbakanlığı döneminde kendi arzularını uygulatmıştır. Ama Genel Kurmay başkanı Başbakandan emir almalıdır değil mi? . Diğer başlıkta da bununla ilgili somut bir örnek verememeniz bir yana Tek parti döneminde hiyerarşi yoksa o zaman despotizmin de olmadığını da bu şekilde kendi ağzınızla söylemiş oluyorsunuz. İnönü'nün statükücoluğunu taraflara göre değerlendirmek ; gerek liberaller, gerekse muhafazakarlar İnönü'nün statükoculuğu noktasında hemfikirdir dersem fazla iddialı olur değil mi? İnönü'nün statükocu olmadığını söyleyen insan sayısı muhtemelen ulusalcıların sayısıyla örtüşüyor dersem de komiklik yapmış olurum...Komikliği severim...Bazılarının statükocu olmadığını ispat etmeye çalışmak da bulunulan tarafa göre değişiyor olabilir... Statükoculuk tanımlaması da hangi dönemde hangi, durumda ve hangi pencereden baktığınızla ilgilidir. Mesela, İnönü’nün Feodal düzeni yıkmak istemesini, fevkalade anti-statükocu ve ilerici bir tavır olarak görenler vardır. Buna karşılık, 70’lerde, onun anlayışını statükocu bulan Ecevit ne liberal ne de muhafazakardı değil mi ? Bu durumda Ulusalcıları Ergenekon’la eşitlemeye çalışan anlayışa sığınarak komiklik denemesi de fiyaskoyla sonuçlanmış olmaz mı ? En son paragraf; türbeleri kapatma düşüncesinin dine müdahale olduğu düşüncesine gelirsek; bir şeyin ilk aslı başka birşey olabilir. Zaman içerisinde değişerek başka bir konuma gelebilir. Türbe islamdan iz taşıyan bir yapı haline gelmiştir. Ancak türbe faslına bahsini ettiğim yazı paralelinde yarın değinsem olur sanırım…Umarım inşaallah… Değinirsiniz inşallah, türbeyi İslam içinde gösteren bir yorumun yer aldığı yazıyı ben de merakla bekliyorum. 1 Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 5 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 5 Ağustos , 2009 Ama Genel Kurmay başkanı Başbakandan emir almalıdır değil mi? . Diğer başlıkta da bununla ilgili somut bir örnek verememeniz bir yana Tek parti döneminde hiyerarşi yoksa o zaman despotizmin de olmadığını da bu şekilde kendi ağzınızla söylemiş oluyorsunuz. Ne alakasız bir metin...Anayasa Madde 117/4.bent: Genelkurmay Başkanı, Bakanlar Kurulunun teklifi üzerine, Cumhurbaşkanınca atanır; görev ve yetkileri kanunla düzenlenir. Genelkurmay Başkanı, bu görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. D. Görev ve siyasî sorumluluk MADDE 112.– Başbakan, Bakanlar Kurulunun başkanı olarak, bakanlıklar arasında işbirliğini sağlar ve hükümetin genel siyasetinin yürütülmesini gözetir. Bakanlar Kurulu, bu siyasetin yürütülmesinden birlikte sorumludur. Her bakan, Başbakana karşı sorumlu olup ayrıca kendi yetkisi içindeki işlerden ve emri altındakilerin eylem ve işlemlerinden de sorumludur. Başbakan, bakanların görevlerinin Anayasa ve kanunlara uygun olarak yerine getirilmesini gözetmek ve düzeltici önlemleri almakla yükümlüdür. Hiyerarşi Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yoktur veya bir başbakan bir bakanın hiyerarşik amiri değildir ancak görevine son verilmesini sağlayabilir. Bu hiyerarşi dışı bir durumdur. Lakin; bakanlar görevlerinde kalabilmek için başbakanın taleplerini yerine getirirler genellikle. Bunlar hiyerarşi ile ilgili şeyler değildir. Diğer başlıkta somut örnekleri özellikle vermedim. Bir tane çok açık somut örnek verdim ama bu dahi örnek mesabesinden çıkarılmaya çalışıldı. Tüm dünyanın despotizmin doruğu olarak görebildiği bir seçim şekli, seçim hilesine bahane uydurularak isteseydi seçime gitmezdi dahi denilmeye vardı. Ben, ondan sonra kalkıp neyi despotizm olarak somut örnek vereyim size. Seçimleri normal süresinden önceye alıp, gizli oy açık sayım yapıp, İstanbul gibi bir yerde bariz şekilde gerçekleştirilen seçim hilelerinden sonra İstanbul’dan seçilmesi dahi mümkün olmayan bir adama Hükümeti kurma görevine yani başbakanlığı vermek despotizm olarak adlandırılmıyorsa ne diyelim…Kendi ağzımla söylemiş olduğum şeylerin neler olduğunu bilirim, kendi kafanızla anladığınız şeylerin benim ağzımdan çıktığı umuduna boşuna düşmeyin… Statükoculuk tanımlaması da hangi dönemde hangi, durumda ve hangi pencereden baktığınızla ilgilidir. Mesela, İnönü’nün Feodal düzeni yıkmak istemesini, fevkalade anti-statükocu ve ilerici bir tavır olarak görenler vardır. Buna karşılık, 70’lerde, onun anlayışını statükocu bulan Ecevit ne liberal ne de muhafazakardı değil mi ? Bu durumda Ulusalcıları Ergenekon’la eşitlemeye çalışan anlayışa sığınarak komiklik denemesi de fiyaskoyla sonuçlanmış olmaz mı ? Ulusalcıları, Ergenekonla eşitlemeye çalışan bir anlayışın ortaya çıkmasında; Ergenekon dolayımında yargılananları destekleyenlerin kendilerini ulusalcı olarak belirtmeleri ön-ayak oluyor olabilir. Lakin, benim Ergenekon ve ulusalcılıkla ilgili böyle bir cümlem yok. Ulusalcılarla ilgili de sanırım ilk defa böyle bir cümle kurdum. Ben, ulusalcıları-statükoculukta eşitlemeye gitmiş olabilirim. Ammman gözden kaçmasın. Yine diyorum ki; İnönü’yü savunanlara baktığımızda kendilerine ulusalcı diyorlar. Allah Allah, bu işte bir keramet olsa gerektir diyorum. Değinirsiniz inşallah, türbeyi İslam içinde gösteren bir yorumun yer aldığı yazıyı ben de merakla bekliyorum. Bugün olmadı, unuttuk. 30 yaşında hala saçma şekilde 16-17 yaşında gençlerle çift pota basket maçı yaparsan işte en büyük kendini bilmezlik budur. O da yalın ayak, başı kabak olunca daha da sorun teşkil ediyor. Biri ayağımın bir parmağını ezdi, her tarafım ağrıyor. Sabah nasıl kalktığımı bilmiyorum. Haliyle kitabımızı da o arada unuttuk. Tekrar İnşaallah yarına diyelim… Bu sonda Anayasa Maddelerini niye koyduğuma ve Genel Kurmay Başkanı meselesine değinelim. Genel Kurmay Başkanlığı, bilindiği üzere Başbakanlığa bağlı bir kurumdur. Genel Kurmay Başkanı, görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. Genel Kurmay Başkanlığı seçimle o yere gelmez. Atanma şeklinde gelir. Bakanlar da atanır ama arkalarında bir seçim vardır. Her bakan, başbakana karşı sorumludur derken bu hiyerarşik sorumluluk değil siyasi sorumluluktur. Genel Kurmay Başkanının sorumluluğu siyasi değildir. Pekiyi Başbakan, Genel Kurmay Başkanına emir verebilir mi? Gelelim ilk cümleye; Ama Genel Kurmay Başkanı, Başbakan’dan emir almalı değil mi meselesine. Kimden emir almalıdır. Ordunun savaşa katılmasına kim karar verir. Meclis değil mi? Meclisten emir almalı mıdır? Veya Cumhurbaşkanı olur mu? Genel Kurmay Başkanı’nın siyasi bir sorumluluğu yoktur ama Başbakan’ın halk nazarında siyasi sorumluluğu vardır. Genel Kurmay Başkanı bir kişiden emir alacaksa bu elbette ki başbakan olmalıdır. Uygulamada genellikle Genel Kurmay Başkanları, Başbakanlara emir vermişlerdir. Pekiyi soralım; Başbakan, Genel Kurmay Başkanından emir almalı mıdır? Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 5 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 5 Ağustos , 2009 Ne alakasız bir metin...İnsan hiyararşiyi bilmez, vesayeti bilmez, gücü bilmez, kuvveti bilmez bir de ondan sonra yorum yapmaya kalkar. Zor durumda kalınınca laf kalabalığı yapmak adet oldu artık. İnönü döneminde hiyerarşi olmadığını dolayısıyla Atatürk’ün kendi isteklerini yaptırmasının bir despotluk olamayacağını söyleyen sizsiniz. Ben de aynı düşünceyi İnönü için söyleyebilirim, buna engel var mı bildiğiniz ? Oysa, ben o dönemde görünmez bir hiyerarşi vardı ama bu despotluk mertebesine çıkmamıştır diyorum. O dönemde hiyerarşi yoksa-ki bu sizin iddianız-bu durumda işin despotluğa götürülebilmesinin bir yolu da yoktur diyorum. Despotizmde ısrarlıysanız, hiyerarşiyi de kabul etmelisiniz. Kabul etmediğinize göre despotizm vardır iddianız havada kalır. Benim o dönemde hiyerarşi vardır demem de bugün de olması gerektiği yada olduğunu düşünmem anlamına gelmez. Lafı doğru yerinden anlamak önemlidir. gizli oy açık sayım Evet, Atatürk öldüğünden yani 1938’den, despotluk olarak gösterdiğiniz 1946 seçimine kadar bir despotluk örneği bekliyoruz hala, sabırla... demiştim. Ulusalcıları, Ergenekonla eşitlemeye çalışan bir anlayışın ortaya çıkmasında; Ergenekon dolayımında yargılananları destekleyenlerin kendilerini ulusalcı olarak belirtmeleri ön-ayak oluyor olabilir. Bende onu diyorum işte; ulusalcıların sayısının, Ergenekon dolayımında ( ne demekse ) yargılananlara destek verenlere bakarak az olduğunu iddia etmek komik olmuş diyorum. Pekiyi soralım; Başbakan, Genel Kurmay Başkanından emir almalı mıdır? Bu soruyu sormak için çok geç…'' Başbakan, Genel Kurmay Başkanından emir almalıdır '' mı demişmiydim de bunları yazdınız? Kendinizi boşa yormamak için yazılanları iyi okuyun ve doğru anlayın derim. Haliyle kitabımızı da o arada unuttuk. Tekrar İnşaallah yarına diyelim… İnşallah, inşallah…. 1 Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2009 Doğrucu DavutHayır burada asıl despotun Atatürk olduğunu ifade etmiş olmuyor musunuz ? Atatürk, İnönü'yü frenlemiş, İnönü kendi bakanını frenlemiş. Belki de frenleme tabirini kullanmak yanlış. Hiyerarşi diye birşey de var değil mi bu dünyada. Fikirler de zamanla değişebilir bunu da tuhaf karşılamamak gerekir. Hem bakan hem de İnönü için söylüyorum. Ama galiba bazılarına statükocu yaftasını vurmak duruma ve bulunulan tarafa göre değişebiliyor. Öte yandan, türbeleri kapatmanın dine müdahale olduğu düşüncesinin yanlış olduğunu siz de biliyorsunuz. Ya da şöyle söyleyelim; '' doğru bu dine müdahaledir ama Şamanizm dinine '' dersek daha doğru olur. BekirHayır öyle bir ifade ediş yok. Hiyerarşi astlık-üstlük ilişkisinin hüküm sürdüğü alanlarda geçerlidir. Eğer hem Atatürk hem de İnönü asker olsaydı veya memuriyet işgal ediyor olsalardı hiyerarşi olarak adlandırabilirdik. Siyaset arenasında hiyerarşi yoktur. Mesela Başbakan, bakanların hiyerarşik amiri değildir yine Cumhurreisi, Başbakanın hiyerarşik üstü değildir. Hepsinin farklı farklı görev alanları vardır. Tabii burada makamın verdiği güç ve makama halkın verdiği güç de önem arzeder. Atatürk, hem bulunduğu makam hem de kendisine duyulan sevgi mesabesinde İnönü'ye, İnönü'nün başbakanlığı döneminde kendi arzularını uygulatmıştır. Yukarda yazdığım mesajda despotlukla ilgili bir cümle var mı? Yukardaki paragraf tamamen hiyerarşi denilen mevhumu anlatmak üzerine kurulu, despotluk değil. BekirHiyerarşi Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yoktur veya bir başbakan bir bakanın hiyerarşik amiri değildir ancak görevine son verilmesini sağlayabilir. Bu hiyerarşi dışı bir durumdur. Lakin; bakanlar görevlerinde kalabilmek için başbakanın taleplerini yerine getirirler genellikle. Bunlar hiyerarşi ile ilgili şeyler değildir. Diğer başlıkta somut örnekleri özellikle vermedim. Bir tane çok açık somut örnek verdim ama bu dahi örnek mesabesinden çıkarılmaya çalışıldı. Tüm dünyanın despotizmin doruğu olarak görebildiği bir seçim şekli, seçim hilesine bahane uydurularak isteseydi seçime gitmezdi dahi denilmeye vardı. Ben, ondan sonra kalkıp neyi despotizm olarak somut örnek vereyim size. Seçimleri normal süresinden önceye alıp, gizli oy açık sayım yapıp, İstanbul gibi bir yerde bariz şekilde gerçekleştirilen seçim hilelerinden sonra İstanbul’dan seçilmesi dahi mümkün olmayan bir adama Hükümeti kurma görevine yani başbakanlığı vermek despotizm olarak adlandırılmıyorsa ne diyelim…Kendi ağzımla söylemiş olduğum şeylerin neler olduğunu bilirim, kendi kafanızla anladığınız şeylerin benim ağzımdan çıktığı umuduna boşuna düşmeyin… Yine bu metinde hiyerarşiyi anlattık. Despotizmi değil. Doğrucu DavutZor durumda kalınınca laf kalabalığı yapmak adet oldu artık. İnönü döneminde hiyerarşi olmadığını dolayısıyla Atatürk’ün kendi isteklerini yaptırmasının bir despotluk olamayacağını söyleyen sizsiniz. Ben de aynı düşünceyi İnönü için söyleyebilirim, buna engel var mı bildiğiniz ? Oysa, ben o dönemde görünmez bir hiyerarşi vardı ama bu despotluk mertebesine çıkmamıştır diyorum. O dönemde hiyerarşi yoksa-ki bu sizin iddianız-bu durumda işin despotluğa götürülebilmesinin bir yolu da yoktur diyorum. Despotizmde ısrarlıysanız, hiyerarşiyi de kabul etmelisiniz. Kabul etmediğinize göre despotizm vardır iddianız havada kalır. Benim o dönemde hiyerarşi vardır demem de bugün de olması gerektiği yada olduğunu düşünmem anlamına gelmez. Lafı doğru yerinden anlamak önemlidir. O dönemde hiyerarşi yoksa-ki bu sizin iddianız- denilmiş. İnsana sorarlar; hiç mi idare hukuku okumadınız, hiç mi anayasa okumadınız, hiç mi kamu yönetimine ait kitaplar okumadınız. Madem okumadınız, yukarda bir sürü açıklama yaptık hiyerarşi nedir diye onları da mı okumadınız. Ben, size daha ne anlatayım. Hiyerarşi başka bir şeydir dediklerinizin yapılıyor olması başka bir şeydir. Mesela beni çok seven eşimden ben su istediğimde kalkıp suyu getirir. Ben, onun hiyerarşik amiri miyim, veya o benim astım mı? Mesela bir bakan, diğer bakan arkadaşından halasının oğlu ahmet’i kendi bünyesindeki bir işe almasını ister; bir bakan diğerinin hiyerarşik amiri midir? Mesela Cumhurbaşkanı, kendisine getirilen Bakanlar Kurulu kabine listesinden bazı bakanların isimlerinin çıkarılmasını isteyebilir, Cumhurbaşkanı; Başbakanın üstü müdür? Evvela bunu öğrenin. Despotluk; kişinin kendi isteklerini yaptırmasıyla alakalı bir durum değildir bizzat yapılan eylemin içeriğine bağlıdır. Bunu da öğrenmek gerek. Yani ki Atatürk’ün kendi isteklerini yaptırıyor olması=despotluk tanımına uymaz. Bu isteklerin içeriği önem arzeder. Mesela şapka inkilabı ve bu inkilaba uyulmaması hadisesi despotçadır. Ya da yasaklanan müzik hadisesi böyledir. Ancak, çok partili siyasi hayata geçme denemeleri ise fevkalade demokratik hareketlerdir. Pekiyi hangi Atatürk problematiğinde Atatürk’ü iki-üç eylem üzerinden mi değerlendireceğiz yoksa bütün bir değerlendirmeye mi tabii tutucağız…Pekiyi başka bir soru daha sorayım. İnönü’ye laf söylemeye çalıştığımızda hemen niye konu Atatürk’e getirilmeye çalışılır. Yani; İnönü despottu dediğimiz de Atatürk değil mi sorusunu niye sorarlar. Arkadaşlar; Atatürk’ü koruma kanunu diye bir kanun vardır, daha önce tartıştık Atatürk despottu derseniz hapislik yollarını görebilirsiniz. Ben, böyle bir şey demiyorum, bana göre de değildi. Her insan gibi bazı hataları olmuştur o kadar. Bugün onun döneminin tartışılması mümkün olmadığı gibi (bir kanuni sınırlama vardır) bu bize bir şey de kazandırmıyor. İnönü dönemine dair uygulamalar ise sonuçta Ergenekon’a kadar çıkabiliyor. Doğrucu Davutulusalcıların sayısının, Ergenekon dolayımında ( ne demekse ) yargılananlara destek verenlere bakarak az olduğunu iddia etmek komik olmuş diyorum. Ulusalcıların sayısının az olduğunu iddia etmek derken. BekirBen, ulusalcıları-statükoculukta eşitlemeye gitmiş olabilirim. Ammman gözden kaçmasın. Yine diyorum ki; İnönü’yü savunanlara baktığımızda kendilerine ulusalcı diyorlar. Allah Allah, bu işte bir keramet olsa gerektir diyorum. Okuyanlar “az” diye bir kelime görebilecekler mi benim cümlelerim arasında. Veya sayısal bir bindirme görebilecekler mi? Yine aynı konuya dahil olabilecek daha önceki mesajımda gerek liberaller, gerekse muhafazakarlar İnönü'nün statükoculuğu noktasında hemfikirdir dersem fazla iddialı olur değil mi? İnönü'nün statükocu olmadığını söyleyen insan sayısı muhtemelen ulusalcıların sayısıyla örtüşüyor dersem de komiklik yapmış olurum.. bir sayı görebilen var mı? Azlık-çokluk belirten bir cümle var mı? Doğrucu DavutBu soruyu sormak için çok geç…'' Başbakan, Genel Kurmay Başkanından emir almalıdır '' mı demişmiydim de bunları yazdınız? Kendinizi boşa yormamak için yazılanları iyi okuyun ve doğru anlayın derim. denilmiş. Dediğinize dönüp bizim ne dediğimize bakalım şimdi… Doğrucu DavutAma Genel Kurmay başkanı Başbakandan emir almalıdır değil mi? Bunu demişsiniz. Bunu, neye karşılık demişsiniz. Bekir Hayır öyle bir ifade ediş yok. Hiyerarşi astlık-üstlük ilişkisinin hüküm sürdüğü alanlarda geçerlidir. Eğer hem Atatürk hem de İnönü asker olsaydı veya memuriyet işgal ediyor olsalardı hiyerarşi olarak adlandırabilirdik. Siyaset arenasında hiyerarşi yoktur. Mesela Başbakan, bakanların hiyerarşik amiri değildir yine Cumhurreisi, Başbakanın hiyerarşik üstü değildir. Hepsinin farklı farklı görev alanları vardır. Tabii burada makamın verdiği güç ve makama halkın verdiği güç de önem arzeder. Atatürk, hem bulunduğu makam hem de kendisine duyulan sevgi mesabesinde İnönü'ye, İnönü'nün başbakanlığı döneminde kendi arzularını uygulatmıştır. Buna karşılık demişsiniz. Bu kadar alakasız bir cevap işte verdiğiniz. Pekiyi “Ama Genel Kurmay Başkanı, Başbakandan emir almalıdır değil mi? Diye sorduğunuz soruya biz ne cevap vermişiz. Genel Kurmay Başkanı meselesine değinelim. Genel Kurmay Başkanlığı, bilindiği üzere Başbakanlığa bağlı bir kurumdur. Genel Kurmay Başkanı, görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. Genel Kurmay Başkanlığı seçimle o yere gelmez. Atanma şeklinde gelir. Bakanlar da atanır ama arkalarında bir seçim vardır. Her bakan, başbakana karşı sorumludur derken bu hiyerarşik sorumluluk değil siyasi sorumluluktur. Genel Kurmay Başkanının sorumluluğu siyasi değildir. Pekiyi Başbakan, Genel Kurmay Başkanına emir verebilir mi? Gelelim ilk cümleye; Ama Genel Kurmay Başkanı, Başbakan’dan emir almalı değil mi meselesine. Kimden emir almalıdır. Ordunun savaşa katılmasına kim karar verir. Meclis değil mi? Meclisten emir almalı mıdır? Veya Cumhurbaşkanı olur mu? Genel Kurmay Başkanı’nın siyasi bir sorumluluğu yoktur ama Başbakan’ın halk nazarında siyasi sorumluluğu vardır. Genel Kurmay Başkanı bir kişiden emir alacaksa bu elbette ki başbakan olmalıdır. Uygulamada genellikle Genel Kurmay Başkanları, Başbakanlara emir vermişlerdir. Pekiyi soralım; Başbakan, Genel Kurmay Başkanından emir almalı mıdır? Sorduğunuz “Ama Genel Kurmay Başkanı, Başbakandan emir almalıdır değil mi” sorusunu sorduğunuzda bir şeyi açıklamış oldunuz. Size göre almamalıdır? Zira bu sözü bana iğneleme maksatlı söylediğiniz sarih. Pekiyi, ben kimden emir almalıdır diye sormuş muyum. Sormuşum. Pekiyi, Genel Kurmay Başkanlığının bir memurluk olduğunu belirtmiş miyim, atanmayla oraya geldiğini söylemiş miyim, Başbakanlığa bağlı bir kurum olduğunu belirtmiş miyim? O zaman sormak hakkımdır? Pekiyi size göre Genel Kurmay Başkanı, başbakandan emir almayacaksa başbakana emir vermeli midir? Yazılanları çok iyi okuduğumu iyi bilin. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 6 Ağustos , 2009 Kahramanımız Hamdullah Suphi Tanrıöver. Devrin Maarif Vekili. Hamdullah Suphi , Mustafa Kemal Paşa’ya sormuş; -Paşam, bu kanunda vuzuhsuz bir nokta mevcud olduğunu zannediyorum. Hangi türbeler mevzuubahis? İstanbul’da bizim mahallede Bukağılı Dede türbesi vardır. Bu zat kimdir, bilmiyorum. Hayatta zavallı insanlara ümid vermiş, teselli vermiş azizlerden biri midir? Sözleri anlaşılmadığı için kendisine keramet atfedilmiş meczublardan biri midir? Bunu ne ben biliyiorum, ne bilene rastgeldim. Selami Dede, Merkez Efendi, Baba Haydar Türbeleri mi?.Yoksa tarihimizi yapan, bize kurtardığınız vatanı bırakan, isimleri milletimizin şereflerini teşkil eden tarihi kimseler mi? Bunu lutfen tasrih eder misiniz? O, bana bir cümle içinde sert bir bakışla ve dik bir sesle: -Hepsi, dedi. Bütün türbeler. -Paşam, baştı saydıklarımın türbelerini kapatmak değil, bu türbeleri temel taşlarına kadar söktürseniz itiraz etmek benim aklımdan geçmez. Fakat öbürleri, bize bir vatan bıraktıkları için size bir vatan kurtarmak imkanını veren tarihimizin, mazimizin sahibi olan büyük insanlar…onların türbeleri nasıl kapatılır?. Ben, iki erkek çocuk babasıyım. Beş mektepte hocalık ettim. Hocalık ile hayatımın sonunun bulacağımı sanıyorum. Memleketin gençlerine, o memleketi bir devlet olarak, bir vatan olarak kendisine verenlerin kim olduğunu öğretmek için benim elimde ressamlığım yok. Şehirlerin Belediye bahçelerinde memleket büyüklerinin heykelleri yok. Müzeler, eserleri ile doludur. Fakat evleri bir ziyaretgâh haline getirilmemiştir. Büyükleri, çocuklarımıza tanıtmak için onların yalnız kemikleri dağılmış birer türbeleri var. Onu da kaparsanız, yeni nesli nasıl yetiştireceğiz?. Düşünüyorum: Bizim memleketimiz büyük adamları tanımak için ne kadar fakirdir, çaresizdir. Avrupa’da kendisine benzemek istediğimiz o diyarda ölmüş büyüklerin adları birer ziyaretgahdır. Onların elleri sürünen eşya mukaddesat sırasına geçmiştir. Seyranlarda bir baba, bir mektep hocası çocuklarının bir heykelin karşısına götürür, tunca, mermere geçen hizmet sahibinin tercüme-i halini anlatır. Onların müzelerde resimleri teşhir edilmiştir. Bunların hiçbiri bizde yok. Koskoca bir mazi göçüp gitmiş, binlerce vatan damininin mezar taşlarına yalnız isimleri yazılmış ve başlarına kavuklar veya fesler geçirilmiş. Fakat yüzleri yok, bu sebeple yüzlerini tanımak muhaldir. Elimizde yalnız bir köşe vardı. Onların türbeleri!. Hiç olmazsa yavrularımızı, gençlerimizi bu türbelere götürüyor ve oradaki kemiğin karşısında yine mazi ve tarih hissini veren düşüncelerimizi anlatabiliyorduk. Demek bunların da kapısını artık örtülü bulacağız. Reisimizin çok kızdığını, sabit bakışından ve çatılmış kaşlarından seyrediyordum. Başvekil (İnönü) Paşa seslendi. -Hamdullah Suphi Bey, buraya gelip oturur musunuz?. Kenardan bir iskemle çekti. Banan yanında yer verdi, gittim onun yanına oturdum. İsmet Paşa, masanın altından dizime hafif bir yumruk dokundurdu. Devlet Reisi hala yüzüme bakıyordu. -On sene bekle, bütün türbeleri sana vereceğim dedi. Şimdi gelelim türbelerin nasıl islamdan iz taşıdığı faslına. İçinizde türbeye gidenler olmuştur. İç mekan hakkında fikir sahibi olacağınız gibi dış mekan hakkında da bir fikriniz vardır. İçerde muhakkak namaz kılabileceğiniz bir yer vardır. Benim gittiklerimde öyleydi. İstediğiniz herhangi bir türbeye gidin. Dünyanın herhangi bir noktasındaki herhangi bir müslümanın türbesini ziyaret edin. Türkiye’de türbesi bulunanlar genellikle ermiş olarak telakki edilenlerdir. Padişahların türbesini es-geçiyorum. Mevlana’da öyledir birçokları da. Yorumumuza sonra devam edelim inşaallah...Şu anda eksik bu kısım. Devamını getirmeye çalışacağız... Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Yine bu metinde hiyerarşiyi anlattık. Despotizmi değil. Ben de despotizmi anlattığınızı söylemedim zaten. Sadece, Hiyerarşiyi anlatmanıza gerek yok diyorum. Yukarda yazdığım mesajda despotlukla ilgili bir cümle var mı? Yukardaki paragraf tamamen hiyerarşi denilen mevhumu anlatmak üzerine kurulu, despotluk değil. Laf kalabalığına devam. Hiyerarşi denen mefhumu bir kendinizin mi bildiğini sanıyorsunuz ? Israrla söylemek istediğimi anlamıyorsunuz. Diyorum ki; Atatürk, İnönü ve diğerleri arasında, devletin kuruluşu bir kurtuluş hareketi sonucu olduğundan belli belirsiz bir ast-üst ilişkisi yani görünmeyen bir hiyerarşi vardı. Bu da gayet doğal çünkü İsviçre hariç askerler tarafından kurulmamış bir devlet yoktur dünyada. Ama bu avantajlı durum Atatürk tarafından hiçbir zaman bir diktatörlüğe dönüştürülmemiştir. Aynı şey İnönü için de geçerlidir. Atatürk, İnönü'yü frenlemiş, İnönü kendi bakanını frenlemiş. Despotluk; kişinin kendi isteklerini yaptırmasıyla alakalı bir durum değildir bizzat yapılan eylemin içeriğine bağlıdır. Bunu da öğrenmek gerek. Yani ki Atatürk’ün kendi isteklerini yaptırıyor olması=despotluk tanımına uymaz. Bu isteklerin içeriği önem arzeder. Mesela şapka inkilabı ve bu inkilaba uyulmaması hadisesi despotçadır. Ya da yasaklanan müzik hadisesi böyledir. Ancak, çok partili siyasi hayata geçme denemeleri ise fevkalade demokratik hareketlerdir. Pekiyi hangi Atatürk problematiğinde Atatürk’ü iki-üç eylem üzerinden mi değerlendireceğiz yoksa bütün bir değerlendirmeye mi tabii tutucağız…Pekiyi başka bir soru daha sorayım. İnönü’ye laf söylemeye çalıştığımızda hemen niye konu Atatürk’e getirilmeye çalışılır. Yani; İnönü despottu dediğimiz de Atatürk değil mi sorusunu niye sorarlar. Arkadaşlar; Atatürk’ü koruma kanunu diye bir kanun vardır, daha önce tartıştık Atatürk despottu derseniz hapislik yollarını görebilirsiniz. Ben, böyle bir şey demiyorum, bana göre de değildi. Her insan gibi bazı hataları olmuştur o kadar. Bütün gücün Atatürk'ün elinde toplandığı bir an bile olmadı. Meclisi var, hükümeti var, yargıları var. Söyleyip de yaptıramadıklarını konuşalım mı? 3 kere toprak reformu için neredeyse yalvarıyor ama yapılmıyor. Meclisin fesih yetkisinin Cumhurbaşkanı'nda olmasını istiyor, 'Diktatörlük olur, hayır' diyorlar. Veto hakkını kullanmak istiyor, 'Hayır' diyorlar. Birinci Büyük Millet Meclisi'nde de İkinci Büyük Millet Meclisi'nde de Ortaçağ galip gelmiştir. Atatürk keşke diktatör olsaydı da şu toprak reformunu getiritip bizim köylümüzü çiftçi yapabilseydi. ( Turgut Özakman ) Arkadaşlar; Atatürk’ü koruma kanunu diye bir kanun vardır, daha önce tartıştık Atatürk despottu derseniz hapislik yollarını görebilirsiniz. Ben, böyle bir şey demiyorum, bana göre de değildi. Her insan gibi bazı hataları olmuştur o kadar.Bugün onun döneminin tartışılması mümkün olmadığı gibi (bir kanuni sınırlama vardır) bu bize bir şey de kazandırmıyor. Atatürk’ü koruma kanunu olmalıdır. Bunun dayanağı da, onun manevi sahsına saygı duyan Türk insanlarının çoğunlukta olması ve Atatürk’e yapılan hakaretler ( olumlu eleştiri değil!!!!) karşısında onların adına yani kamu adına bir gücün hareket etmesi gerekliliğidir. Ha artık bu saygıyı duyanlar azalmıştır derseniz o sizin suizanınızdır derim. Ayrıca, bu yasa 1951’de DP tarafından çıkarılmıştır hatta mecliste Menderesin kanunun çıkarılma nedeniyle ilgili göz yaşartıcı bir konuşması da mevcuttur. Ancak, bu kanunda heykel ve büstlere yapılan saldırılara daha fazla ceza öngörülmesi saçmadır. Bu da DP döneminde devlete içi boşaltılmış Atatürkçülük ideolojisinin yerleştirilmiş olmasının göstergesidir. Okuyanlar “az” diye bir kelime görebilecekler mi benim cümlelerim arasında. Veya sayısal bir bindirme görebilecekler mi? Yine aynı konuya dahil olabilecek daha önceki mesajımda İnönü'nün statükocu olmadığını söyleyen insan sayısını konu ederek onun statükoculuğunu ispatlama yoluna gitmek ne anlama gelir ? İlla ki ‘’az ‘’ kelimesi olması gerek değil bunu anlamak için. Yok ben o niyetle söylemedim de farkına varmadan bu anlam çıkmış olabilir derseniz tamam diyeceğim de böyle bir tesadüfün olması da pek ihtimal verilecek gibi bir durum da değil hani…Üstelik eşitleme meselesinde size Ecevit’i örnek verdim onun statükocu olduğunu söyleyen. Ama Genel Kurmay başkanı Başbakandan emir almalıdır değil mi? . Bunu demişsiniz. Bunu, neye karşılık demişsiniz. Hiyerarşi astlık-üstlük ilişkisinin hüküm sürdüğü alanlarda geçerlidir. Onu bu cümlenizden sonra siyasette hiyerarşi olmaz anlamında söylediklerinize karşılık bu cümlenizi onaylamak için söylediğimi de anlamamışsınız. O dönemde hiyerarşi yoksa-ki bu sizin iddianız- denilmiş. İnsana sorarlar; hiç mi idare hukuku okumadınız, hiç mi anayasa okumadınız, hiç mi kamu yönetimine ait kitaplar okumadınız. Madem okumadınız, yukarda bir sürü açıklama yaptık hiyerarşi nedir diye onları da mı okumadınız. Ben, size daha ne anlatayım. Demek ki sadece okumak yetmiyormuş. İnönü dönemine dair uygulamalar ise sonuçta Ergenekon’a kadar çıkabiliyor. Bunu da İdare hukukunda mı öğretiyorlar yoksa ? Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 EVLİYALARDAN MEDET UMMA Evliya diye bilinen kimselerin mezarlarında ip bağlamak, mum yakmak, tel çekmek en sık rastlanan hurafelerdir. Bir yazar şahit olduğu trajikomik olayı şöyle anlatır: “ Bir Bursa gezisinde Osman Gazi türbesinin ve itfaiye kulesinin bulunduğu tepeye çıkmıştım. Etrafı demir korkuluklarla çepeçevre sarılı tepede bir bankın üzerine oturmuş, şehrin o güzelim manzarasını seyrediyordum. Bir ara korkulukların yanında kümelenmiş bir grup kadının yamaçtan yükselen ağaçların dallarına bezler ve ipler bağladığına tanık oldum. O kubbeli mubbeli türbeleri bırakıp da neden bu ağaca dadandıklarını merak ederken söz konusu ağacın el yetişmesi mümkün olmayan, hatta kuşların bile zor konacağı dallarının üzerinde de birtakım bez parçaları bulunduğunu görünce hayretler içinde kaldım. Merakla sağa sola sordum. Bir bilen çıkmadı. Yamaçtaki ağaçların zirvesine o bezlerin nasıl takıldığını kimse açıklayamadı. Sonunda o bölgenin yerlilerinden biri doğru açıklamayı yaptı. Meğer eskiden iftar ve sahur zamanlarını bildirmek için otuz metre ötedeki itfaiye topları kullanılırmış. Bu topların ağzına sıkıştırılan bez parçalarının bir kısmı yamaçtaki ağaçların dallarına çarpıp takılırmış. Böylece türbeleri ziyarete gelen kadınlar tarafından evliya türbesi olduğu zannedilmiş ve ip bağlanmaya başlanmış. Şimdi buraya gelen kadınlar, burada büyük bir evliyanın yattığına ve duaların kabul edildiğine inanıyorlarmış!” Ne yazık ki günümüzde böyle garip adetli, mumlu, bezli türbe ziyaretlerini yapanlar kendilerini “ inançlı” diye adlandırıyorlar. Halkın bir kısmı da bu tarz, İslam’a zıt davranışlar sergileyenlerin “inançlı kişi” olduğuna inanıyor. Oysa bu inanç her neyse Kuran’ın inancı olmadığı kesindir. Bu tarz fiilleri sergileyenler, Kuran’ı üfürük kitabı gibi değerlendirirken, ıslık çalma, gece aynaya bakma tipindeki yasakları dîni bir hüküm, dînin bir gereği sanmaktadırlar. Dine sokulan ve dinin bir parçası olarak gösterilen bu hurafeleri, bunları savunan kaynaklardan öğrenmek istiyorsanız size Pamuk yayınevinin “Kuranı Kerim’in Havas ve Esrarı” kitabı ile Kudret Şandra’nın derlediği “ Dert Sizde, Derman Bende, Şifa Reçeteleri” kitabını öneriyoruz. Gerek yayınevi, gerek kitabın ismi, gerek yazarın kimliği kitapların dîni kimlik kazanmasına sebep olmaktadır. Zaten binlerce hurafe ile dinin zorlaştırıldığı yetmiyormuş gibi, “dîni özel bilgiler” gibi takdim edilen hurafeler, Kuran’ın güzel dinini tanımayanların dîni; saçma, mantıksız, uydurma sanmalarına sebep olmuştur. EVLİYA ALDATMACASI 2 Bu kitap onunla uyarman için ve inananlara hatırlatıcı olarak indirildi. Öyleyse bundan dolayı göğsünde bir sıkıntı olmasın 3 Rabbinizden size indirilene uyun. O’ndan başka evliyaya(dostlara) uymayın. Ne kadar az hatırlıyorsunuz? 7. Araf Suresi 23 Allah Kuran’a uymamızı ister. O’ndan başka evliyaya uymamamızı söyler. Oysa günümüzde hurafelerle dolu bir çok kitabın yazarı Kuran’da kullanılan “evliya” kelimesiyle isimlendirilip kitapları Marifetname(bir sonraki bölümde inceleyeceğiz) diye, ilmihal kitabı diye, hadis, tefsir, mezhep kitabı diye satılmaktadır. Kuran’ın insanların uyduğu yanlış adres olarak evliyayı göstermesi ve günümüzde Kuran dışı kaynak ve insanlara uyanların bu kaynak ve yazarları Kuran’da geçen aynı kelimeyle isimlendirmeleri ilginçtir. (“Evliya” Arapça’daki “veli” kelimesinin çoğulu olup “dostlar” demektir.) Kuran’ın kelimeleri bu şekilde kullanmasına rağmen mezhepçi zihniyet kendi mezhep büyüklerinin evliyalık delillerini göstererek(!) (Kuran’ın bu tarz kullanımına karşın mezhepçi literatürde evliya kelimesi insanüstü, adeta süpermen kişi manasında kullanılır) onların eserlerinin de dinin kaynağı olduğunu ispatlamaya gayret eder. Para için önüne geleni basan yayınevleri, aklından her geçeni yazan yazarlar, bunları rekortmen yapan cahil alıcılar, Kuran’ı rehber yerine üfürük uygulayıcısı yapanlar oldukça, halimiz bakalım ne olacak!.. Hele bir de bu üfürükçüleri din adamı, hoca sananlar yok mu!.. Bu üfürükçülere gidip muskasına, göbeğine efsunlu dualardan yazdırıp medet umanlar... Bunlara paraları verip şifa isteyenler, fakat Allah yolunda zekata geldi mi üfürüğe harcadığının yarısını harcamayanlar... Kurşun dökmeye üşenmeyip, namaz söz konusu olduğunda üşenenler... Kuran’ı 40 bohça içinde duvarda tutup, eline alıp manasını anlamak, hayatın rehberi yapmak için okumayanlar... ( Kurandakidin ) Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Şimdi gelelim türbelerin nasıl islamdan iz taşıdığı faslına. İçinizde türbeye gidenler olmuştur. İç mekan hakkında fikir sahibi olacağınız gibi dış mekan hakkında da bir fikriniz vardır. İçerde muhakkak namaz kılabileceğiniz bir yer vardır. Benim gittiklerimde öyleydi. İstediğiniz herhangi bir türbeye gidin. Dünyanın herhangi bir noktasındaki herhangi bir müslümanın türbesini ziyaret edin. Türkiye’de türbesi bulunanlar genellikle ermiş olarak telakki edilenlerdir. Padişahların türbesini es-geçiyorum. Mevlana’da öyledir birçokları da. MEZARTAŞI Şaman, âyin sırasında yardımcı ruhlarını kullanmaktadır. Ölülerin, âilenin vefat etmiş büyüklerinin, eski Şamanlar'ın ruhlarının, ormanın, suyun ve yerin yardımcı ruhlarının da Şaman'a yardım ettiği kabûl edilir. Ölen büyüklerin ruhlarının çoğalması sonucu bu ruhların en kıdemlisinin ruhların başına geçeceğine ve bunun da diğerlerinin yardımı ile Şaman'a yol göstereceğine inanılır. Kuş biçiminde düşünülen bu ruhlar Şaman'a gökyüzüne yapacağı yolculukta yardımcı olmaktadırlar. Toplumda ulu kabûl edilen kişilerin ölümünden sonra ruhlarından medet ummak mezarları kutsamış ve bu yerler medet umulan yerler hâline gelmişlerdir. Günümüzde mezar, türbe, yatır ve benzeri yerlerin ziyareti ve bunlardan medet umulması da bu inanç sisteminin devamı olarak, Allah’ın dininin temel değerlerine tamamen aykırı biçimde ortaya çıkmış ve aksine daha da ileriye gidilerek bu dinin bir değeri gibi insanlara yutturulmaya çalışılmıştır. Göktürkçe'de ve Uygurca’da “ruh” için can anlamına gelen “tın” sözcüğü kullanılıyordu. Bu aynı zamanda “soluk” demekti. Ölüm, soluğun kesilmesi, ruhun bedenden ayrılıp uçması biçiminde düşünülüyordu. Bu yüzden de bâzen “öldü” yerine “uçtu” denilmektedir. Ruhları öbür dünyaya göç eden ataların, orada rahatsız edilmemeleri, iyi yaşamaları gerektiğine inanılırdı. Bu nedenle Eski Türkler’de mezarları gizleme geleneği yoktur, aksine özellikle büyüklerin özel mezarları yapılıp, üzerlerine bir yapı (bark) yapılmış, barkın iç duvarları ölünün yaşarken katıldığı savaş sahnelerini gösteren resimlerle süslenmiştir. Ayrıca mezarın veya mezar yapısının üstüne Balballar dikilmiş, sıradan kişilerin mezarlarına da, belirli olması için tümsek biçimi verilmiştir. Arap dünyasında mezar taşı yoktur. Ölünün toprakla bütünleşmesi ve zaman içinde kaybolması istenir. Kutsanması yasaktır. Mezarlara taş dikilmesi ve bu taşın san'at eseri hâline getirilecek kadar süslenmesi İslam coğrafyasında sadece Anadolu’da görülmektedir. Şaman geleneğinin devamı olarak Anadolu’da mezarlara ölenlerin sevdiği eşyalar bile konmaktadır. Gelin ve genç kızların mezarları tel ve duvaklarla süslenmektedir. İşte Arap dünyasında mezar taşı yokken, mezarları kutsal görmek din adına suç olarak görülürken aynı dinden olduklarını söyleyen Türklerin nasıl olup da mezarları kutsal görerek medet umduklarının asıl sebebinin şaman dinini tam olarak terk etmemelerine rağmen, şamanizme ait inanışları İslam’ın kriterleri gibi göstermelerine dayandığı görülmektedir. ( Hanif Dostlar ) Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Burada bir sorun yok. Her ülke kendine has laiklik anlayışını uyguluyormuş. Bizde ki baskıcı olan kısmı. Nev’i şahsına münhasır laiklik... Bir tane evrensel laiklik anlayışı vardır. O da neresinden çekiştirilirse çekiştirilsin, neresinden bükülürse bükülsün değişmez. Evrensel laiklik ilkesinin öngördüklerini sağlamak her ülkede aynı formüllerle olmaz. Oruç tutmayanların, incil dağıtanların, farklı şekilde ibadet edenlerin öldürüldüğü, din adına kitlesel kıyımların yapıldığı ve bu eylemleri savunanların olduğu bir ülkede laikliği mümkün kılmak için yapılması gerekenlerle,kimsenin kimseyi diniyle değerlendirmediği ve kimsenin, kimsenin diniyle ilgilenmediği bir ülkede yapılması gerekenler aynı olmaz. Her ne kadar bu ülkenin yakın tarihinde şeriatçı vahşet ve girişimlerini yok saymak için Zaman gazetesi gibi çırpınanlar olsa da (Bkz. "Sivas'ta Pir Sultan Abdal'ı anma şenlikleri sırasında çıkan yangın")Bu ancak nev'i şahsına munhasır bir dinin, nev'i şahsına munhasır fanatiklerinin potansiyeli ile ilgilidir. Şu an dünyadaki hiçbir din, vahşet ve zorbalık için suistimal edilmeye islam kadar uygun değildir. Bu unsurları yoksayıp "baskıcılık" tan falan bahsetmek yanlıştır. Herhalde daha önce yazdığım ya anlaşılmamış ya da yok sayılmış. Dünya da insanların kafası başka bir din için kesilmiyor. Diri diri yakıp çukura atarak başka bir din için cezalandırılmıyorlar. Meydanlarda kırbaçlananlar, taşlananlar yok başka bir din için. Bu coğrafya ekonomik refah coğrafyası değil. Bu coğrafya yoksulluk ve eğitimsizliğin coğrafyası. Ve bu coğrafyada bırakalım ortaçağı, yakınçağı yirmibirinci yüzyılda bile, islamın suistimali akıllara kazınacak zorbalıklar ve vahşete yol açıyor. Biz en fazla kürtaj yasal olsun mu, olmasın mı ekseninde din devlet ilişkisinin tartışıldığı bir coğrafyada yaşamıyoruz. Batı ile hem dinsel, hem coğrafi farklarımızı, hem de din adına daha dün olup bitenleri yok mu sayalım. Kendi kendine çıkan yangınlarda insanların hayatını kaybettiğine mi inanalım? Siz, o dönem içerisindeki bütün tarikatleri sayabilirseniz ben de siyasi odaklı olmayan veya siyasetin dışında kalmayan var mı bakarım..Madem hepsini biliyorsunuz inceleriz... Daha basit değil mi, siyasi odak olmayan tarikat örneği vermek ? "Hepsini say" biraz nasrettin hocanın, "dünyanın merkezi burası, istersen ölç" üne benzemiş. Osmanlı'nın kuruluşundan itibaren tarihi boyunca, tarikatlar ve devlet arasında ya siyasi ittifak, ya da siyasi çatışma olmuştur. Her isyanın arkasında bir tarikat vardır. Her isyan bastırılışında da devletin yanında bir tarikat vardır. Her dönem tarikatlar kendilerine bağlı yeniçeriler, vezirler, saray yöneticileri, askerler vasıtasıyla Osmanlı Devleti siyasetinde varolmuşlardır. Tarikatlar din merkezli siyasi odaklardır. Siyasi odak olmayan hiçbir tarikat olmamıştır bugünde yoktur (50-100 kişilik grupları kastetmiyorum) Bu arada Atatürk’le tartışan kişi değildir referansım demişsiniz. Ben de onu referans olarak alın demedim. Türbelerin kapatılmasıyla ilgili bazı tespitleri olmuş, İsmet Paşa tarafından uyarılmış 8-10 yıl sonra ben sana hepsini veririm diyerek susturulmuş bir zat vardır...Türbelerin dahi “tamamının” kapatılması hadisesinden bahsetmek istemiştim... Saltanatı kaldırıp yerine, Cumhuriyeti kurduğu içinde Atatürk'le tartışan zatlar vardı. Bir kısmı canına kastettiler Atatürk'ün. Bir kısmı da idam edildi bu yüzden. Ne anlatmaya çalışıyorsun dostum ? Cumhuriyet hurafelere de mi "saygı" göstermek zorunda ? Diyanet işleri başkanlığına , muskacılık, büyücülük bölümü de açılsın o zaman. Türbeler; İngilizler "bakın türkler mezar başında ibadet ediyor, mum yakıyor, bez bağlıyor. Onlar müslüman değil" diyerek arapları, Türk ordusuna karşı kışkırttığı yerler. Bunu duyan arapların türklerin müslüman olmadığına ikna olduğu yerler. İçinde ölü kimsenin kemiklerinin bulunduğu ibadethaneler. Bir nevi putlar. Puta tapanlarda taşın kendisine tapmıyorlardı. O taşın, heykelin temsil ettiğine tapıyorlardı. Dört tarafını mermerle çevirip, basına bir taş dikip yüz sürmek, öpmek, mezardan medet ummak, ondan sonra başkalarına putperest demek. Tamamı o metnin budur. Böyle bir saçmalık da ayıp olmaktadır. CYRANO, böyle bir saçmalığı senden beklemezdim. Ben, zaten daha önce Türkiye’de islam adına neyi yaşayamıyorsun gibi bir kıstırma (çabası) sorusuna verdiğim cevapta zaten 4/4’lük bir müslümanlık yaşamadığımı belirtmiştim. Hem onu söyleyip hem de böyle bir şey söylediğimde benim müslüman olmamam gibi bir sonuç ortaya çıkmaz mı? Dahası orda şaka şaka diye yazılan bir metin var. Ve daha dahası hemen arkasında İslamın yaklaşım tarzını ayrıca ortaya koyduğumuz bir metin var. Yanlış hatırlamıyorsam dostum buralarda biryerde , sıkışan/bilmeyen insanların mizah yapmasından bahsediyordun değil mi ? Böyle eleştiriyordun. O halde neden her yazında mizah yapma ihtiyacı duyuyorsun ? Bunu senin tabirinle "sıkıştığın veya bilmediğin" e yormayacaksak, o zaman söylemek istediklerini yumuşatarak söyleme, altı çizildiğinde "ya şakaydı" deme olarak yorarız. Zira biz burada mizahi bir sohbet yapmıyoruz. Sana tavsiyem dostum, başkalarını eleştirdiğin şeyi kendin yapma. Son olarak Abdulhamit’in yasaklamış olmasına dair eklediğiniz metin pek uymamış gibi geldi. Hele de Yoktur Tapacak diye ezana başlamak hiç uymamış gibi...Bilmiyorum... O ezanın başlangıcı değil, yazarın ezandan aklında kalandır. Yazarın 13, yy türkçesi ile kendi kafasından ezan yazmayacağına, ve yazsa orada bulunanların buna itiraz edeceğine göre. Yoktur tapacak, çalabdır ancak. Bugünün türkçesi ile "Tanrıdan başka tapacak yoktur" anlamına gelir. Abdulhamit döneminde türkçe ezan kalkmıştır. Artık hiçbir camide okunmamıştır. Alıntı
Misafir CYRANO Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Bu sonda Anayasa Maddelerini niye koyduğuma ve Genel Kurmay Başkanı meselesine değinelim. Genel Kurmay Başkanlığı, bilindiği üzere Başbakanlığa bağlı bir kurumdur. Genel Kurmay Başkanı, görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur. Genel Kurmay Başkanlığı seçimle o yere gelmez. Atanma şeklinde gelir. Bakanlar da atanır ama arkalarında bir seçim vardır. Her bakan, başbakana karşı sorumludur derken bu hiyerarşik sorumluluk değil siyasi sorumluluktur. Genel Kurmay Başkanının sorumluluğu siyasi değildir. Pekiyi Başbakan, Genel Kurmay Başkanına emir verebilir mi? Gelelim ilk cümleye; Ama Genel Kurmay Başkanı, Başbakan’dan emir almalı değil mi meselesine. Kimden emir almalıdır. Ordunun savaşa katılmasına kim karar verir. Meclis değil mi? Meclisten emir almalı mıdır? Veya Cumhurbaşkanı olur mu? Genel Kurmay Başkanı’nın siyasi bir sorumluluğu yoktur ama Başbakan’ın halk nazarında siyasi sorumluluğu vardır. Genel Kurmay Başkanı bir kişiden emir alacaksa bu elbette ki başbakan olmalıdır. Uygulamada genellikle Genel Kurmay Başkanları, Başbakanlara emir vermişlerdir. Pekiyi soralım; Başbakan, Genel Kurmay Başkanından emir almalı mıdır? Genel Kurmay Başkanları, savaş, dış operasyon gibi konularda başbakandan emir alırlar. Meclis tarafından çıkarılan savaş yasası ya da sınırötesi harekat teskeresi üzerine, başbakan genel kurmay başkanına kararın icrası için emir verir. Emri veren meclistir aslında, başbakan tarafından genel kurmay başkanına yazılı emir olarak verilmesi prosedürdür sadece. Savaşın nasıl idare edileceği, operasyonun nasıl yürütüleceği, ordunun nasıl idare edileceği gibi konularda, başbakan genel kurmay başkanına emir veremez. Genel kurmay başkanını görevden alabilir ama bu konularda emir veremez. Genel kurmay başkanı, mevcut yasaların çerçevesinde, savaşı veya harekatı, ordunun idaresini kendisi yürütür. Bu konuda hiçbir makamdan emir almaz. Yani topları şuraya diz, önce destroyerleri gönder, şu taktiği kullan, şöyle manevra yap, şu rütbedekileri şu görevlere ver vs yoktur. Ordunun nasıl idare edileceği, savaşın veya harekatın nasıl yürütüleceği mevcut yasaların belirlediği esaslar ve çizdiği çerçeveler eşliğinde genel kurmay başkanının tasarrufudur. Bütün dünyada böyledir. Cumhuriyet öncesinde de böyledir. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 CYRANO, Emri veren meclistir aslında .Emri veren meclistir aslında, başbakan tarafından genel kurmay başkanına yazılı emir olarak verilmesi prosedürdür sadece. Savaşın nasıl idare edileceği, operasyonun nasıl yürütüleceği, ordunun nasıl idare edileceği gibi konularda, başbakan genel kurmay başkanına emir veremez Bahsini ettiğiniz gibi. Savaşın nasıl idare edileceği veya topların nereye konulacağı noktasında emir vermesinden bahsetmiyorum zaten. Emri veren meclistir aslında demişsiniz. Bir parti tek başına güvenoyu alabilecek sayıda vekili barındırıyorsa aslında meclis, bir nevi olarak hükümetin kararlarını yerine getiren mercii konumuna gelir. Yani ki; şu anki durumdan örnek verirsek, AKP ne derse Meclis onu demiştir. Ya da AKP neyi istiyorsa Meclisten geçirebilir. Nitelikli çoğunluk şartı aranmayan metinler için diyorum. Aslında emri veren yine Başbakan oluyor... Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 İnönü'nün statükücoluğunu taraflara göre değerlendirmek ; gerek liberaller, gerekse muhafazakarlar İnönü'nün statükoculuğu noktasında hemfikirdir dersem fazla iddialı olur değil mi? İnönü'nün statükocu olmadığını söyleyen insan sayısı muhtemelen ulusalcıların sayısıyla örtüşüyor dersem de komiklik yapmış olurum...Komikliği severim... CYRANOYanlış hatırlamıyorsam dostum buralarda biryerde , sıkışan/bilmeyen insanların mizah yapmasından bahsediyordun değil mi ? Böyle eleştiriyordun. O halde neden her yazında mizah yapma ihtiyacı duyuyorsun ? Bunu senin tabirinle "sıkıştığın veya bilmediğin" e yormayacaksak, o zaman söylemek istediklerini yumuşatarak söyleme, altı çizildiğinde "ya şakaydı" deme olarak yorarız. Zira biz burada mizahi bir sohbet yapmıyoruz. Sana tavsiyem dostum, başkalarını eleştirdiğin şeyi kendin yapma. Yok, ondan sen bahsediyordun. Smile’lerle ilgili bir cümlen vardı. Hatta, o metninden sonra ben de yanlış hatırlamıyorsam 2 tane smile olan bir metin göndermiştim. Doğru hatırlamış olsan da; Ben, komikliği severim. Trajikomikliğe varmadan tabii. Yine de sıkışan insanların işi komikliğe vurmasından hazzetmem bunu da belirteyim. Bu durum sıkışan/bilmeyen insanlar için düşüneceğim şeydir. Her yazımda mizah yapma ihtiyacı hissetmem. Mizah, anlaşılmayı kolaylaştırıp; zor yazıların okunmasını sağlar. Söylemek istediklerimi yumuşatmaya ihtiyaç duymadığımı bilmen gerekiyor, el/kol kesmeyle ilgili cümleleri yakınlarda okudun. Atatürk’le ilgili cümleleri de bu yakınlarda okumuş olman gerekiyor. Şaka şaka ile ilgili cümlemde ne bilmemek, ne sıkışmak vardı. Ne de yumuşatarak söyleme ihtiyacı. Mizahi bir sohbeti sen yapmıyor olabilirsin ama ben bütün yazılarım içerisinde mizaha yer vermeye çaba gösteririm göstermesem dahi bir şekilde mizah kendine yer bulur. Salih Tuna, Gökhan Özcan, Mevlan İdris, Murat Menteş, Engin Ardıç, Mehmet Şeker yazılarını fazla okumak da etken olabilir. Burada hiçbirimiz tamamiyle bilimsel bir tartışma yürütmediğimiz gibi dünyanın sayılı dergilerinde yayınlanmak üzere makale de yazmıyoruz. Sana tavsiyemle başlayan cümlenizi baştacı ettik. Bir tane evrensel laiklik anlayışı vardır. O da neresinden çekiştirilirse çekiştirilsin, neresinden bükülürse bükülsün değişmez Tanımı ve uygulamaları değişip durun bir tane evrensel laiklik anlayışı. Pek oturmamış ama kabul edelim. Diyelim ki; din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması. Bu da laiklik sloganı olmuş bir tanım. Her ne ise; her ülke kendi şartlarına göre farklı bir laiklik uygulamasına gidiyor. Bunda da hemfikiriz. Bizdeki bunun baskıcı olanı. Dediğim bundan öte bir şey değil. Öyle ki; Engizisyonu görmüş Avrupa, Fransa; üniversitelerde başörtüsünü yasaklamıyor ama bizde yasak. Niye çünkü İslam dini şiddete en fazla cevaz veren dinmiş. Pekiyi devletten uzaklaştırdığınız bu din dışarıda serbest mi? Üniversitenin dışında. Dini engellemediyseniz bu şiddet kısmı ne olacak. O halde dine de müdahale ederek törpülemek şarttır mı? Devleti dinden arındırmak bu şiddet unsurunu durdurmaya yetmediği gibi daha da şiddetlenmesine neden olabilir. Diyanet’in kuruluş gerekçesi olarak islamın Protestan versiyonunu inşa etmek olabilir mi acaba. Şu an dünyadaki hiçbir din, vahşet ve zorbalık için suistimal edilmeye islam kadar uygun değildir. Bu unsurları yoksayıp "baskıcılık" tan falan bahsetmek yanlıştır. Bu unsurlar bulunduğu için devlet de baskı yapabilir dediğimizde; devletin baskı yapmış olduğunu da kabul etmiş oluyoruz. İslam suistimal edildiği için devletin yapmış olduğu baskıyı baskı olarak görmek doğru olmaz denilmeye varan bir akıl yürütme. Pekiyi İslamı suistimal etmeyenler için baskı ne olarak görülecek… Daha basit değil mi, siyasi odak olmayan tarikat örneği vermek ? "Hepsini say" biraz nasrettin hocanın, "dünyanın merkezi burası, istersen ölç" üne benzemiş. Siyasi odak olmayan hiçbir tarikat olmamıştır bugünde yoktur (50-100 kişilik grupları kastetmiyorum) Hayır, daha basit değil. Nasrettin Hoca’da doğru söylemiş dünya yuvarlak olduğuna göre. 50-100 kişilik gruplar tarikat değil miydi de onlardan bahsetmiyorsunuz. Pekiyi onların kapatılmaması gerektiğine dair ilgili kanunda bir metin varmıydı da onlardan bahsetmiyorsunuz. Biz, diyoruz ki; o kanunlarda iyi/kötü birbirinden ayrılmadan tamamı kapatılmıştır. Mevlana’nın türbesi kapatılmamış o ayrı. O ezanın başlangıcı değil, yazarın ezandan aklında kalandır. Yazarın 13, yy türkçesi ile kendi kafasından ezan yazmayacağına, ve yazsa orada bulunanların buna itiraz edeceğine göre. Yoktur tapacak, çalabdır ancak. Bugünün türkçesi ile "Tanrıdan başka tapacak yoktur" anlamına gelir. Abdulhamit döneminde türkçe ezan kalkmıştır. Artık hiçbir camide okunmamıştır. Yazar aklında kalan kısmında Kıble tarafına dönüp ellerini yüzlerine örtüp ince ince ezan okumaya başladılar: Yoktur tapacak / Çalabdır böyle başlamasa iyi olurmuş. Başladılar diyerek Yoktur tapacak diye giriş yapınca işlerde karışıyor. Alıntı
Φ bekir Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Gönderi tarihi: 7 Ağustos , 2009 Yarım bıraktığım yerler için 9-10 günlüğüne söylenebilecek birşey yok. Haftaya izindeyim. Eyvallah... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.