Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Derin Devlet Mekanizması


EgemenBey

Önerilen İletiler

Yazılar Tamer Korkmaz'dan

 

Çözeceğiz!” demişti...

Emekli Orgeneral Kemal Yamak’ın anı kitabı kontrgerilla tartışmalarını yeniden gündeme getirdi…

 

 

Yamak, kitabında Özel Harp Dairesi üyelerinin 70’li yıllarda CHP dahil bütün partilere özenle yerleştirildiğini anlatıyor.

 

Kontrgerilla’yı açık eden ilk siyasi lider unvanına sahip Bülent Ecevit, Yamak’ın hatıratı bağlamında bir tartışmaya girmedi…

 

Ancak, kitap çalışmalarından birinin ÖHD ile ilgili olduğunu vurgulayarak bazı hatırlatmalar yaptı: “ÖHD derin devletin içinde, fakat üzerinde durmaya çalışan bir yapıdır. 1977 seçim kampanyası esnasında İzmir’de beni, Rahşan’ı ve yakın arkadaşlarımı hedef alan suikast girişimi hâlâ aydınlanmadı. Emniyet güçleri o zaman bizi kandırmaya çalışmışlardı! Başbakanlığım sırasında bu olayın üzerine çok gittik. Ama, hangi kapıyı açtıysak kapandı…

 

Aynı şekilde, Abdi İpekçi’nin katili İstanbul’da askeriyenin göbeğinden kaçtı. Nasıl olduğu anlaşılamadı. O vakitler kaygılarımı Genelkurmay Başkanı ile (Org. Evren) paylaşmıştım. Çözeceğiz, demişti…”

 

***

 

İpekçi suikastının baş aktörü M.Ali Ağca olayın üzerinden beş ay geçtikten sonra 25 Haziran 1979 günü yakalanmıştı. Ağca, Emniyet’te basının önüne çıkarıldığında “İpekçi’yi anarşiyi tırmandırmak için öldürdüm” diyordu.

 

Ağca, soruşturmasının sonlarına doğru ‘konuşmaya’ başlamıştı. Ancak, yasal soruşturma süresinin de sonuna gelinmişti. Sorgu, tam derinleşeceği sırada kesiliverdi; emniyetçiler de zor durumda kaldılar. Haliyle, mahkemeden ek süre talep ettiler. Ne var ki, dönemin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Org. Necdet Üruğ (Aralık 1983’te G.Kurmay Başkanı) inisiyatifini kullanarak ek süreyi vermedi. Böylelikle Ağca’nın soruşturulmasını engellemiş oldu!

 

Ağca, 11 Temmuz 1979’da tutuklanıp Selimiye Askeri Cezaevi’ne gönderildi. Daha sonra Selimiye’de yangın çıkıp cezaevi kullanılamaz hale gelince Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi’ne nakledildi.

 

Orada da fazla kalmadı, Ağca! Çünkü, 23 Kasım 1979 gecesi derin bir operasyonla kaçırıldı. Kaçırma planını Abdullah Çatlı yapmıştı…

 

Ağca Soruşturması’nın genişletilmesi için ek süre vermeyen Sıkıyönetim Komutanı Org. Necdet Üruğ, firar filminin gösterime girmesinden tam yirmi yıl sonra “Ağca’nın kaçırılması tugayın içinden organize bir işti. Darbelerin hukuku yoktur. Darbeyi yapan her şeyi göze almıştır.” diyecekti!

 

Ezcümle, Ağca’nın firarı -Ecevit’in söylediği gibi- nasıl gerçekleştiği anlaşılamamış bir hadise değildir.

 

Ecevit’in Ağca’nın kaçırılışı ile ilgili kaygılarını dönemin Genelkurmay Başkanı Evren’e iletmiş olması, Evren’in de “Çözeceğiz” cevabını vermesi; en az -Çankaya’da vekaleten oturan AP’li İhsan Sabri Çağlayangil’in 1980’in 11 Eylül günü öğleden sonra darbe söylentilerini Evren’e iletmiş olması, Evren’in de “Yok bişiy” demesi kadar kara mizahı şaha kaldıran bir hadisedir…

 

Ağca, 2 Eylül 1980’de yani darbeden sadece on gün önce Kapıkule’de Çatlı ile buluştuktan sonra deplasmana çıktı ve 13 Mayıs 1981’de Papa Suikastı’na imza attı.

 

Ankara’da terörü tırmandıran üç büyük çaplı öldürme olayının (Balgat-Bahçelievler-Piyangotepe) organizatörü Çatlı ise eşiyle birlikte 12 Eylül’den sadece 22 gün sonra rahatlıkla yurtdışına çıktı: Meral Çatlı, 1997’de Susurluk Komisyonu’na bazı devlet görevlilerinin kendilerine pasaport temin ettiklerini ve yurtdışına çıkmalarını sağladıklarını söylüyordu…

 

M. Metin Kaplan’ın, İpekçi Suikastı’nı anlatan ‘Desise’ adlı kitabı kısa bir önce yayınlandı. Kitapta, Çatlı’nın kurduğu ‘Antiterör Birliği’ ilk kez deşifre ediliyor. Kaplan, bu örgütün eylemleri ile 12 Eylül’ün yolunu açtığını vurguluyor!

 

Bu arada, M.Ali Ağca da -tam 25 yıl yattıktan sonra- bayramın üçüncü günü cezaevinden çıkıyor…

 

*Kurban Bayramı’nız mübarek olsun…

 

 

 

10.01.2006

 

Ağca Gündemi, Arzın Merkezi’ne Uğramaz...

 

Kurtlar Vadisi takımı televizyon ekranlarında beraat ederken, M.Ali Ağca’nın gerçek hayattaki erkenden tahliyesine şaşırmamak gerekir...

 

 

Ağca’ya “Af Piyangosu”nun büyük ikramiyesi isabet etti.

 

Bu kurgusal piyangoda sürpriz yoktu: İpekçi Suikastı’nın baş aktörünün aşağı yukarı bu tarihlerde cezaevi günlerini noktalayacağı sır değildi...

 

Memleketimizde ‘fikri takip’ hak getire: Zaten, tahliyesi anons edildiğinde de Ağca “muhteşem bir karşılama töreni” ile serbest kaldı...

 

Türkiye’de öyle uzun yıllar mapusta yatılmaz! Aralıksız yirmi yılın üzerinde demir parmaklıkların ardında kalan adam bulmanız çok zordur. Ağca, 25 yıl yatarak rekortmen oldu; ne var ki, bunun 20 yılını İtalya deplasmanında yattı. Ağca’yı Türkiye’de beş yıldan fazla tutmadılar, içeride...

 

1979 Kasım’ında cezaevinden ‘Çatlı Organizasyonu’ neticesinde kaçırılmıştı, Ağca: Günümüzdeki erken tahliyesi ise “post modern bir dışarıya çıkış” anlamına geliyor...

 

Ağca’nın tahliyesi gündemde ikinci haftasına girmesine rağmen medyadaki Ağca yayınlarının tamamına yakını arzın merkezine seyahat etmekten özenle kaçınıyor. Papa Suikastı şöyle dursun, İpekçi Cinayeti’ni masaya yatırmaktan hayli uzaklarda seyahat ediyor, Ağca gündemimiz...

 

Çünkü, bu derin konuların üstü, Susurluk Kamyonu 12 Eylül Kavşağı’na çıktığından bu yana bir daha gerçek manada açılmamak üzere örtülmüştü. Kurtlar Vadisi dizisi ise, yakın tarihimizin derin gerçekleri üzerinde kuvvetli bir yanılsama meydana getirerek Susurluk Mekanizması’nı “legalleştirme kokteyli-partisi” olarak kayıtlara geçti.

 

***

 

Ağca’nın baş aktörü, tetikçisi olduğu İpekçi Cinayeti’nin izi sürüldüğünde bütün yollar “Mr. Kontrgerilla!”ya çıkıyor...

 

İpekçi Suikastı’nı planlayan Çatlı, Oral Çelik eliyle Ağca’yı buluyor. (Oral Çelik on yıl önce Türkiye’ye getirildiğinde İpekçi Davası’ndan yargılanmış ve bir görgü tanığının ‘yıllar sonra’ ifadesini değiştirmesi sonucunda beraat etmişti.)

 

Ağca’nın tutuklandıktan beş ay kadar sonra Kartal-Maltepe Askeri Cezaevi’nden Çatlı tarafından kaçırılışı tam bir ‘Özel Harp’ projeksiyonuydu.

 

Dönemin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ’un “Ağca sorgusunun derinleşmesi” üzerine Emniyet’in ek süre talebini geri çevirmiş olması yeterince manidardır!

 

Ağca, İpekçi cinayetinin üzerinden beş ay geçtikten sonra 25 Haziran 1979’da yapılan “kimliği belirsiz” bir ihbarla yakalandı. Ağca’yı ihbar eden kişi, kimliğinin belli olmasını o denli istemiyordu ki, ihbarcıya vaat edilen büyük ödülü almayı aklının ucundan bile geçirmemiş olmalıydı!

 

Esrarengiz ihbarcının suikastın ardındaki kontrgerilla mekanizmasını çözmüş yetkin bir resmi görevli olduğunu tahmin etmek hiç de zor değil. Yani, normal şartlar altında Ağca yakalanmayacaktı. Ağca’nın yakalanmasını sağlayan ihbarın ardından yürütülen sorgulama esnasında CHP hükümetinin yetkili kişileri arzın merkezine seyahat etmek yerine İpekçi Suikastı’nı MHP yönetimi ile irtibatlandırmak için epeyce çaba sarf ettiler...

 

Bu, Ecevit’in kontrgerilla örgütlenmesini örneklerken “O dönemde MHP Sarıkamış İlçe Başkanı’nın da ÖHD’den olduğunu öğrendim” demesi ile benzer bir durumdu...

 

Mekanizmayı siyasi hasımları ile izah edip ormanın tümünü gör(e)memek, göster(e)memekle ilgili bir refleksten söz ediyoruz: Emekli Orgeneral Kemal Yamak, kısa süre önce çıkan anı kitabında “ÖHD sadece MHP’ye değil CHP’nin içine de elemanlarını yerleştirmişti. Meclis’te her partiden ÖHD üyesi vekil vardı” diye yazdı...

 

1977’nin ilk ayında MİT’e alındıktan sonra, NATO’nun “Örtülü Harp” konsepti çerçevesinde MHP teşkilatına eklemlenerek kontrgerilla tarzı faaliyetlere hız veren Abdullah Çatlı, kendisinin organize ettiği terör eylemleri nedeniyle (Bahçelievler’de 7 TİP’linin Öldürülmesi Olayı) 1978’in sonbaharında MHP/ÜGD yönetimi ile yol ayrımına geliyordu. (Arkası Yarın)

 

 

 

17.01.2006

 

 

Çatlı’ların Ağca

 

Ekim 1978’de Ankara-Bahçelievler’de 7 TİP’linin katledilmesi eylemi, Çatlı ile MHP-ÜGD yönetiminin yollarını ayırdı.

 

 

MİT’in MHP’nin içine gönderdiği (Ocak 1977) en önemli elemanı olan Çatlı, artık kontrgerilla faaliyetlerini kendi elleriyle pişirdiği ‘Antiterör Birliği’ üzerinden yürütüyordu...

 

Bir taraftan Çatlı prodüksiyonlarıyla teröre ivme kazandıran, ses getiren cinayetlere imza atılıyor; diğer yandan Kahramanmaraş, Çorum gibi illerde “Mr. Kontrgerilla” tarafından gerçekleştirilen kanlı provokasyonlarla Türkiye yangın yerine çevriliyordu. Özetle, darbe şartları olgunlaştırılıyordu...

 

Çatlı, Bayrampaşa Cezaevi’nden 13 ülkücünün kaçırılması olayına da imza attı. Bunu yapmaktaki amacı firar hadisesinin MHP’nin üzerine kalmasını istemesiydi...

 

1979 yılı Türkiye’de darbe takviminin hızla ilerletildiği yıldı. Terörü zirveye çıkaran eylemler ardı ardına geldi. Bunların içinde Abdi İpekçi Suikastı’nın ayrı bir yeri vardı. Suikast, Çatlı’ya ihale edilmişti. Çatlı, Oral Çelik vasıtasıyla takımını kurdu. Mehmet Şener, Yalçın Özbey, Yavuz Çaylan ve tetikçi olarak da M. Ali Ağca!

 

Ocak ayının son günlerinde İstanbul’da bir TÜSİAD paneli düzenlendi. Panele katılan gazeteciler Abdi İpekçi, Nazlı Ilıcak ve Uğur Mumcu’ydu. Toplantıyı izleyen ve sonrasındaki kalabalık sohbette de İpekçi’nin yanı başına kadar sokulan üç genç kimsenin dikkatini çekmedi. Bu kişiler, Ağca, Şener ve Çaylan’dı...

 

***

 

1979’a girildiğinde İran’da Şah rejimi son ayını yaşıyordu: ABD bölgedeki en önemli müttefikini yitiriyordu. Aynı yıl, Afganistan SSCB işgaline uğradı. Türkiye’deki hükümetler, Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü ısrarla veto ediyordu. ABD-NATO bu coğrafyada büyük oranda kan kaybetmişti. NATO’nun “son kale”si Türkiye idi. ABD, Türkiye’yi elinden kaçırmak istemiyordu; Türkiye’deki siyasi iktidarlar ise yeterince söz dinlemiyordu!

 

“Bizim Çocuklar Yaptı”ların Paul Henze (CIA Türkiye Masası Şefi) 13 Ocak 1979 günü Abdi İpekçi ile görüşerek Milliyet Genel Yayın Müdürü’nden yakın arkadaşı Başbakan Ecevit’i Yunanistan vetosu konusunda ikna etmesini istedi...

 

Cevap, elbette olumsuzdu. İpekçi, kontrgerilla tarzı eylemlerin arka planını (K.Maraş Olayı gibi) çok iyi okuyabilen bir gazeteciydi. Gazetesi, Türkiye’ye kâbus yaşatanların planlarını deşifre etmeye yarayacak yayınlar yapıyordu. İpekçi, Milliyet’i elden çıkarmak isteyen patronu Ercüment Karacan’a karşı da inatla direniyordu. 1 Şubat gecesi öldürülmeseydi, Karacan’ın evinde kritik bir görüşme yapacaklardı...

 

Çatlı, NATO-CIA üzerinden aldığı ‘kontrgerilla’ ihalesini tetikçi Ağca marifeti ile uyguladı. İpekçi Suikastı ile “bir taşla birkaç kuş birden” vurulmuş oldu! Türkiye, artık dönüşü olmayan bir yola girmişti...

 

Hiç hesapta olmayan bir ihbar yüzünden tutuklanan Ağca’nın sorgu esnasında daha fazla şakımasını dönemin 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ’un engellemiş olduğundan dün bahsetmiştik. Çatlı, cezaevinden kaçışını organize ettikten sonra Ağca’yı 22 gün Erenköy’deki evinde saklamıştı...

 

Ağca kaçırılmadan önce de Adli Tıp’tan firara teşebbüs etmiş, ancak başaramamıştı. Ağca’yı hücreye almak yerine hiçbir şey olmamışçasına koğuşa vermişlerdi. Çünkü, ‘derindekiler’ bir an önce kaçırılmasını istiyorlardı: Kısa süre sonra da “Türkiye’nin en iyi korunan cezaevi”nden kaçırıldı!

 

Ağca, Çatlı’nın himayesinde Ankara ve Nevşehir’de de misafir edildi. Bir ara İran’a götürülüp tekrar Türkiye’ye getirildi. Çatlı, Ağca’nın Avrupa pasaportunu hazırlamıştı...

 

Evren Paşa, 12 Eylül Darbesi için artık uzatmaları oynatırken, Ağca, CIA’in acar forveti Frank Terpil tarafından Bulgaristan’a kaçırılıyordu! Çatlı ve eşine de 12 Eylül’den sadece 22 gün sonra Meral Çatlı’nın tabiriyle “devlet tarafından” Avrupa pasaportu verilecekti...

 

 

 

18.01.2006

 

 

Beyhude

 

12 Eylül öncesinin iki kavgalı siyasi lideri, bir başka deyişle iki başbakanı Demirel ve Ecevit, ABD’nin yoğun baskılarına rağmen Yunanistan’ın NATO’ya dönmesine müsaade etmemişlerdi…

 

 

Ecevit, 12 Eylül’den beş yıl sonra “Şayet ben ve Demirel Yunanistan’ın NATO’ya koşulsuz dönüşünü kabul etseydik, Türkiye’ye krediler de, para da akardı” diyecekti…

 

12 Eylül darbesinden kısa bir süre sonra, Türkiye en büyük diplomatik kozunu heba ediyor; askeri yönetimin lideri Evren, -karşılıksız olarak- Yunanistan’ın NATO’nun askeri kanadına dönüşünü engelleyen Türkiye vetosunu kaldırıyordu!

 

***

 

22 Ocak 1997’de Susurluk Komisyonu’na konuşan Meral Çatlı “Eşimin devlet adına görevlendirilmesinden Kenan Evren’in haberi vardı. Hatta, Abdullah Çatlı Almanya’da Evren’le görüştü” diyecekti…

 

Komisyonda yapılan itiraflar, 12 Eylül yönetiminin Susurluk mekanizmasındaki rolünü bariz bir biçimde ortaya koymaya başlayınca Evren’in de komisyona çağırılması gündeme gelmiş, ancak bu mümkün olmamıştı!

 

Sadece bu örnek bile Arzın Merkezi’ne seyahat edilemeyeceğini göstermeye yetiyordu. Türkiye, Susurluk Kazası vesilesi ile “Mr. Kontrgerilla” dizisini tepeden tırnağa açık edebilmek için yakaladığı tarihi fırsatı kısa süre içinde heba etmişti…

 

‘Büyük Susurluk Mahkemesi’ kurulamadı; kurulamazdı da…

 

Şayet böyle bir mahkeme kurulabilseydi, 12 Eylül öncesinde ‘Mr. Kontrgerilla’nın ülkemizi bir askeri darbeye hazır hale getirmek için sol eliyle sağcıları, sağ eliyle de solcuları öldürmüş olduğu gerçeği tüm detaylarıyla ortaya konulabilirdi…

 

Böyle bir mahkemede Evren’e tek bir soru sormak kafi gelirdi: “Balgat, Bahçelievler, Piyangotepe katliamları başta olmak üzere Türkiye’de büyük çaptaki terör eylemlerinin organizatörü sıfatı ile “aranan” (doğrusu elbette “arandığı sanılan” olacak) Abdullah Çatlı’ya emrinizdeki devlet yetkililerinin askeri darbeden sadece üç hafta sonra pasaport verip yurtdışına salimen göndermesi acep ne iştir?”

 

Bu sorunun cevabını Meral Çatlı vermişti: Ne var ki, Susurluk Mahkemesi kurulamadığı-kurulamayacağı için de bu çok net kanıtın hiçbir hükmü kalmadı…

 

***

 

Genelkurmay Başkanlığı’nın üç gün önce yaptığı açıklamayı hatırlayalım: “Geçmişte zaman zaman gündeme getirilen Gladio, Derin Devlet gibi kavramların son günlerde Özel Harp Teşkilatı ile irtibatlandırılması gayretleri dikkat çekmektedir. Bu çabalar Soğuk Harp döneminde teşkil edilmiş diğer birçok ülkede benzeri bulunan bu birime zarar vermekte ve vatan savunması hazırlıklarında zafiyete sebep olmaktadır.”

 

Gladio, ÖHD’nin İtalya’daki muadili: Yani, NATO’nun Soğuk Savaş döneminde üye ülkelerde “örtülü harp” konsepti çerçevesinde kullandığı mekanizmadan söz ediyoruz…

 

Bu mekanizmayı yöneten de, ABD

 

ABD, 1974’e kadar ÖHD faaliyetlerinin yürütülebilmesi için Türkiye’ye 1 milyon dolar bütçe dışı- gizli bir para ödedi mi? Ödedi…

 

Sonra, Türkiye ve ABD makamları arasında anlaşmazlık çıkmış, dönemin Genelkurmay Başkanı da (Semih Sancar) bu paranın örtülü ödenekten temin edilmesini dönemin başbakanından (Ecevit) talep etmişti…

 

Başbakan da hay hay demişti; bu vesile ile mekanizmanın varlığından da haberdar olmuştu: O esnada, Genelkurmay Başkanı’na sormuştu, “Bu Özel Harp Dairesi nerededir?” diye…

 

“Amerikan Askeri Yardım Heyeti ile aynı binada!” cevabını almıştı!

 

Peki, ÖHD ‘Amerikan Heyeti’ ile 1974’te ve öncesinde aynı binada da, sonrasında farklı bir yerde miydi?

 

1974-80 arasında yaşadığımız kanlı kâbusla bunun da cevabını aldık!

 

 

 

20.01.2006

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.