Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

ANAYASA MAHKEMESİ İKTİSATÇI BAŞKANI HAŞİM KILIÇ ANAYASANIN DEĞİŞTİRİLEMEZ İLKELERİNİ TARTIŞMAYA AÇMA MESAJI VERMİŞ... Mesajı alalım ve tartışalım_mı?


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

ANAYASA Mahkemesi’nin iktisatçı başkanı Haşim Kılıç anayasanın değiştirilemez ilkelerini tartışmaya açma mesajı vermiş...

 

Mesajı alıp tartışalım:

Devletin şeklini “Cumhuriyet” olmaktan çıkaralım! Cumhuriyetin niteliklerinden ulusal dayanışmayı, adalet anlayışını, insan haklarına saygıyı ve temel ilkelerinden demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini atalım! Bölünmez bütünlüğü kaldıralım! İngilizceyi resmi dil yapalım! Bayrağı ve ulusal marşı değiştirelim!...

 

Değiştirilemez ilkeleri tartışmaya açarak ne yapmak istiyorsanız açıkça söyleyin biz de anlayalım.

Amerika’daki küresel efendiler tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ne giydirilmek istenen “Ilımlı İslam” gömleğinin önündeki tek engel laiklik ilkesinin altını biraz daha mı oymak istiyorsunuz?...

Açıkça söyleyin rahatlayın Açılan davalarda üstlendiği görev üzerine türbanı ve İslamcı AKP’yi savunan Anayasa Mahkemesi’nin akademisyen sıfatlı raportörü Osman Can, iktisatçı başkanına destek verip anayasanın değiştirilemezlik gerekçesiyle güler yüzlü bir Frankoculuk uygulandığını söylemiş...

Franko? Franko, İspanya’nın faşist diktatörü; Adolf Hitler’in ve Benito Mussolini’nin kankası! Kilise ve toprak ağalarının desteği ile halkına kan kusturan cuntacı general.

 

İkinci Dünya Savaşı’nda etliye sütlüye karışmadığı için paçayı kurtaran katil...

Raportör Osman Can; 12 Eylül cuntasına, general Kenan Evren’e “Frankoculuk” göndermesi yapsa neyse de değiştirilemezliğin gerekçesine sığınıp “karşı taraf”ta olduğu hazırladığı raporlardan belli laiklik ilkesine faşist çağrışımlar yüklemesi ne demek oluyor?...

Atatürk’ü çok seven romantik belgeselcinin belgesiz belgeselinde uyguladığı taktiğe ne çok benziyor bu demokrasi âşıklarının taktikleri. Oysa değiştirilemez ilkelerin başında demokrasi var; acaba elleri değmişken demokrasiyi de mi halletmeyi düşünüyorlar diye sormadan edemiyor insan!...

Haşim Kılıç’ın, anayasa değişikliğinden ne beklediğinin anlaşılmasından sonra görevinden istifasını beklemek ise sanırım kimsenin aklına gelmiyor!

___________________________________________

Sevgili Deniz Som'a Saygılarımızla...

Gönderi tarihi:
ANAYASA Mahkemesi’nin iktisatçı başkanı Haşim Kılıç anayasanın değiştirilemez ilkelerini tartışmaya açma mesajı vermiş...

 

Mesajı alıp tartışalım:

Devletin şeklini “Cumhuriyet” olmaktan çıkaralım! Cumhuriyetin niteliklerinden ulusal dayanışmayı, adalet anlayışını, insan haklarına saygıyı ve temel ilkelerinden demokratik, laik ve sosyal hukuk devletini atalım! Bölünmez bütünlüğü kaldıralım! İngilizceyi resmi dil yapalım! Bayrağı ve ulusal marşı değiştirelim!...

 

Değiştirilemez ilkeleri tartışmaya açarak ne yapmak istiyorsanız açıkça söyleyin biz de anlayalım.

Amerika’daki küresel efendiler tarafından Türkiye Cumhuriyeti’ne giydirilmek istenen “Ilımlı İslam” gömleğinin önündeki tek engel laiklik ilkesinin altını biraz daha mı oymak istiyorsunuz?...

Açıkça söyleyin rahatlayın Açılan davalarda üstlendiği görev üzerine türbanı ve İslamcı AKP’yi savunan Anayasa Mahkemesi’nin akademisyen sıfatlı raportörü Osman Can, iktisatçı başkanına destek verip anayasanın değiştirilemezlik gerekçesiyle güler yüzlü bir Frankoculuk uygulandığını söylemiş...

Franko? Franko, İspanya’nın faşist diktatörü; Adolf Hitler’in ve Benito Mussolini’nin kankası! Kilise ve toprak ağalarının desteği ile halkına kan kusturan cuntacı general.

 

İkinci Dünya Savaşı’nda etliye sütlüye karışmadığı için paçayı kurtaran katil...

Raportör Osman Can; 12 Eylül cuntasına, general Kenan Evren’e “Frankoculuk” göndermesi yapsa neyse de değiştirilemezliğin gerekçesine sığınıp “karşı taraf”ta olduğu hazırladığı raporlardan belli laiklik ilkesine faşist çağrışımlar yüklemesi ne demek oluyor?...

Atatürk’ü çok seven romantik belgeselcinin belgesiz belgeselinde uyguladığı taktiğe ne çok benziyor bu demokrasi âşıklarının taktikleri. Oysa değiştirilemez ilkelerin başında demokrasi var; acaba elleri değmişken demokrasiyi de mi halletmeyi düşünüyorlar diye sormadan edemiyor insan!...

Haşim Kılıç’ın, anayasa değişikliğinden ne beklediğinin anlaşılmasından sonra görevinden istifasını beklemek ise sanırım kimsenin aklına gelmiyor!

___________________________________________

Sevgili Deniz Som'a Saygılarımızla...

 

Demokrasi, laiklik vs anliyoruda Bayramizi neden denistitelim yada marsimizi. Bide inglizce dil ne guzel neden halen Turkuz ki bizler ? Utanmasalar Turkluyumuzude vercekler baskalarina. Ataturk bosunami Turkiye Cumhuriyettini kurdu ?

 

bazi insanlari gercekten anlamak cok zor...

Gönderi tarihi:
ANAYASA Mahkemesi’nin iktisatçı başkanı Haşim Kılıç anayasanın değiştirilemez ilkelerini tartışmaya açma mesajı vermiş...

 

Bu Haşim Kılıç'ı, zamanında Özal atamıştı oraya. Üstelik, adam Hukukçu bile değil, İktisatçıydı yanılmıyorsam.

 

Ama önemli değil, önemli olan FETHULLAHÇI olması :excl:

Gönderi tarihi:

Tartışmaya tartışalım. Söz konusu hükümler tartışmaya kapalı değil, "değiştirilmesinin teklif edilmesine kapalı" dır. Yoksa tartışma önünde bir engel yok. Ama örneğin "tek parti kalsın, diğerlerini kapatalım" şeklinde bir önerge veremiyorsunuz meclise. "Niye veremiyoruz" derlerse buyursunlar onu da tartışalım. Tartışmanın önünde bir engel yok. Neyi tartışacaklarsa atsınlar ortaya, buyrun! Hodri meydan! Tartışana laf yok! Konu serbest. Hilafet mi, padişah mı, cumhuriyet mi, demokrasi mi, laiklik mi, her neyi tartışmak istyorlarsa tabii ki buyursunlar, yoksa hatırımız kalır, güceniriz!

 

Dert tartışma değil. Sıkıntıları başka. Dertleri, ılımlı İslam gömleğini halkın en azından %55 ine giydirip, iktidarlarını din iktidarı olarak meşrulaştırmak ve rakiplerini "kafir, münafık" diye suçlayabilmenin yolunu açıp iktidarı ebediyen kendi adlarına tescilleyebilmek. Geri kalan %45 i din iktidarı gölgesinde yaşayan azınlık, sözlerini dinlemek gerekmez, çoğunluk tarafından ne empoze edilirse ona uymak zorunda olan bir ikinci sınıf konumunda tutmak. Bunların demokrasisi bu. Çoğunluk diktası.

 

Bunlar anlamaz, bir tek kişi çıksa "ben yeni bir din kurdum, bu dinin şimdilik tek üyesi de benim ve benim dinime göre şu şu kurallara uymam gerekli" dese, "höt! Ne dini, son din gelmiştir" diye bir iddia ile, devlet olarak, yasa olarak karşı çıkma yetkiniz yoktur. Ona inanç ve ibadet özgürlüğünü sağlamak zorundasınız. Herhangi bir "geçerli din" iddianız olamaz (devlet olarak, yasal olarak) demokraside. (Ağzınızla söylersiniz, o ayrı.) İsterse bir tek kişi hariç herkesin dini olsun. Bu yine o dini "geçerli, meşru, yasal din" kılmaz.

 

Bunlara kalsa iktidarı hiç değiştirmezler, sadece beş yılda bir referandum yaparlar, "iktidar sürsün mü?" diye sorarlar. "Sürmesin" demeye niyetlenenin gözünün içinde de dik dik bakarlar. "Ne o? Kafir misin? Münafık mısın? Dinsiz misin?" gibilerden. En küçük kıpırdamada yafta hazır: "Din düşmanları ayaklanma istiyor!"

 

Niyetlerinin böyle olduğunu havadan sudan sebeplerle muhalifleri olan herkesi toparlayıp, düzmece suçlamalarla komedi gibi tiyatro gösterileri düzenlemelerinden anlayınız... Bunlar gözdağı, sindirme ve özledikleri baskıcı, tek taraflı hukuk ve polis devleti düzenine hazırlık...

Gönderi tarihi:
önemli olan FETHULLAHÇI olması

Başka bir başlıkta "tuz" dan kokular geldiğini ve bu kokuların "fethullah" gerçekleştirmek için çaba gösteren "gülen" birilerinin sisteme gerçekleştirdiği "sızıntı"ların "zaman"la ortaya çıkması olduğunu belirtmiştim.

 

İşte buyrun. Üzmez davasında Adli Tıp raporunu yazanlara değil, raporun yanlış olduğunu belirleyen gerçek ve işini bilimsel yapan uzmanlara soruşturma açıldı. Şimdi buyrun burdan yakın! Sadece tuz değil, tuzcu da kokmuş...

Gönderi tarihi:

Bende iktisat mezunuyum....

Ama birde İktisatçı Kılıç'a bakın... :)

kilicj4.jpg

Anayasa maddeleri tartişmalıymış... Peh...

Hani derler ya...

Tam fıttırıklık... :lol:

1. Madde...

2. Madde...

3. Madde...

Gönderi tarihi:

12 Eylülün cuntacı Anayasası tartışılmalıdır. ancak, bu demek değildir ki, temel maddeler değiştirilsin, bu devleti, demokratik, laik ve üniter yapan maddeler de revizyona tabi tutulsun. Bunların amacı, demokrat düşünceli insanları yanına çekerek 12 Eylül Anayasasının anti-demokratik hükümlerini değiştirmek kılıfı altında bu temel maddeleride tartışmalı hale getirmek, Atatürk devrimlerinin kazanımlarına son darbeyi vurmak. Böyle bir mantık yok; yani, demokratik devleti değiştirip şeriat devleti haline getirmek için demokrasiyi kullanmak. Ondan sonra da dava açılınca ve hüküm verilince, bu hüküm antidemokratik oluyor ve Anayasaya aykırı oluyor. Bunu, AKP kapatma davası ile Türban davasında çok net gördük. Ama çoğu kişi sığ mantıkla düşündüğünden bunu göremiyor. 'Yani canım, parti kapatılır mı, bu demokrasiye aykırı, Türban neden Kamu alanına girmesin ki, bu gayet normal bir insan hakkıdır' denilince bunu halka izah etmek güçleşiyor. Dolayısıyla, bu gibileri maduru oynuyorlar, halkın gözünde sayı yapıyor. Anayasa mahkemesi ve TSK da ceberrut, baskıcı, zorba, dayatmacı, otriter hatta faşist oluyor. Bu kısır döngüyü kırmak da ancak muhtıra ile güçle oluyor. Bu sefer de dış desteklerimiz, kredi alma şansımız azaldığından neticede ekonomi dönmüyor, halkın cebine az para giriyor, çoğu kişi de ilkesiz ve sadece cebine girenle ilgilendiğinden, bunun sebebini TSK'ya veya gerçek ulusalcılara bağlıyor. Bunların sayısı de giderek artıyor. Olay sil baştan yeniden başlıyor. Başbuğ, şimdilik çok akıllı davranıyor, RTE'nin kulağını çekmiş anlaşılan, bakalım sonucu hep beraber göreceğiz.

Gönderi tarihi:

Eee Gundemdeki tecavuzcu coskun olayini nasil yok edecegiz tabiki boyle birseyle maksat gundem degissin evli evine koylu koyune boylece ulkede yarim kalan herseye birakilan yerden devam.. Hasim Kilicin maksati anayasanin degistirelemiyen ilkelerinin tartisilmasi degil sadece gundemin baska yone cekilmesi herzaman bilindik oyunlar.. Halki uyutmaya tamam, Kaldiklari yerden yolsuzluga devam...

saygilar

Gönderi tarihi:

‘H. Kılıç’

 

ANAYASA’NIN değiştirilemez ilkelerini tartışmaya açma mesajı veren Anayasa Mahkemesi’nin iktisatçı başkanı Haşim Kılıç’la ilgili çok ciddi bir iddia gündeme gelmişti.

Anımsayacaksınız:

Aydınlık dergisi Haşim Kılıç’ın Sayıştay’da denetçi olduğu 1970’li yılların ortasında, bir İslamcı terör örgütünün dergisinde “H. Kılıç“ imzasıyla Ankara temsilciliği yaptığını ve örgüt liderinin de yazdığı kitaplarda “Sayıştay’daki arkadaşım Haşim Kılıç” dediğini öne sürmüştü...

Haşim Kılıç bunun üzerine kısa bir açıklama ile hakkındaki iddiaları yalanlamış ve “H. Kılıç”ın “Hüsnü Kılıç“ olduğunu bildirmişti...

Ne var ki Aydınlık dergisi bu kez de Hüsnü Kılıç’ın o yıllarda çocuk yaşta olduğunu gündeme getirmiş ve bu arada İslamcı terör örgütüne yakınlığı ile bilinen bir dergide ise Haşim Kılıç’ın açıklamalarının doğru olmadığı yazılmıştı...

Anayasa’nın değiştirilemez ilkelerini tartışmaya açma mesajı veren ve raportörü Osman Can’ın “güler yüzlü Frankoculuk” benzetmesiyle attığı ilk tartışma adımını gülümseyerek izleyen iktisatçı Haşim Kılıç, İslamcı terör örgütü bağlantısı konusundaki açıklamasının açıkta kaldığı o günden beri de başka bir açıklama yapmamıştı.

 

Şimdi sözü bir hukukçuya, avukat Nezihi Sanal’a bırakalım: ...

“Her ne kadar ‘Sakıta bir söz isnat olunmaz’ kuralı Mecelle hükmü ise de bu hükmün ‘Lakin maraz-ı hacette sükut beyandır’ diye devamı vardır. Susan kişinin bir şeyi kabul ettiği varsayılamaz ama konuşması gereken yerde susan kişi iddiayı kabul etmiş sayılır...

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Cumhuriyetin temeline bomba koymadan önce, derhal hakkındaki bu ağır ithamdan kendini mümkünse temize çıkarmalıdır.

Benzer bir olay demokratik bir ülkede vuku bulsa, bahis konusu kimse derhal istifa ederdi; Japonya’da olsa harakiri yapardı!

Oysa hazret, bu ağır ithamlar bir başkasına yapılmış gibi makamında oturuyor...

Bu ithamlara kaşı susmak zorunda kalan insan, meşruiyetini kaybetmiş demektir. Ayrıca bütün bu olup bitenler karşısındademokratik hukuk devleti’ sakızını çiğneyenler de mide bulandırıyor.”...

 

DİPNOT...

 

 

 

__________________________________

Deniz Som'a sayglarla...

Gönderi tarihi:

madde-1: türkiye devleti bir cumhuriyettir

 

madde-2: türkiye cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

 

madde-3: türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. dili türkçedir.bayrağı şekli kanunda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.milli marşı "istiklal marşı" dır.başkenti ankaradır.

 

madde-4: anayasanın 1 nci maddesindeki devletin şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki cumhuriyetin nitelikleri ve 3 ncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

 

İşte Anayasanın değiştirilemez ilkeleri.Haşim Kılıç'ın tartışmaya açma mesajı verdiği bu ilkeleri demokratik bir ülkeyse gelin tartışalım.Yalnız;

 

-1921 Anayasası ile hakimiyet şartsız milletindir ile başlayan,1924 Anayasası ile ''Türkiye Cumhuriyeti'' olarak tanımlanan,en son 1982 Anayasası ile son bulan bu anayasalar zincirini ve bunun değişmez ilkelerini tartışırken,taşları olması gereken yere bırakmasını da iyi bilelim.

 

-Şunun farkında olalım ki;daha saltanata bile son verilmeden,ülkenin idaresinde millet ve millettin iradesini gösteren,sonraki anayasalarda ''cumhuriyet'' olarak nitelenen,son sözü millete veren değer;yani Cumhuriyet;hala kendi içimizde oturtamadığımız bir değerdir.Hala yabancı kaldığımız bir değerdir ki;önce özümsenmeli.

 

-Demokrasi,laiklik vs değerler de maalesef ülkemizde sadece kağıt üzerinde kalmış,uygulama aşamasında olmadık hukuksuzluklarla bir çıkmazda kalakalmıştır.

 

-Ve asıl tartışılması gerekenler;

 

1-Anayasanın değişmeyen ilkelerini şimdilik bir tarafa bırakalım;AKP'nin seçim vaadinde ki sivil anayasa nerde?

2-Anayasa da konuşulması gerekenler değişmeyen ilkeler mi yoksa demokratik olmayan maddeler mi?...301 örneği!

 

-Ben ne Kılıç'ı ne de AKP Hükümetini samimi bulmuyorum.Bunun nedenlerini yazma gereğini de hissetmiyorum...sadece söylenenler ve değişen politikalara bakmak yeterli.

 

Bunun yanında demokratik,laik,sosyal bir hukuk devletinde yaşadığıma da inanmıyorum.En azından sunulan yaptırımlarla.

 

Geleneği taşıyan bir hükümet örneği sadece AKP...öncesinde bakmak lazım.

 

Demokratik olmaya çalışan bir ülke;hala darbe sonrası hazırlanan anayasalarla yönetiliyor...bu da apayrı bir komedi.

Gönderi tarihi:

ANAYASA’nın "değiştirilemez" hükümleri bu arkadaşları niye rahatsız etti, anlamıyorum:

 

"Madde 1: Türkiye Devleti bir Cumhuriyet’tir.

 

Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.

 

Madde 3: Türkiye Cumhuriyeti, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

 

Bayrağı, kanunda belirtilen beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

 

Milli marşı ’İstiklal Marşı’dır.

 

Başkenti Ankara’dır.

 

Madde 4: Anayasa’nın (1’inci, 2’nci ve 3’üncü maddeleri) değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez."

 

(.........)

 

Bu maddeler niye batıyor bunlara?..

 

Hangisine karşılar; devletin şekli Cumhuriyet’e mi, Atatürk milliyetçiliğine mi, laik ve sosyal devlet oluşuna mı, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne mi, al bayrağına mı?..

 

Nedir dertleri?..

 

Niçin?..

 

*

 

AKP’nin Anayasa tasarısını Türk milletinden önce gidip ABDye anlatan Bilkent Üniversitesi’nin Prof. Ergun Özbudun’u... Anayasa Mahkemesi’nin "iktisatçı" Başkanı Haşim Kılıç ve diğerleri... Bilkent Üniversitesi’nde "Anayasa’nın değiştirilemez ilkelerini" bir sempozyumla tartışmaya açtılar...

 

Durup dururken niye?...

 

Tabii ki biz anlıyoruz; amaç AKP’nin yolunu açmak...

 

Karşı devrimin önündeki engelleri kaldırmak...

 

Cumhuriyet’i tepeden tırnağa kuşattılar, ama kimi sorunlar çıkıyor, kimi engeller var...

 

O engelleri temizlemek amaç...

 

Bu kadar...

 

*

 

Ama Cumhuriyet’in sahipleri buna izin vermezler...

 

29 Ekim’de, 10 Kasım’da, Cumhuriyet ve Atatürk adının geçtiği her Allah’ın gününde; meydanlara, caddelere, Anıtkabir’e, televizyonların ekranlarına, gazetelerin sayfalarına sığmayan milyonlar var, milyonlar...

 

Onlar çağdaşlık-aydınlık umutlarını geri istiyorlar.

 

Hálá laik Cumhuriyet’i tekmelemek isteyenlerin başına dünyayı yıkarlar...

 

Dünyayı...

 

(*)

Gönderi tarihi:

Aslında şöyle biraz daha geniş açıdan bakınca şöyle bir tablo ortaya çıkıyor:..

 

Biliyorsunuz...

Kılıç, AKP’ye yönelik kapatma davasının karar oturumuna saatler kala AKPnin seçtiği Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı ile gizlice buluştu ve 5 saat görüştü...

Ve Mahkeme kararında AKP’nin odak olmadığını savunan tek kişi Kılıç oldu. Kılıç karşı oy yazısında Anayasa Mahkemesi’nin, sınırlarının dışına çıkmamasını istiyor, anayasanın her maddesinin tartışılmasından yana olduğunu söylüyordu...

Rastlantı olsa gerek; AKP de aynı şekilde düşünüyor. Mahkemenin yetkisinin daraltılmasını, anayasanın iktidarca istendiği gibi oynanmasını istiyor...

Bunu kendisi dile getirse, yine odak tartışması başlayacak...

Tartışmayı Kılıç başlatıyor ki, karşı çıkılabilirliği az olsun!

Bu sırada AKP ne yapıyor?

Tek devlet, tek millet, tek bayrak, diyor!...

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

Hukukçu değilim, ama bildiğim kadarıyla evrensel İnsan Hakları ilkelerine göre bir kişinin hukuk eğitimi almamış, yargıç olmayan biri tarafından yargılanabilmesi, dolayısıyla hukuk eğitimi almamış birinin mahkemelerde, başkanlık şöyle dursun yargıç olabilmesi kesinlikle söz konusu dahi edilmese gerektir.

 

Bu nedenle, vergilerini düzenli ödemiş bir vatandaş sıfatıyla yetmiş küsur yıldır bütün yükümlüklerini düzenli yerine getirdiğim devletin yapısını öğrenip tam kavrayabilmek için hukukçularımıza, özellikle de anayasacı hukukçularımıza sormak istiyorum: Gazetelerin yazdığına göre hukuk eğitimi almamış Sayın Haşim Kılıç, üstelik bir mahkemenin başkanlığına nasıl getirilmiştir acaba? Ya da, Anayasa Mahkemesi mi bir mahkeme değildir yoksa? Ama Anayasa Mahkemesi dediğimiz bu kurul, Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hem seçim yasası, vergi ve muhasebe yasası gibi yasaları çiğnediği, hem de rejimi değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunduğu suçlamasıyla yaptığı başvuru üzerine siyasi partiler hakkında davalar açarak yargılayıp kapatma cezası verebilmekte, hatta tıpkı bir asliye ceza mahkemesi gibi verdiği bir cezayı para cezasına da çevirebilmektedir. Oysa bir siyasi partinin rejimi değiştirmeye yönelik girişimlerde bulunması ile yöneticilerinin örneğin seçim yasalarını çiğnemesi veya muhasebe kurallarına aykırı davranması çok farklı nitelikte suçlardır. Yani, rejimi değiştirmeye kalkışmak gibi bir siyasi suç ile yasaları çiğneme suçlarını aynı kefede değerlendirilebilmek acaba gerçekten mümkün müdür?

 

Fakat bilindiği gibi yalnız siyasal partilerin yöneticileri değil, yasaları çiğnemeleri örneğin yolsuzluk yapmaları halinde yürütme erki üyesi bakanları, başbakanları, yüksek aşamalardaki memurları da Anayasa Mahkemesi yargılamaktadır.

 

Bu nedenle, örneğin hukukçu olmayan Haşim Kılıç’ın başkanlığındaki Anayasa Mahkemesi’nin yolsuzlukla suçlanan bir bakan hakkında vereceği kararın çağdaş hukuk anlayışına uygunluğunu, kararda hiçbir hukuksal gölgenin bulunmadığını öne sürebilmenin olanağı var mıdır?

 

Üstelik ilginçtir, yasaları çiğnemek, yolsuzluk yapmak gibi suçlarından hükümet üyesi bakanları, başbakanları, yüksek dereceli memurları yargılarken bu kurula, her ne hikmetle ise Anayasa Mahkemeside değil, Yüce Divandenilmektedir. Oysa yolsuzluk vb. gibi suçlarla ilgili davalara çağdaş hukuk anlayışına göre ancak yargıçlar bakabileceği için, bu kurula mahkemedenilse gerektir aslında.

 

Kuşkusuz, devletin yapısını (rejimini) değiştirmeye yönelik girişimlerinden dolayı bir siyasi partinin yargılanması hukuk dışı disiplinleri de gerektireceğinden, bu kurullarda hukuk dışı mesleklerden kişilerin de bulunması bir anlamda zorunlu da olabilir. Batı’da da devletin yapısına (rejimine) yönelik girişimlerinden dolayı siyasi partileri yargılayan kurullara bu nedenle Yüce Divananlamında Supreme Courtdenilmektedir ola ki.

 

Dolayısıyla bizde de partileri devletin rejimine yönelik girişimlerinden dolayı yargılayan kurula Anayasa Mahkemesiyerine Yüce Divan, yasaları çiğnemelerinden dolayı siyasi partileri, yolsuzluk yaptıkları için bakanları, başbakanları, yüksek dereceli memurları yargılayan kurula da Yüce Divanyerine Anayasa Mahkemesimi denilse gerektir acaba?

 

Gene, değerli anayasa profesörlerimize sormak istiyorum: Bir yasanın içinde değiştirilmesi yasama erkince dahi teklif edilemeyecekmaddelerin bulunmasının çağdaş hukuk mantığıyla, egemenliğin kayıtsız şartsız halka devredildiği ve kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı bir devlet anlayışındaki yasama ve yargı erkleri kavramlarıyla bağdaştırılabilmesi gerçekten mümkün müdür?

 

Yoksa anayasadediğimiz metne de aslındayasadeğil, toplumsal sözleşmeveya devletin kuruluş hukukumu denilse gerektir acaba?

 

Dilimizdeki bu çarpıklık da, Frenkçe constitutionkavramını yüz küsur yıl önce Doğulu bir kurnazlıkla conditionsözcüğüyle karıştırıp Osmanlıcaya Kanun-i Esasidiye aktaran Tanzimat aydınlarının, La Charte Constitution veya Constitution act / Constitution Government / Constitution State deyimleri için de şartlı yönetimanlamında Meşrutiyetdiye bir sözcük uydurmalarının yarattığı bir yanılgı yüzünden mi sürmüş gelmiş, gene Osmanlıların deyimi ile bir galatı meşhurolmuştur?

 

Sayın hukukçularımız, 1921 yılında Teşkilat-ı Esasiye Kanunuhaline dönüştürdüğümüz, 1945 yılında da anayasadiye çok şirin Türkçe bir karşılık bulduğumuz teokratikdevletlere karşı Batılıların Rönesans döneminde yüzyıllar boyu süren kanlı savaşımlar sonunda gerçekleştirdiği laik devletin kuruluşu ile ilgili Toplum Anlaşması, Kuruluş Sözleşmesi ya da Kuruluş Hukuku anlamındaki bu kavramın, devletlerin yönetimleriyle ilgili basit bir terim olan yasasözcüğüyle özdeşleştirilebilmesi gerçekten olanaklı mıdır?

 

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıçın, Bilkent Üniversitesi ve Alman Uluslararası Hukuki İşbirliği Vakfı ile birlikte Anayasadaki değiştirilemez ilkelerkonusunda bir uluslararası sempozyum düzenlemekte herhangi bir sakınca görmemesi de bu yanılgıdan mı kaynaklanmaktadır acaba?

 

Sanki bir yasa adıymış gibi yüz küsur yıldır hiç tartışmadan sürdürüp geldiğimiz şu Frenkçe constitution kavramının anlamını sevgili hukukçularımız, değerli anayasa profesörlerimiz n’olur biraz açıklasalar, bizleri biraz aydınlatsalar!..

 

Rica ediyorum....

 

Saygılar...

 

DİPNOT... (Sevgiyi Demirtaş Ceyhun'a sevgi ve saygılarımızla....)

Gönderi tarihi:
Hukukçu değilim, ama bildiğim kadarıyla evrensel İnsan Hakları ilkelerine göre bir kişinin hukuk eğitimi almamış, yargıç olmayan biri tarafından yargılanabilmesi, dolayısıyla hukuk eğitimi almamış birinin mahkemelerde, başkanlık şöyle dursun yargıç olabilmesi kesinlikle söz konusu dahi edilmese gerektir.

.

.

 

DİPNOT... (Sevgiyi Demirtaş Ceyhun'a sevgi ve saygılarımızla....)

 

Hukuku veya yasayı yarım bilmek bir takım yanlışları sonuçlar. Tarihimizde çokça görülen birşeydir hukuk eğitimi almadığı halde mahkemede hakimlik yapmak. Bu üstelik aldığı kararlar tamamen siyasi konuları içeren Anayasa Mahkemesi de değildir. Direkt ceza hukukunu ilgilendiren konuları içeren noktalarda da bizde bazı mahkemeler hukuk eğitimi almayanların katılımıyla oluşmuştur.

 

Bu tespiti yaptıktan sonra; Anayasa Mahkemesine üye seçimini belirleyen bir norm vardır.

II. Yüksek mahkemeler

 

A. Anayasa Mahkemesi

 

1. Kuruluşu

 

MADDE 146.– Anayasa Mahkemesi onbir asıl ve dört yedek üyeden kurulur.

 

Cumhurbaşkanı, iki asıl ve iki yedek üyeyi Yargıtay, iki asıl ve bir yedek üyeyi Danıştay, birer asıl üyeyi Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi ve Sayıştay genel kurullarınca kendi Başkan ve üyeleri arasından üye tamsayılarının salt çoğunluğu ile her boş yer için gösterecekleri üçer aday içinden; bir asıl üyeyi ise Yükseköğretim Kurulunun kendi üyesi olmayan yükseköğretim kurumları öğretim üyeleri içinden göstereceği üç aday arasından; üç asıl ve bir yedek üyeyi üst kademe yöneticileri ile avukatlar arasından seçer.

 

Seçim şekli Anayasa'da belirtilmektedir. Buna göre seçimi gayet normaldir...

 

Pekiyi dünyanın geri kalan ülkelerinde neler olmaktadır.

 

-http://www.anayasa.gen.tr/aym-uyesecimi.htm-

Türkiye’de Anayasa Mahkemesinin 11 üyesinden 7’si yargı organları tarafından seçilmektedir. Bir üye YÖK, 3 üye de Cumhurbaşkanı tarafından seçilmektedir. Türkiye'de yasama organının Anayasa Mahkemesi üye seçme yetkisi yoktur. Bu tamamıyla alışılmadık bir durumdur. Ayrıca belirtelim ki, yargı organı tarafından seçilen 7 üyeden 2’sinin askerî yargı organları tarafından seçilmektedir. Ülke genelinde fevkalade küçük bir kitleyle alakalı olan Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemesine ülkenin kanunları üzerinde böylesine söz söyleme yetkisine sahip bir organa üye seçme yetkisinin niçin verildiğini anlamak imkânsızdır. Yeryüzünde bizim bildiğimiz kadarıyla Anayasa Mahkemesine üye seçmede askerî yargı organlarına yetki veren bir ülke Türkiye haricinde mevcut değildir.

 

Kemal Gözler

 

Mesele hem siyasi olaylara bakmak hem de cezai müeyyide gerektirecek davaları incelemek en azından hukuk eğitimi almış olmayı gerektirmez mi sorusudur.

 

YÜCE DİVAN” OLARAK ANAYASA MAHKEMESİ

Dr.Muzaffer Yasin ASLAN

Hâkim Binbaşı

23 NUMARALI DERGİ

 

Bilindiği üzere, yürütme ve yargıdaki üst düzey kamu görevlilerinin, görev suçlarına ilişkin yargılanmaları işin doğası gereği özel bir durumdur. Bu nedenle buradaki yargılama yetkisi özel olarak kurulmuş bir mahkeme olan Yüce Divana bırakılmıştır. Yüce Divan, farklı uygulamalarla olsa bile, genel olarak tüm ülkelerde var olan bir kurumdur. Her ülke kendi hukuk geleneği içinde bu kuruma bir şekilde yer verilmiştir. Türkiye’de Yüce Divan görevi Anayasa Mahkemesi tarafından yerine getirilmektedir.

 

Diğer yandan, Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla çok başvurulan bir kurum değildir. Anayasa Mahkemesi temelde bir ceza mahkemesi olarak kurulmadığından, Yüce Divan sıfatıyla yargılama yaparken bazı eleştirilerle karşılaşmaktadır. Bu makalede Yüce Divana yönelik eleştiriler kapsamında, mahkemenin kuruluş ve görevleri incelenmiştir. Önce Yüce Divanın kuruluş amacı ve oluşumu ele alınmıştır. Ardından Yüce Divanın görev ve yetkisi madde, yer ve kişi bakımından anlatılmıştır. Son olarak Yüce Divandaki yargılama usulü açıklanmış ve bir takım değerlendirmeler yapılmıştır.

 

Yürütme ve yargının en üst düzeydeki makamlarında görev yapan kimselerin içinde yer aldığı ilişkiler, onları nüfuz alanı geniş kimseler haline getirmiştir. Bu kimselerin herkesin tabi olduğu makamlarca yargılanması ister istemez bazı tartışmaları da beraberinde getirmektedir. Bu kimselerin siyasi veya salt nüfuza dayalı bazı kayırılmalarla karşılanması olasılığı yüksektir. Öncelikle bu olasılığı bertaraf etmek için, nüfuz etkilerinden olabildiğince uzak ayrı bir yargı oluşumu düşünülmüştür.

 

Diğer yandan, durum bazen tam aksi bir hal alabilmektedir. Siyasi hesaplaşma veya benzeri düşüncelerle, bu kişilerin herkesin tabi olduğu mahkemelerde haksızlığa uğrayabileceği düşüncesi de ciddiye alınmalıdır. Sadece siyasi karalama ve hesaplaşma amacıyla dahi bir kişinin görev suçu ile itham edilmesi mümkündür. Amaç, iddia veya savunmayı kayırmaksızın suçlanan kişiyi en adil şekilde yargılamak olduğuna göre, bu durumda ayrı bir mahkeme kurulması en iyi çözüm olarak görünmektedir.

 

Her ne kadar Anayasa Mahkemesi Yüce Divan sıfatıyla bir takım davalara bakmaktaysa da bu suçlar adi suçlar değildir. Görev ve göreve ilişik suçlardır. Örneğin adi bir adam öldürmeden dolayı ceza davası genel mahkemelerde görülecektir. Yüce Divan sıfatı örneğin ihaleye fesat karıştırma, zimmet, irtikap, görevi kötüye kullanma, görevi ihmal gibi suçlar için geçerli olacaktır. Bu durumda ise; Sayıştay'dan üye olması belki olayı kolaylaştıracaktır. Nihayetinde buna benzer davalar genelde para davaları dediğimiz türden davalardır. Ancak; yine de ortada bir sorun yok değildir.

 

Pekiyi bu sorunu aşacak bir mekanizma var mıdır? Anayasa Mahkemesine üye seçiminde daha çok sivilliği talep etmek şarttır. Hukukçuların her şeyi öngörmeleri mümkün değildir bu sebeple toplumun çeşitli kesimlerini temsil eden birilerinin de Anayasa Mahkemesinde bulunması şarttır. Aynı zamanda hukukun ne olduğunu söyleyebilecek bu kesimlerin Anayasa Mahkemesine üye seçilebilmek için yeterli olabilecek deneyime sahip olmaları gerekmektedir. Belli süre kamu görevlisi olmak mesela uygundur. Zaten maddenin şu anki halinde bu vardır. O halde sorun Yüce Divan sıfatıdır ancak bu sıfat yargılanan kişilerin nüfuzları dolayısıyla başka bir kuruma da bırakılamaz. O halde Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinin davalara bakması mı gereksin yoksa yine Anayasa Mahkemesi gibi ancak sadece hukukçulardan oluşan üyelerden müteşekkil ayrı bir Yüce Divan mı kurulmalıdır.

 

Bu sorunun şu anda soruluyor olması; Haşim Kılıç'ın açıklamasına denk geldiği için bağcıyı dövmek mesabesinde bir hal alıyor.

 

İsteyenler Kemal Gözler'in sitesini ziyaret edebilirler. Benzer birkaç tane süper makale var...

 

Ben, konunun gerisine karışmak istemiyorum ama Haşim Kılıç'ın ne söylediği hala buraya tam metin olarak taşınmış değil...

Gönderi tarihi:
hukuk eğitimi almamış Sayın Haşim Kılıç, üstelik bir mahkemenin başkanlığına nasıl getirilmiştir acaba?

O da bir şey mi Sayın Dipnot, bir ilimize Sağlık Müdürü olarak bir VETERİNER atadı bu iktidar...

 

Hani atanır atanır, müdürlük idari iştir, hasta muayene edecek değil müdürlükte ama, niye VETERİNER? Hani Tarım Bakanı da çiftçilere "gözünüzü toprak doyursun" demişti.

 

Kara mizah yapmaya çalışıyorlar da, millet anlamıyor zahir. Yalnız bir şey söyleyeyim: Yarın atayacak "hukukçu" da bulacaklardır. Fetullah efendi yıllardır ne için çalıştı?

Gönderi tarihi:

Sayın bekir,

 

Benim bildiğim Sayın Kılıç'ın bu konuda herhangi bir konuşma metni ile gündem de yer almadığı,sadece Anayasa'nın değiştirilemez ilkelerini gündeme taşıma isteğidir.

 

Tabi benim bildiğim bu,varsa herhangi bir metin,birileri bunu eklerse bende çok sevineceğim.

 

Yalnız daha önceki iletimde yazdığım,AKP ve Kılıç'ı samimi bulmuyorum şeklinde ki düşüncelerim de ısrarlıyım.

 

Siz hukukçusunuz,benden çok daha iyi biliyorsunuzdur.

 

Yanılmıyorsam Anayasa değişikliğinin olması oldukça zordur;Anayasanın değiştirilmesi için ciddi bir değişim potansiyeli olmalıdır.

 

Anayasa'nın değişmez denilen maddelerle tartışılmasına karşı değilim;neden tartışmayalım ki.

 

Ama ''Anayasa Mahkemesi'' dahil olmak üzere,gerek türban gerek de demokrasi aracı olan partilerin kapatılması konusun da yetersiz olan bir yasalar deryasın da tartışılması gereken bu değil.

 

2009' a aylar kala,bir vatandaş olarak benim talebim;sivil bir anayasa.AKP sınıfta kaldı,sivil anayasa talepleri varken,değişmez ilkeler ile gündeme oturan Sayın Kılıç da sınıfta kaldı.

 

Komediye devam...darbelerin yasaları ile buyrun demokratik bir ülkeye.

Gönderi tarihi:

Aslında Mavi olmayan gökyüzü, bildiğinizin dışında birşey yok. Ortada bir metin falan yok.

 

Değiştirilemez ilkeleri gündeme taşımak değiştirilemez ilkeleri yorumlamayı da getiriyor. Değiştirilemez ilkeler her zaman bizim anayasalarımızda olmuş değildir. Demek ki bir anayasa için değiştirilemez ilke koymak şart değildir.

 

1924 anayasası

MADDE 1.- Türkiye Devleti bir Cumhûriyettir.

MADDE 2.- Türkiye Devletinin dîni, Dîn-i İslâmdır; resmî dili Türkçe’dir, makarrı Ankara şehridir.

11 Nisan 1928 tarih ve 1222 sayılı Kanunla aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

MADDE 2.- Türkiye Devleti’nin resmî dili Türkçe’dir; makarrı Ankara şehridir.

10 Kânûn-u-evvel 1937 tarih ve 3115 sayılı Kanunla aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

MADDE 2.- Türkiye Devleti, Cumhûriyetçi, Milliyetçi, Hâlkçı, Devletçi, Laik ve İnkılâpçı’dır. Resmî dili Türkçe’dir. Makarrı Ankara şehridir.

MADDE 3.- Hâkimiyet bilâ kayd-ü-şart Milletindir.

MADDE 4.- Türkiye Büyük Millet Meclisi milletin yegâne ve hakîkî mümessili olup Millet nâmına hakk-ı hâkimiyeti istimâl eder.

MADDE 5.- Teşrî salâhiyeti ve icrâ kudreti Büyük Millet Meclisinde tecellî ve temerküz eder.

MADDE 6.- Meclis, Teşrî salâhiyetini bizzat istimal eder.

MADDE 7.- Meclis, icrâ salâhiyetini, kendi tarafından müntehap Reisicumhûr ve onun tâyin edeceği bir İcrâ Vekilleri Hey’eti marifetiyle istimal eder.

Meclis, Hükûmeti her vakit murâkabe ve ıskât edebilir.

MADDE 8.- Hakk-ı kazâ, Millet nâmına, usûlü ve kanûnu dairesinde müstakil mehâkim tarafından istimal olunur.

 

1961 Anyasası

 

Birinci Kısım

GENEL ESASLAR

I. Devletin Şekli

MADDE 1.- Türkiye devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin Nitelikleri

MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin Bütünlüğü; Resmî Dil; Başkent

MADDE 3.- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.

Resmî dil Türkçedir.

Başkent Ankara'dır.

IV. Egemenlik

MADDE 4.- Egemenlik kayıtsız şartsız Türk Milletinindir.

Millet, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organlar eliyle kullanır.

Egemenliğin kullanılması, hiçbir suretle belli bir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılmaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

 

1982 Anayasası

I. Devletin şekli

MADDE 1.– Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

II. Cumhuriyetin nitelikleri

MADDE 2.– Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

MADDE 3.– Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.

Başkenti Ankara’dır.

IV. Değiştirilemeyecek hükümler

MADDE 4.– Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

 

Genel bilgiler cihetinden birkaç metni yukarı aldım. Dolayısıyla değiştirilemez ilkeler olması şart değildir. 2. Maddedeki insan haklarına saygılı ifadesi örneğin daha önceki anayasamızda insan haklarına dayalı idi. Haa, burada kastedilen laiklik değil mi? Aslında burada önem arzeden 2. madde. Ve ikinci madde paralelinde katı yorumlanan laiklik anlayışı. Laikliğin çıktığı asıl coğrafyanın uyguladığının çok daha serti uygulanan laiklik anlayışı. Hatta orada ruhban sınıfı için uydurulmuştu bizde ruhban sınıfı yoktur denilmesine karşılık...

 

Pekiyi Haşim Kılıç'ın bu çıkışı doğru mu? Eğer cevval bir laiklik anlayışını eleştirmek istiyorsanız hayır...Laiklik anlıyışının değişmesi için anayasanın değiştirilmesi gerekmez. Her halükarda anayasada laiklik bulunacak bulunmasa dahi uygulamada olacaktır. Böyle olunca; anayasanın ilk üç maddesinin tartışmaya açılması demek anayasanın ilk üç maddesini değiştirelim demek değildir.

 

Anayasanın değiştirilemeyen maddelerini (bana kalırsa değiştirilemeyen madde olmaz meclis her türlü yetkiye sahiptir-yok o kadar da değil gibi antitezler gelebilir ancak uygulanmak istedikten sonra onu durdurmaya mukadder olacak gerçek bir güç var mı düşünmenizi rica ediyorum) değiştirmenin bir manası yoktur ancak Anayasanın değiştirilemeyen maddelerini doğru yorumlamanın bir önemi vardır. Değiştirilemeyen maddeler tartışmaya açılıyorsa bunun yorumu tartışmaya açılıyordur. Özellikle laiklik'in yorumu tartışmaya açılıyordur. CHP'nin laiklik yorumunu okuyanlar oldu mu bilmem ancak benzer kanaate anayasa mahkemesi de sahip olarak laikliki yorumlamaktadır. Böyle olunca o laiklik bir baskı aracına dönüşmektedir.

 

AKP veya Kılıç'ı samimi bulup bulmamakta serbestsiniz. Kılıç konusunda birşey diyemem ama AKP konusunda haklılık payınız çok yüksek. Seçimden büyük bir galibiyetle çıktığı zaman Anayasa değişikliğini hemen gündeme almalıydı. Arkasında muazzam bir destek vardı ve baştan sona yeni bir anayasa yapması gerekiyordu. 1982 anayasası bir ton değişiklikle bugüne geldi aynı metni alıp dahi bir yasa halinde geçirseler en azından askeri yönetimle bir anayasanın bu ülkenin kaderi olmadığını göstermek açısından daha iyi olurdu. Devleti değil halkı öne alan bir anayasa yapılması şarttır. AKP bu sebeple anayasa sınavını verememiştir. Ancak; konu paralelinde Kılıç'ın Anayasa Mahkemesine nasıl olup da üye olduğu sorulmaktadır. Bunun için de bir engel olmadığı görülmüştür sanırım. Hatta tüm dünyadaki uygulamaların benzer olduğu da görülmüştür...

 

Saygılar...

Gönderi tarihi:

1961 Anayasası...insan haklarına dayalı bir devlet.

 

1982 Anayasası...insan haklarına saygılı bir devlet.

 

1960 darbesinden hemen sonra yaşanan ve 1980 lere kadar uzanan sürecin en büyük darbesini hiç kuşkusuz demokrasi almıştır.

 

Ben her darbe sonrası yapılan hesapların aynı noktada bitmesine rağmen;insanlarımızın neden hala darbeleri kutsadıklarını çok merak ediyorum.Neyse mevzumuz darbeler değil.

 

Dönelim darbe sonrası anayasalarımıza,daha doğrusu değişemez olarak nitelenen maddelerden birine.

 

MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

 

MADDE 2.– Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

 

Maddeleri gelin beraber okuyalım.

 

-Milli dayanışma,adalet ve toplum huzuru bence bu maddelerde kilit rolünü üstlenmiyor;yani onu değişmez kılan bu maddeler değil.

 

-Türkiye Cumhuriyeti,Atatürk milliyetçiliğine bağlı,temel ilkelere dayanan,laik,sosyal bir hukuk devleti.İşte asıl anlaşılması gerekenler...

 

''bekir''

 

Değiştirilemez maddeler konusunda ki görüşünüze ben de katılıyorum.Bence de parlemantonun olduğu bir ülkede değişememezlik diye bir kavram mübah değildir.Ki bu asıl itibariyle ''Laiklik'' dediğimiz kavrama terstir.

 

Laiklik söz konusu olduğunda;değişim ve yenileşmeyi savunanlar, yasalar için de pekala bunu düşünebilmelidir.

 

Laiklik;din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır.Dini anlamda vicdan hürriyetidir.

 

Biz Laik bir ülkede miyiz?Kesinlikle hayır;en azından Diyanet'in varlığı bunu red eder..

 

Kavram kargaşasına kurban olarak sunduğumuz Laikliğin yorumu oldukça sancılı olur.Bir kavramı yorumlamak için önce o kavramı tanımlamak gerekir diye düşünüyorum.

 

Birileri için dinsizlik diğerleri için yenilik olan bir kavram,bu zıt görüşlerin çatışmasına neden oluyorsa;önce o kavramın nereye oturdulduğuna bakmak gerek.

 

CHP'nin laiklik kavramına olan yaklaşımı,kendi siyasi çizgileri dahilinde ele alınmalıdır;ki bu İslamın tehlike olarak gösterilmesidir.

 

CHP için laikliğin yorumu,dinin safdışı olması yatar.Ki bu dediğiniz gibi katı bir Laikliktir;yumuşatılamaz!

 

Saadet Partisi için de bu sefer bu yorum,gavurun tokadına dönüşebilir.

 

Buyrun başka bir katı laiklik yorumuna :)

 

Kılıç'ı samimi bulmuyorum;HUKUK vicdandır.Muhasebesinde insan yatar.Benim ülkem değişmez maddelerde hukuk devleti olsa da gerçeği ile hala Başbakanların gazetecileri yasaklayabildiği bir ''ben dedim,hukuk budur'' anlayışının diktadörlüğünde.

 

Kılıç samimi olsaydı,öncesin de hukuk anlayışımızı sorgulardı.Bizler daha hukuk anlayışını sorgulayamazken nasıl da kalkıp yorumlama işine girişebiliyoruz ki :( Tabi ki yorumlanıp konuşulacak,ama daha öncesinde düzeltilmesi gerekenler varken...olmaz,samimiyet ve cesaret bu değildir.

 

AKP... kendisini desteklemesem de ''sivil anayasa'' derken Başbakan,umutluydum.Sadece umut etmekle kaldık hepimiz.Çarklar istendik yönden dönmeye devam ediyor.Sayın Başbakan demokrasiyi,hukuku kendi için diliyor sadece...inanın ben hala darbelerin anayasası ile demokrat olmaya çalışan bir ülkenin çoçuğu olduğum için kendimle çelişiyorum.Tıpkı ülkem gibi... :)

 

Saygılar!

 

 

 

 

 

 

 

Gönderi tarihi:
Yeryüzünde bizim bildiğimiz kadarıyla Anayasa Mahkemesine üye seçmede askerî yargı organlarına yetki veren bir ülke Türkiye haricinde mevcut değildir.

Kemal Gözler

 

Onur Öymen: Bakınız, aynı tartışmalar başka ülkelerde de vardır. Demokratik olan ülke sadece Türkiye değildir ki. Size bir örnek vereyim. Almanya, demokratik bir ülke midir yoksa değil midir? Demokratik bir ülkedir. Alman Anayasası’nın 79. maddesi, Almanya’da hükümetlerin aldığı yetkinin hangi sınırlar içinde kullanılacağını belirler ve Alman Anayasası’nın hangi maddelerinin değiştirilemeyeceğini söyler. Hani Almanya özgürlük ve demokrasi ülkesiydi? Neden değiştiremesin? “ Madem ki halktan oy almış, demek ki değiştirir.” diyebilir misiniz? Değiştiremez. Peki Hükümet orada Anayasa değişikliği için Meclis’e öneride bulunamaz mı? Bulunabilir. Peki Anayasa değiştirilemez mi? Değiştirilebilir. Ama bir şartla değiştirebilir: Almanya’da Anayasa değişiklikleri bile Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabidir. Açınız 79. maddeyi, orada çok açık bir şekilde göreceksiniz ki Alman Anayasası’nda Meclis tarafından yapılacak değişiklikler bile Alman Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabidir. Niçin? Çünkü diyorlar ki; “Demokrasi olmak için oy almak yetmez, milletin iradesine dayanmak da yetmez. Devletin temel değerlerini, temel sistemini korumak zorundasınız.” 1. – 20. maddelerinin değiştirilmesi bile teklif edilemez. Alman Anayasası’na göre, Almanya’nın eyalet hudutlarını, ülke sınırını değiştiremezsiniz. Bu yasaktır ve bunu yapmaya çalışanların cezası 10 yıl hapistir. Almanya’nın genel sınırlarını değiştirmek için çalışanların cezası müebbet hapistir.

Gönderi tarihi:
Onur Öymen: Bakınız, aynı tartışmalar başka ülkelerde de vardır. Demokratik olan ülke sadece Türkiye değildir ki. Size bir örnek vereyim. Almanya, demokratik bir ülke midir yoksa değil midir? Demokratik bir ülkedir. Alman Anayasası’nın 79. maddesi, Almanya’da hükümetlerin aldığı yetkinin hangi sınırlar içinde kullanılacağını belirler ve Alman Anayasası’nın hangi maddelerinin değiştirilemeyeceğini söyler. Hani Almanya özgürlük ve demokrasi ülkesiydi? Neden değiştiremesin? “ Madem ki halktan oy almış, demek ki değiştirir.” diyebilir misiniz? Değiştiremez. Peki Hükümet orada Anayasa değişikliği için Meclis’e öneride bulunamaz mı? Bulunabilir. Peki Anayasa değiştirilemez mi? Değiştirilebilir. Ama bir şartla değiştirebilir: Almanya’da Anayasa değişiklikleri bile Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabidir. Açınız 79. maddeyi, orada çok açık bir şekilde göreceksiniz ki Alman Anayasası’nda Meclis tarafından yapılacak değişiklikler bile Alman Anayasa Mahkemesi’nin denetimine tabidir. Niçin? Çünkü diyorlar ki; “Demokrasi olmak için oy almak yetmez, milletin iradesine dayanmak da yetmez. Devletin temel değerlerini, temel sistemini korumak zorundasınız.” 1. – 20. maddelerinin değiştirilmesi bile teklif edilemez. Alman Anayasası’na göre, Almanya’nın eyalet hudutlarını, ülke sınırını değiştiremezsiniz. Bu yasaktır ve bunu yapmaya çalışanların cezası 10 yıl hapistir. Almanya’nın genel sınırlarını değiştirmek için çalışanların cezası müebbet hapistir.

 

Alman Anayasasında bu maddeler gerçekten var mı bilmiyorum. Onur Öymen var olduğunu belirttiğine göre biz de kabul edelim. Ancak; benden (Benim de Kemal Gözler'den alıntıladığım) metinde Anayasa Mahkemesinin denetimi veya ilk üç maddenin değiştirilemezliği yok. Üye seçiminden bahsediliyor orada.

 

Yine ben; bana göre Meclis her yasayı değiştirebilir diyorum. Bunu derken daha önceki meclisin Tanrı İktidar olmadığını belli ederek diyorum. Değiştirilemez hüküm koyabilmek için böylesi bir güce sahip olmanız gerekir. Yoksa örneğin; Hitler'de Anayasaya değiştirilemez hükümler koyabilirdi. Belki de koymuştur. Ancak; örneğin 1909'da biz II. meşrutiyetiyetle beraber meşruti yönetimin değiştirilemez olduğunu kabul etseydik şimdi Anayasa'yı nasıl değiştirecektik. Farzedelim 1921 Anayasası'na Meclis Hükümeti sistemi değiştirilemez bir ilke olarak konulsaydı...

 

Şimdi tarihin tozlu raflarında bir ütopya sosyal devlet olgusunu yaşıyoruz. Belki çok da uzak olmayan birkaç on yıl sonra sosyal devletten daha iyi bir şey çıkacak karşımıza. O zaman hala bu maddeler değişmeyecek mi?

 

Yine teori olarak; Meclis, Anayasa Mahkemesini kaldırabilir. Ve yine teori olarak 4. maddeyi kaldırabilir. Bundan sonra herhangi bir denetim mekanizması kalmaz. Pekiyi hangi güç onu durduracak. Aslında birşey yapılmak istendikten sonra durdurmaya muktedir bir güç yok. Bunlar teorik şeyler.

 

Konu paralelinde ise; aslında tartışılması gereken cevval laiklik anlayışı. Bana kalırsa Kürşat Bumin'in de isteği bu. Ama herhalde İstiklal Marşını veya Başkent'i tartışmak istemiyordur. Ve yada hukuk devletinin...

 

NOT: Alman Anayasasına böyle hükümler konulması anlayışla karşılanabilir. Nihayetinde Hitler gibi bir örnekle karşılaşmışlardır ve tekrarını istememektedirler. Biz de benzer bir süreç yaşanmadı ama olmaz değildir. Lakin; korunacak o kadar çok madde vardır ki o zaman da niye sadece ilk üç madde denmek zorunda kalınır. Eğitim öğretim hakkı değiştirilemez bir hak olarak korunmamalı mıdır? Haberleşme hürriyeti veya. Veya suçsuzluk karinesi veya yaşama hakkı...Her ne ise;

 

Selamlar...

Gönderi tarihi:
Yine ben; bana göre Meclis her yasayı değiştirebilir diyorum. Bunu derken daha önceki meclisin Tanrı İktidar olmadığını belli ederek diyorum. Değiştirilemez hüküm koyabilmek için böylesi bir güce sahip olmanız gerekir. Yoksa örneğin; Hitler'de Anayasaya değiştirilemez hükümler koyabilirdi. Belki de koymuştur.

 

:) Yine geldik, Türkiye Cumhuriyetini Hitler?e benzetmeye?Bak Bekir kardeşim, Fransa?da da, Almanya?da da bugün bu tür değiştirilemez maddeler var. Bu gayet normal aslında, şimdi,açıkkonuşalım; değiştirilemez olan maddelerde takıldığın mevzu, eninde sonunda laiklik değil mi ? E, laiklik olmadan da demokrasi olamayacağına göre, eğer, demokrasiden yana isen bu maddeyi desteklemen gerekir. Ha, 12 Eylül Anayasasının getirdiği çarpık yapı yok mu ? Elbette var ama bu derin bir konu. Meslela, Senato'nun kaldırılması gibi? Bu konu ile ilgili bir makale var. Alıntı yapacağım. Onu okuduktan sonra tartışalım mevzuyu.

 

Alman Anayasasına böyle hükümler konulması anlayışla karşılanabilir. Nihayetinde Hitler gibi bir örnekle karşılaşmışlardır ve tekrarını istememektedirler. Biz de benzer bir süreç yaşanmadı ama olmaz değildir.

 

Evet, olmaz değildir ve görünen köy de klavuz istemez. Bunu görmek için de müneccim yada allame-i cihan olmak gerekmez. Demokrasinin çoğunluk iktidarı olmadığını bilmeyenler için anlaşılmaz olsa da?

 

Ancak; örneğin 1909'da biz II. meşrutiyetiyetle beraber meşruti yönetimin değiştirilemez olduğunu kabul etseydik şimdi Anayasa'yı nasıl değiştirecektik. Farzedelim 1921 Anayasası'na Meclis Hükümeti sistemi değiştirilemez bir ilke olarak konulsaydı...

 

Bekir, 2.Meşrutiyetle, Cumhuriyet arasında bir Dünya Savaşı ve bir de Ulusal Kurtuluş Savaşı var, olayı çarpıtma! 1921 Anayasası zamanında ülkede çok partili demokrasi varmış gibi konuşuyorsun birde..Neyi neyle kıyaslıyorsun, millet de doğru sanacak :)

 

Şimdi tarihin tozlu raflarında bir ütopya sosyal devlet olgusunu yaşıyoruz. Belki çok da uzak olmayan birkaç on yıl sonra sosyal devletten daha iyi bir şey çıkacak karşımıza. O zaman hala bu maddeler değişmeyecek mi?

 

Şimdi sen Sosyal devlete mi itiraz ediyorsun, laik devlete mi açık konuş, konuları saptırma!

 

Yine teori olarak; Meclis, Anayasa Mahkemesini kaldırabilir. Ve yine teori olarak 4. maddeyi kaldırabilir. Bundan sonra herhangi bir denetim mekanizması kalmaz. Pekiyi hangi güç onu durduracak. Aslında birşey yapılmak istendikten sonra durdurmaya muktedir bir güç yok. Bunlar teorik şeyler.

 

Teorik olarak demokrasiyi istemeyen güçler, demokrasiden faydalanarak, yine teorik olarak demokrasiyi ortadan kaldırmak isteyemezler. Pratik olarak, bunu mantık gücünün durdurması gerekir. ;)

 

Konu paralelinde ise; aslında tartışılması gereken cevval laiklik anlayışı. Bana kalırsa Kürşat Bumin'in de isteği bu. Ama herhalde İstiklal Marşını veya Başkent'i tartışmak istemiyordur. Ve yada hukuk devletinin...

 

Bakla ağızdan çıkmış; ?Cevval laiklik?! Neymiş bu 'Cevvallik' bir tartışalım tabii, herkes için faydalı olur.

 

Lakin; korunacak o kadar çok madde vardır ki o zaman da niye sadece ilk üç madde denmek zorunda kalınır. Eğitim öğretim hakkı değiştirilemez bir hak olarak korunmamalı mıdır? Haberleşme hürriyeti veya. Veya suçsuzluk karinesi veya yaşama hakkı...Her ne ise;

 

Bu haklar, zaten ?İnsan hakları? başlığı altında değil mi ? Madde-4 ile korunan, Madde-2'deki ?insan haklarına saygılı? ibaresi bunları zaten kapsamıyor mu, Bekir ? Amma demogoji yapmışsın ha, her neyse?

Gönderi tarihi:
Bakla ağızdan çıkmış; ?Cevval laiklik?! Neymiş bu 'Cevvallik' bir tartışalım tabii, herkes için faydalı olur.

Bu tam bir bakla gerçekten. Pasif, pısırık, sinmiş, ürkmüş laiklik isteniyor olmalı. Böyle bir laiklik olmadığına göre (ki nitekim cevval olanı da yoktur, laiklik laikliktir) istenen olsa olsa, "laiklik duradursun da, laikler pısırık, ürkek, onu koruyamayacak kadar pusmuş olsunlar"!

 

Herhalde istekleri bu olsa gerek. O zaman amaçları olan laikliği kaldırmak zaten kolay olacak...

Gönderi tarihi:

1.si ağzımda bir bakla yok. Ben uzun zamandır şu anki laiklik anlayışını tartışıyorum tartışmaya açıyorum. Kürşat Bumin yazmışım özür dilerim.

 

Gerisi ise tamamen yanlış okuyup yanlış anlamanızdır.

 

Hitler; bu bir örnek meselesi değil faraziyedir. Ona ben hiç gitmemiştim siz gitmiştiniz, ben de dünkü yazımda mahsus değindim.

 

II. Meşrutiyet veya 1921'in hükümet sistemi şartlar değiştiği için değişmiştir. Şartlar değişirse ilk 3 maddenin de değişebileceğini varsayıyorsunuz o halde yukardaki açıklamanıza göre...

 

Ne sosyal devlete ne de laik devlete bir itiraz söz konusu değil. Diyorum ki; 2. maddede sosyal devlet olgusu var. Tarihin tozlu raflarında sosyal devlet bir ütopya (hatta belki ütopya olarak dahi bulunmuyordu) idi. Bugün belki sosyal devletten veya yarın daha iyi bir sistem tasavvur edecek insanoğlu. O halde değiştirilemeyen 2. maddeyi ne yapacağız. Bunlar sadece biraz beyin jimnastiği yapın diye örnek olarak söylenen şeyler.

 

Bu örnekler niye veriliyor. Bu örnekler "SOSYAL YAPIYI DÜZENLEYEN DEĞİŞTİRİLEMEZ MADDE İHDAS EDİLMEZ" diye veriliyor. Evvela bunu anlamanız gerekiyor...

 

İnsan haklarına saygılı-dayalı paralelinde bir gönderme yapmıştım. Hayır; aynı güçte değildirler. Hatta o haklar bakımından bir takım sınırlamalar da getirilebilinir yine Anayasamıza göre. Bunları tam olarak kapsamıyor. Kapsasa idi yeni haklar ihdas edilmezdi.

 

Gelelim cevval laiklik anlayışına...

 

Türkiyeıde lâiklik ilkesinin uygulanması, rejimleri değişik kimi batılı ülkelerdeki lâiklik uygulamalarından farklıdır. Lâiklik ilkesinin, her ülkenin içinde bulunduğu koşullarla her dinin özelliklerinden esinlenmesi, bu koşullarla özellikler arasındaki uyum ya da uyumsuzlukların lâiklik anlayışına yansıayrak değişik nitelikleri ve uygulamaları ortaya çıkarması doğaldır. Klâsik anlamda, dinle devlet işlerinin birbirinden ayrılması tanımına karşın, İslam ve Hıristiyan dinlerinin özelliklerindeki ayrılıkları gereği, ülkemizde ve batı ülkelerinde oluşan durumlar ve ortaya çıkan sonuçlar da ayrı olmuştur. Dini ve din anlayışı tümüyle farklı bir ülkede lâiklik uygulamasının, batıyla geniş ilişkiler içinde bulunulsa da batı ülkelerindeki gibi olması, lâikliğin aynı anlam ve düzeyde benimsenmesi beklenemez. Bu durum, koşullar ve kurallar arasındaki ayrılığın olağan karşılanması gereken sonucudur. Kaldı ki; aynı dini benimseyen batı ülkelerinde bile devletlerin lâiklik anlayışı ayrılıklar göstermiştir. Lâiklik kavramı, değişik ülkelerde ayrı ayrı yorumlandığı gibi, kimi dönemlerde, kimi kesimlerce da kendi anlayış ve siyasal tercihleri gereği değişik biçimde yorumlanabilmiştir. Yalnızca felsefî ve ideolojik bir kavram olmayıp yasalarla yaşama geçirilerek hukuksal bir kurum niteliğini kazanan lâiklik, uygulandığı ülkenin, dinsel, sosyal ve siyasal koşullarından etkilenmekte, kendisi de onları etkilemektedir. Türkiye için lâiklik anlayışı tarihsel gelişimi nedeniyle özellik taşımakta, Anayasa ile benimsenen yapısıyla, batıda ayrı biçimde ele alınsa da, özenle korunması zorunlu bir ilke olarak yaşatılmaktadır.ı

 

Bu anlayış Avrupa'daki laiklik anlayışının dışında bir laiklik anlayışını türetmiştir. Baskıcı bir laiklik anlayışı. Diğer ülkelerdeki laiklik anlıyışında Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması esası varken Türkiye'de Devlet tüm dinlere karışma hakkına sahipken dindarlığı devlete ait alanlardan kovma yolunu seçmiştir. Batıdaki laiklik anlayışı ruhban sınıfının hegemonyasını yıkmak için meydana getirilmişken Türkiye'de bu sınıf olmamasına binaen bu kez islam üzerine yönlenmiştir. Yine sadece Türkiye'de devlet dini kendi belirleme tekelini üzerine alarak Diyanet'i kurmuştur.

 

Laikliği kaldırmaya çalışmamızı ne kadar istiyorsunuz. O zaman aha yakaladık diyeceksiniz. YOK BEYLER LAİKLİĞİ KALDIRMAYI DÜŞÜNEN YOK. LAİKLİĞİ DEMOKLES'İN KILICI GİBİ KULLANMAYA ÇALIŞAN SİZLERE KARŞI BİZLER; BÖYLE LAİK OLUNMAZ DİYORUZ. LAİKLİK BÖYLE OLMAZ.

 

Neymiş bu cevvallik ha...Anayasa Mahkemesinin kararlarına mı bakalım yoksa yukardaki CHP'nin açıklamalarına. Anayasa Mahkemesi daha da sert algılıyor. Ha bir de "Demokrasinin temeli olarak algılanıyor" . Yok daha neler. Demokrasinin temeli halktır. Laiklik sadece yönetim için uydurulmuş bir vasattır. Buradan şu çıkmaz. Laik olmadan demokrasi olmaz. Bu çıkmaz. Eğer illaki bir üstünlük aracaksanız demokrasi temelinde halka üstünlük tanınmak esastır. Halkı üstün görür ve laikliği halkın istek ve düşüncelerini daha iyi yansıtacak bir anlayışın devlet tarafından desteklenmesi olarak ele alırsak; toplumun birçok kesimine daha az zarar veririz. Toplumun bir kesimini şu anki laiklik anlayışıyla potansiyel tehlike; üniversite de başörtüsüyle okumak isteyenleri "laik demokratik devleti kaldırmayı amaç edinmişler" olarak görürsek; bunun adı laiklik olmaz. Laiklik adına cadı avı-müslüman avı olur...

 

Cevval laiklik için isteyenler 1989 tarihli Anayasa Mahkemesi kararına bakabilirler...Haş; 2008'deki kararda da süper tespitler var...

Gönderi tarihi:
II. Meşrutiyet veya 1921'in hükümet sistemi şartlar değiştiği için değişmiştir. Şartlar değişirse ilk 3 maddenin de değişebileceğini varsayıyorsunuz o halde yukardaki açıklamanıza göre...

 

Şartların değişmesinden kastınız savaş ve ülkenin işgali ise haklısınız, ama sizi tanıdığım kadarıyla böyle bir şeyi istemeyecek kadar vatanseversiniz. Yoksa, yanılıyormuyum ?

 

Ne sosyal devlete ne de laik devlete bir itiraz söz konusu değil. Diyorum ki; 2. maddede sosyal devlet olgusu var. Tarihin tozlu raflarında sosyal devlet bir ütopya (hatta belki ütopya olarak dahi bulunmuyordu) idi. Bugün belki sosyal devletten veya yarın daha iyi bir sistem tasavvur edecek insanoğlu. O halde değiştirilemeyen 2. maddeyi ne yapacağız. Bunlar sadece biraz beyin jimnastiği yapın diye örnek olarak söylenen şeyler.

 

Buna dereyi görmeden paçayı sıyırmak demiş atalarımız. Yahu, durun hele! Hele bir keşfedilsin de o sistem, günü gelince bakarız, statik bir durum yok tabii, akıl ve bilim neyi gerektiriyorsa o yönde değişim kaçınılmaz olur. İlahi Bekir, sen olmasan hiç beyin jimnastiği yapmayacaktık, sağol be! :)

 

Bu örnekler niye veriliyor. Bu örnekler "SOSYAL YAPIYI DÜZENLEYEN DEĞİŞTİRİLEMEZ MADDE İHDAS EDİLMEZ" diye veriliyor. Evvela bunu anlamanız gerekiyor...

 

Sosyal yapıyı düzenleyen değil, devletin yapısını düzenleyen madde o. Sosyal devlet kavramı da, şimdilik, dünyada ihdas edilmediğine göre, bir tuhaflık yok. Yani; bunu laiklik ilkesinin değiştirilebilirliği için dayanak yapmanız mümkün değil. İnşallah, anlatabilmişimdir.

 

İnsan haklarına saygılı-dayalı paralelinde bir gönderme yapmıştım. Hayır; aynı güçte değildirler. Hatta o haklar bakımından bir takım sınırlamalar da getirilebilinir yine Anayasamıza göre. Bunları tam olarak kapsamıyor. Kapsasa idi yeni haklar ihdas edilmezdi.

 

Madde-2’deki ‘insan haklarına saygılı’ ibaresi ile kastedilen ‘insan hakları’ evrensel insan hakları diye bildiğimiz konular ise neden kapsamasın ? Ayrıntıların hepsini, illa ki, 2.maddeye sığdırılacak diye bir kural mı var ? Önce ana ilkeyi koyarsın, daha sonra da içini doldurursun, kapsamını ayrıntılarla sen belirlersin. Bunda ne tuhaflık var.

 

Bu anlayış Avrupa'daki laiklik anlayışının dışında bir laiklik anlayışını türetmiştir. Baskıcı bir laiklik anlayışı. Diğer ülkelerdeki laiklik anlıyışında Din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması esası varken Türkiye'de Devlet tüm dinlere karışma hakkına sahipken dindarlığı devlete ait alanlardan kovma yolunu seçmiştir. Batıdaki laiklik anlayışı ruhban sınıfının hegemonyasını yıkmak için meydana getirilmişken Türkiye'de bu sınıf olmamasına binaen bu kez islam üzerine yönlenmiştir. Yine sadece Türkiye'de devlet dini kendi belirleme tekelini üzerine alarak Diyanet'i kurmuştur.

 

Laikliği kaldırmaya çalışmamızı ne kadar istiyorsunuz. O zaman aha yakaladık diyeceksiniz. YOK BEYLER LAİKLİĞİ KALDIRMAYI DÜŞÜNEN YOK. LAİKLİĞİ DEMOKLES'İN KILICI GİBİ KULLANMAYA ÇALIŞAN SİZLERE KARŞI BİZLER; BÖYLE LAİK OLUNMAZ DİYORUZ. LAİKLİK BÖYLE OLMAZ.

 

Ben uzun zamandır şu anki laiklik anlayışını tartışıyorum tartışmaya açıyorum.

 

Yanlış bilgi ve yanlış sonuç :)

 

Kavramın tarihsel gelişimi Katolik Avrupa ile Anglosakson Avrupa arasında bir nüans yaratmıştır. Katolik ülkeler laik, diğerleri sekülerdir. Laik ülkelerde daha çok din devletin denetimi altındadır; buna mukabil seküler ülkelerde din ile devlet özerk iki alandır (Altındal, 1986: 26). Protestan ve Anglikan ülkelerdeki sekülarizm, günlük hayatı belirleyen dünyevi bir yaşama tarzını ifade eder ve dünyevi işlerde dini dışarda bırakmak anlamını edinir. Bu ülkelerde milli kiliselerin Roma Kilisesinden ayrılmışlığı, Kraldan ayrı özerk kurum oluşu da kavrama etkinlik kazandırmıştır. Bu aynı zamanda uluslaşma ve burjuvazinin ortaya çıkışıyla da ilgilidir. Laikliğin Bizans sezaropapismine ve elitist hakimiyete, sekülarizmin ise Roma paganlığına ve vicdan özgürlüğüne yakın olduğu belirtilmiştir (Altındal, age).

 

Atatürk'ün getirdiği Laiklikte, devrimlerin de mecburen Jakoben karakterde olması nedeniyle, dinde reform yapamamış bir toplumda, devletin, dini, asıl kaynaklarına göre simgelerden arındırması, inancı akla dayandırması için bir çabası olmuş. Bu nedenle de Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuş. Aynı anda da destekler maiyette, kılık-kıyafet kanunu da çıkmış. Yani, Türkiye’deki Laiklik biraz Fransız tarzı. Oysa, bu devrim tamamlanmadığı ve amacına ulaşmadığından dolayı hatta karşı devrim yüzünden bugün, sokaklarda türbanlı, çarşaflı, şalvarlılar normal oldu.Yani, bu tarz laiklik olabilmesi için Diyanet derhal, Hanefi mezhebinden, hadis ve sünnetlerden kurtarılmalı ve Kuranın çağdaş bir yorumu ve bence asıl anlamı halka öğretilmelidir.

 

Senin bugünkü mevcut duruma göre düşündüğün Laiklik ise sanırım Anglosakson-Protestan sekülarizmi yani; din ve devlet tamamen ayrı alanlar olması. Halbuki, bu anlayış dinde reformun tamamlanmış olduğu ülkelerde geçerli. Yani; bu ülkelerde zaten, devletin din kurallarını baz almasını isteyenler yok. Az da olsa varlar belki ama onlar da kamusal alan dışında zaten özgür. Amerika’da Amishler var mesela…

 

 

Ha bir de "Demokrasinin temeli olarak algılanıyor" . Yok daha neler. Demokrasinin temeli halktır. Laiklik sadece yönetim için uydurulmuş bir vasattır. Buradan şu çıkmaz. Laik olmadan demokrasi olmaz. Bu çıkmaz. Eğer illaki bir üstünlük aracaksanız demokrasi temelinde halka üstünlük tanınmak esastır. Halkı üstün görür ve laikliği halkın istek ve düşüncelerini daha iyi yansıtacak bir anlayışın devlet tarafından desteklenmesi olarak ele alırsak; toplumun birçok kesimine daha az zarar veririz. Toplumun bir kesimini şu anki laiklik anlayışıyla potansiyel tehlike; üniversite de başörtüsüyle okumak isteyenleri "laik demokratik devleti kaldırmayı amaç edinmişler" olarak görürsek; bunun adı laiklik olmaz. Laiklik adına cadı avı-müslüman avı olur...

 

Faraziye olarak diyelim ki, halkın çoğunluğu Yahudi ve halkın istek ve düşüncesi Yahudi hukukunun uygulanması. Bu durumda, azınlıktaki bir Müslüman olarak buna razı olurmusun ? Yada, halkın çoğu Şii diyelim. Aynı soru bu durum için de geçerli. Dini hükümlerle yönetilen bir ülkede, yıkıcı ve bölücü olmamak kaydıyla, her fikrin ve yorumun özgürce savunulabileceğine inanıyor musun ? Savunulamazsa demokrasi olur mu ?

 

Şu anda okullarda, makbuzla zekat alınıyor. Bu mudur laiklik sence ? Neden okullarda din kültürü dersleri adı altında Sünni anlayış tatbiki olarak öğretiliyor. Bu diğer görüşlere sahip olanlar için bir dayatma değil mi ?

 

Bir inatlaşma sonucu kamusal alandaki yasakları Cevval laiklik deyip te abartarak, bir siyasi argüman yapan anlayış, neticede sıkmabaşlı kardeşlerimizin üniversitelerde okuyamamasına neden olmuştur. Yani; asıl bu giyim tarzını inatlaşma sonucu siyasi bir simge haline getiren siyasiler vebal altındadır. Yani; asıl cevval olan onlar. Bir de tabii, bu örtünme tarzının bir farz olup olmaması konusu var ki, anladığım kadarıyla, Kuranda böyle bir emir yok.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.