Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 30 Ekim , 2008 Atatürk’ün Kürt politikasını yeniden canlandırmak Cumhuriyet tarihine ilişkin her gerçekliğe resmi ideoloji diyerek saldıran liberal ve Kürtçü çarpıtmanın son yıllarda en çok üzerine eğildiği konu Atatürk’ün Kürt politikası. Oysa Cumhuriyet’in ilanından bugüne geçen süre sadece 84 yıldır ve bu süre tarih bilimi açısından son derece kısa bir zamandır ve dolayısıyla Atatürk’ün Milli Mücadele süreci içinde nasıl bir Kürt politikası izlediğinin yanıtları tartışmaya yer vermeyecek derecede kesindir. Buna rağmen “resmi ideoloji”yle mücadele adı altında emperyalist tezgahların önünü açmaya hizmet eden bir tür “sivil” tarihçilik ve bu sivil tarihçiliğin açtığı yoldan ilerleyen bir sivil siyaset bugün Cumhuriyet’e ait ne varsa ortadan kaldırmak için kapsamlı bir saldırıya girişmiş durumdadır. Ancak bu “sivil”liği kazıdığınızda altından emperyalizmin yüzlerce yıllık sömürgeleştirme planları çıkmaktadır. Bu Kürtçü ve liberal tarih uydurmalarına bakılırsa Kürtler ve Türkler birlikte bir Kurtuluş Savaşı’na girişmiş ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Ancak Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaşmasından hemen sonra ilan edilen Cumhuriyet Kürtlere ihanet etmiş ve Kürtlere verilen sözler tutulmamıştır. Bu andan itibaren de Kürtlerin Cumhuriyet’e karşı “meşru” haklarını savunma mücadelesi başlamıştır. Elbette bu tarih çarpıtmasının sonuç olarak hizmet ettiği şey bugün yükselen Kürt bölücülüğünün ve PKK terörünün meşrulaştırılması ve Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarının parçalanarak bağımsız bir Kürt devletinin hayata geçirilmesine dayanan Sevr planının yeniden uygulanmak istenmesidir. Atatürk’ün Kürt politikasının “Türk-Kürt kardeşliği”, “Kürtlere özerklik”, “Kurtuluş Savaşı’nda verilen ortak mücadele” zemininde tanımlanması ise bugün emperyalizmle açıkça işbirliğine giren terör örgütüne karşı devletçe ve milletçe mücadele edilmesini engellemeyi hedeflemektedir. 1925 yılında patlak veren İngiliz destekli Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Kürtçülükle mücadele politikası en kararlı ve sert şekilde yürütülmüştür. 25 Şubat tarihli Örfi İdare Kanunu, 25 Şubat 1925 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklik ve 4 Mart 1925’de yapılan Takrir-i Sükun görüşmeleri, 25 Aralık 1935 tarihli Tunceli Kanunu görüşmeleri, Cumhuriyet idaresinin bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır. Atatürk’ün kararlı tavrı sonucu, Meclis içindeki Kürtçü muhalefete rağmen bu kanun maddelerinin hepsi teker teker onaylanmış ve hemen ardından da uygulamaya konulmuştur. Atatürk’ün Kürt bölücülüğüne karşı yürüttüğü mücadele tartışmaya yer bırakmayacak derecede nettir. Kürtler Cumhuriyet’e ihanet ediyor Serap Yeşiltuna’nın İleri Yayınları’ndan çıkan “Atatürk ve Kürtler” isimli kitabı Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet döneminde Atatürk’ün Kürt politikasını, dönemin resmi kanun, kararname, rapor ve tutanaklarıyla ortaya koyuyor. Böylelikle Kürt sorununa çözüm adı altında Atatürk’e atfedilen pek çok uydurma teze de birincil kaynaklardan cevap veriyor. “Atatürk ve Kürtler” belgesel bir çalışma olmanın ötesinde, Atatürk’ün Milli Mücadele sürecinde özellikle Meclis içindeki Kürtçü ve liberal kesime karşı yürüttüğü mücadeleyi ve Atatürk’ün Kürt isyanlarını bastırma ve tek dil, tek millet anlayışını yerleştirme konusundaki kararlılığını ve bu yöndeki sonuç alıcı uygulamalarını da ortaya koyuyor. Böylelikle bugün Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını kasteden Kürt bölücülüğüne karşı takınılması gereken gerçek Atatürkçü tavrın ne olduğunu gözler önüne seriyor. “Atatürk ve Kürtler”, Kürtçü tezlerin tam aksine olarak Kürtlerin daha ilk andan itibaren Cumhuriyet’e karşı büyük bir ihanete giriştiklerini gösteriyor. Kürtler Türklerle birlikte Kurtuluş Savaşı vermek yerine, İngilizler başta olmak üzere işgal kuvvetlerinin desteğini alarak ayaklanmış ve bağımsız bir Kürt devleti kurmak için Kuvayı Milliye hareketine karşı mücadele ederek pek çok bölgede ayaklanma çıkarmışlardır. Koçgiri’de Kürt-Yunan ittifakı Kürtlerin Cumhuriyet’e yönelik ilk büyük ihaneti Koçgiri İsyanı’yla başlayan ve daha sonra devam ederek sayısı 16’yı bulan Kürt isyanlarıdır. Kürt isyanları işgalci emperyalist güçlere karşı verilen mücadeleyi kesintiye uğratmışlardır. Koçgiri İsyanı Kürtlerin Kuvayı Milliye hareketine karşı giriştikleri ilk büyük ayaklanmadır. Koçgiri İsyanı’nın en önemli yanlarından birisi de Türklere karşı ortaya çıkan Kürt-Yunan ittifakıdır. Yunan ordusu Büyük İlerleyiş’e geçmeden Kürtler Koçgiri İsyanı’nı başlatırlar. Yine Koçgiri’den sonra ortaya çıkan Şeyh Sait İsyanı da ne tesadüftür ki Türkiye’nin Musul konusunda İngilizlerle müzakerelere oturduğu döneme rastlamaktadır! Cumhuriyet idaresinin Koçgiri İsyanı’na karşı gösterdiği tepki oldukça sert olmuştur. Ve bugün Kürtçülükle mücadelenin hangi zeminde yürütülmesi gerektiği konusundaki kafa karışıklığına net biçimde cevap vermektedir. Atatürk’ün emriyle ayaklanmanın başladığı bölgeye giden Merkez Komutanı Nurettin Paşa ayaklanmayı bastırmıştır. Ancak ayaklanmanın bastırılması Meclis içindeki büyük ayrılığın ve saflaşmanın da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Kürt isyanını bastıran Nurettin Paşa’nın kellesini isteyen milletvekillerine karşı Mustafa Kemal Meclis kürsüsüne çıkar ve Nurettin Paşa’yı savunur. Görüldüğü üzere Mustafa Kemal sadece Kürt isyanını en sert şekilde bastırmakla kalmamış, isyanı bastıran Nurettin Paşa’yı da Meclis’teki sert muhalefete rağmen sonuna kadar savunmuştur. Atatürk’e karşı Kürtçü muhalefet Yeşiltuna’nın çalışmasında yer verdiği “TBMM Gizli Celse Tutanakları” incelendiğinde Atatürk’e karşı gelişen Kürtçü muhalefetin Meclis içinde nasıl bir ayrışmaya yol açtığı da bütün ayrıntılarıyla ortaya çıkmaktadır. İsyanın bastırılmasından sonra TBMM’de yapılan gizli görüşmelerde Kürt milletvekilleri Nurettin Paşa şahsında Atatürk ve Cumhuriyet’e yönelik kinlerini kusma imkanı yakalamışlardır. Kürt milletvekillerine göre gerçek suçlular emperyalist devletlerin desteğiyle ayaklanan Kürtler değil, ayaklanmayı bastıran ordu ve devlet memurlarıdır. Meclis tutanaklarına yansıyan tartışmalar dünden bugüne Kürtçü çevrelerin devletin bölücülükle mücadele azmini kırma isteklerinin temel dayanaklarının hiç değişmediğini gösteriyor. Kürt milletvekillerinin ayaklanan Kürtleri savunurken kullandıkları temel tez, devletin yürüttüğü politikanın özgürlükleri kısıtladığı ve hukuku çiğnediği yönünde olmuştur. Bugün de terör örgütünü kınamak yerine devleti suçlayan sözde aydın korosunun değişmeyen söylemi olmuştur bu özgürlük ve hukuk. Ancak Atatürk’ün Kürt isyanlarını bastırma konusundaki kararlı ve tavizsiz tavrı hiç değişmemiştir. “Atatürk ve Kürtler”de yer verilen belgeler bugün “diyalog”, “karşılıklı uzlaşma”, “demokratik cumhuriyet” gibi Kürtçü tezlerin o günlerde Atatürk tarafından nasıl bir kenara atıldığını gösteren ve günümüzde oluşturulması gereken Kürt politikasına da emsal teşkil eden kanıtlardır. Meclis gizli celse zabıtları ve resmi kanun metinlerinden de görüleceği üzere Atatürk öncelikle Kürtçülüğe karşı alınması gereken tedbirleri Meclis içinde tartışmaya açmış ve Kürtçü tezleri Meclis içindeki tartışmalarda ezmiştir. Koçgiri İsyanı’nın bastırılmasından sonra bu kez 1925 yılında patlak veren İngiliz destekli Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra Kürtçülükle mücadele politikası en kararlı ve sert şekilde yürütülmüştür. 25 Şubat tarihli Örfi İdare Kanunu, 25 Şubat 1925 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklik ve 4 Mart 1925’de yapılan Takrir-i Sükun görüşmeleri, 25 Aralık 1935 tarihli Tunceli Kanunu görüşmeleri, Cumhuriyet idaresinin bu konudaki tavrını ortaya koymaktadır. Atatürk’ün kararlı tavrı sonucu, Meclis içindeki Kürtçü muhalefete rağmen bu kanun maddelerinin hepsi teker teker onaylanmış ve hemen ardından da uygulamaya konulmuştur. Dolayısıyla Atatürk’ün Kürt bölücülüğüne karşı yürüttüğü mücadele tartışmaya yer bırakmayacak derecede nettir. Yeşiltuna’nın “Atatürk ve Kürtler” kitabı okunduğunda bu mücadelenin netliği daha da güçlü biçimde kanıtlanmış olmaktadır. Kitapta sunulan resmi belgelerle birlikte Atatürk’ün Kürt meselesine bakışına ilişkin pek çok spekülasyon ve çarpıtma da kendiliğinden ortadan kalkmaktadır. Kitabı okuduğunuzda, Cumhuriyet’in ilk yılları ile karşılaştırıldığında ortaya atılan çözümlerin Kürt meselesini çözmek için değil, daha da derinleştirmek için ortaya atıldığını da ibretle değerlendireceksiniz. Bu haliyle Yeşiltuna’nın çalışması unutturulmaya çalışılan, yok sayılan “Kürt sorununa Atatürkçü çözüm”ü de yeniden Türkiye’nin gündemine taşımaktadır. Atatürk “Kürt sorunu”nu kabul etmedi! Atatürk’ün Kürtçülüğe karşı yürüttüğü mücadelenin başlangıç noktası bir “Kürt sorunu” olduğunu kabul etmemesi ve Kürtçülükle hiçbir uzlaşmaya yanaşmamasıdır. Oysa İngilizler başta olmak üzere dış güçler, Cumhuriyet idaresine bir Kürt sorunu olduğunu dayatmaktadırlar. Bu kabullenişin ardından Kürt sorununu çözme isteklerinin ve elbette Batının Sevr’deki özlemlerinin gündeme geleceğini iyi bilmektedir Mustafa Kemal. Oysa bugün Kürt sorunu terimini ya da Kürt kimliğini kabul ederek Kürtçülükle mücadele edebileceğini sananlar çıkmaktadır. Bir kısım Atatürkçü ise kültürel ve demokratik haklar ilerletilirse Kürtçülüğün kan kaybedeceğini sanmaktadır. Ancak Atatürk daha o yıllarda Kürt bölücülüğüne hiçbir fırsat tanınmaması gerektiğini bilmekte ve ona göre hareket etmektedir. Atatürk’ün Medeni Bilgiler kitabına koydurduğu şu sözler Atatürk’ün Kürt meselesine bakışını oldukça net biçimde ortaya koyar: “Bugünkü Türk milleti siyasi ve içtimai camiası içinde kendilerine Kürtlük fikri, Çerkeslik fikri ve hatta Lazlık fikri veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat mazinin istibdat devirleri mahsulü olan bu yanlış mevsimler birkaç düşman aleti, mürteci beyinsizden maada hiçbir millet ferdi üzerinde teellümden başka bir tesir hasıl edememiştir.” Yine 1924 Anayasası Encümeni tarafından ortaya konulan şu sözler de Cumhuriyet idaresinin “Kürt sorunu” dayatmalarını reddeden anlayışının en iyi örneğidir: “Devlet Türk’ten başka millet tanımaz. Devlet dahilinde hukuku müsaviyeyi haiz başka ırktan gelme kimseler bulunduğundan, bunların ırki ayrılıklarını ayrı birer milliyet olarak tanımak caiz değildir.” Cumhuriyet idaresinin Kürtçülüğe karşı tavizsiz tavrını gösteren dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Takrir-i Sükun Yasası’nın çıkarılmasına sert tepki gösteren ve “Hükümetin gayrikanuni tevkif hakkı yoktur” diyen Dersim Mebusu Feridun Fikri Bey’e şu yanıtı verir: “Efendiler, hükümet hapsetmiyor ve hükmetmiyor, mücrime mahkemenin kapısını gösteriyor, en medeni, en mütemeddin memleketlerde dahi bundan başka ne yapılabilir efendiler? Koca bir vatanın şark kısmı baştan başa irtica ateşi içinde yanaken Feridun Fikri Bey’e soruyorum. Asilerin karşısına anarşizmin hürriyetiyle mi çıkacağız ve böyle çıkmağa hakkımız var mıdır?” Bugün de özgürlük ve insan hakları propagandasıyla bölücülükle mücadeleyi engellemeye çalışan anlayışa o dönemde verilen yanıt budur. Ancak bu yanıt sözden ibaret de kalmayacaktır. Tartışmaların bu şekilde sürüp gitmesi üzerine Mustafa Kemal 2 Mart günü kürsüye çıkar ve Fethi Bey kabinesi yerine İsmet Paşa başkanlığında yeni bir hükümet kurulduğunu şu sözlerle ilan eder: “Milletin elinden tutmaya lüzum vardır. Devrimi başlatan tamamlayacaktır!” Bu sözlerle birlikte Mustafa Kemal’in Meclis içindeki Şeriatçı ve Kürtçü unsurlarla mücadelesi iyice hızlanacaktır. Şeyh Sait İsyanı’ndan sonra kabul edilen Takrir-i Sükun Kanunu ile birlikte İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşu ve faaliyetleri hız kazanır. Yargılamaların ardından Şeyh Sait’in de aralarında bulunduğu 48 kişi için idam cezası verilir ve Şeyh Sait ve adamları idam edilir. Takrir-i Sükun Yasası oldukça kapsamlı bir mücadele programıdır. Kürtçülük ve Şeriatçılıkla mücadelenin en önemli maddelerinden birisi bu iki hareketin propaganda kanallarının kesilmesidir. Bu suretle yurtdışında yayınlanan ve Türkiye’ye sokulan Kürtçü propaganda kitapları yasaklanır. Kürtçüleri destekleyen ve Cumhuriyet idaresinin politikalarına karşı halkı kışkırtan basın-yayın organları kapatılır. Mustafa Kemal, Şeyh Sait İsyanı’nın ardından yeni isyanların geleceğini ve Kürtçülüğün daha da güçleneceğini görmektedir. Çünkü Meclis içinde temsil edilen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensubu pek çok milletvekili açıkça Kürtçü tezleri dillendirmekte ve halkı Cumhuriyet rejimine karşı kışkırtmaktadırlar. Bu nedenle önce Şark İstiklal Mahkemesi görev bölgesi içindeki Terakkiperver Fırka şubelerini kapatır. Daha sonra da Bakanlar Kurulu kararıyla Terakkiperver Fırka tamamen kapatılarak Kürt ayaklanmalarına önayak olan siyasi mekanizma tümüyle devre dışı bırakılır. Bugün PKK’nın yasal bir parti adı altında Meclis’te bölücü örgütün propagandasını yapmasına ses çıkaramayan bir ülkede Atatürk’ün Kürt politikasının uygulandığını söylemek elbette mümkün değildir. Oysa Atatürk Kürtçülükle mücadele ederken öncelikle onun basın ve siyaset içindeki kollarını ortadan kaldırmıştır. Ardından da kapsamlı bir askeri saldırı ile tüm Kürt isyanlarını en sert biçimde bastırmıştır. Ve bu nedenle başarı kaçınılmaz olarak ardından gelmiştir. Devlet otoritesinin sağlanması: Umum Müfettişlikler Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesini çözmek yönünde attığı önemli bir adım da Umum Müfettişlik uygulamasıdır. İstiklal Mahkemeleri’nin çalışma süresinin dolmasının ardından bu kez mevcut idari tedbirlerin devam ettirilmesi ve Kürtçülükle mücadelenin aynı hızla devam ettirilebilmesi için 25 Haziran 1927’de Umum Müfettişlik Teşkiline Dair Kanun kabul edilir. Bu kanun Cumhuriyet idaresinin Kürtçülüğün siyasal ve toplumsal ayaklarını tümüyle kırmak ve yıllardır devlet otoritesinin tesis edilemediği yerlerde bozulan otoriteyi tekrar oluşturmak için bölgenin tüm idari işlerinden sorumlu bir genel vali ataması şeklinde ortaya çıkmıştır. Umum Müfettişler Atatürk’ün en yakın ve güvendiği çalışma arkadaşları içinden seçilmişler ve uzun yılar Atatürk’le birlikte mücadele eden isimlerdir. Umum Müfettişlik uygulamasının zamanı ve kapsadığı bölgeler de ayrıca incelenmelidir. Şeyh Sait İsyanı’ndan hemen sonra Diyarbakır, Urfa, Batman, Mardin, Siirt, Şırnak, Hakkari, Van, Bitlis, Muş illerini kapsayan Birinci Umum Müfettişlik, Ağrı İsyanı’ndan sonra Erzurum, Ağrı, Iğdır, Kars, Ardahan, Rize, Trabzon, Bayburt, Gümüşhane ilerini kapsayan Üçüncü Umum Müfettişlik, Dersim İsyanı döneminde ise Erzincan, Tunceli, Elazığ ve Bingöl illerini kapsayan Dördüncü Umum Müfettişlik kurulmuştur. Yeşiltuna’nın kitabında Kürtçülüğü toplumsal yapıdan kazımak için özel bir kurum olarak oluşturulan Umum Müfettişliklerin kuruluş ve çalışma ilkeleri bütün ayrıntılarıyla veriliyor ve günümüz açısından Kürtçülükle mücadelenin yasal ve idari boyutlarının nasıl olması gerektiği konusunda önemli bir örnek oluşturuyor. Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesine yaklaşımını ortaya koyan bu Umum Müfettişlik uygulaması da yine Meclis içindeki Kürtçü muhalefetin tepkisini çekmiştir. Burada da Kürtçü muhalefetin temel propagandası hukuk, adalet, özgürlük gibi bugün de sıklıkla duyduğumuz kavramlardır. Ancak Atatürk, Kürt bölücülüğünün bu kavramların arkasına sığınarak ülkeyi sürüklediği tablo karşısında kararlılığını bozmamış ve muhalefetin tüm karşı çıkışlarına rağmen tıpkı Takrir-i Sükun Yasası’nın çıkartılması ve İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması sırasında olduğu gibi Umum Müfettişliklerin kurulmasında da tüm ağırlığıyla meselenin üzerine gitmiştir. Dördüncü Umum Müfettişi ve Koçgiri İsyanı’nı bastıran Nurettin Paşa’nın oğlu olan Abdullah Alpdoğan Paşa’nın 7-22 Aralık 1936 tarihinde toplanan Umum Müfettişler toplantısına sunduğu rapordaki şu sözler Cumhuriyet idaresinin Kürt meselesine yaklaşımını özetler niteliktedir: “...Türkçe bilmeyen çocuklara bu mekteplerde Türkçe öğretiliyor. Türk duygusu aşılanıyor. Tunceli içerisinde dilini unutmuş Türk soyundan insanların kasaba ve nahiyelerle civarına iskanları düşünülüyor. ... Toplu bir Türk camiası hususa getirecek bu hususta hazırlıklıyız.” Umum Müfettişlikler özellikle Kürt isyanlarının silahla bastırılmasının ardından bölgenin Cumhuriyet idaresine tam anlamıyla bağlanması, buralarda devlet otoritesinin sağlanması ve bölgedeki halkın Cumhuriyet’e yakışan birer yurttaş haline gelebilmeleri için bir dizi sosyal ve kültürel tedbiri de hayata geçirmiştir. Böylelikle Atatürk’ün başlattığı yeni Türk uluslaşmasının Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde etkin kılınması, Kürtlük cereyanının ortadan kaldırılması ve Türkleştirme programının planlı biçimde ilerletilmesi sağlanmıştır. Atatürk Kürt meselesini nasıl halledecekti? Bugün Türk kimliğinin yerine etnik ve dinsel kimlikleri ikame etmeye çalışan “özgürlükçü” anlayışa karşın, Cumhuriyet idaresi kapsamlı bir uluslaşma projesini hayata geçirmiştir. Kürt isyanlarının bastırılması, İstiklal Mahkemeleri, Takrir-i Sükun Kanunu gibi etkili önlemlerin dışında Atatürk döneminde ciddi bir Türkleştirme planı da hayata geçirilmiş ve titizlikle uygulanmıştır. Bu uygulamaların en önemlilerinden biri Ağrı İsyanı’ndan hemen sonra gündeme gelen ve 1932 yılında kanun teklifi haline getirilerek 1934’te yasalaştırılan İskan Kanunu’dur. İskan Kanunu’nun amacı Türkiye’deki Türk nüfusunu arttıracak bir nüfus siyaseti ortaya koymaktır. Cumhuriyet’e Osmanlı’dan miras kalan kozmopolit yapıya karşın Cumhuriyet idaresi tek bir ulusal kimlik inşa etmek istemektedir ve bunun önde gelen koşulu da Türkçe konuşan insan sayısının artırılması ve Türk kimliğinin ülke sathında güçlendirilmesidir. O nedenle bugün karşımıza çıkarılan alt-üst kimlik tartışmaları, mozaik toplum teorileri, kültürel özerklik önerilerinin yerine Atatürk, cumhuriyeti, tek dilli ve tek kimlikli bir ulus inşa etme projesini ortaya koymaktadır. İskan Kanunu ile birlikte Doğudan Batıya yapılan nakillerle Kürtçü feodal yapının dağıtılması ve farklı kavimlerin yerine tek bir Türk kimliği oluşturmak hedeflenmiştir. Yine yurtdışından getirilen muhacirlerin bu bölgelere yerleştirilmesi de yine İskan Kanunu’nun Türk kimliğini tesis etme anlayışının bir devamıdır. Türk kimliğinin güçlendirilmesi ve Türk uluslaşmasının başarıyla tamamlanması için Türk dili ve kültürünün yurt çapında etkin kılınması gerekmektedir. Bunun için de Atatürk’e maledilmeye çalışılan “Türk–Kürt kardeşliği” ya da “Kürtlere özerklik” uydurmalarını yalanlarcasına İskan Kanunu’nda tek bir Türk kimliği yaratma amaçlı şu sözlere yer verilmiştir: “...Yalnız 1876 yılından sonrakileri ele alırsak, yok olan Osmanlı İmparatorluğu’nda değişik dilli ve değişik kültürlü olanlar inanda yerli Türk’le birleşik iken bile bunları ayırt edilemeyecek gibi Türk kültüründe yoğrulduklarını söyleyemeyiz. Bunu Türk kültürünün yetiştirici, yükseltici ve yerleştirici gücünün düşüklüğüne veremeyiz. Bu gelenleri Türk kendi topluluğu içine almış iken ve hemen pek çoğu da Türk dilini konuşurken bile Türk kültürünü, bilimli olarak taşımaktan sekmişlerdir. İşte bunun içindir ki, geçmişte denenmiş olanı bir daha denemek gibi zararlı bir işe girişmekten ise bunu kökünden kesip atmayı isteyen bu madde ile devlet bu gibi yurda gelenleri ta Türk kültürü içinde eriyip Türklük içinde hamur oluncaya kadar gözü önünde tutmak istemiştir.” “Atatürk ve Kürtler” kitabında yer alan Kürtçülükle mücadele için çıkartılan kanunlar, gerekçeleri ve kanun maddeleri bu Türkleştirme politikasının hedef ve yöntemlerini de okuyucuya sunmaktadır. İskan Kanunu’ndan sonra yürürlüğe giren Soyadı Kanunu da bu Türk uluslaşmasının yurt çapında etkinleştirilmesi uygulamasının devamı olarak kabul edilmelidir. Türkçe soyadlarına kavuşan vatandaşlar geçmişin ilkel ve çağdışı kavimsel aidiyetlerinin yerine çağdaş Türk kimliğini resmen kabul etmiş olmaktadırlar. Devletin Kürtçülükle mücadele programı bununla da sınırlı kalmamıştır. İskan Kanunu uyarınca bir yandan geri aşiret yapısının dağıtılarak Kürtlerin Türk bölgeler içine dağıtılarak Türk kültürü içinde eritilmesi sağlanmış diğer taraftan da muhacirlerin Kürt nüfusun yoğun yaşadığı yerlere nakledilmesi ile buralarda Türk kültürünün güçlendirilmesi amaçlanmıştır. İskan Kanunu’nun uygulanma aşamasında Türkiye üç ana mıntıkaya ayrılmıştır. Birinci mıntıka “Türk kültürlü nüfusun tekasüfü istenen yerler”, ikinci mıntıka “Türk kültürüne temsili istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerler”, üçüncü mıntıka ise “Yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik, inzibat sebepleriyle boşaltılması istenilen ve iskan ve ikamet yasak edilen yerlerdir.” Bu üç mıntıkalı yapı Türkleştirme programının temel uygulama alanı olacaktır. Ancak bu Türk kültür ve nüfus politikasının oturtulması da ciddi bir denetime tabi tutulmuştur. Bu nedenle İskan Kanunu’nda batıya göç ettirilen Kürt nüfusun Türk nüfusla kaynaşmak yerine kendi feodal yapısını şehirlerde yeniden inşa etmesine engel olmak için Kürtlerin iskan bölgelerinde ayrı mahalle kurmaları yasaklanmıştır. Bugün Kürtçe eğitim ve öğretime izin verilerek ya da Kürtlerin kültürel haklarının tanınması yoluyla ayrılıkçılığın zayıflayacağını iddia edenlere karşın Cumhuriyet yönetimi tam tersi bir tavır takınmış ve Kürtçülükle mücadelede en sert tedbirlere başvurmaktan çekinmemiştir. 1928 yılında Atatürk’ün emriyle başlatılan “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyası ile Türk kültürünün ve dilinin tüm vatandaşlara benimsetilmesi kararlaştırılmış, daha da ileri gidilerek 1925 tarihli Başbakanlık kararnamesine dayanılarak devlet dairelerinde, çarşı, pazar ve okullarda Türkçe’den başka dil konuşanların cezalandırılması öngörülmüştür. Yeşiltuna’nın çalışmasının önemli bölümlerinden biri ise yine bu tip uygulamaları öngören ve bizzat Atatürk’ün emriyle hazırlanan Şark Islahat Planı’dır. Atatürk’ün emriyle yayınlanan Şark Islahat Planı yine bu çerçevede Kürtçülük akımının bütün hayat damarlarını ortadan kaldırmayı hedefleyen ve aynı zamanda da Türklerin Kürtleşmesini engellemek için yürürlüğe konan kapsamlı bir Kürtçülükle mücadele programıdır. Şark Islahat Planı uyarınca isyana katılanların ve yakın akrabalarının batıya nakledilmeleri, sivil ve askeri mahallelerde asker ya da yerli sivil hakimlere yer verilmemesi, tali mahkemelere bile Kürt memur atanmasının yasaklanması, Türkçe dışında dilleri konuşmakta ısrar edenlerin cezalandırılması gibi Kürtçülüğün etkisini güçlendiren her etkene karşı amansız bir savaş açılmıştır. Atatürk’ün Kürt politikasına dönüş Ancak Atatürk’ün ölümüyle başlayan geri dönüş süreciyle birlikte Kürtçülükle mücadele programı terk edilmiştir. Özellikle DP iktidarının işbaşına gelişi ile birlikte Atatürk’ün ortaya koyduğu tüm çözüm mekanizmaları bir bir ortadan kaldırılmıştır. CHP içindeki Kürt ağaların desteğiyle iktidara gelen DP’nin Kürtçülüğe verdiği tavizler Türkiye’yi bugün yeniden bölücü terör tehdidiyle karşı karşıya getiren sürecin önünü açmıştır. DP iktidarının Kürtçülüğe prim veren uygulamalarının başında, Atatürk’ün kurduğu Umum Müfettişlik kurumunun kaldırılması gelmiştir. Dönemin DP Diyarbakır Milletvekili olan Mustafa Remzi Bucak Umum Müfettişliklerin kaldırılması için yürütülen mücadelenin baş aktörlerinden birisi olacaktır. Aynı Bucak daha sonra Kürdistan’a özerklik tanınması ve Kürtlerle bir federasyon kurulması için de İsmet İnönü’ye başvuran isim olacaktır. Atatürk’ün doğudaki Kürt feodalitesini dağıtmak için uygulamaya koymak istediği toprak reformu ise sağcı iktidarların işbaşına gelmeye başladığı çok partili dönemden itibaren tümüyle unutturulmuştur. Milli Mücadele’nin ilk yıllarından itibaren Meclis’te Atatürk’ün Kürt bölücülüğüyle mücadele programına her fırsatta karşı çıkan liberal, Şeriatçı ve Kürtçü çevreler bugün de aynı şekilde Kürt ayrılıkçılığını kışkırtmaya devam etmektedirler. Böylelikle aradan geçen neredeyse doksan yıllık bir süreye rağmen hâlâ Türk kimliği ile kaynaşmayan, ulusal kimliği kabul etmeyen ve Misak-ı Milli sınırlarına düşman bir Kürt ırkçılığı ve Kürt terörü tehdidi ile karşı karşıyayız. O halde Atatürk’ün on beş yıl gibi bir süre zarfında Kürt bölücülüğünü neredeyse bitirme noktasına getiren ve dağılmış bir kozmopolit imparatorluktan çağdaş bir Türk ulusu yaratma programını yeniden hayata geçirmekten başka bir çözüm yolu kalmamıştır. Kürt meselesini Türk ulusunun çıkarları doğrultusunda çözmekten yana olan herkes, Kürtçülerin özgürlük, barış ve kardeşlik demagojilerine karşı Atatürk’ün çözümünü yeniden canlandırmaktan başka çare kalmadığını da bilmelidir. Aksi taktirde yakın bir süreçte Türklerin kendi anavatanlarında azınlık konumuna düştüğü, asimile edildiği ve Türk varlığının ortadan kaldırılacağı bir süreci yaşamak zorunda kalabiliriz. İsmet İnönü’nün 1925 yılında sarf ettiği şu sözler tüm Türklerin Kürtçülükle mücadele parolası olmalıdır: “Biz açıkça milliyetçiyiz ve milliyetçilik bizim yegane birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetinde diğer unsurların hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe karşı her türlü anasırı kesip atacağız.” İNAN KAHRAMANOĞLU (TÜRKSOLU) Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Atatürk?ün Kürt politikasını yeniden canlandırmak. . . İNAN KAHRAMANOĞLU (TÜRKSOLU) TÜRKSOLU isimli derginin Kürtler hakkinda yazmis oldugu makalelerin benzerini Hitler Yahudi halki icinde söylemisti. Arastirirsaniz o alinti yaptiginiz dergi bir Türk Kürt'ten alisveris yapmaz, Kür'le evlenmez,....... gibi irkci yazilar yazmistir. Bumu Atatürkcülük? Daha ne kadar kin tohumlari Kürt toplumuna karsi ekecegiz? Bu kadar kin ve ölüm yetmiyormu bize? Doymadikmi kana daha? Atatürk Kürt sorununu tanimadi yaziyorsunuz, tanimadiysa hata etmis. Atatürk hata yapamazmi yani? O da sonucta sizin ve benim gibi bir insan. Ama burada kimsenin irkcilik apma hakkida yok derim, hele hele TÜRKSOLU gibi bir dergiden alinti yaparak bir seyleri ispatlamaya calismak ne kadar objektif oldugumuzun bir göstergesidir. TÜRKSOLU dergisinin Kürt'ler hakkindaki irkci yaziularini burada tartistigimiz zaman bazi arkadaslar hemen bizlere kizarak, yok efendim TÜRKSOLU ulusalci degilmiste falanda filanda. Isimize gelince alinti yapariz ama isimize gelmeyincede tanimayiz. Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Atatürk?ün Kürt politikasını yeniden canlandırmak. . . İNAN KAHRAMANOĞLU (TÜRKSOLU) Evet Inönü'nün söyledigi ve tümTürk'lerin mücadele parolasi olmalidir dedigi su sözler "Biz açıkça milliyetçiyiz ve milliyetçilik bizim yegane birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetinde diğer unsurların hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe karşı her türlü anasırı kesip atacağız.? bizim yillardan beri ne kadar asimile politiukasi uyguladigimizin acik bir isbatidir. Ama nedense kimse bizim asimile politikamiz oldugunu kabul etmez, inkar eder. Evet biz Türk milleti olarak gercekten asimileci bir toplumuz ve ülkemizdeki tüm azinliklari 85 yildan beri asimile yapmaya calistik. Basaramadigimiz icinde simdi isin icinden cikamiyoruz, ama genede sucu disarida ariyoruz. Biz böyle bir toplumuz. Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Ama nedense kimse bizim asimile politikamiz oldugunu kabul etmez, inkar eder. Evet biz Türk milleti olarak gercekten asimileci bir toplumuz ve ülkemizdeki tüm azinliklari 85 yildan beri asimile yapmaya calistik. Basaramadigimiz icinde simdi isin icinden cikamiyoruz, ama genede sucu disarida ariyoruz. Biz böyle bir toplumuz. Burda bahsedilen Türklük, ırk içermeyen, üst kimlik-şemsiye anlamındaki, Türk olmaktır. Çarpıtmayalım. Kimi asimile etmişiz de, şimdi soyu tükenmiş, Amerikada, bir çok Kızılderili kabilesinin sadece adı kaldığını bilmiyormusunuz ? TÜRKSOLU isimli derginin Kürtler hakkinda yazmis oldugu makalelerin benzerini Hitler Yahudi halki icinde söylemisti. Arastirirsaniz o alinti yaptiginiz dergi bir Türk Kürt'ten alisveris yapmaz, Kür'le evlenmez,....... gibi irkci yazilar yazmistir. Türk solu dergisinde yeralmış bir yazıyı buraya taşımış olmam diğer yazılarını da onaylıyorum, anlamına gelmez. Ulusalcı olup olmaması önemli değil. Doğruysa, doğru olana doğru derim. Sizde böyle yapmalısınız. Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Burda bahsedilen Türklük, ırk içermeyen, üst kimlik-şemsiye anlamındaki, Türk olmaktır. Çarpıtmayalım. Kimi asimile etmişiz de, şimdi soyu tükenmiş, Amerikada, bir çok Kızılderili kabilesinin sadece adı kaldığını bilmiyormusunuz ? Türk solu dergisinde yeralmış bir yazıyı buraya taşımış olmam diğer yazılarını da onaylıyorum, anlamına gelmez. Ulusalcı olup olmaması önemli değil. Doğruysa, doğru olana doğru derim. Sizde böyle yapmalısınız. Mesela Kürt'leri yillardan beri Anadolu'nun diger bölümlerine göce zorlamakla asimile politikasi denenmistir. Bakin Ege bölgesinde bile Kürt köyleri vardir, ne zamandan beri 38 lerde zorla göcten beri. Isimize geldigi gibi anlamaya calisirsak bir yee varamayiz ve düzenli bir tartisma ortamida olmaz. Kizildere'liler asimile degil malesef yok edildiler, bunuda buradan düzeltmek isterim. Lütfen önce asimilenin ne oldugunu iyi ögrenelim ve kacamak vermeden ülkemizde yapilanlari masa üzerine yatiralim. TÜRKSOLU irkci bir tavir icerisinde oldugu icin yazdiklarini ne amacla yapmis olduklarina dikkat etmek gerek. Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Bütün sorun burdan kaynaklanıyor demek ki. Yani, Türk adından, yani mesela Kütürk olsa bir sorun kalmayacak. Şaka bir yana Türk sözcüğünü bir üst kimlik olarak ele alırsak, bunun, Batılıların, Avrupalıların Selçuklulara ve Osmanlılara 1000 yıldır verdiği ad olduğunu görürüz. Avrupalılar, Anadoluya da Türkiye diye gelmişlerdir. Hatta, eski Yugoslavyada Boşnaklara saldıran Sırplar da Türk diye nitelerler onları. Sanırım bunun en belirleyici özelliği müslüman olmaktır. Malum Osmanlı din eksenli bir imparatorluktu. Cumhuriyetle birlikte, bu ismin alınmasında bu durumunda etkisi olmakla beraber çoğunluğu oluşturan Türk etnik kimliğine sahip insanların etkisi de vardır. Bu durumda bu Türk etnik adı nedir diye sormak lazım tabii yani bir alt kimlik anlamında. Türk kelimesi-etnik olarak söylüyorum- Anadoluya gelen Türkmenlerin yüzyıllar boyu yerli halkla karışmasıyla kendiliğinden oluşmuş bir etnisite adı olarak kabul edilmiştir. İşte bu yüzden Atatürk, Hititleri de, Lidyalıları de, Frigleri de atalarımız kabul etmiştir. İlginç bir şey söyleyeyim o dönemlerde Avrupadan, Anadoluya gelen Galatlar, İskoçların, İrlandalıların atası olan Keltlerin bir koluydu ve Çankırı yöresine yerleşmişlerdi. Empoze edildiğinin aksine, Kürtler de Anadoluya sonradan gelmiştir ve yerli halkla karışmıştır. Günümüzde zaten etnik anlamda arı bir ırk yoktur. Bu genetik araştırmaların gelişmesiyle ispatlanmış bir gerçektir. Bu tür bir bakış en son Nazi Almanyasında kalmıştır. Nazımın şiirindeki gibi Uzak Asyadan gelenler, bir kavim ismi olan Türkmenlerdi. Bilim adamları ve araştırmacılar Türkiye sözcüğünün İtalyanca'dan geldiğini kabul ederler. Tarihçi İlber Ortaylı bir makalesinde Cenevizli ve Venedikli tüccar ve diplomatların, 12. yüzyılda, Türkiye'yi Turchia ve Turmenia olarak tanımladıklarını belirtir.Ayrıca, Türkiye adı ilk defa 1190'da bir yazılı kaynakta, Haçlı Seferi vak'ayinamesinde geçmektedir. Abdulhaluk Çay ise Turchia tanımını çok daha gerilere götürür ve Turchia tabirine ilk defa 6. yüzyılda Bizans kaynaklarında rastlandığını belirtir ve şöyle der "Bu tabir 9. ve 10. yüzyıllarda İdil/Volga Nehri'nden Orta Avrupa'ya kadar uzanan saha için kullanılmıştır. Bu kullanımın Kafkasya bölgesinde Hazar Kağanlığı için Doğu Türkiye’si, Arpad Hanedanı'nın kurduğu Macar Devleti için Batı Türkiyesi şeklinde olduğunu ve aynı tabirin 12. yüzyıldan itibaren Anadolu için kullanıldığını belirtir. Tarihte 13-14. yüzyıllarda Mısır Memlukları de Türkiye adını kullanmışlardı: ed-devlet üt Türkiya (1250-1387). Batılılar, Turchia halkına hiçbir zaman Türkiyeli demeyip, Türk (Turc) demişlerdir( Wikipedi) Ulusla( Millet ), ırk,kavim, boy vs. farklı kavramlardır. Ulus, modern bir kavramdır.Fransız devriminden önce tarihsel olaylarda millet kavramı kullanılmaz. Ya ümmet vardı, ya da etnisite ile tanımlanan feodal beylikler, krallıklar, şahlıklar... "Ne Mutlu türküm Diyene" Ben Kürtler, Türktür derken kart, kurt saçmalığını demiyorum. Başkaları ile karıştırmayın. Vatandaşlık aidiyeti anlamında Kürtler, Türktür diyorum. Daha doğrusu Anayasamız öyle diyor. Basklarda Fransızdır gibi. Türkler de, Kürtler de bunu böyle anlamalılar artık! Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Mesela Kürt'leri yillardan beri Anadolu'nun diger bölümlerine göce zorlamakla asimile politikasi denenmistir. Bakin Ege bölgesinde bile Kürt köyleri vardir, ne zamandan beri 38 lerde zorla göcten beri. E, peki, Egedeki, İç Anadoludaki Kürtler neden hala var ve kimse onlara karışmıyor ? Dillerini de, kültürlerini de unutmamışlar. Asimilasyon böyle mi olur ? Göç ettirilenler sırf Kürt olduklarından göç ettirilmemiş dikkatinizi çekerim. Onlar neden göç ettirilmiş biliyormusunuz ? Bu göç ettirilenler, devrimlere, uygarlaştırılmaya, toprak reformlarına karşı çıkan, 'Ne Mutlu Türküm Diyene' deyişindeki anlamı reddeden, Türklükte entegre olmak istemeyen, dış güçlerce kullanılmaya müsait, aşiretlerini kendi çıkarları doğrultusunda devlete karşı kışkırtan Kürtçü, ayrılıkçı ağalar, aileler. Türkiye’de Kürt İsyanları Kürtlük, aşiret düzeniyle kendini var etmektedir. Kürt isyanların tamamı bu düzenin kaymağını yiyen ağa, bey ve şeyhlerin önderliğinde çıkmıştır. Şeyh Sait ile Dersim’i, Ağrı isyanıyla Koçgiri’yi birleştiren bu ortak özelliktir. Bu isyanların ulusal isyanlar olduğu söylemek saçmadır. Çünkü ulusal hareketler hem gerici derebeylik sistemiyle mücadele eder, hem de emperyalizme karşı kendini ifade eder. Bu bakımdan Türk Ulusal Kurtuluş hareketi ve Türk Devrimi tam anlamıyla ulusal bir harekettir. Kendisini Türk Devleti ve Devrimiyle savaşarak var eden Kürt hareketi ise gerici ve işbirlikçidir. Kürt isyanlarına İngilizlerin, Fransızların ve Ermenilerin desteği ve hatta bizzat onlar tarafından organize edilmesi, Kürt hareketinin işbirlikçiliğini gösterir. Bugün ister sağ, ister sol görünümlü olsun Kürtçü hareketler bu isyanlara sahip çıkıyorlar ve bunları Kürt ulusal harketinin doğuşu olarak görüyorlar. Şeyh Sait anması yapan bir “sol” harekete rastlamak artık şaşırtıcı değil. Çünkü bu hareketlerin ortak noktası Kürt olmalarıdır. Ne siyaset, ne de başka bir şey önemli değildir. İşte bu yüzden aynı zamanda ırkçıdırlar. Bu isyanlar Türk Devriminin emperyalizm ve onun desteklediği geri toplumsal yapıyla mücadelesinin önüne konmuş bir engeldir. Atatürk ve devrimci kadrolar bu meseleyi en sert şekilde çözdüler ve 1938’ten sonra bu isyanlar bitti. Ancak 1970’lerin sonunda kurulan PKK, bugün ABD ve AB’den aldığı destek ve Türk Devletinin zayıf düşmesi sonucu yeni bir isyan dalgası yaratmak üzeredir. Tehlike büyüktür. Bölgede 2000’lere kadar Kürt bölücülüğüne karşı en kararlı tavrı alan Türk devletinin, bugün vereceği en ufak tavizin bedeli Misak-ı Milli sınırlarının değiştirilmesi olacaktır. Cumhuriyet tarihi bu meselenin nasıl çözüldüğünü bize göstermektedir. Atatürk’ün isyanlara karşı sert tavrı ve Kürtçülüğün yeşerdiği toplumsal zemini yok ederek Türklüğü yüceltme politikası bize yol göstermelidir. -http://www.hacker.gen.tr/yasam/13334-osmanli-devleti-ve-turkiye-cumhuriyetinde-cikarilan-kurt-isyanlari.html- Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Gönderi tarihi: 31 Ekim , 2008 Bütün sorun burdan kaynaklanıyor demek ki. Yani, Türk adından, yani mesela Kütürk olsa bir sorun kalmayacak. . . . Ulusla( Millet ), ırk,kavim, boy vs. farklı kavramlardır. Ulus, modern bir kavramdır.Fransız devriminden önce tarihsel olaylarda millet kavramı kullanılmaz. Ya ümmet vardı, ya da etnisite ile tanımlanan feodal beylikler, krallıklar, şahlıklar... "Ne Mutlu türküm Diyene" Ben Kürtler, Türktür derken kart, kurt saçmalığını demiyorum. Başkaları ile karıştırmayın. Vatandaşlık aidiyeti anlamında Kürtler, Türktür diyorum. Daha doğrusu Anayasamız öyle diyor. Basklarda Fransızdır gibi. Türkler de, Kürtler de bunu böyle anlamalılar artık! Yaniliyorsunuz, orta Anadolunun batisina dogru gittikce 1938 lerde zorla yerlestirilen Kürt'ler su anki durumlariyla hemen hemen Kürtceyi tamamen unutmuslar. Sadece bildikleri Dersim'den ve diger bölgelerden göc ettikleri falan filan. Hatirliyorum ben halamin yanna köye gittigimde ( ic Anadolu) köyde herkes sadece kürtce konusuyorlardi, ama simdi kimse konusmadigi gibi kürtce bilende yok. Ve siz buradan soruyorsunuz, onlar dillerini ve kültürlerini devam ettirmemislermi diye. Asimile budur, o insanlarin dilini ve kültürünü korumalari ve gelistirmeleri icin devlet hic bir sey yapmadigi icin, zamanla bugünkü duruma gelmis bulunuyoruz. Diger taraftan zorla Türk bölgelerine göc yaptirmak asimilasyon politikasi degilde ne anlama gelecek acaba. Bizler malesef bir cok konularda yapmis oldugumuzu ya inkar ediyoruz yada degisik yorumluyoruz. Gercekleri söyleyenler ise ya vatanhaini yada düsmanla isbirligi yapiyor gibi sacma suclamarla karsilasiyorlar. Cok merek ediyorum baskalari bize Türk olmadigimizi´bizi yöneten hangi halksa o halktan oldugumuzu empoze etmeye calissa ne yapariz acaba? Ne yazdigimiza dikkat edersek tartsima platformu daha güzel olur. Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Yaniliyorsunuz, orta Anadolunun batisina dogru gittikce 1938 lerde zorla yerlestirilen Kürt'ler su anki durumlariyla hemen hemen Kürtceyi tamamen unutmuslar. Sadece bildikleri Dersim'den ve diger bölgelerden göc ettikleri falan filan. Hatirliyorum ben halamin yanna köye gittigimde ( ic Anadolu) köyde herkes sadece kürtce konusuyorlardi, ama simdi kimse konusmadigi gibi kürtce bilende yok. Ve siz buradan soruyorsunuz, onlar dillerini ve kültürlerini devam ettirmemislermi diye. Asimile budur, o insanlarin dilini ve kültürünü korumalari ve gelistirmeleri icin devlet hic bir sey yapmadigi icin, zamanla bugünkü duruma gelmis bulunuyoruz. Diger taraftan zorla Türk bölgelerine göc yaptirmak asimilasyon politikasi degilde ne anlama gelecek acaba. Sn. dünyahepimizin, Asimilasyon öyle olmaz. Şimdi, siz 20'li yaşlardaysanız eğer, 27 yaşındaysanız diyelimki, halanızın köyüne 10 yaş civarı gittiğinizi farzedelim, o zaman Kürtçe konuşuluyordu diyorsunuz, yani, 1938'den 1991'e ( 2008-17=1991 ) kadar Kürtçe konuşulmuş demek ki. Oysa, son yıllarda yaşanan açılımlarla beraber o insanların Kürtçeyi unutmaması gerekirdi. Siz şimdi unutmuşlar diyorsunuz. Buradan, bazı yasakların merak uyandırdığı ve asimilasyonu engellediği sonucu çıkar. Yani, asıl asimilasyon herşeyi serbest bırakmakla oluyor. Yani bindiğiniz dalı kesiyorsunuz, dikkat! derim. Ayrıca, Türklük ile ilgili yazımı bir daha okumanızı tavsiye ederim. O yazıda herhangi bir ırkçı öge bulursanız lütfen gösterin. Ayrıca, Anadolunun bir çok tarafındaki Çerkez, Abhaz, Çeçen, Pomak, Kırgız, Özbek köylerini de örnek verebilirim. aynı asimilasyon(!) olarak gördüğünüz şeye onlar da maruz kalmıyor mu ? Göç ettirilen Kürtler, Kürt oldukları için değil, Kürtçü oldukları, kargaşa çıkarıp, silahlı eylemde bulunduklarınrı için göç etirilmişler, dikkatinizi çekerim. Üstelik, başka ülkelere baktığınızda, böyle durumlarda ne yapıldığını da araştırmanız lazım, araştırın ve görün neler yapılmış o ülkelerde ve biz ne yapmışız, bir karşılaştırın ondan sonra fikir beyan edin. Saygılar. Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Sn. dünyahepimizin, Asimilasyon öyle olmaz. Şimdi, siz 20'li yaşlardaysanız eğer, 27 yaşındaysanız diyelimki, halanızın köyüne 10 yaş civarı gittiğinizi farzedelim, o zaman Kürtçe konuşuluyordu diyorsunuz, yani, 1938'den 1991'e ( 2008-17=1991 ) kadar Kürtçe konuşulmuş demek ki. Oysa, son yıllarda yaşanan açılımlarla beraber o insanların Kürtçeyi unutmaması gerekirdi. Siz şimdi unutmuşlar diyorsunuz. Buradan, bazı yasakların merak uyandırdığı ve asimilasyonu engellediği sonucu çıkar. Yani, asıl asimilasyon herşeyi serbest bırakmakla oluyor. Yani bindiğiniz dalı kesiyorsunuz, dikkat! derim. Ayrıca, Türklük ile ilgili yazımı bir daha okumanızı tavsiye ederim. O yazıda herhangi bir ırkçı öge bulursanız lütfen gösterin. Ayrıca, Anadolunun bir çok tarafındaki Çerkez, Abhaz, Çeçen, Pomak, Kırgız, Özbek köylerini de örnek verebilirim. aynı asimilasyon(!) olarak gördüğünüz şeye onlar da maruz kalmıyor mu ? Göç ettirilen Kürtler, Kürt oldukları için değil, Kürtçü oldukları, kargaşa çıkarıp, silahlı eylemde bulunduklarınrı için göç etirilmişler, dikkatinizi çekerim. Üstelik, başka ülkelere baktığınızda, böyle durumlarda ne yapıldığını da araştırmanız lazım, araştırın ve görün neler yapılmış o ülkelerde ve biz ne yapmışız, bir karşılaştırın ondan sonra fikir beyan edin. Saygılar. Asimilasyon böyle olamz diyorsunuz, pekihala lütfen aciklayin asimilasyon nedir, nasil uygulanir ve nerde uygulanmistir. Diger taraftan bir ülkenin asimilasyon politikasi varsa bunu herkese uygular, bu Kürt'ler icinde gecerlidir diger Laz, Cerkez vs. icinde gecerlidir. Bir ülkede okulda cocuklar her sabah Türküm dogruyum caliskanim,....... marsi söylemek zorunda kaliyorsa ve her pazaertesi sabahi ve cuma aksami istiklal marsi söyleniyorsa ne anlama gelir lütfen aciklayin. Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Kürtçe diye bir dil yoktur. Büyük ölçüde Farsçadır. Çünkü Kürtlerle Farsların anlaşmakta hiç zorlanmadıklarını, neredeyse aynı dili konuşuyor rahatlığında birbirlerini anlayabildiklerini gözlerimle gördüm. Biraz da Arapça, oldu sana Kürtçe. Kürtçeyi unutmaları Kürtler için önemli bir aşama. Böylece daha çok batıya entegre olabilirler. Töre gibi kültürel bulaşıklardan da daha kolay sıyrılabilirler. Bu devirde şivesini düzeltemeyen insanlar olması büyük bir eksiklik. İnsan kendini bu kadar bile bile ülkesine yabancılaştırmaz. Dil, kültür konusunda diretecek birisi olsa, Lazlar olabilirdi. Tamamen ayrı, bağımsız bir özgün dile sahiptirler. Buna rağmen Türk kültürüne mükemmel uyum sağlamışlardır. Bu bir asimilasyon değil, bir aşamadır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını bir gurur vesilesi haline getirmek her vatandaşımızın bir yükümlülüğü olmalı. Bunu reddedenlere soğuk bakılmasından daha doğal ne olabilir ki? Bir devlet geleneğin, bir özgün kültürün olmamış tarihte. Niye Fars-Arap kültürüne yapışıyorsun da binlerce yıllık geçmişi olan Türk kültürüne karşı çıkıyor, asimile olarak görüyorsun? Türk dediklerin de Batı kültürüne entegre olma çabası içindeler, yok öyle ırkçı bir kültür. Faşizm tarihin çöplüğüne çoktan atılmış. Kürtçeyi yaşatacağına, mükemmel Türkçe ve İngilizce konuş. Ben Kürtleri anlamıyorum, anlayamıyorum. Kürt kültürünün nesinde kimliklerini buluyor, nesine sarılıyorlar? Bir kere dili Fars dili. Geleneği, töresi Arap geleneği. Toplumsal yapısı aşiret, ağa-maraba kültürü. Habire çoğalıp ağaya beleş maraba kaynağı sağlamaya dayalı bir anlayış! Öyle dört elle sarılınacak değil, kaçılacak bir kültür. Gerçekten anlamıyorum. Globalleşen dünyada ırkçı bir kültür yaşayamaz zaten, bunu kafaya koymak gerek. Türk kültürü dediğimiz, bu vatanı Bizans'tan bileğinin hakkıyla alıp vatan yapan bir ulusun adına atama yapmaktan başka bir şey değil. Bu ada izafeten Türkiye denilen ülkenin vatandaşlık bilinci! Tek istenen bu yahu! Nedir, çok mu zor? Aman çok meraklıysan Farsçadan bozma dilini de konuş artık, ne diyelim? Ne faydası varsa? Tabii tüm bunlar kişisel görüşlerimdir... Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Kürtçe diye bir dil yoktur. Büyük ölçüde Farsçadır. Çünkü Kürtlerle Farsların anlaşmakta hiç zorlanmadıklarını, neredeyse aynı dili konuşuyor rahatlığında birbirlerini anlayabildiklerini gözlerimle gördüm. Biraz da Arapça, oldu sana Kürtçe. Kürtçeyi unutmaları Kürtler için önemli bir aşama. Böylece daha çok batıya entegre olabilirler. Töre gibi kültürel bulaşıklardan da daha kolay sıyrılabilirler. Bu devirde şivesini düzeltemeyen insanlar olması büyük bir eksiklik. İnsan kendini bu kadar bile bile ülkesine yabancılaştırmaz. Dil, kültür konusunda diretecek birisi olsa, Lazlar olabilirdi. Tamamen ayrı, bağımsız bir özgün dile sahiptirler. Buna rağmen Türk kültürüne mükemmel uyum sağlamışlardır. Bu bir asimilasyon değil, bir aşamadır. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını bir gurur vesilesi haline getirmek her vatandaşımızın bir yükümlülüğü olmalı. Bunu reddedenlere soğuk bakılmasından daha doğal ne olabilir ki? Bir devlet geleneğin, bir özgün kültürün olmamış tarihte. Niye Fars-Arap kültürüne yapışıyorsun da binlerce yıllık geçmişi olan Türk kültürüne karşı çıkıyor, asimile olarak görüyorsun? Türk dediklerin de Batı kültürüne entegre olma çabası içindeler, yok öyle ırkçı bir kültür. Faşizm tarihin çöplüğüne çoktan atılmış. Kürtçeyi yaşatacağına, mükemmel Türkçe ve İngilizce konuş. Ben Kürtleri anlamıyorum, anlayamıyorum. Kürt kültürünün nesinde kimliklerini buluyor, nesine sarılıyorlar? Bir kere dili Fars dili. Geleneği, töresi Arap geleneği. Toplumsal yapısı aşiret, ağa-maraba kültürü. Habire çoğalıp ağaya beleş maraba kaynağı sağlamaya dayalı bir anlayış! Öyle dört elle sarılınacak değil, kaçılacak bir kültür. Gerçekten anlamıyorum. Globalleşen dünyada ırkçı bir kültür yaşayamaz zaten, bunu kafaya koymak gerek. Türk kültürü dediğimiz, bu vatanı Bizans'tan bileğinin hakkıyla alıp vatan yapan bir ulusun adına atama yapmaktan başka bir şey değil. Bu ada izafeten Türkiye denilen ülkenin vatandaşlık bilinci! Tek istenen bu yahu! Nedir, çok mu zor? Aman çok meraklıysan Farsçadan bozma dilini de konuş artık, ne diyelim? Ne faydası varsa? Tabii tüm bunlar kişisel görüşlerimdir... Sayın demirefe, sizin kişisel görüşümdür dediğiniz görüşe tamamen katılıyorum. Nedir alıp veremediğimiz? Üzerinde yaşadığımız, bizi iyi ya da kötü besleyen cennet gibi vatanımızı el ele vererek güzel yerlere getirmemiz gerekliyken, onun bunun piyonu, hokkabazı olup olmadık işlere kalkışıyoruz. İster Kürt olalım, ister Çerkes, ister Laz, ister ne olursak olalım ancak bilelim ki, çıkarsak birlikte çıkacağız düzlüğe, batarsak birlikte batacağız batağa. Batarsak bazı güçler de çok memnun olurlar artık... Alıntı
Φ politika Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Her sabah Türk'üm demek rahatsiz ediyormus asimilasyonmus,ne demek gerekiyormus?cocuklar sabahlari siraya dizilecek Lazlar bir yana Kürtler bir yana Gürcüler bir yana ve hepsi ayri ayri ne mutlu Lazim diyene ne mutlu Kürtüm diyene ne mutlu Gürcüyüm diyene,diyecekler.Ama nüfus kagidindada Türk vatandasi yazili olacak.Her sabah ne mutlu Türküm diyeneyi asimilasyon olarak görenlerin söylemek istedikleri bizi ayirin biz ne dersek diyelim,biz Türk vatandasida olmak istemiyoruz,ama Türkiyede yasamaya devam edecegiz,Türkiyede para kazanacagiz ev alacagiz istedigimiz yere girip cikacagiz ama Türk olmadan.BÖyle olunca asimilasyon olmuyormus halklarin özgürlügü oluyormus peki bu halklarin özgürlügünü icad edenler kimlerdir?***** saygilarla Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Asimilasyon böyle olamz diyorsunuz, pekihala lütfen aciklayin asimilasyon nedir, nasil uygulanir ve nerde uygulanmistir. Diger taraftan bir ülkenin asimilasyon politikasi varsa bunu herkese uygular, bu Kürt'ler icinde gecerlidir diger Laz, Cerkez vs. icinde gecerlidir. Bir ülkede okulda cocuklar her sabah Türküm dogruyum caliskanim,....... marsi söylemek zorunda kaliyorsa ve her pazaertesi sabahi ve cuma aksami istiklal marsi söyleniyorsa ne anlama gelir lütfen aciklayin. Çerkez, Laz köyleri 120 yıldır Çerkezce, Lazca konuşuyorlar. Benim arkadaşlarım vardı, Süryani, Ermeni, Kürt hepsi de evlerinde, aralarında kendi dillerini konuşuyorlardı, kendi kiliselerine gidiyorlardı, ama Türkiye deyince vatan kabul ediyorlar, senden benden milliyetçiyler, İstiklal marşını da benimsemişlerdi. Yahu, dilimde tüy bitti artık, Türküm deyince Türkiye vatandaşı oluyorsunuz, bunda korkacak bir şey yok. Bizim cumhuriyet yeni ve devrimler yarım kaldığından, bunlar halka anlatılamamış ve Türklerden de bunu yanlış anlayıp abartıp, ırksal üstünlük olarak görenler de çok olmuştur. Ama işin aslı öyle değildir, işte. Bu bir ulus kimliğidir, cumhuriyet bunu yapmak zorunda, çünkü ulus kavramı burjuva devrimi ile ortaya çıkmış yeni ve modern bir kavramdır. Ulus devlet, ırk devleti değildir. Belki uç noktalarda görev yapan bazı devlet görevlilerinin bunu ırk üstünlüğü olarak görmelerinden kaynaklı olarak tepki niteliğinde ve o dönemde Kürtler de sosyolojik olarak ortaçağı yaşadıkları için bunu anlayamadıklarından dini motifli birtakım ayaklanmalar yapmışlar, bunlar da bastırılınca Kürtler zülum görüyor olmuş adı. Benim şaştığım konu, bazı sosyalist geçinen insanlarımızın da böyle sığ bir açıdan olayları yorumlamaları. Ne istiyorsunuz anlamıyorum ki, milli marş da mı olmasın, okul da mı olmasın. Amerikalıların elleri kalplerinde milli marş okumalarını da mı asimilasyon görüyorsunuz yada Almanların überalles, İngilizlerin god save the queen falan. Kültürel asimilasyon ise kaçınılmazdır. Teknoloji, bilim, sanat üreten ülkelerin kültürü ister istemez hakim kültür haline geliyor. Buna karşı koymanın tek yolu da aynı teknolojiyi, bilimi, sanatı diğer ülkelerin, toplulukların da üretebilmesi. Ancak bu yolla kendi benliklerini koruyabilirler. Mikro kültür diye her etnik grubun kültürünü müzelerde saklamak lazım tabii, ama bu o insanlara kötülük olmaz mı ? Onların da hakkı değil mi modern dünyanın nimetlerinden yararlanmak ? Dünyanın gidişi zaten tek kültürlülük üzerine o da Amerikan kültürü. Yani Türkiyede Türk kültürü mü kalmış zaten bir yanda hamburgerler, pizzalar, pop kültürü, öte yanda çiğ köfteler, lahmacunlar, acılı türkülerle herkesin en ücra Trakya köylerine kadar benimsediği Kürt kültürü. Bugün Kürtlerin, Lazların bütün geleneklerine, yemeklerine, müziklerine sempati ile bakılıyor, her yerde inleyen nağmeler, halaylar, horonlar. Bunlar bizim ortak kültürümüz. Kim size Zeybeği, kaşık havasını falan dayatıyor, kim zorla büryan kebap değil keşkek yedirtiyor, kim kaburga değil de çöpşiş yiyeceksiniz diyor? Kitap ta yazabilirsiniz kendi dilinizde, şarkı da, yeter ki o kitaplarda, şarkılarda bölücülük olmasın, rahat durun, bu kadar basit. Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 2 Kasım , 2008 Her sabah Türk'üm demek rahatsiz ediyormus asimilasyonmus,ne demek gerekiyormus?cocuklar sabahlari siraya dizilecek Lazlar bir yana Kürtler bir yana Gürcüler bir yana ve hepsi ayri ayri ne mutlu Lazim diyene ne mutlu Kürtüm diyene ne mutlu Gürcüyüm diyene,diyecekler.Ama nüfus kagidindada Türk vatandasi yazili olacak.Her sabah ne mutlu Türküm diyeneyi asimilasyon olarak görenlerin söylemek istedikleri bizi ayirin biz ne dersek diyelim,biz Türk vatandasida olmak istemiyoruz,ama Türkiyede yasamaya devam edecegiz,Türkiyede para kazanacagiz ev alacagiz istedigimiz yere girip cikacagiz ama Türk olmadan.BÖyle olunca asimilasyon olmuyormus halklarin özgürlügü oluyormus peki bu halklarin özgürlügünü icad edenler kimlerdir?***** saygilarla Arkadassim su devirde eskidi onlar, ne Türk'üm ne Kürdüm nede Cerkezim veya lazim dememize gerek var okulda. Ne kadar demokrat ve gelismisligimizin bir göstergesidir bu. Bakin nasil hemen herkes taarruza geciyor. Arkadasim hic bir sey söylenmesine gerek yok. Türk ve dürüst oldugumuzu bilmiyormu bizim cocuklarimiz, öylemi ögrenecegiz yani ne oldugumuzu. Baska ülkelerde de bizim insanlarimiz yasiyorlar, bazilari anlarin vatandasligina bile gecmisler, ayni uygulama oralarda olsa ne derdiniz cok merak ediyorum. Türkiye'de herkesin TC vatandasi oldugu konusunda zaten hemfikiriz, ama ne yani herkese de zorla ve illada ben Türk'üm dedirtmeye. Sözüm ona Almanya ve Fransa gibi ülkelerin göcmenler üzerindeki politikalari elestiriyorsunuz ama söyz konusu kendi ülkemiz olunca her seyi unutuyoruz. O ülkelerin vatandaslarida sizin gibi reaktion gösterse ve aynisini dese ne farkimiz olacak onlardan? Alıntı
Misafir demirefe Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Bakın şimdi, eğri de oturuyorsak dosdoğru konuşalım. Irksal anlamda değil, anayasal vatandaşlık anlamında, yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin onurlu bir ferdi olma anlamında çocuklar ilkokulda "Türküm" demeyecekse, bunu dememeleri isteniyorsa, bunun bir tek anlamı olabilir. Ya hepsi Sayın politika'nın dediği gibi etnik kökenine göre ayrı sıra olup bir grubu "Kürdüm doğruyum" diyecek, bir grubu "Lazım doğruyum" diyecek, bir grubu "Çerkezim doğruyum" "Boşnakım doğruyum" "Arnavutum doğruyum" "Gürcüyüm doğruyum" "Ermeniyim doğruyum" "Rumum doğruyum"... diyecek. Böyle bir şey olamayacağına göre, siz bağlamı değiştirmek istiyorsunuz. Bunu açık açık ya söyleyin, ya göremiyorsanız görün. Size empoze edilen ve dayatılan hâla Kürt Said mantığı. "Gavur devlet, dinimizi yok etti, laiklik getirdi, kalkın ağalar" mantığı. Ulusal bağlam olmazsa geriye tek bağlam kalır: Din bağlamı. Okullarda ancak "elhamdülillahi rabbil alemin" diye açılış yapabilirsiniz. Bunu göremiyorsanız, bu dayatılan oyunu farkedemiyorsanız bir an önce gözünüzü açın! Din bağlamı, laikliği ortadan kaldırmak ise bu ülkeyi etnik bölünmesinden beter bir sona götürür. Çünkü din, soyut bir bağlamdır. Kanıtı yoktur. Muhaliflerini "kafir" "münafık" diye suçlayarak safdışı etmenin en kestirme ve en tehlikeli yoludur. Din bağlamında yönetim olamaz. SİZİ, BENİ, BİZİ, HEPİMİZİ BİR ÇATIŞMANIN İÇİNE VE ÇAĞIN DIŞINA İTMEK İSTİYORLAR!!! BU GERÇEĞİ BİR AN ÖNCE GÖRÜN!!! PKK sadece oyunun satranç taşları ve Kürtler zavallı piyonları. Sonuçta gündeme getirilecek olan, kesinlikle din diktası. İran modeli. Bu olmazsa, ki olmayacak, olamaz. Bu ülke bunca çağdaş birikimini çöpe atamaz. O halde kaçınılmaz parçalanma. Bunu kesinlikle bilin! Plan budur!!! Tabii ki izin vermeyeceğiz, o ayrı ama planlanan bu!!! Alet olmayın ve kullanılmayın! Lütfen! Şuna emin olun: Türkiye İran olsa, oyun yine durmayacak. PKK bu kez PEJAK olacak. OYUN YİNE DEVAM EDECEK! PİYONLAR HEP PİYON KALACAK... Alıntı
Φ bezgin Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Asimilasyon böyle olamz diyorsunuz, pekihala lütfen aciklayin asimilasyon nedir, nasil uygulanir ve nerde uygulanmistir. artık bazı gerçekleri görelim ne olur ...syn dünya hepimizin Millet aç onlar para saçıyor! 03 Kasım 2008 Pazartesi 08:49 Dünya kirizi, işsiz kalan yüzbinler kimin umrunda! Urfa'da bir aile sadece pistte oynayanlar için 60 bin doları havaya saçtı. Dow Jones tepetaklık olmuş, dünyanın en büyük bankaları çökmüş kimin umurunda! Şanlıurfalı iki aile, yaptıkları dillere destan düğünle, global ekonomiyle göbek bağlarının olmadığını ispatladı. Şanlıurfa’nın ünlü aşiretlerinden 45 bin kişilik Şeddatların önemli isimlerinden Cevher Kırmızı, önceki akşam Kaya Ramada Otel’de oğlu Serkan’ı Selvi Ailesi’nin kızı Hüsniye ile evlendirdi. Hüsniye-Serkan çiftinin mutlu gününde sahneye türkücü Cengiz İmren ile Benhur çıktı. Şanlıurfa Saz Ekibi’nin türküleriyle renk kattığı gecede halaylar çekilirken zılgıt sesleri birbirine karıştı. Şeddat ve Selvi ailelerinin 1 saat içinde ‘sadece’ havaya 1’lik ve 10’luk olmak üzere toplam 60 bin dolar saçtığı öğrenildi. 30 KİLO ALTIN TAKILDI Gelin ve damadı kutlamak için sıraya giren 1400 davetli, gecenin sonunda mutlu çifte küçük bir servet bıraktı. Geline 30 kilo altın hediye edildi. 230 bin dolar ve 300 bin YTL para takıldı. Saz ekibi ve garsonlar düğün sahiplerinin bahşişleriyle bayram etti. falan filan...vb..işte gerçek bu asimilasyon politikasi varsa bunu herkese uygular, bu Kürt'ler icinde gecerlidir diyorsunuz..bunlar ya abhaz kökenli vatandaşlarımız ya da sizn asimile olmaya zorlanıyorlar dediğiniz grupdan değil yanlış anlaşılmasın hertürlü fikre saygı duymalıyız... ama burda ve cevremizde oluşan gelişmelerde amaç Kürt bağımsızlığı veya ezilen toplum vb...konuları işlemek değil böyle ve böyle yaşayan birkaç yüz aileyi ihya etmektir..Syn Demirefenin çekmek istediği dikkat gibi bir dikkati de buraya çekmek isterim... neşe ile kalın Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Bakın şimdi, eğri de oturuyorsak dosdoğru konuşalım. Irksal anlamda değil, anayasal vatandaşlık anlamında, yani Türkiye Cumhuriyeti devletinin onurlu bir ferdi olma anlamında çocuklar ilkokulda "Türküm" demeyecekse, bunu dememeleri isteniyorsa, bunun bir tek anlamı olabilir. Ya hepsi Sayın politika'nın dediği gibi etnik kökenine göre ayrı sıra olup bir grubu "Kürdüm doğruyum" diyecek, bir grubu "Lazım doğruyum" diyecek, bir grubu "Çerkezim doğruyum" "Boşnakım doğruyum" "Arnavutum doğruyum" "Gürcüyüm doğruyum" "Ermeniyim doğruyum" "Rumum doğruyum"... diyecek. Böyle bir şey olamayacağına göre, siz bağlamı değiştirmek istiyorsunuz. Bunu açık açık ya söyleyin, ya göremiyorsanız görün. Size empoze edilen ve dayatılan hâla Kürt Said mantığı. "Gavur devlet, dinimizi yok etti, laiklik getirdi, kalkın ağalar" mantığı. Ulusal bağlam olmazsa geriye tek bağlam kalır: Din bağlamı. Okullarda ancak "elhamdülillahi rabbil alemin" diye açılış yapabilirsiniz. Bunu göremiyorsanız, bu dayatılan oyunu farkedemiyorsanız bir an önce gözünüzü açın! Din bağlamı, laikliği ortadan kaldırmak ise bu ülkeyi etnik bölünmesinden beter bir sona götürür. Çünkü din, soyut bir bağlamdır. Kanıtı yoktur. Muhaliflerini "kafir" "münafık" diye suçlayarak safdışı etmenin en kestirme ve en tehlikeli yoludur. Din bağlamında yönetim olamaz. SİZİ, BENİ, BİZİ, HEPİMİZİ BİR ÇATIŞMANIN İÇİNE VE ÇAĞIN DIŞINA İTMEK İSTİYORLAR!!! BU GERÇEĞİ BİR AN ÖNCE GÖRÜN!!! PKK sadece oyunun satranç taşları ve Kürtler zavallı piyonları. Sonuçta gündeme getirilecek olan, kesinlikle din diktası. İran modeli. Bu olmazsa, ki olmayacak, olamaz. Bu ülke bunca çağdaş birikimini çöpe atamaz. O halde kaçınılmaz parçalanma. Bunu kesinlikle bilin! Plan budur!!! Tabii ki izin vermeyeceğiz, o ayrı ama planlanan bu!!! Alet olmayın ve kullanılmayın! Lütfen! Şuna emin olun: Türkiye İran olsa, oyun yine durmayacak. PKK bu kez PEJAK olacak. OYUN YİNE DEVAM EDECEK! PİYONLAR HEP PİYON KALACAK... Lütfen yazdiklarimi iyi okuyun, ben ne Türküm ne Kürdüm, ne Cerkezim, Lazim, ermeniyim vs. denilmesi taraftaryíyim dedim. Cünki bunlar söylendigi icin halaa birlik beraberlik yok. Hepimiz anayasal acidan Türkte olsak diger milletlerden insanlarimiz yani Türk vatandaslarimiz var ve bunlar kendilerini sadece anayasal acidan Türk görmek isteyebilirler ve bizimde bunlara illada Türküm dogruyum .... söyletmemize gerek yok. 85 yildan beri söyleniyor ama ne Türklügümüz kaldi nede dogru ve dürüstlügümüz. Bakiyorsunuz hemen hemen tüm mafya ve ceteler Türküm dogruyum caliskanim nutulklari atiyorlar. Buysa Türklük, caliskanlik, dürüstlük gerisini siz düsünün artik. Hangi gelismis ülkelerde var bu tür söylemler? Ben sadece geregi kalmadigina dikkat cekiyorum, ama malesef üzerinize alinmayinda diger bazi arkadaslar bunu firsat bulup gene bizleri milleti ve ülkesi ile sorunlu olarak göstermeye calisiyor. Burada kimse PKK yi veya seritcilari savunmuyor, kendimden bahsediyorum. Lütfen artik ülkemizde olan ve yasana yanlislari gösterdigimiz ve elestirdigimiz zaman bizleri karsi tarafa itmeyin. Ya PKK li yada devletci olmak zorunda degil kimse, ben buradan her ikisininde ülkeye vermis olduklari zarara dikkat cekiyorum. Saygilar Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Arkadassim su devirde eskidi onlar, ne Türk'üm ne Kürdüm nede Cerkezim veya lazim dememize gerek var okulda. Ne kadar demokrat ve gelismisligimizin bir göstergesidir bu. Bakin nasil hemen herkes taarruza geciyor. Arkadasim hic bir sey söylenmesine gerek yok. Türk ve dürüst oldugumuzu bilmiyormu bizim cocuklarimiz, öylemi ögrenecegiz yani ne oldugumuzu. Baska ülkelerde de bizim insanlarimiz yasiyorlar, bazilari anlarin vatandasligina bile gecmisler, ayni uygulama oralarda olsa ne derdiniz cok merak ediyorum. Türkiye'de herkesin TC vatandasi oldugu konusunda zaten hemfikiriz, ama ne yani herkese de zorla ve illada ben Türk'üm dedirtmeye. Sözüm ona Almanya ve Fransa gibi ülkelerin göcmenler üzerindeki politikalari elestiriyorsunuz ama söyz konusu kendi ülkemiz olunca her seyi unutuyoruz. O ülkelerin vatandaslarida sizin gibi reaktion gösterse ve aynisini dese ne farkimiz olacak onlardan? Sn. dünyahepimizin, neden eskidi diye düşünüyorsunuz ? Türküm, doğruyum demenin ne zararı var ? İlk okulda 5 sene Türküm, doğruyum dedikleri için mi doğru ve dürüst değil yani siyasetçilerimiz, iş adamlarımız. İlkokula gitmyenler çok mu dürüst yani Biz diğer uluslara göre nispeten yeni bir cumhuriyetiz, burada bir ulus yaratılıyor, farkında değil misiniz ? Bu söylem, etnik olan Türkün dayatılması yada asimilasyon değil, yanlış anlıyorsunuz. Biz göçmenlere ne yapmışız ? Ev ve toprak vermişiz, bu mu suçumuz ? Balkanlardan da, Kafkaslardan da, Afganistandan da, Iraktan da gelenlere insanca yaşama hakkı vermişiz, bu mu eleştirdiğiniz ? Şimdi Fransızların, Cezayirli, Faslı göçmenler için ne dediklerini alıntılatmayın bana. Çerkez, Laz köyleri 120 yıldır Çerkezce, Lazca konuşuyorlar. Benim arkadaşlarım vardı, Süryani, Ermeni, Kürt hepsi de evlerinde, aralarında kendi dillerini konuşuyorlardı, kendi kiliselerine gidiyorlardı, ama Türkiye deyince vatan kabul ediyorlar, senden benden milliyetçiyler, İstiklal marşını da benimsemişlerdi. Yahu, dilimde tüy bitti artık, Türküm deyince Türkiye vatandaşı oluyorsunuz, bunda korkacak bir şey yok. Bizim cumhuriyet yeni ve devrimler yarım kaldığından, bunlar halka anlatılamamış ve Türklerden de bunu yanlış anlayıp abartıp, ırksal üstünlük olarak görenler de çok olmuştur. Ama işin aslı öyle değildir, işte. Bu bir ulus kimliğidir, cumhuriyet bunu yapmak zorunda, çünkü ulus kavramı burjuva devrimi ile ortaya çıkmış yeni ve modern bir kavramdır. Ulus devlet, ırk devleti değildir. Belki uç noktalarda görev yapan bazı devlet görevlilerinin bunu ırk üstünlüğü olarak görmelerinden kaynaklı olarak tepki niteliğinde ve o dönemde Kürtler de sosyolojik olarak ortaçağı yaşadıkları için bunu anlayamadıklarından dini motifli birtakım ayaklanmalar yapmışlar, bunlar da bastırılınca Kürtler zülum görüyor olmuş adı. Benim şaştığım konu, bazı sosyalist geçinen insanlarımızın da böyle sığ bir açıdan olayları yorumlamaları. Ne istiyorsunuz anlamıyorum ki, milli marş da mı olmasın, okul da mı olmasın. Amerikalıların elleri kalplerinde milli marş okumalarını da mı asimilasyon görüyorsunuz yada Almanların überalles, İngilizlerin god save the queen falan. Kültürel asimilasyon ise kaçınılmazdır. Teknoloji, bilim, sanat üreten ülkelerin kültürü ister istemez hakim kültür haline geliyor. Buna karşı koymanın tek yolu da aynı teknolojiyi, bilimi, sanatı diğer ülkelerin, toplulukların da üretebilmesi. Ancak bu yolla kendi benliklerini koruyabilirler. Mikro kültür diye her etnik grubun kültürünü müzelerde saklamak lazım tabii, ama bu o insanlara kötülük olmaz mı ? Onların da hakkı değil mi modern dünyanın nimetlerinden yararlanmak ? Dünyanın gidişi zaten tek kültürlülük üzerine o da Amerikan kültürü. Yani Türkiyede Türk kültürü mü kalmış zaten bir yanda hamburgerler, pizzalar, pop kültürü, öte yanda çiğ köfteler, lahmacunlar, acılı türkülerle herkesin en ücra Trakya köylerine kadar benimsediği Kürt kültürü. Bugün Kürtlerin, Lazların bütün geleneklerine, yemeklerine, müziklerine sempati ile bakılıyor, her yerde inleyen nağmeler, halaylar, horonlar. Bunlar bizim ortak kültürümüz. Kim size Zeybeği, kaşık havasını falan dayatıyor, kim zorla büryan kebap değil keşkek yedirtiyor, kim kaburga değil de çöpşiş yiyeceksiniz diyor? Kitap ta yazabilirsiniz kendi dilinizde, şarkı da, yeter ki o kitaplarda, şarkılarda bölücülük olmasın, rahat durun, bu kadar basit. Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Lütfen yazdiklarimi iyi okuyun, ben ne Türküm ne Kürdüm, ne Cerkezim, Lazim, ermeniyim vs. denilmesi taraftaryíyim dedim. Cünki bunlar söylendigi icin halaa birlik beraberlik yok. Hepimiz anayasal acidan Türkte olsak diger milletlerden insanlarimiz yani Türk vatandaslarimiz var ve bunlar kendilerini sadece anayasal acidan Türk görmek isteyebilirler ve bizimde bunlara illada Türküm dogruyum .... söyletmemize gerek yok. 85 yildan beri söyleniyor ama ne Türklügümüz kaldi nede dogru ve dürüstlügümüz. Bakiyorsunuz hemen hemen tüm mafya ve ceteler Türküm dogruyum caliskanim nutulklari atiyorlar. Buysa Türklük, caliskanlik, dürüstlük gerisini siz düsünün artik. Hangi gelismis ülkelerde var bu tür söylemler? Ben sadece geregi kalmadigina dikkat cekiyorum, ama malesef üzerinize alinmayinda diger bazi arkadaslar bunu firsat bulup gene bizleri milleti ve ülkesi ile sorunlu olarak göstermeye calisiyor. Burada kimse PKK yi veya seritcilari savunmuyor, kendimden bahsediyorum. Lütfen artik ülkemizde olan ve yasana yanlislari gösterdigimiz ve elestirdigimiz zaman bizleri karsi tarafa itmeyin. Ya PKK li yada devletci olmak zorunda degil kimse, ben buradan her ikisininde ülkeye vermis olduklari zarara dikkat cekiyorum.Saygilar Anlaşılıyor ki, Sn. dünyahepimizin, sizin 'millet' kavramını anlayışınızda bir yanlışlık var. Cumhuriyetin tezi şu; Türkiyede tek bir millet var, o da Türk milleti! Tamam ? Aynı Fransız milleti gibi. Burda etnik bir bağlam yok. Sadece ortak, tarih ve kader anlayışı bağlamı var. Onun için Kürtler için Türkiyede başka milletler var demeniz sosyolojik olarak yanlış. Başka etnik gruptan insanlar var demeniz gerekir. Türküm, doğruyum, çalışkanım demeyi neden eskidi diye düşünüyorsunuz ? Türküm, doğruyum demenin ne zararı var ? İlk okulda 5 sene Türküm, doğruyum dedikleri için mi doğru ve dürüst değil yani siyasetçilerimiz, iş adamlarımız. İlkokula gitmyenler çok mu dürüst yani Bu bir motivasyon ve entegrasyon yöntemidir. Biz diğer uluslara göre nispeten yeni bir cumhuriyetiz, burada bir ulus yaratılıyor, farkında değil misiniz ? Bu söylem, etnik olan Türkün dayatılması yada asimilasyon değil, yanlış anlıyorsunuz. Ben sizin asla PKK yanlısı olduğunuzu düşünmedim, sadece biraz kafanız karıştırılmış. Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Anlaşılıyor ki, Sn. dünyahepimizin, sizin 'millet' kavramını anlayışınızda bir yanlışlık var. Cumhuriyetin tezi şu; Türkiyede tek bir millet var, o da Türk milleti! Tamam ? Aynı Fransız milleti gibi. Burda etnik bir bağlam yok. Sadece ortak, tarih ve kader anlayışı bağlamı var. Onun için Kürtler için Türkiyede başka milletler var demeniz sosyolojik olarak yanlış. Başka etnik gruptan insanlar var demeniz gerekir. Türküm, doğruyum, çalışkanım demeyi neden eskidi diye düşünüyorsunuz ? Türküm, doğruyum demenin ne zararı var ? İlk okulda 5 sene Türküm, doğruyum dedikleri için mi doğru ve dürüst değil yani siyasetçilerimiz, iş adamlarımız. İlkokula gitmyenler çok mu dürüst yani Bu bir motivasyon ve entegrasyon yöntemidir. Biz diğer uluslara göre nispeten yeni bir cumhuriyetiz, burada bir ulus yaratılıyor, farkında değil misiniz ? Bu söylem, etnik olan Türkün dayatılması yada asimilasyon değil, yanlış anlıyorsunuz. Ben sizin asla PKK yanlısı olduğunuzu düşünmedim, sadece biraz kafanız karıştırılmış. Kafamin karistirilmis olabilecegi sizin sahsi düsünceniz ve bunu kabul etmedigim gibi aynisini sizin icin düsünebilirim. 21. yüzyilda gelismis demokrasilerde ve cumhriyetlerde ülkemizdeki uygulama yoktur. Size göre dayatma olamayabilir, ama en azindan öyle algilayanlarada saygi göstereceksinizki o insanlarla bir araya oturup ortak bir cözüm arayabilesiniz. Yoksa siz söyleyeceksiniz ve siz tarif edeceksiniz anlamini, olmaz böyle bir sey. Entegrasyonu isteyen bir ülke hayatta böyle dayatmaci olmaz ve insanlarína illada ben suyum veya buyum dedirtmez. O insanlari öyle kazanmamiz gerekliki kendileri övünerek ben Türküm diyebilmeleri gerek. Ama ülkemizde bu dayatmadan bayagi rahatsiz olanlar var ve bu tip uygulamalar ülke icerisindeki irkci milliyetciligi besliyor. Evet Türkiye'de malesef cok az dürüst insan var. Demekki dürüstlük sadece dürüstüm diye her sabah söylenmekle olmuyormus, aynen deniz fenerinde oldugu gibi her sabah ve her gün allaha dua ederekte dürüstlük olmuyormus. Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Kafamin karistirilmis olabilecegi sizin sahsi düsünceniz ve bunu kabul etmedigim gibi aynisini sizin icin düsünebilirim. 21. yüzyilda gelismis demokrasilerde ve cumhriyetlerde ülkemizdeki uygulama yoktur. Size göre dayatma olamayabilir, ama en azindan öyle algilayanlarada saygi göstereceksinizki o insanlarla bir araya oturup ortak bir cözüm arayabilesiniz. Yoksa siz söyleyeceksiniz ve siz tarif edeceksiniz anlamini, olmaz böyle bir sey. Entegrasyonu isteyen bir ülke hayatta böyle dayatmaci olmaz ve insanlarína illada ben suyum veya buyum dedirtmez. O insanlari öyle kazanmamiz gerekliki kendileri övünerek ben Türküm diyebilmeleri gerek. Ama ülkemizde bu dayatmadan bayagi rahatsiz olanlar var ve bu tip uygulamalar ülke icerisindeki irkci milliyetciligi besliyor.Evet Türkiye'de malesef cok az dürüst insan var. Demekki dürüstlük sadece dürüstüm diye her sabah söylenmekle olmuyormus, aynen deniz fenerinde oldugu gibi her sabah ve her gün allaha dua ederekte dürüstlük olmuyormus. Ben de onu vurguluyorum zaten maalesef o dürüst olmayan feodal kafalı siyasetçilerimiz, kendi seçmenine Türk olmayı bilerek yanlış anlatıp, dayatma gibi gösterip ırkçı milliyetçiliği körüklüyor, haklısınız. Entegrasyon istemeyenler de bunlar zaten çünkü işlerine gelmiyor. Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Ben de onu vurguluyorum zaten maalesef o dürüst olmayan feodal kafalı siyasetçilerimiz, kendi seçmenine Türk olmayı bilerek yanlış anlatıp, dayatma gibi gösterip ırkçı milliyetçiliği körüklüyor, haklısınız. Entegrasyon istemeyenler de bunlar zaten çünkü işlerine gelmiyor. Ehhh hal böyleyken agzimizda söyleye söyleye tüy bitti. Birakalim su yanlis anlatimlarida insanlari kucaklastiracak söylemler bulalim. Bosunami diyoruz sorunlarimiz sadece silahla cözülmez diye. Önce, egitim ve akilli siyasiler gerekli. Sonra dürsüstlük ve seffahlik. Bunlar bir araya geligi zaman zaten bu kavgalar kendiliginden sona erecek. Ama gidisat onu göstermiyor malesef. Her iki tarafinda irkci milliyetcileri cözümsüzlük icin elleirinden geleini yapiyorlar. Alan garbim sehit ve onlarin ailelerine oluyor. Ülekin görmüs oldugu maddi ve siyasi kayip haric tabiiki. Herhalde simdi anlayabildiniz ben devamli bu savastan ve terörden prim saglayanlar var derken. Alıntı
Φ Dogrucudavut Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Ehhh hal böyleyken agzimizda söyleye söyleye tüy bitti. Birakalim su yanlis anlatimlarida insanlari kucaklastiracak söylemler bulalim. Bosunami diyoruz sorunlarimiz sadece silahla cözülmez diye. Önce, egitim ve akilli siyasiler gerekli. Sonra dürsüstlük ve seffahlik. Bunlar bir araya geligi zaman zaten bu kavgalar kendiliginden sona erecek. Ama gidisat onu göstermiyor malesef. Her iki tarafinda irkci milliyetcileri cözümsüzlük icin elleirinden geleini yapiyorlar. Alan garbim sehit ve onlarin ailelerine oluyor. Ülekin görmüs oldugu maddi ve siyasi kayip haric tabiiki. Herhalde simdi anlayabildiniz ben devamli bu savastan ve terörden prim saglayanlar var derken. Siz de herhalde anlamışsınızdır 'Ne Mutlu Türküm Diyene''nin ırkçılık olmadığını ve bunu çarpıtanların DTP ve AKP'li Kürt kökenli milletvekilleri, siyasiler, iş adamları ve aydın geçinen bazı gazeteciler olduklarını ve halka yalan söylediklerini, bir yandan demokratikleşmeden söz ederken bir yandan da PKK'ya destek verdiklerini. PKK bitilmeden bu iş çözülemez. Doğru. Ancak, Türk olmanın ve demokrasi bilincinin ne olduğunu da hem halka hem de güvenlik güçlerine anlatabilmek için, çağdaş eğitimin de paralel yürütülmesi konusunda da hemfikiriz anlaşılan. Saygılar. Alıntı
Φ dünyahepimizin Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Gönderi tarihi: 3 Kasım , 2008 Siz de herhalde anlamışsınızdır 'Ne Mutlu Türküm Diyene''nin ırkçılık olmadığını ve bunu çarpıtanların DTP ve AKP'li Kürt kökenli milletvekilleri, siyasiler, iş adamları ve aydın geçinen bazı gazeteciler olduklarını ve halka yalan söylediklerini, bir yandan demokratikleşmeden söz ederken bir yandan da PKK'ya destek verdiklerini. PKK bitilmeden bu iş çözülemez. Doğru. Ancak, Türk olmanın ve demokrasi bilincinin ne olduğunu da hem halka hem de güvenlik güçlerine anlatabilmek için, çağdaş eğitimin de paralel yürütülmesi konusunda da hemfikiriz anlaşılan. Saygılar. Bakiniz amac ve niyet dürüstlük ve ülke sorunlarina kalici ve adil bir cözüm aramak olunca ortak paydada bulusabiliyoruz. Benim sizinkine eklemek istedigim ülkede yapilanlari carpitanlar malesef sadece DTP ve AKP degil, inaninki gelmis gecmis tüm siyasi partilar ve onlarin mensuplari yapmistir ve halada yapiyorlar. Diger taraftan bizim gibi bir ülkede bazi konulara cok dikkatlii olmamiz gerekli. En iyi bir örnegini verecek olursak cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk icin söylenenler. Sagcisi diyor, basbug Atatürtk, solcusu diyor devrimci Atatürk, dincisi diyor dindar Atatürk. Yani anlayacaginiz bizler daha Atatürk'ü bile taniyamamisiz, ne yaptigini ve ne söyledigini dogru dürüst irdelemeyememisiz kalkiyoruz tabiki yanlis anlasilacak olan "Ne mutlu Türküm diyene", yok efendim hayatimizin her alaninda mesela futbol müsabakalarinda bile milli marsimizi söylüyoruz ve cocuklarimiza ilkokuldan baslayarak Türküm dogruyum,.... i söylettiriyoruz. Bu tip yöntemler malesef sadece syölemde kaliyor ve aynen eski dogu bloku ülkelerinde oldugu gibi insanlar sadece söylemek zorunda kaldigi cin söylemis oluyorlar. Bazi söylemleri malesef bizim toplumumuz anlayacak durumda degil, üzülerek tesbit ediyorum ama gercek bu, ne yapayim. Hani derlerya malzeme bu kadar. Bu malzemeden bu sonuc cikar. Ülkede büyük bir yenilenme olmadigi sürece ve gercek sosyal demokratlar ve ilericiler ülke yönetimine ve kadrolara sahip olmadigi sürece malesef fazla bir beklentim yok. Ancak disarinin zoruyla burnumuzu bükerek bazi yenilikler yapariz, ama sonunda o yaptigimizi bile uygulamayiz. Ben kendimizi sorunlu bir toplum olarak acikliyorum ve önce kendimizi toparlamamiz gerekli diye düsünüyorum. Saygilar Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.