Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

K E R İ Z F E N E R İ


GeceKuşu

Önerilen İletiler

Falanca iyidir filanca kötüdür şu şöyle yapar bu böyle yapar demeyeceğim...

 

Ama özellikle devletin yetersiz kaldığı alanların zorunlu olarak doldurulacağı konusunda sayın Bekir ve Cyrano'ya katılıyorum...

 

Zaten ulus devletin de varlığını sürdürecek olan ulusal bir bütünleşmedir; eğer sizin batı yakanızda yaşayan insan doğudakini doğu yakanızda yaşayan insan da batıdakini düşünmez hale gelirse; mahallecilik, şehircilik, "benden"cilik artarsa ulus olmada önemli problemler yaşanıyor demektir...

 

Bu anlatılanları "devletin yetersiz kaldığı alanlar ile sınırlamamak" gerekir diye düşünüyorum. Bahsedilen fikirler doğrudur ancak bunun adı "fırsat avcılığıdır". Devletin vatandaşı ile, devletin devlet ile, bireyin birey ile arasında mevcuttur bu, hayatın da kendisidir zaten. Ancak biz bu fırsatlardan kendine çıkar sağlamayan insanları dürüst,merhametli,yardımsever ve dost olarak tanımlarız.

 

İran bugün doğalgazını bize gazlarken çok mu dostane sizce? Hiç de bile, Rusya Gürcistan konusunda bizi bir tehdit etti, İran zıpladı geldi hemen Cumhurbaşkanı seviyesinde bir temsil ile. Amerika'dan korkan hükümetiniz anlaşmaya imza atmaya korktu o ayrı.

Pekiii biz Doğu Bloku ülkelerinden buraya para kazanmaya muhtaç şekilde gelen kadınların/kızların bedenlerini alarak-satarak-pazarlayarak bu düşkünlüklerinden kendimize maddi veya manevi faydalar sağlamıyor muyuz millet olarak? Fırsatçı değil miyiz yani? (Terbiye mevhumu ayrı şimdilik)

 

Veya "kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez" diyerek tarihe damga vurmuş fikirleri/sözleri besleyip büyütmemiş miyiz?

 

İnsana düşen görev yoksula, düşküne, aman dileyene yardım etmektir. Ötesi olmadan.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • Cevaplar 73
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Erol MANİSALI

 

- Deniz Feneri yolsuzluklarının gazetelerde yazılması ve televizyonlarda gösterilmesi Tayyip Erdoğan’ı çok kızdırdı.

 

- Özellikle de Aydın Doğan’a ait olan medyada bunların çıkması onu çileden çıkarmış. “Sen bunları nasıl yazarsın? Senin benimle işin var, sonra pişman olursun” anlamına gelecek çok sert açıklamalar yaptı.

 

- Sanki koskoca Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bir başbakanla en büyük medya patronu konuşmuyor da Siirt’in bir köyündeki muhtar ile köyün ileri gelen ağası meydanda hesaplaşıyorlar.

 

- Ben bu köyün muhtarıyım, asarım, keserim, her şeyi yaparım. Sana mı düştü benim yaptıklarımı eleştirmek, sağda solda konuşmak?

 

Bir yanda “sınır aşan bir skandal, soygun ve din sömürüsü”, siyasal iktidarın yakın çevresindeki hukuk dışı eylemler, RTÜK’ten siyasilerin yakınlarına kadar uzanan bir çıkar zinciri. Öte yanda iki kişinin köy meydanında restleşen muhtarla eşraf misali kapışmaları. Ne büyük bir çelişki!

 

Ahmet, Mehmet, hükümet, devlet, hukuk, çıkar, uluslararası soygun zincirinde masum ve saf yurttaşların karanlık çağlardaki gibi “din adına soyulup soğana çevrilmeleri”.

 

- Televizyonlarda çok düzgün giyimli, Deniz Feneri’nin pazarlamacıları… “Biz din adına, Allah adına sizi yardıma çağırıyoruz” diyerek “halkı Allah’la aldatıyorlar”.

 

Dekor muhteşem, sözler harika, ofisler lüks içinde, gemiler, binalar, sefahat ve “din adına” yapılan bir soygun. Bir yanda milyarlar, boru hatları, ileri teknoloji; öte yanda köy meydanında kapışan muhtarla eşraftan biri…

 

- Bana biraz da Susurluk’u anımsattı; “devlet adına, din adına” sözlerini duyduğumda tüylerim ürperir, acaba soygun nerede diye düşünmeye başlarım.

 

- Son yıllarda artan soygunlara ve skandallara paralel olarak ortalığı dev bayraklar doldurmaya başladı. Altındaki toprak Arap şeyhine, Cargill’e satılırken, bunlar bayraklarla işi örtmeye mi çalışıyorlar?

 

- Saf ve temiz insanlarımızın “oh, ne güzel, yurdumuzda kendi halkını, köylüsünü, işçisini, memurunu, sanayicisini düşünen hükümetler var, haklı olarak bu dev bayrakları dalgalandırıyorlar” diye düşünmelerini mi istiyorlar?

 

- 12 Eylül döneminde valilik makamındaki kimi yetkililerin masalarına Atatürk heykelcikleri doldurup bazen bağış aldıklarını, kimi zaman da hediye olarak dağıttıklarını gözlerimle gördüm.

 

Din, bayrak ve Atatürk Türkiye’de hep istismar edildi. Atatürk’ü ve bayrağı istismar edenler dincilerin yolunu açtılar. Dinciler de “Ya Allah…” diyerek en büyük istismara başladılar.

 

Demokrasi ve halk düşmanları…

 

- Halkçılığın, demokrasinin ve sömürgeciliğe karşı duruşun kavgasını yapmadığımız zaman kimileri kalkar din adına, bayrak adına, ümmet adına, Atatürk adına deyip emperyalizmle el altından işbirliği yapar.

 

Biz kavganın, “halktan yana olanlarla sömürgecilerle işbirliği yapan soyguncular arasında olduğunu sanırız”. Oysa kavga oligarşinin içindedir.

 

- Kimimiz, “Oh buna da şükür, en azından Deniz Feneri’ndeki istismarcı çeteleri gün ışığına çıkarıyor, iktidarın gerçek yüzünü halka anlatıyor” diye düşünür ve seviniriz.

 

Türkiye’nin sürüklenmekte olduğu uçuruma karşı, “Cephenin genişlemesi için her şeye razıyız” deriz. Evet, bu da şimdilik bir çözümdür. Ama kafamızın içinde “büyük resmi” hep hatırlayarak, katılımcı demokrasinin olmazsa olmazlarını aklımızdan hiç çıkarmadan bunu yapmak zorundayız. Yoksa kuzeye seyreden geminin güvertesinde güneye koşan insanlar durumuna düşeriz.

 

Türban, kapatma davası ve Ergenekon’da olduğu gibi Deniz Feneri davasında da Türkiye ikiye ayrılacak. Bir tarafta Deniz Feneri’ne destek verenler öte yanda karşı çıkanlar saflaşacaklar.

 

Bu saflaşmalarda şöyle bir yanılgıya düşüyoruz; bir tarafta AKP destekçileri, öte yanda AKP karşıtları var zannediyoruz.

 

AKP destekçileri açısından bu saflaşma doğrudur. Ancak AKP karşıtları açısından, “özde karşı çıkanlarla sözde karşı çıkanların” ayrıştırılması gerekir. Bunu yapmadığımız sürece dinci, “göstermelik Atatürkçü” demokrasi ve özgürlük çığırtkanlıkları ile “örtülü faşistler” şu ya da bu biçimde iktidara oturacaklardır.

 

Bugünkü dincileri dünkü 12 Eylül protokol Atatürkçülerinin hazırladıklarını hiçbir zaman unutmayalım.

 

Deniz Feneri’nin (ve işbirlikçi dincilerin) gerçekten karşısındaysak, “en başta ABD ve AB emperyalizminin Ortadoğu’daki, Karadeniz’deki eylemlerine” karşı çıkmamız gerekir.

 

12 Mart, 12 Eylül, Çekiç Güç, 6 Mart 1995, 3 Kasım 2002, 22 Temmuz 2007 oluşmaktaki bir zincirin halkalarıdır.

 

Yalnızca Deniz Feneri’ne karşı çıkmak, günü kurtarmaktan başka bir işe yaramaz.

 

Bu arada Turhan Selçuk’un 13 Eylül’de Cumhuriyet’teki feneri, bizdeki Deniz Feneri’nin klasik “Jamaica Inn” filmindekinden hiç de farklı olmadığını bir güzel anlatıyor. Meraklıları bilir, o filmde deniz fenerinin ışığını kapatan soyguncular, gemileri batırıp içindekileri yağmalıyorlardı. Aynen Deniz Feneri’nde ve Turhan Selçuk Usta’nın çizgilerinde görüldüğü gibi…

 

Charles Laughton ve Maureen O’hara’nın o muhteşem oyunlarını bugünkü siyasilerimiz, hiç aratmıyorlar…

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Taylan orada sosyolojik bir değelendirme yapılıyor; yani insanların ya da gerçek olmayan kişilerin ne amaçla yardım ettiği değildir mesele, bu subjektif bir şeydir ve hukuka, toplumsal değerlere aykırı olmadığı sürece kişinin kendisine kalmıştır...

 

Haklısınız; tabii olarak iyiliğin iyilik olması için önce samimiyet gerekir, insanca yaklaşım gerekir...

 

Ama bu merkezin yetersizliğinde çevrede başka ufak merkezlerin belirmesi gerçeğini değiştirmez; mesela yargı sisteminizin adaletle problemi varsa ya da otoriteye katkısı yoksa "mafya"laşma "çete"cileşme yaygınlaşır...

 

Hani Baba filminin kaynağı olan romanda bahseder ya biraz "suskunluk yasası"ndan; İtalyan faşizminin altında babalara sığınan sonra da ABD'nin adaletine güvenmeyip işlerini "kendi usulleriyle" halleden göçmen Sicilyalılardan; işte bununla paralel değerlendirilirse daha iyice anlaşılır sanırım...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sayın Taylan orada sosyolojik bir değelendirme yapılıyor; yani insanların ya da gerçek olmayan kişilerin ne amaçla yardım ettiği değildir mesele, bu subjektif bir şeydir ve hukuka, toplumsal değerlere aykırı olmadığı sürece kişinin kendisine kalmıştır...

 

Haklısınız; tabii olarak iyiliğin iyilik olması için önce samimiyet gerekir, insanca yaklaşım gerekir...

 

Ama bu merkezin yetersizliğinde çevrede başka ufak merkezlerin belirmesi gerçeğini değiştirmez; mesela yargı sisteminizin adaletle problemi varsa ya da otoriteye katkısı yoksa "mafya"laşma "çete"cileşme yaygınlaşır...

 

Hani Baba filminin kaynağı olan romanda bahseder ya biraz "suskunluk yasası"ndan; İtalyan faşizminin altında babalara sığınan sonra da ABD'nin adaletine güvenmeyip işlerini "kendi usulleriyle" halleden göçmen Sicilyalılardan; işte bununla paralel değerlendirilirse daha iyice anlaşılır sanırım...

 

 

Yani kısaca suç gene DEVLETİN oldu öylemi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yani kısaca suç gene DEVLETİN oldu öylemi?

 

Ne konuşuyoruz???

 

Sayın Cyrano'dan:

 

İnsanlar için hayır işlerinde bulunur. Çeşitli sebepleri vardır. sadece yilik yapmış olmak için, reklam için, itibar için, mecbur olduğu için, egoları için. Birçok sebep olabilir.

 

Ancak tarikat, örgüt gibi yapılanmaların öğrenci yurtları, öğrenci evleri farklı bir amaç içindir. Örgütlenme, geleceğin kadrolarının hayatını tam anlamıyla kuşatarak beyin yıkama, şartlandırma, yönlendirme.

 

Üniversite okumak için şehir değiştiren 17-18 yaşındaki gençlerin, hayatları, siyasi görüşleri, ideolojileri konusunda birer etken olduklarını iddia etmek mantıklı değildir. Edilgendirler kendi mantık ve kişisel değer yargıları belki yüzde on ile yirmi arası belirleyici olurken, yöresel faktörleri, ailevi faktörler, ve arkadaş çevresi ana belirleyendir. Bu yüzden bu tür yapılanmaların "isteyen gelir, isteyen gider" "kimseye zorla birşey yaptırılmıyor" tarzındaki savunuları boştur. Zira zorlamak sadece şiddet ve tehdit yoluyla yapılan birşey değildir. Bu tür organizasyonların dediğim gibi temel amacı insan kaynağı olarak gördükleri gençlerin hayatını tümden kapsamaktır.

 

Bir cemaat evinde kalan öğrencinin okuldaki arkadaş çevresi farklı olmayacaktır. Böylece organizasyon gencin hayatının her alanında var olur. Okulda evde, cemaat evleri öğrencilerin sadece yemek yiyip, televizyon izleyip, uyudukları evler değildir. Sosyal hayatlarıda bu evler merkezlidir. Sosyal ilişkilerinin, arkadaş toplantılarının merkezinde yine bu evler vardır. Evler aynı zamanda gençlere oganizasyonun ilkelerinin, görüşlerinin, ideolojisinin aktarıldığı merkezlerdir. Evde yeni öğrencilerle birlikte kalan kadrolar öğrencilerin hem sosyal hayatı hemde düşünsel hayatı üzerinde baskın olmaya başlar. Tabiki dozu aynı değildir. Giderek artar. Bu şekilde kuşatılmış gençlerin alternatiflere açık olması beklenemez tabiki. Alternatiflere ilgi duyan ve dile getiren gençlerde bu evlerden uzaklaştırılır. Havuzdur bir yerde. Zaman geçtikçe piramid şeklindeki örgütlenmede kadrolar evlerdeki gençler arasından kendini belli eden kadroları saptamaya başlar. O gençler için süreç uzundur. Okul bittikten sonra çalışacağı iş, firma, yer yine organizasyon tarafından belirlenir.

 

Devletin, kendi görevi olan hizmetleri gençlere sağlayamadığı tüm ülkelerde benzer organizasyonların kullandığı klasik bir araçtır bu. Bunu "hayır, iyilik" gibi karşılıksız sunulan fedakarlıkların arkasına gizlememek gerekir. Bu ne hayır işidir, ne iyiliktir. Organizasyonun gelecek kadrolarını yetiştirmek için yaptığı yatırım, ödediği bedeldir sadece.

 

Ülkemizde sadece bir cemaatin kadrolarının çalıştığı bankalar şirketler bile vardır.

 

Kısaca bu evlerin işlevi, gencin üniversite hayatına başladığı günden itibaren, hayatının merkezinde organizasyonun olmasını sağlayacak birimlerdir. Bu işin nasıl yapılacağı konusunda organizasyonun kadroları yeterli bilgi ve deneyime sahiptir. En büyük silahlarıda maddi güç, devletin yerine getirmediği sorumluluklarını fırsat bilmeleridir.

 

Ve sayın Bekir de bazı olaylara değindi bu iletiden önce...

 

Ben de şunu dedim:

 

Falanca iyidir filanca kötüdür şu şöyle yapar bu böyle yapar demeyeceğim...

 

Ama özellikle devletin yetersiz kaldığı alanların zorunlu olarak doldurulacağı konusunda sayın Bekir ve Cyrano'ya katılıyorum...

 

Zaten ulus devletin de varlığını sürdürecek olan ulusal bir bütünleşmedir; eğer sizin batı yakanızda yaşayan insan doğudakini doğu yakanızda yaşayan insan da batıdakini düşünmez hale gelirse; mahallecilik, şehircilik, "benden"cilik artarsa ulus olmada önemli problemler yaşanıyor demektir...

 

Şimdi eğer siz sosyal bir hukuk devleti olamıyorsanız sosyal ihtiyacı çeşitli anlayışta gruplar, cemaatler; hukuk ihtiyacını da mafyalar, çeteler karşılar vb...

 

Burada eğer suç varsa suçluyu bulmak o kadar da kolay değildir; çünkü demiş ya hani hocamız "Hırsızın hiç mi suçu yok?" diye, onun gibi bir şey işte...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Şimdi eğer siz sosyal bir hukuk devleti olamıyorsanız sosyal ihtiyacı çeşitli anlayışta gruplar, cemaatler; hukuk ihtiyacını da mafyalar, çeteler karşılar vb...

 

Burada eğer suç varsa suçluyu bulmak o kadar da kolay değildir; çünkü demiş ya hani hocamız "Hırsızın hiç mi suçu yok?" diye, onun gibi bir şey işte...

 

Eğer olaylara bu mantıkla yaklaşırsak, zaten suçların oluşma nedenini de, sonucunda da, daha çok suçun oluşacağını keşfetmiş oluruz. Devlet her "hergeleye" bir polis dikecek değil ya? Evvela insan olmak varken; insan olmaya çalışmayıp hala devleti suçlu çıkarmak, bir anlamda bu hırsızlara yardım ve yataklık etmek değilmidir?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Eğer olaylara bu mantıkla yaklaşırsak, zaten suçların oluşma nedenini de, sonucunda da, daha çok suçun oluşacağını keşfetmiş oluruz. Devlet her "hergeleye" bir polis dikecek değil ya? Evvela insan olmak varken; insan olmaya çalışmayıp hala devleti suçlu çıkarmak, bir anlamda bu hırsızlara yardım ve yataklık etmek değilmidir?

 

Şimdi dostum açıkçası "devlet her adamın başına bir polis mi diksin" söylemi pek ayakları yere oturan bir söylem değil.

 

O konuya gelirsek. Devlet önce her polisin başına bir polis dikmeli değil mi? Zira ben o "hergele"lerin, "insan olmaya çalışmayan" ların kurdukları çeteler, suç örgütleri bilmemneler arasından çökertildikten sonra polis çıkmayan, emniyet müdür vs ile rüşvet koruma ilişkisi olmayan pek hatırlamıyorum. Rüşvetin bu kadar yaygın olduğu emniyet teşkilatına sahip bir ülkede önce emniyet teşkilatının revizesi gerekmektedir. İnsanların, kahvehanede kumar oynarken bile kahvehanecinin polisleri "gördüğü" için rahat olduğu. Ehliyetsiz veya alkollü araba kullanırken "yakalanırsak üç beş birşey indiririz" olasılığına güvendiği bir ülkede. Suç basamakları çıkıldıkça boyut değişmekte. Elbette tümü böyle değildir. Ama bu "hergele" lerin yıllarca faaliyetlerini yakalanma korkusu olmadan sürdürmelerine yetecek kadardır.

 

Aynı şey cemaatler içinde geçerli. Devlet önce kendi dairelerine kurumlarına polis dikmeli ki. Cemaatlere asıl gücü sağlayan devlet içinde kadrolaşma ile devlet imkanlarından yararlanmanın önüne geçsin. Konumuz olan cemaatlerin devlet içindeki yapılanmalarınıda unutmayalım değil mi? Sittin senedir cemaatlerin kurdukları şirket vasıtasyla devletten nasıl maddi kazanım elde ettiğini anlatmama gerek yok sanırım.

 

Herşeyden önce devlet bununla mücadele etmeye istekli olmalı. Gençlerin devlet sağlamakla yükümlü olduğu ve sağlamak için vatandaşlardan bedelini misli misli topladığı hizmetleri sağlıyamadığı için bu gençler cemaatlerin istismarına maruz kalmakta. Hangi ülkede eğitim için alınan vergi bu kadar yüksektir ? Cezaevinden tek farkı sabah çıkıp, akşam girebilmek olan koğuş tipi yurtlar olduğu için, öğrenciler 700-800 ytl kira ödemek zorunda olduğu için bu evler alternatif olabilmektedir. Samimi olarak devletin şu an bundan rahatsız ve mücadele etmek gibi bir niyeti olduğunu mu düşünüyorsun ? Ya da daha önce olduğunu? Devlet üniversite okuyan gençlerin, barınma ihtiyacını ne kadar umursuyor ? Üniversite olan bir şehirde kiraların asgari ücretin iki katı olduğunu bilmiyor mu devlet ?

 

Suçu (ki burada sabit bir suç yoktur) engellemenin yolunun, salt suçluları suç işledikten sonra yakalayıp cezalandırmak olduğu çağlar geçti. Modern dünya bununla yetinmiyor. Suçu oluşturan unsurları kaynağında yok etmek. Suçun oluşmasına sebep olacak faktörleri asgariye indirmekle uğraşıyor.

 

İtalyan mafyasını onbinlerce operasyonla çökertmeyen ABD. İtalyan göçmeni Amerikalıların, Amerikan toplumuyla entegrasyonunu sağlayarak (ikinci kuzey politikası) . Mafyaya katılımı azalttı ve İtalyan mafyasının gücünü kırdı. Amerikan Trade Unionizmi denilen, sendika mafyacılığını ortadan kaldırmak için. İşçilere köklü ve devlet güvencesinde sendikal örgütlenme hakkı verdi. Bugün ABD'de araba camı silenlerin bile sendikası var. Böylece Sendika mafyasını bitirdi. Bunlar sadece bir örnek. Örnek verme sebebimde konumuzla benzer olması . Bu politikanın temel şiarı olan "Mafya yapabiliyorsa. biz de yaparız" . Devletin yapması gerekeni yapmadığı için bu alanlarda mafyanın ortaya çıkmış olması. Mülteci ve göçmen politikasını geliştirerek italyan ve latin mafyalarının ABD'deki hakimiyetini eski güçlerinden onda birine kadar indirdi. Zira eskiden kendisi bir göçmen olarak yerli amerikalılar tarafından dışlanıp en ağır işlerde, en ucuz ücretle çalışırken, mafyaya kayılan hemşehrilerini takım elbiseler içinde, rugan ayakkabılar ve kollarında yörenin güzel yerli amerikan kızlarıyla gezerkengörüyordu. ve mafya çekiciydi. Amerikan rüyasını gerçekleştirmesini sağlıyabilecek tek araçtı. Daha sonra önünde yerli Amerikalılar gibi yasal bir işte çalışıp verandalı evinin bahçesinde barbekü yapabilme imkanına sahip olduğuna ikna edilen bir göçmen bunun yerine mafyaya katılmayı eskisi kadar istemeyecekti.

 

ABD sosyal devlet politikasını tekrar terkettikçe suç oranları patladı. Dünyanın en zengin devleti olmasına rağmen. Suç ülkesi. Kendisinden katbekat daha fakir olan komşusu Kanada ise. Dünyanın suç oranları en düşük ülkesi. Çünkü Kanada gerçek bir Sosyal Devlet.

 

Suç anlamında alakasız konular ama.

 

Benzer mantıkla. Devletin bedelini vatandaşlardan eğitim için alınan vergilerle misli misli tahsil ettiği (toplam vergiler arasında eğitim için alınan vergilerin oranıyla, bütçeden eğitime ayrılan pay arasındaki korkunç fark) halde. Öğrencilere modern, rahat, sağlıklı barınma hizmeti sunsaydı. Cemaat evleri bu kadar yaygın olur muydu ? Cemaatler bunu istismar edebilir miydi?

 

Ya da işsizlik oranı bu kadar yüksek, adalet sistemi bu kadar ağır, ve emniyet teşkilatında rüşvet bu kadar yaygın olmasaydı. Organize suç oranı bu kadar yüksek olur muydu?

 

bu örnekleri arttırabiliriz. genişletebiliriz. Hiçbir zaman dünyada bütün vatandaşların pirüpak olacağı bir ülke olmayacaktır. Suç oranları düşük olan ülkelerle, yüksek olan ülkelerin farkı, ezelden beri birinin vatandaşlarının diğerlerinden daha temiz ve "insan" olması değildir.

 

Mesele Ali arkadaşımızın parmak bastığı doğru noktadır. Sosyal Devlet.

 

Suçla mücadele edebilecek, Suçun oluşmasına imkan veren koşulların ortadan kaldırılmasını sağlayabilecek tek güç devlettir. Vatandaşlarının tümünün en iyi üniversitelerden mezun olduğu, ütopik bir ülke bile olsa. Eğer suç doğmasına imkan sağlayan bir ortam ve zemin olursa. Mutlaka suç oluşur. Her zaman suç ve suçlu olacaktır.

 

Beklenti herkesin efendi , uyumlu, iyi vatandaşlar olmasını beklemek yerine. Devletin üstüne düşeni yapmasını istemektir. gerçekçi olanda budur. Çünkü bunu yapabilecek başka bir güç yoktur bir ülkede.

Geri bir eğitim sistemi, geri bir adalet sistemi, geri bir sağlık sistemi, sorunlu bir emniyet gücü ve Sosyal Devlet olabilmenin halen çok uzağındaki bir devlet yapısı ile suçu davet eden koşulların oluşması engellenemez.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Geri bir eğitim sistemi, geri bir adalet sistemi, geri bir sağlık sistemi, sorunlu bir emniyet gücü ve Sosyal Devlet olabilmenin halen çok uzağındaki bir devlet yapısı ile suçu davet eden koşulların oluşması engellenemez.

 

 

Yazdıklarının tümünün altına imza atarım! Sen de Ali arkadaşta doğru söylüyor ama benim kastım daha başka...

 

Türkiye gerçeğinde yaşayan biri olarak yazıyorum bunları. Üniversitede millet cafelerde fink atarken, uç kuruş elime para geçsin, harcımı, pulumu ödeyeyim, kitaplarımı alayım, yurt taksidimi vereyim diye, fakültenin yemekhanesindeki bulaşıklar ile sınıf arasında geçti öğrenim yıllarım....

 

* * *

 

Derdim şu!

 

Bizler, vatandaş olarak, sosyal devlet olacak ne yapıyoruz?

 

Düşünün! Son 40 yıldır meclise oturttuğumuz insanları düşünün... Kaç tanesi hukukçu? Kaç tanesinin üniversite doktorası var? Gerçekten vekil maaşıyla geçinen kaç kişi var? Ve partiler vaadini atın klozetinize ve sifonu çekin, kaç tanesi verdiği sözlerden bir tanesini bile adam gibi yaptı?

 

Desem ki, beni vekil seçin, namusum üzerine yemin ederim sadece halk için çalışacağım; tek bir yolsuzluğum olursa herkezin gözü önünde kafama sıkacağım! Kaç kişi bana oy verir?

 

Ya çıksam, dinden, imandan, partilerin yolsuzluklarından bahsetsem; trilyonlarca para harcayıp meydanlarda boy göstersem, kaç kişi oy verir?

 

Devlet, hükümetler ve onların siyasetiyle işler.... Ve biz, adam olmak için, önce adam olmuş insanları meclise göndermeliyiz... Aksi halde devleti suçlayıp bir köşeye çekilmek çok ucuz bir siyaset olur...

 

Devletin suçu yok! Milletin suçu var! Zira, bu sistemi YAPAN millettir..

 

Saygılarımla

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Yazdıklarının tümünün altına imza atarım! Sen de Ali arkadaşta doğru söylüyor ama benim kastım daha başka...

 

Türkiye gerçeğinde yaşayan biri olarak yazıyorum bunları. Üniversitede millet cafelerde fink atarken, uç kuruş elime para geçsin, harcımı, pulumu ödeyeyim, kitaplarımı alayım, yurt taksidimi vereyim diye, fakültenin yemekhanesindeki bulaşıklar ile sınıf arasında geçti öğrenim yıllarım....

 

* * *

 

Derdim şu!

 

Bizler, vatandaş olarak, sosyal devlet olacak ne yapıyoruz?

 

Düşünün! Son 40 yıldır meclise oturttuğumuz insanları düşünün... Kaç tanesi hukukçu? Kaç tanesinin üniversite doktorası var? Gerçekten vekil maaşıyla geçinen kaç kişi var? Ve partiler vaadini atın klozetinize ve sifonu çekin, kaç tanesi verdiği sözlerden bir tanesini bile adam gibi yaptı?

 

Desem ki, beni vekil seçin, namusum üzerine yemin ederim sadece halk için çalışacağım; tek bir yolsuzluğum olursa herkezin gözü önünde kafama sıkacağım! Kaç kişi bana oy verir?

 

Ya çıksam, dinden, imandan, partilerin yolsuzluklarından bahsetsem; trilyonlarca para harcayıp meydanlarda boy göstersem, kaç kişi oy verir?

 

Devlet, hükümetler ve onların siyasetiyle işler.... Ve biz, adam olmak için, önce adam olmuş insanları meclise göndermeliyiz... Aksi halde devleti suçlayıp bir köşeye çekilmek çok ucuz bir siyaset olur...

 

Devletin suçu yok! Milletin suçu var! Zira, bu sistemi YAPAN millettir..

 

Saygılarımla

 

Suç yine millette kalmış ya;aşkolsun...

 

Birinin adam olup olmadığını nasıl anlarsınız...Birini seçmek o kadar kolay mıdır? Hele de; sürekli iki taraf arasına sıkıştırılan bir halkın doğruyu bulması kolay mıdır? (TEZ: CHP mahsus ortalığı gererek tek iktidar tek muhalefete oynamaktadır dersem-Yani beni destekleyenler ve onu destekleyenler bir araya gelsin bu bir savaştır/enteresan bir tez ha...Bu şakaya fazla aldırmayın)

 

Kaç tane hukukçu demişiniz. Çok tane...Çok tane Üniversite Hocası...Ancak, toplumun içinden çıkmış toplumun dilini konuşan, toplumun dertlerini bilen insanların da orada olması gerekir. Komple üniversite hocalarını oraya dikerseniz toplumdan habersiz birçok adamı meclise sokmuşunuz demektir. Bunu derken ağalık sistemini övdüğüm filan yok.

 

Doğru tercihi yapmak gerilimsiz ortamlarda, özgürlüklerin alabildiğine artırıldığı zeminlerde mümkün olabilir. Tercih hakkının çoğaldığı sırada hala yanlış tercih yapılıyorsa o zaman halk sorunludur. ABD Halkı iki defa Bush'u seçerek bu hatayı yapmıştır mesela. Hasılı birilerini suçlamak çok da kolay olmasın.

 

İçimizden çıkan adamlar başımıza geçiyor diyorum. Bazı durumlarda içimizden çıkmayanlarda geçiyor Derwish bunu örneği. Halkın ilk öğrenmesi gereken bilinç: Adam çalışıyor abim, bırak o kadar da yesin'in doğru olmadığı. Halk bunu öğrendiğinde hala aynı adamları seçiyorsa o zaman halka çatalım. Halk, seçimin ne işe yaradığını (bu zamana kadar seçim bir işe yaramadı (bağımsız idari otoriteler de etken olmuyor değil bu yaramamazlıkta) bir türlü anlamadı.

 

İnsan birçok konuya aynı anda değinmek zorunda kalıyor. Halk mı suçlu/Siyasetçi mi? İktidar bozar mutlak iktidar mutlaka bozar mı yoksa zaten bozuğu mu iktidara taşıdık. Bunlar mesele değil. Bu işin içinden de suçlu bularak çıkmak mümkün değil. Şu an bu şekilde bir yürüme var. Bundan onyıllar evvel daha kötüydü. Normalleşmeye başladığımızda (ki normalleşme aslında kapitalizminde bizi götürmek istediği yerdir bana göre) teisti/ateisti birbiriyle elele yürüyebildiğinde (o zamanda homolukla suçlanırlar belki o da ayrı hikaye) hala yanlış tercih yapan bir halk varsa suçlarız...

 

Mesele; bu normalleşme nasıl yaşanacak. Bunun sihirli değneyi maalesef "bana göre" YOK. Bizim gibi azgelişmiş/gelişmekte olan ülkelerde zaten doğal olan gerilimdir. İlerleme var mı? Olma mı? Hem borç artıyor hem gsmh artıyor. Ben mesela gelişiyorum. 5 yıl evvel 65'idim şimdi 75'im. Tek sorun boy aynı duruyor. Hasılı; BİRGÜN MUTLAKA...Hele biz kendimizi o kadar da suçlamayı bir bırakalım yahu..

 

Birşeylerin boşluğunu birşey dolduruyormuş. Evet. O halde o mekanı boş bırakmamak gerek ki; herşey o zaman asli karakterine döner. Boşluğu dolduran şeyin asli karakteri neymiş onu da o zaman görürüz/şimdi de biraz görüyoruz ya mesele o değil...

 

Sosyal devlet; Yahu o kadar da a/sosyal bir devletimiz yok. 65'lik maaşı veriyor, yeşilkart veriyor, sakat ve muhtaçlara maaş veriyor, ulaaa kömür yardımı bile yapıyor ya hu...Yeter mi? Yetmez ama hiç yok da değil.

 

Eğitimle ilgili ise gerçekten sosyallikten hiç de nasibini almamış bir devlet var ortada. Düzelecek siz merak etmeyin...Halledilecek...Niye mi/neye mi güveniyorum...

 

CYRANO'ya güveniyorum. Alio'ya güveniyorum. Yurdumun güzel insanlarına güveniyorum. Suheda'ya da çok güveniyorum da o bazen çok sinirli olabiliyor -_-

 

Güne önce negatif bir tarzla başlayıp ardından nasıl başardımsa "Herşey çok güzel olacak"-"Hayat Güzeldir" havasına iyi büründüm ha..."Yarından sonraki gün" daha da güzel olacak...(Çünkü---TATİL)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

...

Aksi halde devleti suçlayıp bir köşeye çekilmek çok ucuz bir siyaset olur...

 

Devletin suçu yok! Milletin suçu var! Zira, bu sistemi YAPAN millettir..

 

Saygılarımla

 

İşi bilmiyorsun.

Şimdiye kadar eline, diline, beline sahip çıkmış, doğruluktan dürüstlükten ödün vermemiş, eğitim görmüş, çalmamış çırpmamış, harama el sürmemiş kim çıktı da biryerlere gelebildi?

Kimse gelemedi.

Birileri tribünlere oynamaya devam ettikçe, gelemez de.

Neden gelemez peki?

Sen -tövbe haşa- peygamber gibi, evliya gibi insan olsan onlar nemalanacak yeri iyi bulurlar. Adres belli, millet.

Topu taca atacaksın, "devlet baba tu kaka" edebiyatında yolunu bulacaksın. Kim çıkmış da devletten "öyle dedin, böyle yaptın" diye hesap sormuş sana şimdiye kadar?

Ama olur da çıkıp "millet kötü düşündü, vatandaş hırsıza hayduta prim verdi, doğruyu seçemedi" dersen, hemen tribüne şikayet ederler seni.Artık ondan sonra kafana yağacak pet şişelerin, bozuk paraların hesabını da bilemezsin. Galeyana gelmeye pek meraklıdır benim milletim.

 

Ne diyoruz?

Devlet suçsuz mu diyoruz? Yooo, hiç de bile. Söyleyenler kısmen haklı ama temelden eksik fikirleri.

Sen dürüst oldun da, devlet tek başına mı kötüledi bu memleketi?

Devlet kim? Sen, ben, biz insanlar değil miyiz?

 

Sorarlar adama.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bana gelen ilk tepki "suçlu devlet mi oldu?"; ama tartışmanın gelişiminde mesele milletin de suçuna gelmiş ki işin bu yanını gözardı edemeyiz...

 

Bence de yönetici yukarıda yerken yönetilen aşağıda yiyor; boşta para bulan almadığı zaman "enayi" yerine konuluyorsa bir toplumda yönetici de çalacaktır doğal olarak...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Bana gelen ilk tepki "suçlu devlet mi oldu?"; ama tartışmanın gelişiminde mesele milletin de suçuna gelmiş ki işin bu yanını gözardı edemeyiz...

 

Bence de yönetici yukarıda yerken yönetilen aşağıda yiyor; boşta para bulan almadığı zaman "enayi" yerine konuluyorsa bir toplumda yönetici de çalacaktır doğal olarak...

 

Haaa, geldik mi şimdi, 20-30 yıl önceki eğitim sistemimizde "öğretmen" kıymeti, hak, hukuk, milletini sevmek, devletini sevmek, vatan hizmeti gibi kavramların var olduğuna; günümüzde ise "hangi cemaate tabisin?" noktasında geldiğimize....

 

Altta yiyen kim?

 

Dönün bakın; hademelermi yiyor, müstahtemlermi yiyor, evrak taşıyan polislermi yiyor? Sokakları temizleyen çöpçülermi yiyor? Gerçek olan bir şey var! Birinin suçuna göz yummak yada birini bir sepepten kollamakta aslında "yiyicilik"tir değilmi?

 

Mecliste halktan insanları olması gerektiğini konuşuyoruz! Allah aşkına, hiç zengin olmayan birinin meclise girdiğini gördünüzmü? Yüksek tahsilli insanların varlığından konuşuyoruz, ama geri çekilip bakıyorsunuz, sadece belli bir ailenin yada aşiretin okumuşunun mecliste olduğu gün ortaya çıkıyor... yada avrupa menşeili sol görüşlü liboşların meydanları doldurduğu görülüyor...

 

Kim ne anlar marangoz Mustafa Amcanın derdini, kim ne anlar dökümcü Ahmet in derdini?

 

Toplum, kendini, istikbalde mahfedecek ne kadar argüman, şovmen, dendiği gibi türübüne oynayan varsa; onun peşinde koşmaya mecbur hissediyor...

 

Oysa hiç "aykırı" sesi dinlemiyor! Eline seçeceği adamın "cibilliyeti"ni almıyor... sadece vitrine bakıyor! Tarihi geçmiş yada defolu malları almak için!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İslami Holding Mağdurları Yargıya Başvuracak

 

 

Avrupa’da yaşıyan onbinlerce Türk, geçen yıllarda Jet-Pa, Kombasan, Yimpaş, Endüstri, İtifak, Avantaj.... gibi onlarca sözde holding tarafından dolandırıldı. Yüksek kar vaadiyle Islami holdinglere bazı tahminlere göre 40 milyar Euro kaptıran holdingzedeler haklarını alabilmek ve sorumlularının cezalandırılmasını sağlayabilmek için organize oluyorlar. Bu amaçla kurulan Avrupa Türkleri Dayanışma Derneği’nin çatısı altında Berlin’de bir araya gelen mağdurlar, kolektif dava açmayı planlıyor.

 

İslam’da yasak olan faiz yerine kar ortaklığı vaad eden ve Avrupa’daki ‘Milli Görüş’ organizasyonuna bağlı camilerde muhafazakar ve dinci kesimden özellikle 90lı yılların sonunda büyük miktarda para toplayan sözde holdingler 2001 ekonomik krizinden sonra zarar göstermeye başladılar yada battılar. Sermaye olarak verdikleri tutarı geri almaları sözkonusu bile olamayan vatandaşlarda onlarla birlikte battı. Yıllarca çalışarak elde ettikleri tasarruflarını, birikimlerini kaptıran mağdurlar uzun bir süre 'kol kırılır yen içinde kalır' mantığı ile Islami holdinglerle ilgili durumlarını gizlediler, yada tek tek kişisel davalar açtılar. Ancak bu davalardan bir sonuç alınamadı. Zira bankaya yatırır gibi Islami holdinglere para yatıranlar, bir gün geldiğinde bu paralarını çekemiyeceklerini bilmiyordu. Ama imza attıkları ortaklık senetleri işte buna göre hazırlanmıştı.

 

Onlar için son bir umut, AKP ve başbakan Erdoğan’dı, ancak Erdoğan son Berlin ziyaretinde mağdurlara ‘yatırırken bana mı sordunuz’ dedi, AKP’li diğer yetkililerin mesajı da aynıydı 'Paranızın üstüne bir bardak soğuk su için!' Holdingzedeler şimdi olayı Avrupa kamuoyuna taşınarak, uluslararası bazda haklarını aramaya ve kaptırdıkları paraya kavuşmaya çalışıyorlar.

 

Kişisel bazda açılan davaların Türkiye’de bir sonuç getirmemesi, kolektif dava seçeneğini gündeme sokuyor. Buna göre mağdurlar, grup halinde önce Türkiye’de ardından da yaşadıkları ülkelerde ve sonuçta Avrupa Mahkemelerinde hak mücadelesi verecekler.

 

Onbinlerce, yüzbinlerce Euro’yu kaybeden mağdurların çoğu şimdi işşizlik parası yada sosyal yardımla yaşam savaşı veriyor. En büyük umutları Avrupa kamuoyunun baskısı sonucu Türkiye’de hükümetin tavrını değiştirerek meselelerine sahip çıkması ve en azından sorumluların cezalandırmasına yeşil ışık yakması.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sermaye Piyasası Kurulu'nun incelemeye aldığı 76 İslami holdingin çoğunun 'tabela şirketi' olduğu belirlendi. SPK, 40'ın üzerinde şirketin kâğıt üzerinde kaldığını saptadı

 

 

Yimpaş olayı ile yeniden gündeme gelen izinsiz halka arz konusunda ağır yaptırımlar öngören Sermaye Piyasası Kanunu'nda değişiklik teklifi yılan hikâyesine döndü. Sermaye Piyasası Kurulu'nun (SPK) incelemeye aldığı İslami holdinglerin 40'tan fazlasının 'tabela şirketi' olduğu ortaya çıktı. Kurul, kâğıt üzerinde kalan şirketleri ayıkladıktan sonra hazırlayacağı yasa teklifini Başbakanlık'a gönderecek.

Devlet Bakanı Abdüllatif Şener'in, "SPK, Yimpaş'ın mallarını bilmiyor" açıklamasının ardından, SPK'nın incelemeye aldığı İslami holdinglerin çoğunun mali durumları ve topladıkları paraları nerelerde kullandıklarına dair belge bulunamadığı ortaya çıktı.

Meclis Araştırma Komisyonu'nun İslami Holding raporunda, yurtdışında yaşayan Türklerden para toplayan şirket sahiplerinin "nitelikli dolandırıcılık" ilişkilerine girdikleri vurgulanmıştı. Meclis Genel Kurulu'nda Aralık 2005'te onaylanan raporda, izinsiz halka arz faaliyetinde bulunan şirketler ve sahipleri hakkında ceza davalarının etkinliğinin sağlanması istendi. Bu kapsamda SPK yasasının yeniden yapılandırılması öngörülürken, hazırlanacak olan tasarıyla başta Yimpaş olmak üzere 76 holdingin mal varlıklarına el konulmasının önü açılacak.

 

'Hükümet ağırdan alıyor'

Meclis Araştırma Komisyonu üyesi CHP'li Bihlun Tamaylıgil, SPK Yasası'nın yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirterek, "Bu holdinglere kim ne kadar para yatırmış, ne kadar hisseleri var tespit edilmeli. Ancak hükümet bu konuyu ağırdan alıyor. Çözüm getirecek bir yaklaşım ortaya koymuyor" dedi.

Tamaylıgil, bu holdinglerin birçoğunun "tabela şirketi" olduğunu belirterek, "Komisyon görüşmeleri sırasında bu şirketlere çağrıda bulunduk. Davet mektuplarımız geri geldi. Bunlar hakkında suç duyuruları var. Yimpaş'la sınırlı bir olay değil. Seçim yılına girilen bir süreçte bunun üzerine gidileceğini sanmıyorum" diye konuştu.

 

 

Para yatıranlar umudunu kesti

Almanya'da yapılan araştırmaya göre, burada yaşayan Türkler yeşil sermayeli şirketleri "güvenilirlik, ülke özlemi ve maddi getiri"den dolayı tercih etti. Ancak Merkez Bankası'ndaki süper döviz hesabına bir dönem uygulanan yüzde 11-12 faiz yerine döviz bazında yüzde 20-25 kâr garantisi veren şirketlere yatırım yapanların yüzde 90'ı paralarından umudunu kesti.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sahte belge düzenleyen noter AKP'li çıktı!

 

Noterler Birliği, İstanbul 10. Noteri'nin suç işlediğini bildirdi

 

KANAL 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman’ın sahte vekaletname hazırlattığı İstanbul 10. Noteri İsmet Büyükkılıç da AKP’li çıktı.

 

Deniz Feneri e.V davasında en yüksek cezayı alan Mehmet Gürhan adına Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman’a hileli vekaletname hazırlatmakla suçlanan Büyükkılıç 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinde AKP İstanbul 2. Bölge’den milletvekili aday adayı olmuştu. Ancak Büyükkılıç, aday olamamıştı. Büyükkılıç yaklaşık 4 yıldır KİPTAŞ’ın orta ve dar gelirli vatandaşlara sattığı dairelerin kura çekilişini yapıyor.

 

 

Medyatik başkatibe de dava açılmıştı

 

İstanbul 10. Noterliği’nin medyatik başkatibi Nihat Beyan hakkında da, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na muhalefetten dava açılmıştı. Televizyon’daki yarışma ve çekilişlerin değişmez ismi Nihat Beyan, Uzan Grubu firmalardan Neşriyat A.Ş.’ye ait 2000 yılı yevmiye defterlerinin, değiştirilen 6 sayfasını tasdik ederek vergi kaçakçılığına ortak olmakla suçlanmıştı. İddiaya göre Beşiktaş 12’nci Noterliği’nin mührüyle mühürlü, şirkete ait 2000 yılı yevmiye defterinin 113-118’inci arası sayfaları çıkartılarak, yerine 10’uncu Noterliği’nin mührüyle onaylanmış sayfalar eklenmişti. Sayfaları yok edip başka sayfalar koymakla suçlanan Turgay Güzeler ve Hasan Kalafat ile vergi kaçakçılığı suçuna katılmaktan suçlanan Nihat Beyan hakkında 10 yıla kadar hapis istenmişti. Güzeller ve Kalafat ceza alırken Beyan beraat etmişti.

 

 

DİSİPLİN KURULUNA SEVK EDİLİYOR

 

Olaya el koyan Noterler Birliği, İstanbul 10. Noteri'ni Disiplin Kurulu'na sevk etti. Birlik Noter'in yaptığı işlemin suç unsuru oluşturduğunu bildirdi.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Deniz Feneri e. V davasının 192 sayfalık (Almancadan tasdikli tercüme) iddianamesinde bir bölüm eksik. İddianamenin 122’inci sayfasında şöyle bir paragraf var:

 

 

 

“Feribot (Geminin) satın alınması için gereken paraların büyük bir kısmı, Deniz Feneri’nin banka hesaplarından çekilmiş ve Euro 7 GmbH’nın hesabına keş olarak yatırılmıştı (bununla ilgili g şıkkına bak)”

 

 

 

İddianamede g şıkkı yok. Şık sıralaması f’den h’ye atlıyor.

 

 

 

G ŞIKKINDA NE VAR

 

 

 

İddianamedeki bölümleme hatası sehven yapılmış olabilir ama bu g şıkkı öyle bir yerdeki, hikaye inkitaya uğruyor. Söz konusu bölüm “Toplanan yardım paralarının kullanılması” başlığını taşıyor. Yani işin bam teli burası.

 

 

 

(Bu arada Vakıfbank’ın Viyana’da Kurulu bankasının Frankfurt Şubesi Müdürü’nün neden Ankara’ya geldiği sorusunu da akıldan çıkarmayalım. Unutmadan not edelim; Müdür Beyin adı, Metin Özetçe.)

 

 

 

VAKIF’TAN DENİZ FENERİ’NE KREDİ

 

 

 

Alınan - verilen milyonlarca euronun hikayesine devam ediyoruz. Mesele biraz uzun ve karışık, bunun için özetlemek lazım. Yedi numaralı bölümün h şıkkındaki bir paragraf aynen şöyle:

 

 

 

“Euro 7 GmbH şirketi, VakıfBank’tan bir kredi almış,

 

daha doğrusu iki kredi mukavelesi yapmış ve bunların ikisi daha sonra birleştirilerek, bir kredi anlaşması haline getirilmiş. Bunun hacmi 1,7 Milyon Euro idi. VakıfBank’tan paranın gelmesinden sonra, bunun 150.000,00 €’su Weiss (Almanya Beyaz Holding’e işaret ediyor) GmbH’ya havale edilmiş, toplam 400.000,00 € da Haliç Ltd. şirketine havale edilmiş, 400. 000,00 €’ su da keş olarak bulundurulmuş.”

 

 

 

Söz konusu kredi ile 2007 yılının Şubat ayında bir yolcu gemisi alınıyor.

 

 

 

Gemiyi alan Deniz Feneri Derneği Başkanı Mehmet Taşkan.

 

 

 

Bu gemi daha sonra Kanal 7 yöneticisi Zekeriya Karaman'ın oğluna ait Haliç Limited Şirketi'ne satılıyor.

 

 

 

Geminin parasını Vakıfbank veriyor.

 

 

 

İtirafçı sanık Ermiş de geminin parasının % 100’ünün Deniz Feneri’nin parasından ödendiğinden emin olduğunu, dışarıya bunu başka şekilde lanse edebilmek için de, geminin satın alınmasından hemen sonra Vakıfbank’tan kredi aldırıldığını söylüyor.

 

 

 

VAKIFBANK KİLİT BANKA

 

 

 

İddianamedeki bulgulara göre Vakıfbank Avusturya ve Almanya şubelerinden 53 kez para çekiliyor. Toplam miktar 8 milyon 868 bin Euro. Alman polisi Deniz Feneri e.V’yi bastıktan sonra Vakıfbank’tan da para hareketlerine ilişkin dökümler alıyor. Almanya’nın BDDK’sı BAFİN (Federal Bankacılık Denetleme Kurulu) Vakıfbank’taki yüksek miktarlı para transferlerinin bildirilmediğine dikkat çekiyor.

 

 

 

Şansa bakın ki, krediyi veren Frankfurt Şubesi Metin Özetçe dava başlamadan kısa bir süre sonra Ankara’ya çekiliyor. Neden?

 

 

 

Bu soruyu Vakıfbank yetkililerine de sorduk. Aldığımız yanıt aynen şöyle:

 

 

 

“Konuyla ilgili bugün hiçbir açıklama yapmayacağız. Söz konusu personelin eşi memurdur ve eş durumundan dolayı Ankara’ya tayin olmuştur.”

 

 

 

Müdür Metin Özetçe’nin bankadaki yeni görevi nedir? Tayininin Deniz Feneri davasından hemen önce gerçekleşmesi tesadüf müdür? Banka için herhangi bir soruşturma var mıdır?

 

 

 

Bunların hiç birinin yanıtı yok, çünkü Vakıfbank “Bugün için hiçbir şekilde, hiçbir açıklama yapmayacağını” söylüyor. Oysa Vakıfbank ve/veya yöneticileri Deniz Feneri vakasının tam göbeğinde görünüyor.

 

 

 

Vakıfbank sıradan bir banka değildir. Örneğin Genel Müdürü Bilal Karaman’ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la özel, derin ve geçmişe dayalı özel ilişkisi vardır.

 

 

 

Başbakanın Deniz Feneri konusundaki hassasiyetini dikkate alınca Karaman ve diğer isimleri de irdelemek gerekiyor. Ama bu başka bir yazının konusu olacak.

 

 

 

Ahmet Erhan Çelik

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sosyal devlet; Yahu o kadar da a/sosyal bir devletimiz yok. 65'lik maaşı veriyor, yeşilkart veriyor, sakat ve muhtaçlara maaş veriyor, ulaaa kömür yardımı bile yapıyor ya hu...Yeter mi? Yetmez ama hiç yok da değil.

 

İşte asıl mesele o ya. Sosyal Devlet ile sadakacılığın birbirine karıştırılması.

 

Gelir dağılımındaki uçurum ve adaletsizliğin çözümü. Korkunç fark olan dağılımın öbür ucunda olanlara sadakavari yardımlar yapmak bir sosyal devlet politikası değildir. Sosyal Devlet gelir dağılıma müdahele eder. Gelir dağılımını sadakaya muhtaç insan sayısını münferit düzeye çeker. Bir ülkede sadakavari yardım dağıtmak seçim propagandası olacak derecedeyse orada Sosyal Devletten bahsetmek imkansız olur. Yeşil kart hiçbir sağlık sigortası olmayan insanlara verilen bir kart. Hiçbir sağlık sigortası olmayan insan sayısı bu kadar çoksa orada zaten Sosyal Devlet yoktur.

 

Meselenin özü burasıdır. Şu anda bir yandan sadakavari yardımlar yapılmakta. Bir yandan sosyal devlet politikalarının ürünü olan iş yasaları birer birer değiştirilmekte. Sigortasız işçi çalıştırmak daha kolay hale getirilmekte. Sözleşmesiz işçi çalıştırmak daha kolay hale getirilmekte. Sözleşmeli işçilerin sahip olduğu, özellikle kadın işçilerin sahip olduğu haklar geri alınmakta.

 

Yani ülkeyi "ucuz emek cenneti" denilen bir halde tutup. Sonrada sadaka dağıtmak sosyal devlet politikası değildir. Kesinlikle değildir. Zira bu yöntem üçüncü dünya ülkelerinin, muz cumhuriyetlerinin yöntemidir artık.

 

AKP'nin genel sağlık politikası geri olsada. Recep Akdağ gibi bir sağlık bakanı var. Ve Akdağ döneminde sağlık sisteminde ileri iyileşmeler yaşandı. Kanımca bu kabinede bütün bakanlar değişsede. Koltuğunu kaybetmeyecek tek bakan odur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşte asıl mesele o ya. Sosyal Devlet ile sadakacılığın birbirine karıştırılması.

 

AKP'nin genel sağlık politikası geri olsada. Recep Akdağ gibi bir sağlık bakanı var. Ve Akdağ döneminde sağlık sisteminde ileri iyileşmeler yaşandı. Kanımca bu kabinede bütün bakanlar değişsede. Koltuğunu kaybetmeyecek tek bakan odur.

 

Ben hiç böyle düşünemiyorum. Son günlerde yaşanan bebek ölümleri faciasında hiç sorumluluğu yok mudur Akdağ'ın?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Dostum sağlık sistemindeki genel iyileşmelerden bahsediyorum. Lütfen, devlet hastanelerinin 5-6 yıl önceki haliyle şimdiki hali bir mi? Sigorta hastanelerinin, sağlık bakanlığına devrinden önceki haliyle, şimdiki hali bir mi ?

 

Ona eyvallah o doğru bir karar oldu da, bebek ölümlerine yaklaşımı bence yetersiz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

İşte asıl mesele o ya. Sosyal Devlet ile sadakacılığın birbirine karıştırılması.

 

Gelir dağılımındaki uçurum ve adaletsizliğin çözümü. Korkunç fark olan dağılımın öbür ucunda olanlara sadakavari yardımlar yapmak bir sosyal devlet politikası değildir. Sosyal Devlet gelir dağılıma müdahele eder. Gelir dağılımını sadakaya muhtaç insan sayısını münferit düzeye çeker. Bir ülkede sadakavari yardım dağıtmak seçim propagandası olacak derecedeyse orada Sosyal Devletten bahsetmek imkansız olur. Yeşil kart hiçbir sağlık sigortası olmayan insanlara verilen bir kart. Hiçbir sağlık sigortası olmayan insan sayısı bu kadar çoksa orada zaten Sosyal Devlet yoktur.

 

Meselenin özü burasıdır. Şu anda bir yandan sadakavari yardımlar yapılmakta. Bir yandan sosyal devlet politikalarının ürünü olan iş yasaları birer birer değiştirilmekte. Sigortasız işçi çalıştırmak daha kolay hale getirilmekte. Sözleşmesiz işçi çalıştırmak daha kolay hale getirilmekte. Sözleşmeli işçilerin sahip olduğu, özellikle kadın işçilerin sahip olduğu haklar geri alınmakta.

 

Yani ülkeyi "ucuz emek cenneti" denilen bir halde tutup. Sonrada sadaka dağıtmak sosyal devlet politikası değildir. Kesinlikle değildir. Zira bu yöntem üçüncü dünya ülkelerinin, muz cumhuriyetlerinin yöntemidir artık.

 

AKP'nin genel sağlık politikası geri olsada. Recep Akdağ gibi bir sağlık bakanı var. Ve Akdağ döneminde sağlık sisteminde ileri iyileşmeler yaşandı. Kanımca bu kabinede bütün bakanlar değişsede. Koltuğunu kaybetmeyecek tek bakan odur.

 

Sanki şu kırmızılı yerde sosyal devlet ile sosyalist devlet karışmış mıdır ne? Şaka şaka...Sosyal Devlet olgusunun gelişmişlik/az gelişmişlik olgusuna bağlı olarak sosyal hayata aktif müdahalenin şekli ve kuvveti değişebiliyor. Biz az gelişmiş bir devlete sahip olduğumuz için bahsini ettiğim yardımların yapılması bile muazzam olarak addedilebiliyor. Halbuki sosyal devlet gerekli çabayı gösterdikten sonra dahi hala toplumda muhtaçlar bulunursa onlara da yardım elini uzatmalıdır.

 

Sağlık sistemi gerçekten iyi yönde bir değişim geçirmektedir. Özellikle SSK Hastanelerinin Sağlık Bakanlığı teşkilatı içerisine alınması, Devlet Hastanelerinde çalışan doktorların ya o ya bu denilerek özel muayenehanelerini kapatmak zorunda bırakılmaları, özel polikliniklere rahatlıkla gidilebilmesi (hiç şüphesiz bu yapılan Devlet Hazinesine çok büyük bir yük getirmiştir ancak hastanelerin yükünü de bir o kadar hafifletmiştir), yine sevk zinciri denilen önce sağlık ocağına, sağlık ocağının uygun görmesi durumunda 1. basamak sağlık kuruluşu, oranın uygun görmesi durumunda 2. basamak sağlık kuruluşuna gitmek gibi saçma sapan şey kaldırılarak doğrudan üniversite hastanelerine gidilebilmesi toplum adına sevindirici bir şeydir. Ve hatta sadece Devlet Memurlarının gidebildiği birçok hastahanenin yeşilkartlıya da, Bağ-Kur'luya da SSK'lıya bakacak şekilde yapılandırılması ve son olarak SGK gibi bir kuruluşun kurulması bu alandaki süper güzelliklerdir.

 

Şimdi Aile Hekimliği gibi bir sistemin getirilmesi çabaları var. Sevk zincirini eski hale getirmeye düşünüyorlar ki; inşallah bu geri anlayıştan acilen vazgeçerler.

 

Her ne ise; güzel şeyler de oluyor. Kötü şeyler de oluyor. 255 YTL açlık sınırı belirleyebilecek bir kurumunuzun olması, bunu belirleyen adamların hala o görevde duruyor olması mesela bir kötülüktür. Asgari ücretin ev kirasına yetmeyecek durumda olması sosyal devlet anlayışıyla idare edilemez. Bu sert/azgın/aşağılık/liberal-kapitalist devletten başka bir şey değildir. Bu asgari ücret; patronun servetine servet katmasını sağlarken, işçinin açlıktan ölmemek için nasıl bir mucize gerçekleştirdiğini de bize göstermektedir. Bu nasıl bir anlayıştır ki; asgari ücret bu kadar az tutularak zenginlik işçilere ödenen ücret üzerinden sağlanıyor.

 

Burada birşeyi de ifade etmek gerekiyor. Devlet gittikçe küçülürken, o her yere attığı, her işe bulaştırdığı elini yavaş yavaş buralardan çekerken ve yerini sermayedarlara bırakırken (özelleştirmelerdeki yanlış tercihleri meselesine girmeyelim) aynı zamanda sosyal hayata (sosyal hayatın ekonomik-istihdam kesimine) müdahale etmesi de zorlaşmaktadır. Devlet, bu sistem içerisinde kanunlar yoluyla bir düzenlemeye gidebilir ki; ortada ssgssk gibi anlayan beri gelsin kanunu ve hem nalına hem mıhına 4857 gibi bir kanun var. Bunun dışında da kendisi bir takım yatırımlar yaparak ekonomik hayata müdahale edebilirdi ki; bu anlayış da belli bazı işleri üzerine alması haricinde geride kaldı.

 

Her ne ise; Yeşil Kart'ın çıkartılması güzeldi ancak bunun muhtaç olan herkese verilmesi ise çok daha güzeldir. Bir devlet için Sağlık sektörü kadar önemli başka bir sektör yoktur. Bir devletin varlığı/büyüklüğü sağlık sektöründe kendini belli eder. Devlet adalet örgütüyle filan da öne çıkar ama sağlık sektörü insanların en fazla devlete muhtaç olduğu sektördür. Umarım bu "Sağlık sigortasız kimse kalmayacak" sözü hayata geçirilir...

 

Bebek ölümleri ile ilgili meseleye gelirsek; hayatta en fazla nefret ettiğim şeylerden biri "Devlet teşkilatı içerisinde bir olumsuzluk yaşandığında yine devletin tepesinden bazı adamların görevlendirilip o işi araştırmaya gönderilmeledir. Bir aralar bu forumda müfettişler bizde genelde suçu açığa çıkarmak için görevlendirilmezler örtbas etmek için gönderilirlervari" bir söz söylemiştim. Yahu 13 çocuk. 13 çocuğa enfeksiyon bulaşıyor-nasıl bulaşıyor niye bulaşıyor, niye aynı anda...Bir hata varsa çıkartın ki; bundan sonra adamlar daha doğru düzgün çalışsın....

 

Burada bakanlığın tavrına esas olabilecek bir yorumu gündeme getireyim...

 

Geçen yıl, Prof.Dr.Mustafa Avcı; Adana'daki bir konferansta, yanında Yargıtay II.Başkanı da (inşallah yanlış hatırlamıyorumdur) varken: Ceza Kanunu ve sağlık sektöründe işlenen suçlar hakkında bilgi verirken: doktorların aldığı bıçak parası uygulamasına değindi. Yani bıçak parasını verirseniz gerekli müdahaleyi yaparım veya vermezseniz ameliyatta çok da umursamam hastayı yollu beyanlarının açıkça irtikap suçunu oluşturmasına rağmen, Yargıtay'ın çok hatalı bir şekilde görevi ihmalden hüküm verdiğine değindi.

Bu iki suç arasında nitelik bakımından çok büyük bazı farklar vardır hemen belirteyim. Evvela Görevi ihmal Memurların Yargılanması hakkındaki kanuna bağlı bir suçtur ve kovuşturulması için izin şartı vardır. İrtikap'ta ise savcı doğrudan dava açabilir. Yine fiilin ağırlığı dolayısıyla arada 7-8 yıl gibi farklı bir hapis cezası vardır. Ve yine İrtikap suçunu işleyen kişi asla devlet memurluğu yapamaz. Görevi ihmalde geri dönüş mümkündür.

 

Hoca; Yargıtay Başkan Yardımcısına dönerek "Yargıtay'ın bu yorumunun kaynağını tam olarak bilmiyorum ama sanırım uzman bir doktorun yetişmesindeki zorluk ve devletin doktora olan ihtiyacı neticesinde böyle bir karar almıştır Yargıtay" demiştir ve Yargıtay Başkan Yardımcısına dönüp baktığında Başkan Yardımcısının hafif bir tebessümle onaylama anlamına gelecek başını yukarı aşağı sallama ifadesine tanıklık etmiştir bu adam...

 

Hasılı; birinin yetişmesi ne kadar zor olursa olsun; ortadaki hayattır ve o ölenlerden bir tanesi çıkıp belki de bırakın doktor olmayın Eistein II olacaktı...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sanki şu kırmızılı yerde sosyal devlet ile sosyalist devlet karışmış mıdır ne? Şaka şaka...Sosyal Devlet olgusunun gelişmişlik/az gelişmişlik olgusuna bağlı olarak sosyal hayata aktif müdahalenin şekli ve kuvveti değişebiliyor. Biz az gelişmiş bir devlete sahip olduğumuz için bahsini ettiğim yardımların yapılması bile muazzam olarak addedilebiliyor. Halbuki sosyal devlet gerekli çabayı gösterdikten sonra dahi hala toplumda muhtaçlar bulunursa onlara da yardım elini uzatmalıdır.

 

yok karışmamıştır. Aksine devletin gelir dağılımına şiddetli şekilde müdahele etmesini sosyalist sistme özgü sanmak gibi genel bir hatada vardır ülkemizde. Avrupa'da şu an sosyalist ülke yoktur. Ama hepsinde devlet gelir dağılımına şiddetli şekilde müdahele eder. Gelir dağılımındaki adaletsizlik. Ülkenin ekonomik gelişmişliğiyle direk alakalı bir konu değildir. Gelir dağılımı Türkiye'den daha adaletsiz olduğu ancak Türkiye'den daha zengin ülkeler olduğu gibi. Gelir dağılımının Türkiye'den daha adaletli olduğu ve Türkiye'den daha fakir ülkelerde vardır.

 

Anayasa Mahkemesi'nin Anayasa'daki sosyal devlet ilkesini evrensel normlarla şöyle açıklamatadır.

 

"ferdin huzur ve refahını gerçekleştiren ve teminat altına alan, kişi ve toplum arasında denge kuran, emek ve sermaye ilişkilerini dengeli olarak düzenleyen, özel teşebbüsün güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayan, çalışanların insanca yaşaması ve çalışma hayatının kararlılık içinde gelişmesi için sosyal, iktisadî ve malî tedbirler alarak çalışanları koruyan, işsizliği önleyici ve millî gelirin adalete uygun biçimde dağılmasını sağlayıcı tedbirler alan adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu devam ettirmeye kendini yükümlü sayan, hukuka bağlı kararlılık içinde ve gerçekçi bir özgürlük rejimini uygulayan devlet demektir."

 

Şöyleki. Aynı sektörde çalışan, aynı işi yapan. Aynı nitelikle işçi ve kadro çalıştıran bir şirket sendikalı işçi çalıştırıp misal 2000 ytl maaş ve diğer sosyal hakları verirken. Diğer şirket taşeron, sözleşmesiz işçi çalıştırarak 600 ytl maaş vermektedir. Onu bırak belediyeler, kadrolu olarak çalıştırdığı işçilerine daha yüksek maaş ve sosyal haklar verirken. Taşeron firmalara iş yaptırmakta. Ve taşeron firmalar 500-600 ytlye sigortasız işçi çalıştırarak aynı işi, çok daha az maaşla, sosyal güvence vermeden işçilere yaptırmaktadır.

 

Şimdi en basiti bu örnekte konu ekonomik gelişmişlik ve zenginlik midir? Hayır belediye, kadrolu işçilerine ödediği ücreti toplu olarak taşeron firmaya ödemekte. Taşeron firma işi sigortasız , sözleşmesiz işçilerine üçte bir maaşla yaptırmakta. Aradaki farkıda cebine atarak kar etmektedir.

 

Özel şirket örneğimizde. Bir şirketin kesinti yaptığında, ürettiği mal veya hizmetlerin kalitesinde , çekiciliğinde direk düşüş yaşanmayacak tek kalem. İşçi ücretleri, ve sosyal haklardır. Yani birimi 50 ytl olan bir hammadde yerine 40 ytl olan bir hammadde kullanarak maliyetten kesinti yaparsanız. Ürettiğiniz malın kalitesi ve değeri düşer. Ama 50 ytl birim maaşla işçi çalıştırmak yerine aynı işi 40 ytl birim maaşla yaptırırsanız işçilere, malın kalitesi ve piyasa değerine direk etkisi olmaz. Artı çalışanların gelirleri ve sosyal haklarından kesinti yaparak kazandığınız artı gelirle. Daha fazla reklam vererek piyasada avantaj sağlıyabilirsiniz. Bunu gören rakiplerinizde rekabet edebilmek için. Aynı yöntemi izlemeye başlar.

 

Şimdi bu nedir? Standar piyasa rekabet şartları ve yöntemleri. Peki Sosyal Devlet buna müsade eder mi? Hayır. Sosyal devlet politikalarıyla tüm avrupa ve sosyal devlet modelini uygulayan ortadoğu ve avrasya ülkelerinin yaptığı gibi yaptırımlar uygulamak sosyalist politika mıdır ? Hayır. Gelir dağılımını, piyasa şartlarının, ve işçi ve işverenin arasındaki "gönüllü" anlaşmaya terketmek, Sosyal Devlet ilkesiyle bağdaşmayan birşeydir.

 

İşte Türkiye'de olan tam olarak budur. Sigortasız, güvencesiz, sözleşmesiz işçi çalıştırmanın yolu açılarak. "isteyen çalışır isteyen çalışmaz" argümanı öne sürülmektedir. Öyle ya. Kimse kimseyi zorla çalıştırmamaktadır.

 

Sosyal Devlet politikaları milli geliri arttırıcı veya milli gelirin görece yüksek ve düşük olmasına endeksli politikalar değildir. Milli Gelir'in adaletli bir şekilde dağılması için devletin müdahele etmesini sağlayan politikalardır. Artı sosyalist politika olmadığı gibi. Sosyalizmi engellemek için oluşturulmuş bir politikadır :)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Almanya’daki Deniz Feneri davasında soruşturmayı yürüten polis müdürü çarpıcı iddialarda bulundu

 

‘Kurye Zahid Akman’

 

‘OTOMOBİLLERLE PARA TAŞIDILAR’

 

Almanya’daki Deniz Feneri Derneği’nin 3 yöneticisinin yargılandığı davada, soruşturmayı yürüten polis müdürü Böhm, “daha önce hiç böyle bir skandal görmediklerinin” altını çizerek Başbakan Erdoğan’ın “sanıklarla akrabalık derecesinde yakın” olduğunu söyledi. Böhm, RTÜK Başkanı Zahid Akman’ın Zekeriya Karaman’la birlikte birçok kez Almanya’ya gelerek elden para teslim aldığını ve bunları zaman zaman kendi otomobilleriyle transfer ettiğini belirtti.

 

‘TÜRKİYE HUKUKİ YARDIM YAPMADI’

 

Böhm, Türkiye’den bu davayla ilgili olarak hiçbir polisiye veya hukuki yardım alamadıklarını vurguladı. Böhm, Erdoğan-Gürhan fotoğrafının ise Kanal 7 binasında çekildiğinin belgelendiğini bildirdi. Duruşmayı izleyen CHP heyeti, dernekle ilgilerinin bulunmadığını ve zanlıları tanımadığını söyleyen Erdoğan’ın Alman yargısı tarafından yalanlandığını savundu. CHP’liler davayla ilgili olarak Başbakan’ın Alman elçiyle görüştüğünü belirttiler. Davaya bugün devam edilecek. ■

 

 

 

Frankfurt’taki Deniz Feneri davasının 5. duruşmasına polis müdürü Böhm’ün ifadeleri damgasını vurdu

 

‘Akman paraları taşıyordu’

 

© Polis müdürü Alexander Böhm, Deniz Feneri davasının 5. duruşmasında verdiği ifadesinde RTÜK Başkanı Zahid Akman’ı “kuryelikle” suçlarken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile, yargılanan zanlı Euro 7 Genel Müdürü, davanın kilit ismi Mehmet Gürhan ve Akman arasında çok yakın ilişki olduğunu söyledi.

 

OSMAN ÇUTSAY

 

FRANKFURT - Almanya’da Deniz Feneri Derneği’nin 3 yöneticisinin dolandırıcılık suçlamasıyla yargılandığı davanın 5. duruşması dün Frankfurt’ta görüldü. Duruşmaya soruşturmayı yürüten polis müdürü Alexander Böhm’ün yaptığı açıklamalar damgasını vurdu. Böhm, RTÜK Başkanı Zahid Akman’ı “kuryelikle” suçlarken Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile yargılanan zanlı Euro 7 Genel Müdürü, davanın kilit ismi Mehmet Gürhan ve Akman arasında çok yakın ilişki olduğunu söyledi. Böhm, Erdoğan-Gürhan fotoğrafının ise Kanal 7 binasında çekildiğinin belgelendiğini bildirdi.

 

Deniz Feneri davasının 5. duruşması, mahkeme başkanının ilginç bir açıklamasıyla başladı. Mahkeme Başkanı Joachim Müller, Türk basınında yer alan haberlere atıfta bulunarak kendilerine yönelik bir siyasi baskı yapılmadığını söyledi. Müller, Almancada kullanılan “Almanya’da saatler farklı işler” deyimine de gönderme yaparak kesinlikle bağımsız bir yapıları olduğunu ifade etti.

 

Mahkemeye sunuş yapan soruşturmayı yürüten polis müdürü Böhm, Türkiye’den bu davayla ilgili olarak hiçbir polisiye veya hukuki yardım alamadıklarının altını çizdi. Böhm, RTÜK Başkanı Akman’ı kuryelik yapmakla suçladı. Böhm, ulaştığı belgeler ve tanıkların ifadelerinden yola çıkarak Akman’ın Zekeriya Karaman’la birlikte birçok kez Almanya’ya gelerek elden para teslim aldığını ve bunları zaman zaman kendi otomobillerini de kullanarak transfer ettiğini ifade etti.

 

Böhm, Deniz Feneri Derneği’nin eski başkanı Mehmet Gürhan’ı bütün organizasyonun başındaki kilit isim olarak gösterdi. Böhm, Gürhan’ın başkanlıktan ayrıldıktan sonra da dönemin başkanı Mehmet Taşkan üzerinden para transferi yaptığına yönelik belgelere ulaştıklarını belirtti. Böhm, yaklaşık 9 milyon Avro’luk bir rakamın Gürhan adına aktarıldığını ifade etti. Böhm, Deniz Feneri e.V.’ninTürkiye’deki dernekle ilişkisinin bulunduğunu ancak bunun resmi olmadığını söyledi.

 

‘Milli Görüş AKP’nin temeli’

 

Böhm inanç ve siyaset ilişkilerine dair bazı belgeleri de mahkemeye sundu. Vergi kaçakçılığı yapıldığını, kara para aklandığını, gümrük yasalarının ihlal edildiğini, sosyal güvenlik primlerinin ödenmeyerek hazinenin zarara sokulduğunu, insanların dinsel ve insani duygularının sömürüldüğünü belirten Böhm, “Böyle bir skandalı daha önce görmemiştik” ifadesini kullandı.

 

Belgeler arasında Milli Görüş’e atıfta bulunan ifadeleri dikkat çekti. Böhm, Milli Görüş’ün aslında AKP’nin de görüşlerine temel teşkil ettiğine dair açıklamalar yaptı.

 

Böhm, Erdoğan ve Mehmet Gürhan’ın birlikte çekilen fotoğrafını da mahkemeye sundu. Gürhan’ın avukatı söz alarak fotoğrafın çekildiği dönemde Erdoğan’ın başbakan olmadığını ve fotoğrafın Doğan Holding’in Almanya’da yaptığı açılışta çekildiğini belirterek “Fotoğrafı çeken arkadaş burada” dedi. Bunun üzerine mahkeme başkanı Müller, fotoğrafın Gürhan’ın Kanal 7’deki ofisinde çekildiğinin tespit edildiğini söyledi.

 

Davayı izleyen CHP heyetinden MYK Üyesi Ali Kılıç, duruşmanın başladığı günden bu yana dernekle ilgilerinin bulunmadığını ve zanlıları tanımadığını söyleyen Erdoğan’ın Alman yargısı tarafından yalanlandığını söyledi. Kılıç “Sayın Başbakan bizzat Almanya’nın Ankara büyükelçisi ile 2007 sonbaharında yaptığı görüşmede Deniz Feneri ile ilgili olarak, ‘Bu soruşturma neden bu kadar uzun sürüyor’ diye soruyor. Büyükelçi de bu soruyu, bir rapor haline getirerek Alman Dışişleri Bakanlığı’na kripto ile bildiriyor. Ayrıca, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, yine Ankara büyükelçisi ile yaptığı görüşmede bu konuyu dile getiriyor” dedi. Bugünkü duruşmada sanık avukatları söz alacak.

 

 

 

SPK’YE ÖRTBAS SUÇLAMASI

 

Sermaye Piyasası Kurulu(SPK), Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Karaman ile yönetim kurulu üyeleri Karahan ve Çelik’e ilişkin suç duyurusunda bulunulmasını isteyen Denetleme Raporu’nu, teamüllere aykırı şekilde alınan Hukuk İşleri Dairesi görüşünü gerekçe göstererek örtbas etti. Daire, Kanal 7 hesaplarının yasal kayıtlarda bulunmamasını suç saymadı.

 

MURAT KIŞLALI’nın haberi ■

 

Kurul, Deniz Feneri ile Kanal 7 bağlantısını örtbas ederken ‘gizleme kastı olmaması’ gerekçesine dayanmış

 

SPK’nin ‘şaibeli aklaması’

 

© SPK, Denetleme Dairesi’nin Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Karaman ile yönetim kurulu üyeleri Karahan ve Çelik’e ilişkin suç duyurusunda bulunulmasını isteyen Denetleme Raporu’nu, SPK teamüllerine aykırı şekilde alınan Hukuk İşleri Dairesi görüşünü gerekçe göstererek örtbas etti.

 

ANKARA - Kanal 7’yi, Almanya’daki Deniz Feneri davasının Türkiye ayağından aklayan Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Hukuk İşleri Dairesi Görüşü’ne göre, Kanal 7 hesaplarının yasal kayıtlarda bulunmamasının “gizleme kastı” olmaması nedeniyle suç sayılmadığı ortaya çıktı. Para transferlerinin saklanması ile faturaların yanlış ve eksik gösterilmesini de, bu tür belgelerin toplam belgelere oranları “ihmal edilebilir düzeyde” olduğu için aklayan Hukuk İşleri Görüşü’nde, Kanal 7 yöneticilerinin “hataen” gerçeği yansıtmayan beyanda bulundukları ileri sürüldü. SPK, Denetleme Dairesi’nin Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman ile yönetim kurulu üyeleri İsmail Karahan ve Mustafa Çelik’e ilişkin suç duyurusunda bulunulmasını isteyen Denetleme Raporu’nu, SPK teamüllerine aykırı şekilde alınan Hukuk İşleri Dairesi görüşünü gerekçe göstererek örtbas etti. SPK Başkan Yardımcısı İbrahim Dönmez’in Başkan Turan Erol’a gönderdiği 28 Haziran 2007 tarihli yazıda Hukuk İşleri Dairesi’nin Kanal 7’yi aklayan görüşleri şöyle yer aldı:

 

‘Eksik ihmal edilebilir’

 

• İş Bankası Gmbh nezdinde açılmış hesaplarla ilgili bilgilerin yasal kayıtlarında bulunmaması, söz konusu suçun manevi unsurunun oluşup oluşmadığı yönünde değerlendirilmesini gerekli kılar. Zira burada “gizleme” kastı yoktur.

 

• Yurtiçindeki şirket hesaplarına Kamer Holding AŞ, Aksaray Holding AŞ ve KOMBASSAN Holding AŞ tarafından yapılan para havalelerine ilişkin olarak; ibraz edilemeyen belgeler ile para transferlerini sağlıklı bir şekilde göstermeyen belgelerin kurulumuza konu ile ilgili olarak ibraz edilen belgelerin toplamı içindeki payının ne kadar olduğunun belirlenmesi de yararlı olacaktır.

 

• Zira bu pay ihmal edilebilir ölçüde küçük olarak nitelendirilebiliyorsa, bilginin verilmesinde eksik bırakılan husus, son derece tali ve ihmal edilebilir düzeyde kaldığı gerekçesiyle, suçun oluşmadığı kanaatine varmak mümkündür.

 

• Şirket hesaplarına Kamer Holding AŞ, Aksaray Holding AŞ ve KOMBASSAN Holding AŞ tarafından yapılan para havalelerine ilişkin olarak bilgi istenmiş olup, bunlardan KOMBASSAN Holding AŞ tarafından yapılan para havalelerinde 1997 yılında bilgi istenen 300 bin DEM, 1998’de 700 bin DEM tutarındaki havalelerde fatura bilgilerinin bu ödemelerin daha altında olduğu, ancak ilgili dönemlere ilişkin başka faturaların ibraz edildiği anlaşılmaktadır.

 

• Aynı şekilde Kamer Holding ile ilgili 2000 yılına ait her biri 68 bin 750 DEM tutarlı 6 işlem için bilgi istendiği, şirketin bu havalelerle ilgili yalnızca iki adet fatura gönderdiği, bunların da zaman, miktar ve düzenleyici açısından kurulumuzca istenen bilgiyi açıklayıcı nitelik taşımadığı da belirtilmektedir.

 

• Eksik bilgilerin bilgi talep edilen toplam tutar içindeki payının ihmal edilebilir ölçüde olup olmadığının değerlendirilmesi gereklidir. Bu değerlendirme neticesinde olumlu bir sonuca ulaşılamaması halinde suç unsurlarının oluşmadığı hususu belirlenecektir.

 

‘Hataen’ yalan beyanlar

 

• Almanya’da mukim bazı şirketler ile şirket (Kanal 7) arasında sermaye, yönetim veya denetim bakımından herhangi bir bağın olup olmadığı hususundaki bilgi talebine verilen cevabın gerçeği yansıtmadığı tespitine yer verilmiştir.

 

• Bu değerlendirmenin sağlıklı bir şekilde yapılması da şirket yöneticilerinin önceki beyanlarını gizleme kastıyla mı yoksa hataen mi yapıldığı konusunun açıklığa kavuşturulmasıyla mümkün olabilir.

 

• İş Bankası Gmbh nezdinde açılmış 12 adet hesaptan hangilerinin hangi tarihte kapatıldığı hususlarında bir belirleme bulunmaması nedeniyle anılan unsurların suç çerçevesinde değerlendirmeye elverişli olmadığı düşünülmektedir.

 

 

 

Cumhuriyet 16.09.2008

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Alman savcı ve hakimden şok açıklamalar

 

25 Eylül 2008

 

 

Deniz Feneri e.V. davasının Alman hakimi Dr. Jochen Müller ve Frankfurt Başsavcısı Doris Möller-Scheu, Deniz Feneri davasıyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu.

 

 

Posta Gazetesi'nden Kamil Taylan'ın sorularını yanıtlayan Hakim Müller, dava sürecinde kendisini etkileyen 3 şeyin 3 sanığın da suçlarını itiraf etmeleri ve Deniz Feneri'nin muhasebecisi olan sanık Firdevsi Ermiş'in cesur ifadeleri olduğunu söyledi. Asıl suçluların Türkiye'de olduğunu söyleyen hakim Müller,

 

''Kararda asıl suçlular Türkiye'de dedik. Bununla Türkiye'deki Kanal 7'nin yöneticilerini kastediyoruz. Çünkü Almanya'da halktan bağış olarak toplanan paralar Türkiye'ye gönderiliyor ve orada Kanal 7'nin sorumlularına teslim ediliyordu'' dedi.

 

Deniz Feneri'nin çıkar için kullanıldığının altını çizen Müller, Kanal 7 Yönetim Kurulu Başkanı Zekeriya Karaman ile Zahid Akman'ın Deniz Feneri e.V.'nin kurduğu şirketlerde hissedar olduğunu ifade ederek, ''Daha doğrusu, Deniz Feneri'ni bir yerde kendi çıkarları için kullandılar. Zahid Akman RTÜK Başkanı olduktan sonra bu firmalardan adını sildirmiş'' şeklinde konuştu.

 

İşte Müller'in çarpıcı açıklamaları:

 

- Mahkeme heyeti olarak şunu tespit ettik. Baş suçlu olarak bizden 5 yıl 10 ay hapis cezası alan Mehmet Gürhan'ın ardında birileri var. O bunların emirlerini, Almanya'da yerine getiriyordu. Yani bir yerde o kuklaydı. Bu kuklayı Kanal 7'nin Türkiye'deki sorumluları ve onların çevresi oynatıyordu.

 

- Deniz Feneri'nin resmi muhasebesiyle, gizli muhasebesi arasındaki farkı araştırdık. Arada en az 11.7 milyon Euro fark belirledik.

 

- Türkiye hükümeti diplomatik kanallar üzerinden bu davanın gelişimi ve aşamaları hakkında bilgi istedi.

 

ZAHİD AKMAN İÇİN 5 YIL İSTENEBİLİR

 

Davanın Başsavcısı Doris Möller-Scheu ise dolandırıcılık ve sahte iflas suçu işlenmiş olduğundan şüphe ettikleri OFWG'nin (Almanya'da kurulmuş konut yapı kooperatifi) eski yöneticileri hakkında soruşturma açtıklarını belirterek, ''Bu kişiler arasında RTÜK Başkanı Dr. Zahid Akman da bulunuyor. Kooperaifteki dolandırıcılık suçunu işlediği mahkemede kanıtlacak olanlara 5 yıla kadar hapis cezası verilebilir'' diye konuştu.

 

İşte Frankfurt Başsavcısı'nın açıklamaları:

 

- Kooperatifin kayıtlarında Zahid akman sorumlu yönetici olarak gözüküyor. Haziran 2006'ya kadar bu görevi sürdürmüş. Bundan dolayı RTÜK Başkanı Akman, Deniz Feneri davasında olduğu gibi kooperatif davasında da zanlı. Zahid Akman Almanya'da olsaydı yahut bir gün gelirse tabii ki ifadesini almak için kendisine ricada bulunacağız.

 

- Deniz Feneri davasında bir çok kişi için soruşturma yürütülüyor. Biz sadece üçü hakkında dava açtık. Bu 3 kişinin ön tutukluluk süreleri uzamasın istedik. Bu, Deniz Feneri davasında soruşturmanın kapandığı anlamına gelmez.

 

- Deniz Feneri davasında suçlananlarla kooperatif davasında suçlananlar hep aynı kişiler. Bir de hem Deniz Feneri için hem de kooperatif için aynı televizyonda Kanal 7'de reklam yapılmış.

 

- Şimdiye dek hiçbir Türk makamı Deniz Feneri ya da kooperatif davasıyla ilgili olarak bize başvuruda bulunmadı. Türkiye'de savcılar bu belli kişiler hakkında bir soruşturma açarlarsa, tabii ki bizden bilgi alabilirler. Bu yöntem zaten uluslararası anlaşmalarla belirlenmiştir.

 

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/9982666.asp?top=1

 

 

 

 

İflas eden kooperatif ile ilgili Kanal 7 Int'de yoğun reklam kampanyası yapılmış,

evlerin maketleri gösterilmişti.

 

 

Akman'ın Almanya'daki kooperatifi kayyumda

İRFAN ERGİ Frankfurt

Almanya'da RTÜK Başkanı Zahid Akman hakkındaki yolsuzluk soruşturmasına konu olan kooperatife Alman avukat Steffen Schneider kayyum olarak atandı. Schneider, adli sürecin tamamlanmasının ardından mağdurların alacaklarının ödeneceğini söyledi

 

Deniz Feneri e.V. Derneği'nin bağış paralarıyla kurulan şirketlerdeki ortaklığı, mahkeme belgeleriyle kanıtlanan RTÜK Başkanı Zahid Akman hakkında kooperatif yolsuzluğuyla ilgili soruşturma sürüyor. İflasını ilan eden kooperatife Alman avukat Steffen Scheider atandı.

Öte yandan Akman'ın, ilk dönem RTÜK üyeliği sırasında Frankfurt'taki konut kooperatifinde bir yıl yöneticilik yaptığı belirlendi.13 Temmuz 2005 tarihinde ilk kez RTÜK üyesi seçilen Zahid Akman'ın, Offenbacher&Frankfurter Wohnungsbaugenossenschaft (OFWG e.G.) adlı konut yapım kooperatifindeki yöneticiliğine 25 Temmuz 2006 tarihinde, yani tam bir yıl sonra son verdiği belgelendi.

 

Fahri yöneticilik yok

Alman mevzuatlarında Akman'ın iddia ettiği gibi fahri üyelik ya da yöneticilik statüsünün olmadığını belirten Alman hukukçular, kooperatif yönetiminin iflasını bildirmesi nedeniyle Frankfurt Barosu avukatlarından Steffen Schneider'in kayyum olarak atandığını açıkladılar.

OFWG e.G'nin yaklaşık 8.5 milyon euro topladıktan sonra iflasını ilan ettiğini belirten kayyum Schneider de, halen kooperatifin mal varlığını saptamaya çalıştıklarını söyledi.

 

Aidat ve teşvik primleri

Schneider, adli sürecin tamamlanmasının ardından, mevzuata göre alacakların ödeneceğini de kaydetti. Kooperatifin mal varlığıyla önce çalışanların maaşlarının ödeneceğini belirten Schenider, kalan parayla da bin 26 mağdurun alacaklarının ödeneceğini açıkladı.

1 Ocak 2005 tarihinden önceki mevzuata göre, Almanya'da 8 yıllık devlet teşviğinden yararlanmak isteyen pek çok Türk vatandaşı Kanal 7 Int'de yayımlanan yoğun reklam kampanyasından da etkilenerek konut kooperatiflerine üye olmuştu. OFWG e.G'ye üye olan Türkler, kooperatife 60 - 350 euro arasında değişen aidatların yanı sıra, medeni durumlarına göre yıllık 400 euro ile 3500 euro arasında değişen konut teşvik primi ödemişlerdi.

 

http://www.milliyet.com.tr/Siyaset/HaberDe...umda&ver=45

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.